@busbckr
|
İyi okumalar...
🍇🍇🍇🍇🍇🍇🍇
8. BÖLÜM "O kadar körsünüz ki... Körden daha kör!" dedi acıyla gülümserken. Gözleri doldu. "Olan şeylere gözleriniz kapalı, olmayan şeyleri var gibi görüyorsunuz." Dedikten sonra Zümrüt'le göz göze geldi ve başını onaylamazcasına iki yana salladı. Gözlerindeki hayal kırıklığından anladı Zümrüt, her şeyi bildiğini... "Neyi görmüyoruz?" diye sordu Yeliz, Yasemin konuşamamıştı. Melek'in gözlerindeki rica, onu anlamalarına yönelikti. "Ben haddim olmayan meselelere karışmıyorum." Derken Yasemin'e atmıştı bu taşı. "Söylemek benim haddime de değil ama değil yalvarmak, öleceğini söylese Yavuz'a o şansı vermem. Sadece bunu bilin." Dedikten sonra yanlarından ayrılmıştı. Onların bu konuşmalarına kulak misafiri olan iki kişi daha vardı. Biri yan bahçede, duvarın altına çökmüş oturan Yavuz, diğeri de Hamit Bey'in evindeki misafir odasında uzanan Yiğit. Yiğit'in penceresi tam olarak kızların olduğu yerdeydi. Perdelerden ve uzandığı için belli olmuyordu. Onlar konuşmaya başlayınca da her ihtimale karşı telefonunu sessize almıştı. Ve asla ama asla tahmin etmeyeceği şeyleri öğrenmişti. Kızlar yeniden konuşmaya başladığında ise Melek'in yanlarından uzaklaştığını anlamıştı. "Ne demek istedi ki şimdi?" diye sordu Gazel. Yeliz'e baksa da soru ortaya sorulmuş bir soruydu. "Bilmiyorum ki..." diyen Yeliz de Yasemin'e baktı bir şey anlamış mı diye? Ancak Yasemin de onlar kadar şaşkın ve afallamıştı. Zümrüt'e baktıklarında gözlerinin dolduğunu gördüler. Bu, bir şeyler bildiğini anlamalarına yetti. Zümrüt dudaklarını birbirine bastırdı. "Sanırım benim yüzümden." Dedi sesi titrerken. Kimse için bir anlam ifade etmeyen bu cümle, Zümrüt devam edince anlam kazandı. "Ben nasıl anladı bilmiyorum. Yemin ederim söylemedim. Söylemem, nasıl söylerim böyle bir şeyi? Yavuz'a bir de ben engel olmam." Dediğinde büyük bir günah işlemiş gibi hissediyordu kendini. Tam o an da Melek, Yiğit'in bu odada olduğunu yengesinden öğrenince yanına gitmişti ve Zümrüt'ün söylediklerine şahit olmuştu. Ve tabi Yiğit'in her şeyi duymuş olduğunu da anlamıştı. Göz göze bakıştılar bir süre. İkisi de tek kelime etmedi. Zümrüt konuşmaya devam ediyordu. Sessizce onu dinlediler. Zümrüt "Ben eğer anladığını fark etseydim onu, aksine ikna edebilirdim." Dediğinde Melek'in gözleri doldu ve gözlerini Yiğit'ten çekti, gidip pencerenin altındaki koltuğa oturdu. Gazel "Bunu neden daha önce söylemedin bize Zümi?" diye sordu. "Senin yanında neler söyledik? Allah bilir ne kadar canın yandı?" diye devam etti Yeliz. Zümrüt başını iki yana sallayınca gözyaşları yanaklarına süzüldü. "Önemli değil." Dedi ve gözyaşlarını sildi. "Benim yüzümdenmiş..." diye sayıkladı tekrar. Yasemin ise ne yapacağını, ne diyeceğini bilmiyordu. Vicdanı sanki bir sarmaşık olup sarmıştı tüm düşüncelerini Melek'i şu an daha iyi anlıyordu. Ve neden anlatmadığını da... "Keşke Melek bize de söyleseydi." Dedi Gazel... Bu konuda kızmıştı Melek'e ama Yasemin öyle düşünmüyordu. "Söyleyemezdi ki... Hangimizin sırrını diğerimize söyledi? Üstelik Zümrüt ona bile anlatmamış. Kendi anlamış. Bizim de anlamamız gerekiyordu." Zümrüt acıyla inledi ve başını iki yana salladı. "Hayır... Benim duygularımı daha iyi saklamam gerekiyordu. Hayır, aslında duygularımın hiç olmaması gerekiyordu." Gazel, kuzenine oturduğu yerden uzanıp sarıldı. "Melek haklı... Körüz biz, kör oğlu körüz..." Yavuz, olduğu yerde durmuş, tepki dahi veremiyordu. Ne düşüneceğini şaşırmıştı. Bunca zaman her şeyin onun ve Melek'in olmayan duygularıyla alâkası var sanıyordu ama bir de Zümrüt ve onun duyguları varmış ve bunca zaman önündeki engel oymuş... Donuk hisleri ile tek düşünebildiği bu oldu. Bu yüzden acısının doğurduğu nefreti ona yönlendirdi. Diğer tarafta Yiğit ve Melek misafir odasının penceresinin önündeki koltukta otururken sessizlerdi. Melek gözlerinden durmadan damlaları sildikçe yerini yenisi alıyordu. Kızlar oradan kalkana kadar herkes olduğu yerde sessizce oturdu. Kızlar kalktıktan sonra ise Yiğit "Aile içi ilişkileriniz göründüğü kadar berrak değilmiş. Baya karışmışsınız." Dedi ancak amacı işi şakaya vurup olayı garip olmaktan kurtarmaktı. Ne var ki Yiğit olaydan daha garipti. Melek "Senin de ailen Yiğit." Dediğinde, ağladığı için pürüzlü olan sesi bıkkın çıkmıştı. Yiğit "Kaç defa diyeceğim yok-" demeye kalmadan Melek sözünü kesti. Bu dışlanma paranoyası muhabbetinden sıkılmıştı. "Evlendik ya... Artık ailem değil diyemezsin. Her iki taraf da benim ailem olduğu için senin de ailenler. Bu işler böyle." Yiğit cevap veremedi. Doğru söylüyordu çünkü. Melek'in zekâsına bir kez daha hayran olmuştu. Dudağına takılan gülümseme aslında hayranlıktı. "Az önce kuzenimin sana âşık olduğunu öğrendim. Daha önce bilseydik bunu öne sürer-" Melek derin ve sesli bir nefes verdi. "Öne sürsek sadece kendini kurtarırdın Yiğit. Bizi daha karmaşık bir durumda bırakırdı bu durum. Ve az önce ailem değil deyip işine geldiği için kuzenim muhabbetine girme lütfen. Birbirimize güvenimizi ve saygımızı kaybetmeyelim. İkisinden başka elimizde hiçbir şey yok ve ikisi de çok az miktarda. Bırak, bu kadar çabuk tükenmesinler, tamam mı?" Hayır, zaten neden yanına geldiyse? Yanından kalkıp dışarı çıktı. Ankara'ya gidince bu çocukla muhabbeti minimum düzeyde tutması gerektiğini not etti aklına. İkinci kata çıktığında boş bir oda bulmayı arzuluyordu ve bulmuştu da. Üst kattaki oturma odasına girip kapıyı kapattı ve kanepeye uzandı. Bacaklarını hafifçe kırıp üst üste atınca çıplak bacaklarını gördü ve halini yeniden garipsedi. Hayır, güzel olmasına güzel görünüyordu ama en son böyle giyindiğinde üç dört yaşında falan olmalıydı. Ki onda da üst kısmı yine daha kapalı bir kombini olduğuna emindi. Ancak onlar için bir yabancının yanında o geceliği giymesi sorun değilse bu da olmamalıydı. Ha Yiğit görmüş bacaklarını, gerdanını ha dışarıdaki bir yabancı. Tamamen aynı şeydi! Kapı açılınca hızla toparlandı. Ancak kapının diğer tarafındaki kişi Zümrüt'tü. Zümrüt, Melek'i görünce ilk önce ne yapacağına karar veremedi. Biraz bocaladı ama sonra konuşması gerektiğine karar verdi. "Girebilir miyim?" diye sordu ince sesiyle. Yaşadığı mahcubiyet ince olan sesini daha da inceltmişti. Melek de başıyla onaylayarak oturma pozisyonuna geçti. Zümrüt içeri girip ardından kapıyı kapattı ve Melek'in karşısındaki kanepeye oturdu. Bir süre sessizce parmaklarıyla oynadı. Melek de o sürede tek kelime etmedi çünkü konuşmaya onun başlamasının daha uygun olduğunu düşünüyordu ki Zümrüt de birkaç dakika daha kendine zaman tanıyıp aynen öyle yaptı. "Nasıl öğrendin? Yani ne zaman?" diye sorduğunda, bakışları yavaşça ellerinden, Melek'in yüzüne çıkmıştı. Melek'in yüzünde herhangi bir ifade yoktu. Onu nasıl teselli edeceğini bilmiyordu. Teselliye ihtiyacı vardı çünkü ağlamamak için direndiği hem yüz kaslarından hem de ses tonundan belli oluyordu. Melek "Sizde kalmıştım. Yedinci sınıfın yaz tatiliydi sanırım. Sekizinci sınıfa geçmiştim. Senin odanda beraber uyuduk. O gece Yavuz'un adını sayıklayıp ağladın. İlk önce anlam veremedim ama sonra sessizce seni izledim. Öyle anladım." Diye açıkladığında Zümrüt'ün gözlerinden art arda iri damlalar döküldü ama hemen sildi. Gülümsemeye çalıştı. "Çok uzun bir süreymiş. Keşke söyleseydin." Dediğinde Melek de gülümsedi. "Keşke sen söyleseydin Zümrüt." "Seni seviyordu. Nasıl söyleyebilirdim?" diye sordu bariz bir şeyden bahsediyormuş gibi bir tavırla. "Evet, işte o sevgisini açıkça yaşarken senin kendi içinde yaşaman yazık oldu." Dedi Melek. Zümrüt konuşmayınca devam etti. "Bu, benim oyuncak bebeklerimi saklayıp gizli gizli oynamam gibi. Mesela siz yeni bebekler alıp onunla rahatça oynayıp acayip eğlenirken ben erkek olmaya karar verdiğim için içim gitse de sevmiyormuşum gibi davranıyordum. O anların hepsi içimde kaldı şimdi. Hala odamda Barbie bebekler, çilli şişko bebeğim duruyor o yüzden. Odam pembe olduğu için benimle alay ediyorsunuz ya mesela, onlar hep benim içimde kaldığından. Sende de öyle, biliyorum. Yoksa rüyalarında ağlamazdın." Zümrüt daha çok ağladı. Kendini öyle çok sıkıyordu ki hıçkırdığında, bu yüzden sesi yüksek çıktı. "Özür dilerim. Ben aranızdaki engel olmak istemedim." Dedi ağlayarak ama Melek gülümsedi. Onun da gözleri dolmuştu. "Olmadın da Zümrüt. Ben sevdiğim şeyleri öyle çok içime attım ki küçükken, bu yüzden sevdiğim hiçbir şeyi, imkânım varken içimde bırakmam. Eğer Yavuz'u o anlamda sevmiş olsaydım, o beni seviyorken seni de umursamazdım. Senin yapman gereken de buydu. Ne beni ne de Yavuz'un beni sevmesini umursamayacaktın. Sen, kendini düşünecektin Zümrüt." "Dedi, dedesi ölmesin diye sevmediği biriyle evlenen adı gibi kalbi de melek olan kız." Diyerek dalga geçti Zümrüt. Tişörtünün eteğiyle gözlerini sildi sonra. Melek bu hareketine ve sözlerine güldü. "O konu başka." Dedi. Eğer Yiğit böyle bir teklifle gelmese açıkçası yine de evlenmezdi. Vicdan azabı çekerdi, evet ama sevmediği biriyle de evlenmezdi. Neyse ki bu evlilik gerçek değildi. Hâlâ bekâr sayılırdı yani. "Nesi başka? İnsan sevdikleri için fedakârlıklar yapabiliyor. Yapmalı da..." Melek de böyle düşünüyordu ancak kendi yaptığı çoğu şey de dâhil bazı şeyler fedakârlık değil haksızlık oluyordu. İnsanın bizzat kendine yaptığı bir haksızlık... "Artık evlendiğime göre umarım daha fazla fedakârlık yapmazsın Zümrüt. Sana git ilan-ı aşk et demiyorum ama duygularını dışa vur. Yavuz'un yaptıklarının onda birini falan yap mesela. Çünkü o uzun bir süre yaptıklarının fikrimi değiştireceğine inandı. Benim değişmedi ama belki onun değişir." Zümrüt başını iki yana salladı. Melek'in evlenip evlenmemesi bir şeyi değiştirmezdi. Yine, hayalet olmaya devam edecekti. Zümrüt ve Melek bir süre o odada uzandılar. O andan sonra ikisi de tek kelime etmedi. Bir saate yakın bir zaman geçtikten sonra Melek aşağıya inmeye karar verdi ama Zümrüt'ün ne kızların ne de Yavuz'un yüzüne bakmaya cesareti yoktu. Melek üstünü başını düzeltirken Zümrüt "Gerçek bir evlilik yapmadığınızı biliyorum." Dedi sakince. Bilmekten kastı bu durumun tahmin edilebilir olmasıydı ama Melek yine de bir anda panikleyip gerildi. "Sevmeden evlendiniz ve aslında tanımıyorsunuz da birbirinizi anlıyorum ama yan yana çok güzel görünüyorsunuz." Dediğinde Melek Zümrüt'e şaşkınlıkla baktı. Yan yana nasıl görünüyorlardı ki? Telefonunun kilidini açan Zümrüt düğünde çektiği videoyu açtı. Ve telefonu Melek'e uzattı. Telefonu alan Melek, gözlerini videoya çevirdi. İlk danslarını ettikleri görüntülerdi bunlar. Düğün salonunun yanardönerli mor, pembe, kırmızı ışıklarının el verdiği kadarıyla görünüyorlardı aslında ama video, yakından çekildiği için belli de oluyorlardı. Ve güzel duruyorlar mıydı bilmiyordu ama çok yakın ve gerçek bir çift gibi durduklarını söyleyebilirdi. "Yiğit biraz zevzek biri ona gülüyoruz burada" Dediğinde Zümrüt gülümsedi. "Güldüğünüz için güzel duruyorsunuz demedim. Bir şey itiraf edeyim mi? Necmi Dede taburcu olduğunda biz daha hiçbir şeyi bilmiyorken ikinizin yan yan durduğu bir an oldu. Orada sizi öyle yan yan görünce de aynı şeyi düşündüm ama sonra dedim ki acaba Yavuz yüzünden kıskançlık yapıp Melek'i başkasına mı kakalamaya çalışıyorum. O yüzden hemen bu fikri kafamdan sildim ama dakikalar sonra beşik kertmesi olduğunuzu öğrendik. Kader böyle bir şey sanırım." Melek'in aklı allak bullak oldu. Zümrüt neler diyordu? Onunla Yiğit? Kafasını iki yana sallayıp bu düşünceleri kafasından itti. Yiğit'in gönlü başkasındaydı. Bu evliliğin formalite olduğunu ve öyle de kalacağını sözleşmeye dahi yazmışlardı. Bu yüzden asla böyle bir fikri zihnine almayacaktı. Omuz silkti ve telefonunu Zümrüt'e geri verdi. "Yakışıyoruz ya da yakışmıyoruz. Evlendik. Bundan sonra neler olacağını hep beraber yaşayarak öğreneceğiz ama ben bu evlilik sürecinde yaşadığım tüm sıkıntıları senin dedelerine de dayına da yengene de ve kurunun yanında durdukları için yaş olan diğer herkese de yansıtacağım. Onları bu yaptıkları için pişman edeceğim. Ve Meral'in de başına böyle bir şey gelmemesi için çok daha güçlü biri olup buna engel olacağım. Gerçi Meral böyle şeylere dünden razı ama!" Son kurduğu cümleye kadar gergin olan hava son cümleyle yumuşamıştı. Zümrüt "Sorma, siz dans edip yerinize oturduktan sonra Meral masaya gelip şey dedi. Zamanlamanın önemi işte. Daha erken davranıp önce doğsaydım tüm bunlar benim olacaktı. Tüm bunlardan kastı Yiğit ve ismin." Dediğinde Melek de güldü. Ergenliğini, hakkını vererek yaşıyordu Meral. Melek "Üstelik sevgilisi var biliyor musun? Gözü doymuyor kızın." Deyince, Zümrüt başını iki yana salladı. "Ben ve senden akıllı olduğu kesin. Bırak, kendi istediği hayatı yaşasın. Gözü de doymasın aman... Bizimkiler doydu da n'oldu? Aç kaldık." Dedi. Zümrüt'e katılmamak işten bile değildi. Azıcık açgözlü olsaydılar başlarına bunlar gelmeyecekti. Zümrüt geri uzanırken Melek, odadan çıkıp mutfağa indi. Mutfakta akşam yemeği için hazırlıklar başlamıştı. "Kolay gelsin." Dediğinde herkes Melek'e bakmış, yeniden onu baştan aşağı süzmüş ve fesuphanallah çekmişlerdi. "Sağ ol." Dedi yengesi Şenay. Annesi de yüzüne bakmadan "Akşam yemeğine Necmi Dedenlerde olacağız. Dünür olarak ilk akşam yemeğimiz. Biz bunları hazırlayana kadar sen de git üstüne doğru dürüst bir şeyler giy." Diye buyurunca Melek üstüne baktı ve "Gayet doğru ve dürüst giyinmişim zaten. Gideceksek gidelim. Evcilik oynamaya da yer arıyormuşsunuz siz de zaten." Dedi. Şenay Hanım baktı ortam geriliyor "Hadi Melek'im yapma, ağzımızın tadı kaçmasın." Diyerek araya girdi ancak bu saatten sonra kimsenin kredisi kalmamıştı Melek'in yanında. "Buyum artık ben yenge. Benim ağzımın tadı kaçtı zaten, Sizin de kaçsın, ne yapalım? Benim kocam böyle istiyor. Karımın bacaklarını görmeden rahat edemiyorum diyor. Bu yani. Beni kerttiğiniz bebek de böyle çıkmış ne yapalım?" diyerek mutfağın çıkışına yöneldi tekrar. Arkasından annesinin "Tövbe estağfurullah!" diye söylenmelerine de bıyık altından güldü. Bir de bunlar daha iyi günleriydi... 🍇🍇🍇🍇🍇🍇🍇 İNSTGRAM: Busbckr/ Busras.typwriter X: Busrastypwriter Tiktok: Busras.typwriter Telegram: Cherrange sohbet grubu |
0% |