Yeni Üyelik
7.
Bölüm

🍇6. Bölüm🍇

@busbckr

 

 

🍇🍇🍇🍇🍇🍇🍇

6. Bölüm

Pasta kesimi yapılırken aklından bu tarz sorular geçip durdu. Saçma bir şekle girmeden birbirlerine sırayla pastayı yedirirlerken muhtemelen iç içe geçmedikleri için salondakilerin bir kısmı hayal kırıklığına uğramış olmalıydı ki ahlayıp vahlıyorlardı.

Daha sonra tekrar oyunlar oynandı, halaylar çekildi ve nikâh memurunun geldiği haberiyle gelin ve damat yeniden masasına alındı. İkisi de bitse de gitsek modundaydı. Ta ki nikâh memuru onlara 'Karı koca olmayı kabul ediyor musunuz?' diye sorana kadar.

Önce Melek bu soruyu bir süre düşündü. Uzunca bir süre düşünmesi salonda uğultuların çoğalmasına da sebep oldu hatta. Melek, dönüşü olmayan bu yol için emin değildi ama hayır demeye de cesaret edemeyince güçsüz bir 'evet' ile sırasını savdı. Karnı ağrımaya başlamıştı stresten.

Yiğit de onunla aynı düşüncelerdeydi ve hatta 'hayır' demeye Melek'ten çok daha fazla yaklaştı ama biliyordu ki işi buraya getirip de hayır derse herkesin tepkisini çok fazla toplardı ve annesi bile ona cephe alırdı ama bunlardan ziyade yanında tüm cesaretiyle 'evet' diyen bu kızı müşkül durumda bırakmış olurdu. Bu yüzden giriştikleri bu işin çok yanlış olduğunun bilincine varmış olsa da sırf buraya kadar geldikleri için, sırf Melek de evet dediği için 'evet' yanıtını vermişti. Şahitleri Enver Amcası ile Melek'in Teyzesi Berna olmuştu.

Sonrasında uzun süren bir takı töreni gerçekleşmiş ve bu takılara elbette el konulmuştu. Parayla tehdit edip onları paraya boğmayacaklardı ya...

Takıları, harcamaları bahane göstererek almışlar ve onların adına saklaması için İpek Hanım'a vermişlerdi. Ki zaten ne Melek'in ne de Yiğit'in aklındaki ilk konu takıydı. İkisi de 'biz ne yaptık?' düşüncesiyle boğuşuyor ve hata yaptıklarını artık çok net bir şekilde biliyordu.

Düğün konvoyu kalabalık bir şekilde ilçeyi turlamış ve Melek'in yine sevmediği bir gelenekle imtihanı başlamıştı. Ancak aslında sırf kendi düğünü olduğu için ekstra olarak gözüne batıyordu her şey. Bir de sahte bir düğün olduğu için daha da irite oluyordu.

Yiğit ve Melek Necmi Bey'in evine geçerken diğer herkes Hamit Ağa'nın evine gitmişti. Tüm bunlar elbette Yavuz'un da gözlerinin önünde gerçekleştiğinden milim milim ölümü içmişti adeta tüm gece boyunca. Yasemin elinden geldiği kadar yanında olmaya çalışsa da Yavuz yanında başkası varken acısını yaşayamadığı için her defasında onu kendinden uzaklaştırıyordu.

Bir kişi daha vardı o gece ölümü yudumlayan; Zümrüt!

Görünmez olduğunun bilinciyle izlemişti bir köşede öylece oturan Yavuz'u... Herkesin gördüğü üzüntüsü haricinde kimsenin görmediği üç damla gözyaşını da görmüştü. Yavuz saniyesinde silmiş olsa da...

Melek ve Yiğit eve baş başa girdiklerinde bir süre ne yapacaklarını bilemediler.

Melek en sonunda durum tuhaflaşmaya başladığı için "Önce sen duş alıp odadan çık istersen..." dedi. Yiğit de tam bu teklifi onaylamak için ağzını açtığı anda dış kapı açıldı ve Elif ve Enver sağdıçlar olarak eve giriş yaptı.

İki çift bir süre bakıştıktan sonra Enver "Sağdıcınızız ya hani..." dedi sırıtarak. "Biz de bu gece burada kalacağız."

"Sağdıç mı?" diye sordu gelin ve damat aynı anda. Elif ve Enver güldü. "Bu işler böyle yeğenim, ne yapacaksın?" diye sorunca Yiğit ve Melek göz göze geldi. İkisinin de gözleri aynı şeyi söylüyordu.

Yandık!

Evet, Melek birkaç saat önce oldukça emindi tek yananın Yiğit olacağına ancak işler hiç de umdukları gibi gitmiyordu.

Aslında sağdıç olayı da işgüzar büyüklerin planlarının bir parçasıydı. Aralarında bir şey geçmeyeceği oldukça barizdi. Koca evde bir sürü oda vardı ve ayrı odalarda uyuyacaklardı tabi ki. Onlar da bunun farkında olarak sağdıç hamlelerini oynayarak onları birbirlerine daha çok maruz bırakmak istemişlerdi. Zaten Ankara'ya döndüklerinde bir süre birbirlerinden uzak duracaklarını biliyorlardı. Kendi çocuklarını tanıyordu iki aile de o yüzden o taze bebeklerin aksine tecrübelerini konuşturuyorlardı.

Bu süreçte üzüldüklerinin, kırıldıklarının farkındalardı ama bahaneleri hazırdı. İyilikleri için...

Oysa bu evlilik kaderlerinde varsa zaten olacaktı ama onlar bu yol ile çocuklarını yıpratacak kadar az tecrübeye sahiplerdi aslında...

Aynı odaya girmek zorunda kalan taze çift bir süre bakıştı. Sonunda Melek, odaya girer girmez "Sinirden kudurmak üzereyim." Diye söylenmeye başladı. "Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorlar bizimle!"

Yiğit de başıyla onayladı. "Sayıca bizden kalabalık oldukları için birinin düşünemediğini öbürü düşünüyor olmalı. Bizim de onlara karşı, karşı ataklar geliştirmemiz lazım."

Melek öfkeyle onayladı Yiğit'i ama öfkesi Yiğit'e değildi bu kez. "Ben çok güzel ataklar geliştireceğim onlara da bakma sen..."

Bir süre sessiz kaldıklarında Melek'in zihninde yanan ampul ufkunu aydınlattı.

"Hatta buldum bile!" diyerek sırıtmaya başladı. Yiğit merakla Melek'in ağzından çıkanları beklerken Melek "Önce şu beynimi delen tokalardan ve yüz kiloluk gelinlikten kurtulayım da detaylı bir şekilde anlatacağım." Diyerek etrafına bakındı.

"Ya şunlara bak ya! Bu odada bir kanepe de vardı. Onu da kaldırmışlar! Vallahi şeytan düşünmez bu kadarını ya! Neyse ben işimi banyoda hallederim. Biraz bekle beni." Diyerek yatağın üstüne bırakılan ve asla giymeyeceği kadar parlak ve kısa geceliği eline aldı. Tek seçeneği buydu çünkü. Ama onları kendi silahlarıyla vurmayı da bilirdi!

Yarım saatten biraz fazla banyoda kaldı Melek. Ancak çıktığında çok daha iyi hissediyordu kendini. Kuaförde başına dünyadaki demirlerin yarısı takılmıştı adeta. Duştayken bile üç dört tane gelmişti eline. Makyaj deseniz çıkmayan bir makyajdı ve her detayı düşünen işgüzar aileleri şuraya bir makyaj temizleme suyu koymayı düşünememişti. Gözlerinde hafif bir karartı kalmıştı. Ancak yapacak bir şey yoktu.

Dizlerinin bir karış üstünde biten mürdüm rengi saten tek parça askılı geceliğiyle banyodan çıktığında Yiğit elindeki telefona kilitlenmiş, sosyal medyada geziyordu. Kapının sesiyle gayriihtiyari başını kaldırdığında gördüğü manzara küçük dilini yutmasına sebep olmuştu.

Ağzından sessiz bir mırıltı şeklinde 'Oha!' tepkisi dökülünce Melek de utandı.

"Sen de gir istersen." Diyerek koştur koştur yatağa dikkatle oturdu ve ince pikeyi göğsünün üstüne kadar çekti.

Kesinlikle Yiğit'in de bir duşa, hatta baya soğuk bir duşa ihtiyacı vardı şu an.

Aceleci bir tavırla telefonunu komodine bırakıp kendisi için bırakılan lacivert pijama takımını alarak duşa girdi o da. Melek gibi uzun kalmamış, çabuk çıkmıştı. E tabi çıkarılacak tokları ve silinecek bir makyajı yoktu onun...

Duştan saçlarını havluyla kurutarak çıktığında bu kez Melek telefonuyla uğraşıyordu.

"Anlat bakalım planını." Diyerek Melek'in yanına uzanınca Melek ona dik dik bakmaya başladı.

Yiğit de ne kastettiğini anında anlayarak "Başka yatacak yer yok, sert yerde de hayatta uyuyamam. Çok istemiyorsan yanımda uyumayı buyur, her yer senin..." dedi ve eliyle yerleri gösterdi. Ne yazık ki haklıydı.

Öfkeyle nefesini dışarı verdi. "Sakin olmalıyım." Dedi delirmiş gibi gülümseyerek.

"İntikamımızı alacağız."

"Yüzündeki o şeytani gülümsemeyi sevdim." Dedi Yiğit gülerek. "Zıtlıklar bazen gerçekten birbirine yakışıyormuş." Dediğinde Melek anlamadığını kast eden bir bakış attı.

"Adın Melek ya..." diye açıklayan Yiğit'e de gülerek gözlerini devirdi.

"Bak şimdi. Yarın..."

Melek ve Yiğit yaptıkları planı hayata geçirmek için sabahın erken saatlerinde uyandılar. Melek, kıyafetlerini istemek için Elif'i uyandırmak adına odasının kapısını açmıştı ki valizlerini kapının önünde buldu.

"İyi bari bunu akıl edebilmişler." Dedi. Ancak biliyordu ki onlar da Melek'i çok fazla kışkırttıklarının farkındaydılar ve elbiselerini istemek için bu halde baldırı çıplak olarak sokağa dahi çıkabilirdi. O yüzden gecenin geç saatlerinde Bulut ve Yavuz'la her ikisinin de valizi yan eve yollanmıştı. Enver de valizleri yukarı taşımıştı. Melek valizleri odaya çekerken Yiğit banyoda işlerini halledip çıkmıştı. Melek'i valiz çekiştirirken görünce ne olduğuna anlam veremese de hızla yardıma koşmuştu.

"Beni çağırsaydın ya. Niye boyun kadar valizleri tek başına taşıyorsun?" diye azarlamadan da edemedi.

Melek ise cevap vermek yerine gözlerini devirdi. Zaten Yiğit'in karşısında yarı çıplak durmaktan utanıyordu ve sinirleri tavandı, bir de Yiğit'e laf yetiştiremeyecekti!

Yiğit için ise durum bundan daha farklı değildi. Melek'e bir sabahlık bile bırakmadıkları için tüm gece arkası dönük şekilde uzanmıştı. Her ikisi de hem yerini hem de yanlarındaki yabancıyı yadırgadıkları için sabaha kadar uyuyamamışlardı. Tüm pikeyi Melek'in alıp sarınmasına ise hava serin olsa da Yiğit'i sıcak bastığı için Yiğit bir şey dememişti.

Melek "Sen Enver Abiyle konuş hadi. Ben de o sırada hazırlanayım." Diyerek Yiğit'i gönderdikten sonra da üstüne rahat bir şeyler aradı. Sonunda siyah bir tişört ve kot pantolonda karar kıldığında valizinden bir de makyaj çantasını çıkardı. Şık, belirgin bir makyaj yapıp saçlarını şimdilik topuz yaptı.

Ufak bir sorun olduğunu o an fark etti. Kol çantası yoktu. Yiğit içeri girdiğinde bu sorunu onunla da paylaştı.

Yiğit ise onun kadar sorun etmedi. "Önemli değil, döndüğünde istersin annenden."

"Cüzdanım, kimliğim her şeyim onun içinde." Diyerek karşı çıktığında Yiğit "Bir –bir buçuk saate gelirsin. Trafik kurallarına uyarsan da durdurmaz polis seni. Kartımı veririm ben onunla alırsın." Dedi aynı rahatlıkla ancak Melek tam bir kontrol manyağı olduğu için gözlerini belertti. "Saçmalama Yiğit, ya bir kaza falan olursa? Ya ihbar varsa? Ehliyetsiz asla çıkmam. Ayrıca benim de param var, niye senin kartını alayım?"

Yiğit alayla güldü. "Senin ya da benim param mı var Melek? İkimizin de şu an parası yok. Zaten her halükarda onların parasını yemiş oluyoruz. O yüzden biraz sal ya!"

Haklıydı ancak sadece para konusunda. Kimliği ve ehliyeti olmadan asla çıkmazdı dışarı. Bu konu kesin ve netti. O anda koca karanlıkta küçük bir nokta ışık belirdi. Bir ihtimal...

"Bir dakika, bir dakika..." dedi ve makyaj çantasının iç cebine baktı. Ve işte oradaydı.

"Dağınıklığıma aşığım!" diye şakıdı ehliyetini öperken.

"Melek... Sormaya korkuyorum ama o ehliyetin makyaj çantanda ne işi var?" diye sordu Yiğit de...

Melek ehliyetini arka cebine sıkıştırırken sırıttı ve göz kırptı.

"Ehliyetimi, kimliğime aktarmıştım. Yani aslında kimliğim, ehliyetim de aynı zamanda. Asıl ehliyetimi de buraya kaldırmıştım. Zehir gibi kızım be!" diyerek kendi yanağını sıktı.

Yiğit hayretle güldü Melek'in haline. Zehir gibi bir kız olduğunu inkâr edemeyecekti. Her anlamda da...

Sonra Yiğit'e elini açtı ve göz kırptı. Yiğit bu göz kırpmanın etkisiyle ne istediğini idrak edemeyince aval aval bakmak durumunda kaldı. Melek bu kez güldü ve "Anahtarı versene Yiğit! Ne bekliyorsun? Yüz görümlüğü mü?" diye sordu. Yiğit ise 'Ha!" diyerek anahtarı hatırladı ve pijamasının cebinden çıkarıp Melek'in avucuna bıraktı.

Melek, "Unutma konuştuğumuz gibi. Bir şey söyleme, gizemli takıl biraz." Diye uyardı tekrar kocasını. Yiğit de başını hafifçe yana doğru eğerek "Merak etme o iş bende." Dedi.

Melek, 'O yüzden endişeleniyorum.' Demek istedi ama cesaret edemedi. Şimdi inadı tutar oyunbozanlık falan yapardı... Beklerdi ondan. Cığızcılık yapacak bir tipe benziyordu zaten.

Sessizce evden çıkıp Enver Abisinin arabasına bindi ve Bingöl Merkezine doğru yola çıktı.

Oyun neymiş, nasıl oynanırmış Melek gösterecekti onlara şimdi. Bu ihtiyarlar oyun çağının onlardan geçtiğini kabul edecekti!

Diğer evde ise ev ahalisi uyanmış, Hamit Bey'in evinin geniş bahçesinde uzun bir kahvaltı sofrası kadınlar tarafından kurulmuştu. Dört çeşit kalıp peynir, çökelek, lor, tulum peyniri, üç çeşit zeytin, kızartmalar, açmalar, kekler, çilek, vişne, kızılcık ve günün anlam ve önemine binaen böğürtlen reçelleri olmak üzere mükellef bir sofra kurulmuştu. Berivan Hanım, çocukları alıp gelmesi için Elif'i aramıştı ve şimdi onları bekliyorlardı.

Aramalarının üstünden geçen on dakikanın ardından Enver ve Elif ile birlikte sadece Yiğit gelince Hamit Bey "Melek nerede?" diye sordu.

Elif, Enver'e baktı direkt. Ne diyeceğini bilemedi. Çünkü onlar da bilmiyordu. Yiğit'e dönen bakışların ardından Yiğit soğuk bir şekilde tebessüm etti ve "Ne kadar zengin bir sofra!" dedi abartılı bir tavırla. "Oturabiliyor muyuz direkt yoksa oturmamız için de şartlarınız var mı?" diye sorduğunda ise ortam iyice gerilmişti.

Gürkan Bey kabahatlerinin bilincinde olduğu için "Geç otur oğlum, ne şartı?" dedi ortamı yumuşatmaya çalışarak. Melek'in nerede olduğu sorusu havada kalmıştı.

İpek Hanım soruyu yineledi herkes sofraya oturunca. Yiğit'in yanındaki sandalye boştu. "Oğlum, gelinim nerede?" Yiğit'in ağzına doğru giden çayı havada kaldı birkaç saniye. "Bilmem, kaçtı mı acaba düğünden sonra?" diye bir cevap verdi. Elbette bu cevabın cevap olma niteliği yoktu. Masada soğuk rüzgarlar esmeye başlarken İpek Hanım, oğlunu uyarma ihtiyacı hissetti.

"Yiğit-"

Ancak tam o anda açılan bahçenin büyük demir kapısı İpek Hanım'ın lafını yarım bırakmasına sebep oldu.

Ve beklenen kişi, herkesin ağzını açıkta bırakacak bir şekilde bahçeye giriş yaptı.

Çoğu ağız açık kalırken Berivan Hanım ayaklandı ve "Melek?" diye seslendi sorarcasına.

Melek de elindekileri kenara bırakıp "Evet? Buradayım. Kusura bakmayın biraz geç kaldım, ama zaten siz başlamışsınız." Diyerek masaya doğru yürümeye başlayınca Yiğit'in ağzına attığı zeytin tabağına düştü.

Ve içinden kocaman bir hayret nidası kopardı. "ÇÜŞ!"

 

 

🍇🍇🍇🍇🍇🍇🍇

Loading...
0%