28. Bölüm

🍇27. Bölüm🍇

Büş Bckr
busbckr

Çok arayı açmadan yine buradayım. Bölüm uzunlukları değişebiliyor. Bazı bölümleri ikiye bazılarını üçe bölüyorum o yüzden böyle oluyor. Kitapta 17 bölüm var biz 13. Bölümdeyiz henüz kitaba göre ona göre ilk kitabın finalini tahmini olarak hesaplayabilirsiniz.

Beklerken diğer hikayelerime de göz atabilirsiniz. Hikayelerim ve trope'ları

Zincir Sokağı Sakinleri- Mahalle/Arkadaştan aşka

Kaptan-ı Derya- Anlaşmalı Evlilik

Ç.T adaletkoridoru.com- özgüven kazanma ve intikam

Küp Şeker- Arkadaşlık/Mahalle

Güzel Delikanlı- Erkek kılığına girme/İntikam

🍇

 

27. BÖLÜM

Sabah, Melek'in alarmı ile gözlerini aralayan ikili bir an, zaman ve mekânı algılayamamıştı. Alarm sesi yatak odasından geliyordu. Melek gözlerini araladığında kumaştan bir duvar gördü. Bu kumaştan duvar, açıkça belliydi ki bir insanın gövdesiydi.

Yiğit ise gözlerini açtığında saç gördü. Kokusu muhteşem olan yumuşacık saçlar...

Evet, saçların bir kısmı başının altında olduğundan yumuşak olduğunu biliyordu. Melek başını hafifçe kaldırdığında Yiğit de bakışlarını azıcık indirdiğinde tarihi buluşma gerçekleşti ve göz göze geldiler.

Melek ifadesini korumaya, heyecanını ve şaşkınlığını saklamaya çalışarak "Acaba biz bu hâle tam olarak ne zaman ve neden geldik? Bir fikrin var mı?" diye sordu. Oldukça sakin görünüyordu. Yiğit, Melek'in gözlerine bakmayı sürdürürken çok kısa bir an bakışları dudaklarına değdi. Dün gece aklına gelince bakışlarını tekrar gözlerine kaçırdı.

"Yok." dedi fısıltıyla. "En son ateşini düşüreceğim diye bitap düşmüştüm. Sonrasını hatırlamıyorum." diyerek peşinen acındırma yapmaya çalıştı. Olayı bir çözerse nefesini keserdi Melek!

Melek'in bu kadar çekingen ve uslu durmasının sebebi, dün geceyi kesik kesik hatırlayıp yaşadıklarının hangilerinin rüya, hangilerinin gerçek olduğunu kestirememesiydi. Şimdi 'Biz öpüştük mü?' diye nasıl sorabilirdi ki?

"Neden burada yatıyorum peki?" diye sordu. Hâlâ ikisi de uzaklaşmamış, uzaklaşmayı akıl edebilmiş değillerdi.

"Dün ılık duş aldıktan sonra yatağın biraz ıslandı." dedi Yiğit. Melek'in gözlerinin mavilerinde nefes aldığını hissediyordu sanki.

Melek "Duş mu aldım?" diye sorarken biraz paniklemişti. Duş almışsa... O zaman acaba gerçek miydi?

Yiğit "Evet, zor oldu biraz... Elbiselerini ıslatmak zorunda kaldım." dediğinde gülümsüyordu. Melek gözlerini kaçırdı. "Beraber duş almış olamayız... Değil mi?" diye sorduğunda Yiğit de gözlerini kaçırdı. "Saçmalama... Niye beraber duş alalım? Sen aldın ama uslu durmadığın için ben de ıslandım." dedi. Melek'in kaşları merakla havalandığında ise "Kaçmaya çalıştın..." diye açıkladı Yiğit. Yalan değilse de eksikti...

Melek'in hatırlamıyor olması bir lütuftu.

Melek hızla doğruldu. Kalbi öylesine hızlı çarpıyordu ki biraz daha böyle kalırlarsa dün gördüğü rüyayı gerçekleştirmemesi işten bile değildi. Elini kalbin üstüne koyduğunda fark ettiği detayla gözleri dışarı çıkacaktı neredeyse. "Ben nasıl giyindim?" diye sordu bağırarak. Çünkü galiba buraları biraz hatırlıyordu.

Yiğit de doğruldu ve ensesini işaret parmağının ucuyla kaşıdı. Melek'e bu konuda bir bahane sunamayacağını fark edince "Bu konuda biraz yardımım dokunmuş olabilir." diye itiraf etti. "Harika bir insan olduğumu biliyorum ve tabi ki teşekküre gerek yok." dediğinde Melek'in ağzı şaşkınlıkla aralandı. "Nasıl bir yardım?" diye sordu korkuyla.

Bu güzel soruya verilecek güzel bir cevabı vardı Yiğit'in. "Gözlerimi kapatarak..." Gülmeye çalıştı. Yüzünde 'Ben suçsuzum' pankartı vardı sanki. Melek kollarını göğsünde çapraz yaparak yataktan indi.

"Bir şey görmedin yani?" diye sordu. Yiğit panikle ellerini havaya kaldırıp "Vallahi billahi, iki gözüm önüme aksın ki görmedim." dedi panikle. "Bakmadan şeylerini takamayacağım için de giydirmedim." dedi göğüslerini gözleriyle işaret ederek. Melek'in yanakları kızarırken başıyla onayladı. "Tamam. Sağ ol. Geç kaldık. Ben hazırlanayım." diyerek odadan kaçınca Yiğit derin bir nefes verdi. "Ödüm koptu!" diye mırıldandı Melek'in arkasından ama sonra söylediklerini idrak edince arkasından odadan çıktı.

"Hastasın. Bugün evde kalsaydın. Zaten sınav sonrası hafta, resmi olmayan tatil sayılır." dediğinde Melek "Zaten düğünümüz yüzünden devamsızlık yaptık. Sınıfta kalmayalım. İyiyim ben." dedi. Yiğit de başıyla onayladı. Haklıydı. Zaten ders falan çok işlenmezdi, okulda da çok yorulmazlardı. Yoktan yere, yok yazılmasalar daha iyi olurdu.

İkisi de odasına geçip hazırlanırken odalarında dün gecenin izlerini görüyorlardı. Ortalığı toparlayıp hazırlandıklarında evden çıkarken Yiğit "Benimle gel bugün de" dedi Melek'e. Melek kaşlarını çatıp nedenini sorarcasına Yiğit'e baktığında Yiğit "Hastasın. Şu anki haline bakma. Gün içinde fenalaşacaksın muhtemelen. Araba kullanma bu halde." dedi.

Melek şu an bile iyi hissetmiyordu aslında. Bu yüzden Yiğit'in bu düşünceli teklifini kabul etti. Aralarındaki tartışmayı sonra da çözebilirlerdi. Şu an olağanüstü hâl durumu mevcuttu. Hem bu mesele sadece Yiğit'le ilgili de değildi, olayın bir de Mehmet tarafı vardı.

Bu yüzden Yiğit'in teklifi gayet makuldü. Okula gelene kadar da oldukça sessiz bir yolculuk geçirmişlerdi. Melek arabasından inerken Yiğit'e teşekkür etmeyi ihmal etmemiş ama bundan başka hiçbir şey söylememiş, hiçbir şey de dinlememişti. Derse girdiğinde aynı uzak tavrı bu yüzden Mehmet'e de sergiledi. Yiğit'in de dediği gibi sınavın ertesi haftasını öğrenciler tatil ilan etmiş olmalıydı ki okulun geri kalanı gibi sınıfları da neredeyse boştu. Melek, Filiz'e rahatsız olduğunu kısaca açıklayarak tek başına bir sıraya geçip başını sıraya koydu ve hoca gelene kadar gözlerini dinlendirdi. Öksürükleri şu an daha seyrekti ama burnu akmaya başlamıştı.

Ders bittikten sonra da ilk işi yalnız kalacağı bir yer bulup Gazel, Yeliz ve Yasemin'i aramak olmuştu. Meral'in dün söylediklerini derste hatırlayınca, bu meseleyi daha fazla ertelemek istememişti. Eğer Meral haklıysa -ki Melek de uzakta olmasına rağmen Meral gibi düşünüyordu- bu durumda Zümrüt, çok zor bir durumda olmuş olurdu.

"Merhaba arkadaşlar youtube kanalıma hoş geldiniz. Bugün, Bingöl Yöresinin vazgeçilmez lezzetlerinden olan Mastuva'yı yapıyoruz." diyerek açtı Yeliz telefonunu. Melek ona gülerken Yasemin de okuldan cevaplamıştı. "Selam." dedi ve ekrana gözlerini kısarak baktı. "Yeliz ne yapıyorsun yine?" diye sordu bıkkınlıkla. Melek gülüp "Mastuva yapıyormuş." diye Yeliz'in yerine cevap verdi.. Yasemin gözlerini devirdi. "Yeliz ve mastuva aşkı yüzünden ben soğudum yemekten." dediğinde Melek güldü. "Hâlâ eskisi gibi mi?" diye sordu. Yeliz gülerek "Ayıpsın!" dedi. "Amcamla benim en sevdiğimiz yemek. Her hafta mutlaka bir gün yaparım."

Yasemin "Öğrendiğim iyi oldu. Bari eve giderken kebap falan yiyeyim." dedi. Gazel'i yine aradı Melek. Gazel bu kez telefona geçtiğinde "Ya bir durun! Eniştenizin ağzının payını veriyorum!" diye carlayarak giriş yaptı konuşmaya.

Yeliz "Gazel! Allah'ını seviyorsan rahat bırak çocuğu! Canın sıkıldıkça ona sarıyorsun." dediğinde diğerleri de onu onayladı.

"Sararım! Kuzeni ona âşık, aynı evde falan kalamazlar! Dayısının evine gidecek." dedi Gazel sinirle. Melek gözlerini devirdi. "Gazel, Mustafa ona âşık değil. Mustafa sana âşık, azıcık güven çocuğa." dediğinde Gazel omuz silkti. "O yılan kuzeninden her şeyi beklerim ben. Benimki Safoz! Kendini bir anda onunla evli bulur. Tuzağa düşürürler bunu. Zaten annesi de yeğeni diye gelini olsun istiyor. Asla olmaz! Gidecek o evden." dedi inatla.

Melek'in vaktinden gittiği için konuyu uzatmadı. Bir yerde de haklıydı. Aileler ortalığı karıştırıp olmayacak insanları evlendirebiliyorlardı! En yakın örnek bizzat kendisiydi.

"Şimdi konumuz Mustafa'nın yılan kuzeni değil kızlar." diyerek önemli bir şey diyeceğini belli eden Melek'i merakla dinledi üç kız da. "Önemli bir şey soracağım." diye devam etti Melek.

O sırada Yasemin "Zümrüt yine mi açmadı?" diye sordu hissetmiş gibi. Melek başını iki yana sallayıp "Hayır, bu kez bilerek aramadım onu, çünkü konun yarısı o." dedi. Kimse bir şey demeyince "Diğer yarısı da Yavuz tabi.." diye devam etti.

"Ne oldu ki onlara?" diye sordu Yasemin merakla. "Ve her ne olduysa senin nasıl bizden önce haberin oldu?" diye daha büyük bir merakla sordu Gazel. Melek, Gazel'e gözlerini devirdi ve "Ne oldu bilmiyorum. Bir şey olduğundan da emin değilim aslında. Bu yüzden aradım, sormak için." dedi.

Yeliz "Neyi?" diye sorunca Melek derin bir iç çekti. "Acaba... Bir ihtimal yani... Yavuz, Zümrüt'ün ona olan hislerini biliyor olabilir mi?" diye sordu oldukça ciddi bir tavırla.

Bu soru üç kızın da donmasına sebep olmuştu ve bu donmanın internet kalitesiyle alakası yoktu.

"San-mıyorum?" diyerek ilk cevabı Yeliz verdi. "Biz evde bu konuyu hiç konuşmuyoruz bile. Yani genel itibariyle pek konuşmuyoruz. Özellikle dikkat ediyoruz açıkçası."

Yasemin de onu onayladı. "Evet... Yani mümkün değil bizi duymuş olamaz. Sadece onun için değil, herhangi biri duyabilir diye pek konuşmuyoruz."

Gazel "Zümrüt zaten o günden beri hiç bizimle bu konuyu konuşmadı. Birkaç kez denedik başlarda ama kendi içinde kapatmaya çalışıyordu. O yüzden biz de konuşmuyoruz ama şimdi düşününce Yavuz'un ona takındığı tavrın açıklaması bu olabilir." dedi. İkizler yorumsuz kaldı çünkü abileri gerçekten de Zümrüt'e karşı son zamanlarda oldukça tavırlıydı.

Gazel "Kendi kendine anladı desem... Zümrüt siz gittikten sonra Yavuz'a bir kez olsun yanlışlıkla bile bakmıyor. Neyi anlayacak?" diye devam etti. Melek "Acaba Zümrüt'ün ona karşı tavrı değişti diye mi böyle davranıyor. Sonuçta önceden de dediğimiz gibi bu da bir ihtimal." diye bir fikir yürüttüğünde Yasemin bu kez itiraz etti. "Tamam ama Zümrüt Abime kötü davranmıyor. Sadece yüzüne çok mecbur kalmadıkça bakmıyor. Hani kötü hissettirecek bir şey de yapmadı. Çok acayip."

Kızlar da başıyla onayladı. Cidden acayipti.

Melek'e gözlerini kısıp "Biz bu hafta Zümrüt'e bir uğrayalım en iyisi. Sen nereden öğrendin?" diye sordu Yeliz. Melek de "Zeka genetik bir şey olsa gerek. Meral'in zekâsını çok yererdim ama yine sizden uyanık çıktı. Dün beni arayıp o söyledi. Kendisi anlamış." diye cevapladı.

"Meral'e bak sen. Hiç ilgilenmiyormuş gibi görünüyor ama her şeyden haberdar. O nereden öğrenmiş ki Zümrüt'ü? Onu da kendi kendine anlamadı herhalde?" diyen Gazel'e baygın bir şekilde baktı Melek.

"Senle Zümrüt'ü tartışırken duymuş. Yani o yüzden bence Yavuz da böyle duymuş olabilir."

Gazel mahcup bir şekilde gülümsedi. "İşte o sondu. Denedim olmadı, anlatmadı bir şey bir daha da konuşmadık. Onu da duymuş senin yer cücesi kardeşin. Ne yapayım? Ama Yavuz'dan eminim, bizi duymadı. Yani bence en olabilir ihtimal Zümrüt'ün söylemiş olması. Başka nereden bilecek yoksa?"

Melek başını iki yana salladı. "Hayatta söylemez Zümrüt. Bilmiyorum, siz bir ağzını yoklayın, bana da haber verirsiniz." dedi. "Şimdi kapatayım." dediğinde Yasemin "Sen hasta mısın?" diye sordu. Az önce soracaktı ama konu birden ilginçleşince bozmak istememişti.

Melek başıyla onaylarken burnunu çekti. "Kampta, soğuk yedim herhalde."

"İyi iyi." dedi Yeliz. "Yiğit mastuva yapmayı bilmese de çorba morba yapmayı biliyordur. İyileştirir seni." Ve işin ilginç tarafı Yeliz'in gerçekleri bilmeden nokta atışı yapmış olmasıydı. Hatta söylediklerinin eksiği var fazlası yoktu.

Melek de bu konuda Yeliz'den çok da fazla bilgi sahibi değildi neyse ki... Yiğit bugün hâlâ yaşıyorsa, bu bilgi eksikliği sayesindeydi.

Melek oflayıp gözlerini devirirken "Geçmiş olsun. Kendine dikkat et." dedi Yasemin de gülerek.

Sonunda vedalaşıp kapattıklarında Melek kantine arkadaşlarının yanına döndü. Filiz ve Mehmet'i bulamamıştı ama Melis'leri bir masada otururken görünce selam vermek için onlara yaklaştı.

"Selam!" dedi neşeyle ve ardından birkaç kez öksürdü... Sesini fazla kullandığında boğazı hemen kuruyordu.

"Ooo geçmiş olsun. Ve selam" diyen Melis çoktan yanını açmış, Melek'e sandalye çekip oturması için alan yaratmıştı. Melek başını iki yana salladı. "Oturmayacağım. Ve çok teşekkürler. Geçer inşallah."

Melek gözlerini "Yiğit de sen de fena üşütmüşsünüz." diyen Asil'den Yiğit'e çevirdi. O da mı hastaydı?

Yiğit de Melek ile göz göze gelince "Ben iyiyim." dedi. Bir yanı Melek'in onun için endişelenmesini isterken diğer yanı istemiyordu. Sadece kendi hakkında endişelensin ve kendine dikkat etsin diye.

"Siz iyisiniz maşallah." dedi Melek gözlerini Yiğit'ten kaçırıp. Çisem elini göğsüne vurup "Turp gibiyiz." diye böbürlendi. Melek gülüp "Allah daha iyi etsin." diyerek göz kırpınca Yiğit'in yüzünde çarpık bir gülümseme peyda oldu.

O sırada Filiz ve Mehmet de kantine inmiş ve Melek'i görünce onun yanına gelmişlerdi.

"Daha iyi misin?" diye sordu Filiz diğerlerine baş selamı verdikten sonra. Melek sevgiyle gülümseyip başıyla onayladı. "İyiyim iyi." Mehmet "Melek biraz konuşabilir miyiz?" diye sorduğu an Melek ve Yiğit'in bakışları bir anlığına kesişti ama Melek sonra gözlerini Mehmet'e çevirdi. "Tabi." dedi ciddi ama samimi bir tavırla.

Yiğit oturduğu yerde dikelip öfkeli bakışlarla Mehmet'i izledi. Nereden çıkmıştı bu yine?

Filiz, Melis'in açtığı alana bir sandalye çekip otururken Melek ve Mehmet de birkaç masa öteye geçip oturdu. Melek oturduğu yerden birkaç saniyeliğine Yiğit'e baktıktan sonra yeniden Mehmet'e odaklanmıştı. Hayır, Yiğit'e neden sürekli bakıp durduğunu da anlamıyordu!

Mehmet'e döndüğünde göz göze geldiler. Mehmet ona gülümsüyordu ama bu gülümseme sanki bir anlam, bir ima içeriyor gibiydi.

"Ne oldu?" diye sordu gülümsemesini kast ederek. Mehmet omuz silkti. "Hiç." derken gülümsemesi hüzünlü bir hâl almıştı. "Geçmiş olsun. Fena üşütmüşsün. Keşke teklif ettiğimde montumu alsaydın."

Melek gülümseyerek başını iki yana salladı. "O zaman sen hasta olurdun. Öksürüp tıksırmayı, vicdan azabına tercih ederim."

"Olsun, bazen hasta olmaya değer."

Melek, buna bir cevap vermedi, daha doğrusu ne cevap vereceğini bilemedi. Bu yüzden bu cevabı vermekten kaçmak için başka bir soru sordu.

"Dün Yiğit'le neden kavga ettiniz? O an inanmış olabilirim Mehmet ama Yiğit'in durduk yere öyle söylemeyeceğini bilecek kadar tanıyorum onu. Olayın başında ne oldu da öyle dedi?"

Yiğit'e söylediklerinin hemen ardından aslında fark etmişti hata yaptığını ama öyle kızgındı ki geri adım atmamıştı. Şimdi olayı Mehmet'e yeniden soruyordu. Doğru düzgün anlatma fırsatı veriyordu ona. Mevzu bahis arkadaşlıklarıydı.

Mehmet de ses tonundan bunu gayet net anlamıştı.

"Bir şeyi merak ettim." dedi Mehmet. Uzun bir soluk verdi. "Cevabını öğrenmek için yem attım. O da yuttu."

Yüzündeki çarpık gülümseme keyifli görünmüyordu ama yapacak bir şey yoktu.

"Daha açık olacak olursan?" diyen Melek elini sallayarak devam etmesini istedi. Mehmet güldü.

"O kişi... Demiştin ya..." dediğinde Melek başıyla onayladı.

"O kişi olmaya layık mı diye merak ettim." Dedi Mehmet bir anda ama Melek öylece bakakaldı. "Ne alâka?"

"Çok geçmeden anlarsın alâkasını." dedikten sonra kaşlarıyla sağını gösterdi. Melek sağına baktığında Yiğit'in onlara doğru geldiğini gördü.

"Gördüm ki" dedi Mehmet ona değil de Yiğit'e bakan Melek'e. "O kişi olmakla çok ilgileniyormuş." Ancak Melek onun bu son cümlelerini duymamıştı çünkü öfkeyle onlara doğru yürüyen Yiğit'e odaklanmıştı.

Yiğit yanlarına geldiğinde Mehmet'e direkt "Kör müsün, düşüncesiz mi? Kızın hasta olduğunu görmüyor musun?" diye çıkıştı.

Mehmet, Yiğit'e alayla bakıp "Oturuyoruz Yiğit biz de, at koşturmuyoruz!" diye karşılık verdi. Melek ise Yiğit'e şaşkınlıkla bakıyordu. Mehmet'e olan gıcıklığından böyle davrandığını düşünüyordu ama ya Mehmet'in dedikleri doğruysa?

Olamazdı... Alenen Melis'i sevdiğini söylemişti, daha iki gün önce...

"Konuşman insana at koşturma hissi veriyor zaten. Hadi Melek, gidip mentollü nane-limon alalım." diyerek elini tutup Melek'i kaldırdı ve elini beline yerleştirdi.

Mehmet, Yiğit'in bu şapşal hâline başını öne eğerek güldü. Melek de ondan daha az aptal değildi. "Yeter artık dalaşmayın, başım ağrıdı." dediğinde Yiğit'in, başını tutarak omzuna yaslamasından bile bir şey anlamıyor olmasını, buna kanıt olarak gösterebilirdi.

Yiğit, onların sürekli gülmelerinden rahatsız olduğu için masadan bir anda kalkmış ve bir bahane düşünememişti. O yüzden orada tamamen doğaçlama olarak konuşmuştu ve sonuca bakacak olursak başarılı da olmuştu. Melek'in belinden tutarak başka bir masaya oturttu ve "Sen burada biraz başını koy dinlen. Ben nane limonu alıp geleyim." dediğinde Melek de "Kendine de al bari." diyerek gizli flörtleşmesine karşılık verdi. Onları izleyen beş kişi de onların bu haline gülmüştü. "Hayatımda Yiğit'ten daha aptal birini tanımam diyordum. Melek'in de ondan eksik kalır yanı yok maşallah." dedi Melis.

Asil, "İnkâr aşamasını bir türlü atlatamıyorlar bence. Aralarındaki anlaşma, işleri saçma bir noktada düğümlemiş gibi." diye bir yorumda bulununca Melis "Ooo Asil Bey, ilk kez psikoloji öğrencisi olduğunuzu hissettim." dedi ve ardından beğeniyle dudak büktü. "Güzel tespit." Asil güldü. "Eh, mecburen okuyor olsak da illaki sirayet ediyor üstümüze." diye karşılık verdi. Ne seçeceğini bilmediği için Yiğit'in de ısrarıyla psikoloji seçmişti. Aslında üniversiteyi gereksiz görüyordu. Ticarete basıyordu kafası. Yurtdışındaki dev internet sitelerinden birinde satıcılık yapıyordu bu yüzden. Üniversiteyi, sırf ortamı için okuyor desek, yeriydi.

Yiğit o sırada kantin sırasına girmiş, sıra ona gelince de hem Melek için hem de kendisi için mentollü nane limon almıştı. Melek için bir tane de muzlu kek almış olması da tamamen iyi bir insan olmasından kaynaklanıyordu. Kim için olsa yapardı(!)

Masaya döndüğünde Melek'le göz göze geldiler. İkisi de ne yaptıklarının farkına vardıkları andaydılar, bu yüzden utançla birbirlerinden gözlerini kaçırdılar.

Yiğit, Melek'in tam karşısına oturdu. "Yüzün çok soluk." dedi keki cebinden çıkartıp önüne koyarken. "Bir şeyler yemelisin."

Melek bir keke bir Yiğit'e baktı. Keki eline alırken "Beni düşündüğün için sağ ol ama canım istemiyor." diyerek keki Yiğit'e uzattı. "Sana afiyet olsun."

Yiğit, kaşlarını çatıp keke bakarken "Sevmiyor muydun? Sürekli bundan yiyordun sanki?" dedi. Melek, Yiğit'in buna dikkat etmiş olmasına şaşırmıştı. Kaşlarını kaldırdı ve "Seviyorum." dedi buna şaşırdığını Yiğit'e de belli ederek. "Ama şu an canım bir şey yemek istemiyor..."

"İstemese de yemelisin. Başka bir şey alayım mı?" diyerek kalkmaya yeltendiğinde Melek kekin poşetini açtı.

"Yarı yarıya." dedi gözlerini kısarak. Yiğit güldü. "Muhabbet kuşuna versen karnı doymaz Melek, ye işte."

Melek de gülüp paketi tamamen açtıktan sonra göz kararı ikiye böldüğü kekin bir parçasını Yiğit'e uzattı. Yiğit elini uzattığındaysa geri çekti ve ağzına doğrulttu. Yiğit şaşırıp kaldığı birkaç saniyenin ardından eğilip ağzını açtı. Melek, kek parçasını Yiğit'in ağzına koyduktan sonra kendi parçasını da üç ısırıkta bitirdi. "Doydum." Dedi genişçe gülümseyerek. "Çünkü paylaşırsan çoğalır."

Yiğit, hipnotize olmuş gibiydi. Melek'in keki ağzına attıktan sonra çiğnemesi, çiğnerken gülümsemesi, dudağının kenarındaki kırıntı... Sanki dünya bunlardan ibaret olmuştu. Eli istemsizce kalktı ve Melek'in dudağının kenarındaki o minik kırıntıya ulaştı. O kırıntıyı oradan alıp elini çekecekti sözde ama kırıntıyı temizledikten sonra kontrolsüz parmakları Melek'in yanağına değdi. Okşamak mı sayılır bu yoksa öylesine bir sürtünme mi emin olamadılar. Melek derince nefes aldığında Yiğit kendine gelip elini geri çekti. "Kırıntı." Dedi gözlerini kırpıştırarak. "Kek kırıntısı kalmıştı." Melek de panikle başını salladı. "Teşekkürler."

Olayı daha fazla garipleşmesine izin vermeyen Yiğit "Dersim bitti benim." dedi. gülümseyerek. "Senin de dersin bittikten sonra bir hastaneye gidelim."

Yiğit'in teklifine burun kıvıran Melek "Gerek yok bence. Bu çaydan alalım eve giderken, çok iyi geldi. Kokusu bile burnumu açtı." dedi cümlenin sonunda kıkırdayarak.

Yiğit başıyla onayladı. "Alırız ama önce hastaneye gideceğiz. Bunun kaçışı yok. Hem korkma iğne falan vurmazlar artık. O kısmı ben senin için dün gece iğnesiz hallettim."

Yiğit'in muzip sözleri Melek'e şen bir kahkaha attırdı. Sonra aklına gelen detayla kan yanaklarına hücum etti. "İnşallah dün gece konusunda dürüstsündür?" dediğinde Yiğit paniklese de çaktırmadan "Hangi konuda?" diye sordu. Melek kendine tepeden bir tur bakıp "Beni giydirirken hiç bakmadığın konusunda" diye açıkladı. Yiğit gülüp "Bikini giymişsin gibi düşünürsek o kadar-" derken Melek'in gözleri ardına kadar açıldı. "Hani hiçbir şey görmemiştin?" diye inledi. Yiğit, ağzından kaçanlar yüzünden kendine küfrederken "Ama durup izlemedim sonuçta, gerçekten bakmamaya çalıştım da. Zaten hemen yorganı örttüğüm için hala bir şey görmüş sayılmam bence." diyerek kendini savundu. Sırf bir göz değmesine bu kadar tepki veren kız acaba öptüğünü öğrense nasıl bir katliama kurban ederdi onu?

Melek ve Yiğit'in baş başa kalmasına müsaade edip onları izleyenler bu çifte kumru hallerini onların yüzüne vurmamayı tercih etmişlerdi. Onları kendi haline bırakıp, kendi kendine duygularının farkına varmalarını bekleyeceklerdi. Mehmet de onlara katılmış, Melek'i kesin olarak kaybettiğini kabul etmişti.

Melek bu kez Yiğit'e "Mehmet sana ne dedi de delirdin ve öyle şeyler söyledin Yiğit?" diye sordu ama Yiğit bu soruyu dan diye beklemediği için mentollü içeceği boğazında kalmış ve mentolün de etkisiyle şiddetli bir şekilde öksürmeye başlamıştı. Melek yerinden doğrulup sırtına vurdu. "Helal helal! Ne oldu ki birden?"

Yiğit elini iki yana sallayıp Melek'in yerine oturmasını istedi. Bir süre daha öksürüp "Mentol kokusu boğazıma kaçtı." dedi. Ancak sorunun arada kaynadığını sansa da öyle olmamıştı.

"Evet?" dedi Melek. "Seni dinliyorum."

Yiğit bir an gözlerini arkadaşlarıyla aynı masada oturan Mehmet'e çevirip yeniden Melek'e döndü.

Gözlerini kaçırıp "Boş ver." dedi. Melek'in ısrarlı bakışlarıyla omuzları düşse de "Ya, Melek lütfen söylemeyeyim. Sonra söylerim söz." diyerek diretmeye devam etti.

Melek daha da meraklandı. "Ya ne söylemiş olabilir? Arkadaşlığımı bitireceğim ona göre. Söyle." dediğinde Yiğit gözlerini devirdi. "Keşke öyle bir şey yapsan da şimdi günahına girmeyeyim, senin için kötü bir şey demedi."

"Daha çok merak ettim." dedi gözlerini kırpıştırarak. Ciddi bir tavrı da vardı aynı zamanda.

Yiğit masum, küçük bir çocuk gibi tebessüm edip "Sonra..." dedi.

"Ne kadar sonra mesela?" diye soran Melek'le bir süre yukarı bakarak düşündü. "Bir ay?"

"Çüş!" dedi Melek yüksek sesle.

Yiğit "29 gün?" diye yeni bir teklif sundu. Baya indirim yapmıştı.

"Üç gün Yiğit." dedi Melek! Bu kez Yiğit'in gözleri büyüdü. "28 gün son teklifim. Ya 28 gün ya hiç!"

Melek güldü. Ne kadar saçma bir muhabbetti bu yahu?

"Tamam Yiğit, söyleme! İstemiyorum artık ama bir daha böyle şeyler de söyleme kimseye!" dedi öfkeyle. Yiğit omuz silkti. "Söz veremem." dediğinde Melek masanın altından ayağına bastı!

"Kaşınma!"

Yiğit acıyla inlerken diğer yandan da gülüyordu. Alayla "Bu biraz geç olmadı mı? Nikâhtan sonra basman gerekmiyor muydu?" diye sordu.

🍇

Sosyal Medya:

İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr

Twitter: Busrastypwriter

Tiktok: Busras.typwriter

Bölüm : 05.10.2024 13:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...