Kısa bir bölüm oldu bu yüzden önceki bölümle arasına çok zaman koymadım. Dediğim gibi bölümleri olabilecek en mantıklı şekilde bölüyorum. Diğer bölüm de araya çok zaman girmeden gelecektir. Tabi ki siz de beğeniyor ve istiyorsanız. Yorumlarınızı bekliyorum...
🍇
28.BÖLÜM
Yiğit bir an gözlerini arkadaşlarıyla aynı masada oturan Mehmet'e çevirip yeniden Melek'e döndü.
Gözlerini kaçırıp "Boş ver." dedi. Melek'in ısrarlı bakışlarıyla omuzları düşse de "Ya, Melek lütfen söylemeyeyim. Sonra söylerim söz." diyerek diretmeye devam etti.
Melek daha da meraklandı. "Ya ne söylemiş olabilir? Arkadaşlığımı bitireceğim ona göre. Söyle." dediğinde Yiğit gözlerini devirdi. "Keşke öyle bir şey yapsan da şimdi günahına girmeyeyim, senin için kötü bir şey demedi."
"Daha çok merak ettim." dedi gözlerini kırpıştırarak. Ciddi bir tavrı da vardı aynı zamanda.
Yiğit masum, küçük bir çocuk gibi tebessüm edip "Sonra..." dedi.
"Ne kadar sonra mesela?" diye soran Melek'le bir süre yukarı bakarak düşündü. "Bir ay?"
"Çüş!" dedi Melek yüksek sesle.
Yiğit "29 gün?" diye yeni bir teklif sundu. Baya indirim yapmıştı.
"Üç gün Yiğit." dedi Melek! Bu kez Yiğit'in gözleri büyüdü. "28 gün son teklifim. Ya 28 gün ya hiç!"
Melek güldü. Ne kadar saçma bir muhabbetti bu yahu?
"Tamam Yiğit, söyleme! İstemiyorum artık ama bir daha böyle şeyler de söyleme kimseye!" dedi öfkeyle. Yiğit omuz silkti. "Söz veremem." dediğinde Melek masanın altından ayağına bastı!
"Kaşınma!"
Yiğit acıyla inlerken diğer yandan da gülüyordu. Alayla "Bu biraz geç olmadı mı? Nikâhtan sonra basman gerekmiyor muydu?" diye sordu.
Ders saatleri gelene kadar Yiğit'le atışan Melek arkadaşlarıyla dersine gitmiş, Yiğit de arkadaşları gidene kadar okulda onlarla takılmış, onlar gittikten sonra da telefondan oyun oynayarak Melek'in dersinin bitmesini beklemişti.
Melek'in dersi bitince onu da alıp özel bir hastaneye gitmişlerdi. Doktor her ikisine de aynı ilacı yazmıştı. Yiğit ve Melek önce bir aktara gidip ayva yaprağı ve zencefil almışlardı. Zencefilin hem tozunu hem de kurusunu almışlardı. Yiğit çıkmadan gördüğü her grip çayını da kasaya koyarak Melek'i çıldırmıştı ama Melek milletin ortasında ona çemkirmek istememişti.
Oradan çıkıp önce eczaneye sonra da markete gidip ev için erzak ve abur cubur alışverişi yapmışlardı, Yiğit burada da aynı çayların sallama olanlarını alınca Melek onları boşaltıp mentollü, toz nane limonun yeterli olduğuna onu ikna etmeye çalışmıştı. Ancak kasaya geldiklerinde yeniden o çayları görünce Melek cinnetin eşiğine gelmiş olsa da yine insanların içinde bir şey söylememiş ama arabada Yiğit'in başının etini yemişti.
Yiğit ise Melek'in konuşmasını masalmış gibi keyifle dinlemiş ve arabayı lüks bir restoranın önünde durdurmuştu.
Yiğit'in dışarıda yeme teklifi Melek tarafından memnuniyetle kabul edilince yakınlardaki restoranlardan birine gitmişlerdi. Hem aç hem yorgun hem de hastalardı. Bu yüzden çok makbule geçmişti.
Yine kâh atışarak kâh gülüşerek, dışarıdan da çok yakışan sempatik bir çift gibi görünerek yemeklerini yemiş ve evlerine dönmüşlerdi.
Eve gelince ne yapacaklarını bilemeyen şaşkın çift önce ilaçlarını içmiş sonra da salonda öylece kös kös oturmaya başlamıştı. Sonra Yiğit "Film mi izlesek?" diye bir teklif ortaya atınca Melek de balıklama atlamıştı bu teklife... Sanki bunu bekliyormuş gibi...
Bunun üzerine Yiğit hemen kalkıp televizyonu açtı ve abonelik aldığı bir siteden film aramaya başladı.
Melek'e de "İzlemek istediğin bir şey var mı?" diye sordu tabi.
Melek de filmlere bakarken "Bilmem, bakınalım dedi." Sonra bir İspanyol dizisi gözüne çarptı.
"Bu güzel bir şeye benziyor. Dizi ama olsun, birkaç günde izleriz." diye bir öneride bulunduğunda Yiğit hemen kabul etti. Bu onu çok rahatsız eden bir bilgiydi ama film falan umurunda değildi. Melek'le vakit geçirmek istiyordu.
Melis ve Melek kıyaslaması ise hâlâ yapılmamıştı. Sonucundan korktuğu bir şeydi bu ve olabildiğince erteleyecekti.
Beraber yaşadıkları için bu etkilenmenin normal olduğunu düşünüyordu. Hemen abartıp bir isim koymaya gerek yoktu. Bir süre daha kendisini, Melek'i ve hislerini gözlemlemek istiyordu.
Diziyi açmadan önce Melek "Dur bir dakika." dedi ve mutfağa gidip abur cubur koydukları dolabı açtı ve bir paket cips, bir çikolata, bir paket de bisküvi alıp tabaklara koydu. İki bardak da kola doldurup salona dönünce Yiğit memnun bir gülümsemeyle göz kırptı Melek'e "Harikasın!" dedi içinde geçen onlarca iltifatı zorlukla susturarak.
Çok güzelsin, çok düşüncelisin, seni öpmek istiyorum... Tamam bu araya karışmıştı ve bir iltifat değildi ama içinden geçiyordu, yapacak bir şey yoktu. Devam edelim. Gözlerin çok güzel, dudakların da çok güzel, yaptığın yemekler muhteşem, çok güzel kokuyorsun, çok akıllısın, dudaklarının tadı damağımda kaldı... İşte araya sızan bir başka itiraf. İltifat ve itiraf kelimesi birbirine çok yakın olduğundan Yiğit'in beyni karıştırıyor olmalıydı.
Melek "Başlatmayacak mısın?" diye sorunca bakışlarını onun üstünden alıp "Başlatacağım." dedi mahcup bir gülümsemeyle.
Ve diziyi açtığı an fail!
Dizi direkt olarak seks sahnesiyle başlıyordu. Yiğit, günün ikinci öksürük krizine girerken Melek başını eğdi. Ancak televizyonun ses sistemi baya iyiydi ki tüm ev, ekrandaki çiftin sesiyle inliyordu. Bir türlü bitmek bilmeyen sahneye dayanamayan ikili aynı anda sehpanın üstünde duran kumandaya uzanınca kafaları birbirine çarptı ve başlarını çevirdiklerinde yüzleri birbirine değdi. Yiğit yutkundu, Melek'in kalbi bir anda soluk borusunu tırmanmaya başladı, ikisi de birbirinin dudaklarına baktı ve ikisi de diğerinin baktığının farkındaydı.
O an telefon çaldığında ikisi de ani bir hareketle uzaklaştılar. Yiğit ayağa kalktı ve telefonunu aldı eline. "Efendim anne!" diye bağırarak telefonu açmasından annesinin korkmuş olması Yiğit'in umurunda değildi.
"Ne oldu oğlum? Ne bu sinir?" diye sordu İpek Hanım ama Yiğit yine bağırarak cevap verdi. "Sinir minir yok' Niye aradın?"
İpek Hanım ise olayı tamamen yanlış anlamış, bu siniri Melek ve Yiğit'in kavga etmiş olmalarına yormuştu. Gülay'ın birkaç hafta önce söylediği şeyleri de düşününce artık korkmaya başlamıştı. Hayır yani oğlunu tanıyordu bir kadına, kendinden daha güçsüz olduğu alenen belli olan hiçbir canlıya eli kalkmazdı. Melek'e de kalkmadığına emindi ama yine de Gülay'ın anlattıkları aklını kurcalıyordu. Melek'e el sürmese de kalbini kırmış olabilirdi.
Ve şu anki sinirini de kavgaya yormuştu. "Oğlum durumunuzu sormak için aradım ama anlaşılan iyi değilsiniz. Kavga mı ettiniz?" diye sordu. Yiğit bir an Melek'e bakıp eliyle odasını gösterdi. Bu 'odama geçiyorum' demekti. Melek de başıyla onaylayıp ayağa kalktı ve el bile sürmedikleri atıştırmalıkları topladı. Yiğit odasına geçerken aklına küfür ediyordu, tabi yine aklından...
'Neden bir çizgi film izlememişlerdi ki?'
Odasına geçince "Anne kavga etmiyorduk. Kamptan dönünce biraz üşüttük o yüzden dinlenmeye çalışıyoruz ama sen aradığın için dinlenemiyoruz." dedi. Cümlenin asıl ham hali şuydu. 'Anne kavga etmiyorduk. Öpüşmek üzereydik. Biraz film arası vermiştik. Ve bir şekilde o hale geldik ama senin yüzünden öpüşemedik ve içimde kaldı.' Ancak elbette ki Yiğit bu şekliyle söyleyemeyeceği cümleyi daha usturuplu bir şekle uyarlamıştı.
"Aa hasta mısınız? Niye? Ah oğlum ah! Bu soğukta ne kampı? Gelinim nasıl?" diye sordu. Annesi, gelinim deyince Yiğit duruldu ve yüzünde şapşal bir gülümseme oluştu.
"Dün ateşi vardı da bugün iyi." dedi sırıtarak. İpek Hanım elbette bu gülümsemeyi sesinden almıştı. "İyi bari. Hastaneye gidin mutlaka." dediğinde Yiğit "Gittik." dedi. "İlaçlarımızı da içtik."
"Tamam oğlum. Ben kapatayım, siz dinlenin." dediğinde Yiğit "Bir dakika" dedi. Melek'in sözlerini hatırladığında yüzünde gülümseme oluşurken bu kez sesine yansıtmadı. "Bizim böğürtlen reçelimiz bitti. Reçel yollayın bize." dedi sertçe. İpek Hanım, bu emir veren tavır karşısında şaşkınlıktan bir süre dilini yuttu. "Ne?" dedi hayretle. Sonra gülmemeye çalışarak "Sizin... Neyiniz bitti?"
"Reçelimiz!" dedi Yiğit yine sert bir sesle. İpek Hanım daha fazla dayanamadı ve kahkaha attı. "Emriniz olur Hünkârım. Ne demek?"
Yiğit annesinin alaylı gülüşüne aldırmadan "Çok gönderin." Dedi. Melek çok seviyordu. Bitecek diye az az yesin istemedi.
Berivan, Melek'in Böğürtlen reçelini çok sevdiğini söylemişti İpek'e. İpek Hanım da oğlunun kahvaltı yapmadığını biliyordu yani muhtemelen Melek için istiyordu. Bu detay içini rahatlattı. Tüm endişeleri uçtu gitti. Olmuş ve de bitmişti bu iş.
Annesiyle vedalaşıp telefonu kapattıktan sonra yeniden salona döndü ama Melek salonda yoktu. Tam sinirle annesine söylenecekti ki mutfaktan gelen seslerle oraya yöneldi. Melek ocağın başındaydı.
Yiğit "Ne yapıyorsun?" diye sorunca Melek "Ayva yaprağıyla zencefil kaynatıyorum." Diye cevap verdi.
Yiğit oldukça centilmen bir tavırla "Yardım edebileceğim bir şey var mı?" diye sordu. Yiğit'teki gelişme gözle görülür düzeydeydi ve Melek de bunu fark etmişti. Sırf içeri geçmesin yanında dursun diye-ki bunu sorsanız asla kabul etmez- eliyle dolabı işaret edip "Bir tane limon çıkarıp dilimleyebilirsin. Çok daha faydalı oluyor." Dedi.
Yiğit içeri girip Melek'in dediğini yaptı. Melek bal kavanozunu Yiğit'e uzatıp "kapağını da açarsan çok makbule geçer." dedi gülümseyerek.
Yiğit içinden 'Artık kavanoz kapağı açacak seviyeye de geldiysek tam olarak evliyiz demektir' diye düşündü. Melek'in zorlansa da açamadığı kapağı Yiğit kolayca açtı. "Bileklerim çok ince, hiçbir işe aramıyor." dedi Melek burun kıvırarak. Melek'in mimikleri, Yiğit'in iradesini daha çok zorluyordu. Gözlerini kaçırıp ensesini kaşıdı. "Bal yoğun olduğu için açamaman normal. Bakma, ben bu kasları yapmak için senelerimi verdim." deyişiyle Melek, Yiğit'in kaslarını inceledi.
Yanaklarına al basmasının sebebini bilmiyordu.
Ya da kimi kandırıyoruz? Biliyordu... Yiğit'i üstsüz hayâl etmişti...
"Baya uğraşılmış... Evet." dedi dudakları kapalı, gözleri kısık sahte sırıtmasıyla.
Yiğit Melek'e daha çok yaklaştı ve sessizce mırıldandı. "Baya uğraştım... Evet."
O an kaynayan çay taşınca yeniden uzaklaştılar. Yiğit içinden küfrederken arkasını döndü. Denemenin manası yoktu. Olmamalıydı, işaretler bunu gösteriyordu.
Melek bardakları aceleyle doldurup bal ve limon da koyduktan sonra kendi bardağını alıp panikle odasına gitti. Yiğit, Melis'e âşıktı. Kendisi de Yiğit'e karşı his beslemiyordu. Aşk yoktu. Bunlar çekimdi. Sürekli yan yan durmanın vermiş olduğu doğal hislerdi. Aşk yoktu, çekim vardı.
Olmamalıydı!
🍇
Sosyal Medya:
İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr
Twitter: Busrastypwriter
Tiktok: Busras.typwriter
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
9.7k Okunma |
883 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |