Yeni Üyelik
26.
Bölüm

🍇25. Bölüm🍇

@busbckr

 

🍇

 

25. BÖLÜM


Melek, sabahın erken saatlerinde dışarıdan gelen gürültülere uyandığında yanında Yiğit'i bulamadı. Gözlerini ovalamak istediğinde tulum engeline takılmıştı. Tulumunu açınca gözlerini ve yüzünü ovalayabilmişti. "Ne oluyor ya?" diye söylendi daha da yükselen seslere tepki olarak. Tamamen tulumdan çıkınca tüyleri ürperdi. Sabah soğuğu, bir de uykudan sonra olduğu için daha çok etkiliyordu insanı. Melek yan taraftan ceketine uzanıp aldı ve giyinerek boğazına kadar çekti. Kampa gelecekleri için herkes rahat şeyler giyinmişti. Melek de tayt ve kazak giyindiği için yatarken ekstra olarak değiştirme ihtiyacı hissetmemişti.

Sesler yükselince hareketleri serileşti. "Ayı falan mı saldırıyor? Ne bu gürültü ya?" dediğinde sesi biraz yüksek çıkmıştı ve bu ses yükselmesi boğazını acıttığında "Eyvah!" diye mırıldanmıştı Melek. "Bir bu eksikti." Boğazı tırmalanıyordu ve göğsünün orta kısmındaki yanma da aslında durumun vahametini gösteriyordu. Çadırdan çıktığında beklemediği ama görünce de şaşırmadığı bir tablo onu karşıladı. Yiğit ve Mehmet tartışıyorlardı. Yine...

Asil ve Melis Yiğit'i engellemeye çalışırken, Çisem ve Filiz de Mehmet'i tutuyordu.

Ve kıyamet koparken Melek de mışıl mışıl uyuyordu. Bu kavgaya değilse de kendisine şaşırmıştı.

"Ne oluyor yine?" diye sorduğunda kimse onu duymamış ve haliyle de cevap vermemişti. Ancak Mehmet, Melek'i görünce "Bak işte, kendisi de burada." diyerek ilgiyi Melek'in üstüne itince fark edilmişti.

Yiğit, Melek'e döndüğünde burnundan soluyordu. Melek'in kaşları çatık, ifadesi ciddiydi. "Ne oluyor?" diye sordu yeniden. Yiğit kollarını Asil ve Melis'ten kurtarıp "Yok bir şey!" dedi ve arkasını döndü. Sakinleşmeye çalışırken Mehmet "Bana vardı az önce?" diyerek sakinleşmesine engel olmuştu.

Yiğit ise "Lan kes sesini! Hâlâ konuşuyorsun!" diyerek yeniden üstüne atılınca bu kez Melek de araya girdi. "Yiğit! Ne yapıyorsun?" diye sorarken bir yandan da itiyordu.

Mehmet "Konuşurum tabi ki! Az önce sen de konuşuyordun! Şimdi Melek gelince neden susuyordun?" dediğinde Yiğit yeniden saldırmaya çalıştı. Yiğit'i engellemeye çalışırken Melek'in ayakta duracak hali bile yoktu ama yine de onunla uğraşıyordu. "Mehmet!" diye öfkeyle bağırdı. "Sen de ya sus ya da derdin neyse söyle!"

Bu şekilde sadece Yiğit'i kışkırtıyor ve bir sonuca ulaşılmasına engel oluyordu.

Mehmet "Seninle olan arkadaşlığımı bitirecekmişim! Paşamızın emri bu!" dediğinde aslında tam olarak aynı anlamı ifade etmeyen ama az çok Yiğit'in söylediği şeyleri Melek'e aktardı. Melek'in öfkeli bakışları Yiğit'e dönerken Yiğit alayla gülüyordu.

Yiğit'in gülmesi Melek'i daha da öfkelendirmişti. Elleri zaten göğsünde dururken son kez Yiğit'i ittirdi ve "Seninle ne konuşursak konuşalım boş, değil mi? Söylediklerim bir kulağından girdi diğerinden çıktı. Sağ ol! Bir daha değmeyecek insanlara enerji harcamamam gerektiğini çok net öğrendim!" Dedikten sonra Asil'e baktı. "Beni, hatta bizi ana yola yakın bir yerde bırakır mısın?" diyerek yeniden çadıra yöneldi ama Yiğit öfkeyle önünü kesip "Bu mu?" diye sordu. 'Bu' ile kast ettiği yargısız infaz yapmaktı. Melek de kolunu çekip "Artık bu!" diye cevap verdi. Melek'in 'Bu' ile kastı ise artık seninle muhatap olmayacağım idi. İkisi arasındaki gurur kaynaklı iletişimsizlik bir yandan sorunlarını çözmelerine engel olurken diğer yandan yeni sorunlar yaratıyordu. Asil, Yiğit'e "Ne yapayım?" diye sorduğunda Yiğit "Ne yapacaksın? Kalın siz, ben de eve döneceğim. Ne söylerse söylesin o!" diye cevap verdi. Bu kızıl şeytan ile Melek'i baş başa bırakacak değildi. Nasıl da lafı orasından burasından kırparak yalan yanlış anlatmıştı olayı? Ve hâlâ dönüp Melek'in yüzüne bakabiliyor, üstüne de Yiğit'i suçluyordu. Evet, Yiğit o cümleleri kurmuştu ama o olayın bir giriş-gelişmesi de vardı ve sonucu bu olmuştu sadece. Melek ise bu suçlamadan sonra bir açıklama bile yaptırmamıştı! Direkt yargılayıp hüküm giydirmişti. Şimdi de kaçıyordu. İzin vermeyecekti Yiğit. Küsecekse de eve gidince küssün!

Melek çadırın içini toplayıp çantasını aldıktan sonra çıktığında herkesin toplanmaya başladığını gördü.

Melek panikle "Ne yapıyorsunuz?" diye sorunca Melis "Biz de dönüyoruz." diye cevap verdi. Melek o an kendini oldukça suçlu hissetti. "Lütfen siz kalın. Ben kendimi kötü hissediyorum diye gidiyorum. İki gün demiştik, bir gün daha geçirin lütfen." diye rica etti ancak Melis "Yok, bize de yetti." diye cevap verdi. Herkes 'kendimi kötü hissediyorum' ifadesinin bahane olduğunu düşünüyordu ama Melek gerçekten kendini hasta hissettiği için gitmek istiyordu. Yoksa sadece bu kötü olayla alâkalı değildi.

Melek "Yapmayın ya! Kendimi suçlu hissediyorum." dediğinde Melis, Yiğit'e ve Mehmet'e ters bakışlar atıp "Sen neden öyle hissediyorsun ki? Sabahın köründe kavga mı ettin?" diyerek asıl suçluları işaretledi.

"Asil bizi yola kadar bırakırdı. Siz devam edin işte." dediğinde Yiğit "Onu unut bir kere. Kim kalıyorsa kalıyor. Sen ve ben beraber dönüyoruz." diyerek Melek'e karşı çıktı. Melek ne diyeceğini bilemediği bir duruma düşmüş sadece öfkeyle Yiğit'e dönüp öylece nefes alıp vermişti.

"Bakma öyle. Kavga mı ettim sanıyorsun? Etmedim. Onunla buradan gitmeye kalkışırsan, nasıl kavga ediyorum o zaman görürsün!" diyerek sert ve kararlı bir duruş sergilediğinde herkes şaşırmıştı. Ancak bu tavrı Melek için sadece 'Zorbalık ve tehdit' anlamına geliyordu. Bu yüzden birkaç adım atıp burnunun dibine girdi ve "Böyle olmaya devam edersen asıl sen o zaman kavga eden Melek'i göreceksin. Ve uyarıyorum, kantinde gördüğün bir kavga değildi." İşaret parmağını Yiğit'in gözünün içine sokmasına ramak kala durdurdu ve salladı. "Beni kışkırtma." dedi.

Bu tavrı Yiğit'i korkutmaktan çok tahrik etmişti ve mümkünmüş gibi daha çok yaklaşmıştı. Şu an sinirden titreyen kurumuş dudaklarını delice öpmek istese de bunun onu daha çok kızdıracağını bildiğinden ve bu konuda sözleşme imzaladığından kendini tuttu ve "Görmeyi çok isterim tatlım. Ama evimizde..." dedi bastırarak. Konuşurken nefesi Melek'in dudaklarına çarptığından Melek'in de dikkati dağılmıştı.

Hemen geri çekildi ve "Bak işte!" diye söylendi. "Sorun çözmek için sorunu ciddiye almak gerekiyor ama biz hâlâ o aşamaya bile gelemiyoruz. İyi! Gidelim. Tamam. Orada en azından kendi odam var!" dedi. Asil "Siz yola çıkın isterseniz. Filiz ve Mehmet'i de biz bırakırız." diye teklifte bulundu. Niyeti aslında iyiydi. Bir an önce kavga ortamını dağıtmak...

Yiğit "Çok iyi olur." diyerek arabaya yönelince bu kez Melek itiraz etti. "Hayır. Filiz ve Mehmet'i biz getirdik. Biz bırakacağız."

Yiğit, dönüp Melek'e hayretle baktı. Kavga etmişlerdi az önce! Hâlâ aynı ortama mı sokmaya çalışıyordu o çocukla onu?

Melis "Melek, bence bu iyi bir fikir değil. Biz bırakırız. Ne olacak? Bizim de arkadaşlarımız onlar. Merak etme..." dedi ılımlı yaklaşarak ama esasında Melek'i anlıyordu. Sadece objektif olduğu için mantıklı davranıyordu. Yoksa Melis de Melek'in yerinde olsa aynısını yapardı. Bu açıdan Melek'le benziyorlardı. Zaten Melek de itirazını sürdürerek bunu kanıtlamıştı.

"Hayır, Yiğit yüzünden arabamı almadım ve o arkadaşlarımı alma şartını kabul etti. Şimdi de biz, arkadaşlarımı aldığımız yere bırakacağız. Yoksa ben de onunla gitmem. Taksi çağırırım yine gitmem."

Yiğit gözlerini öfkeyle devirdi. "Melek ne istiyorsun? Şu herifi boğazlamamı mı?" diye sorduğunda Mehmet de "Sıkıyorsa dene!" diye karşılık verdi.

Melek onlara karışmak yerine "Melis sen Yiğit'le gider misin? Biz Asil'le dönelim en iyisi." diyerek Melis'le muhatap olduğunda ise Melis bir cevap veremeden Yiğit yüksek sesle ofladı ve Mehmet'e parmak sallayarak "Ağzını açarsan arabayı senin oturduğun taraftan duvara vururum." diye tehdit etti. Arabanın sürücü koltuğuna geçerken Melek ise zaferiyle gülümsedi. Yiğit insanlıktan anlamıyordu ve Melek de bir türlü bunu anlamak istemiyordu. Bundan sonra böyleydi. Herkes herkesle anlaşmak zorunda diye bir kaide yoktu sonuçta. Tek başına sulh olmak için çabalamaktan yorulmuştu.

Melek toparlanmak için çadıra yönelince Asil "Siz gidin. Biz buraları halledip öyle yola çıkarız." dedi.

Melek "Olmaz." diyerek itiraz etti ama Melis kolundan tutup onu arabaya çekerken Filiz'e de başıyla işret etti. Filiz de eşyalarını hızla toplayıp arabaya yöneldi.

Herkes tamamlanınca Yiğit tekerleri bağırtarak arabayı çalıştırdı. Melek de emniyet kemerini takıp zonklayan başını cama dayadı. Bu halsizlikle bir de Yiğit'le ve tripleriyle uğraşıyordu. Dün gece bir ateşkes imzalamışlardı ve Melek bu kez bu anlaşmanın Barış Antlaşması olabileceğini bile düşünmüştü ama Yiğit hain bir düşman gibi daha çeyrek gün bile olmadan o antlaşmayı bozmuştu.

Sessiz geçen yolculuk Melek'in çalan telefonuyla bozulmuştu. Zorlukla telefonunu bulan Melek, aslında reddetmeyi düşündüğü aramayı, ekranda kardeşinin adını görünce yanıtladı.

"Tosbağa? Hayırdır? Kıyamet falan mı kopuyor?" dedi telefonu açar açmaz. Yiğit yarım dudak gülümsemesiyle dinledi Melek'i, Mehmet ve Filiz ise açıkça gülümsüyorlardı.

"Sen iyilikten anlamıyorsun, nankör kedi!" dedi ahizenin diğer tarafındaki ses. Melek güldü. "Hayır, ilk kez beni arıyorsun buraya geldim geleli. Yalan söylüyorum sanki!" dediğinde gülüyordu ama boğazındaki tırmalanma hissi canını yakıyordu aynı zamanda.

Meral kendini "Laubali değilim sadece. Konuşacak bir şey olunca ararım ben. Sanki beni tanımıyorsun!" diye savundu. Melek yerinde oturuşunu düzeltti. "Şu an ne gibi konuşacak bir şeyimiz var peki?" diye sordu şüphe-merak arasında gidip gelen ses tonlamasıyla.

Meral "Yani aslında sana buradan dedikodu taşımamı hak etmiyorsun ama ben vicdanlı biriyim. O yüzden anlatacağım." dediğinde Zümrüt'ün Yavuz'a karşı olan hislerini ona söylememesinin tribini atıyordu ama Melek hâlâ Meral'in bildiğini bilmediğinden neye trip attığını anlamamıştı ama konu dağılmasın diye sormamıştı da.

Melek "Dinliyorum." diyerek gözlerini devirdi.

"Önce ufak dedikodulardan başlıyorum. Geçen arkadaşlarla bir kafeye gittiğimizde Gazel Abla ile Mustafa'yı gördük. Bizi görünce ödü koptu ama elbette kimseye söylemeyeceğim. O kadar da vicdansız bir ergen değilim. Sadece kendime bir makarna ısmarlatacak kadar vicdansız bir ergenim." dediğinde Melek kahkaha attı. Kızcağız senelerdir birkaç kez görüşmüştü zaten, onda da şansına en olmayacak kişiyle karşılaşmıştı.

Melek bu yüzden "Meral, Gazel'e dokunma! İnsaf et ya!" dediğinde Meral kıkırdadı. "Abla yüzündeki korkuyu görseydin var ya! Gülmekten altıma kaçıracaktım."

Melek gülerek gözlerini devirdi. Arabadakiler de sessizce Melek'in neşesine ortak oluyorlardı. Yiğit, Melek'in gülerken çok başka bir güzelliğe büründüğünü düşünüyordu ve dün ilk kez çok uzun süre gülüşünü görmüştü. Şimdi de devam ediyordu büyülemeye ama aralarında yeniden soğuk rüzgârlar esiyordu. Birileri sağ olsun! Olayı hatırlayınca orta aynadan ters bakışlar attı Mehmet'e.

"Çarpılırsın bak! Yazık kıza! Ee başka?" Melek o anlarda biraz olsun bu hengâmeden kopmuştu. Kavgalardan ve Yiğit'in düşüncesizliğinden gına gelmişti artık. Meral bu yüzden iyi ki aramıştı.

"İşte, Yasemin Abla Ankara'ya gelecek ama o zaten kesin sana söylemiştir. İpek teyzenin evinde kalacakmış sanırım. Sen de Yiğit Abi'yi bırakır gider onlarla yaşarsın kesin! Salaksın çünkü." dediği an Melek'in gülüşü kesildi ve telefonu diğer kulağına alıp sesini kıstı. "Salak salak konuşma! Beyinsiz!" dediğinde Meral kahkaha attı.

Meral "Yanında değil mi?" dedikten sonra bir cevap beklemeden devam etti. "Ben senin yerinde olsam çocuğu kendime çoktan âşık etmiştim ama sen odunsun. Az biraz cilve falan yap. Bir de bana beyinsiz diyorsun!"

Melek "Telefonu suratına kapatacağım ve engelleyeceğim seni. Haberin olsun." diye tehdit edince Meral oflayarak "Tamam ya! Bir şey demedik!" dedi. Ve bir sonraki dedikoduya geçti. "Yeliz Ablayla Bulut Abi yine kavga etti. Yeliz Abla gitmiş Bulut abinin takipçilerine mi ne bakmış. Tuğba diye biri onu takip ediyormuş. Galiba senin arkadaşınmış. İşte Bulut Abi'ye dedi ki 'Git Tuğba ile sevgili ol, o seni seviyormuş zaten' falan filan. Bulut Abi sana çok kızdı. Ama sonra Gazel Abla 'Bu, o Tuğba değil' dediğinde sakinlediler. Yeliz Abla cidden deli ama. Ondan biraz korkuyorum açıkçası. Hayır, hem Bulut Abi'den nefret ettiğini söylüyor sonra da kıskanıyor kavga çıkarıyor." dediğinde Melek tebessüm etti. "Aşk canım o... Sen küçüksün anlamazsın." dediğinde Meral kıkırdadı. "Sen çok tecrübelisin herhalde. Yiğit'ten nefret ederken âşık mı oldun yoksa?" diye sorunca Melek telefonu suratına kapattı. "Terbiyesiz!" diye mırıldandığında herkes ona şaşkınca bakıyordu. Başını camdan dışarı çevirdiğinde Meral yeniden aradı. Meşgule attığında Meral, 'Önemli olanı henüz söylemedim' yazan bir mesaja attı ve yeniden aradı. Melek telefonu açar açmaz "Bir daha böyle şeyler söylersen sadece engellemekle kalmam, nüfusumdan da silerim seni!" diye uyardı. Bunun üzerine Meral gözlerini devirip. "Geçen İnstagram'da gördüm. Öyle bir şey yokmuş, sallama!" dedi alayla.

Melek "Dene bir bak n'oluyor?" dediğinde ise Meral uzatmadı. "Tamam be anladık. Son ve en önemli dedikoduma geliyorum. Bunu benden başka kimse bilmiyor." dedi gizemli bir ses tonuyla. Melek de merak etmişti.

"Bence..." dedi uzatarak. Melek sabırla bekledi. Başka şansı yoktu çünkü. Yanında olsa saçını çekerdi ama şu an uzanamıyordu.

"Yavuz'cuğum, Zümrüt Ablanın ona abayı yaktığını öğrendi." dediğinde Melek'in dili tutuldu. Cümlenin hangi kısmına şaşıracağını şaşırmıştı. Yerinde iyice doğrulup dikkat kesildi. Meral, Zümrüt'ün Yavuz'u sevdiğini nereden duymuştu ki?

"Sen bunu nasıl öğrendin?" diye sordu şaşkınlıkla. Öncelikle bunu öğrenmesi gerekiyordu.

Meral'in trip atacağı yere gelmiştik. "Ah evet, senden öğrenmemiştim bunu değil mi? İşte, benim seni nüfusumdan sildirmem gereken yer tam olarak burasıydı ama ben bilgili bir Z kuşağı bireyi olduğumdan bunu yapamayacağımı biliyordum. O yüzden elim kolum bağlandı, oturdum oturduğum yerde." dedi ve sonra Melek'in sorusunun cevabı verdi. "Gazel Abla ve Zümrüt Abla konuşurken duydum."

Melek sakinleşmek için derin bir nefes aldı. "Kimseye söyleme!" diye uyardı kardeşini. Kimseden kastı elbette büyüklerdi.

"Of abla! Biliyoruz herhalde. Sana Yavuz öğrenmiş diyorum ama senin tepkin bu mu?" diye sordu. Melek bu kez ona hak verdi. Şu an ciddi bir sorunla yüz yüze kalmış olabilirlerdi.

"Öğrendi mi kesin olarak yoksa senin düşüncen mi?" diye sordu.

"Yani net olarak ondan ya da başka birinden duymadım ama bence kesin öğrendi."

"Niye?" diye sordu Melek. Arabadakiler bir sorun olduğunu anladığı için merakla olayı çözmeye çalışıyorlardı.

"Yani Zümrüt Abla'ya hep kötü davranıyor. Görmezden geliyor ya da. Zümrüt Abla o yüzden uzun zamandır dedemlere gitmiyormuş. Gazel Abla söyledi gelmediğini. Gelmesi için çok ısrar etmiş ama gitmiyormuş. O tabi anlamamış ama ben anladım. Zaten gittiğimizde de Yavuz Abi hiç ondan bahsetmiyor. Biz konuşsak da başka bir şeylerle ilgileniyor." dediğinde Melek de şüphelendi ama ondan önce kardeşine şaşırmıştı. "Hayırdır? Benim yolumdan mı gideceksin? Sen de mi psikolog olmaya heveslendin?" diye sorunca Meral, çok net bir cevap verdi. "Asla! Ben grafiker olacağım. Allah'ın delileriyle mi uğraşacağım?"

"Geri zekâlı!" dedi Melek sinirle. "Asıl hangi psikolog senin gibi deliyle uğraşsın? Otur ders çalış da belki kaldırım mühendisi olursun."

Meral, düz mantık, düşünmeyi sevmeyen bir ergendi. Sosyal medya ile arkadaşları arasında sıkışmış hayatına birkaç aşk filmi sığdırmıştı yalnızca. Grafiker olma isteği de Allah bilir son izlediği filmlerin birinde geçmesinden geliyordu. Yine de Yavuz ve Zümrüt hakkında söylediklerinde haklı olabilirdi. Yavuz da yine bir yerden duymuş ve hıncını Zümrüt'ten çıkarıyor olabilirdi. Bu, Zümrüt'ün son zamanlardaki durgunluğunun da cevabı olurdu.

"Ben seni engelliyorum. Sen zahmet etme!" diyen Meral telefonu kapatıp, dediği gibi Melek'i engellemişti.

Melek telefonu yeniden çantasına atarken "Aramızda sadece iki yaş var ve ben de hâlâ ergen sayılabilirim ancak benim ergenliğim bu kadar sancılı değildi." diye söylendi. Filiz "Küçük olmanın yarattığı bir baskı var tabi." diyerek Meral'i savundu. Çünkü tam olarak onunla aynı durumdaydı. Emindi ki ablası da onun arkasından böyle şeyler söylemişti.

Melek güldü. "Küçük olmak mı baskılı? İyi ki büyük çocuk olmamış o zaman! İntihar ederdi herhalde... Ya da yok, o canını çok seviyor cinayet işlemek daha onluk bir olasılık!" dedi gülerek.

Ne Yiğit'le ne de Mehmet'le konuşmuyordu. Filiz ve Mehmet'i durağa bırakana kadar da konuşmadı. Filiz'le vedalaşırken Mehmet'e soğuk bir şekilde baş selamı verdi. Yiğit buna içten içe gülse de Melek ona ters bir bakış atıp sırtını dönünce Mehmet'le aynı durumda olduğunu fark edip uslu durmaya karar verdi. Ne yalan söylesin? Yine de memnundu. En azından Melek'le o aynı evde kalıyorlardı ve Mehmet yoktu. Oh olmuştu!


🍇

 

Loading...
0%