Yeni Üyelik
1.
Bölüm

🍇Giriş🍇

@busbckr

Selamlar. Beşik Kertmesi Böğürtlen Mucizesi bildiğiniz üzere kitap oluyor. Bu yüzden burada da düzenlenmiş halinden biraz bölüm paylaşacağım.

Girişte çok fazla isim geçiyor. Takılmayın geçin. Sonradan oturuyor zaten.

 

🍇🍇🍇🍇🍇🍇🍇

23 Sene önce, Temmuz...

Güneş, yaşamın merkezi, en vazgeçilmezi olduğunu kanıtlamak istercesine gökyüzünde tüm yakıcılığıyla ihtişamını sergilerken yeryüzünde ise kimileri ter akıtırken kimileri gözyaşı akıtıyordu.

Keza İpek de ikinci sınıfa girenlerdendi. 23'üne yeni bastığı şu yaşına kadar pek çok sıkıntısı ve acısı olmuştu ancak tüm çektiği acılar, şu son 5 yılda hissettiği acının yanında devede kulak bile sayılmazdı. Ne can acısı, ne kalp acısı şu an yaşadığı evlatsızlığın vermiş olduğu eksiklik hissi kadar acıtmamıştı. Hayatının hiçbir döneminde şu an hissettiği kadar yalnız ve kimsesiz hissetmemişti. Çaresizdi, yoksundu ve mutsuzdu. Bunlardan da ötesi artık umutsuzdu.

Umudunu ona umut aşılaması gereken biri kesmişti. İşi, şifa olmak olan yeminli bir doktordu, onu bu uçurumdan itip damarlarında lavlardan akışlar oluşmasını sağlayan...

Gözlerinin önünden gitmiyor, hâlâ kulaklarında yankılanıyordu sözleri. Oysa dilediği kısacık, ufak bir umut cümlesiydi...

"Hiç mi olmayacak? Hiç mi çaresi yok bunun?" diye sormuştu sadece. Bir de hemcinsi olacak o kadın doktor ise elini duvara vurup gözlerinin içine bakarak haykırmıştı. "Bu taş duvar doğurur, sen doğuramazsın!"

Hıçkırığı boğazını yırtmaya yeltenirken yüzünü dizlerine gömdü tekrardan.

"Allah'ım ne olursun! Yalvarıyorum." diye sayıkladı durmadan. Yakıcı güneşin altında gözyaşları ve teri birbirine karıştı. Evin arka bahçesindeki bostanın arka tarafındaki duvar onun ağlama duvarı olmuştu. Evdekilere üzüldüğünü belli etmek istemiyordu zira herkes İpek için zaten üzülüyorlardı.

Elbette herkes bir çocuk istiyordu ancak bir çocuğun olmamasından daha çok onları üzen İpek'in durumuydu. Hele Ahmet, eşinin gün be gün gözlerinin önünde erimesiyle kahroluyordu. Baba olmayı o da çok istiyordu ancak İpek'in varlığına şükrediyordu. Onu kaybetmeye dayanamazdı fakat gün be gün kaybettiği gerçeğini göz ardı edemiyordu...

Karısını yine bostanlığın arka tarafında bulduğunda bir kez daha yüzleşti bu gerçekle. Karısına doğru attığı her adım göğsünü ezdi. Karısı istese gözünü kırpmaz canını verirdi ancak karısının istediği şey için elinden hiçbir şey gelmiyordu.

"Nur'um" diyerek yanına oturduğunda İpek başını hafifçe kaldırdı. Gözleri kan çanağı, dudakları ısırılmaktan kan revan olmuştu.

"Deme öyle artık bana." Diye isyan ettiğinde Ahmet başını çekip göğsüne yasladı. "Nurumsun sen benim. Nasıl sesleneyim sana başka?" diye sorduğunda İpek başını iki yana salladı.

"Uğursuz de, Nursuz de. Körocak de hatta. Çünkü öyleyim." Diyerek inlediğinde Ahmet avucunu karısının ağzına kapattı. "Şş deme öyle şeyler! Günah. Çok günah." Derken şakağına dudaklarını bastırmıştı. Karısının ağzına kapattığı avucu gözyaşları ile ıslanmışken onun da gözlerinden yaşlar boşalıyordu.

"Sen ne bakıyorsun o hadsiz kadının sözlerine? Bak doktor bile demiyorum. Allah'ın işine karışılmaz! O nereden bilecekmiş hem? Beceremediği için öyle dedi kesin!"

Doktorun sözleri onun da kulaklarında yankılanıyordu! Bir doktor nasıl böyle konuşabilirdi? Esasen bir insan ne kadar kötü olursa olsun böyle bir cümle kurmazdı, bir doktor nasıl kurabilmişti, o da anlayamıyordu.

"O zaman neden olmuyor Ahmet? Çok mu kötü insanım ben? Beş senedir ne kadar hayır hayrat yaptım bilmiyorum. Her aman diyene yetişmeye çalıştım. Ben beş senedir başka bir şey için dua bile etmedim. Niye çocuğum olmuyor benim?"

İpek'in isyana doğru seyir alan sözlerinin önüne geçti Ahmet. "Yapma gözümün nuru. Yapma ömrümün can suyu... Allah'a şirk koşma. Dualarımız elbet günün birinde hayırla karşılık bulur." Bir yandan saçlarını öpüyor diğer yandan sırtını okşuyordu.

Ancak ağzından dökülecek tek harfe umut bağlanılan biri yüzünden tüm umutlarını yitirmişti.

O yüzden tüm teselliler boşunaydı. Çünkü bir insanın en amansız yarası umutsuzluğuydu...

🍇

O günlerde Hamit Bey'in evinde büyük heyecan vardı. Küçük oğlu Gürkan'ı da evlendirmeye karar vermişler ve oğlunun yakın arkadaşının düğününde gönlünü kaptırdığı güzel Berivan'ı istemişlerdi. Nişan normalde kız tarafına ait olmasına rağmen Hamit Bey'in evinin bahçesi nişana çok uygun olduğundan ve davetliler için daha merkezi bir konumda bulunduğundan nişan Hamit Bey'in evinin bahçesinde yapılmaya karar verilmişti.

Berivan, İpek'in yakın arkadaşıydı. Aralarında üç yaş vardı. İpek aslında Berivan'dan üç yaş büyüktü. Gürkan, Berivan'ı Ahmet ve İpek'in düğünlerinde görmüştü. Ancak o zamanlar Berivan hem çok küçüktü hem de okumak, tahsil sahibi olmak istediği için Gürkan tam beş yıldır onu bekliyordu.

Üniversiteyi kazanmış, açıköğretimden okuyordu. Gürkan'la evlenmeyi de okumaya devam edeceğinin garantisini aldıktan sonra kabul etmişti.

Aslında o da Gürkan'ı ilk gördüğünde gönlünde sevdanın ilk kıvılcımları çakmaya başlamıştı ancak hem yaşının küçük olduğunun farkındaydı, hem de en büyük hayali okumak olduğu için gönlündeki sevdayı her daim gizli tutmuştu. Ancak bir gün Gürkan, Ahmet'e derdini açınca işin içine İpek de girmiş ve Gürkan'ın haberleşme güvercini olmuştu. Gürkan'ın görüşme teklifini iletmişti ilk ve ret yemişti. Sonra niyetinin ciddi olduğunu iletmişti, o zaman da okumak istediğini söyleyerek ret yemişti. Bu ikinci ret Gürkan tarafından kabul edilmemiş ve isterse evlendikten sonra da okumaya devam edebileceğini söylediğinde ikinci ret kabule dönüşmüştü. Ondan sonra da bir ay arayla görüşme ve isteme olmuş, istemeden iki hafta sonra da nişan olacaktı.

Gelin alışverişinden döndükleri gün Berivan beş dakikalığına İpek'i arka bahçeye çekmişti.

"İpek gel hele bi." Dedi İpek'in dirseğinin altından tutup çekiştirerek. İpek şaşkınlıkla ona ayak uydururken tökezledi.

"Ne oldu kız?" diye sorarken sesi endişeliydi. Alışveriş boyunca bir sorun yoktu ama gözünden bir şey mi kaçmıştı? Neydi Berivan'ın bu telaşı?

"Sana çok önemli bir şey söyleyeceğim. Tüm gün bir fırsatını bulamadım." Dedi heyecanlı bir telaşla. Aldığı karşılık ise meraklı bakan gözler oldu. Berivan'daki heyecanı gören İpek bir nebze olsun rahatlamıştı. Çünkü belli ki kötü bir durum söz konusu değildi.

"Dün Elazığ'dan uzaktan akrabalarımız geldi. Babamın teyzekızları" Dedi hızlı hızlı. Birazdan köylerine geri döneceklerdi. Ondandı bu telaş.

"Ee" diye devam etmesini istedi İpek ancak Berivan'ın biraz olsun soluklanmaya ihtiyacı vardı.

Yutkundu ve boğazındaki kuruluğu biraz olsun bastırdı. "Böğürtlen!" dedi ve yeniden yutkunması gerekti. Ancak İpek hiçbir şey anlamış değildi. Böğürtlen ile ilgili nasıl bir heyecanı olabilirdi ki? Nesi önemliydi bu kadar ya da?

Anlamsızlıkla bakan gözlerini Berivan'ın yüzünde gezdirdi. Berivan biraz daha kendine gelince devam etti. "Böğürtlen kökü. Çocuk için." Dediğinde sonunda biraz olsun konuyu anlamıştı İpek. Yine de daha fazla bilgiye ihtiyacı vardı.

"Bizim akrabanın gelinin çocuğu olmuyormuş. Böğürtlen kökünü kaynatıp içmiş." Dediğinde İpek acıyla gülümsedi ve başını iki yana salladı. "Umut vermeyin daha fazla Berivan bana. Bırak, kabul ettim. Alışayım." Dedi çaresizce ama Berivan onu dinlemeyip başını iki yana salladı.

"Umut etme yine istersen ama n'olur son kez! Dene bir... Bu bir işaret olabilir. Sürpriz oldu akrabaların gelmesi... Kimse bir şey sormadı kadına kendi kendine anlattı... Belki bu bir işarettir İpek! Lütfen."

"Hayır! Olmaz Berivan. O defteri kapattık biz..."

Berivan İpek'in gözlerine yalvarırcasına baktı... Ancak karşısında sanki bir duvar vardı...

Doktorun 'Duvar bile doğurur sen doğuramazsın' dediği bir duvar gibi...

🍇

Sabahın erken saatlerinde kapı çalınca İpek hayır dileyerek evden çıktı. Bahçe kapısına varana kadar başındaki yazmayı düzeltti ve bir ucunu ağzına kapattı. Kapıyı açtığında ise karşısında köylüsü olduğunu bildiği ancak en son birkaç yıl önce, henüz çocukken gördüğü bir genç delikanlıyı buldu.

"Zübeyir? Hayırdır, ne oldu?" diye sorduğunda henüz liseye yeni başlamış, daha bıyıkları bile tam çıkmamış genç delikanlı elindeki büyük siyah poşeti uzattı.

"Beni Berivan abla gönderdi. Dedi ki bunu İpek Abla'ya ver, nasıl yapılacağını içine bir kâğıda yazmış koymuş. Bir de dedi ki yanında azıcık olsun hatırım varsa en azından bir hafta on gün denesin"

Karşısındaki çocuk neyden bahsettiğini biliyor muydu yoksa sadece Berivan'ın söylediklerini ezberden tekrar mı ediyordu bilmiyordu ama eğer biliyorduysa bu çok utanç vericiydi. Her ne kadar evlat sahibi olmak onun elinde değilse ve değer verdiği hiç kimse onu bu konuda suçlamıyorsa da o kendini eksik ve noksan hissediyordu.

Elbette bunda üzerine vazife olmayan bir kesimin onun hakkında yüzüne ve yahut arkasından söylediklerinin bir etkisi yok değildi. Ancak bu eksiklik İpek'in üstünde büyük bir baskı kurmuş ve o da onlar gibi düşünmeye ve onlara hak vermeye başlamıştı. Çünkü anne olmak aslında onun da en büyük hayaliydi.

Evlendiğinde henüz çok küçüktü ve o kadar erken evleneceğini hiçbir zaman düşünmemişti. Ahmet'in annesi Zöhre Hanım onu görmeye geldiğinde bu yüzden reddetmişti. Aslında Ahmet'in de gönlü yoktu bu işte ama Ahmet annesini almak için oraya gittiğinde kapının önünde annesini uğurlamak için çıkanların arasında arkalarda bir yerde olmasına rağmen İpek'i görmüş ve o an ateşli bir sevdaya düşmüştü. İpek'in de onu görüp aynı hisler taşıdığını bilmeden reddedilmenin verdiği acıyla günlerce yemeden içmeden kesilmiş ve annesinin şansını bir kez daha denemesine neden olmuştu. Ahmet'ten farklı olmayan İpek de bu ziyaretle yeniden umudunu dirilterek bu kez tereddütsüz hatta fazlaca heyecanla bu kez evliliği kabul etmişti. Hayatının mükemmel dönemini yaşıyordu. İstemesi, nişanı, kınası ve düğünü derken ufak tefek tartışmalar dışında herhangi bir sorun çıkmamış, mutlu mesut yeni evine gelmişti. Yeni evinde de baba evindeki sıcaklığı ve sevgiyi bulmuşken birinci senenin sonunda hâlâ hamile kalamadığında işlerin her daim yolunda gitmediğini bir kez daha anlamışlardı. Doktora gittiklerinde ise acı gerçeği öğrenmişlerdi. İpek'in çocuğu olmuyordu. Dahası o günün teknolojisi bunun sebebini bulmaya da yetmiyordu. Karı koca her ikisi de kısır değildi ancak sorunu çok yüksek ihtimalle İpek'te görüyorlardı. İkinci senenin sonunda ise bir Doktor, İpek'in düşük yaptığını ve bunu fark etmeyerek üşüttüğü için Üreme yollarının iltihaplandığını ve bu iltihabın kuruduğunu söylemişti. Yine de bu kesin değildi ve İpek de bu tezi saçma buluyordu. Düşük yaptığını nasıl anlamazdı?

Senelerce hastane yollarını arşınlamışlar envaiçeşit kocakarı ilacı denemişler ve alternatif tıp yollarını da tüketmişlerdi ancak sonuç olarak bir doktor gelip İpek'i duvarla kıyaslamıştı. Ve kıyasın sonucunda duvardan daha umutluydu...

Aslında bu yolda onlarca doktor tanımıştı ve bunların çoğunluğu işinde başarılı, anlayışlı ve vicdanlılardı ancak kötülük akılda daha çok yer ediniyordu işte. Pes etmek savaşmaktan daha kolay geliyordu aynı zamanda.

Zübeyir'e teşekkür edip gönderdikten sonra poşeti alıp ocaklığa geçmişti. İçindeki bir defterden kopartılmış yamuk ve çamura bulanmış kâğıdı çıkarıp okudu.

Biliyorum çok acı çekiyorsun. Umut etmekten de yoruldun ama çok uğraştın. O kadar uğraştan sonra bir adım daha atmak zor olmamalı. Sabah senin için kalkıp kanalın oraya indim ve bu kökü güç bela çıkarttım. En azından verdiğim bu uğraş için denemelisin. Kökü iyice yıkayıp üç-dört saat kaynat. Soğuduktan sonra günde bir bardak iç. Söz sonrasında artık ben de karışmayacağım.

Poşetten çıkardığı kökle dakikalarca bakıştı. Bir yanı umuda yeniden tutunmak istiyor, diğer yanı yorgun ve bitkin... Yorgun ve bitkin olan yanına son bir gayret dedi... Ve kökü alıp ocaklıktan çıktı. Bahçedeki çeşmede iyice yıkadıktan sonra ocaklığa geri döndü. Küçük bir kazana su doldurup kökü içine attı. Ve kaynamaya bıraktı.

"Son defa... Bu kez gerçekten son" Diye mırıldandı kendi kendine ve ocaklıktan çıktı.

Kahvaltıyı hazırlamış, ailecek kahvaltı etmişler, kayınbabası, kocası ve iki kayınını evden gönderdikten sonra henüz yeni gelin olan eltisine evi emanet edip ocaklığa geri dönmüş, kaynayan böğürtlen kökünü kontrol etmiş suyunun azaldığını görünce su ilave etmiş ve ardından ekmek yapmak için tandırı yakmıştı. Bir saat kadar süren ekmek yapma işinin ardından akşam yemeğini eltisiyle beraber hazırlamışlardı. Sonunda dört saat tamamlanınca İpek kazanı ateşin üstünden alıp soğumaya bırakmıştı.

Akşam yemeğinden sonra konuyu kocasına açmak istediyse de cesaret edemedi. Çünkü bilindik bilinmedik her şeyi yemesine içmesine artık kızıyordu. Çocuk için sağlığından olacak diye endişeleniyordu haklı olarak. Bu yüzden ona söylemeden önce birkaç gün denemeye karar verdi. Söylemeyerek hata ettiğinin bilincinde olsa da içindeki bir dürtü ona söylemek istemiyordu nedense...

Akşam yemeğinden sonra bulaşıklar toplanmış erkekler kendi arasında sohbet ederken Kayınvalidesi de namaza çıkmıştı. İki elti sohbet ederek mutfağı temizledikten sonra Mine, yani eltisi odasına çekilmişti. Birkaç gün sonra onun aslında üç aylık hamile olduğunu ve sırf üzülmesin diye ondan bunu sakladıklarını duyacağını bilmeden odasına çekildi. Yarın sabahtan itibaren içmeye başlayacaktı o suyu...

🍇

Sabahın erken saatlerinde kendini ocaklıkta buldu. Artık tamamen soğumuş olan sudan bir bardak alıp ağzına götürdü. Bir yudumun ağzına girip çıkması bir oldu. Tadı öyle kötüydü ki içebileceğini sanmıyordu. Kazanı yerden alıp atmaya karar vermişken içinde bir his doğdu. Çok kuvvetli bir histi bu... Umudunu besleyen bir his...

Kazanı aldığı yere bıraktı ve bir bardak daha doldurup burnunu elleriyle kıstırıp tek dikişte bardağın hepsini bitirdi. Nefes almamaya çalışıyordu çünkü tadı yine alırsa kusacağını biliyordu.

Birkaç saniye boyunca verdiği mücadele işe yaramış, kötü tadı alsa da kusacak hale gelmemesini sağlamıştı. Suyu serin bir yerde muhafaza edip günlerce aynı şeyi yapmaya devam etti. Eltisinin mutlu haberini aldığı gün onun adına mutlu olsa da kendi eksikliği yüzünden çektiği kahır buna da gölge düşürdü. Kimseye göstermese de kocası Ahmet ne halde olduğunu gördü. Karısını kollarında teselli etti...

İpek, böğürtlen kökünün suyunu tam on gün boyunca içmeye devam etti. Ancak ertesi sabah aybaşı olduğunu gördüğünde içmeyi kesti. Çünkü bir gariplik vardı. Yıkanalı daha on beş gün dahi olmamıştı. Üstelik şiddetli kanaması ve sancıları da vardı.

Bunun sebebinin o su olduğunu anlamak güç değildi. Ağrıları şiddetlenince herkes halini gördü. İpek, gerçekleri kocasına anlatmak zorunda kalınca da kıyamet koptu.

Ahmet, İpek'i öyle azarlamıştı ki suçunun farkında olan İpek çaresizce ağlayarak tüm azarı dinlemişti. Yeniden doktora gitmişlerdi ama bu kez sebebi çocuk değil sağlığı olmuştu. Doktordan da azarı yiyen İpek herkese söz vermiş ve bir daha böyle bir işe kalkışmayacağını garanti etmişti.

Yine de eltisinin açıkça belli olan ama muhtemelen konduramadığından görmediği karnını gördükçe içindeki ateşin büyümesine engel olamıyordu. Onu ziyarete gelen Berivan olanları duymuş ve özür dilemek için gelmişti. İpek ona da çok yüklenmemiş, yine de teşekkür etmişti.

Artık umursamıyorum oyununa bu kez ciddi ciddi başlamıştı. Herkesin çocuğu olacak diye bir şey yoktu. Allah onların nasibine bir çocuk vermemişti. Bu kadar...

Bunu kabul etmekten başka bir çaresi yoktu...

🍇

Günler günleri devirmiş neredeyse iki ay olmuştu. Şiddetli kanama ve ağrı çektiği son âdetinin üstüne İpek bir daha adet olmayınca korkmuştu. O suyun zararları hâlâ devam ediyor olsa gerekti...

Adet olamadığı için çektiği sancılar, aldığı kilo da cabası... O dönem kaybettiği kan yüzünden hâlâ baş ağrıları çekiyor, kansızlıktan başı dolanıyordu. Yediği pekmezler, üzümler de artık midesini bulandırıyordu. Âdeti iki haftadan fazla geciktiği için ve adet olacağına dair bir belirtisi olmadığı için yeniden doktor yolu görünmüştü. Ancak bu kez yanına kocasını değil de geçen hafta düğünü olan arkadaşı Berivan'ı almıştı.

Gürkan, onları merkeze alışveriş yapacaklarını düşünerek bırakmış, o gözden kaybolunca kızlar kendilerini hastaneye atmışlardı. Eğer hâlâ sorun yaşadığını kocası öğrenirse yeniden kavga edebilir, bu kavga Berivan'a da sıçrayabilirdi. Bu hastane ziyaretinin kocalardan gizlenme sebebi buydu.

Ancak yapılan muayene ve testlerin ardından aldıkları beklediklerinin aksine kötü değil mucizeydi...

Öyle ki İpek haberi alınca tepki veremeden bilincini yitirmişti. Bilincini yitirmese, yitireceği şeyin aklı olması çok muhtemeldi çünkü.

🍇

Hastanede olduklarından İpek'e hemen müdahale edilmişti ve eski doktorlarından biri onu muayene etmişti. Karşısında saçlarının ortası dökülmüş kır saçlı adama bakarken sevincini gizleyemiyor ama sürekli gülümsüyor olmaktan da utanıyordu. Çünkü kadınların bu kadar güler yüzlü olması ayıplanırdı.

Bunu anlayan doktor babacan bir tavırla gülümsedi. "Gül kızım. Utanılacak o kadar çok şey var ama gülmek bunlardan biri değil. Bu dünyada insanların en hasret olduğu şey mutluluk. Mutluluğu yakalayınca hiç çekinme yaşa. Çok bekledin bu haberi, çok ağladın... Artık gül..."

İpek Berivan'ın ellerini sıkarak gülümsedi. Ancak gözlerinden dökülen yaşlar dudaklarından dökülen kıkırdamalara tezattı.

Yine de bu yaşların mutluluk gözyaşları olduğunu hepsi biliyordu.

İpek biraz sakinleyince doktor sordu. "Nasıl oldu bu kızım? Doktorun kim? Nasıl bir tedavi uyguladı sana?"

İpek'in zihnine düşen anılar mutluluğuna gölge düşürdü.

"Doktorum yok şuan. En son bana asla çocuğumun olamayacağını çok rencide edici bir şekilde söyleyen doktorum yüzünden pes etmiştim ben." Diye cevapladığında sesinde öfke ve kırgınlık vardı.

"O nasıl hadsizlikmiş öyle? Hangi doktor bu? İsmini ver bakayım bana! Bir şikâyet edelim de görsün rencide nasıl olunuyormuş!" diye çıkışan doktoru sakinleştirdi iki genç kadın.

"Allah'a havale ettik biz." Diyen İpek'e karşı çıktı. "Tamam, Allah'la olan hesabı başka, o zaten görülecek ama burada da görülmesi gereken hesaplar var İpek kızım. Bir sen misin? Kaç aile var böyle umutla kapımızda dolaşan... Biz de onları geri çevireceksek neden burada oturuyoruz? Çıkmadan sen bana ismini vereceksin. Ben bu işin peşini bırakmam!"

İpek böyle sahiplenilince gururla ve umutla doldu. İşini layıkıyla yapan insanlar da vardı elbet...

"Peki, nasıl oldu bu gebelik? Kendi kendine mi?" diyen doktor diğer konuyu sonraya bırakarak asıl konuya döndü.

İpek ve Berivan göz göze geldiler ve ikisi de çekinerek bakışlarını kaçırdı.

"Aslında..." diye söze girdi İpek. "Ben bir yerden duydum. Kocakarı tarifi işte... Böğürtlen kökü kaynatıp içtim bir on gün kadar. Sonra kanamalarım olunca..."

Doktor durup düşündü. Başını aşağı yukarı sallarken alt dudağını bükmüştü. Sonra çıkarıp birkaç kitap karıştırdı. Biraz sürdü bu işlem. Sonra "Hah!" diyerek kızlara baktı. "Burada işte... Ben çok uzun seneler önce okumuştum bunu. Tam anımsayamadığımdan emin olmadan konuşmak istemedim. Böğürtlen kökü çok faydalı bir ürün. Bir sürü yararı var. Yumurtaları güçlendirir, akıntıları keser, rahmi güçlendirir. Şekere, tansiyona sinir strese karşı da iyidir. Ama elbette doktor bilgisi dâhilinde kullanılmalı. O iyi gelmiş olmalı. Sorunu bulamamıştık ama tedaviyi kocakarılar buldu... Ne diyebilirim ki? Allah sağlıkla kucağına almayı nasip etsin... Hayırlı bir evlat olsun inşallah..."

🍇

Gürkan, kızlarla sözleştiği yerde buluşmuş, onların sevincine bir anlam verememiş, sormuş ama bir cevap alamamıştı. Yine de mutlu olmak güzel şeydi ve eşine de yenge dediği kadına da gülmek yakışıyordu... Hele ki şu zor günlerinde...

Köye döndüklerinde İpek kendi evine geçerken Berivan ve Gürkan da bitişik bahçelerinde bulunan evlerine geçmişti.

İpek mutlu haberi vermek için akşamı beklemiş, akşam yemeğini toplayıp çayları da verdikten sonra kendi odalarına çekildiklerinde hiç beklemeden ve teklemeden mutlu haberi "Sevdam, sonunda oldu. Baba oluyorsun!" diyerek büyük bir coşkuyla vermişti. Ondan sonrası büyük bir şenlik, heyecan ve sevinçti. O gece köy adeta ayağa kalkmış, neredeyse bu mutlu haberi almayan ev kalmamıştı. Ertesi sabah Ahmet Bey'in ilk işi Böğürtlen fidanları alıp köyün her yerine diktirmek olmuştu. Böyle şifalı bir bitkiye herkes tarafından ulaşılabilmeliydi çünkü...

Ondan sonraki günler de çok mutlu geçmişti. İki ay sonra Hamit Bey'in ilk gelini ikinci oğlan çocuğunu doğurmuş ismini Bulut koymuşlardı. Bulutun doğumundan iki ay sonra da İpek'in eltisi Mine erken doğum yaparak henüz yedi aylıkken Yavuz'u kucağına almıştı. Mutlu haberlerin ardı arkası kesilmemiş ve Hamit Bey'in kızının da ikinci çocuğunu beklediği haberini almışlardı. İki aile için bereketli ve bol çocuklu günler başlamıştı. İki evdeki çocukların bolluğu biraz kafaları şişirse de herkes çok mutluydu.

Yiğit Emre, Nisanın 14'ünde hayata merhaba dediğinde, Aynur Hanım'ın da karnı iyice büyümüştü. Tüm bebekler bir yana hasretle beklenen bebek Yiğit Emre olduğundan her iki evin de gözbebeği olmuştu. Her iki aile için de hem ailesel hem de maddi anlamda işler çok yolunda gidiyordu. Öyle ki ortak olarak kurdukları tekstil mağazasını büyütmüş, bir de ortak olarak fabrika kurmuşlardı. Bu sırada Aynur Hanım kızını kucağına almıştı. Babasının hayali bir kız evlat sahibi olmak olunca ismi de o vermişti ve hep dilediği o ismi kızının kulaklarına kendi okumuştu Tarık Bey. Zümrüt...

Bu bereketli dönem Yavuz'un ardından ikizleri kucağına alan Mine ile devam edince ufaktan bir tedirginlik yaşanmaya başlamıştı. Neden her şey bu kadar yolunda diye?

Çok geçmeden ikizlerden Yeliz'in yaptığı huysuzluklar ile işlerin o kadar da yolunda gitmediğine kanaat getirerek içlerini ferahlattılar. Hemen ardından da Şenay, Bulut'tan sonra Gazel'i doğurunca ikinci bir Yeliz vakasıyla karşı karşıya kalmışlardı. Henüz aylıkken bile her türlü kaprisi yapan bu iki bebeğin ileride de başlarına iş açacaklarını anlamışlardı.

Bu kez içine kurt düşen başka biri vardı. Berivan... Herkes patır patır doğururken bir yılını geçmiş ikinci yılını tamamlamak üzereydi ama henüz hamile kalamamıştı. İpek'in kaderini yaşayacağını düşünüp endişelenirken onu herkesten çok anlayan İpek'ten destek gelmişti.

Sorun etmemesini ve kafaya takmamasını söyledi dostuna. Kafaya taktıkça sorunun büyüyeceğine ikna etti onu. Berivan, artık İpek için can borcunun olduğunu varsaydığı biriydi...

İpek'in bu tavsiyeleriyle zamanla içi ferahlayan Berivan da Yiğit Emre iki yaşına basmadan hamile kaldı.

Geçen son üç buçuk sene bol çocuklu, maddi açıdan da bol bereketli geçmişti onlar için. Tabi bu durum diğer gözlerin de dikkatinden kaçmamıştı. Evren bir denge üzerine kuruluydu. Birilerinin artıları elbette birilerinden eksiltebiliyordu.

Berivan Hanım'ın hamilelik haberi kendi köyüne ulaşınca sevinenler olduğu gibi kahrolan biri de olmuştu. Musa, tam olarak kahrolan o kişiydi.

Berivan'a kendini bildi bileli sevdalıydı ancak Berivan her daim onu istemediğini yüzüne vurmuş ve uzak durması için sert uyarılarda, kimi zaman da tehditlerde bulunmuştu. Musa da göre göre severken daha çok acı çektiğinden iş bulma bahanesiyle İstanbul'a gitmişti. İstanbul'da geçirdiği ikinci senesinde ise Berivan'ın evlendiği haberini almıştı. Kahrolmuş, kendini yerden yere vurmuşsa da bir şey gelmemişti elinden. Ortalığı dağıtmak, Berivan'ı kaçırmak istemişti ama ona da kendi ailesi ve akrabaları engel olmuştu.

Çok geçmeden acısı hafiflesin, kini dursun diye başka biriyle evlendirerek, bir kadının daha hayatını karartmışlardı. Hata yapmamak için hatalar silsilesine işte böyle düşmüşlerdi.

Tüm bunlardan habersiz mutlu hayatlarını sürdüren Altıntaş ve Karasu aileleri tüm bu mutlu haberler için kurban kesmeye karar vermişler ve ev başı ikişer küçükbaş hayvan keserek köy meydanına ziyafet sofrası kurdurmuşlardı. Bu sofrada Berivan Hanım'ın bebeğinin haberini de vermeyi düşünüyorlardı.

Ancak o gün o meydana o köyden olmayan ve tamamen tesadüf eseri orada bulunan ve kimin sofrası olduğunu dahi bilmeden ısrarla sofraya oturtulan Musa ve karısı da bu habere şahit olmuştu.

Zaten içindeki ateş dışarı taşıp karısını da yakıyordu ancak bu haberle içindeki ateş öyle büyümüştü ki karısı bu ateşin başkalarını da yakacağını bakışlarından anlıyordu. Elinden ne yazık ki hiçbir şey gelmiyordu. O gece kocası eve gelmemişti. İçip bir yerde sızdığı için gelmediğini düşünmek istedi. Her zaman lanet ettiği bu durum, bu kez en içinden ettiği duasıydı. Aksi takdirde felaket olurdu.

Musa o gece karısının tahmin ettiği gibi içmiş, zilzurna sarhoş olmuştu. Ancak karısının tahmininin sadece yarısı tutmuştu. Çünkü Musa zilzurna bir halde, bir bidon benzinle o gece Hamit Bey'in bahçesine duvardan tırmanarak girmişti ve içindeki ateşi o bahçeye de bırakmıştı.

Her şey felaket olabilirdi. Eğer o gece Ahmet fabrikadan geç saatte çıkıp eve geldiğinde bahçe duvarından atlayan ve sarhoş olduğu için ayakta bile duramayan Musa'yı görüp şüphelenmeseydi...

Ahmet bahçeye göz atınca büyümeye başlayan ateşi görünce panikle bağırıp yardım istemiş ve tüm ev ahalisinin uyanmasını sağlamıştı. Herkes dışarı çıkarken Hamit Bey o telaşla merdivenlerden düşmüştü ve alevler büyüdüğü için içeride mahsur kalmıştı. Gürkan, Berivan'ın korkudan tansiyonu çıkınca onu sağlık ocağına yetiştirdiğinden babasından haberi yoktu. Gökhan ise çocuklarını bırakamamıştı. Gazel henüz ikinci aynı dahi doldurmamıştı. Bulut, Şenay Hanım'ın kucağındayken Toprak da annesinin dizinin dibinde korkudan ağlıyordu. Onları bırakamadı haliyle Gökhan da...

İpek, Yiğit Emre'yi eltisine emanet etmiş, kayınbiraderi Ali ile dışarı çıkmıştı. Ailesi bildikleri dostlarına yardım ederek kendi evlerine götürüyorlardı.

Ahmet, baktı ki Hamit Amcası bir türlü çıkmıyor, gözünü karartı. Kimsenin bir şey demesine müsaade etmeden evin yan taraftaki camının demirlerine ellerinin yanması pahasına tırmandı ve yukarı kata çıktı. Balkondan içeri girip tek tek odalara baktı. Sonra merdivenleri inerken merdivenin en altında merdivene dayanarak oturmuş Hamit Amcasını gördü. Yanına yürüdüğünde adamın kendinden geçmek üzeri olduğunu fark edince telaşla yanına çöküp çenesinden tuttu.

"Hamit Amca iyi misin?" diye sorduğunda adamcağız öksürdü. Yanmasa da dumandan çok fazla etkilenmişti. "Ayağım" Diyebildi zorlukla. Düşünce ayağını incitmişti.

"Tamam Hamit Amca." Dedi Ahmet de öksürmeye başlarken dumanlardan artık o da ciddi boyutta etkilenmeye başlamıştı. O sırada itfaiye sirenleri duyuldu. Köyün bağlı olduğu ilçe belediyesi yollamış olmalıydı.

"Şimdi sırtıma bineceksin. Beraber çıkacağız buradan." Dediğinde Hamit bey öksürerek başını iki yana salladı. Artık nefesleri de sayılıydı. İçeride hiç hava kalmamıştı.

"Çık sen. Ağırım hem belini incitirsin. Geldiler, bundan sonrası nasip.."

"Hayatta tek başıma çıkmam buradan." Dediğinde Hamit Bey eliyle oğlu gibi gördüğü adamı itti. "Çık oğlum yanacaksın!" diye bağırdığında Ahmet, Hamit Bey'in önünde arkasını döndü ve eğildi.

"Sırtıma bin, beraber çıkalım Hamit Amca." Dediğinde Hamit Bey genç adamın inadını kıramayacağını anlamıştı ve inleyerek Ahmet'in sırtına uzandı. Ahmet, yaşlı adamı birkaç deneme sonunda zorlukla da olsa sırtına alabilmeyi başardı. Alevler artık evin içini de sarmaya başlamıştı. Dumandan göz gözü görmüyordu.

İtfaiye yangını söndürmeye evin girişinden başladığı için kapı açılmıştı. Bir itfaiye eri içeri girip Ahmet'e yardım edince Hamit Bey'i böylece dışarı çıkarabilmişlerdi ancak ikisi de çok fazla dumana maruz kaldıklarından aynı ambulansla ilçedeki hastaneye yetiştirildiler.

Ondan sonraki günlerde evleri tamir edilene kadar aylarca bir evde yaşadılar. Bir gün Berivan'ın karnındaki bebeğin cinsiyeti belli oldu.

Berivan bir kız bebek bekliyordu. Bu haber herkesi mutlu ettiği gibi Necmi Bey ve Hamit Bey bir fikir attı ortaya..

Beşik Kertmesi...

Aslında çok fazla uygulayan kalmamasına rağmen bu fikir iki aileyi de çok heveslendirdi. Melek doğdu, Yiğit Emre Melek'e bağlandı. Sanki beşik kertmesinden haberdarlarmış gibi birbirlerine bağlandılar. Yiğit Emre altı, Melek dört yaşındayken fabrikayı Ankara'ya taşıma kararı aldılar ve fabrikanın başına Ahmet'in geçmesini uygun buldular.

Uzun süren mutluluklarının sonunu hazırladıklarını bilmeden Ahmet Ankara'ya gidince işler umdukları gibi gitmedi. Haraç kesmek isteyen mafyalara kafa tutan Ahmet üç sene sonra kaza süsü verilmiş bir cinayete kurban gitti...

İpek çok zor dönemlerden geçse de oğlunun okulu yüzünden köye dönmek istemedi. Zaten babasının ölümüyle büyük psikolojik sorunlar yaşayan oğlunu çevresinden ayırmak istemedi. Hata ettiğini de çok geç anladı. Çünkü Yiğit Emre büyüdükçe köydekileri suçladı ve arkada kalan ailesini tamamen hatırlarından çıkardı. İpek onu bir psikoloğa götürdüğünde Psikolog, bunun kendini korkutmak için yaptığı bir savunma olduğunu söylemişti. O günden sonra Yiğit büyüyüp kendine yetebilen bir genç olana kadar İpek de Bingöl'dekilerle yalnızca telefonla iletişime geçti. Neyse ki teknoloji hasreti en az düzeye çekmişti.

İpek'in yıllar sonra ilk kez Bingöl'e dönüşü küçük kayınbiraderi Enver'in düğünü ile oldu. Çünkü Yiğit Emre'yi zar zor ikna edebilmişti. Amcasının düğününe gelmemesinin çok ayıplanacağını, bundan da ziyade herkesi, özellikle amcasını çok üzeceğini yakın arkadaşı, aynı zamanda âşık olduğu Melis sayesinde Yiğit'e anlatabilmişti.

 

🍇🍇🍇🍇🍇🍇🍇

 

Herkese Merhaba...

2014 yılının sonlarında başlayan ve 2016 yılının başlarında final olan Beşik Kertmesi hikayemiz bildiğiniz üzere kitap oluyor. 18 yaşındaki Büşra'nın yazdığı ham ama heyecanlı cümleleri bugün 25 Yaşındaki Büşra aynı heyecanla ama daha çok tecrübeyle yeniden yazdı. Çoğunuz beni bu hikaye ile tanıdınız. Çoğunuz benden çok okudu. Benden daha iyi hatırlıyordu hikayeyi. Siz benimsediniz, sevdiniz ve bana destek oldunuz diye bugün bu noktadayız. Hepinize çok teşekkür ederim. Gerçekten minnetimi anlatmaya kelimelerim kifayetsiz kalır. İyi ki varsınız, iyi ki hep oldunuz. Hep olun...

Gördüğünüz gibi hikayenin adı değişti. Bir kısmınız 'Böğürtlen ne alaka?' dedi. İşte Böğürtlenin böyle bir alakası vardı. Çünkü İlk halinde Beşik Kertmesi yapılmasının nedeni çok havada kalmış gibiydi. Ben size hikayeyi düzenleyeceğimi ilk kez söylediğimde bu taslak aklımda hazırdı. Nasip kısmet kitabaymış. Artık hayal dünyamı ellerinizde tutacaksınız. Belki yakın zamanda bir araya geleceğiz. Çok heyecanlı ve mutluyum. Hem kendi adıma hem de sizin adınıza. Çünkü bu başarı hepimizin. Tanıtım bölümleri tam olarak kaç tane olacak emin değilim. İlk bölüm 22 Kasım'da gelecek, yani haftaya bugün. O zamana dek kendinize iyi bakın. Bizden herkese bahsedin. Sosyal mesafeli kucaklıyorum sizi şimdilik. Gerçekten kucaklayana dek böyle olacak.

 

🍇🍇🍇

Loading...
0%