@busbckr
|
Keyifli okumalar. Bu bölüme çok yükseleceğinize eminim. Yorumlarınızla bunu bana da gösterin lütfen. 🍇
19. BÖLÜM Emirhan, Yiğit'ten hiç hoşlanmamıştı. Bu yüzden akşam boyu Melek'i, Yiğit'ten uzak tutmaya çalışmış, Melek'e yapışıp kalmıştı. İşin komik tarafı Yiğit de Emirhan'dan hiç hoşlanmamıştı. Tamamen aynı sebeplerden ötürü... Emirhan sonunda başı, Melek'in dizinde uyuyakalınca Yiğit onu kendi odasına, hatta kendi yatağına taşımıştı. Küçük çocuğun üstünü örterken saçlarını okşayıp öptü. Onun yaşlarındayken babasının, geceleri onun saçını okşayıp öpmesini bekler o ana kadar uyuyormuş gibi yapardı. Ondan sonra da gerçekten uyurdu. Küçük çocuğun tekrar saçlarını okşarken kulağına sessizce fısıldadı. "Odamı ve yatağımı paylaşırım Cep Herkül'ü ama karımı... Nıç... Kusura bakma. Yaşıtın olan bir kızı bul." Salona geri döndüğünde bakışları Melek'i bulmuştu. O ise tüm gün olduğu gibi onu umursamıyordu. Bazen halasına çaktırmamak için yapmacık bir şekilde gülüyor, iki çift laf ediyordu ama Melek aralarındaki görünmez duvarı daha görünür kılmaya başlamıştı. İşte şimdi bu evlilik, en başta istediği gibi bir evlilik oluyordu. Her şey harika olmalıydı ama değildi. Çünkü şu an, ne istediğinden o kadar emin değildi. Ve bunu kendine itiraf edemediği için agresif ve mutsuzdu. Melek'e sataşma, onu kızdırma isteği ise yalnızca iletişim kurma çabasından ibaretti. Ve her ikisi de henüz bunun farkında değillerdi. Gülay'ın sesiyle bakışlarını Melek'in üstünden çekti. "Yarın sabah erkenden Samet Enişten beni almaya gelecek. Siz okula gitmeden önce biz gitmiş oluruz. Haberiniz olsun da sabah biz ses mes edersek korkmayın. Yatmaya devam edin." "Olur mu Gülay Halacım? Ne demek o? Sakın sessiz sedasız gitme." dedi Melek kesin bir tavırla. Ne kadar ayıp olurdu öyle olursa? Ev sahipleri yatıyor, misafir sessizce gidiyor! Olacak şey değildi. Belki Ankara'da normaldi ama Bingöl'de ayıplanacak bir şeydi. Çünkü memleketinde 'misafir' kutsal değerlerden sayılırdı. Öyle olmasa Yiğit köye geldiğinde kimsenin yüzüne bakmaz, kafasını telefondan kaldırmazken Yavuz ve Bulut onunla ilgilenmeye devam etmezlerdi. "Aman kızım ne olacak? Yabancı mıyım ben? Ayrıca yarın okulunuz var, güzelce uykunuzu alın. Ben de gidip uyuyayım artık. Şafak doğmadan uyanmam lazım." diyerek ayaklanınca Melek de ayaklandı ve televizyonu kapattı. Yiğit'in o saniyelerde idrak ettiği şeyi Melek henüz idrak edememişti. "İyi geceler Gülay Hala." dedi gülümseyerek. Yiğit de "İyi geceler Hala." dediğinde dudaklarını birbirine bastırmış çaktırmamaya çalışıyordu. Gülay odasına çekilene dek Melek gülümseyip arkasından baktı. Kapısı kapandığı an dudakları düz bir çizgi halini alırken yönünü Yiğit'e döndü ve imalı gülüşü gözüne takılan ilk detay oldu. Gözlerini kıstı ve anlamaya çalıştı. Elbette, anlaması uzun sürmedi. Panikle koltuğu göstererek "Burada yatıyorsun." diye fısıldadı. Yiğit güldü. "Halama ne diyeceğim peki?" Melek omuz silkti. Bu onun sorunu değildi. "Beni yalnız başıma gecenin bir yarısı evde gördüğünde ben açıklayacak bir şeyler bulmuştum. Sen de bulursun." diyerek arkasını döndüğünde Yiğit hızlandı ve önüne geçip onu durdurdu. "Dur bir dakika. Zaten halam görmemesi gereken bir şeyi görmüşken beni de burada görürse bence gidip bizi ispiyonlar." Yiğit'in savunmasının yanında Sokrates'in savunması halt etmişti. "İyi gel. Yerde uyursun." dedi Melek umursamaz bir sesle ve Yiğit'in yanından geçip odaya girdi. Yiğit arkasından odaya girip kapıyı kapatırken elbette Melek'i şaşırtmayarak itiraz etti. Yiğit "Yerde yatamam." dedi. Giriş cümlesini oldukça net bir cümle seçmişti. İsteği açık, niyeti şeffaftı. "O da senin sorunun." diyen Melek ise netlikte ondan bir seviye dahi aşağıda değildi. "Benim bel fıtığım var Melek!" diye isyan eden Yiğit'e, olmayan bel fıtığı hayretle bakıyordu. Melek "Bel fıtığının bundan haberi var mı peki?" diye sordu gülerek. Sonra sahte bir tavırla surat astı. Demek Yiğit'in gözünde bu kadar düşük zekâlı görünüyordu. Yiğit, "Ya ciddiyim. Yerde yatınca benim belime yel giriyor. İki büklüm kalıyorum, yürüyemiyorum." diye kendini acındırmaya devam etikçe Melek gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Ayrıca burnum bile tıkanıyor yerde yatınca. Sınavlara şurada ne kaldı? Hastalanıp kötü not mu alayım? Bir de vize sınavları! Telafisi yok." Melek gözlerini Yiğit'in yüzünde gezdirdi. Göz göze geldiklerinde Yiğit de sustu. "Yok." dedi Melek düz bir sesle. "Bazen, bazı şeylerin telafisi olmaz." Yiğit cevap veremeyip olduğu yerde kaldığında Melek'in neyden bahsettiğini anlamıştı. Dün gece anlaşmayı çiğnemesinden. Ona haksızlık etmesinden... Ancak dün gecenin bir tekrarı olmayacaktı. Bunun garantisini Melek'e vermek için ağzını açınca Melek "İyi, gel yat. Ama ola ki temas maddesini ihlal etmeye kalkarsan yaptırımı sözleşmeye göre değil, şeriata göre olur. Bileğinden keserim elini!" diyerek tehdidiyle birlikte lafı, Yiğit'in ağzına tıkadı. Melek, yumuş, minnoş lokum bir kız olmasının yanında isterse pek tabi öcü, gulyabani ve deccal de olabiliyordu. Yiğit, Melek'in bakışlarının üzerine yutkundu. "Ben en uca kıvrılırım öyle... Hiç fark etmezsin varlığımı falan." diyerek Melek'i rahatlatmaya çalışırken sesi, içine kaçmış gibiydi. Zaten Melek'in onu ne dinlediği vardı ne de umursadığı. Gece boyu ikisi de yatağın bir ucunda ikisinin de sırtı bir birine dönük durmuşlardı. Ne uyumuş, ne konuşmuşlardı. Melek gün doğduğunda yapacağı hamleyi düşünüp geriliyor, bir vazgeçip bir kararının arkasında duruyordu. Bunu bugün yapmazsa, yarın Yiğit onu ciddiye almamaya devam edecekti. Ama yaparsa... Gerçekten gemileri değil limanı yakacaktı. Yiğit ise Melek'le bu evdeki ilk zamanlarına... Hayır hayır, ilk zamanlarından bir tık daha sonraki hallerine nasıl geri dönebilirler, onu düşünüyordu. Melek, onun dengeleriyle oynuyor, onu olmadığı biri gibi davranmaya zorluyordu sanki. O yüzden Yiğit kendini hep pişman olurken buluyordu. Hata yaparken değil... Hata yaparken pek kendinde olmuyordu çünkü... O gece ikisi de ne tam uyanık kalabilmişler ne de uykusunu alabilmişlerdi. Gülay odasının kapısını açınca Melek sıçramıştı yataktan. Zaten hâlihazırda tedirgin yattığı için bu sıçrama gayet olağandı. Melek'in hareketliliği Yiğit'i de uyandırınca Gülay'ı uğurlamak için odadan çıktılar. Gülay'ın nasihatleri ve güzellemeleriyle onu uğurlayan ikili yeniden odalarına döndüklerinde yatağa girmemişlerdi. Yiğit kıyafetlerini alıp, kendi odasına geçerken Melek de yatağı toplayıp hazırlandı. Aradığı şeyi bulması bir miktar zamanını alsa da sonunda bulmuştu. Çantasının yanına bırakıp mutfağa geçti ve mısır gevreği hazırlayıp yemeye başladı. Yiğit de Melek'i mısır gevreği yerken gördüğünde takılmadan edemedi. "Kahvaltım hani Melek? Beni aç bırakarak mı cezalandıracaksın?" İşte bunlar hep iletişim kurma çabalarıydı ve Melek'i güldürmüştü. Bir kâse daha çıkarıp mısır gevreğini doldurdu ve üstüne bir miktar süt döküp sert bir şekilde salondaki masaya bıraktı. "Al kahvaltın." Yiğit Melek'in tavrına, mimiklerine şaşırmış, dahası kızmıştı da. "İyi! Bizim yemek sıramız geldiğinde, önüne hazır kek koyarsam söylenme!" Melek saçlarının bir kısmını sağ kulağının arkasına sıkıştırdı ve gevreğini yemeye devam etmeden hemen önce "Bunca zaman sanki bana ellerinde börek açıp, dolma sardın! O gece, senin yerine tüm evi ben temizledim. Kulağına geldi de bu ama hiç oralı olmadın çünkü işine gelmedi. Her neyse, bunları konuşmaya gerek yok. Herkes kendi yemeğini ve temizliğini kendi yapsın. Mecburen ortak olması gerekenleri bu şekilde yapmaya devam ederiz. Ayrıca o gevrek bile senin yemeklerinden daha çok emek içeriyor ama bunu da boş ver. Ceza demişken... Sen işine gelmeyenleri unutuyorsun ama ben unutmuyorum. Sana sözleşmeye uygun bir şekilde ceza vereceğim. Umarım o zaman da bu kadar neşeli kalabilirsin." dedi ve gevreğinden bir kaşık daha alıp mutfağa döndü. Yiğit'in aklını bulandırmış içine korku tohumları serpmişti. Melek, Yiğit'e "Okulda görüşürüz." diyerek alayla gülüp göz kırptıktan sonra evden çıktı. Tereddüt ederse kaybederdi. Toprak Abisinden öğrendiği en önemli nasihatlerden biri de buydu. En kötü karar bile kararsızlıktan iyiydi. Ve Melek metanetli olup, en kötüsü de olsa kararını uygulayacaktı. Okula gittiğinde etrafına bakındı ancak tanıdık hiç kimseyi göremeyince sınıfına girdi. Filiz de hocayla aynı anda girince Melek intikamını mecburen biraz ertelemek zorunda kalmıştı. Filiz'e "Mehmet nerede?" diye sorduğunda Filiz dudak büktü. "Bilmem." Hoca derse hazırlanırken Mehmet'e mesaj atmıştı Melek. Ve birkaç dakika sonra da haber gelmişti. "Kaldığı evin su tesisatında bir problem çıkmış, evi su basmış. Bugün gelemeyecekmiş." diye açıkladı Filiz'e de. 'Neyse' dedi içinden. En azından Filiz var... İlk ders sanki aylar sürmüştü de bitmek bilmemişti Melek için. Bir yanı caymaya dünden razı diğer yanı bir an önce olsun bitsin kafasındaydı. Neyse ki ilk ders bitmiş, ikinci dersten önceki o uzun araya girmişlerdi. Melis'e mesaj attı. -Konuşmam gereken bir şey var. Neredesiniz? Melis ise mesaja şaşırıp meraklansa da direkt cevabı yazmıştı. -Çardaklardayız. Benimle mi, bizimle mi? Melek bir an Filiz'e baktı. 'Acaba önden bir bilgilendirme yapsam mı?' diye düşünürken bu fikrinden vazgeçti. Gerek yoktu. -Hepinizle. Mesajı gönderdikten sonra Filiz'in koluna girdi. "Hadi gel. Bir yere gitmemiz gerekiyor hemen." Diğer taraftan Melis "Melek mesaj attı." diyerek herkesi bilgilendirmişti. Diğerleri de merak etmişse de Yiğit adeta kulaklarını havaya dikmişti. 'Melek' ismi geçince bile içinde sonsuz bir bahsetme arzusu doğuyordu. Ancak şu an Melis'in söyleyecekleri vardı belli ki. "Bizimle konuşmak istiyormuş." dediğinde Yiğit kıllanmaya başlamıştı. Melek buradaki herkesle ne konuşacaktı ki mesaj atmıştı? "Ne konuşacakmış?" diye sordu gözlerini kısarak. Çekindiği bir şeyler olduğunu çok belli ediyordu ve tüm dönemleri birincilikle bitirmiş bir psikoloji öğrencisi elbette bunu anlayabiliyordu. Gerçi zar zor sınıf geçen, altta gırla ders bırakan Asil de bunu anlamıştı ama neyse... Konu şimdilik bu değildi. Melis "Gelir şimdi birazdan. Öğreniriz." diye cevapladı Yiğit'in sorusunu. İçinden 'İnşallah Yiğit kızı bir gece kullanıp atmamıştır.' diye geçirdi içinden. Böyle bir şey olursa felaket olurdu ve bu kez kesinlikle Yiğit'i meydana asar, recmederdi Aynı anda aynı fikir Asil'in de aklında düşmüşse de Asil, böyle bir şeyden kesinlikle haberdar olacağını bildiğinden hemen aklından bunu def etmişti. Yiğit'le ilgili bir şey olma ihtimali yüksekti ancak öyle bir şey kesinlikle değildi. Arkadaşından emindi. Dediği gibi, aileleri yakınken Melek'e bunu yapmazdı. Çok fazla düşünmelerine gerek kalmadan Melek ve Filiz çardakta oturan dörtlüye doğru ilerledi. Çardağa geldiklerinde Melek çantasını masanın üstüne, kendi önüne koydu ve "Selam." dedi gülümseyerek. Saklamaya çalışsa da gerginliği ayan beyan ortadaydı. Yiğit de Melek de oldukça gergindi... "Selam." dedi hepsi bir ağızdan. Melek "Nasılsınız?" diye sorarak gerginliğini azaltmaya çalıştı ama bu, sadece gerginliğin artmasına sebep oluyordu. Melis, Melek'e yardımcı olmak umuduyla "Çok iyiyiz. Bizimle ne konuşmak istediğini merakla bekliyoruz." dedi. Ancak Bu Melek'i daha da gerdi. Yine de gülümsemeye çalışıp "Sizinle ne mi konuşacağım? Sizinle biraz gerçekler hakkında konuşmak istiyorum aslında." dediği an onlar merakla Melek'in sözlerini analiz ederken Yiğit sonuca ulaşmıştı. Bu yüzden gözleri ardına kadar açılıp kaşları yukarı kalktı. Başını iki yana sallarken "Hayır!" diye mırıldandı. Melek de avuçlarını hafif bir şekilde masaya vurup "Evet..." dedi ama sesi mırıltı gibi değil oldukça gürdü. Yiğit'in bu korkmuş hali özgüvenini beslemişti. Çünkü iki gece önce o korkunun bin beterini yaşamıştı. "Artık aramızda arkadaşlık bağlarının oluştuğunu düşünüyorum. Yanılmıyorum... Öyle değil mi?" diye başladı söze. Filiz sessizce Melek'i dinlerken neden böyle garip davrandığını anlamaya çalışıyordu. Çisem ona merakla bakarken bir şeyler bildiğini düşünmüş olmalıydı ama Filiz dudak bükerek omuz silkince onun da kendilerinden farkı olmadığını anlamıştı. "Tabi ki öyle..." diyen Melis giderek daha çok merak duyuyordu. "O yüzden, hayatım hakkındaki bir gerçeği sizden daha fazla saklamayacağım." diyerek çantasından küçük kırmızı defteri çıkardı. Üzerinde altın rengi harflerle 'Aile Cüzdanı' yazıyordu. Hiç kimse algılayamamış, hepsi boş gözlerle Evlilik cüzdanına kitlenmişlerdi. "Ben evliyim." dedi avucunu cüzdanın üstüne bastırarak. Melek'in sesiyle cüzdanın üstündeki gözler ardına kadar açılarak Melek'in yüzüne çevrilmişti. "Anlamadım?" dedi Filiz şaşkınlıkla. "Nasıl evlisin?" Melek bu soruya ne cevap vereceğini bilemezken Yiğit, gözlerini yumup çenesini sıkmıştı. Melek'in görürsün derken kast ettiği şey kesinlikle buydu. Ama haddini aşmamış mıydı şimdi de? "Ne zamandır?" diye sordu Çisem ve son olarak "Kiminle?" diye sordu Melis. Asil sadece 'Çüş' demişti. Melek bakışlarını alayla Yiğit'e çevirdiğinde onunla birlikte herkes Yiğit'e bakmıştı. Anladıkları şeyi, tam olarak anlayamamışlardı aslında. NE? Melek ilk önce Filiz'e döndü. İlk soru ona aitti. "Bingöl Belediye başkanının verdiği yetkiyle-" ardından bakışları Çisem'e döndü çünkü ikinci sorunun sahibi oydu. "Üç buçuk hafta kadar önce" dedikten sonra kısa bir an Melis'e bakıp en sonunda tekrar Yiğit'e dikti bakışlarını. "Yiğit Emre Karasu ile evlendim." dediğinde hepsi aynı anda iç çekerek ellerini ağzına koymuştu. Yiğit ise Melek'i kesinlikle mahvedecekmiş gibi bakıyordu. Melek çoktan mahvolduğu için ciddiye almadı Yiğit'i. Yapması gerekenleri yapmayınca, yapmaması gerekenleri de yapınca böyle olacağını anlaması gerekiyordu. "Yiğit... Yani Emre. Bu" dedi Asil işaret parmağını Yiğit'e doğrultarak. Melek bir kez yavaşça gözlerini yumarak onayladı. "Maalesef. O..." Hem intikamını alır hem de laf sokardı. Yiğit de böyle sadece eli kolu bağlı izlerdi işte. "Hayatta inanmam! Ne alâka?" diyen Çisem aslında art niyetli değildi. Sadece bir şakaya maruz kaldıklarını düşünüyordu. Yiğit'in evlenmiş olması ona elbette ki mantıklı gelmiyordu. Daha bu sabah Melis'e aşk dolu şakalar yapıyordu çünkü. Ancak Melek bu sözlerini art niyetli anladı ve elinin altındaki kırmızı defteri Çisem'in önüne itti. "İnanmana yardımcı olur. Tüm alâkası içinde yazıyor." dedi ters bir tavırla. Melis de Melek'in yanlış anladığını fark edince tüm şaşkınlığını erteleyip "Öyle demek istemedi. Şaşırdı sadece." diyerek Melek'in gönlünü almaya çalışınca bu kez Yiğit ağzını açtı. "Neye bu kadar bozuldun ki sen? Kız haklı! Ne alâka? Doğru... Sen ve ben ne alâka? Normal şartlarda değil evlenmek senin oturduğun masaya oturmam ben!" derken aslında asla doğru olmayan şeyleri sırf öfkesinden dile getiriyordu. Ancak Melek'in gönlü bunu bilmediğinden ve bilse de umursamayacağından kırılıyordu. Yiğit'in kendini ne sandığını henüz anlayabilmiş değildi zaten. Çisem'in incelediği cüzdanı tek kaşıyla işaret edip "Al bak. Masasına oturmadığın kızın fotoğrafının yanında fotoğrafın, imzasının yanında imzan var." dedikten sonra arkasına yaslandı. "Ve şartları martları bilmem ama bu evliliği ben değil, sen istedin." Yiğit masaya doğru eğilerek "Seni sevdiğim için mi istedim? Sen biliyorsun neden istediğimi!" diye tısladı. Melek değil korkmak mimik oynatmamıştı. "Biliyorum. Para için istedin." dedi alayla gülerek. Yiğit "Sen ne için kabul ettin peki?" diye sorduğunda artık onun da sesi alaylı bir tonlamaya sahipti. Diğerleri tenis maçı izler gibi bir ona bir ona bakarak olayı anlamaya çalışıyorlardı. "Çok yalvardığın için sana acıdım." dedi Melek. Yiğit'in hiçbir lafının altında kalmayacaktı. Kalp kırmaksa kalp kırmak! "Ben mi sana yalvardım? Sen deden için, okulun için mecburdun. Benim gibi!" Melek başını iki yana salladı. "Değildim." "Ama kabul ettin!" dediğinde Melek sabır çekti. "Eşeklik etmişim işte. Ama senin gibi para uğruna da yapmadım bu evliliği." dedi öfkeyle. Yiğit alayla güldü. "Sen neden takıldın ki buna? Severek mi evlenmeliydik? Seninle sırf para için evlendiğime bozulmuş gibisin de..." dediğinde Melek elini masaya vurdu. "Gibisi fazla! Bozuldum. Tamamen bozguna uğradım seninle evlenerek! Sen hiç dönüp kendine baktın mı? Neyin iyi senin Yiğit? Yüz gözüm olsa biri sana kaymaz, yüz gönlüm olsa birini sana vermem ben! Severekmiş! Sevmeyi çok biliyorsun da!" dedikten sonra ayağı kalktı. Yiğit de onun gibi ayağı kalkınca göz göze geldiler yine. "Sen kimsin kızım? Sen kimsin de benim sevgimi eleştiriyorsun?" diyen Yiğit'e alayla gülümseyip hâlâ Çisem'de duran cüzdanı işaret etti. "Karınım, kızın değil! Elini Çisem'e uzatınca Çisem, cüzdanı Melek'in eline bıraktı. Melek Cüzdanı çantasına atarken "Ayrıca karakterli insanlar birini severken sırf para için başkasıyla evlenmezler. Karakter dedim ama sana yabancı bir kelime... Bir sözlüğü açıp bak istersen. Ya da internetten araştır." Çardaktan çıkmadan hemen önce arkasına dönüp "Anlamışsınızdır ama bu gerçek bir evlilik değil çok şükür. Henüz o kadar aklımı yitirmedim. Aile baskısıyla yaptığımız ama kâğıt üstünde kalacak olan bir evlilik. Kimseye söylememe kararı almıştık ama Yiğit beraber aldığımız kararlara saygı duymadığı zaman ne olacağını görsün!" dedikten sonra Yiğit'in gözlerine baktı. "Madde ilga olmadı. Haberin olsun." dedikten sonra Filiz'e baktı. Filiz hızla yanına gelince son kez vedalaşıp fakülteye girdiler. Melek'in kalbi korku, öfke ve heyecandan ağzının içinde atarken Yiğit, öfkeden deliye dönmüştü. Melek değil, şeytandı o kız! Melek yüzlü, şeytan bazlıydı. Saçma sapan bir maddeyi ihlâl ettiği için en önem verdiği maddeyi, en öğrenmemesi gereken kişiyle ihlâl etmişti ve bunu kasten böyle yaptığı da çok barizdi. Şimdi ardından gitse kavga edeceklerdi ve bu da tüm okulun gerçekleri öğrenmesine sebep olabilecekti. Bu yüzden masaya koyduğu telefonunu aldı ve arabasına doğru yürüdü hızla. Arkasından seslenenleri, içlerinden biri Melis de olsa umursamadan arabasına binip okuldan uzaklaştı. Melek eve geldiğinde direkt odasına çekildi. Yiğit'le karşılaşmamak için bu şekilde önlem almıştı. Herkes kendi yemeğini halledeceği için ve eve gelmeden Filiz'le bir şeyler atıştırdığı için yemek hazırlamamıştı. Yiğit de başının çaresine bir zahmet artık bakacaktı. Saatler geçmesine rağmen Yiğit gelmeyince Melek'in korkusu nüksetti. "Yoksa gelmeyecek mi? İntikam mı alıyor?" diye mırıldandı kendi kendine. Yine böyle bir şey olursa Melek yarın ilk iş mahkemeye gidip dilekçeleri verir ve boşanma davası açardı. Ancak saat 21.54'te kapının kilidi döndü ve Yiğit eve giriş yaptı. Melek odasından çıkmasa da o olduğunu biliyordu. Bu kez halüsinasyon olan bir hırsız görmediğine ya da duymadığına emindi. Gülümseyerek başını yastığa bıraktı. Rahatça uyuyabilirdi artık. Yiğit, öyle sinirliydi ki aslında bu eve gelmeyecekti ama Melek'in o gecenin sabahındaki bomboş bakışlarına bir kez daha maruz kalmak istememişti. O da biliyordu ki eğer gelmezse ortada sahte de olsa bir evlilik kalmazdı. Yiğit biraz da bundan çekinmişti. Yine de Melek'e çok öfkeliydi hâlâ. Cezasının bu kadar ağır olması hiç adil değildi. Daha sakin bir günü olursa o gün soracaktı. Şimdi Melek'in kapalı kapısına bakarken içi acıyordu. Bugün sırf Melek'in canı acısın diye kurduğu her cümle Melek tarafından kendisine geri atılmıştı ve evet, canı çok acımıştı. Melek çok zeki bir kızdı. Zekâsını kötülüğe kullanmıyordu normalde ama canını sıkanın, canını nasıl yakacağını çok iyi biliyordu. Melek yetenekli bir psikolog olacaktı. Ya da akademik bir kariyer düşünüyorsa Melis gibi, bilim kadını... Kendini gülümserken bulunca duraksadı ve kafasına parmak eklemleriyle vurdu. "Düşmanın o senin! Kendine gel! Düşman seni yendiğinde değil, düşmanına hayran olduğunda kaybedersin. Kaybedersen mahvolursun Yiğit Emre, unutma!" Kendi kendini ikna etmeye çalışırken Melek'in ona meydan okuyan gözleri, gözlerinin önüne geliyordu. Dudağının bir kenarı memnuniyetle yukarı doğru kıvrılırken gülümseyerek gözlerini yumdu. "Kafanı Sikeyim Yiğit! Aferin!" diye mırıldanarak odasına girdi. Gerçekten boku yemişti Geçmiş olsun artık! 🍇 Nasıl buldunuz bölümü? Melek çok cevval değil mi? O kadar gurur duyuyorum ki onunla. Melek ve ben beraber büyüdük diyebilirim. Yorumlarınızı çok merak ediyorum. Umarım hikaye yeni haliyle hoşunuza gidiyordur. Diğer bölüm görüşmek üzere... Sosyal Medya: İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr Twitter: Busrastypwriter Tiktok: Busras.typwriter
|
0% |