@busbckr
|
🍇
39. BÖLÜM
BİRİNCİ KİTAP FİNAL Yiğit ve Melek sabah erkenden kuzenlerini havalimanına bırakmış, oradan da okullarına dönmüşlerdi. Bulut hiç kimseyle konuşmuyor, Gazel ile birlikte diğerleri de somurtuyordu. Bulut kimseye söylemezdi ama bunu öyle kolay bir şekilde yedirmesini de kimse beklemiyordu. “Neden düşmanlar?” diye sordu Yiğit. Özne belirtmese de konu açıktı. Melek “Bilmiyorum. Eski bir mesele. Mustafa’nın amcası yüzünden bu düşmanlık… Bize de bir şey anlatmıyorlar.” dedi Melek. Oysaki Mustafa’nın amcasının Melek’in annesine olan aşkı yüzünden evlerini yaktığını bilmiyorlardı. O yangında Yiğit’in babasının Melek’in dedesini kurtardığını ve tam olarak beşik kertmesine o zaman karar verildiğini de bilmedikleri gibi. Kader ağlarını biz doğmadan örmeye başlardı ve aslında bizim doğumumuz da önceden örülen bu ağa atılan bir düğümdü yalnızca. İnsan hayatı doğumla değil başka birinin verdiği bir kararla başlıyordu. “Çok acı. Yetişkinlerin kendi sorunları yüzünden çocukların bu acıyı çekmesi…” Melek başıyla onayladı. Yiğit “Yetişkinler hakkı olmayan pek çok şeye müdahale ediyor diye biz de bu haldeyiz.” diye devam ettiğinde Yiğit’e baktı. Yine ve yeniden eksik parçaları doldurma derdine düştü Melek. Yiğit’in bu sözünün ardında Melis’i buldu. Şu an evli olduğu kişinin Melek değil Melis olmasını dilediğini düşündü, bu düşüncesine inandı. Üzüldü, kahroldu hatta. Perişan da oldu… Daha iyi günleriydi bunlar. Okula geldiklerinde beraber içeri girmişlerdi. Tüm bakışlar üstlerindeydi yine. Melis’i gördüklerinde onun yanına doğru hareketlendiler ama bir tuhaflık vardı. Melis birilerine bağırıyordu. Yiğit önce duraksadı. Yiğit duraksayınca Melek de duraksadı. Yiğit’in kaşları çatılmıştı, ağzının içinden küfür mırıldanıp hızla koşmaya başlamasının ardından Melek ne olduğunu anlayamayıp peşinden koştu. Yiğit duraksamadan Melis’in bağırdığı çocuğun üstüne uçtu ve yere inmeden önce yumruğunu çocuğun gözüne indirdi. “Sana Melis’ten uzak dur demedim mi lan!” diye bağırarak çocuğun yakasına yapışmasıyla çocuk karşılık vermeye çalıştı. Melek araya girmeyi denediyse de o hengâmede yüzüne yediği dirsekle geri çekildi. Melis Melek’i alıp birkaç metre uzaklaştırırken “Girme araya.” dedi. Melek’in burnu sızlarken elini burnuna sürtünce ıslandığını gördü. Endişeyle Yiğit’e bakarken çocuğun söyledikleri kanının donmasına sebep oldu. “Okuldaki tüm güzel kızlar senin mi lan? Melis’e âşıksın diyelim Melek de bize kalsın o zaman!” Yiğit bağırıp daha sert vurmaya başlamıştı ki birkaç hoca gelip kavgayı dağıttı. Yiğit ve Melek göz göze geldiklerinde Melek’in burnunun kanadığını gören Yiğit ona gelmek için hamle yapsa da duraksadı. Şimdi onun yanına gitse… Sıkıca sarılsa, öpse… Melek muhtemelen onu öldürürdü. Arkasını dönüp yürümeye başladığında Melek boşluğa düştü. Melis ise çıldırdı. Bu çocuk neden böyleydi? Yiğit’in peşinden gitmeden evvel Çisem’i çağırıp Melek’le ilgilenmesini istedi. O gün bazı şeylerin Melek için yıkılmaya başladığı ilk gündü. Yiğit ve Melek arasındakiler Yiğit’in popülaritesi yüzünden, olması gerekenden fazla konuşulmuş ve türlü garip dedikodular türemişti. Melek bu dedikodularla başa çıkmaya çalışırken Yiğit’in okulda ya da herhangi bir toplulukta ondan uzak durması işini zorlaştırmıştı. Yiğit’in aslında niyeti asla kötü değildi. Sadece Melek’in bu dedikodulara maruz kalmasını istemiyordu. Ona, his besleyemeyeceğini peşinen söylediği için göğsünü gererek karısı olduğunu da söyleyemiyordu. Ancak böyle yaparak daha kötü duruma soktuğunu da fark edemiyordu. Bir aydan daha fazla süre bu durum böyle sürmüştü. Melek, evde başka dışarıda başka olan Yiğit’in bu dengesiz tavırları yüzünden bir buhran yaşıyordu ama yine de Yiğit’e bunun hesabını soramıyordu. Çünkü anlaşmalarına göre herkes kendi hayatını yaşayacaktı. Melek anlaşma yapılırken bu maddeyi kabul etmişken şimdi neden benimle takılmıyorsun diye soramazdı. Ancak Melis ve Asil soruyorlardı. Yiğit ise onlara karışmamaları gerektiğini söyleyip duruyordu. Melek kuzenleriyle konuşup köydeki durumları da öğrenmişti. Bulut, Gazel’le hâlâ konuşmuyordu ama gidip Mustafa’yı dövmüştü. Büyüklere de sebebini yan baktı diye açıklamıştı. Mustafa da Gazel’i korumak için ters ters baktığını ve onu kışkırttığını kabul edince konu kapanmıştı. Orada da işler pek yolunda değildi. Zümrüt ve Yavuz’un da kavga ettiklerini duyunca bir an önce finaller gelip geçsin diye dua etmeye başlamıştı ve nihayet bir buçuk ay sonunda finaller gelip çatmıştı. Yiğit’in odasında, masalarında yan yana beraber çalışmışlar, birbirlerine de yardımcı olmuşlardı hatta. Ancak yine evden çıkar çıkmaz iki yabancıya dönüşüyorlardı maalesef. Kuzenleri gittikten sonraki ilk günler ayrı yatmakta oldukça zorlanmışlardı. Hatta iki gün salonda film izleyerek uyuya kalmışlardı ama eninde sonunda ayrı yatmaya başlamışlardı. Finallerin bitmesine iki gün kala Melek bahçeye çıktı. Melis de onu görüp yanına geldi. Melek sadece Yiğit’ten değil arkadaşlarından da uzaklaşmaya başlamıştı. Yoksa bir şekilde yan yana geliyorlardı ve Yiğit mutlaka bir bahane bulup yanlarından uzaklaşıyordu. Bu durum da Melek’in kalbini mümkünmüş gibi daha çok kırıyordu. Bu yüzden geçen haftaki yılbaşı programına katılmamıştı. Melek her ne kadar Filiz’i çağırırım dese ve Yiğit’e gitmesi için izin verse de o da gitmemiş ve yılbaşını evde çerez, meyve yiyerek girmişlerdi. Aslında Melek öyle parti ve eğlence işlerinden pek haz etmiyordu. En azından bu kadar büyük olanlarından… Daha aile arası daha az kalabalık ve daha samimi ortamları tercih ediyordu. Bu yüzden Yiğit’le yılbaşına girmek diğerlerinin sandıklarının aksine muhteşemdi onun için. Yiğit için de öyleydi ve aslında ilk defa bir yılbaşını Melis olmadan geçirmenin kötü olacağını düşünmesine rağmen muhteşem geçmişti. “Ne düşünüyorsun öyle dalgın dalgın? Kocanı mı?” diye sordu Melis gülerek. Melek korkuyla etrafına bakıp işaret parmağını dudağına yasladı. “Şş ne yapıyorsun? Biri duyacak.” dediğinde Melis omuz silkti ve yanına oturarak “Ben bilinmesi gereken şeylerin saklanmasına karşıyım. Bunu da herkes duyarsa memnun olurum.” dedi. Melek “Bu yüzden mi Zümrüt’ü ifşaladın?” diye imayla sorduğunda omuz silkti. “Siz de öyle düşünüyordunuz ama tehdit edildiğiniz için eliniz kolunuz bağlıydı. Yapmam gerekeni yaptım ben sadece.” Melis dediğim dedik çaldığım düdük bir karakterdi ve hayatında belki de en fazla hayranlık duyduğu kişinin dişi versiyonu gibiydi. Toprak Abisi… Toprak Abisini de çok özlemişti. Evlendiğinden beri ne arıyor ne soruyordu. Onun düşüncelerini çok merak ediyordu. Acaba evlilikten haberi var mıydı? Varsa, onaylıyor muydu? “Sen ne zaman Yiğit’e bilmesi gerekenleri söyleyeceksin?” diye sorduğunda Melek kaşlarını çatıp “Neyi bilmesi gerekiyor ki?” diye sordu. Melis, ‘Yapma’ der gibi baktıktan sonra “Birinizden birinin adım atması gerekiyor.” dedi. Melek, gözlerini devirip “Adım atılacak bir şey yok.” diye inkâr ettiğinde Melis “Bu şekilde çok yıpranıyorsunuz.” dedi anlayışla. Melek sinirlenmeye başlamıştı. Neyi anlamıyordu Melis? “Melis!” dedi gözlerini kararlı bir şekilde Melis’e dikerek. “Seni seviyor. Ne adımı?” Melis gözlerini devirip ellerini bacaklarına vurdu. “Sevmiyor. Sevdiğini sanıyor. Hatta sanıyordu. Bence şu an o da öyle düşünmüyor.” Melek yere bakarken alayla gülümsedi. “Sana bakarken gözlerinin içi gülüyor.” dediğinde Melis ‘Sen bir de sana bakarken görsen’ demek istese de ve hatta bunun için çok güçlü bir istek duysa da kendini tuttu. Şimdi söyleye inkâr edecekti. Kendisinin görmesi gerekiyordu. Bu itirafı ikisinden biri, diğerine yapmalıydı. Bunun yerine okları Melek’e çevirdi ve “Senin ona bakarken gözlerinin içi nasıl görünüyor peki?” diye sordu. Yiğit’in ona olan sevgisine belki inandıramazdı onu ama en azından kendi duygularının farkına varmasını sağlardı. “Önemli değil.” dedi Melek Melis’i şaşırtarak. İnkâr etmemişti. Görünen şeyi inkâr edecek kadar aptal durmak istemiyordu çünkü. “Başkasına bakarken gözlerinin içi parlayan birine öyle bakan gözlerimin ahmaklığı” Melis’in yanından kalkarken “Söz ver.” dedi. Melis’in bakışları havalandı. “Bunları Yiğit’e söylemeyeceğine söz ver.” “Söz” dedi Melis çünkü Melek’in aklındakileri bilmiyordu. Bilse bu sözü vermezdi. O sadece bu sözleri bir gün Melek’in Yiğit’e kendisinin söyleyeceğine inanıyordu. Bu sözü vermesinin tek sebebi buydu. Melek “Ben gideyim artık. Yarınki sınavım zor biraz. Çalışırım.” dediğinde Melis, başıyla onaylayıp el salladı. Melek de gülümseyip arabasına bindi. Az kalmıştı. Bu çileyi bitirecekti. 🍇 Melek ve Yiğit sınavların bitmiş olmasının verdiği hafiflikle sınıflarından çıktıklarında karşı karşıya geldiler. Melek, Yiğit’in ondan kaçacağını bildiği için vakit kaybetmeden yanına gitti. “İşin var mı?” diye sorduğunda Yiğit başını iki yana salladı. “Eve gidelim mi?” diye fısıldadı. “Söylemek istediğim bir şey var.” Yiğit’in kaşları havalanırken kalbi heyecanla atmaya başlamıştı. Bu sözler… Bu sözler bir ilanı aşkın habercisi değil miydi? Yüzündeki kaslar gülmemek için büyük bir çaba harcarken başıyla onayladı. “Olur.” Melek gülümseyip “Evde görüşürüz.” diye fısıldadı ve çıkışa yöneldi. Hayatında verdiği en büyük kararın Yiğit’le evlenmek olduğunu sanıyordu. Oysa şu an o zamandan kat ve kat fazla zorlanıyordu. Arabasına binip yavaş yavaş eve doğru sürdü. Yiğit ise onun aksine adeta uçuyordu. Bu yüzden eve geldiğinde Melek’i bulamadı. Biraz bekledikten sonra aramaya karar vermişti ki kapının kilidinin sesini duyup vazgeçti ve telefonu yeniden cebine koydu. Yiğit karşısında titreyen kıza “Geciktin.” dediğinde içindeki heyecanı nereye koyacağını bilemiyordu. Acaba Melek’e bırakmayıp önce kendisi mi itiraf etseydi? Hasta mıydı ayrıca? Soluk duruyordu. Melek çantasını vestiyere koyup “Oturalım mı?” diye sordu masayı göstererek. Yiğit başıyla onaylayıp önce Melek için bir sandalye çekti sonra karşısındaki sandalyeyi kendi için çekip oturdu. “Seni dinliyorum.” diyerek Melek’e başlaması için kendince yardımcı olduğunda Melek tebessüm etti. Lafa “İnsan” diyerek girdi. “İnsan bir yola çıkarken varacağı noktayı düşünüyor daima.” Yiğit Melek’i onayladı. “Öyle.” “Seninle, biz de bu yola çıkarken özgür olmak, o baskıdan kurtulmak öncelikli hedefimizdi.” “Öyleydi.” dedi Yiğit, papağan gibi aynı kelimeyi tekrarlayıp duruyordu Melek “Yiğit ben bu yolda kayboldum.” dediğinde Yiğit’in kaşları çatıldı. Hislerinden bahsetmiyor muydu? Evet, öyleydi ama neden bu kelimeler? “Nasıl yani?” “Evliliğin insanın omzuna yük bindireceğini söylerler. Biz evlenirken gerçek bir evlilik yaşamayacağımız için öyle olmaz sanıyordum. Muhtemelen zaten hiçbir şey de henüz yüklenmedik. Ancak yine de bu kadarı da bana ağır geldi. Belim şimdiden büküldü gibi hissediyorum.” dediğinde Yiğit’in içi huzursuz olmaya başlamıştı çoktan. “Ne demek istiyorsun Melek?” diye sorarken de aslında hâlâ iyi bir şey duymayı umut ediyordu. İçinde kalan son umut kırıntılarına tutundu Yiğit. Melek “Boşanmak istiyorum Yiğit.” dediğinde Yiğit, korkunç bir darbe yemişti göğsüne. Aniden burnunun direği sızlamaya başlamış, kalbi göğsünü çok sert dövmeye devam etmişti. Duymaktan en çok korktuğu cümle buymuş, onu da fark etti. Elindeki son kırıntıları da kaybetmişti. Yiğit “Ama neden?” diye sorarken hayâl kırıklığı sesini esir almıştı. “Bana göre değilmiş. Bilmiyorum, belki Ankara da bana iyi gelmedi. Okulu bırakabilirim bile.” “Ne?” O kadar mı? “Ben Bingöl’den hiç ayrılmadım Yiğit. Hayatım boyunca tek seferde bir haftadan daha fazla Bingöl dışında kalmamıştım. Aileme çok kızgın olsam da onları da çok özledim.” Evet, özlemişti ama onun dışındakiler külliyen yalandı. Sadece Yiğit’i inandırmaya çalışıyordu. Yoksa Ankara’yı da, okulunu da, Yiğit’i de çok seviyordu. Ne yazık ki bu gerçek sadece içinde yaşayabilirdi. Melek “Merak etme. Ben ayrılmak için direttiğimi söyleyeceğim ve senin okulunun güvende olduğuna emin olacağım. Söz.” diyerek Yiğit’e garanti verdi. “Konu bu değil.” diye mırıldandı Yiğit. Ağlamak istiyordu. Yine 6 yaşındaymış gibi utanmadan hıçkırarak ağlamak… Melek ayaklanıp odasına gittiğinde de bu isteğiyle başa çıkmaya çalıştı. Birkaç dakika sonra Melek elinde valiziyle odasından çıktığında gözleri şaşkınlıkla büyüdü. “Şimdi mi gideceksin? Nereye?” “Bingöl’e.” dedi Melek. Her şeyi ayarlamıştı ve 3 saat sonra uçağı kalkıyordu. “Okul konusunu onların söylediklerine göre düşüneceğim. Geri döner miyim bilmiyorum henüz ama sen mutlaka gel. Kuzenlerin, köklerin orada… Seninle karı koca daha doğrusu sahte karı koca olmasak da arkadaş olabiliriz. Kuzenlerinle yakınlaşmışken yeniden kendini onlardan koparma.” dediğinde Yiğit başını iki yana salladı. “Ama bu gitmek değil, kaçmak.” Kaçıyordu Melek zaten. Başını iki yana salladı. Günlerdir planlamasına rağmen “Bir anda karar verdim.” dedi. Oysa Yiğit’in ondan uzak, Melis’e yakın hâllerini izleyerek, günler geçmek bilmemişti. “Ben çıkayım. Gecikeceğim yoksa.” dediğinde Yiğit ayaklandı. “Seni bırakırım.” dedi yüzünü başka yöne çevirerek. Gözlerinin dolu olduğunu göstermek istemedi. O ilanı aşk diyordu kız boşanmak istiyordu. Bu saatten sonra Yiğit’in de ilan-ı aşk etmesinin bir anlamı kalmıyordu işte. “Yok, taksiyle gideceğim. Boşuna git gel yapma. Bir saatlik yol.” dediğinde Yiğit “Sormadım Melek. Sen nasıl boşanmak isteyip istemediğimi sormadan karar verebiliyorsan ben de böyle bir karar veriyorum. Ben bırakacağım seni!” diyerek Melek’in valizini aldı ve çıkışa yöneldi. Kalbi çok kırılmıştı. Nasıl bir anda verdiği bir kararla Yiğit’i gözden çıkarabiliyordu? Melek itiraz edemedi. Çünkü konuşsa kesinlikle ağlayacaktı. Ağlarsa açıklama yapmak zorunda kalırdı. Açıklaması da ‘Sen başkasını ben de seni seviyorum diye gitmek zorundayım’ gibi bir cümleden başka bir şey olmazdı. Arabaya bindiklerinde Yiğit “Her şeyini aldın mı?” diye sordu. Almamış olmasını, unutmuş olmasını diledi. Geri dönmesine sebep olacak herhangi bir şeyi unutmuş olmasını diledi ama Melek “Aldım.” dedi. “Sadece kitaplarım burada. Lazım olursa sen yollarsın. Değil mi?” Kendim getiririm ki seni göreyim demek istese de “Gönderirim.” dedi. “Teşekkürler.” dedi Melek gülümseyerek. Yiğit gülümsemedi. Gülümseyemiyordu. “En azından umarım okuluna dönersin.” dediğinde Melek sessiz kaldı. Bir aya yakın bir ara tatilleri vardı. Bu süreçte düşünecekti. Yiğit’i unutabileceğine karar verirse ve ailesi de boşandınız para yok demezse dönerdi yoksa okulu da bırakacaktı. Havalimanına geldiklerinde Melek hemen bilet işlemlerini halletti. Daha önce söylemiş olsa Yiğit de Melek’le giderdi. Annesi de oradaydı. Onunla birlikte geri dönerdi ama Melek onu istemiyordu. Uçağın kalkışı anons edilene kadar Yiğit sorular sormuş Melek de kısa cevaplar vermişti. “Telefonunu aldın mı?” “Burada.” diyerek gösterdi. “Şarj aletin?” “Aldım.” “Aç mısın? Bir şeyler ye binmeden.” “Tokum.” Gidiyordu. Anons sesini duyduklarında ayaklandılar. Melek, kontrol noktasının önüne geldiklerinde daha fazla dayanamadı ve bir anda Yiğit’e sarıldı. Ağlamadan duramayacaktı ama bir kılıf bulabilirdi. “Duygusal bir insan olmak çok yorucu” dedi ağlayarak. Yiğit’e sıkı sıkıya sarılmış boyu yetmediği için ayakuçlarında yükselmişti. Yiğit de kollarını Melek’in beline dolamış, bırakmayacakmış gibi tutmuştu. Onun da gözyaşları artık durmuyordu ama Melek ona sarıldığı için neyse ki yüzünü görmüyordu. Melek “Biraz hödük biri olsan da iyi birisin bence. Hödük olma. Arada gel.” dedi gülmeye çalışarak. Sözleri Yiğit’in zorlanmadan gülümsemesine sebep oldu. “Aklımda bulundururum.” Melek geri çekilirken “Üzüldüğümden değil, vedalar hep böyle bir etki yaratıyor bende.” dedi gözyaşlarını silerek. Yiğit’in de yaşlı gözlerini gördüğünde kaşları havalandı. Yiğit gülüp “Ben de duygusal bir hödüğüm” diye açıkladı. Yeniden anons sesini duyduğunda Melek kontrol noktasına girmeden Yiğit’e “Kendine iyi bak. Bugüne kadar her şey için teşekkürler.” dedi. Yiğit başıyla onayladı. “Ben teşekkür ederim. Asıl sen kendine iyi bak. İnce giyinip hasta oluyorsun.” Melek gülümsedi. “Doğru. Dikkat edeceğim.” Ayrılmak sandıklarından daha zordu. Melek bu yüzden Yiğit’in havalimanına gelmesini istemiyordu. “Git hadi.” dediğinde Yiğit’in içinden hüngür hüngür ağlamak geliyordu yoksa gerçekten gitmesini istediğinden değil. Melek de “Gidiyorum.” dedi teyit edercesine. “Melis, Asil ve Çisem’e de çok selam söyle. Vedalaşamadım onlarla da üzgün olduğumu söyle.” Yiğit gülümsemeye çalışıp “Söylerim de Melis gelip seni dövebilir. Dikkat et derim.” dediğinde Melek güldü. “Bu sefer hak ettiğim için gıkım çıkmaz.” dedi. Sıra Melek’e gelince Melek botlarını çıkarıp kontrolden geçti. Yiğit, Melek gözden kaybolana kadar ona baktı. Melek de sürekli dönüp ona bakıyordu. Melek uçağa bindi. Uçak kalktı. Yiğit beklemeye devam etti. Belki pişman olur ve döner diye… Melek dönmedi. Melek gerçekten gitti. Yiğit karısını kaybederken ona ölesiye âşık olduğunu bir kez daha fark etti ama çok geçti. Kendini, en azından mahkemede bir kez daha görebileceğim diye teselli edecek kadar aciz bir durumdaydı ama ilan-ı aşk etmeye cesareti yoktu işte. Bir aşk hikâyesi acaba böyle mi bitiyordu?
-DEVAM EDECEK-
Evetttt Sonunda ilk kitabın finalini paylaştım. Zamanında kitap olduğu zaman pek çok kişi sitem etmişti burada mı bitirilir diye ama bitirilir arkadaşlar. En heyecanlı aralar araya ayrılık giren aralardır bence :D Her neyse ikinci kitap konusunda daha önce de dediğim gibi bir kaç bölüm buradan da paylaşacağım ancak tamamını ancak pdf olarak görebileceksiniz. Google üzerinden paylaşmayı düşünüyorum ama apple ürünlerinden indiriliyor mu bilmiyorum. Bunun için de belki shopier ya da dolap gibi uygulamaları düşünebiliriz. Şimdilik hoşçakalın. Sosyal medyadan takip ederseniz duyurulardan ve gelişmelerden haberdar olabilirsiniz. Hoşçakalın. Kaptan-ı Derya'yı da okumayı unutmayın. Sosyal Medya: İnstagram: Busras.typwriter/Busbckr Twitter: Busrastypwriter Tiktok: Busras.typwriter
|
0% |