38. Bölüm

🍇37. Bölüm🍇

Büş Bckr
busbckr

🍇

 

37. BÖLÜM

Uyumak için odalarına çekildiklerinde Yiğit, “Sizin köy de resmen Dallas’a dönmüş.” dedi gülerek. Melek de güldü. “Orası senin de köyün Yiğit.”

Yiğit’in itiraz edip tatsızlık çıkarmasını bekleyen Melek, onun gülümseyerek başıyla onaylaması üzerine ufak çaplı bir şok dalgasına maruz kaldı. Yiğit “Ama hepinize çok yabancıyım. Benim kuzenlerimle bile benden çok daha fazla yakınsın. Hâlâ birbirimizden çekiniyoruz.” dediğinde ses tonunu saran hüzün Melek’in içini burktu.

Melek “Öyle değil. Hepsi seni seviyor, inan bana.” deyince Yiğit gülümsedi. “Eminim ama bu onların sevecenliği ile alâkalı yoksa ben sevilmeyi hak edecek hiçbir şey yapmadım. Bingöl’deyken hep üstten baktım, konuşmalara zorla katıldım. Hatta kızlarla hiç konuşmadım neredeyse.”

Melek aklına düşen anı yüzünden kahkaha attı. Yiğit, Melek’in neye güldüğünü anlamayınca şaşkınlıkla “Ne oldu?” diye sordu. Oldukça ciddi bir konudan bahsediyorlardı, bunda bu kadar gülünecek ne vardı?

“Aklıma seninle ilk karşılaşmamız geldi.” dedi Melek ancak Yiğit’in aklında ne yazık ki böyle bir anı yoktu. Çekinerek “Nasıl karşılaştık ki?” diye sorduğunda Melek gözlerini devirdi. Yiğit’in uyuz olduğu zamanlar aklına geldi.

“Biz Gazel’le halamı karşılamaya geliyorduk, siz de eve dönüyordunuz. Gazel sana dedi ya kara kuru çirkindin, büyümüş, serpilmişsin falan.” dediğinde yeniden gülmeye başlamıştı, bu kez Yiğit de gülüşüne eşlik etti, çünkü hatırlamıştı o günü.

“Ah evet! ‘Ne oluyor?’ demiştim, kim bu kız. Yanındaki sen miydin?” dedikten sonra biraz düşündü. O gün aslında Melek ile göz göze gelmişlerdi ve Melek’e karşı garip bir çekim hissetmişti. Şimdi durup adam akıllı düşündüğünde anlıyordu. Acaba kaderi olduğu için mi öyle hissetmişti?

Melek başıyla onaylasa da yüzü asılmıştı. “Dünyadan bir haberdin. Okulda da kaç kez yüz yüze geldik ama Bingöl’e döndüğümüzde yine beni tanımadın.”

Yiğit güldü. “Hakkımı yeme hep bir yerlerden tanıdık geliyordun.” diyerek kendini savununca Melek burun kıvırdı.

“Dış dünyaya karşı aşırı derecede ilgisizsin. Defalarca gördüğün birini nasıl tanımazsın aklım almıyor.” diyerek yatağa girdi. Yiğit de yanına uzandığında yorganı karınlarına kadar çekip başlarını yatağın başlığına yasladılar.

“Melis de bana hep bakar kör der. Haklıymış demek.”

Melis’in adı geçince Melek yeniden bir tuhaf hissetmişti. Yiğit’in ona karşı hisleri aynen devam mı ediyordu yoksa biraz da olsa…

Sessizlik oluşunca “Yeliz, Bulut’a bir şeyler hissediyor ama neden hislerini bu kadar aksi, sert ne bileyim düşmanca yansıtıyor ki?” diye sordu Yiğit Melek’in düşüncelerinden bir haber. “Bulut bu kadar kin güdülecek ne hata yapmış olabilir?”

Melek tavana bakarken “Onlar da ayrı bir trajedi yaşıyorlar. İlkokuldayken Yeliz, Bulut’a âşıktı. Üçüncü sınıfta mıydı neydi o zaman? 9 yaşında işte. Bulut, Yavuz ve Zümrüt iki üst sınıftaydı. Sınıflarına Süeda diye bir kız geldi İzmir’den. Kız aslen Bingöllü ama İzmir’de doğup büyümüş. Böyle çıt kırıldım, kibar bir kız. Allah için güzeldi de. Bizim Bulut’un ilgisini çekmiş, hoşlanmış Bulut ondan. Yeliz de Bulut’a âşık… Bulut’a yapışık geziyor. İşte milleti bazen haklı bazen haksız sebeplerle Bulut’a dövdürüyordu. Bir gün ne olduğunu unuttum tam olarak ama Yeliz Süeda’ya öfkesini gösterecek tepkiler vermiş. Neyse işte Bulut da o zaman Süeda’nın yanında Yeliz’e güzel bir fırça kaymış. Kene gibi yapıştın bana falan demiş. Yanından kovmuş. Üç yıla yakın küstü Yeliz. Hiç ama hiç konuşmadı. Şimdi barıştı da ne? Konuşması da bu işte, böyle...” dedi omuz silkerek. “Kuzenin bir miktar kindar”

Yiğit güldü. “Çok haklı olduğunu düşünüyorum. İyi yapmış valla!”

Melek o an ‘Sende milletin içinde karın dururken Melis’e ceketini verdin.’ demek istese de dilini tuttu. Evliliklerinin gerçek olmadığını ‘millet’ biliyordu. Melis’e olan hislerini de bildikleri gibi… Üstelik Melek, Yiğit’e karşı bir şey de hissetmiyordu… Hiç sorun değildi yani(!)

“Sen de Gazel gibi başlama. Çocuklardı henüz ya!” diyerek kendi kuzenini savunduğunda Yiğit “Ne çocuğu? Eşek kadarmış! Kızcağız kim bilir ne kadar üzüldü, ne kadar rencide oldu...” dedi.

Melek ‘Öyle mi?’ der gibi bakarak “Dedi herkesin içinde karısı olacak kadına Kezban diyen Yiğit Emre Karasu!” diyerek yine de lafını sokuşturdu.

Yiğit “Benim gerçek düşüncelerim değildi. Hem seni güzel bulduğumu düğünde söylemiştim. Asıl beni beğenmeyen sendin. Ne çabuk unuttun?” diyerek karşı savunma yaptı.

Melek umursamaz bir şekilde omuz silkti. “Seni kıracak bir şey demedim en azından.”

“Kendi adına konuş. Ben çok kırıldım.” Melek’in ağzı şaşkınlıkla aralandı. “Beğenmek zorunda mıyım? Ayrıca çirkin dememiştim, sadece tipim değilsin demiştim.”

Yiğit gülümsedi. “Şimdi fikrin değişmiş gibi konuşuyorsun.”

Melek gözlerini devirdi. Hem de 180 derece değişmişti. Yüzde yüz değişmişti. Mahvolmuştu ama kendine karşı dürüst olması gerekiyordu.

“Hayır.” dedi düşündüklerinin aksine. “Üstelik bilgin olsun diye söylüyorum bir insanın tipi, belki beni ona çeken en son sebep olabilir. Ve yine bilgin olsun diye söylüyorum başkasını seven biri kesinlikle ilgimi çekmez, katiyen ideal tipim olamaz.”

Bu cümleleri kurarken gözlerine bakmış, inkâr etmesini ummuştu. Ancak Yiğit inkâr etmeyip gözlerini kaçırmıştı. Yani hâlâ Melis’e karşı hisleri vardı.

Yiğit’in gevezeliğinin aksine sesi hiç çıkmayınca ambiyans değişti ve ortam gerildi. Melek bu gerginlikten kurtulmak için güldü. “Böyle konuşuyorum ama evliyiz. Saçma sapan bir durum. Gelenekler kanunu çıkarılmalı ve saçma sapan gelenekler tedavülden kaldırılmalı. Uygulayanlara cezalar verilmeli.” diye devam edince Yiğit de Melek’in ortamı yumuşatma çabasına destek olup kendini gülmeye zorladı. Şu an tam da Melek’e ve Melis’e olan hislerini karşılaştırmayı akıl ettiği andı. Daha doğrusu Melis diye bir şey kalmadığını fark ettiği andı. Ve bu farkındalık onu dumura uğratmıştı. Bu farkındalıkla aynı anda Melek’ten ret yemişti. Melek’in hisleri Yiğit’le aynı değildi. Yani Yiğit’in sandığı buydu.

“Sence Yavuz ve Zümrüt arasında ne oldu?” diye sordu Yiğit konu değişsin diye. Her an ağlayabilirdi çünkü Melek çok güzeldi ve çok güzel gülüyordu ama Yiğit onu öpemiyor, öpmek bir yana bunu ona itiraf bile edemiyordu.

“Yavuz özür dilemiştir.” diye tahmin yürüttü Melek. “Yavuz bana küçükken onu dışladıkları zaman yakın davrandığım için âşık olduğunu söyledi.” dediğinde Yiğit’in bakışları kısıldı ve “Yani?” diye sordu.

Melek bunu “Aşkın nedeni olmaz. Bana neden âşık olduğunu biliyorsa bu aşk değildir. Nedenler her zaman ortadan kalkar çünkü. O yüzden bir şansları olabilir diye düşünüyorum.” diyerek kendi fikriyle açıkladı.

O an Yiğit farkına vardı. Melis’e de Yavuz’un Melek’e hissettiği gibi hissediyordu. En yalnız ve çaresiz zamanında yanında olmuştu. Yani o zamanlar hayatında güvendiği tek insandı. Şimdi güvenebileceği çok fazla kişi vardı. O yüzden…

Yiğit aniden “Aşk sence ne peki?” diye sorunca Melek omuz silkti. “Aşkı tanımlamak aptalların işidir. Bir tanımı olduğunu düşünmüyorum ama illaki bir şeyler söylemem gerekiyorsa aşk ihtiyaç üstü bir şeydir bence. Yani tıka basa tokken bile çikolata yiyebiliyorsan, yemek istiyorsan çikolataya âşıksındır. Çikolata dışında herhangi bir şey de olabilir bu tabi. Ya da uykunu aldığın halde uyumaya devam etmeye çalışmak… Uyku aşkıdır.”

Yiğit “Peki insanın insana duyduğu aşk?” diye sorduğunda “Aynı mantık.” diye cevapladı Melek. “Her şey tamken, herkes varken, hatta o bile varken, sürekli görmek, yanında tutmak, konuşmak istediğin kişiye âşıksındır. Ona ihtiyacın yok ama aynı zamanda en büyük arzun. Çikolata senin karnını doyurmayacak çünkü zaten toksun, uyku seni dinlendirmeyecek zaten uyuyordun, o insan da sana yardımcı olmayacak çünkü herkes ve her şey tam. Ama yine de onsuz eksiksin. Böyle bir şey… Bu nasıl tanımlanır bilmiyorum. Dediğim gibi bu bence tanımsız bir durum.”

Bu tanıma göre Melek, Yiğit’e âşık olduğunu kabul etmek zorundaydı. Bu tanım Yiğit’in tanımı değildi ama Yiğit yine de Melek’e âşık olduğunu o an kabul etti. Çünkü Melek haklıydı. Bir nedeni olduğunda bitiş çizgisi belli oluyordu. Aşk biraz da çıkış kapısının olmamasıydı. Çünkü her ne olursa olsun ondan gidememekti aşk…

Yine Yiğit sordu. “Peki, hiç âşık oldun mu?”

Bu sorunun cevabından ölesiye korkuyordu. Çünkü eğer olmuşsa bu tanıma göre ondan kurtulamazdı. Yani bu Yiğit treni kaçırmış demek oluyordu.

“Sanırım.” dedi Melek, Yiğit’in korktuğu cevabı vererek. Onlar kendilerine güvenmedikleri için kaybedenlerdendi. İletişimsizlik tam olarak bu noktada başlıyordu onlar için.

Melek sonra düzeltme gereksinimi duyarak “Bilmiyorum.” dedi. Çünkü henüz buna emin değildi. Yanılıyor olabilirdi.

Yiğit ise anlatmak istemediği için lafından döndüğüne inandı. En büyük hatalarımızdan biriydi varsaymak, eksik cümleleri tamamlamak. Eksik cümle tamamlandığında o cümlenin sorumluluğu tamamlayana geçerdi ama her daim bundan, eksik bırakan sorumlu tutulurdu. Yiğit de Melek de o hataya düştüler.

“Uyuyalım mı artık? Yarın erken kalkacağız. İkimizin de sabah dersi var.” diyen Melek ise Yiğit’in daha fazla sorgulamasını engellemek istiyordu. Tamam, belki ilk itirafı kimin yaptığının bir önemi yoktu ama Melek, başkasını seven birine onu sevdiğini itiraf falan etmeyecekti. Yiğit kurcaladıkça da bu iş zorlaşıyordu çünkü içindekiler kaynayan bir su gibi taşıyordu.

🍇

Sosyal Medya:

İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr

Twitter: Busrastypwriter

Tiktok: Busras.typwriter

Bölüm : 22.10.2024 21:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...