Yeni Üyelik
33.
Bölüm

🍇32. Bölüm🍇

@busbckr

Selamlar yeni bölümle biz geldik. Arkadaşlar etkileşim inanılmaz az okunma da çok değil ama ona kıyasla bile az. Burada yayınlamakla hata mı ettim bilmiyorum. Direkt diğer şekilde mi yayınlasaydım kitabı? Kitabı alacak durumu olmayanlar için ben burada yayınladım. Lütfen en azından beğenip bir kaç kelime fikrinizi belirtin. Benim bu platforma tutunma sebebim bunlarken bunlar olmayınca paylaşmamın bir anlamı kalmıyor. Anlayışınız için teşekkür ederim. Keyifli okumalar 🙏🏻

🍇

 

32. BÖLÜM

Pazar sabahı olduğundan hepsi, uykusunu alana kadar uyumuştu. Melek, diğerlerine kıyasla biraz daha erken kalkmış ve kahvaltı hazırlamıştı. Çay kaynarken de Yiğit mutfağa yanına gelmişti.

"Beni neden uyandırmadın?" diye sorduğunda Melek "Yemek benim sıram ya." dedi gülerek. Yiğit onu azarlayan bir bakış atıp "Bu hafta sıra falan yok. Ne yapacaksan bana da söyle beraber yapalım." dedi.

"Sana değişik bir şeyler olmuş." diyen Melek alayla güldü. Yiğit paniklemişti. Tam inkâr edecekti ki Melek "Sürekli hastalanıyorum diye vicdan azabı mı çekiyorsun?" diye sordu. Güldü Yiğit, rahatlamıştı. "Sürekli hastalanan küçük bir kız çocuğusun. Ne yapayım?" dedi. Melek gözlerini kısıp "Seninle kavga ederken yorgun düşüyorum ya... Ondandır." diye homurdandı.

Yiğit sahte bir şaşkınlıkla işaret parmağını kendine doğrultup "Ben?" diye sordu. Melek başıyla onayladığında ise bir elinin parmaklarını ağzına kapattı ve mahalle teyzeleri gibi bir tavırla "Allah kuru iftiradan saklasın. Tövbe estağfurullah!" diye söylendi. Melek "Âmin." diyerek güldü. "İftiraysa saklasın!"

Salondan sesler gelince biraz uzaklaştılar birbirlerinden. Son zamanlarda çok yakınlardı ve işin garibi nasıl yakınlaştıklarını da anlamıyorlardı.

Hepsi el birliğiyle yatakları toplamış, kahvaltıya oturmuşlardı. Bugün genel bir Ankara turu atacaklardı. Aralarındaki gereksiz negatif elektriği de ne yapacaklarını kimse bilmiyordu.

Bir süre nereye gideceklerine karar veremeyince Yiğit onları Göksu parkına götürmeyi teklif etmişti. Günlerinin yarısına yakını bu parkta geçmiş, yemeklerini de parkın yakınlarındaki bir restoranda yemişlerdi. Oradan Ulus'a Hacı Bayram Veli'ye gelmişler ve eve dönmeden de Anıtkabir'e uğramışlardı.

Eve dönüş yolunda Yasemin "Anıtkabir'in etkisinden çıkamıyorum." dedi Melek'e. Yine kızlar erkekler olarak ayrılmışlardı. "Ben de geldiğimden beri ilk kez geldim. Hatta alışveriş merkezleri dışında ilk kez gezdim. Yaşadığın yerde gezemiyorsun laneti tamamen doğru." diye cevap verdi Melek. "Muhteşem bir histi gerçekten. İnsan, geçmişte sadece kendi dönemi değil, gelecek nesiller için de mücadele eden, ömrünü bu uğurda harcayan birinin sadece anıtında bile bu kadar yoğun ve gururlu hissediyormuş demek ki... Bugünler için daha doğmadan borçlanmışız ve gidince anladım ki bu borcu ancak aynı yollardan geçip aynı değerler için savaşarak ödeyebilirmişiz." dediğinde Yeliz de "Ben neyi fark ettim biliyor musunuz? Neredeyse 100 yıl önce beni düşünen Atalarım kadar ben bugün kendimi ve geleceğimi düşünmüyormuşum. Umarım herkes benim kadar geç farkına varmaz. Ya İstiklal ya ölüm diyerek kurulan bu ülkeye hak ettiği istiklali ancak ve ancak çalışarak, üreterek ve dışa bağımlılıktan kurtularak verebiliriz." dediğinde Yasemin, altına imza atacağı sözlere sırf Yeliz söylüyor diye güldü. "Dedi liseyi terk eden Yeliz Karasu!"

Yeliz, derin bir nefes verdi. Bu konuyu dün gece de ciddi ciddi düşünmüştü ama şimdi Anıtkabir'de de geçmişin zorlu mücadelelerini görünce emin olmuştu. Sevgili için falan değil, önce kendisinin sonra da ülkesinin geleceğini kurtarmak için okuması, bilmesi ve üretmesi gerekiyordu. Bu düşüncelerle "Galiba ben de açık öğretimden okuyacağım ya..." dediğinde Yasemin heyecanla arkasına döndü. Kulaklarına inanamıyordu. "Lütfen Yeliz! Eğer sen okursan söz, çok yardımcı olurum sana!" Yeliz gülümseyip başıyla onaylarken bakışlar Gazel'e dönmüştü. Melek de dikiz aynasından kuzenine bakıyordu. Okumamak kendi kararı bile değildi. Gazel'e en en en çok kızdığı konu buydu. Babası, annesi, abileri okumaması için değil okuması için zorluyorlardı ama o sırf sevgilisi liseye gitmesini istemediği için okumuyordu. Şimdi bu konuşmaları dinleyince onun da içinde bir heyecan dalgası oluşmuştu. Ya şimdi ya hiçti!

Gazel çekinerek "Bana yardım ederseniz ben de Yeliz'le gidip yazılırım." dediğinde kızların yüzündeki gülümseme olabildiğince büyümüştü. Zümrüt zaten karar vermişti ve hep aklında vardı bu.

Melek "Eğer lise ile sınırlı kalmazsanız ben de yardımcı olurum. Üniversiteye hazırlandığım notlarım çok düzenli ve temiz hala. Veririm size." dedi. Yeliz güldü. "Ben zaten moda tasarımı okumak istiyordum." diye itiraf etti.

Gazel "Ben de anasınıfı öğretmeni olmak isterdim hep." dediğinde Zümrüt "Ben de Yeliz gibi moda tasarımı okumak istiyorum. Zaten dikiş nakış çok seviyorum, biliyorsunuz." Yasemin ve Melek birbirine mutlulukla bakıp güldü.

Kızların bu okuma sevdası aslında Melek ve Yasemin'i gördükçe ortaya çıkıp gün geçtikçe büyümüştü. Melek'in attığı fotoğraflar, herkesin onların okullarıyla ilgili olması ve sürekli sorması, okulda eğlenceli anılarının oluşması... Her şeyden öte, okul bitince gerçek bir altın bileziklerinin olacak olması...

Gazel'in gergin hâli kızların gözünden kaçmamıştı. Yeliz "Mustafa'dan mı çekiniyorsun?" diye sordu tedbirle. Ona bu konuda asla hak vermiyordu ama bir noktada anlıyordu da. Mustafa'yı çok seviyordu ve onun için fedakârlık yapmanın çok kutsal bir şey olduğuna inanıyordu. Gereksiz fedakârlığın kutsal olmadığını anlamıyordu sadece.

Gazel başını iki yana salladı. "Hayır... Yani o ne derse desin kararlıyım bu kez. Sadece ayrılma ihtimalimiz biraz canımı sıktı."

Melek "Ayrılmazsınız korkma." dedi imayla. "Her dediğine 'Tamam' demediğinde daha değerli olursun hatta. Biraz kendini düşün ya! Sen onun emir eri değil, sevgilisisin Gazel."

Gazel, kuzenlerinin düşündüğü gibi bir ilişki yaşamıyordu, Mustafa'nın da fedakârlık yaptığı pek çok şey vardı. Mesela bugüne kadar sırf Gazel istemiyor diye elini bile tutmamıştı. Her istediğinde göremiyordu onu. Gazel, kendisinin okumasını istememe sebebinin içten içe onun da lise mezunu olmasından kaynaklandığını biliyordu. Eğer Gazel okursa aralarındaki devasa engelin daha da büyüyeceğini düşünüyordu. Yoksa 'Ortama güvenmiyorum' bahanesinin doğru olmadığının farkındaydı. Onun gururu kırılmasın diye de anladığını dile getiremiyordu. Mustafa'nın ailesi bir giyim mağazasına ortak olmuştu. O da orada çalışıyordu. İşi vardı ama tahsil başka bir meseleydi. Ve bir yerde hakkı da vardı. Mustafa düşmanlarının çocuğu değil de sıradan biri olsaydı bile eğitim farkı yüzünden babası sorun çıkarırdı, istemezdi. Ancak yine de illaki kabul ederdi. Bu hâldeyken yani düşmanlık varken ekstra bir sorun yaratmak istemedi Gazel de. Ancak eğer onunla birlikte Mustafa da okursa...

Yeni bir sorun eklemiş olmazlardı böylece...

İşte kızlar olayları böyle bilmiyordu. Gazel de sırf sevdiğinin gururu incinmesin diye söylemiyordu kimseye ama onlara da hak veriyordu. Gazel normal şartlarda üniversiteye gitmek isterdi hep. Kendini bildi bileli hayâliydi anasınıfı öğretmeni olmak... Öğretmenleri sorduğunda, sırf söylemiş olmak için söylememişti hayâlini hiçbir zaman

"Öyle değil Melek." dedi sakince. Hiçbir şey bilmeyen kuzenini de yargılamıyordu. Gizleyen kendisiydi. "Mustafa hiçbir zaman bana yapmayacaksın, etmeyeceksin demedi. İstemiyorum dedi ben de tamam dedim. İstiyorum dersem de hayır demez."

Ama gururu kaldırmazsa ayrılabilir...

"Bir şey diyeyim mi? Ben çok acıktım." dedi Yasemin konu değişsin diye. Hazır tamam demişlerken kızların üstüne gitmelerinin sorun olacağını düşünüyordu.

Yeliz, ikizine gözlerini devirerek "İki saat olmadı daha yemek yiyeli?" dediğinde Yasemin "Sevmedim yemeği, yiyemedim Yeliz! Hem ayrıca istediğim kadar da yerim sana ne?" diye cevapladı. Sonra Melek'e dönüp "Ev yemeği istiyorum." dedi. "Evde yemek yapalım."

Gazel "Valla ben çok yorgunum hiç mutfağa giremem dedi. Zümrüt de "Ben uyumak istiyorum." diye devam etti. Tüm gün sessizliğiyle adeta yok gibiydi. Hiçbir canlılık belirtisi göstermeden geçirdiği günün ardından bu kadar yorulmasının sebebi elbette ki içinde verdiği savaştı. Melek'i istemeden Yavuz'a düşman etmişti ve bu yüzden Yavuz ondan açıkça daha çok nefret ediyordu. Önceki gün AVM'de yaşananlar sanki rüyasında gördüğü sahnelermiş gibiydi. O Yavuz sanki dublördü de gerçeği sahnelere geri dönmüştü.

Yasemin "Yeliz sen de..." diyerek bahanesini beklese de Yeliz "Ben gayet dinç hissediyorum. Mastuva yapacaksak yardım ederim." dedi Yasemin abartılı bir bıkkınlıkla gözlerini devirip elleriyle boğazlı kazağının yakalarını çekti. "Yeter! Daha gelmeden önceki gün yedin yeter! Aç gözün doysun!" diye söylendi. Kızlar gülerken Yeliz "Sen açım dedin! Ben mi dedim?" diye daha çok kışkırtınca Yasemin "Tamam tokum ben yemiyorum." diyerek pes etti. Mastuva yoğurt, pirinç ve bulgurdan yapılan keşkeğe benzer bir yemekti. Ortasına bir çukur açılıp içine kızdırılmış tereyağı dökülürdü. Genel olarak Bingöl'de çok sevilen bu yemek Yeliz ve Enver yüzünden Karasu ailesinin diğer fertleri tarafından rağbet görmüyordu.

"Tamam." dedi Melek. "Sen mastuva yap, diğer yemekleri biz hazırlarız. Bir yemek bir yemektir."

Yeliz keyifle gülerken Yasemin somurtuyordu. Azıcık yemek keyfi olacaktı ikizi olacak şeytan yine ortalığı karıştırmıştı.

Eve geldiklerinde ellerini yüzlerini yıkayıp mutfağa geçmişti kızlar. Sadece Zümrüt uyumak istediğini söyleyerek odasına çekilmişti. Gazel de yorgun olduğunu söylese de yanlarında oturmuş, oturduğu yerde salata yapma görevi de ona verilmişti. Yeliz, ocağın başında mastuvasını karıştırırken Melek, tavuklu ve mantarlı bir yemek yapıyordu. Bir yanda makarna pişerken Yasemin de şehriye çorbasını ocağa koydu. Yeliz'e "Arada bunu da karıştır! Adı mastuva değil ama idare et!" diye de söylenmeyi unutmadı. Ardından geçip, bir tencerede makarnanın sosunu hazırlamaya başladı.

Kızlar el birliğiyle yemekleri hazırlayıp sofrayı kurduğunda erkekler 'Tokuz' dediklerine diyeceklerine pişman olmuşlardı. Oysa yemekler hazır olana kadar ya da yemek kokusunu duyana kadar acıkacaklarını hesap etmeleri gerekirdi.

Elbette ki yeryüzünün en iyi ve en tehlikeli ama aynı zamanda da en merhametli ve en akıllı varlığı olan kadınlar bunu akıl etmişti. Bu yüzden yemekleri sekiz kişiye yetecek kadar çok yapmışlardı.

"Oturun hadi." dedi Melek gariban gariban onları izleyen adamlara. "Ben gidip Zümrüt'ü çağırayım." dedi Gazel. Herkes sofraya gelirken Gazel, Zümrüt'ün yanına gitmiş onu çağırmıştı ama Zümrüt tok olduğunu söyleyerek onu geri göndermişti.

Zümrüt bu hayattan hiçbir tat alamıyor, oksijen israfı olduğuna inanıyordu. Kulağında Şifa İstemem Balından* çalıyor içindeki hastalık onu tüketiyordu.

Şarkı 'Taşa değmesin ayağın, lale sümbül açsın bağın, istemem metheylediğin, yeter arkamdan atmasın' diyor, Zümrüt şarkıyı kendisi için yazılmış gibi hissediyordu. Bugüne kadar hep o iyi olsun istemiş, uzaktan onu izlemekle, gülüşüne hayran olmakla yetinmişti. Oysa o, şimdi ondan nefret ediyordu. Mutluluğunu istemişken, başka hiçbir talebi olmamışken, Yavuz ona 'Dilerim sen de mutlu olmazsın' demişti. Mutsuzluğunu dilemişti. Hoş dilemese bile vaziyeti pek de farklı değildi ya...

Gözlerine neşeden başka duygu yerleşmesini istemediği adamın gözleri ona her baktığında nefret doluydu. Zümrüt, o zamanlar çektiği acı için daha fazlası olmaz derken bugün, eski günlerini arıyordu. Dün onu yakan mum aleviyken bugün bir yanardağa düşmüştü sanki.

Sevilmeyeceğini kabul etmişti de nefreti kaldırmıyordu yüreği. Bu nefrete rağmen yine onu düşünmek ise isteyerek yaptığı bir şey değildi. En azından şimdi kendini düşünmeliydi. Birazcık, çok değil, iğne ucu kadar Yavuz'dan nefret etmeliydi. Bu bataklıktan kurtulmalıydı. Gözleri ağlamıyor ama içinde kıyamet kopuyordu. İçinde ağıtlar yakılıyor, her bir hücresi gözyaşı döküp çığlık çığlığa haykırıyordu.

Ne var ki Zümrüt soğukkanlı biriydi. Ne gülüp eğlenebiliyor ne de kolayca ağlayabiliyordu. Bu hayatta başına gelen en büyük kötülük âşık olmaktı. Yine de bu hayatta tanıdığı en güzel insan da Yavuz'du. Keşke tanımasaydı...

Diğerleri içeride yemeklerini yerken, yemekten ziyade içi içini yiyen biri vardı. Melek'in söylediklerinden sonra biraz da olsa kendine gelen Yavuz'un içi artık Zümrüt'e karşı saf bir nefret hissetmiyordu. Hâlâ kızıyor, hâlâ biraz da olsa nefret ediyordu ama içinde ona karşı taşıdığı bir pişmanlık ve bir şefkat de vardı artık. Ona haksızlık ettiğini neyse ki artık görebiliyordu.

Şimdi de yemek yemediği için endişeleniyordu. Bu endişesi onun da yemesini engelliyordu.

Yiğit mastuvanın tadını çok beğenmişti. Yeliz de kuzenini artık Melek'ten çok seviyordu. Sadece Melek'ten değil Yasemin'den de çok seviyordu. Bu akşamlık en azından...

Yemekler büyük bir keyifle yenilmiş, hep beraber toplanmış, Bulut ve Yiğit tarafından bulaşıklar makineye dizilirken masa da Yavuz tarafından silinmişti. Kızlar da bu sırada televizyondan film seçmişti.

Hep birlikte yabancı bir bilim kurgu filmi izledikten sonra çok geç olmadan yataklar serilmiş ve herkes odasına çekilmişti. Yiğit içten içe çok mutluydu. Yarısı ile kan bağı olmasına rağmen hiç tanımadığı bu misafirlerin gelişi Yiğit'i çok mutlu etmişti. İyi insanlardı, eğleniyordu da ama asıl sebebi Melek ile aynı odayı paylaşması durumuydu. Melek'le sohbet etmek ve hatta dedikodu yapmaktan çok büyük keyif alıyordu artık.

"Yeliz ile Bulut arasında bir şey var. Değil mi?" diye sordu muzır bir gülüşle. Melek kaşlarını kaldırıp şaşkınlıkla Yiğit'e baktı. "Ne?" dedi Yiğit omuz silkerek. "Ben anlarım öyle şeyleri. İkisi de çok bariz yaşıyor duygularını."

Melek'in kaşları inerken "Cevap kişiye göre değişir." dedi. Bu kez kaşlarını kaldırma sırası Yiğit'teydi. "O ne demek?" diye sordu anlamaya çalışarak.

"Yani Yeliz'e sorarsak, hayır, yok! Ama Bulut'a sorarsan yakında evleniyorlar."

Yiğit güldü. "Yeliz neden inkâr ediyor ki?" diye sorunca Melek gözlerini devirip "Benim kuzenimin eşekliği yüzünden ve senin kuzenin kindar biri olduğu için." Yiğit'in kafasının karıştığını gördüğünde "On yıldan daha uzun bir süre önceden yaşanan bir olayın kini diyelim..." diye açıkladı. Fazla da özele girmek istemedi.

Yiğit "Yavuz biliyor mu peki?" diye sorunca Melek'in dudakları büküldü. "Hiç bahsetmedik, Bulut da söylememiştir bence ama yine de anlıyor gibime geliyor. Farkında ama abi olduğu için değilmiş gibi yapıyor. Ben öyle düşünüyorum en azından."

"Mantıklı... Yani baktığın zaman Bulut onun en iyi arkadaşı. Kardeşi için en iyi kişi olabilir. Ama diğer yandan yine de bir abi."

Melek başıyla onayladı. "Yine de açıkça söylenirse problem çıkartır." dedi gülerek. Yiğit de güldü. Sonra "Zümrüt nasıl? Sanki bir sorunu var gibi..." diye sordu.

Melek cevap vermek yerine bir süre Yiğit'i hafifçe tebessüm ederek izledi. Enver Abi'nin düğününde hiç kimseymiş gibi bahsettiği insanlara bugün ilgi duyuyor, onları inceleyip anlamaya çalışıyordu. Çok fazla yol kat edilmişti. Çok!

"Aşk." dedi sadece.

O kadar uzun süre Yiğit'i incelemişti ki soru, soran kişi tarafından unutulmuştu. Melek'in bir anda 'aşk' demesi de yüreğini hoplatmıştı haliyle. Melek devam edince de sorusunu hatırlamış ve aydınlanma yaşamıştı.

"Aşk gibi bir sorunu var."

🍇

Sosyal Medya:

İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr

Twitter: Busrastypwriter

Tiktok: Busras.typwriter

 

Loading...
0%