Yeni Üyelik
37.
Bölüm

🍇36. Bölüm🍇

@busbckr

🍇

 

36. BÖLÜM

Yavuz'un sürdüğü arabada sessizlik hüküm sürerken bu sessizliği arada bir bölen şey Zümrüt'ün hıçkırmamak için verdiği gayret sonucu çıkan iç çekişlerinin sesiydi. Ne konuşacaklardı? Konuşacak ne vardı? Aslında konuşmaya ne gerek vardı bu saatten sonra? Ankara'nın ışıklarını izledi yol boyunca Zümrüt. Ankara bile ondan daha renkliydi. En azından rengârenk ışıkları vardı, oysa Zümrüt'ün karanlığı zifiriydi. Karanlıktan kurtulmak için artık tek umudu başkasına tutunmaktı. İlk kez kendini düşünüyor, ilk kez bencillik yapıyordu.

On dakika kadar sonra Bilkent Tepe'de, manzaraya karşı bir yerde durduklarında ikisi de birbirine bakmadı. Ankara'nın renkli manzarası Zümrüt'ün yüzünde ister istemez tebessüm oluşturmuştu. Bu soğuk şehrin bile insanı sıcacık eden tarafları varken Zümrüt Yavuz'u bir türlü kendine ısındıramamıştı. Zümrüt'ün 'Neden buraya geldiklerini?' dahi sormayacağını anlayan Yavuz "Sen ne yapıyorsun kendine Zümrüt?" diye sordu. Gülümsemesinin sebebinin manzara olduğunun farkındaydı Yavuz. Ve gülümsemek Zümrüt'e çok yakışıyordu. Bunu da şimdi fark etmişti. Zümrüt cevap vermek bir yana manzaradan da başını çevirip kendi tarafındaki camdan yan tarafa bakmaya başladı. Gülümsemesi de kalmamıştı artık.

"Artık konuşmayacak mısın yani benimle? Küs müyüz?" diye sorduğunda Zümrüt'ün dudağının kenarı acıyla kıvrıldı bu kez. Yeniden manzaraya döndü ve gerçekliğiyle bir kez daha yüzleşti. Ankara gibi soğuk bir şehir bile Zümrüt'ten daha renkliydi. Ve pek tabi her bir rengin de kendine göre dertleri vardı. İnsanlar gibi... Zümrüt gibi...

Hayat aslında gökkuşağının ta kendisiydi. Aynı gökkuşağının aslında beyaz olup ışık kırılması yüzünden renklerine ayrılması gibi hayatta aslında hep acıydı ama her acının farklı bir rengi vardı, gözleri yanıltan...

Dışarıdan bakınca gülümseyen, neşe saçan varlıklardı insanlar da ama her birinin içinde kendi dertleri saklıydı. Şimdi kim bilir bu ışıkların altında, yanan her dairenin içinde ne tür acılar gizliydi. Kim bilir kaç insan sessiz çığlıklarını sağır kalplere duyurmaya çalışıyordu. Kim bilir kaç kişi ekmek derdinde, kaç kişi evlat hasreti çekiyordu. Kiminin ışığı sarıyken içi griydi, kimisi dışarıdan pembeyken içinde siyahtı. İnsanların genelde iç ve dış renkleri farklıydı. Bir zamanlar Zümrüt'ün de rengi vardı. Çok değil, bundan birkaç ay önce... Ancak şimdi Zümrüt'ün dışında dahi herhangi bir renk pigmenti kalmamıştı. Çünkü derdi, içinde gizlenmeyecek kadar haddini aşmıştı.

"Seven insanlar birbirine küser." dedi Zümrüt başını arabanın boyunluğuna yaslayıp. Rengârenk ışıklardan oluşan manzaraya gözlerini kapatmıştı. Bu şekilde düşündükçe manzara kendi karanlığını yüzüne vuruyor, bu da canını yakıyordu.

"Beni sevmiyor musun artık?" diye sordu Yavuz yumuşak bir sesle. Zümrüt çok kısa bir an Yavuz'a baktı ama bu soruya bir cevap vermedi. Hayır dese yalan olurdu evet demesi bambaşka bir konuydu...

Zümrüt yeniden sessizliğe gömülünce Yavuz "Bilkent'teyiz. Geçen Yiğit'le buradan geçmiştik. Burayı görünce aklıma ilk sen geldin." diye itiraf etti. "Garip..."

Zümrüt omuz silkip "Bence de garip." dedi hafifçe gülümseyerek. "Benim varlığımın, daha doğrusu Melek dışında bir şeyin varlığının farkında değilsin sanıyordum." dedi umursamaz bir sesle. Artık sesi de titremiyor, gözyaşı da akmıyordu.

Yavuz dürüst bir cevap verdi. "Ben de..." Bir süre ikisi de yalnızca manzaraya odaklandı. Konuşacak hem çok şey vardı hem de hiçbir şey yoktu.

Bu sessizliği Yavuz "Özür Dilerim Zümrüt." diyerek bozdu. Konuya nereden ve nasıl gireceğini pek bilemiyordu doğrusu.

Zümrüt "Ne için?" diye sordu. Hangi konuda hata ettiğini kabul ediyordu da özür diliyordu anlamadı.

Yavuz "Bencilliğim için." dedi üzgün gözlerle Zümrüt'e bakarak. "Acını göremediğim için, öğrendikten sonra kızdığım için, acını görmezden gelip seni suçladığım için, hayallerini öldürdüğüm için ama en önemlisi beni sevdiğin için..."

Bunun üzerine yalnızca silik bir şekilde tebessüm etti Zümrüt. Yüzündeki tebessüm acısının yavrusuydu. "Ben de özür dilerim o zaman." dedi sakince.

"Ne için?" diye sordu Yavuz. Senaryo aynı roller farklıydı bu kez.

"Acımı yeterince derinlere gömemediğim için, Melek'in fark ettiğini anlamayarak onun sana verebileceği şansı elinden aldığım için, bu kadar acınası olduğum için, en ama en önemlisi seni sevdiğim için." diyerek yeniden dolan gözlerine rağmen tebessümünü korudu. Hatta daha geniş gülümsedi. Yine de bir hayal kırıklığı misali bir damla yaş firar etmişti gözlerinden yanaklarına doğru.

"Ben acı çektim, sen acı çektin, Melek acı çekti ama şu an hepimiz kaderin bizi sürüklediği yerdeyiz. Ne yaparsan yap yazılanı yaşıyormuşsun. Ben çok dua ettim Melek'le olmak için, hayırlısını diledim hep ama hayırlısı değilse bile Melek'i istedim. Sonra Yiğit ile o evlenince Allah affetsin çok isyan ettim, şirk koştum boşa dua ettim diye. İnsan bilemiyor işte sen biri için dua ederken arkandan senin için de dua eden birileri olabiliyormuş."

Zümrüt başıyla onayladı Yavuz'u. "Çok ettim hem de. Onun için de özür dilerim. Artık sadece dilediğin yerde mutlu olman için dua edeceğim. Söz"

Yavuz gülümsedi. "Duanın özrü mü olur Zümrüt? Senin duan hayırlı olansa o kabul olur. Hem ne diyor Mevlâna? 'Allah ne muradın varsa vermesin. Gönül bu, hayrı şerri bilmez, ister. Hayırlısı ne ise onu versin.' Demek ki buymuş hayırlı olan."

Zümrüt elinin tersiyle yanağındaki ıslaklığı sildi. Silinmedi yayıldı tüm yanağına, o başka...

Zümrüt "Güzel demiş. Gönül de keşke hep hayırlısını istese, bu kadar hüzün olmazdı." dedi kendi kendine. Yavuz da onu onayladı. "Hayır neredeyse gönül de elbet bir gün onu ister." dedi. O da Zümrüt gibi kendi kendine konuşuyor olmasına rağmen bu sözleri üzerine Zümrüt ona bakmıştı. Ne yapmaya çalışıyordu şimdi bu çocuk? Niye sözleri umut kokuyordu? Umutlandırıp yere çakmaya ne hakkı vardı? Bu yüzden hem kendi umudunun hem de onun sözlerinin önünü kesti.

Buz gibi bir sesle "İnşallah ister... Yoksa Turan'a yazık olacak." dediğinde sözleri kararlı bakışları ifadesizdi. Manzaraya bakmak Yavuz'a bakmaktan daha iyi değilse de daha güvenliydi.

Turan'ın adı geçtiğinde Yavuz'un kaşları çatıldı. Doğru... Buraya gelme sebepleri buydu. Zümrüt Turan'la evleniyordu! Söyleyince bile yavan, söyleyince bile saçmaydı?

Yavuz sakin kalmaya çalışarak "Zümrüt bu mesele nereden ve niye çıktı?" diye sordu.

Zümrüt gerginlikten tırnaklarının kenarındaki etleri soydu. "Bir yerden çıkmadı. Hep vardı." deyince Yavuz'un kaşları çatıldı. "Nasıl yani?"

Zümrüt bakışlarını yanındaki cama çevirirken iç çekti. Önüne baksa da bir şekilde Yavuz'un yüzünü görüyordu çünkü...

Söyleyeceklerini yüzüne bakarak söyleyemezdi.

"Turan, çok uzun bir zamandır seviyor beni. Bunu bilsem de bilmezden geldim hep. Çok yakışıklı bir çocuk, efendi de... Siz beraber takılıyordunuz hep. Ben seni izlerken hep onunla göz göze geliyordum. Tüm okulun kızları size hayran... Sizin de seveniniz çoktu ama Turan başkaydı bence." Yavuz burada biraz kıskanmıştı. Zümrüt için mi yoksa diğerleri için mi?

"Nasıl başka?" diye sorunca gülümsedi Zümrüt. "Yani sizin aksinize dersleri iyiydi, size kıyasla daha ağırbaşlıydı. Bence, talibi sizden fazlaydı." diye açıkladığında Yavuz anladığını belirtircesine başını iki kez aşağı yukarı salladı. Bozulmuşsa da renk vermedi.

"İşte herkes onun peşindeyken ben nereye dönsem onu görmeye başladım. O, peşindeki kızları görmezden gelirken ben onu görmezden geldim. Sen de beni görmezden geliyordun... Yani beni görmemene kızmadım hiç, çünkü ben de aynısını ona yaptım. Bir yerden çıkacaktı ahı, senden çıktı."

"Ben seni görmezden gelmedim Zümrüt." dedi Yavuz isyan ederek. Zümrüt güldü. "Doğru. Görmedin. Hangisi daha can yakıcı bilemiyorum tabi. Neyse işte... Üniversiteyi kazandığında numaramı artık nereden bulmuşsa mesaj attı. İlk kez o zaman ilan-ı aşk etti. Hatta bir merhaba, nasılsın ya da sen Zümrüt müsün falan da yazmamıştı. Direkt konuya girmiş." Gülümsedi. Onun kadar cesur olmak isterdi. Gerçi bazen cesaret de işe yaramıyordu. Zümrüt de senelerdir onu görmezden geliyordu.

"Elbette reddettim. Sen o zaman Melek diye ölsen de ben daha hayalperesttim bugüne göre. Öyle hayallerle, umutlarla aram iyiydi. Gece yastığa başımı koyduğum zaman... Ooo en romantik aşk filminde öyle sahneler yok. Neyse işte! Senin bir gün beni göreceğine, gördüğünde etkileneceğine inanıyordum."

Yavuz Zümrüt'ün anlattıklarına dalıp gitmişken son kurduğu iki cümlede dudakları kıvrılmıştı ama Zümrüt bir an ona bakınca bu gülümsemeyi gizledi.

Bu ilk kez oluyordu. İlk kez Melek'ten başka biri içinde ılık bir şeylerin akmasına sebep oluyordu. İmkânsız sandığı bir şeydi bu ama gerçekleşiyordu. Zümrüt yeniden bakışlarını yan tarafındaki cama çevirdi ve anlatmaya devam etti.

"Neyse işte Turan diyorduk. İstanbul'a gitti üniversiteye. O zamanlar yazıyordu bana hep. Cevap vermesem bile... Onun adına üzülmedim açıkçası. Yakışıklı, zeki, efendi vakit geçirmesi eğlenceli biriydi. İllaki onu sevecek, onu hak edecek kendine denk birini bulurdu çünkü. Hele İstanbul'daki o güzel kızları gördükten sonra ben aklında kalmazdım. Buna yüzde yüz emindim hatta. Yanıldım ama... Öyle olmadı."

Yavuz artık Zümrüt'ün habire Turan'ı övmesine uyuz oluyordu. Dakikada bir yakışıklı ve efendi deyip duruyordu da! Yavuz da kendini gayet yakışıklı ve efendi buluyordu! Nesi vardı?

"Senelerdir mesaj atıyor bir bahaneyle. Her Cuma, her bayram-resmi ve dini bayramların hepsinde- ya da hiçbir bahane bulamasa 'seni rüyamda gördüm, iyi misin?' diye mesaj atıyordu. Şimdi düşünüyorum da senin bana söylediklerine rağmen ben Turan'a daha kötü davranmışım. Çok tersledim onu Yavuz. Seni sevdiğimi anlamış biliyor musun? İnkâr ettim ama bence inanmadı. Aman boş ver. Hiç o konuya girmeye gerek yok. Geçti gitti."

Yavuz'un morali, Zümrüt konuştukça bozulmuştu. Hayır, Zümrüt kendisini bu kadar çok seven birini hak ediyordu. Moralini bozan neydi? Anlam veremedi kendisi de.

"Evlenme işi?" diye sordu Yavuz. En merak ettiği oydu ama konu ona gelince susmuştu birden.

"Buraya gelmeden önce yine şu uzun ilan-ı aşk mesajına benzer bir şey attı ama bu kez evlenmek istediğini falan yazmıştı. Sen de öyle deyince, hani uzak dur falan. Mutlu olmayı hak etmediğimi ya da... Turan'a düşüneceğimi söyledim. Ben mutlu olamasam da o sevdiği kişiyle evlenip mutlu olmayı hak ediyordu çünkü. Bir yerde, onun ahı çıkıyordu bence benden. O hesabı da kapatmış olurum dedim. Buraya gelmeden bir gün önce de annesiyle teyzesi geldi bize. Oturmaya gelmişler gibi yaptılar ama beni görmeye geldikleri açıktı. Döndüğümüzde istemeye gelsinler diyeceğim. Bir şekilde hayat devam ediyor. Ayrıca bu matruşka artık can sıkıcı bir hâl almaya başladı. Bir an önce bitsin." dedi sakince.

Yavuz konuşmak için susmasını beklemiş, lafını kesmemek için çok zor dayanmıştı ama sonuçta dayanmıştı. Son cümlesi aklına takılınca diğer söyleyeceklerini unutmuştu.. "Matruşka mı?" diye sordu kaşlarını çatarak.

Zümrüt ağır ağır başını sallayarak onayladı. "Hıhı evet, Matruşka. Sen Melek'i seviyorsun, ben seni, Turan beni, kim bilir kimler de Turan'ı..."

Yavuz güldü. "Haklısın. Kesinlikle bu matruşka bitmeli..."

Uzunca bir süre sessizlik olunca Zümrüt sessizliği "Keşke dört yıl önce Turan bana ilk kez açıldığında kabul etseydim. Her şey benim yüzümden mahvoldu. O zaman Melek sana bir şans verirdi ve mutlu olurdunuz." Sözleriyle bitirdi. Gözleri yeniden dolmuş, kalbi yeniden sıkışmıştı.

Yavuz, Zümrüt'ü Melek'in sözleriyle teselli etti. "Saçmalama, seninle hiçbir alakası yoktu aslında olanların. Melek seni, sadece kendi vicdanına bahane olarak sundu. Melek beni sevecek olsa severdi. Sevginin 'olmaz'ı olmadığını, aşka sınır konmadığını çok iyi biliyorsun. Hem o zaman Melek bana bir şans vermiş olsaydı ve biz kötü ayrılsaydık dost da kalamazdık, birbirimizin yüzüne bakamazdık. Allah her şeyin en hayırlısını biliyor. Melek ve ben olsak, sen kahrolurdun."

"Olsaydım." Dedi Zümrüt dudaklarını birbirine bastırarak.

"Olma Zümrüt. Ben dâhil kimse için kahrolma. Melek şimdi kuzenimle evli... Biri kuzenim, kanım. Diğeri çocukluk arkadaşım, duygularımdan bağımsız olarak canım. İkisinin de mutlu olmasını tüm kalbimle umuyorum. Kader onları bir yazmış. Birbirlerine deli gibi âşık olmuşlar ama farkında bile değiller. Hepimiz bambaşka şekillerle sınanıyoruz."

Yavuz da Zümrüt'e olan öfkesinin ne zaman bittiğini, yerini böyle mantıklı düşünceler aldığını bilmiyordu. Melek'in konuşmasının etkisini inkâr edemezdi ama Zümrüt'ün hayatını yakma pahasına Yavuz'un önünden çekilme kararı kesinlikle balyoz gibi beynine inmişti.

Yavuz samimi bir şekilde "Aşk, Melek'i de Yiğit'i de değiştirmiş. Ben ilk kez Melek'in birine benim ona baktığım gibi baktığını gördüm. Yiğit artık yanımızda gülüyor. Kuzenimiz olduğunu kabul ediyor. Aşkın böyle bir etkisi var. Biz, her gönül bağı kurduğumuz kişiyle bambaşka biri oluyoruz. Bunu anladım ben. Melek'le konuştuktan sonra ondan vazgeçtim. Ne yapacaktım başka zaten? Elbet kalbim de onu sevmekten vazgeçecek. Onlar mutlu olsun yeter. Ama sen de mutlu ol, ben de olayım. Mutlu olmak bizim de hakkımız." diye devam etti.

Zümrüt alayla gözlerini devirip güldü. "Hadi o zaman mutlu olalım. Ol dediğimizde öylece oluyor çünkü! Olmuyor Yavuz! İstediğimiz hiçbir şey olmuyor! İstemekle olmuyor!"

Yavuz tüm ümidini yitirmiş, karanlığa esir düşmüş Zümrüt'ün elini tuttu, o karanlıktan çıkartmak istiyordu onu.

Bu temasın Zümrüt'ün içinde katranlar kaynattığından habersizce "Ben sana o şansı vermek istiyorum. Sen de bana bir şans ver. Birbirimizin yaralarını saralım Zümrüt. Matruşka o zaman biter. Acı başka bir acıyla hafiflemez, Acılarımızı dindirelim." dedi.

Zümrüt'ün kalbi atmayı bırakmış, zaman akmayı durdurmuştu. Bu sözlere kulakları uğuldayarak, gözleri sulanarak tepki vermişti. Bu nasıl bir histi? Bir insan nasıl olur da dünyalar kadar mutlu olurken ölesiye acı çekerdi? Şu an Zümrüt bir yangındaydı, Yavuz da oksijendi. Ona ihtiyacı vardı ama varlığı da yangınını harlayacaktı. Ne onunla ne de onsuz olmuyordu.

Zümrüt'ten bir cevap bekleyen Yavuz, Zümrüt'ün "Dönelim mi?" demesi üzerine dumura uğramıştı. "Efendim?" dedi gözlerini kırpıştırarak. Zümrüt "Dönelim diyorum Yavuz. İşler içinden çıkılmaz bir hal aldı." diye yakındı. Yavuz'un ona acımasından rahatsız olmuştu. Aşk ne melet bir şeydi? İnsanda ne yüz bırakıyordu, ne de yüzünü güldürüyordu. Yavuz en sonunda dayanamayınca "Yakacaksın kendini Zümrüt!" diye sesini yükselterek onu uyarmıştı. O da ne yapacağını şaşırmıştı. Zümrüt şimdi onun yüzünden hayatını yakıyordu ve elinden başka bir şey gelmiyordu.

"SANA NE?" diye bağırdı Zümrüt de. Bu bağırış ardından gözyaşlarını da sağanak bir biçimde getirmişti. "Sana ne? Benim şu an yaşadığım hayat ya da beş yıl öncesi çok mu güzeldi sanıyorsun? Ben yıllardır yaralarım kabuk bağladıkça kanatıyorum. Ben yıllardır Melek'i sevmeni izliyorum. Bugün bir başkasıyla flört etmeni izledim. Üstelik seni sevdim diye benim mutsuz olmayı hak ettiğimi düşünüyorsun. Yoruldum Yavuz! Takatim yok, nefesim yetmiyor artık. Kendimde suç bulmaktan, seni aklamaktan da yoruldum. Sen şimdi burada bana acırken, hayatımla ilgili bana öğüt verirken beni teselli edemiyorsun, acılarım dinmiyor. Seninle olunca mutlu falan da olmayacağım. Melek'in açtığı yaraların bandı olmam ben! O kadar da değil! Önemli olan yanımda olman değil, kalbinde olmam! Bu da olmadı, olmuyor ve olmayacak. Zorlamanın da âlemi yok." Gözyaşı sağanağının ardı arkası kesilmedi. Her bir kelime jilet gibi boğazını ve dudaklarını keserek çıkmıştı ağzından. Söylediklerinin Yavuz için ne ifade ettiğini bilmese de konuştuğu kadar eksilmişti. Elden bir şey gelmiyordu. Onlar bir çocuğun elinden kaçmış iki uçurtmaydı. Rüzgârın götürdüğü yere gitmeye mahkûm, iki yırtık uçurtma...

Yavuz'un omuzları düştü. Yumuşak bir tavırla "Peki, benim varlığıma alışan kalbinin Turan'ı kabul edeceğini gerçekten düşünüyor musun?" diye sordu. Haklı olduğu bir konu vardı ki Zümrüt'e acıyordu Yavuz ama kendine da acıyordu. Onlar aşkı seçemeyenler tayfasındaydı. Ya bir filmin, yolları ayrılan yan rolleri olacaklardı ya da başka bir filmde başrol...

Zümrüt gülüşünü acıyla ve alayla harmanladı ifadesine yerleştirdi. "Peki sen? Melek'in varlığıyla şekillenen kalbine benim sığacağımı mı sanıyorsun?" diye sorduğunda Yavuz afalladı. Zümrüt onu kendi sözleriyle vurmuştu. Peki ne olacaktı şimdi? Zümrüt'ün Turan ile evlenmesine göz mü yumacaktı? Bu çaresizlik onu öfkelendiriyordu. Sorun Turan değildi. Turan iyi biriydi Zümrüt'ün de dediği gibi. Ancak Turan'ı, Zümrüt'e yakıştırmıyordu. Debriyaja basıp kontağı çevirdi ve vitesi R'ye takıp geri geri çıktı. Yola çıkınca vitesi bire alıp gaza bastı. Çok geçmeden vites arttırıp gazı köklemişti. Zümrüt bu hızdan korkup "Yavaşla Yavuz!" dedi endişeyle. Yavuz onu duymadı. Direksiyonu tutan parmak boğumları beyazlamıştı.

Ne vardı sanki her şey bu kadar karışmasa? İnsan seveceği kişiyi seçemiyordu. Bu durumun suçlusu hiç biri değil, aşktı.

Zümrüt Yavuz'un kolunu tuttu ve "Yavuz lütfen yavaşla!" dedi. Yavuz bu dokunuşla gerçekliğe döndü, hızını ve vitesi düşürdü.

Yavuz "Ben senin mutsuz olmanı gerçekten dilemedim Zümrüt. Dilim söyledi ama gönlümden geçmedi bu dilek." dedi dolu dolu bakan gözlerle. "Yemin ederim! En çok sen mutlu olmalısın hatta. Bu kadar sene içten içe çektiğin acıya ne kadar mutlu olsan az." Zümrüt de yaşlı gözlerle ona bakıyordu. "Zümrüt ne olursun Turan'la evlenme!" dedi kaşlarını düşürerek. Bu cümle ağzından çıkar çıkmaz kendisi de en az Zümrüt kadar kendisine şaşırdı. Sorun, kurduğu cümleden ziyade ses tonuydu. Az önce resmen yalvarmıştı. Zümrüt de Yavuz'un bu haline şok olmuştu. Öyle şok olmuştu ki şoktan onu onayladığının bile farkında değildi. Yavuz, Zümrüt'ün başıyla onay vermesi üzerine derin bir nefes aldı.

Hiçbir sorun çözülmüş değildi, hâlâ işler karmakarışıktı ama Zümrüt'ü büyük bir hata yapmaktan alıkoymuştu en azından. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki bir an kalp krizi geçirecek sanmıştı. Neyse ki eve ulaşana dek bir şey olmamıştı. Eve geldiklerinde de hiç kimse tek kelime bir şey sormamıştı. İkisinin de perişan olmasına bakılacak olursa zor bir konuşmaydı. Yalnızca Gazel bir şeyi merak ediyordu. Onun cevabını alsa kâfiydi.

"Turan'la evlenecek misin?" diye sorduğunda Yavuz gülümseyip "Evlenmeyecek!" dedi. Gazel gülümsedi. Bu yeterliydi işte!

🍇

Sosyal Medya:

İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr

Twitter: Busrastypwriter

Tiktok: Busras.typwriter

 

Loading...
0%