Herkese Selamlar. Yeni bölümle biz geldik. Bu şekilde bir kaç bölüm daha atacağım merak etmeyin. Umuyorum ki beklediğim şey artık sonuçlanır da hikayelerimi tamamen yayaınlayıp size duyurabilirim. Buradan kaldıracağım bildiğiniz üzere. En azından bir kaç bölüm bırakırım belki. Herkese keyfli okumalar.. Yorumlarınızı bekliyorum...
Sosyal medyadan takip etmeyi unutmayın. Tüm duyuruları oradan yapıyorum :)
🍇🍇🍇🍇🍇
41. BÖLÜM
Melek köye hafta sonu gideceği için Yasemin ile otobüs durağına geldiklerinde ayrılmışlardı. Köye gittiğinde herkes bir aradayken kararını söylemeyi düşünüyordu ve bu yüzden köye gitmeyi sürekli erteliyordu. Yiğit’in annesiyle telefonda konuştuğuna emindi ama Yiğit’in annesine ne anlattığını bilmiyordu. Melek, kimseye bir şey anlatmadığını bildiğine emindi. Eğer duyulmuş olsaydı ortalık çok hızlı bir şekilde karışırdı.
Hoş… Ne zaman ve kim tarafından duyulduğunun bir önemi yoktu. Her türlü büyük bir karmaşa yaşanacaktı. Melek olabildiğince yükü üstlenip Yiğit’i bunlardan uzak tutmak istiyordu. Umuyordu ki gidişi Yiğit’i bencil ve şımarık çocuğa döndürmüş olsun yoksa son zamanlardaki gibi centilmen yaklaşırsa buraya gelir ve bu yükü bölüşmek isterdi. Melek bunu istemiyordu. Anlaşmayı bitirmek isteyen kendisiydi çünkü!
Herkese söylemeden önce Yiğit’i aramalı mıydı acaba? Ona uzak durmasını söylese dinler miydi? Nedense daha da inat edeceğine emindi.
Yiğit artık onun için geçmişte kalan ve hayal meyal hatırladığı çocukluk arkadaşı olmaktan daha fazlasıydı. Artık onun hakkında bir şeyleri kolaylıkla tahmin edebiliyordu. Zaten bunu fark ettiğinde daha fazla inkâr edememişti duygularını kendine. Bu güne kadar hep bir bahaneye sığınmış, hep alışkanlık, yanılsama, durumun getirdiği mecburiyet olarak kendine izah etmişti. Ancak günün sonunda Melis adı geçtiğinde Yiğit’in bakışlarında gördüğü parlamaya artık dayanamadığını fark edince kaçmak ona tek çözüm yolu gibi gelmişti.
Tecrübeye güvenirdi Melek… Bu yüzden geçmişte yaşamış insanların sözlerine itimat etti ve ‘Gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş’ atasözüne güvenip bu hamleyi yaptı. ‘Irak’ derken kast edilenin mekânsal mesafe olmadığını çok geçmeden anlamıştı ama artık zamansal mesafeye de çok güvenmiyordu. Üç günde bir değişim olmaması normaldi belki de…
Ya da belki hile yapmayıp sosyal medyayı da gözün gördüğünü kabul etmesi gerekiyordu çünkü ne kadar uzakta olsalar da her saniye oradakilerin sosyal medya hesaplarını kontrol etmesi pek de gözden ırak olma anlamına gelmiyordu. Zor olacağını biliyordu ama bu kadarını kesinlikle beklemiyordu.
Yasemin, Melek’le ayrıldıktan sonra köye giden araçların kalktığı durağa kadar yürürken zar zor cesaretini toplayıp Asil’in İnstagram hesabına mesaj atmıştı.
*Merhaba.*
*Rahatsız ettiğim için üzgünüm ama Melek ve Yiğit hakkında konuşmak istediğim bir konu var.*
Mesajı gönderdikten sonra tedirgin oldu. Acaba henüz takip bile etmiyorken direkt olarak yazarak ayıp mı etmişti? Asil’in arkadaşlarına bakma ihtiyacı hissetti o an. Hemen hepsi kızdı…
“Maşallah kız çocuğunuza verebileceğiniz isimler listesi mübarek!” diye söylendi sonra. “Takip makip etmiyorum. Eminim bu listede Yasemin ismi çoktan vardır.”
Telefonu cebine attığı gibi elini cebinden çıkarmadan telefon titreyince heyecanla geri çıkardı. Ve evet! Mesajına cevap gelmişti.
*Melek ve Yiğit mi?*
Bedenini saran heyecan buharlaşmaya başladı. Hoş! Ne bekliyorduysa? Öyle mesaja böyle cevap gelirdi zaten!
*Evet*
Mesajı gönderdikten sonra telefonunun tuşunu kilitledi ve otobüsüne binip kendine bir yer bulup oturdu. Şimdi çocuk ‘Bana ne Melek ve Yiğit’ten?’ diyebilirdi. Gerçi dememesi daha kuvvetli bir olasılıktı. Yiğit’i çocukluğundan beri tanıyormuş madem dememeliydi.
Karşısında heyecan konusunda ondan eksik kalmayan Asil’den bir haber, gerildikçe geriliyordu Yasemin. Asil ise asla beklemediği mesajı şükürler olsun ki telefonun ekranı açıkken görmüştü. Yoksa Yasemin’in mesajı günde onlarca kişiden gelen mesaj isteklerinin arasına düşüp kaybolacaktı. Kader diye düşünüyordu. Bunu başka bir şeye yoramazdı.
Mesajı açtığında ise heyecanı bir tık sönmüştü. Melek ve Yiğit için atılmış bir mesajdı bu ama bunun bir bahane olduğuna inanmak isteyen yanına güveniyordu çünkü bu bahane dünden beri onun da aklını kurcalıyordu ama Yasemin’in ‘Neden diğerlerine değil de bana yazıyorsun?’ diye sormasından çekindiği için hamle yapamıyordu.
Ve elbette bu soruyu ona sormayacaktı. Sorduğu an konuşmanın bittiği an olurdu ve Asil bunun farkındaydı.
*Onlar hakkında konuşmak istediğin konu nedir?*
Yasemin’in olaylardan haberinin olup olmadığını bilmediği için pot kırmamak adına bir şeyden haberi yokmuş gibi davranıyordu.
Yasemin ise Yiğit’in Asil’e her şeyi anlattığına emindi. Bu yüzden rahattı. En azından Yiğit ve Melek konusunda…
*Boşanmaya karar vermişler. Bunu biliyorsun değil mi?*
Yine de daha fazla açık vermeden önce bunu doğrulamak istemişti. Hem belki biraz şanslıysa Yiğit’in kimi sevdiğini de öğrenebilirdi.
Asil psikoloji öğrencisi olsa bile karşısında binlerce yıldır zekâsının kaynağı çözülememiş, üzerine binlerce kitap yazılmış olan bir varlık olan kadın vardı. Bu tuzağa düşecek ve düştüğünü hiç anlamayacaktı.
*Boşanmaya karar veren aslında Melek. Beraber alınmış bir karar diyemeyiz. Kuzenin yalnızca Melek’e itiraz etmiyor.*
Asil, yazıp yollayana kadar Yasemin’in Yiğit’in kuzeni olduğu gerçeğini unutmuştu. Onu kız tarafı, kendisini de erkek tarafı olarak algılıyordu. Tamam, çok da yanlış sayılmazdı ama yine de Yasemin kuzeninin kötülüğünü istemezdi sonuçta. Hem bu konuyu konuşmak istiyorsa, bir şeyler yapmak istiyor olmalıydı.
Yasemin’in keyfi yerine gelmişti yine. Asil, saf bir balıktı. Oltaya çabuk gelmişti. Saf ve yakışıklı bir balık!
*Yalandan bile olsa başkasını seven bir koca ile yaşamak zor gelmiş olmalı.*
Mesajı yazıp yolladı. Melek’in hislerinden bahsedip bahsetmemesi gerektiğine karar verememişti. İşin aslı artık o kadarının da üzerine vazife olmadığının farkındaydı.
Asil bu saldırı haline kaşlarını kaldırarak tepki vermişti. Demek ki gerçekten kız tarafı-oğlan tarafı durumu söz konusuydu. Melek, Melis’i bile anlattığına göre arkadaşlık bağı, kan bağını çoktan geçmişti anlaşılan.
*Kendin geldin gördün. Sence Emre’nin Melis’e herhangi bir hissi kalmış gibi mi görünüyor? Melek söylemese anlar mıydın?*
Yasemin’in kaşları havalandı. Aslında bu yemi atarken pek umudu yoktu ama balık çoktan kovasındaydı. Üstelik baya ilginç bir balıktı bu. İstediği yalnızca bir isimdi. Yiğit’in İnstagram’dan takip ettiklerinde arayacağı türden bir isim ama tanıdık biri olmasını, en azından Melis olmasını asla beklemiyordu. O kadar ihtimal vermiyordu ki Melek isim vermediğinde bile şüphelenmemişti.
Bu dakikadan sonra Asil’e karşı daha şeffaf olmaya karar verdi. Çocuğu kullanmak gibi bir niyeti yoktu. Öğreneceğini öğrenmiş, asıl amacına odaklanmasının zamanı gelmişti.
*Benim sana yazma sebebim de bu zaten. Benim geldiğimde gördüğüm tek şey birbirlerine bakarken gözleri parlayan taze âşık bir çiftti ama Melek de Yiğit de bunu göremiyor. Aşktan gözleri kör olmuş olsa gerek, yoksa görülmemesi imkânsız bir şey bu.*
Bu çok mu açık bir ifade olmuştu acaba? Bu kadar galeyana gelmese miydi? Sonuçta kendi meselesi bile değildi.
*Şimdi sorun şu, Yiğit Melek’in, Melek de Yiğit’in hislerini göremiyor. Doğru mu anlamışım?*
Yasemin psikoloji okumuyor olabilirdi ama Asil’in şu an konuşmayı uzatmaya çalıştığını görebiliyordu. Yoksa dediği gibi görülmemesi imkânsız bir olayın anlaşılmayacak bir tarafı yoktu. Tabi o böyle olsun istiyorsa… Hay hay!
*Aynen öyle!*
*Hatta yanlış anlıyorlar diyerek arttırıyorum.*
Asil bu konuşmayı yaparken telefonuna bakıp pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. Yiğit, Asil’in yanındaki sandalyeyi çekip oturduğunda dünyadan bir haberdi. Gerçek anlamda dünyadan bir haberdi hatta.
Melek’in gidişiyle tam anlamıyla kaybolmuştu. Aşkı anladığı gibi kaybetmişti sanki. Melis’e karşı hissettiklerinin yakınından bile geçmiyordu Melek’e olan hisleri. Oysa şimdi Melis yanında, Melek ise yoktu.
Hayatı boyunca hiç pişman olmadığı bir konuda ilk kez büyük bir pişmanlık duyuyordu. Neden bu kadar zaman memleketine gitmemişti? Bu kadar kin güdecek ne vardı? O insanlar evlatlarını bilerek tehlikeye yollamış değillerdi ya!
Eğer inat etmeyip Bingöl’e, köyüne gitseydi önceden Melek’e zaten âşık olurdu. O zaman Melek’i de kendine âşık etmek için pek çok şansı olurdu. Ona kesinlikle bu kadar kötü davranmazdı mesela…
Önce oyun arkadaşı olurlardı, sonra sırdaş, sonra âşık… Evlilik süreçleri hem doğal, hem eğlenceli hem de gerçek olurdu. Bu şekilde sadece bu sürecin kendisi için bu şekilde gerçekleştiğini ama Melek’in hâlâ oyun olduğunun bilincinde hareket ettiğini sanıyordu. Bu da Yiğit’i hem üzüyor hem de kızdırıyordu. Melek’ten ziyade kendine kızıyordu. Bu kadar kötü olmaya ne gerek vardı? Etkileniyorsan etkileniyorsundur! Bunun hıncını ondan çıkarmanın neresi mantıklıydı? Üstelik ona o güveni vermediği için Melek, panik atak krizinden ona bahsetmemişti ve bu şekilde Melek’in çok kötü bir olay yaşamasına sebep olmuştu.
Anlatmadığı için ona kızıyordu elbette ama hak veriyordu bir yanı da. Her an ters yapan birine açılması kolay olmasa gerekti.
Yiğit keyifsiz bir alay ifadesiyle arkadaşına bakarken “Keyfin yerinde… Kimi düşürdün bu kez ağına?” diye sordu. Hayatta aklına gelmezdi balık imasında bulunduğu kişinin kendi kuzeni olduğu. Zaten bu cümle Asil’i de panikletmişti. Asil “Ağıma düşürdüğüm yok kimseyi.” derken sesinin ayarına hâkim olamamıştı.
Yiğit’in kaşları çatıldı. “Tamam… Sakin ol. Bir şey demedim. Bu kadar keyifli olmanın sebebini çapkınlığına yordum sadece.”
Melis de telefondan başını kaldırmış arkadaşlarını izliyordu. Aslında o an çok meşguldü. Melek’e gönderilmek üzere Orhun Kitabelerinin muadili olacak bir mesaj metni hazırlıyordu. Ancak konu birden ilgisini çekmişti.
Asil “Arkadaşım bir espri yaptı. Ona güldüm.” dedi. Eğer bunu söylerken gözlerini kaçırmamış ve duraksamamış olsa daha inandırıcı olabilirdi. Tamam… Belki Yiğit inanmıştı ama Melis’in gözünden kaçmamıştı bu detay. Gözlerini kısıp Asil’i inceledi bir süre. Asil ise bu konuda illaki Melis’in yardımına başvuracağını bildiği için ‘Daha sonra’ anlamına gelen bir şekilde göz kırptı.
Yiğit bunu da fark etmedi. “Ne güzel. Böyle basit şeylere gülebiliyorsunuz demek…” diye mırıldanınca Melis gözlerini devirdi. “Zaten mutluluk basit şeylerde güzel arkadaşım. Saçma sapan çetrefilli işlere girişmeden dümdüz attığın adımlarda.”
Yiğit iç çekip Asil’in kahvesine uzandı ve bir yudum aldı. “Adım atmak mı? Çelme takıldı bana, yerdeyim.”
Asil güldü. Çelme takan da yerdeydi ki güzel Yasemin kendisine yazıyordu şu an... Tabi bunun bir bahane olma ihtimali daima saklıydı.
Melis derin bir nefes alıp “O zaman kalk yerden Emre. Kalk ve sana çelme takıp kaçan karının peşine düş ve ‘Bana neden çelme taktın?’ diye sor bir zahmet.” diye çıkıştı. Yiğit alayla tebessüm etti. “Ayağım orada duruyordu, sen gelip takıldın der. Tanımadın mı Melek’i?”
Melis tanıdığını sanıyordu çünkü tanıdığı kadarıyla Melek kaçan değil, savaşan insanlardandı. Bu yüzden hayal kırıklığı çok büyüktü.
“O zaman ona ‘Ayağının orada olmasının sorumluluğunu al.’ dersin Emre, Ah hayır! Yiğit. Emre değilsin sen artık. Melek hayatımıza girdiğinden beri onun ekseninde şekillenen Yiğit’sin.”
Asil güldü. “Sen niye bu kadar paniksin Melis? Yoksa yeniden karar değiştirip peşine takılır diye mi korkuyorsun?” diye sordu.
Melis’in sinirleri bozulduğu için güldü. Yiğit ise gözlerini devirip “Her gün karar değiştiriyorum sanki! Merak etme beni öyle bir şey çarptı ki başka hiçbir şeyin peşine takılamam. Bulunduğum yerden sadece tek bir ışık görünüyor ki o da kaybolmak üzere! Kız artık nasıl nefret ettiyse benden sınavların bittiği gün kaçtı.”
Asil son gelen mesaja cevap yazdı.
*Hem de ne yanlış anlama!*
🍇🍇🍇🍇🍇
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
9.7k Okunma |
883 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |