Yeni Üyelik
10.
Bölüm

🍇9. Bölüm🍇

@busbckr

Herkese yeniden merhaba arkadaşlar...

Kitabı artık isteyen herkes okuyabilecek. Bölümleri yavaşça Buradan yayınlayacağım. Bölüm uzunlukları kitaptakiyle aynı olmayacak. Bölümler halinde paylaşacağım ama hepsini okuyabileceksiniz. Bu süreçte desteğinizi esirgemeyin lütfen. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Diğer hikayelerime de göz atabilirsiniz. Sizi çok tutmadan bölümle baş başa bırakayım. Talep ne kadar şiddetli olursa bölüm gelme durumu o kadar hızlı olur. Görüşmek üzere...

İyi okumalar

🍇


Akşam yemeğinde herkes Melek ve Yiğit'e garip bakışlar atarken Gürkan Bey hızlıca yemeğini yiyerek masadan kalkıp bahçedeki divanlardan birine oturmuştu. Yiğit, Melek'e göz kırptı. Herkesi huzursuz ve rahatsız etme planları çok iyi işliyordu. Yiğit internet üzerinden biletlerini yarın sabaha almıştı. Normalde akşam gideceklerdi ancak sonraki gün Pazartesi olduğundan okulları vardı ve en azından biraz olsun eve yerleşmeleri gerektiği için akşama değil de sabaha almışlardı.

Bu yüzden muhabbetlere fazla katılmayıp erkenden odalarına çekilmişlerdi. Odaya girer girmez de Melek bavulundan kendi pijama takımını çıkartıp banyoda giyinmişti.

Melek kendini şu an daha rahat hissediyorken Yiğit de daha sakin ve güvende hissediyordu.

Köy kızı diye küçümsediği kızın adeta Rus güzeli olması da büyük ironi olmuştu.

Parlak, cam gibi mavi gözler, çıkık elmacık kemikleri, bembeyaz ten ve uzun, orantılı bir fizik... Bu kalibredeki bir kızı her gün göremezken şimdi o kızlardan biriyle evlenmişti.

Melek'e bakarken içinden ona Natalie, Anastasia, Katerina demek geliyordu.

Ancak Melek, Yasak Elmaydı. Kesinlikle uzak durması gereken, fare kapanındaki leziz bir parça peynirdi.

Melis'e kavuşunca bu karmaşıklığın ortadan kalkacağına emindi ama şimdi de kendini her ihtimale karşı güvene almalıydı. Melek'e arkasını döndü ve pikeyi boğazına kadar çekerek uyuma pozisyonuna geçti. Şu an için en etkili savunma şekli bu gibi görünüyordu.

"Yiğit!" diye seslenen düşman da oldukça saldırgan görünüyordu tabi. Bu kadar güzel bir ses tonlaması olmamalıydı.

"Yiğit, uyudun mu?" diye sorduğunda Yiğit "Evet." Dedi. Melek gözlerini devirdi.

"Çok iyi, uykunda konuşabiliyorken hazır bana bir söz verir misin?" diye sorduğunda Yiğit pikeyi üstünden atıp Melek'e döndü.

"Ne sözü?"

"Bugün duyduklarını Yavuz'a, hatta hiç kimseye söylememe sözü" diye açıkladı Melek.

Yiğit, oturur pozisyona geçip ona gergince bakan Melek'e ciddi bir ifadeyle "Bunun sözünü vermeme gerek yok çünkü beni ilgilendirmeyen hiçbir konuya burnumu sokmam. Yavuz'a da bunu söylemeyeceğim tabi ki... Benim meselem değil çünkü." Dedi.

Melek gülümsedi ve "Teşekkür ederim." Dedi. Bu gülümseme de çok tehlikeliydi. En az sütun gibi olan bacakları kadar.

"Etme. İyilik yapmıyorum. Sadece ilgilenmiyorum."

"Öküz ya..." diye mırıldanan Melek'i aslında duymuştu ama "Efendim?" diye sordu. Keyfi yerine gelmişti işte şimdi.

"Uykuna dön dedim. İlgilenmemeye devam yani..." diyen Melek de öfkeli bir sırıtmayla bakıyordu Yiğit'e. Yiğit dediğini yaptı çünkü kafa karışıklığı geri gelmişti.

"İyi geceler." Diyerek yeniden arkasını döndü ve pikeyi boynuna kadar çekti. Melek de yataktan kalkıp Kendine yeni bir pike aldı. Yavuz'un annesi, Mine Teyzeden istemişti. Banyodaki havluları da alıp odaya geri döndü ve Havluları tek tek açıp uzunlamasına buruşturarak aralarına bir hudut çizdi. Bu hareketliliği anlamayan Yiğit yeniden ardını dönünce elindeki havluları aralarına yerleştiren Melek'e baktı ve anlamsızlıkla "Ne yapıyorsun?" diye sordu.

Melek'in cevabı netti. "Sınırları çiziyorum."

"Melek sen hasta mısın? Ne sınırı? Dün de beraber uyuduk." Diye soran Yiğit'e ters bir bakış attı. Zaten dün yüzünden çiziliyordu bu sınırlar.

"Aynen, o yüzden bugün önlemimi alıyorum ki bir daha bana sarılmaya kalkma!"

Yiğit yataktan sıçrarcasına ayaklandı. Sınır falan da kalmamıştı tabi. "Kim sana sarılıyormuş? Uydurma!" diye sordu sinirle ama bu sinir Melek'e işlemedi. Dudağının bir kenarı sinsice yukarı kıvırıldı ve "Böyle diyeceğini bildiğimden" diyerek telefonunu komodinden alıp galeriye girdi ve dün gece beline sıkıca sarılan Yiğit'in fotoğrafını açtı.

"Seni nasıl da tanımışım ama? Sen de beni tanı, ben yaş tahtaya basmam."

Yiğit kendine inanamıyordu. Montaj olamayacak kadar görüntü kalitesi kötü bir fotoğraftı bu ve yüzü bu kalitesizliğe rağmen çok netti. Melek ise ellerini yukarı kaldırmış fotoğrafı çekiyordu.

"Hemen akabinde bin bir güçlükle seni kendimden uzaklaştırdım tabi. Gece bir iki kez daha teşebbüs ettin ama izin vermedim."

"Ben hep ayıcığıma sarılıp uyurum o yüzden..." dedi Yiğit kendini açıklamaya çalışırken ancak şöyle bir sorun vardı ki Yiğit'in ayıcığı yoktu.

Melek bebek sever gibi bir surat ifadesi yaptı. "Ah kıyamam minik Yiğit-Su beni ayıcık mı sanmış?" Sonra normal ifadesine ve ses tonuna geri döndü. "Nerem ayıcık benim? Tüylerim mi var? Yuvarlak mıyım ben? Göbeğim bile yok!"

Maalesef ki yoktu...

Yiğit cevap veremeyince Melek havluyu yeniden aldı eline. "O yüzden ben önlemimi alayım."

Yeniden yerine yatan Yiğit "O çok garanti bir önlem olmuş sanki! Değil ben Çin ordusu gelse geçemez bu sınırı!" diye alay etti Melek'le. Rezil olmuştu ve bunu acilen unutturması gerekiyordu.

Melek "Ne yapmamı istersin peki Yiğit? Seni yerde mi yatırayım yoksa bu havlularla elini kolunu mu bağlayayım? Psikoloji öğrencisisin, anlaman lazımdı. Şimdi bu sınıra iyice bak. Ve bu sınırı geçersen öleceğini, en iyi ihtimalle soyunun kuruyacağını düşün. Çünkü sonunda olacak olan o. Bilinçaltına bunu yerleştirirsen yerinden kımıldamazsın." Diyerek sert çıktığına Yiğit ağzına hayali bir fermuar çekti.

Melek de havlularla işi bitince kendi pikesini açıp altına girdi. Tamam, kış gelmiş değildi ama Ekim ayı da pek sıcak sayılmazdı. Tüm gün millete inat yapacağım diye donmuştu. Pijamalarını giyince biraz çözülen kemikleri pikenin altında iyice ısınmıştı. Çok geçmeden uykuya dalan ikili sabah, bu kez kazasız belasız uyanarak herkesle vedalaşmış ve yola çıkmıştı.

Çıkmadan önce Yasemin, Melek'i bir kenara çekerek mahcubiyetini dile getirmiş ve haksız infaz yaptığı için onlarca özür dilemişti. Elbette özür dileyince Melek her şeyi unutmuştu. Hatta artık hiç yaşanmamış gibiydi onun için.

Melek için işler böyleydi. Biriyle olan kavgası, kini onunla konuşana kadardı. Özür dilenmesi gerekiyorsa ve dilenmişse o konu asla var olmamış gibi çöpe atılırdı.

Uçağa bindiklerinde Check in yaptıklarında cam kenarını Yiğit almış olsa da "Cam kenarı benim." Demişti. Ancak Yiğit sırf uyuzluk yapmak için Melek'e karşı çıkmıştı. "Uçak beni tutuyor canım hayatta olmaz."

"O zaman benim yerimi başka bir cam kenarı seçseydin?" diye itiraz etti Melek. Yiğit omuz silkti. "O zaman Check in işini bana yaptırmasaydın!"

Zaten bir daha asla öyle bir hata yapmazdı Melek. "Bir daha değil böyle bir hata yapmak acaba seninle aynı uçağa biner miyim ben?" dediğinde Yiğit tam yerini Melek'e vermek üzereydi ancak bu cümlesinden sonra o da inadını sürdürdü. "Çok meraklıydım sanki sana... Ne büyük kayıp!" diyerek cam kenarı olan yerine iyice kuruldu.

Melek de yanına geçtiğinde Yiğit Melek'in parmağındaki alyansı görünce kendi parmağındaki alyansı hatırladı ve Melek'e "Alyansını çıkarmayı unutma." Diyerek kendi alyansını çıkarıp cebinden çıkardığı cüzdana koydu. Melek de hemen çıkardı yüzüğü ve o da Yiğit gibi cüzdanına koydu.

Birkaç dakika sonra yanlarına biri oturunca Melek yanlarına oturan kişiye şöyle bir göz ucuyla baktı.

Gördüğü kişi karşısında ağzı 'o' şeklini alırken gözleri de irice açılmıştı. Çocuk, Melek'e bakınca Melek ifadesini düzeltti ve kibarca gülümsedi. Çocuk da Melek'e gülümsedi.

Tüm bunları saniye saniye izleyen Yiğit ise gergindi. Ve tabi pişman... Yüzükler uçaktan indikten sonra da çıkabilirdi pek tabi... Ne acelesi vardı ki!

"Selam." Diyen çocuğa Melek de aynı nezaketle tebessüm etti. "Selam."

Çocuk bu kez "İlk uçuşun mu?" diye sorduğunda Melek başını iki yana salladı. "Tecrübeli bir yolcu da sayılmam tabi. Henüz üçüncü uçuşum."

Çocuk erkeksi bir şekilde burnundan nefes vermek suretiyle güldü. "Aslında benim ilk. Benden daha tecrübelisin yani."

Melek, parmaklarını dudaklarına kapatıp kıkırdadı. "Hiç de uçağa bu yaşına kadar binmemiş gibi görünmüyorsun hâlbuki." Deyince, çocuk "Görüntüler bazen yanıltır diye karşılık verdi.

"Aynen." Diye araya girdi Yiğit. "Dışarıdan güzel görünen her şey güzel değildir mesela." Diyen Yiğit'in bu saçma tavrı Melek'i şaşırtmıştı. . Kumral, yeşil gözlü ve en fazla 23-24 yaşına gibi görünen çocuk, Melek'e "Erkek arkadaşın mı?" diye sordu hayal kırıklığıyla. Ancak bu gerçek bir hayal kırıklığı değildi. Sadece Melek'e bir mesajdı. Seninle ilgileniyorum mesajı... Aslında, Yiğit'i asla kaile almamıştı. Bu çocuk, özel biri olsa kız kendisiyle asla muhatap olmazdı.

Melek, çocuğun playboy tavrına gıcık olmuştu aslında ama Yiğit'e daha çok gıcık olduğu için çocuğun oyununa katıldı. Yiğit'i "Değil tabi ki... Uzaktan bir akrabamız." Diye tanıtınca Yiğit'in yüzündeki ifade şekil değiştirdi.

Yiğit "Çok da uzak değil, arada en fazla 20 adım var." Diyerek Melek'i düzeltti. Melek, Yiğit'e meydan okuyan bir gülümseme ile baktı. "Nicelik uzaklığından değil, nitelik uzaklığından bahsediyorum." Diye cevap verince çocuk kendini tutamayıp gülmeye başladı.

"Çok mu komik?" diye sordu Yiğit sert bir sesle. Uçak havalanmaya başlamıştı.

"Çok!" diye cevapladı çocuk. "Komik kızlara bayılırım." Diye devam etti. Melek, oyunun suyunun çıkmaya başladığını fark edince "Ben de." Dedi çocuğa. Çocuk anlamadığı için gülümsedi. "Ben de eğlenceliyimdir baya."

Melek anlayışla gülümsedi ve "Muhakkak öylesindir. Benim demek istediğim... Ben de komik kızlara bayılırım." Dedi. Çocuğun gülümseyişi yüzünde donarken Yiğit'in ağzı ardına kadar açıldı. Bu yüzden cama dönüp gülmemeye çalıştı.

Bu kız, acayip bir şeydi! Ve kesinlikle yeni hayatları kesinlikle inanılmaz olacaktı!

Uçaktan inene kadar çocukla sohbet etmeye devam etmişlerdi ancak ikisi de artık daha rahattı. Çünkü Melek vermek istediği mesajı karşı tarafa verebilmişti.

Çocuğun adının Uygar olduğunu ve bir oyunculuk ajansına internet üzerinden yaptığı başvuru sonucunda ajansa çağırıldığını öğrenmişlerdi. Ankara'dan aktarmalı olarak İstanbul'a uçacaktı. Kendi haklarında ise yalan söylemişlerdi. Yalnızca uzaktan akraba, komşu ve aynı okulda öğrenci olduklarını...

Uçak inince çocuk nasıl kaçacağını şaşırmış, Yiğit de çocuğun arkasından kahkahalarla gülmüştü.

"Çocuk karıştırdı herhalde. Niye korktu anlamadım. Ona onun cinsinden hoşlanmadığımı ima ettim. O senin de homoseksüel olduğunu algıladı ve kaçmaya başladı. Garip" dediğinde Yiğit "Bu gariplikler normal. Sen daha gariplik görmemişsin... Psikoloji dünyasına hoş geldin." Diyerek dirseğini Melek'in omzuna koydu ve bagajlarını almak için bekleyecekleri bandın önünde durdular. Melek omzunu silkeleyince Yiğit'in kolu düştü. Melek'in ters bakışları üzerine Yiğit gözlerini devirmişti. Çok gergindi canım!

Valizlerini gördüklerinde Yiğit, iki valizi de almak istedi ama Melek izin vermedi. İşlerini başkalarına yaptırmaktan hiç hoşlanmazdı.

"Ben önce yurda gidip eşyalarımı mı alsam?" diye sorduğunda Yiğit "Bence yarın okuldan sonra al. Önce bir eve gidip evi görelim." Diye bir fikir sununca zaten uykusuzluktan ve yorgunluktan ölen Melek'e bu fikir makul geldi. Yiğit'i kanepede uyutmak için sabırsızlanıyordu!

Bir taksi tutup, İpek Hanım'ın Yiğit'e mesaj olarak attığı adrese gittiler. Bir site içindeki yüksek apartmanlardan biri onların eviydi. Site içinde beş-altı tane apartman görmüşlerdi ancak valizleri olduğu için incelemeye çok fazla gerek duymadan kendi bloklarını bulup apartmana girdiler.

Adrese göre üçüncü kat, 17 numaralı dairede yaşayacaklardı. Asansöre binip üç numaralı tuşa bastılar.

"Okula da baya uzak bir semti seçmişler." Diye mırıldandı Yiğit asansör yukarı çıkarken.

Melek, Ankara'ya dair hiçbir fikri olmadığı için "Neresi ki bura?" diye sordu. Yiğit "Ümitköy." Dedi ancak bu cevabın Melek için hiçbir karşılığı olmadı.

"Yani okula nasıl gideceğim?" diye sordu bu kez. Niyeti daha açık bir soru olmuştu bu.

Yiğit biraz düşündü. "Tam olarak emin değilim. Uzun süredir toplu taşıma kullanmıyorum ama istersen yerleşelim, hemen çıkıp bir keşif yapalım. Bizim eve uğrar, arabamı da alır döneriz." Diye oldukça makul bir teklifte bulununca başıyla onayladı Melek, bu sürede çoktan asansör durmuş ve onlar konuşarak asansörden inmişlerdi ancak ikisi de tamamen farkında değillerdi bunun. Sonra apartmanda boş boş dikildiklerini fark ettiler.

"Ah gelmişiz." Dedi Yiğit etrafına bakarak. Bina, dört daireli kat planına göre yapılmış, 14 katlı bir binaydı. Melek bu duruma henüz tam olarak alışabilmiş değildi. Çünkü Bingöl'de genelde bu kadar yüksek binalar tek tüktü. Melek'in kendi evi de Bingöl'de yüksek sayılan bir kat sayısına sahipti ancak yine de Ankara'daki gibi de değildi. 10 kat nerede 30 kat nerede?

"Sanırım şu ileride, sağda olan daire." Dedi Melek. O daireye doğru ilerlediler. Kapının önüne geldiklerinde bir kez daha gözlerini devirmek zorunda hissetmişlerdi kendilerini çünkü kapının üstüne, altın harflerle Yiğit&Melek Karasu yazdırılmıştı. Şaşırmak boşuna enerji kaybı olacağından bu detayı boş vermişlerdi. Yiğit anahtarları cebinden çıkarıp kapıyı ardına kadar açtı ve Melek'le bir süre evin içine boş boş baktılar.

Sonra ayakkabılarını çıkartıp salona girdiklerinde ikisinin de yüzünde aynı şaşkınlık ve hayal kırıklığı oluştu.

"Çok küçük!" dediler yine aynı anda. Yiğit "Ve eminim ki bu da planın bir parçası." Diye devam edince Melek onayladı. "Az bile yapmışım" diyerek üstüne baktı. Bugün de dizlerinin dört parmak üstüne kadar uzanan boyundan bağlamalı keten bir elbise giymişti. Eline de siyah bir hırka almıştı çünkü uçağa biner binmez giymeyi düşünüyordu ama uçak sıcak olunca giymemiş, Ankara'ya indiklerinde, asıl soğukla tanışınca giymek zorunda kalmıştı.

Sonra bir de vedalaşma anında Yiğit, Melek'e "Kaşını deldirmek sana çok yakışır, bu konuda ne düşünüyorsun?" diye sormuştu birden bire ve herkesi yeniden, yeni bir dehşete sürüklemişlerdi. Melek'in "Harika fikir, hep bir piercingim olsun istemişimdir." Cevabı ise kararlarını gerçekten, bir tık sorgulamalarına sebep olmuştu.

Neyse ki Berivan Hanım kızının canının tatlı olduğunun farkında olduğundan onlar kapıdan çıkar çıkmaz hepsinin yüreğine su serpmişti. Ancak Melek'in içindeki şeytanla henüz annesi bile tanışmamıştı. Çünkü Melek bu piercing işini lafta kapatacak değildi. Yaptırmış gibi sahte fotoğraflar çekerek sosyal medyada paylaşıp pişirdikleri oyunun tuzunu, baharatını da katmayı da planlamıştı elbette. Biraz zaman geçmesini bekleyeceklerdi sadece.

"İki oda var." Dedi Melek bir sağına bir soluna bakarak. Karşılıklı iki odanın ortası salondu. Ev gerçekten çok küçüktü. Bingöl'deki iki artı bir evler bile bunun iki katı kadardı.

"Ve sen istediğini seçmekte özgürsün." Diyen Yiğit, Melek'e bu kozu verdiği için çok pişman ve mutsuzdu.

Melek hemen girişin sağında kalan odaya doğru yürüdüğünde Yiğit de onu takip etti. Melek kapıyı açınca nedense hiç şaşırmadı ama sinirlendi. Bu oda, yatak odasıydı ve her tarafta gül yaprakları vardı. Yatağın üstünde de yapraklarla kalp yapılmıştı.

Yiğit ise güldü. "Bu oda, inanılmaz Gülay halam kokuyor." Dediğinde Melek gözlerini devirdi. "Kesinlikle!" diye katıldı ona. Bir gerçek vardı ki Melek, Yiğit'in halası Gülay'ı, Yiğit'ten daha fazla tanıyordu. Gülay, arada bir Ankara'ya geldiği için, Yiğit'in de en tanıdığı akrabasıydı.

"Bu oda benim." Dedi Melek diğer odaya bakma gereksinimi bile duymadan. Yiğit ise itiraz edemedi. "Ama eşyalarını, kıyafetlerini koyabilirsin. Üstünü değiştirebilirsin de ben yoksam. Odadaki banyo benim. Büyük duş da senin olsun." Diye sıraladığında Yiğit başıyla onayladı. "Gayet makul."

"İş bölümünü haftalık yapalım. Bir hafta temizlik bende yemek sende, diğer hafta tam tersi. Dışarıdan sipariş tamam ama yabancı biri eve girmeyecek!"

Melek'in direktiflerini bıkkınca başıyla onaylıyordu Yiğit. Ancak Melek hatırlatma gereksinimi duyuyordu. Çünkü Yiğit bunu gerektirecek biriydi.

Yatak odasından çıkıp diğer odaya yöneldiler. Yiğit kendi odasının kapısını açınca Melek odaya tam anlamıyla aşık oldu. Aileleri onların öğrenci olduğunu da göz ardı etmeyerek hem misafir hem de çalışma odası olarak ayarlamışlardı bu odayı. Uzun, aslında iki kişilik bir çalışma masasının üstünde ve yanlarında kitaplıklar vardı. Üç tane de açılınca iki kişilik olan divan yatak koymuşlardı. Bu şekilde durunca da koltuk gibi görünüyordu.

"Vazgeçtim. Bu oda benim olsun..."dedi Melek gözlerindeki aşkla. Yiğit ise o yeni gelin gibi olan odayı zaten hiç sevmediği için bu teklifi reddetti. "Laf ağızdan bir kere çıkar. O odayı aldın artık. Burası benim."

"Sözleşme mi imzaladım sanki! Burayı istiyorum ve bu son." Diye diretti Melek. "Artık değiştirmeyeceğim." Yiğit güldü ve başını iki yana salladı. "Olmaz." Melek ısrar etmedi daha fazla. Pis pinti Yiğit, namı-diğer Hamamböceği Yiğit inatçıydı.

Melek'in üzüldüğünü görünce Yiğit dayanamadı ve "Ama ders çalışırken kullanabilirsin. İki kişilik masa zaten" Dedi. Melek çaktırmadan gülümsese de omuz silkti. "Kalsın." Diyerek naz yapmak isteyince Yiğit "Zaten benim de eşyalarım senin odanda kalacağı için adil olan bu." Diyerek ikna etmeye çalıştı onu.

Evet, bu Melek'e de mantıklı gelmişti.. Büyük yatakta yatıp aynı zamanda bu odayı da kullanabilirdi.

Daha sonra banyoyu, mutfağı ve tuvaleti de gördüler. Melek odaya girip eşyalarını yerleştirirken Yiğit de tuvalete gitmişti. Melek, valizini açıp kıyafetlerini çıkardığında gardırobu açtı. Özellikle görsünler diye oraya asılı olduğu her hâlinden belli olan tüllerden birini eline alıp havaya kaldırarak baktığında odanın kapısı açıldı. Melek'in gözleri gördüğü parçayla şokla ardına kadar açılırken Yiğit'in de ondan en ufak bir farkı yoktu. Elindeki tüllü, ipli şeyin nasıl giyilebileceğiyle ilgili bile en ufak bir fikri olmayan Melek, ne için giyildiğini elbette biliyordu. Bilmesini sağlamışlardı. Yiğit ise şokla "O ne lan oha!" diye bağırdığında Melek onu fark edip çığlık attı. "Aaa Yiğit çık dışarı!" diyerek elindeki şeyi Yiğit'e doğru refleksle fırlattı. Siyah tüylü iç çamaşırımsı şeyi Yiğit'in yüzüne çarptı ve düşmedi orada kaldı. Yiğit de o an panikle dışarı kaçtı ve o zaman yüzündeki şeyi almak aklına geldi.

Yiğit elindeki şeye gözlerini kırpıştırarak şaşkınlıkla bakarken Melek utançla iki avucunu da yüzüne kapatmıştı. Sanki Yiğit Melek'i o şeyi giymiş halde görmüştü, Melek o kadar utanmıştı. Yine içinden İşgüzar tayfaya içinden bin bir türlü laf saydırdı. Hızlıca eşyalarını yerleştirdi ve doğru dürüst bir düzene koymadan odayı Yiğit'e bıraktı. Bugün daha çok işleri vardı. Yiğit de rastgele hızlıca valizini boşaltınca fazla oyalanmadan okul yolu güzergâhını aramaya koyuldular.

Yiğit, Metro istasyonuna yürürlerken "Otobüs biraz çileli olur. Bingöl'de anladığım kadarıyla bir yerden bir yere gidiş on-on beş dakika sürüyor. En uzun mesafeniz kırk dakika falan ama burada öyle değil. En temiz yolculuk Metro ile yapılır. O yüzden Metroyu tercih etmelisin." Diye öneride bulundu. Evleri de durağa pek yakın sayılmazdı doğrusu. "Açıkçası ne düşünerek okuldan bu kadar uzak bir ev tuttular anlamadım." Diye isyan etti biraz sonra da.

Melek anlamıştı. Onları beraber gitmeye zorlamak için... Ancak bunu dile getirmedi. Bunu söyleyerek gereklilik haline getirmek istemiyordu. 'Çünkü beni okula götürmen gerekecekti ve daha çok vakit geçirmek durumunda kalacaktık' diyemedi. Bu cümle ile 'Yol uzak olduğu için beni okula sen götürmelisin' cümlesi aynı kapıya çıkıyordu.

Sadece omuz silkti. "Ben Ankara'yı bilmem anlamam. Bana sorma." Dedi sadece. Beraber istasyona geldiklerinde Melek, ilk defa Metroya bineceği için garip bir heyecan yaşadı. Yurdu okula yakın olduğundan ve iki haftada pek dışarı çıkmadığından binmek nasip olmamıştı.

Yiğit, istasyondan ikisi için de kart aldı ve içlerine bir miktar para yükledi. "Otobüste de bunu kullanabilirsin. Buraya biraz daha alıştıktan sonra istersen öğrenci kartı için de başvurur indirimli kart alırsın." Dedi ve bariyerlere doğru yürüdü. Bariyerlerde kartlarını okutarak istasyona girdiklerinde Yiğit, Metro haritasına baktı.

"Önce M1'e binip Kızılay'da ineceğiz. Kızılay'da da Ankaray'a binip Kurtuluş'ta ineceğiz. Sonra diğer istasyona yürüyüp Başkentray'a bineceğiz. Mamak'ta ineceğiz. Oradan otobüs ya da minibüse binersek... İneceğiz bineceğiz yani anlayacağın! Cehennemin dibinde ev tutmuşlar resmen bu ne? Her gün bu çileyi mi çekeceksin? Ben seni bırakırım ya!" dedi Yiğit tam da cehennemin en dibinde ev tutmayı akıl edenlerin planladıkları gibi.

Melek güldü. Kendisi de söylediği için artık dillendirmesini yanlış anlamazdı. "İşte tam olarak böyle düşünerek evi uzak tutmuş olmalılar."

Yiğit bıkkınca gözlerini devirdi. "Biz biraz idare edip yeni ev bakalım en iyisi. Her gün o kadar trafik de çekilmez!"

Melek başını iki yana salladı. "İnan bana taşınma çilesi daha da çekilmez!"

Bingöl'de şu an oturdukları eve, iki sene önce taşındıkları için hâlâ anıları tazeydi ve hâlâ, düşündükçe acı çekiyordu Melek. Taşınma kelimesine karşı artık alerjisi vardı.

Metro gelince üç aktarmalı yolculukları başladı. Melek ilk kez bindiği metroyu başlangıçta çok sevse de indi bindi yapa yapa hemencecik soğumuştu.

Mamak'ta indikten sonra okullarına giden bir minibüse bindiler ve okula gidiş yolunu tam olarak öğrenmiş oldular. Yiğit Ankara'ya hâkim olduğundan hemen kavramış olsa da Melek, kesin unutacağını ve karıştıracağını bildiğinden not almıştı telefonuna.

Daha sonra yeniden Metro'ya binip bu kez aktarmasız olarak Gazi Mahallesi'ne, Yiğitlerin evine gitmişlerdi. İki katlı müstakil eve Yiğit teklif ettiyse de Melek girmedi. Yiğit de hızla arabasının anahtarını ve birkaç kişisel eşyasını alarak Melek'i fazla bekletmeden çıktı.

"İstersen bugün Ankara'yı gezelim mi? Bir şeyler de yeriz." Diye teklifte bulunan Yiğit'i onayladı. Geldiğinden beri doğru dürüst gezememişti zaten Ankara'yı.

"Bu mahalle benim büyüdüğüm yer. Ankara'da en fazla sevdiğim mahalledir. Diğer semtlere göre daha sakindir. Tabi daha sakinleri de yok değil ama Gazi Mahallesi ideal bence."

"Güzelmiş... Ama ne yalan söyleyeyim bizim evin oralar da güzel. Sevdim ben açıkçası." Dedi Melek de arabaya bindiklerinde.

"Ümitköy, Çayyolu buralar da güzel muhitlerdir. Daha elit muhitlerdir aynı zamanda"

Fark etmişti Melek.

Melek iç çekerek "Çok büyük... Alışabileceğimden emin değilim." Dedi. Bingöl'de doğup büyümüştü. Çevre illere de pek tabi gitmişti ama oranın dokusu ve buranın dokusu çok farklıydı elbette. Gelip görene kadar farkı anladığını düşünse de anlamamıştı aslında. Görünce, kıyaslayabilmişti esasen.

Yine de sevmişti de bu farklılığı...

Yiğit ona yolları üzerindeki birçok önemli yeri göstermişti. Önemliden kasıt elbette takıldıkları mekânlardı. Bu yüzden bu gezdirme işi pek de Melek'in hayal ettiği gibi gitmedi. Sonunda bir lokantaya gidip hafif bir şeyler yediler. Kahvaltı öğününü kaçırdıkları için ağır bir şeylerle karınlarını doyurmadılar. Akşam ise pizza sipariş etmeye karar verdiler yemeklerini yerken. Yarın hafta başıydı ve yemekler Melek'te, temizlik Yiğit'teydi. Bugünü geçiştirme günü kabul etmişlerdi.

Eve geldiklerinde bölüştükleri banyoları kullanarak duş alan ikili oyundan ibaret yeni hayatlarına başlamadan önceki son günlerini erkenden uyuyarak kapattılar.

🍇

İNSTGRAM: Busbckr/ Busras.typwriter

X: Busrastypwriter

Tiktok: Busras.typwriter

Telegram: Cherrange sohbet grubu

Loading...
0%