@busbckr
|
Size hepinizin içini gıcıklayacak ilk halinde bile yüzbinleri heyecanlandıran o malum bölümle geldim. Bu bölümde çok fazla oy ve yorum bekliyorum. Keyifli okumalar.... 🍇
26. BÖLÜM Eve geldiklerinde Melek artık düşüp bayılacakmış gibi hissettiğinden Yiğit'in arabası daha park etmeden kapının önünde inmek istemiş ve Yiğit'i beklemeden apartmana girip asansöre binmişti. Eve geldiğinde de içi cayır cayır yansa da su içmeye üşendiği için direkt odasına girip kapıyı kapatarak kendini yatağa atmıştı. Zorlukla çıkardığı montunu yere atıp öylece yatağına girdiğinde ne uyuyabilecek haldeydi ne de gözlerini açık tutabiliyordu. Midesi bulanıyordu ama kusacak gibi de değildi. Ağlamak istedi. Başını yastığa gömdü ancak ağlasa da iyileşmeyeceğini, daha iyi hissetmeyeceğini biliyordu. Yine de gözlerinden sessiz yaşlar yastığa, şakaklarına doğru boşaldı. Üşütmüştü işte! Tam olarak neyi vardı bilmese de çok kötü durumdaydı. Daha kötü olan ise yalnız olmasıydı. Evinde olsa en azından annesi bir tas sıcak çorba koyardı önüne. Asıl ağlama isteği de bu çaresizliğinden geliyordu. Yiğit, eve girdiğinde Melek'in kapalı kapısına bakmıştı. Hem Melek'e hem de Mehmet'e kızgındı. Melek'le ne güzel işleri yoluna koymuşken Mehmet'in abuk sabuk konuşmaları yüzünden kontrolünü kaybetmişti ve kavga etmişti onunla. Melek ise bir 'Neden?' diye sormadan Mehmet'in spekülatif açıklamalarına itimat ederek haksız hüküm vermişti. O da kendi odasına geçerken Melek'e tavır almaya karar vermişti. Bu böyle olmazdı! Yalandan da olsa evli bir çiftti onlar. Her şeyden öte aynı çatı altında kalıyorlardı. En azından bir açıklama yaptırmalıydı. Montunu çıkarıp yatağa girdi o da. Kamp yapmaktan aslında hiç hoşlanmazdı ve Melek kabul etmese o da gitmezdi. Gitmez, gözü de hiç arkada kalmazdı ama Mehmet isteyince Melek kabul etmişti ve mecburen Yiğit de bu kampa katılmıştı. Yeri çok rahatsız olsa da en azından Melek yanındaydı. Mehmet karı koca olduklarını öğrenmişti. Buna Melek biraz kızmış olsa da Yiğit, değdiğini düşünüyordu. Bir süre odasında oylanmış ama sonra karnı acıkınca daha fazla dayanamamış ve kalkmıştı. Mutfağa geçerken yeniden Melek'in kapalı kapısına göz attı. O da kahvaltı yapmamıştı ve saat öğleyi geçiyordu. Tereddütlü adımlarla kapısına vardığında yine bir ikilem yaşasa da yine hisleri galip gelmiş ve kapısını tıklatmıştı. Birkaç kez daha tıklattıktan sonra ses gelmeyince kapıyı sessizce aralayıp başını içeri uzattığında Melek'in arkasını dönük bir şekilde uyuduğunu görmüştü. Uykuya, yemekten daha fazla ihtiyacı olduğunu düşündüğü için de yeniden kapıyı kapatıp mutfağa geçmişti. Kendisine bir şeyler hazırlamak için dolabı açınca küçük bir tabakta, bitmek üzere olan Böğürtlen reçeli gözüne çarptı. Eline alıp kokladı. Kokudan bir şey anlaşılmıyordu tabi. Kaşıklıktan aldığı çay kaşığının ucuyla tadına baktığında gözleri beğeniyle kapanmıştı. "Hmm çok iyiymiş gerçekten." dedi. Sonra aldığı gibi yerine bıraktı. Melek sevmişti. Ve bitmişti. Son kalanı da o yese Yiğit bir şey kaybetmezdi. Hatta garip bir şekilde kazanacağı şeyler olur gibi geliyordu. Melek'in gülümsemesi ve mutluluğu neden umurundaydı anlayamıyordu ama o gülünce mevsim birden bahar oluyordu, çiçekler açıp kuşlar ötüyordu sanki. Kendine ekmek arası peynir, domates ve salam hazırlayıp odasına geçecekken vazgeçti ve hazırladığı sandviçi streçleyip dolaba koydu ve kendine yeni bir tane hazırlamaya başladı. Herkesin kendi yemeğini kendisinin hazırladığı bir düzene geçmiş olabilirlerdi ama insanlık ölmüş değildi. Bir sandviç eline yapışmazdı. Bu, tavır yapmasına engel bir şey de değildi zaten. Bir bardak meyve suyu da alıp odasına geçti ve karnını odasında film izleyerek doyurdu. Saatlerce film izledi. Aslında film açıktı ve gözleri bilgisayarının ekranındaydı ama bu pek de izlemek sayılmazdı. Çünkü aklı Melek'teydi. Saatler geçmiş olmasına rağmen odasından çıkmıyordu. Acıkmamış mıydı? O kadar mı kızgındı yani? Konunun ne olduğunu dahi anlamadığı filmi durdurup ayaklandı ve odasından çıkıp Melek'in odasının kapısının önüne gidip yine kapıyı tıklattı. Bu kez "Melek?" diye seslenmişti de birkaç kez. Ancak içeriden bir ses gelmiyordu. Tamam, Melek genelde Yiğit'e hep kızgındı ve çok kez görmezden gelmişti ama bu kadarını da yapmazdı. Başka bir şey vardı kesinlikle. Kapıyı araladığında Melek'in aynı pozisyonda olduğunu görünce içeri girdi ve "Melek?" diye seslendi yeniden. Melek'in çok kısık bir sesle inlediğini duyunca panikle dizini yatağa koyup ona uzandı ve yüzünü kendine çevirdi. Melek'in saçları, yüzü ve boynu sırılsıklamdı. Üstelik kızarmıştı da. Elini yanağına koyup "Melek?" diye seslendiğinde hissettiği sıcaklık dudaklarının arasından bir küfür çıkmasına sebep olmuştu. "Güzelim ne oldu sana?" dedi üstündeki yorganı kaldırırken. "Ne zamandır bu haldesin? Niye seslenmiyorsun?" diye sorduğunda Melek "Yiğit?" diye sayıklamaya başladı. Yiğit ise kendi kendine söylenmeye devam ediyordu. "Kafamı sikeyim! Bana tavır alıyorsun sanıyorum ben de!" Melek "Üstümü ört!" dedi inleyerek. "Dondum!" Yiğit, Melek'in ıslanmış saçlarını geriye doğru iterken. "Dur, tamam. Hadi biraz doğrul Melek, hastaneye gidelim. Böyle olmaz." diyerek elini beline koyup doğrulmasına destek olmaya çalıştı. Melek "Hayır." diye itiraz etti. "İyiyim." Yorganı kavradığı gibi üstüne çekerken "Biraz uyuyayım geçer." dedi. Yiğit yorganı yeniden indirdi. "Bok iyisin! Niye seslenmiyorsun bana?" diye sordu. Melek homurdanarak yorganı yeniden üstüne çekmeye çalıştı. "Halim yoktu. Sen niye bakmıyorsun?" diye sordu ama bilinci çok da yerinde değildi. "Ben kafamı sikeyim zaten! Dur o zaman, madem hastaneye gelmiyorsun kendimiz bir çaresine bakacağız." dedi ve ne yapabileceğine baktı. Melek'in kalın kazağını görünce "Önce bunu çıkaralım." Diyerek tamamen art niyetsiz bir şekilde kazağın eteklerini tuttu. Melek ellerini Yiğit'in elinin üstüne koydu. "Yapma." diye mırıldandı. Yiğit "Melek, bu çok kalın. Ateşini düşürmemiz lazım. Bakmayacağım, söz..." diyerek onu ikna etmeye çalıştı. Melek, başını iki yana sallayıp homurdandı. Onun derdi Yiğit'in bakması falan değildi. "Çok soğuk..." diyerek Yiğit'in yüzünde küçük bir tebessüm oluşturdu. "Daha iyi olacaksın Melek, söz veriyorum. Hadi." deyince Melek ellerini çekti. Melek'i belinden destekleyerek kaldırınca Melek'in dik duramadığını fark etti. Melek alnını Yiğit'in omzuna yasladığında Yiğit, kazağı Melek'in üstünden çıkardı. Melek'in kazağının altında zaten siyah, askılı atlet olduğu için şimdilik bir sorun yoktu iki taraf için de. Yiğit, mutfağa gidip derin bir tavaya su doldurdu ve mutfak çekmecesinden bulduğu bezlerden üç tane içine attı. Evde sirke bulamamıştı. Bunlarla idare edecekti. Melek'in yanına geldiğinde yüzünde yeniden şefkatli bir tebessüm oluştu. Melek yorganı boğazına kadar çekmiş olmasına rağmen tir tir titriyordu. Tavayı komodine bıraktı ve Melek'i zorlukla yorgandan ayırdı. "Çok soğuk! Dondum! Ört çabuk Yiğit!" diye inleyen Melek doğrulmuş yorganı almaya çalışıyordu. Yiğit, Melek'i zorlukla engelleyip kollarını tuttu. Şu an üst vücutları tamamen birbirine temas ediyorken Melek'in aklı zaten başında değildi ama artık Yiğit'in aklı da kısa bir tatile çıkmıştı. "Şşşşt" diye fısıldadı Melek'in saçlarının altındaki kulağına doğru. Yüzü tamamen Melek'in saçlarına gömülmüştü. Melek ağlamak üzereydi. "Donuyorum, lütfen." diye yalvardığında Yiğit onu yavaşça yatağa itti ve yatırdı. "Çok ateşin var Melek, Üşümen lazım." dedi zorlukla. Melek'in ayıkken panter gibi olmasının aksine hastayken bu kadar savunmasız ve muhtaç durması Yiğit'in içini kıymıştı. Küçük bir kız çocuğu gibiydi. Çok güzel, küçük bir kız... Melek sessiz kalırken gözlerinden yaşlar yastığa doğru süzülüyordu. Yiğit ilk bezi sıkıp alnına koyduktan sonra iki elinin başparmaklarıyla kızın gözyaşlarını sildi. Ardından diğer bezi sıktı ve ayaklarını birleştirip üstüne koydu. Melek titreyince düşen bezleri zorlukla geri koymuş ve alışana kadar da tutmuştu. Melek'in itirazlarına kayıtsız kalmak hiç bu kadar zor olmamıştı Yiğit için. Üçüncü bezi de sıkıp kollarını, gerdanını silmiş. Sonra bu işlemi birkaç kez yenilemişti. Birkaç kez bez değiştirse de Melek'in ateşi düşmeyince banyodaki ecza dolabından ilaç bakmıştı. Bir tane ağrı kesici-ateş düşürücü bulmuştu, o da tok karnına içiliyordu. Melek de aç olduğu için bir süre düşündükten sonra dışarıdan sipariş etmeyi uygun bulmuştu. O sırada da Melek'in ateşini düşürmek için yapabileceği tek şeyi yapacaktı. Ilık bir duştan başka çaresi yoktu... Evlerine yakın olan, lezzetinden ve hijyeninden emin olduğu restorandan iki kişilik mercimek çorbası istemişti. Çorbalar gelene kadar da Melek'i banyoya girmeye ikna edebileceğini umuyordu. "Melek, ılık bir duş alman gerekiyor." dedi yanına oturarak. "İyiyim." Dedi Melek iyi olmadığının farkında olsa da. "Güzelim... Hadi, bak havale geçireceksin. Ateşin gerçekten çok yüksek" dediğinde Melek homurdanarak başını iki yana salladı. Tabi yorganı yine boğazına kadar çekmişti. "Hem ev de çok soğuk! Kombi mi kapalı?" diye sordu. Yiğit çaresizce güldü. Bu kadar inatçıyken de güzel olunmazdı! Baktı ki olacak gibi değil, iş başa düştü, önce yorganı hızla çekti ardından da bir elini sırtına diğerini de dizlerinin arkasına koyarak kucakladı. Melek korkuyla ve ani soğukla çığlık atarken kollarını Yiğit'e doladığında işler hiç değilmiş gibi Yiğit için daha da zorlaştı. "Yiğit düşeceğim. Lütfen ya!" diyen Melek artık ağlamaya başlamıştı. Yiğit bu ağlamayı duymazdan gelerek Melek'i odadaki duşa soktu ve kaçmasına da engel oldu. Bir anda açtığı soğuk su Melek'in vücuduna değince Melek, öyle yüksek bir sesle çığlık atmıştı ki Yiğit yüzünü buruşturmak zorunda kaldı. Melek daha gayretli bir şekilde kaçmaya çalışınca Yiğit'in engel olması zorlaşıyordu. Su ılığa dönse de Melek için bir fark yaratmıyordu. "Buz gibi!" dedi dişleri birbirine vurarak. "Hipotermi geçiriyorum." dediğinde artık Yiğit de onu tutamamaya başlamıştı ama biraz daha kalması gerekiyordu. Yiğit bu yüzden kendini suyun altına atmak pahasına Melek'e sarıldı. Melek'in çenesi Yiğit'in boyun boşluğuna değdiğinde titriyordu. "Seninle konuşmayacağım bir daha." dedi ağlayarak. Yiğit gülümseyip dudaklarını başının üstüne bastırdı. "İyileş de önce bir sonra istersen hiç konuşma. İnsanlar gibi değil de hayvanlar gibi anlaşırız biz de." Dedi şakaya vurarak. Ancak sözleri Melek için bir anlam ifade etmek bir yana dursun, Türkçeymiş gibi bile gelmiyordu. "Hayvansın sen, doğru." dedi Melek de buna karşın. Yiğit güldü. Tam o an ıslaklığın da etkisiyle vücutlarının birbirine karışacak kadar yapıştığını fark etti. İşte bu farkındalık hiç iyi şeylere sebep olmamıştı. Melek'ten uzaklaşmaya çalıştığında Melek ona daha sıkı sarıldı. Çünkü Yiğit'in vücut ısısı sayesinde biraz olsun ısınıyordu. Giderse kesin donarak ölürdü. "Melek..." diye fısıldadı. "Lütfen... Lütfen bırak!" Melek itiraz ederek homurdandı. "Ben de çıkacağım o zaman." Dediğinde Yiğit sabır dilenircesine başını yukarı kaldırdı. "Bu nasıl bir sınav?" dediği an Melek'in titreyen dudaklarını boynunda hissetti. İyi ki Melek kendinde değildi ve iyi ki bir şeyleri sorgulamıyordu. Yoksa şu an bir şeyi asla açıklayamazdı. Melek'i kendinden bir miktar uzaklaştırmaya çalıştığında Melek, onu kendine daha çok çekmişti. Tek duası Melek'in o şeyi hissetmiyor olmasıydı. Ah hayır iki duası vardı. Eğer hissediyorsa da inşallah hatırlamazdı! Genç kızın yüzüne baktığında kalbinin gümbürtüsü kulağına geldi. Islanmış ve muhtemelen ateş yüzünden şişmiş dudaklarına baktığında dudaklarını ısırmak zorunda kaldı. Melek'i tekrar bırakmak istedi ama Melek yine onu bırakmadı. "Sen kaşındın Kirpi!" dedi öfke bulanmış bir arzuyla. "Bence bu kadar işkenceden sonra bu benim hakkım..." diye devam etti. Melek yeniden "Çok soğuk-" derken dudaklarını Melek'in dudaklarına kapattı. Yaklaşık beş saniye süren bu temas son iki saniyesinde Melek'ten karşılık almıştı ama bunun bilinçsiz olduğunu biliyordu. Genç kızın saçlarının sağ tarafını kulağının ardına sıkıştırırken yeni yetme bir ergenin heyecanını taşıyordu. "Artık üç duam var." dedi gülerek. "Lütfen bunu hatırlarsan beni öldürme." dedikten sonra alnını Melek'in alnına yaslamıştı Cidden büyük bir risk almıştı ama yeniden, bu sefer daha kısa bir öpücük bıraktığında buna değdiğini düşünüyordu. "Ne yapıyorsun?" diye sordu Melek gözlerini aralamaya bile zorlanarak. Yiğit başparmağıyla yanağını okşayıp "Ateşine baktım." Diye yalan söyledi. O anlar Melek'in kendi rüyası gibiydi ve Yiğit onu bu rüyadan uyandırmaya çalışan rahatsız edici bir sesti. Yiğit "Sanırım bu kadar yeterli." diyerek suyu kapattığında Melek gülümsedi. "Oh çok şükür!" Kollarını Yiğit'e sıkıca dolayıp yüzünü boynuna gömünce Yiğit güldü ve yine onu kucağına aldı. Kalbi sanki boğazında atıyordu. Odaya geldiklerinde Yiğit, yeni bir sorunla yüz yüze kaldı. Şimdi kıyafetler nasıl çıkarılacaktı? "Melek, kıyafetlerini çıkarabilecek misin?" diye sorduğunda Melek'in yüzü yeniden ağlamaklı oldu. "Ben üstümü çıkarmak istemiyorum. Giyinmek istiyorum." dediğinde Yiğit güldü. "Tabi ki giyineceksin ama önce bunları çıkarmamız lazım." diye açıkladığında Melek "Üstüne giyineyim?" diye bir fikir sundu. Ayık olsa, oldukça dâhiyane(!) bulacağı bu fikir, Yiğit tarafından veto yemişti. "Anlaşıldı. O da bende. İntikamını bilmeden bile alıyorsun ya! Helal olsun..." diye mırıldandı. Hayır, farklı şartlar altında olsalar, seve seve yapardı ama şimdi yasaktı. Bu bir nefis sınavıydı! Elini Melek'in taytının kenarlarına koyduğunda Melek ellerinin üstüne elini koyarak durdurdu. "Sapık mısın Yiğit? Ne yapıyorsun?" diye sorduğunda Yiğit ağlamak üzereydi. Tüm bu mücadeleden sonra alacağı unvan bu mu olacaktı? 'SAPIK' "Kendin çıkar o zaman Melek." dediğinde Melek başıyla onayladı. Yiğit "Arkamı dönüyorum. Çıkar sen." diyerek arkasını dönünce Melek çıkarmaya çalıştı ama ıslandığı için bedenine yapışan taytı çıkarmayı elbette beceremedi. Sonra da pes edip kendini yatağa atınca Yiğit arkasına baktı. "Of Melek!" diye söylense de sinirleri bozulduğu için gülüyordu. "Bakmıyorum ve ben sapık değilim. Korkma." diyerek Melek'in taytını hatırı sayılır bir zorlanmayla çıkardı. Tayt çıkınca da asıl zorun ne olduğuyla yüzleşti. Kızın atleti çıtçıtlıydı. Mayo gibi ve alttan açılıyordu. Yiğit ağlamaklı bir isyanla ofladı. "Melek, hiç işkence etme mutfaktan bıçak getireyim ben, direkt kalbime sapla bence!" dedikten sonra bir süre durup düşündü. Melek ise gözlerini yummuş uyuyordu. Arada bir 'üşüyorum' diyerek sayıklasa da bilinci kapalıydı. O sırada kapı çalınca Melek'in üstüne yorganı örtüp kapıya baktı. Siparişleri gelmişti. Siparişleri alıp mutfağa bıraktı ve odaya geri döndü. Atleti üstten de çıkarabileceğini fark edince öyle yaptı. Önce askıları kollarından çıkardı ve aşağı indirdi. Az önceki görüntü mayo ise bu bikiniydi ve Yiğit birçok bikinili kız görmüştü. Bu gayet normaldi. Etkilenilecek bir şey yoktu. Bakmıyordu. Bakmayacaktı... "Süt gibi maşallah ya!" dediğinde gözlerini yummuştu. "Yiğit, başlatma sütüne. Bakma, bakma sakın! Git bir şeyler bul kıza!" diye söylenerek dolaba ilerledi ve dolabından iç çamaşırı ve pijama takımı bulup çıkardı. "Az öncekiler kolay seviyeydi. Hadi bunu yap bakalım!" dediğinde kendi kendine çözüm yolları düşünüyordu. Kendini çok zor bir labirent oyununda hayal etti. Ve bir çıkış kapısı illaki olmalıydı! Böyle bıraksa? Olmazdı! Kız zatürre geçirirdi. "Melek?" diye seslendiğinde Melek, gözünü açmak şöyle dursun, ağzını şapırdatıp yorgana daha sıkı sarındı. Yiğit aklına gelen çözüm ile gülümsedi. "Kesinlikle sağ kalacağım!" dedikten sonra Melek'in bir kısmını zaten üstüne çektiği yorganı, iyice üstüne örttü ve yatağın yanında diz çöktü. Ellerini yorganın altından soktu ve Melek'in bacaklarına değdiği an cin çarpmışçasına sarsıldı. "Sakin ol Emre ya da Yiğit..." duraksadı. "İkisi de benim zaten! Aklım durdu aklım! Kimlik kargaşası yaşıyorum resmen senin yüzünden Kirpi!" diyerek yavaşça ellerini ilerletmeye devam etti. "Daha önce de yaptığın bir şey Yiğit Emre... Bu kadar zor değildi, abartma..." dedikten sonra parmak uçları Melek'in kalçasına değince ağzından kısık sesli bir küfür savurup iç çamaşırının kenarını kavradı. "Hızlı olsun, acısız olsun!" dedikten sonra bir çırpıda indirdi. Zaten yorganla örtülü olmasına rağmen gözlerini de yummuştu. Bacaklarından sıyırdığı ıslak iç çamaşırını, bir ateş parçasıymış gibi kenara atıp kuru olanını aldı. "Harika! Yiğit Emre'cim, en azından kızları soyma tecrüben vardı. İlk kez bir kızı giydiriyorsun, ilk tecrüben için tebrikler!" diyerek içine düştüğü durumla alay etti. "Ve kız ayık değil, biri olayın sadece bu kadarını duysa artık sapıktan daha aşağı bir sıfatla anılmazsın ama üzülme, o kızın senin karın olduğunu ve muhtaç olduğunu düşün ve artık giydir şu külotu!" diyerek kendi kendini motive ederek iç çamaşırını Melek'in bacaklarından geçirdi. Bu kez daha nazik davranmak durumunda kalmıştı. Melek huysuzca kımıldandığında "Tamam!" dedi. "Bitti güzelim." Ayaklandığında kenarda gördüğü sutyenle avucunu alnına vurdu. "Hıı bitti, tabi..." "Allah'ım tüm bunlar acaba bir ceketin cezası mı? O ceketi Melis'e verdim diye mi başıma geliyor?" diye söylense de gülümsedi. Asil'in bile dikkatini çektiğine göre Melek kesin bozulmuştu. "Bekledin değil mi?" diye sordu fısıltıyla. Ancak Melek soruyu duymadığı gibi cevap da vermedi tabi ki. Dün akşam Yiğit'in aklındaki plan, battaniyeleri getirip Melek'le yan yana oturmaktı ama bundan önce biraz oyun oynamak istemişti. Melek'in, bu kadar üşürken inat edeceğini, o dangoz Mehmet'in de olaya bu kadar müdahil olacağını hesap edememişti. "Sülük!" dedi bu kez mırıltıyla. Sonra bu boş düşüncelerden vazgeçip işine koyulması gerektiğini hatırladı. "Allah'ım, artık kalbim dayanmıyor." diyerek Melek'in yanına oturdu ve Melek'i üstündeki yorganı kaldırmadan kendine doğru çekti. Yeniden alnı boyun boşluğuna düşerken el yordamıyla sutyen kopçasını aradı. Buldu da... Ancak açamadı. Normalde açardı, kolayca ama eli ayağı birbirine girmişti. Göz ucuyla bakıp hemen açtığında gözlerini kaçırsa da çok geçti. Görmüştü... Süt gibi teni... "Gerçekten süt gibi! Çıldıracağım. Niye böyle oluyor ya?" dedikten sonra başka bir şey düşünmeye çalıştı. Melis! Evet, Melis'i düşünürse... Buz gibi suyun altından çıksa da sıcacıktı teni.. Ve sıcak nefesi boynuna vururken gözleri sutyene kaydı. "Yapamayacağım! Valla bu da can! Olmaz..." diyerek direkt olarak pijama üstüne ulaştı ve Melek'in kafasından hızla geçirdi. Sonra kollarından zorlukla geçirdi ve kendinden az biraz uzaklaştırırken kalp krizi riskine karşı gözlerini yumarak aşağı indirdi. "Yiğit.." diye mırıldanan Melek'i duyduğunda onu yatağa geri bırakmak üzereydi. "Efendim Güzelim?" diye cevap verdi. "Yoruldum." dedi Melek homurtulu bir şekilde. Bu serzeniş Yiğit'in kaşlarının havalanmasına sebep olurken sinir ve alay karışık bir şekilde güldü. "Sen mi yoruldun?" diye sorduğunda Melek homurdanarak onayladı. Yiğit, hasta kıza ne söyleyecekti? "Haklısın, seni yorduğum için özür dilerim Kirpi... Affet.." derdi en fazla ki öyle de dedi. Yiğit gülerek başını iki yana sallarken "İki öpücükten çok daha fazlasını hak ettim ama bakma sen... İnsanlığıma say!" diyerek yataktan inip yine yorgan sayesinde görmediği bacaklarından pijama altını geçirdi. O kadar zorluktan sonra bu pek koymamıştı. Yatak sırılsıklam olmuştu. Derin bir nefes alıp öncelikle kendi üstündekileri banyoda değiştirdi. Ardından odaya dönüp ıslak çamaşırları kirliliğe attı ve Odasına gidip yatağını Melek için hazırladı. Bu odada yatak bolluğu olduğundan bir gecelik gayet iyi idare edebilirlerdi. Yatak odasına dönüp Melek'i kucakladığında Melek uyanmıştı. "Ben hastaneye gitmiyorum." diye mızmızlanan kıza alayla baktı. Yiğit, hastaneye gitmediklerini söylemek yerine bu durumdan faydalandı. "Sözümü dinlersen hastaneye gitmeyiz. Tamam mı?" Melek başını sallayarak onayladı ve başını Yiğit'in omzuna koydu. Yiğit ise onaylamazca başını iki yana sallayıp güldü. "Nesin sen 5 yaşında falan mı?" diyerek kendi yatağına yatırdı. Saçlarını havluya dolayarak ve üstünü örterek mutfağa gitti. Gelen çorbalar soğumuştu. Onları çıkarıp tencerede ısıttı. Yemek yedirdikten sonra ilacını verecekti. Ateşi düşmemeye devam ederse de mecburen hastaneye gideceklerdi. Çorbaları ısıtıp, çorbanın yanında gelen limonları iyice her iki çorbaya da sıktı. Yiğit de kendini çok iyi hissetmiyordu çünkü. Melek'le birlikte o da bir ilaç alacaktı. Melek'in yanına döndüğünde Melek'in hâlâ uyuduğunu görse de mecburen uyandıracaktı. Hem sabahtan beri ağzına bir lokma bir şey girmemişti hem de ilaç içmesi gerekiyordu. Çorba tepsisini çalışma masasına bırakıp Melek'in yanına geldi ve "Melek..." diye sessizce seslendi. Melek duymadı. Bu kez ses tonunu biraz daha yükseltti ama sonuçta yine bir değişiklik olmayınca parmak uçlarıyla koluna dokundu. Melek bu kez homurdanıp arkasını döndü. Yanına oturup Melek'i kendine çevirdi ve yüzünü avuçlarının arasına aldı sabırsızca. "Uyan küçük kirpi, mama yiyeceğiz." derken Melek'in hak ettiği tavrın artık bu olduğunu düşünmeye başlamıştı. Bebekçilik oynuyorsa popoya iğneyi yerdi. "Ben tokum." dedi Melek gözlerini açmadan. Yiğit, Melek görmese de tehditkâr bir şekilde başını salladı. "Hadi hazırlan, hastaneye gideceğiz." dediği an Melek "Yaaa! Gitmeyelim ben çok iyi oldum." dedi ama hâlâ gözlerini açmamıştı. Ölesiye uykusu vardı ve Yiğit asla susmuyordu. "Melek üçe kadar sayacağım. Üç dedikten sonra artık kalksan da tüm yemeğini yesen de hastaneye gideceğiz haberin olsun." dediğinde 'Bir' demesine bile gerek kalmadan Melek gözlerini açtı. "Ne gıcık bir şeysin sen ya! Allah kimseyi senin eline düşürmesin!" diyerek doğrulmaya çalıştı. Yiğit ise kahkaha attı söylediklerine. "Âmin âmin! Hele bu günden sonra bu söylediklerin beddua değil, dua benim için." Melek'in kaşları çatıldı. Hiçbir şey anlamıyordu. "Ne diyorsun?" diye söylendi. Yiğit ise cevap vermek yerine doğrulmasına yardım edip arkasındaki yastığı düzeltti. Daha sonra masanın üstündeki tepsiyi alıp Melek'in yanına oturdu. "Hastaneye gitmek istemiyorsan, dediklerimi yapacaktın. Öyle anlaştık!" dediğinde Melek'in kaşları çatıldı. "Ne zaman?" diye sordu inanmayarak. Yiğit güldü. "Kucağımdaydın o sırada." Doğruyu söylese de iması Melek'e başka bir şeyi ifade etmişti. "Ben mi senin kucağındaydım?" diye sordu gözleri büyürken. Yiğit başıyla onaylayıp "Buraya ayağınla gelmediğine göre?" dedi. Melek cevap vermek yerine kaşığını alıp çorbasına daldırdı. "Bu az olmuş, tencere getirseydin!" diye söylendi dolu kâseye bakarak. Yiğit gülmemek için gayret göstererek "Az geldiyse benim tabağımı da içersin." dedi. Melek bakışlarını öfkeyle yüzüne çevirdiğinde ise geri adım atmadan omuz silkti. Gerçekten çok yorulmuştu. Hem bedenen hem de zihnen ve muhtemelen dün gece o da üşütmüştü ama Melek'le ilgilenmekten kendine fırsat kalmamıştı. Melek üçüncü kaşıktan sonra yiyemeyeceğini söylediğinde Yiğit bu konuya da el atmış ve kaşığı Melek'in elinden alarak neredeyse çorbayı bitirene kadar hastane ve iğne tehdidiyle Melek'e çorbayı içirmişti. Melek sonunda "Kusacağım artık, n'olur yeter." dediğinde Yiğit de aynı şeyi hissettiğinden insafa gelmişti. Tepsiyi alıp kalkarken "Sakın uyuma, ilaç içeceksin." diye uyardı. Melek bu kez itiraz etmek yerine başıyla onayladı. Hayır, hastane ne yapacaktı sanki? Hapı, serum olarak verecekti çok çok! Gözlerini yumdu. Uyumayacaktı ama gözlerini açık tutacak dermanı da kalmamıştı. Bu geceden sonra burun akıntısı ve öksürükleri de başlayacaktı kesin! Nefret ediyordu hasta olmaktan! Yiğit mutfaktayken bir hap kendisi atmış, bir hapı da suyla birlikte Melek için peçetenin üstüne koyarak odaya getirmişti. Melek'in gözlerini kapalı görünce önce bir cinnet gelse de "Melek!" diye sessizce seslendiğinde gözlerini açan Melek'le yüreği burkulmuştu. Kız keyfinden yapıyor değildi ya... Belli ki zorlanıyordu. "Hadi ilacını iç." dediğinde Melek yeniden doğrulup hapı ağzına aldı ve su yardımıyla yuttu. Yiğit kalan suyu tepsiyle çalışma masasının üstüne bırakıp, yatak odasına bıraktığı tavadaki su ve bezleri alıp mutfağa gitti. Suyu tazeleyip yeniden odaya gelince "Uyu hadi." dedi Melek'e. Melek de bu komutu bekliyormuşçasına yatağa gömülüp gözlerini kapattı. Yiğit bir süre daha ateşini düşürmeye çalıştıktan sonra sonunda başarılı oldu. Melek'in ateşi düşmüştü. Tava ve bezleri mutfağa bırakıp odaya döndü. Yeni bir yatak hazırlayacak dermanı yoktu. Nevresim de arayamazdı, hem diğer yatak da sırılsıklamdı. Yiğit oldukça özgüvenli bir şekilde bu yatakta uyumayı kendine hak görüyordu. Derdi olan sabah onu bulabilirdi! Işığı kapatıp Melek'in diğer tarafına geçerek yastığın ucuna başını koydu ve yorganın altına girdi. Divanı yatak haline getitmedikleri için biraz sıkışacaklardı ama sorun değildi. Melek kirpi kadar kızdı. Sabah dikenlerini batıracaksa da şimdi sığışabilirlerdi. Melek'in boynundan yayılan kokuyu içine çekti. Kokusu duştan sonra azalsa da hâlâ vardı. Başını Melek'in boynuna yakın bir şekilde konumlandırıp gözlerini yumdu. "İyi geceler dikenli bela." diye mırıldandı ve gözlerini yumdu. 🍇 Bana ulaşmak isterseniz... Sosyal Medya: İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr Twitter: Busrastypwriter Tiktok: Busras.typwriter
|
0% |