Yeni Üyelik
5.
Bölüm

🍇4. Bölüm🍇

@busbckr

Herkese selamlar. Uzun zaman oldu değil mi? Şimdiye kitap çıkar diyordum ama malumunuz ekonomik sıkıntılar ve kağıt kıtlığı maalesef aksaklıklara sebep oldu. Kitap fiyatları da ne yazık ki başını alıp gitti. Siz yine de günde bir TL kenara atmaya devam edin o zaman benim kitabımla birlikte bir kaç kitap daha alabilirsiniz belki. Alıntılar da hazırlıyorum ama bir kaç haftada bir kitap çıkana kadar artık parça parça bölüm atacağım. Bu bölümden sonra bölümleri bölüm atacağım çünkü bölüm sayısı az ama bölümler çok uzun. Bu bölümle birlikte kitabın dörtte birini paylaştım mesela. O yüzden bu bölümden sonra gelecek bölümler kitaptaki tek bir bölüme tekabül etmeyebilir. Umarım kitap bir an önce çıkar da sizlerle kitap hakkında yüz yüze konuşuruz ama o zamana kadar buradan okuduğunuz kadarına özellikle satır arası yorumlar yapmayı unutmayın.

 

🍇🍇🍇🍇🍇🍇🍇

4. Bölüm

Melek ve Yiğit'in bu sürpriz kararı büyük bir sevinçle karşılanmış ve vazgeçme ihtimallerine karşın, çocukların okulu ile Necmi Bey ve Hamit Bey'in sağlık durumu bahane gösterilerek tüm her şeyi on gün içinde yapma kararı almışlardı.

Bu karara Melek ve Yiğit de çok şaşırmıştı. Aceleye getireceklerini biliyorduysalar da en azından bir ayı bulur diye düşünüyorlardı. Ancak söz konusu dedeler olunca yine tamam demişlerdi. Nasıl olsa değişen bir şey olmayacaktı, gizlice bekâr kalacaklardı.

Melek, annesi ve müstakbel kayınvalidesi ile oldukça gereksiz gördüğü bir düğün alışverişi yapmış, gelinliğini çok düşünmeden seçmiş, çeyiz alışverişi yapmayı kati suretle reddetmişti. Ertesi gün oğluyla alışverişe ayrı çıkan İpek Hanım çeyiz alışverişini o zaman yapıp Melek'e göndermişti. İçinde gecelikler, terlikler, bornoz seti, kremler makyaj malzemeleri, şampuanlar, lif, iç çamaşırları benzeri şeyler olan çeyizi Melek elbette sakin karşılamamıştı ancak bu öfke nöbetleri annesi, kardeşi Meral ve kuzenleri Gazel ve Zümrüt tarafından bastırılmıştı.

Melek için baskıyla yapılan bu evliliğin kendisi kusur olduğundan her şeyinin kusursuz olmasına gerek yoktu. Annesine "Bana hamileyken alsaydınız onları da... O yaşta nikâh sözü veren hazırlığını da yapmalıydı" diyerek tepki koymuşsa da evlenmiyorum restini çekmemişti.

Melek ve Yiğit anlaşmalı bir evlilik yapacaklarını sakladıklarını sanırken büyükler aslında bunun oldukça farkındaydı. Onların derdi de bu ikilinin aynı eve girip birbirlerini tanımalarını sağlamaktı. Çünkü her iki taraf da ikisinin mükemmel bir çift olduğuna emindi. Bir çift olmak, Melek ve Yiğit için şu anlık gündem dahi değildi. Onların tek derdi saman altından su yürütmekti.

Tüm bu hengâmede düğün salonunun tutulduğu gün ilk defa baş başa kaldıklarında Yiğit, Melek'e yanaşmış ve telefonunu uzatarak "İletişim kuramıyoruz." Diyerek numarasını istemişti.

Melek telefonu Yiğit'in elinden alırken "iletişimin alasını kuracağız zaten yakında." Diyerek söylenmiş ama yine de numarasını yazıp kendine de çağrı atmıştı.

"Evleniyoruz zaten." Dedi Yiğit günlerdir düşündüğünü Melek'le de paylaşmak istemişti. Annesi, Melek'in huzursuz olduğunu söylediğinden beri aklını ondan ne yapmışsa da alamamıştı. Melek, hassas biriydi ve tüm bu yaşananların onda nasıl bir baskı yarattığını tahmin edebiliyordu. Üç yıllık aldığı psikoloji eğitimine dayanarak söyleyebilirdi ki Melek, başkaları mutlu olsun diye yaşayan saf insanlardandı. Kendine haksızlık yaptığının farkında olsa da bu şekilde yaşamaya devam ediyordu ve yine sadece kendisi zarar görüyordu. Ona üzüldüğü için bir tavsiye vermek istedi. "Bundan kaçış yok." Diye devam edince Melek devam etmesi için başını salladı.

"Madem kaçamıyoruz uyum sağlayalım. Keyfini çıkaralım. Yoksa işkence olur bize bu süreç."

Bu öneri, Melek'i şaşırtmıştı, tamam ama bu önerinin Yiğit'ten gelmesi adeta dilini yutmasına sebep olmuştu.

"Yani?" diye sordu emin olmak adına. Yiğit bunun üzerine "Yani, gerçekten evleniyormuşsun gibi keyfini çıkar. Senin düğünün sonuçta." Diye açıkladı.

Melek güldü. "Sen öyle yapmayacaksın yani?" diye sorunca Yiğit dudak büktü. "Benim için düğünmüş evlilikmiş pek önemli şeyler değil. Gerilmiyorum da bu süreçte senin gibi..."

Melek bu çocukla iki sene geçirebileceğine dair inancını her gün biraz daha kaybediyordu.

"Ne mutlu sana..." dedi konuşmayı uzatmadan. Onu gerenin en başta kendisi olduğunu dahi fark edemeyerek gaf üstüne gaf yapıyordu.

"Beni takma sen, gerilirim, düzelirim falan arada." Dedikten sonra eve dönmek için hareketlenince Yiğit kolunu tuttu.

"Ya tamam dur, şaka yaptım." Diyerek gülünce Melek ona ters bir bakış attı.

"Beraber eğlenelim işte. Madem onların da gönlü olsun dedik..."

Melek, onu "Öyle bir şey demedik. Tehdit ettiler diye boyun eğdik." Diye düzeltince gözlerini devirdi. Yiğit, bunun üzerine "Her neyse işte madem kabul ettik bari kimsenin burnundan gelmesin. Ankara'ya dönünce birbirimizi tanımıyormuşuz gibi rol yapacağız ya, burada da eğleniyormuşuz gibi rol yapabiliriz bence." Diye devam etti.

Melek de öyle düşünebilirdi, şayet Yiğit bu kadar uyuz olmasaydı. Yine de taş koyan olmak yerine "Deneyelim o zaman." Diyerek anlaşma yoluna gitti. En nihayetinde yalandan bir evlilik de yapacak olsalar iki yıl boyunca yüz yüze bakacaklardı.

"O yüzden ne derlerse kabul et geç. Madem bir işe kalkıştık en yüksek verimi alsın herkes."

Bazen bu çocuk da doğru bir pencereden bakabiliyordu. O yüzden şaşırıyordu Melek.

O günden sonra tam da karar verdikleri gibi evlilik işine daha ılımlı yaklaşmışlardı. Çeyizleri kabul etmişler, düğün arabasının süsüne karar vermişler ve hatta gitmeyecekleri balayı hakkında planlar da yapmışlardı. Melek'teki bu ani ve pozitif değişim onları ilk etapta şok etse de işlerine geldiği için üstelememişler ve hatta bundan yüz alıp daha önce çekindikleri ne varsa onları da işe dâhil etmişlerdi.

Aynı zamanda İpek Hanım Nevşehir'de oturan görümcesi Gülay'ı tembihlemiş ve Ankara'da iki artı bir şirin ve küçük sayılabilecek bir daire tutmuşlardı. Gülay Hanım, bu dairenin temizlenmesi ve döşenmesinden, İpek Hanım'ın birkaç arkadaşından da yardım almak suretiyle sorumlu olmuştu.

Melek'in ısrarla almamak için direttiği her şey burada bir alınmışsa orada on alınarak dolabına dizilmişti. Melek ve Yiğit'in ise henüz bunlardan haberi yoktu. Hatta Yiğit döndüklerinde normalde kaldıkları iki katlı müstakil eve gideceklerini sanıyordu ki bu yüzden Melek'in istediği odayı seçmesi konusunda bu kadar rahat davranmıştı. Ancak annesinin düğünden bir gün önce söylediği bu yeni apartman dairesi tüm planlarını bozmuştu. Bu kız onu kanepede yatırırdı valla, hiç acımazdı.

Melek ise nereye gidecekleriyle o kadar ilgilenmiyordu ki bu konuda herhangi bir merakı yoktu. O, yurdundan ayrılacağı için üzgündü sadece. Her ne kadar Yiğit'in arkadaşı da olsa oda arkadaşı Melis'i çok sevmişti.

Düğün günü yaklaştıkça içine kapanan Melek, herkesten uzaklaşmıştı. Ara sıra Yiğit'le konuşuyordu ki düğün ile alakalı detaylar hakkında konuşuyorlardı o zamanlar da.

Düğün gecesi beraber olmayacaklarını tahmin etseler de Berivan Hanım yine de bu konuda Melek'le konuşmaya çalışmıştı. Ancak hem utandığı için hem de Melek lafı ağzına tıkıp çekip gittiği için pek bir şey de söyleyememişti.

Sadece 9 gün süren bu süreç Melek'i de Yiğit'i de o kadar yıpratmıştı ki ikisi de iyi ki bir ay sürmemiş diye düşünmüştü. En iyisi hemen olup bitmesiydi. Zaten yalandan bir evlilik olduğundan 'Şu eksik oldu, bu yarım kaldı' diyecekleri bir durumları da yoktu.

Onlar bu asla tatlı olmayan telaşa dalmışken bir de kendi içine doğru bir bitişe sürüklenenler vardı. Bunlardan biri Yavuz'du. Herkes gibi o da bu evliliğin mecburiyetten yapıldığının ve ikili arasında hiçbir şey olmadığının farkındaydı. Aynı zamanda ikili arasında çok derin şeyler olacağının da farkındaydı. İkisi arasındaki enerjinin, bakışlarındaki kıvılcımların...

Şu an olmasalar da yakında onların da fark edeceklerini biliyordu. Ve aslında Melek'i unutmak için sadece on gün vermişlerdi ona... Çünkü kuzeninin karısına âşık olmak Yavuz'a yakışmazdı. On gün boyunca ağladı. Gözyaşlarıyla birlikte dökmeye çalıştı aşkını. Canı eksildi, ruhu eksildi, Melek bir gram azalmadı.

Bir de Zümrüt vardı. Başkası olsa umudunu besleyeceği şu durumda Zümrüt umudunu hepten kaybetmişti. Çünkü Yavuz mahvolmuştu, ölmüştü, dirilmiş ve tekrar ölmüştü. Herkesin gözleri önünde... Yavuz'un sevgisini ne dedeler ne de Melek'in anne-babası biliyor değildi. İpek Hanım da elbette bilmiyordu. Belki bilseler böyle bir şeye kalkışmazlardı. Gerçi Melek, Yiğit olsa da olmasa da Yavuz'u her daim reddetmişti. Durum böyleyken bir şey değişir miydi diye irdelemek de anlamsızdı.

Bir kişi daha vardı ki Melek'e diğerlerine kıyasla daha yakın olan ama şu günlerde ona en çok kızan Yasemin... Abisini gördükçe kahrolan bir diğer kişi de oydu. Madem sevmediği biriyle evlenebiliyordu en azından abisine de bir şans verebilirdi şeklinde bir düşünceye girmiş ve düşündükçe kendini doldurarak Melek'e daha çok kızmıştı. Ancak diğerleri gibi onun da Zümrüt'ün duygularından haberi yoktu. Melek Yavuz'u sevmesine seviyordu ama bu sevgi hiçbir zaman özel bir anlam barındırmamıştı. Bunun hiç kimseyle de alâkası yoktu ama Melek sevmese de sırf gönlü olsun diye Yavuz'a şans veremezdi. Bunun çok önemli iki sebebi vardı. Bunlardan birincisi Yavuz onun için çok önemliydi ve her daim yüz yüze bakmak zorundaydılar. Yavuz öylesine biri değildi. Ayrılma ihtimali varken ve bu ihtimal yüksekken böyle bir risk alamazdı. İkincisi de Zümrüt'ün kendi kendine yaşadığını sandığı ve herkesten gizlediği hislerini fark etmiş olmasıydı. Çok uzun zamandır farkındaysa da dile getirmemiş Zümrüt'ün itiraf etmesini beklemişti. Ancak o itiraf hiçbir zaman gelmemişti. Yavuz'un tutumu düşünülürse gelmemesi de oldukça anlaşılırdı.

Ancak Yasemin bu şekilde düşünemiyor sadece abisinin haline üzülüyordu. Bir de ara sıra Melek ve Yiğit'in baş başa konuşup gülüşmelerini görünce öfkesi onlarca kat büyüyordu. Yine de her şeye rağmen öfkesini içinde tutup diğerlerini kışkırtmıyordu da tabi ki...

Sonunda büyük gün geldiğinde her şeye rağmen kuaförden salona dek arkadaşını yalnız bırakmamıştı. Acele bir düğün olduğundan hiçbiri tam olarak istedikleri gibi değildi. Melek de hayalindeki gelinliği giymemişti zaten ancak kızların kıyafetlerini sorun ettiği kadar sorun etmiyordu bu durumu.

Baştan sonra Fransız güpürlerinden oluşan kırık beyaz gelinliği papatyalardan oluşan askılara sahipti. Dekoltesi çok derin değil, duvağı da kısaydı. Saçlarını ensesinde ne dağınık ne de sıkı olmayan bir topuz yapmıştı. Yine tacı da incilerle yapılmış papatyalardan oluşuyordu. Annesi ve kayınvalidesinin ortak zevkiydi ve Melek de hayır dememişti. Bu düğün onların hayaliydi. Her şeyin onların istediği gibi olmasına o yüzden izin verdi. Ancak Ankara'ya döndüğünde, en ufak vicdan azabı çekmeden kendi hayatını yaşayabilecekti.

Üstelik geçen zaman zarfında konunun üstüne düşündüğünde bu evlilik işinin avantajları da yok değildi. Geleneklerine göre bir kız baba evinden çıktığında artık eşlerinin sorumluluğunda olurdu. Elbette erkekler için de durum aynıydı. Onlardan da eşleri sorumlu olurdu.

Melek evlendikten sonra artık ailesine herhangi bir hareketinin hesabını vermeyecekti. Evlilik sahte olduğu için Yiğit'e hiç vermeyecekti o hesabı. Bu durumda aslında çok daha kârlı oluyordu.

Tamam, babası çok baskıcı biri değildi ama çok rahat bir baba da değildi. Melek birçok kez hareketlerine dikkat etmek adına istediği şeyleri yapamamış ya da istemediği şeyleri yapmıştı.

Eskiden kızların çok daha fazla baskılandığını biliyordu. Günümüzde şartlar çok daha iyi olsa da yine de cinsiyetçi ayrımlar gözle görülecek kadar çoktu.

Neyse ki gerek kuzenleri olsun gerek arkadaşları olsun bu konuda çok daha iyi bir yerdeydiler.

Tamam, onların da bazen hödüklüğü tutuyordu. Mesela Toprak Abi'si, Bulut ve Yavuz da kıyafet, sadece arkadaş da olsa erkek arkadaş mevzularında ileri derecede olmasa da maraz çıkarıyorlardı. Buna da Melek kültür zehirlenmesi diyordu. Fazla maruz kaldıklarından kapmışlardı elbette...

Gelin arabası kuaförün önüne geldiğinde kızlar heyecanla dışarı çıktılar. Onlar Yasemin kadar sorun etmiyorlardı bu düğünü. Melek ya da bir başkası birini sevmedi diye suçlanmayı hak etmiyordu. Onlar da Yavuz adına üzgünlerdi ama o kadar. Bu Melek'in suçu değildi. Hatta onlar Yasemin'in de öyle düşündüğünü varsayıyorlardı.

Kızların yardımıyla Melek kuaförden çıktığında gelin arabasının önünde umursamaz bir şekilde onu bekleyen müstakbel ama sahte kocasıyla göz göze geldiler. O an, aralarında zaten var olan elektriğin yüksek voltajına kapılmasına sebep olunca Yiğit'in beyninde şimşekler çaktı. Melek güzel bir kızdı, bunu açık yüreklilikle ama içinden kabul ediyordu zaten ama şu an karşısında bir peri masalından fırlamış gibi olması da yüreği için biraz fazlaydı.

Gönlü başkasındaydı, orası ayrı ama bu kızla iki sene aynı evde kalacaksa bu kızın bu kadar güzel olduğunu görmemesi, kabul etmemesi gerekiyordu. Yoksa işler çok karışabilirdi.

Melek tam karşısında durunca gülümsedi ve "Şimdi eli yüzü düzgün bir kız oldun işte." Diyerek Melek'i yine zıvanadan çıkarmayı başardı.

Melek içinden bildiği tüm hakaretlerle Yiğit'e şiir yazarken Yiğit "Anlamadım?" diye çıkıştı. Hala eğleniyordu kendince.

"Diyorum ki elim bir yüzüne gelecek bozuk neyin varsa düzelecek Yiğit! Çok konuşuyorsun, dilin değil elin çalışsın. Düzgün elin... Kapımı aç!"

Kahkaha attı Yiğit "Emrin olur Kraliçe Hazretleri. Buyur geç." Diyerek arka kapıyı açınca kızlar da onların haline gülerek Melek'in oturması için ona yardım ettiler.

Arabayı Bulut kullanıyor Melek ve Yiğit de arkada oturuyordu. Yanlarında ise Gazel vardı. Gelin arabasına oturmayı kimseye kaptırmamıştı. Yasemin'den çekinmişti biraz ama o da hiç oralı olmayınca rahatça çirkeflik yapıp ön koltuğu kapmıştı.

"Melek, ayakkabını bolca yere sür. En çıkık yere kendi adımı yazdım, ne olur ne olmaz."

"Allah'ım çıldıracağım! Bir insan bu kadar koca meraklısı olamaz!" diyen Bulut'a dil çıkardı Gazel. "Abi seninle Yeliz'i de orta boşluğa yazdım. Hani asla yere temas etmeyen boşluk var ya. Hahaha! Evde kaldınız."

Bulut öfkeyle ona dönünce Gazel kahkahasını büyüttü. "Şaka yaptım ya! Yeliz'i hemen yanıma yazdım. Sadece senin adın var boşlukta. Yeliz evlenip giderken sen evde kalacaksın."

Ve araba ani bir frenle ışıklarda durdu.

"İn arabadan! Yoksa ben fırlatacağım seni! Kara kedi! İn çabuk!"

Gazel gülerken omuz silkiyordu. Bulut'un öfkelenmiş haline bayılıyor, hele kendisinin öfkelendirdiği zamanki hallerine mest oluyordu.

Melek ve Yiğit de bu iki kardeşin kavgası sayesinde çok sessizleşmeden, kendi içlerindeki düşüncelerde boğulmadan düğün salonuna gelene dek dayanabilmişlerdi.

Melek'in parfümünden gelen o meyveli koku Yiğit'in aklını başından almıştı. Üstelik meyveli parfümden nefret ederdi normal şartlarda. Ancak kavun ve limon Melek'in teninde çok güzel durmuştu.

Uzun zamandır Melis'i görmediği için böyle bocaladığını düşünüyordu Yiğit. Melis'i gördüğü an işler eski rayına oturacaktı. Adı kadar emindi.

Salona geldiklerinde direkt olarak gelin odasına geçmişlerdi. Sabah kuaföre gitmeden önce evde imam nikâhı kıyılmış, dualar edilmişti. Melek'in erkek kardeşi olmadığından kuşağını Bulut bağlamıştı. Elif'i baba evinden alırlarken Elif çok ağlamıştı ancak Melek'in ağlamak aklına bile gelmemişti. Hem ailesine, böyle bir işin içine girdikleri için öfkeliydi hem de kendini evleniyormuş gibi değil de kurtuluyormuş gibi hissediyordu. Evlenerek, evlilikten kurtulmak her kula nasip olan bir şey değil sonuçta!

Melek'in her şeye evet demesinden yüz bulan aileleri kına diye tutturmuşlardı ancak Melek oldukça kesin bir şekilde reddetmişti. Hepi topu on günde her şeyi yetiştirmeye çalışmışlardı ve bu uğurda mahvolmuşlardı da ama araya bir de Kına girerse işler daha da yoğunlaşacak ve uyudukları üç dört saatleri de ellerinden gidecekti. Yiğit de serçe parmağına kına yakılacağını duyunca Melek'e destek çıkmış ve tüm baskı ve dayatmalara rağmen kınaya engel olmuşlardı. Yine de iki ev kendi arasında günlerdir çalıp oynuyordu. Zorla kaldırılan Melek de bir dakika isteksizce oynayıp geri oturuyordu. Çünkü Yiğit ona sürekli gülüyordu. Melek'in de Yiğit'in ağzına bir uçan tekme atası geliyordu ama insan Müstakbel kocasının ağzını da kırmazdı şimdi... Hak etmiş olsa da...

Zaman o kadar kısıtlıydı ki düğün bile istemiyorlardı aslında ama bu komplocu tayfa her şeyi aslında çoktan hazırlamışlardı. İnsanlar böyle konularda dalga geçerlerdi ama onların hikâyesi tam olarak 'Düğünlerine en son çağırılan kişiler' olmaktan ibaretti. Tüm eş dost akrabanın haberi varmış neredeyse... Hatta Melek annesinin telefonunu cevapladığı bir seferde babasının akrabalarından biri ona 'İyi yaptınız kızım. Biz de sabırsızlıkla bekliyorduk bu haberi. Biraz daha uzatsanız işten kötü kokular çıkardı.' Demişti. Ancak iş dediği şeyi öğreneli birkaç gün olmuştu yalnızca...

Gelin odasında Yavuz ve Yasemin dışında tüm kuzenleri vardı ikilinin. Tabi, Meral de...

"Abla şu makyaj ne mucizevi şey değil mi?" diye sordu muzır bir sesle. Ablasının çok gergin görünmesi üzerine ortamı yumuşatmaya çalışıyordu. Melek kardeşine ters bir bakış attı. Laf sokacağım bakışlarını tanıması için 17 sene oldukça yetmişti Melek'e.

"Bakma öyle, ciddiyim." Dediğinde Melek bıkkınlıkla "Tamam Meral, soruyorum. Neden?" laf sokmadan onun peşini bırakmayacağını biliyordu. O yüzden izin verdi.

"Seni bile köy Kezban'ından İstanbul Hanımefendisine çevirmiş." Dediğinde Melek, Meral'e olanları anlattıkları için önce kuzenlerine ardından da bu lafın orijinal sahibi olan Yiğit'e sert bakışlarını dikti.

Ancak Yiğit tamamen öfkeyle kurmuştu o cümleyi. Melek'i arka bahçede tek başına otları eşelerken incelediği o ilk an onun aslında Köy Kezban'ından ziyade Miss of Ukraine falan olduğuna karar vermişti. Gerçi Kezban derken ne kastedildiğini de bildiği yoktu. İnternette hit olmuş bir deyimdi ve pek iyi bir anlamda kullanılmadığını biliyordu sadece. Ve hayatında ilk kez kullandığı bu deyimi yerinde ve anlamlı bir şekilde de kullanamamıştı.

Çünkü Melek'in, hatta burada gördüğü hiçbir kızın öyle bir havası yoktu. Bingöl'deki kızlar da Ankara'da gördüğü kızlar da hemen hemen aynı tiplemeye sahiplerdi. Aslında aklındaki tabular ve önyargıları arada bir fark olmasını bekliyordu. Küreselleşen dünyada herkes hemen her şeye erişebiliyordu artık. Bunu da kendi gözüyle görmüş olmuştu. Yine de Melek, Yiğit'in patavatsız dilinden nasibini almıştı tabi...

"Sen benim görümcem mi oluyorsun?" diye sordu Yiğit Meral'e ve o an gelin odasında büyük bir kahkaha tufanı koptu. Melek de az önceki öfkesini unutmuş ve bu kahkahalara eşlik etmişti.

Meral gülmelerinin arsından "Baldız..." diyebildi zorlukla. Yiğit biraz utanmışsa da burnunu havada tutmuş ve egosundan taviz vermemişti.

"Her neyse... Bu akrabalık bağlarına çok aşina değilim. Olabilir yani... Bak baldız, buradan döndüğümüzde ablanla ben yalnız kalacağım. Tarihin tozlu sayfalarına karışmış anıların tozlarını kaldırmasan da ablanı kışkırtmasan mı acaba? Ablan sonuçta, illaki görmüşsündür tersini. Hiç mi acımıyorsun kayınına?" dediğinde ciddiye alınmayı beklemişti ama baştan sona komik olan cümlesini yine bir falsoyla noktalayınca yeniden kendini bir kahkaha girdabında bulmuştu. Bulut, elini Yiğit'in omzuna koyup "Sen Meral'in eniştesi oluyorsun Yiğit'ciğim. Eğer bir kız kardeşin olsaydı o, Melek'in görümcesi olurdu. Erkek kardeşin olsaydı o da Melek'in kayını olacaktı. Ya da Meral erkek olsaydı senin kayının olurdu. Çok eksiğin var... Bence bir akrabalık kursuna falan yazıl..." diyerek onu ti'ye alınca Yiğit başını çaresizce iki yana salladı. "Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinden daha zor yemin ederim!"

Melek güldü. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisini henüz bilmiyordu ama akrabalık ilişkileri gerçekten zordu. Hele Doğu'da yüz kat daha zordu. Akraba evlilikleri yaygın olduğu için herkes herkesin bir şeyiydi. Melek aynı kişinin pek çok yönden akrabası olduğuna dahi şahit olmuştu.

Yiğit henüz böyle bir durumla karşılaşmadığına şükretmeliydi...

Tüm gün bir şey yemedikleri için gelin ve damadın yemekleri gelin odasına gelince diğerleri onları yalnız bırakıp salona, misafirlere bakmaya gittiler.

Yiğit ayranının ambalajını açarken "Yine yüzün asılmış." Deyince Melek tek omzunu kaldırıp indirdi. "Tüm bu angaryadan çok sıkıldım ben ya... Maslow falan dedin okul aklıma geldi. Allah bilir kaç konu kaçırdık. Zaten yeni başlamıştık okula, uyum sürecim bile tamamlanmadan bu evlilik saçmalığı çıktı. Herkes kaynaşmıştır bir de şimdi hepten dışarıda kaldım." Diye açıkladığında Yiğit'in içi nedendir bilmez sıcacık oldu. Arkadaş edinememekten korkan biri gibi durmuyordu hiç ama içinde bir yerlerde onun da böyle endişeler taşıdığını öğrenmiş oldu.

Ağzına önce bir kaşık pilav aldı, sonra yavaşça o pilavı çiğneyip yuttu. Ayranını içmeden önce Melek'i şoka sokan o cümleyi nihayet kurdu.

"Güzel kızlar arkadaşlık kurmakta zorlanmaz, boşuna endişeleniyorsun..."

Melek'in çatalına doldurduğu salata tabağa geri düştü.

"Güzel mi dedin sen az önce? İki gün önce Köy Kezban'ı diyordun bana?" diye çıkışınca Yiğit güldü ve istifini bozmadan, lafının arkasında da durarak "Köy Kezban'ları güzel olamaz demedim ki!" diye yanıtladı Melek'i. Melek gözlerini devirdi ama sonra farkındalıkla gülüşünü bastırmaya çalıştı ve kibar bir kız olarak "Ayrıca teşekkürler..." dedi.

Yiğit öylece Melek'e baktı. "Eee?" diye diretti ama Melek anlamadı. "Ne ee? Bu kadar. Teşekkürler işte. Ayaklarına mı kapanayım? Allah tuttuğunu altın etsin falan dememi mi bekliyorsun?"

"Hayır, yani sen bana ne kadar yakışıklı olduğumu söylemeyecek misin?" diye sorunca Melek ağzındaki yemek dışarı fırlamasın diye ağzını kapalı tutup gülmemeye çalıştı ama çok zordu ve bayağı boğuştu kendiyle... Sonra ağzındakileri yutup "Kusura bakma da tipim değilsin. Sen de öyle demiştin ya..." diye cevap verince Yiğit elindekileri tabağa bırakıp peçeteyle ağzını sildi ve vücudunu Melek'e çevirdi. "Tipim değilsin ama ben yine de sana iltifat edebiliyorum. Objektif bir yorum yapabiliyorum. Senden de aynısını beklerdim..." derken ki ses tonu ve tavrı istediği olmamış küçük bir oğlan çocuğu gibiydi ve bu tavır Melek'i bundan seneler öncesine, hayal meyal hatırladığı eski günlere götürmüştü. Bu Yiğit, tanıdığı, bildiği Yiğit'ti işte.

"Objektif olmadığımı nereden çıkardın ya?" diye sordu gülerek. Yiğit mümkünmüş gibi daha çok bozulunca Melek daha çok güldü. Melek "Yani elbette seni beğenen de vardır ama ben çok daha yakışıklılarını gördüm yani..." diye devam etti eğlenerek. Yiğit arkasına yaslandı. "Tamam anladık, yeter." Dedi huysuzca ama Melek'in gülüşleri artık kahkahaya dönmüştü. Sonunda Yiğit'in sinirine dokunacak bir şey bulmuştu. Yerleri değiştirince Yiğit'in onunla dalga geçerken neden bu kadar eğlendiğini anlamış oldu.

Yiğit'i elbette çok yakışıklı buluyordu. Karasu genleri diye bir gerçek vardı ve bunu inkâr edemezdi ama sadece kendine! Yoksa Yiğit'e çok güzel inkâr ederdi...

Enver Abi, Ahmet Amcası, Ali amca, oğlu Yavuz, ikizler ve pek tabi Yiğit hepsi esmer güzeliydi. Boy, fizik, görünüş her şeyleriyle dikkatleri üzerinde tutabilirlerdi kolayca. Yine de bu düşüncesinden, Yiğit haberdar olmak zorunda değildi. Eğlenecek bir yol bulmuştu, bu yoldan katiyen dönmezdi...

Melek kendi kendine gülerken Yiğit "Zaten zevksiz biri olduğun çok belliydi..." diye mırıldandı. Melek'in duymadığını sanıyordu ama Melek'in oldukça keskin kulakları vardı.

"Ne yaparsın ama zevkler ve renkler tartışılmaz." Diye cevap verince Yiğit ona ters bir bakış attı. "Zevksiz demek zevkin olmaması demek, haliyle burada tartışma konusu zevkinin kötülüğü değil hiç olmaması. Şu yüzüme baksana! Şimdi Yunanistan'a gitsem 21. Yy Zeus'u olmam için sandığa giderler. Gelmiş burada bana yakışıklı değilsin diyorsun. Elini vicdanına koy diyeceğim ama vicdan yok belli ki sende, zor durumda kalmanı istemediğimden bir şey demeyeceğim. Böyle de centilmen bir erkeğim ama anlayana işte..."

Yiğit konuştukça Melek'in gülmekten nefesi kesiliyordu. Onun böyle bir tarafının olmasına şaşırmaya vakti bile olmamıştı gülmekten. Buna daha sonra şaşırmalıydı ama mutlaka!

"Yiğit, başkalarının düşüncesi neden bu kadar umurunda? Sen kendini beğeniyorsan, ki belli ki bayılıyorsun, bence tamam, yeterli. Bir de ben yani... Üç beş gündür tanıdığın biri..." diyerek işi yokuşa süremeye devam edince Yiğit bıkkın bir şekilde gözlerini devirdi.

"Önemsediğimden değil, gözünü açmaya çalışıyorum. Bakar körlerden pek hoşlanmam." Dedi. Ciddi ciddi Melek'in onu beğenmiyor olması sinirlerini bozmuştu. Hayır, bari ona iltifat etmeden önce öğrenseydi. Şimdi boşu boşuna iltifat etmişti, karşı atak da yapamıyordu.

Kapı tıklatılınca konuşmayı bıraktılar ancak Melek gülmeye, Yiğit ise somurtmaya devam etti

Kafasını içeri uzatan Elif -çiftin haberi olmasa da Enver ile birlikte genç çiftin sağdıçlarıydı- "Hazırlanın bakalım gençler. Parti zamanı!" diyerek neşeyle şakıyınca Melek ve Yiğit toparlanmaya başladı. Kapıdan çıkacakları an Melek'in gelin olduğunu idrak ettiği andı. Tüm gözlerin üstlerinde olacağını, herkesin onlar hakkında yorumlar yapacağını, dedikoduların başrolü olacağını fark ettiği andaydı Melek. Bu farkındalık kalbinin deli gibi çarpmasına, hatta bu hız yüzünden göğsünün ağrımasına sebep olunca eli kalbinin üstüne gitti.

"Elif Abla galiba ben yapamayacağım." Dedi. Kusmak istiyordu. Elif içeri girdi ve Melek'i sakinleştirmeye çalıştı. Şu an onu en iyi anlayan kişiydi. Çünkü bundan sadece iki buçuk ay önce Melek ile aynı durumdaydı.

"Melek, kuzum bana bak. Çok güzelsin, sabahın köründen beri hazırlanıyorsun. Onu boş ver on gündür doğru dürüst uyuyamadın bile. Şimdi böyle yaparsan hepsi boşa gidecek. Üstelik arkandan çok konuşulacak, yüzüne daha çok vurulacak. Biliyorsun bunları... İlk üç dakika sadece. Üç dakika sonra herkesin ilgisi başka yere kayacak."

Ancak Melek sakinleşemiyordu. Stresten elleri buz gibi olmuştu. Bunu da ellerinin tersi birbirine değdiğinde Yiğit anlamıştı. Bir elini plansız bir şekilde ellerinin arasına aldığında ne yaptığını fark etmiş ama bozuntuya vermeden devam etmişti. Elif Abla vardı çünkü...

"Az önce ne dedim... Çok güzelsin, senin gerileceğin bir durum yok. Çirkin olan bensem, bırak ben gerileyim. Rol çalma!" Dediğinde Elif'in gözünde Yiğit romantik bir prens olmuştu, evet. Ancak sorun şu ki Melek için de aynı şeyi ifade etmişti. Gülümsedi.

"Düşüp bayılırsam daha büyük rezillik ama..." dediğinde Yiğit elini çekip kolunun altına aldı ve kol kola girmelerini sağlamış oldu.

"Ben ne güne duruyorum? Tutarım."

Melek'in göğsü daha hızlı çarpmaya başladı ancak bu kez farklı şeyler söylüyordu.

"Hemen çıkalım buradan." Dedi panikle. "Kararımı değiştirmeden..."

Kararını değiştirmesinin sebebi maalesef ki heyecanı değildi. Kalbinin ritmindeki anlam değişikliğiydi.

Yiğit gülümsedi ve başıyla onayladı. Elif önden gidip giriş müziğini ayarlayınca Melek duvağını indirdi ve Yiğit'le birlikte salona giriş yaptılar. Melek'in kalbi hala çok hızlı atıyordu. Gerçekten bayılacakmış gibi hissediyordu. Melek'in düşüncelerinden habersiz olan Yiğit de onun bu halini heyecanına yorunca eğilip kulağına fısıldadı.

"Sakin ol minik Kirpi... Unutma bu sadece oyun. Evcilik oyunumuz..."

Bu sözlerdi işte Melek'in ihtiyacı olan... Keskin bir hamle olsa da geçmişti kalp çarpıntısı... Gülümsedi ancak bu gülümseme samimiyetten ve neşeden uzaktı.

"Evcilik oyunu... Nasıl unutabilirim ki zaten? Sağ ol, artık daha iyiyim

 

 

🍇🍇🍇🍇🍇🍇🍇

Zamanla diğer hikayelerimi de yüklemeyi düşünüyorum. Wattpad açılır umarım ama bizim kendi hasretimizi gidermemiz lazımdı <3

Devam eden hikayelerin (Ç.T adaletkoridoru.com ve Kaptan-ı Derya) ön okumları instagramda(Busras.typwriter) mevcut. Kişisel hesabım da busbckr ikisini de takip edip son gelişmelerden haberdar olabilirsiniz. Eğer hesabınız yoksa da web üzerinden istediğinizde busras.typwriter hesabını inceleyebilirsiniz.

 

Loading...
0%