@busbckr
|
Hello herkese merhaba şikişikişik(Ceyda Kasabalı girişi :D) Size bol bol Yiğit ve Melek'li bir bölümle geldim. Kedi ve köpek gibiler ama kediler ve köpekler bazen anlaşırlar. Biz Tom ve Jerry'de çok şahit olduk buna :D Ben atışmalarını da çok sevdiğim için daha çok kavga edecekler maalesef ama bu günlerin tadını çıkaralım :) Diğer bölümler zaten yansın geceler sabahı da söndürelim tadında geçeceğinden :D Keyifli okumalar. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın :D 🍇
24. BÖLÜM Melek, çadıra girdiğinde öylece oturmuş telefonuyla ilgilenen Yiğit'e ters bir bakış attı. Yiğit de başını kaldırmadan göz ucuyla Melek'e bakmış tekrar telefonuna dönmüştü. Yiğit'in bu tavrına yalnızca gözlerini deviren Melek geçip diğer köşeye oturdu. Hem suçluydu hem de trip atıyordu. Dengesiz! "Gir şu tulumun içine." dedi Yiğit ters bir şekilde söylenerek. Çadırda ikisinden başka kimse olmasa da Melek bir an emin olamadı kendisiyle konuştuğuna ve bu yüzden etrafına bakındı. "Sana diyorum Melek, gir tuluma." diye sözlerini tekrarlayan Yiğit'e hayretle bakıp "Bana emir mi veriyorsun şimdi de? Sana ne?" dedi. Yiğit derin bir iç çekip "Zatürre olacaksın, dondun ama hâlâ dik burnunu indirmiyorsun. Ne bu inat ya! Gir işte tuluma!" diye azarladı. Melek kızmakla gülmek arasında gidip gelirken gülmeyi seçti. Melek sonunda gülmeyi kesip "Çok mu umurunda?" diye sorduğunda Yiğit, Melek'e dümdüz bakmaya başladı. Bu bakış, Melek'in de sessiz kalmasıyla uzun bir bakışmaya dönüştü. Yiğit, ne diyeceğini, ne demesi gerektiğini daha doğrusu ne derse Melek'in kızmayacağını bilmiyordu artık. Aralarındaki, nötr olması gereken bu ilişki nasıl olmuştu da toksik bir ilişkiye dönüşmüştü anlamıyordu. Oysa Melek'e sorsa Melek ona cevabı layığıyla verirdi. "Nasıl istiyorsan öyle yap Melek..." dedikten sonra telefonunun ekranını kapatıp kendi tulumunu açtı. "Ne yaparsam yapayım sana yaranamıyorum zaten." diye mırıldandı ama Melek'in duyması için kurduğu bir cümle değildi bu. Yine de Melek duymuştu. "Bana yarar sağlayacak bir şey yapmıyorsun çünkü. Tam aksine bana zarar veriyorsun." dedi Melek ve sanki az önce bu konuda tartışmamışlar gibi o da montunu çıkardı ve tulumunu açıp içine girdi. Yiğit çaktırmadan gülümsedi. İçi rahat etmişti şimdi. Yine de söylediği şeye bir cevap verecekti. "Sana nasıl zarar veriyorum Allah aşkına?" Tamam, bu bir cevaptan ziyade soruydu. Ancak sonuçta bir karşılık vermişti. Melek tulumun fermuarını çekerken "Her şeyi boş verip az önce yaptığın şeyi örnek olarak gösterebilirim." dediğinde Yiğit anlamaz gözlerle baktı Melek'e. "Mehmet'e söylediklerinden bahsediyorum Yiğit" diye açıklarken sesinde çıldırmanın eşiğine gelmiş bir kızın çığlığı vardı. Yiğit'in düşündükleri ile Melek'in kast ettikleri aslında çok farklı olsa da Yiğit'i düşündükleri üzmüştü. "Ondan hoşlanıyor musun?" diye sordu düz tutmaya çalıştığı bir ifadeyle. Bu soru Melek'i gafil avlamıştı. Her karşılığı bekliyordu ama bunu değil. "Ne?" diye sordu bir cevap vermek yerine. "Ne alâka?" Yiğit "Sana zarar verdiğimi söyledin." dediğinde gülümseyip gözlerini devirdi. "Mehmet benim arkadaşım Yiğit. Ben ondan bir şey saklıyorsam, ben söylemeliydim. Sen değil. Sen böyle yapınca aramızdaki arkadaşlığa zarar verdin. Hoşlanmakla ne alâkası var şimdi?" Yiğit tulumdan çıkıp doğruldu. "Ona bakarsan sen de benim arkadaşlarıma söyledin!" derken niyeti, hesap sormaktan ziyade, üste çıkmaktı. Tabi biraz da Melek'le muhabbet etmeye devam etmek... "Aynı şey mi? Ben senin kural ihlaline karşılık yaptım onu!" diyen Melek de tulumun fermuarını açıp oturur duruma gelmişti. Yiğit uzanıp Melek'in montunu aldı ve omuzlarına bıraktı. Bu detay Melek'in gözünden kaçmasa da bir yorum yapmamıştı. "Tamam işte, bilmemesi gereken herkes biliyorken Mehmet de öğrenmeliydi." dedi. Melek'in dudakları hafifçe aralandı. "Nasıl bir denklem bu? Bilmemesi gereken herkes kim ve Mehmet'in bilmesiyle ne alâkası var?" Yiğit'in kendi dinamikleri ve çıkarları vardı. Kendi kafasında bir şeyleri bir kılıfa sokuyor herkesin de bunu anlaması gerektiğine inanıyordu ama elbette başkaları için bu çok zor oluyordu. Melek hele... Asla anlayamıyordu Yiğit'i. Yiğit sessiz kalınca Melek'in aklına jeton düşmüştü. "Melis mi bilmemesi gereken?" diye sordu alaydan uzak hafif bir gülümsemeyle. Yiğit sessiz kalıp bakışlarını kaçırdı. Melek gerçek bir merakla öne doğru eğildi. "Gerçekten çok merak ediyorum Yiğit. Yani gerçekten göremiyor musun yaptığın şeyi yoksa kasten, sırf inadıma mı yapıyorsun? Yani çok görmem, bizim oraların suyunu içmişsin, genlerinde var." Yiğit ise Melek'in demeye çalıştığı şeyi anlamıyordu. "Neyi?" diye sordu kaşlarını çatarak. Melek "Biz anlaşmadık mı? Hepimiz kendi hayatımızı yaşayacağız demedik mi? Neden beni kısıtlamaya, babamlar gibi, Bulut gibi, Yavuz gibi hayatıma müdahale etmeye çalışıyorsun?" diye açıkladı ve ardından sebebini sordu. Yiğit itham edildiği şeyle şaşkına uğradı. "Ne zaman böyle bir şey yaptım ben? İstediğin gibi yaşamıyor musun zaten? Ne eve çıkışına ne de eve girişine karışıyorum!" diyerek kendini savununca Melek, Yiğit'in gerçekten farkında olmadığını anlamıştı. Melek, "Bir de karış istersen Yiğit? Elbette karışamazsın eve giriş çıkışıma, bu konuda tek şartımız var o da 22.30'da evde olacağımız. Ama sen benim hayatımdaki insanlara müdahale etmeye çalışıyorsun. Biri benden hoşlanabilir, ben birinden hoşlanabilirim. Bu seni ilgilendirmez. Ben sana karışmıyorum. Melis'ten hoşlandığının farkındayım, biliyorum hatta ama benim buna karışma hakkım yok. Senin de benim hayatımla ilgili söz hakkın yok. Biz böyle anlaştık seninle!" diyerek açık ve uzun bir konuşma yaptığında Yiğit'in yüzü düşmüştü. Gözlerini kaçırarak "Karışmıyorum." dediğinde sesi kesik ve mutsuzdu. Eğer Yiğit'in Melis'e olan ilgisini bilmese ve az önce olduğu gibi görmese Yiğit'in onu kıskandığını düşünebilirdi Melek ama öyle olmadığını biliyordu. Yiğit'in kıskanması için bir sebebi yoktu. Saçma sapan erkeklik pozu kesmekten başka bir şey değildi yaptıkları. "Saat daha çok erken, uykum yok benim." diyerek Melek'in bir şey demesine fırsat bırakmadan kalkıp ayakkabılarını giyerek çadırdan çıktığında Melek arkasından bakakaldı. "Kafamı karıştırıyorsun Yiğit!" diye mırıldanan Melek ise içine düştüğü durumdan oldukça şikâyetçiydi. Çünkü Yiğit'in yaptıklarına bir sebep bulabilse de kendi düşüncelerine bir sebep bulamıyordu. Az önce Yiğit, ceketini Melis'e verdiğinde resmen kıskanmıştı. Ve o ceketin kendi hakkı olduğuna inanmıştı. Nasıl bir mantıkla? İşte buna cevap veremiyordu ve duygularının gidişatı Melek'i korkutuyordu. 🍇 Yiğit çadıra dönmeyince merak eden Melek de montunu kollarından geçirip çadırdan çıktı. Ateşi söndürmüşlerdi ve Yiğit ortalıkta görünmüyordu. Biraz etrafa bakındı ve sonunda gölün yanında, Mehmet ile oturdukları yerde tek başına oturduğunu ve ceketi bile olmadığını gördü. İçinden öfkeyle söylenip geri döndü ve yine Yiğit'in yere attığı battaniyeyi alıp silkeledikten sonra yuvarlayıp kolunun altına koydu. Göle doğru yürürken Yiğit, adım seslerini duyup onu fark eder sanıyordu ama artık neye dalmışsa bu kadar, dünya ile bağlantısını koparmıştı. Battaniyeyi açıp sırtından sardı. Bunu yaparken kısa bir süreliğine olsa da Yiğit'e arkadan sarılmıştı. Geri çekilemeden Yiğit irkildiğinde "Benim." dedi hızlıca. Yiğit battaniyeyi tutarken Melek'le elleri temas etmişti. Melek'in sıcak elleri Yiğit'in soğuk ellerine değince "Bana diyorsun ama sen donmuşsun. Çok akıllı olmadığının farkındaydım da bu kadarını beklemiyordum." diyerek ellerini çekti ve Yiğit'in yanına oturdu. Yiğit gülümseyerek battaniyeyi açıp Melek'e iyice yaklaştı ve bir ucunu onun sırtına attı. Melek bu kez itiraz etmedi. "Ne oldu?" diye soran Yiğit'e biraz daha yaklaşarak "Ben de ne oldu diye bakmaya geldim. Asıl sana ne oldu?" dedi. Yiğit omuz silkti. "Bir şey olmadı." "Niye gelmiyorsun çadıra o zaman?" diye sordu. "Tartıştık diyeyse ben gidip kızlarla kalırım. Sorun değil." Yiğit güldü. "Öyle değil." Neden dönmediğini kendine bile itiraf edemiyordu. Bu yüzden Melek'e de söyleyemeyecekti. Bunun yerine "Sen rahat et diye..." dedi. Bu da yalan değildi. Melek'in tavrından anladığı, kendisinden rahatsız olduğuydu. Çünkü Yiğit gerçekten Melek'le olduğunda çok farklı bir karaktere büründüğünü fark etmişti. Melek, Yiğit'e 'Ciddi misin?' bakışı attığında Yiğit gülümseyerek omuz silkti. "Saçmalama Yiğit, öyle mi dedim ben... Varlığından değil, bazı davranışlarından, yaklaşımlarından rahatsız oluyorum. Onları düzeltsen yeter. Gitmene gerek yok." dedi. Yaptıkları konuşma esasında oldukça ciddiydi ama ikisi de sürekli gülümsediği için gerekli etkiyi yaratamıyorlardı. Yiğit "Hata yaptığımın farkında olsam, hata yapar mıyım sence?" diye sorduğunda Melek cevap veremedi. "Siz, şikâyet edene kadar -yani Melis ve Asil de söyledi- ben yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyordum." diye devam etti. "Düşünmelisin Yiğit. Düşünmeden attığın bir adımla başka birisinin yüreğine basabilirsin çünkü." Melek'in kast ettiği evde tek başına kaldığı ve panik atak krizi geçirdiği, o geceydi. Ancak Yiğit bunu anlamadı bile. Hâlâ boynunda izi duran yaranın ardındaki sebebin aslında gerçekte ne olduğunu sorgulamıyordu çünkü. Melek yalan söylemişti o da inanmıştı ve konu kapanmıştı onun için. Ancak o işler öyle olmuyor, Melek'te konu bir türlü kapanmıyordu. Yiğit başıyla onayladı. Artık Melek'i kim severse sevsin karışmayacaktı. Daha da kötüsü Melek, kimi severse sevsin yine karışamayacaktı. Kabul etmek istememesinin bir önemi yoktu çünkü haklıydılar. Bir süre ikisi de konuşmayınca Melek gökyüzüne baktı. "Ne kadar çok yıldız var." dedi büyülenmiş gibi. "Köydeymişim gibi hissettim." Yiğit de gökyüzüne çevirdi bakışlarını. "Aslında hep varlar." dedi, bilgi vermekten ziyade farkına varıyordu. "Ancak biz sahte ve yapay ışıklardan dolayı onları göremiyoruz." "İnsanoğlu işte..." dedi Melek de. Aynı şeyi düşünüyor, aynı şeyi eleştiriyorlardı. "Oysa yıldızlar sadık... Orada olmaya devam ediyorlar." dedi Yiğit göz ucuyla Melek'e bakarak. Melek, Yiğit'in kendisine baktığını hissedince yüzünü ona çevirdi. Göz göze geldiklerinde gülümsedi ve "Ama insanoğlu çiğ süt emmiş, yeniden o yapay ışıklara dönüyor önünde sonunda ." diye karşılık verdi Yiğit'e. "Yine de yıldızlara her daim özlem duyuyor ve her kaçtığında mutlaka onlara sığınıyor. Hangi insan bu görüntüye özlem duymaz ki?" Yiğit'in her savunma tezi, Melek tarafından bertaraf ediliyordu. "Bu oldukça çıkarcı bir ilişki... Sadece kendisi ihtiyaç duyduğunda gelmek, dönmek değildir. Hele yeniden gidecekse... Yıldızların gitmeyeceğini, gidemeyeceğini bildiği için ondan faydalanmaktır bu. Samimi değil... İnsanlar hak etmiyor yıldızları. Ve bir gün tamamen mahrum kalması kaçınılmazdır. Çünkü bu nankörlüğe hiçbir şey sonsuza kadar tahammül etmez. Sonsuz olan kâinat bile..." Yiğit iç çekti. "Doğru... Net olmak lazım, ne istediğini bilmeli insan." Melek de başıyla onayladı ama bakışları karanlığa gömülen göldeydi. "Net olmak lazım." diye tekrarladı Yiğit'i. "Yoksa her şeyi elde edeceğim diye çıktığı yolda en önce kendini kaybeder." Konu, yıldızlardan buraya nasıl geldi ikisi de bilmiyordu ancak ikisinin sözleri de kendilerine uyarıydı. Kendilerine hatırlatıyorlardı. "Melis ve Asil'le aynı mahallede yaşıyormuşsunuz." dedi Melek düşüncelerinde boğulmak üzereyken son bir gayret nefes almış ve bu soruyla gerçekliğe tutunmuştu. "Evet... Biz Ankara'ya taşındıktan birkaç ay sonra Melisler taşındı. Asiller de ortaokuldayken taşındılar." "Hislerin o zaman mı başladı?" diye sordu çekinerek. Sonra pişman oldu ve "Pardon, anlatma hiç. Öylesine sordum. Beni ilgilendirmez." diyerek hızla engel olmaya çalıştı. Yiğit gülümseyerek "Sorun değil." dedi ve anlatmaya başladı. "Çok iyi arkadaştık. Çocuktuk yani öyle aşk meşk yoktu tabi aklımızda. Zaten Melis benden iki yaş büyük. Ben o zamanlar abla diyordum ona. Babamın vefatından sonra ben psikolojik olarak çok sağlıklı olmayan bir dönemden geçtim. Melis o dönem gerçekten benim can yeleğim gibiydi. Öylesine iyi, güzel ve anlayışlıydı ki... Onun çabasına kayıtsız kalmayıp tedaviyi kabul etmiştim. Hep yanımda oldu. Her düşüşümde beni ayağa kaldırdı. Bugün bile hâlâ öyle." Melis'ten bahsederken bile gözleri ışıldıyordu. Melek gülümsedi. "Harika biri gerçekten" dedi Yiğit'i onaylayarak. 'Neden Melis'e karşı bir şeyler hissediyorsun?' diye soramayacak kadar cevap gözler önündeydi aslında. "Sen de öylesin Melek... Yavuz, yani kuzenim sana âşık ve ben onun âşık olduğu kızla evliyim. Doğruyu söylemek gerekirse hiç hoş bir duygu değil ama ona hak veriyorum." dedi. Yavuz'un konusu açılınca Melek gerilmişti, her zamanki gibi... "Duydun zaten. Yavuz ile olamazdık." dedi kısaca. Ancak Yiğit bunu anlamıyordu. "Kuzenin için onun aşkını görmezden gelmen... Bilmiyorum garip. Bir kez olsun şans verseydin belki de çok mutlu olurdunuz." Aslında bu sözler ağzından dökülüp kulağına sirayet edene kadar öylesine söylenmiş sözlerdi ancak kendi sözlerini kendisi duyduğu an inanılmaz bir rahatsızlık hissetti. "Ben Yavuz'la mutluydum zaten. Ancak bir sevgili olarak değil. Ne zaman Yavuz'un duygularından haberim oldu o zaman Yavuz'dan rahatsız olmaya başladım. Zümrüt'ü bilmiyordum bile o zaman. Yani bir şeyler hissetmememin suçlusu Zümrüt değil. Sadece, asla ama asla şans vermeyecek olmamın sebebiydi Zümrüt. Acımasızca kestirip atmamın sebebiydi yani... Yoksa ben zaten Yavuz'a karşı bir şeyler hissetmiyordum. Eğer biraz olsun heyecan veya isteğim olmuş olsaydı Zümrüt'e rağmen bize bir şans verirdim sanırım. Ancak gördüğün üzere zaten kaderimiz onunla değil kuzeniyle kesişti. Zaten olmazmışız biz." dedi gülerek. Yiğit de güldü. "Hayır, bir de biz daha piyasada yokken yazılmış. Ne? Bir böğürtlen kökü yüzünden! Ne kadar saçma?" Yüzünü buruşturmuş durumun saçmalığını sindirmeye çalışıyordu. Melek kısık sesli bir kahkaha attı. "Çok ayıp! O saçma dediğin şey senin doğumuna, Allah'ın da rızasıyla vesile oldu. Bu sözlerinden utanmalısın!" Yiğit de "İnanılır gibi değil ya!" diyerek fısıltıyla haykırdı. "5 sene boyunca tıp dünyasının çözemediği olayı bir bitki kökü hallediyor! Millete anlatsan güler geçer." Melek gülüp gözlerini devirdi. "Asıl bu tepkine millet güler geçer, playboy, zengin züppesi gibi takılan Yiğit Emre Karasu! Çoğu ilacın bitkilerden yapıldığını, eskiden kimyasallar olmadan ilaç hazırlandığını bilmiyor musun? Asıl mucize doğada. Aynı yıldızlar ve yapay ışıklar gibi. İnsanların yapay ve illa bir yan etkisi olan ilaçları üretmesiyle doğadaki mucizeleri göremez olduk. Burnumuz aksa doktora koşuyoruz, Bak bir keresinde ne oldu? Çok hastaydım. Ama çok! Öksürmekten kaburgalarım göğsüme batmaya başlamıştı birkaç gün sonra. Ama asla hafiflemiyordu. Doktora gittim bir sürü ilaç verdi. İçtim ama bana mısın demedi. Sonra sağlık ocağına gittim yine. Çünkü asla geçmiyordu. Oradaki doktorun bir yakını karısını muayene etmesi için doktora gelmişti." Dediğinde Yiğit Melek'i dört gözü, dört kulağıyla dinliyordu. Anlatırken ellerini kollarını oynatmasını, ses tonunu olaya heyecan katmak için ayarlamasını... "İşte konuşmaya başladık amcayla. Bana dedi ki kalk git kızım, senin derdinin dermanı doktor değil. Git bir avuç ayva yaprağı ve biraz taze zencefili kaynat, bardağına da bir kaşık bal koy tamamdır. Hiçbir şeyin kalmaz." Melek bir elinin tersini diğer elinin avucuna vurdu. "İnanır mısın, 2 hafta sonra rahat uyuduğum ilk gece o gece oldu. Öksürerek uyanmadım. Mışıl mışıl uyudum. Birkaç gün içtiğim o bitki çayı beni iyileştirdi. Yani... Böğürten kökü deyip geçme. O, Allah'ın bize bahşettiği mucizelerden sadece biri... Bir diğer mucizesi de böğürtlen reçeli... Bizdeki bitti ama... Üzgünüm" Yiğit "Alırız, üzülme." dedi şefkatle. Şu an Melek, Yiğit'e en az ayva yaprağı ve zencefil çayı kadar iyi geliyordu ama biliyordu ki yarın uyandıklarında yeniden bir keşmekeşin içinde olacaklardı. Ve belki araları yeniden açılacaktı... Yine de şu an iyiydi ve gülümsedi. "Aa olmaz! Hazır reçel yemem ben. Bildiğim, tanıdığım biri yapacak. Ya sizinkiler ya da bizimkiler mesela. Sen tadına bakmış mıydın böğürtlen reçelinin?" diye sorduğunda Yiğit başını iki yana salladı. Bakmamıştı. Sabah kahvaltısı yapma âdeti olmayan Yiğit, sabah kahvaltılarına sırf Melek hazırlamış diye, oturuyordu. Sadece çay içip birkaç zeytin atıyordu ağzına. "Senden bana kalmadı hiç" dediğinde Melek üzüldü. Olabilirdi. Kesin fark etmeden hep reçeli kendi önüne koymuştu. "Neyse eve döndüğümüzde ben yine cazgırlık yapıp bizimkilerden isterim." dediğinde Yiğit kahkaha attı. "Bence cazgırlık yapmasan da yollarlar... Ne var reçelde sanki?" Melek dilini ısırarak sırıttı. "Hâlâ çok kızgınım onlara. Onlardan bir şey isterken rica edersem kızgınlığımın geçtiğini düşünürler diye hâlâ trip atıyorum." Yiğit gülüp "Aslında ben de hâlâ annemle iki kelime konuşup kapatıyorum. İyi mi yapıyorum bilmiyorum ama... Kalbi kırılıyor." dedi. Sonunda gülüşü buruk bir hal almıştı. Melek de hak veriyordu Yiğit'e. "Ben de pişman oluyorum sonradan ama o an konuşurken kendime engel olamıyorum. Dedemi merak ediyorum mesela ama gururuma yedirip soramıyorum. Allah'tan kızlar söylüyorlar ben sormadan." Yiğit ve Melek o gece ilk kez insan gibi kendileri hakkında muhabbet etmiş, ilk kez birbirleriyle kavga etmeden de anlaşabildiklerini görmüşlerdi. Yiğit'in travması yüzünden geçmiş anılarında bir eksiklik vardı ve Melek de aslında hayâl meyal hatırlıyordu ama tüm gece bu eksiklikleri telafi edecek muhabbetler dönmüştü. Sonunda saat geç olunca beraber aynı battaniyenin altında çadırlarına dönmüşler ve huzurla uyumuşlardı. 🍇 Sosyal Medya: İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr Twitter: Busrastypwriter Tiktok: Busras.typwriter Bölüm : 18.12.2024 04:55 tarihinde eklendi |