@busbuss
|
Bölüm 3 ''Katilin Gözlerine Bakmak.''
Kitap Şarkısı: Imagine Dragons 'Monster'
Bölüm Şarkısı: Taylor Swift 'Blank Space'
----------------------------------------------
Büzdüğü dudakları arasından çıkan ince sesle tutturduğu melodi beyaz fayanslara çarpıp yankı yaparken, başından aşağı akan su damlaları bronz teninde parlıyordu. Siyah, kıvırcık saçlarını beyaz köpükten sakin el hareketleri ile arındırırken kısa bukleleri parmakları arasında kayıp, gidiyordu. Kapalı gözlerini açıp da bedenini yıkamaya başladığında gözleri akıp giden suya takıldı. Birkaç gün önce kırmızıya bulanan su şimdi olabildiğince berraktı.
Vücudunu yıkayıp da suyu kapattıktan sonra duşun siyah çerçeveli kapısını açtı. Hemen sol taraftaki beyaz bornoza uzanıp üstüne giydikten sonra usulca dışarı çıktı. Bacaklarından ve saçlarından süzülen su, açık renkteki parke zemini ıslatırken banyo kapısından çıkıp hemen soldaki kapıdan tekrar girdi. Hala ıslık çalmaya devam ettiği anlarda bedenini iyice kurulamış, işi biten bornozu da köşedeki sepete atmıştı. Oldukça düzenli odada yan yana asılı onlarca takım elbiseye bakınıp içlerinden deve tüyü renginde olanını gözüne kestirdiğinde, askısıyla birlikte almış ve diğer eliyle de önüne düşen ıslak saçlarını geri taramıştı. Giyinme odasının ortasında duran masaya takımı bırakırken çıplak bedenine hızlıca siyah renkte bir iç çamaşırı giydi. Hemen ardından gömlekleri arasından açık mavi, parlak kumaşlı olanı çekip aldı ve onu da masaya bıraktıktan sonra hala ensesini ıslatan saçlarını kurutmak için banyoya döndü.
Kuruyup her zamanki şeklini alan saçlarını dağıtarak kıyafetlerin yanına döndüğünde sessizce giyindi. Ayaklarına da beyaz, düz taban spor ayakkabılar giydikten sonra ortadaki masanın çekmecelerini açtı. Kahverengi deri kolçaklı saati sol bileğine taktı. Başka bir çekmecede duran altın, kısa zincirini de boynuna taktıktan sonra çekmeceleri kapatıp çıktı. Odasına geçip masanın üstünde duran telefon ve araba anahtarlarını da cebine attığı sırada bugünün ne kadar sıkıcı olacağını düşünüyordu.
Merdivenleri teker teker inip mutfağa geçtiğinde beyaz ve ahşap ağırlıklı aydınlık alan gözlerini kamaştırdı. Buzdolabına gidip içindeki hazır sandviçlerden birini aldığında guruldayan midesinin sesi mutfakta yankılanmıştı. Sandviçi ayakta dikilerek yiyip bitirdiği sürede telefondan haberlere bakıyordu. Dün bulunan ceset ile ilgili konuşmaya devam eden onlarca insanı gördükçe yüzüne yayılan sırıtışa engel olamaması egosunun eserinden başka bir şey değildi. Şaheseri hakkında insanların bu kadar konuşması gururunu okşuyordu doğrusu.
Mutfakta işi bitip de koridorun sonundaki, garaja açılan kapıdan geçtiğinde bir çift araba onu bekliyordu. Beyaz gözbebeğinin yanında duran siyah renkteki arabaya ilerlediği sırada bir süre göze batmaması gerektiğini düşündü. Beyaz araba oldukça dikkat çeken bir modeldi ve malum gece onu kullanarak belki de hata yapmıştı ancak olan olmuştu. Fazla kafasına taktığı söylenemezdi.
Siyah renkteki kapıyı açıp krem rengi deri koltuğa oturduktan sonra beklemeden çalıştırdığı araba ile garajdan çıktı. Önünde bekleyen uzun bir yol ve bir o kadar sıkıcı işlerle dolu bir gün vardı. Tüm zenginliğinin kaynağı olan şirkete uğraması gereken günlerden biriydi bugün ama her ne kadar işlerle ilgilenmek kolay olsa da aynı zamanda bir o kadar sıkıcıydı.
Şehre vardığında henüz hafta içi olduğundan sinir bozucu bir trafikle karşılaşmıştı. Kaçınılmaz olan trafiğe gözlerini devirip gömleğinin yakalarını düzelttiğinde yavaşlayan arabalarla birlikte camını açıp, direksiyonda olan sağ elini dizine indirdi. Çevreye ve gün ışığının parlattığı devasa gökdelenlere bakarak ilerlediği yarım saatin sonunda şirkete varmıştı. Siyah camlarla kaplı gökdelenin girişinde durduğunda saygıda kusur etmeyen genç vale kapısını açtı ve arabadan inen adama baş selamı verdi. Genç adamı görmezden gelerek girişe ilerlediği sırada iki güvenlik görevlisinin arasından geçmişti. Bir eliyle üstündeki ceketi düzeltirken oldukça elegant bir görünümü vardı. Serin lobiye adımını attığında an onu fark edenler saygıyla selam vermeye başladığında onların yüzüne bile bakmadan tam karşıda duran camdan asansöre bindi. Tek başına en üst kata çıkarken asansörün dışarıya bakan camına yüzünü dönmüş, ellerini cebine atmıştı.
New York'un ayakları altına serildiği manzaraya bakmak hoşuna gidiyordu. Her şey kendi kontrolünde gibi hissettiren manzaranın büyüsü asansörün kibar sesi ile bozulduğunda arkasını dönüp indi. Siyah renkli yumuşak halıyla döşeli koridorda yürürken biraz ileride telaşlı sekreterini gördü. Camdan duvarları olan küçük odalara öylesine göz atarken herkesin harıl harıl bir şeyler üstünde çalışmasını ilginç buluyordu. Biraz daha ilerledikten sonra en sonunda onu fark eden sekreteri odasından koşar adım çıktı ve yanına geldi. Odasına kadar eşlik ederken çoktan konuşmaya başlamıştı bile.
''Bay Henderson sizi görmek ne güzel, İsterseniz bu haftanın dosyalarını hemen getirebilirim ya da hızlıca bir toplantı ayarlayabilirim.'' Kendi odasının camdan kapısını açıp içeri girdi. Arkasından gelen kadın kapıyı kapatırken üstündeki ceketi çıkarıp özel askıya astı. Bu sırada hala ondan cevap bekleyen kadına bir bakış atıp rahat koltuğuna oturmuştu.
''Dosya görmek istemiyorum Carol, toplantı ayarla.''
''Hemen efendim.'' deyip her zaman elinde olan deftere notunu alan kadına bakmak yerine dışarı bakarken bir kulağı ondaydı hala. ''Görüşme ayarlamak isteyenleri ne yapalım? Kimseyle görüşmek istemediğinizi çok net belirttiniz ancak babanız bu konuda ısrarcı.''
Kendinden on yaş kadar büyük kadının yorgunluktan çökmüş ama makyaj ile kapatılmaya çalışılmış göz altlarına baktı. Ne kadar çalıştığını görürken ister istemez şaşırdı. Kendisinin hiçbir zaman bu kadar çalışması gerekmediğindendi belki de. Ne de olsa doğuştan büyük bir mirasa konmuştu.
''Bay Henderson.''
Dikkatinin dağıldığını kadının seslenmesiyle fark ettiğinde hala bir cevap vermediğini anlayıp duyduklarını kafasında biraz evirip çevirdi. Babası denen adamın onu sinir etmek dışında bir işe yaramadığını her gün biraz daha iyi kavrasa da bu sefer sorun çıkarmak içinden gelmedi. Ruh hali bir hayli iyiydi. Bu yüzden bacak bacak üstüne atarken kadına cevap verdi.
''Sanırım, birkaç kişiyle görüşebilirim.''
''Tabii efendim hemen en önemli görüşmeler için bir program yapacağım.'' Rahatlamış halde elindeki tablete notlar alan kadını kısa bir süre için daha inceledikten sonra artık işinin bittiğini düşünerek camdan dışarı odakladı bakışlarını. Carol aon notları aldıktan sonra sessice odadan çıktığında geriye tatlı bir sessizlik kalmıştı.
Sandalyede geriye iyice yaslanıp ayaklarını masaya uzattığında, bilekten çaprazladığı ayaklarının ardındaki camda görünen manzarayı izlerken uyuyakalmamak için kendini tutuyordu. Ceketin iç cebinde duran telefonunu çıkarıp haber sitelerini açarken daha ilk görselde kendisinden bahsedilmesiyle uykusu hızla açıldı. Yüzü, keskin bir zevk ifadesiyle kaplanırken haberin devamında yazanları okudu. İnsanların ondan korktuğunu ve aynı şekilde onu merak ettiklerini bir kez daha gördüğünde ister istemez içinde, ara ara ortaya çıkan kendini yakalatma düşüncesi yine belirdi.
Ayaklarını masadan indirirken ciddi ciddi düşünmeye başladı. Acaba yakalansa ve gerçekler ortaya çıksa ne olurdu? İnternette hakkında yorum yapan onlarca insan onu birkaç güne unutur muydu yoksa akıllarına mı kazınırdı? Ya da hayranlıkları hala devam eder miydi? Belki… Belki de yakalandığı için mutlu olur ve sonra huzurla hayatlarına devam ederlerdi. Oldukça can sıkıcı bir ikilemdi bu. Aslında başkasının ne düşündüğünü bile umursadığını sanmıyordu. Hayatında değer verdiği kimse yoktu ve yaptıklarını sadece içinde gizlenen, kana susamış canavar için yapıyordu ve o canavar hala doymamıştı kana… Hala öldürmenin verdiği zevkten mahrum kalmak istemiyordu. Zaten durmak için de bir sebep göremiyordu. İçinde dolmayan bir boşluk ve o boşlukta yatan canavardan başka bir şey yoktu. Belki tek bir kurban, son bir kurban arıyordu ama o mükemmel kişiyi bulduğunu hiç sanmıyordu. Bu yüzden her şey devam edecekti. Öngöremediği bir zamana kadar hem de…
Düşünceleri suya düşen bir taşın yarattığı dalgalar gibi kaybolup giderken ayağa kalkıp odanın içinde turladı. Pantolonunun ceplerine soktuğu elleri ile bir model edasında gezinirken en sonunda camın kenarına geldi. Hep olduğu gibi ayakları altında olan New York'u seyre daldığı sırada sertçe açılan odanın kapısıyla kaşlarını çatarak arkasına döndü. Gelenin kim olduğunu gördüğünde ise aklı az önceki düşüncelerine kaydı. İronik bir karşılaşma, diye düşünürken iri yarı, siyah takım elbiseli adam konuştu.
''Bryan Henderson, FBI. Bir soruşturmada bilginize başvuracağız, bizimle gelmeniz gerekiyor.'' Kendisine gösterilen rozete bakarken içi kıpır kıpır olan Axel tuhaf bir şekilde heyecanlıydı. Belki de yaptıklarının bilinmemesinden, insanlardan gizlenmekten sıkıldığı için şimdi böyle hissediyordu ama yine de korkmuyordu. Yakalanacağını sanmıyordu çünkü kendini saklamak konusunda inanılmaz dikkatliydi.
Ajan tüm ciddiyetiyle üstüne gelirken zorluk çıkarmak gibi bir gayesi asla yoktu. Hatta ona kapıyı gösteren adamı bekletmeden yürümeye başlamıştı bile ki kaçmaya çalışsa iri yarı adamın onu kolayca tutacağını anlamamak için aptal olması gerekiyordu. İri yarı adam asla geçit vermeyen bir dağa benziyordu ayrıca kapıda bekleyen diğer ajan da işleri kolaylaştırır gibi durmuyordu. Neyse ki tüm bunlar gereksiz düşüncelerdi. Sonuçta ne kaçmayı düşünüyordu ne de buna ihtiyacı vardı.
''Bay Henderson, aman Tanrım! Ben hemen babanıza haber vereceğim, merak etmeyin efendim.''
Sekreterin telaşlı sesini duyduğunda kendini gülmemek için zor tutarken cevap vermedi bile. Sadece ajanlarla asansörün önüne kadar ilerledi ve asansörün gelmesini beklemeye başladılar. Kafasındaki düşünceler tatlı tatlı birbiriyle atışsa da o bundan sonra neler olacağını hayal etmeye çalışıyordu. Büyük ihtimalle hep merak ettiği malum sorgu odasına alınacaktı ve büyük ihtimalle bir erkek ajan tarafından sorgulanacaktı. Dudağını bükerken keşke bir kadın olsa, diye düşündü. Bu çok daha keyifli olabilirdi sonuçta; Özellikle de kadınlara böylesine düşkünken.
Asansör gelip de ince bir ses eşliğinde katta durup, kapılarını açtığında üç adam beklemeden bindi ve hızlıca aşağı indiler. Lobide onları gören herkesin şaşkın bakışları ile çevrelenmelerine rağmen iki ajanda oldukça profesyonel ve rahattı. Dümdüz ileri bakan adamların ortasında yürüyen Axel ise onların rahatlığını taşımasına rağmen bir o kadar da düşünceliydi. Aklında o sırada bir ampul gibi parlayan tek bir soru vardı: Ona nasıl ulaşmışlardı?
FBI aracına bindikleri sırada bu sorunun cevabını da bulmuştu. Yani çok zeki olduğunu biliyordu zaten ama cevap bir o kadar da açıktı. O gece Alicia ve onun dışında her şeyin nasıl başladığını yakından takip eden tek bir kişi vardı; o da Alicia’nın arkadaşından başkası değildi. Genç kadının cesaretini bir yandan takdir ederken bir yandan da ilk defa böyle bir açık bıraktığı için kendine kızmadan edemedi. FBI’a yakalanmaktan pişman değildi ama kendini beceriksiz gibi hissettiğinden kızgındı.
Aradan geçen bir saatin ardından araba durduğunda meraklı gözükmemeye çalışarak filmle kaplı camların arkasına baktı genç adam. Devasa bir binanın önündeydiler. Aracın kapısı açılıp içeri temiz hava girdiğinde önden inen iki ajanın ardından o da arabadan indi. Dimdik duruşuyla ceketini ve gömleğini düzelttikten sonra yanındaki iki ajanın eşliğiyle binaya girdiğinde yine dikkati üzerine çektiğini hissediyordu. Ellerini ukalaca pantolonunun cebine soktuğu sırada açılan asansör kapılarıyla beraber bindiler. İki adamda ona bakmazken aslında her hareketine duyarlı olduklarını ve onu sürekli göz hapsinde tuttuklarını hissedebiliyordu. Yine de umurunda değildi. İstese nüfuzunu devreye sokup bu alıkoyma işini bile zora sokardı ama yapmıyordu. O sadece neler olup biteceğini merak ettiği için buradaydı.
Asansör açıldıktan sonra indiler ve iki yana açılmış kapıdan girdiler. Önünde uzanan sıra sıra onca masaya gelişigüzel bakarken sağından yaklaşan orta yaşlı, göbekli adamı fark etti. O tarafa dönerken ilk konuşmayı karşı taraftan bekliyordu. Ne de olsa onu buraya sürükleyen onlardı.
''Bay Henderson hoş geldiniz. Size soracak bazı sorularımız var. Lütfen ajan arkadaşlarımın eşliğinde sorgu odasına gidin.''
Adamın görüntüsüyle bir hayli zıt ciddiyetine rağmen Axel, kendine yapışan sinir bozucu sakin tavrını koruyordu. Sadece bir baş onayı verip sonrasında onu bekleyen adamlar ile gittiğinde her adımda heyecanı artıyor ve ona inanılmaz keyif veriyordu. Kimsenin garipsemeyeceğini bilse gülümserdi ama yapmadı. Bunun yerine koridoru geçip sağa döndüler ve sonra açılan ikinci kapıdan içeri girdi. Loş olan odaya adımını atmasıyla birlikte ardından kapanan kapıyı duymazdan gelip sandalyeye oturduğunda, soğuk metali teninde hissedebiliyordu. Bir yandan bacak bacak üstüne atıp bir yandan da kollarını göğsünde bağladığı sırada gelip de onu sorgulayacak adamı sükunetle beklemeye başlamıştı.
Kolunda duran saate bakışları inerken öğlen vakti olduğunu gördü ve burada yeteri kadar oyalanırsa şirket işinden kurtulmuş olacağını fark etti. Bu basit düşünceyle kendi kendine gülümserken dudaklarının kıvrıldığını camın ardındaki kimse görmemişti. Gülümsemesini yok edip de başını kaldırarak tam da çift taraflı cama diktiğinde, birinin ona baktığı hissiyle dolup taşıyordu bedeni.
Adamın ona dikilen gözleriyle belli belirsiz irkilen Leah yine de itinayla şüpheliyi süzmeye devam etse de adamın geldiğinden beri tavırlarındaki rahatlıktan büyük bir rahatsızlık duyuyordu. Üstündeki ceketin kollarını düzeltip bu histen kurtulmaya çalıştığı sırada yan tarafında duran James konuştu.
''Çok garip bir adam.'' Onun kendince yaptığı tespit ile başını onaylarcasına sallasa da Leah, adamın garipten çok korkunç olduğunu düşünüyordu. Buz gibi bir soğukluk yayılıyordu adamdan ve bu soğuk camın ardından ona bile ulaşıyordu.
''Sorularımın cevaplarını bana verdiği sürece umurumda değil.''
James dönüp baktığında o da gri gözleriyle adamın siyaha yakın kahve gözlerine baktı. Sonra Leah içeri girme zamanının geldiğine karar verdi ve bakışlarını çekti. Kapıyı açıp çıkmadan son kez James ve Grace'e baktı. Ona güven veren bakışlar atan iki kişiyi kapattığı kapının ardında bırakırken hemen önünde onu bekleyen kapıya yaklaştı. Siyah, küt saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp düzgün durduklarından emin olduktan sonra derin bir nefes alıp kapıyı açtı. İşinin verdiği ciddiyeti kendi omuzlarına kendi kendine yüklerken hiç de rahatsız olmadı.
Açılan kapıyla içeri giren ince beden ile beklentisi boşa çıkan Axel yerinde doğruldu. Tepeden sarkan ışığın doğru düzgün aydınlatmadığı odada kadının yüzünü seçemiyordu. Karşısındaki sandalye çekilirken karşısına dikkatle oturan kadının yüzünü görene kadar bekledi. Gördüğündeyse hayatında bu kadar şoke olacağı bir an daha olamazdı.
Yüzündeki her kas karşısında ona bakan kadın yüzüyle kasılırken masanın altında kalan elleri yumruk haline geldi. Bacak bacak üstüne attığı duruşunu iyice dikleştirip üstteki bacağını indirdi. Kalbi duracak kıvama gelmişken zihninde yaşananlar çok daha beterdi. Neredeyse on yıldır yaşamadığı o uyanış hissi şimdi saplanıp kalmış gibiydi. Nefesleri düzensizleşirken onu izleyen insanların olduğunu hatırlattı kendine. Sağ elini masaya koyup destek almaya çalıştığında Leah elinde tuttuğu ince bir dosyayı masaya bıraktı.
Genç kadın adamın tuhaf hallerini kaşları çatık bir şekilde izlerken birazdan kriz geçirip geçirmeyeceğinden emin olmaya çalışıyordu. Böyle davranmasının bir sebebi var mıydı, bilmiyordu ama kesinlikle camın arkasından izlediği soğuk adamın bu hale gelmesini beklemiyordu.
''Bay Henderson iyi misiniz?'' Nezaketen sorduğu soru ciddi sesiyle birlikte adama ulaştığında başını yukarı kaldırdı Axel. Kadının gözlerine bir kez daha değen gözleri zihnindeki yankılanan sesi artırmıştı. Başında daha birkaç dakika önce oluşan ağrı sınırlarını zorlarken elini yumruk yaptı. Alnında boncuk boncuk biriken ter damlalarını diğer elinin tersiyle silerken ayaklandı. Bir an önce yalnız kalmalı ve bu durumu, bu isyanı bastırmalıydı.
''Bay Henderson nereye? Bu şekilde çıkamazsınız.'' Leah'nın mesafeli sesini duyarken çektiği acı arttı. Tıpkı yıllar önce duyduğu sese benziyordu. Bir daha duymayacağına inandığı o sese.
Sarsak adımları ile kapıyı açıp kendini koridora attı. Soluduğu havanın değişmesiyle bir nebze kendine gelirken başka kapıdan çıkan zenci bir adam ve ufak tefek bir kadınla göz göze geldi. Başını çevirip bir çıkış yolu, yalnız kalabileceği bir yer ararken lavabo yazan kapıyı gördü. Beklemeden o yöne giderken arkasında ona bakan kişilerin olduğunu tahmin ediyordu. Kendini gri renkteki kapının ardına attığında neyse ki kimse yoktu orada. Bunun verdiği rahatlamayla kapıya yaslanıp yere çöktüğünde zihnindeki karmaşaya odaklandı. Her ne kadar canı yansa da bunu durdurmak zorundaydı.
''Uykuya geri dönme zamanı Bryan!''
Kelimeler dişleri arasından çıkarken saf bir nefretle doluydu. Konuştuğu kişiye karşı hiçbir tahammülü yoktu hatta elinden gelse yok ederdi ama bu konuda eli kolu bağlıydı. Tıpkı bileğine bağlanmış bir pranga gibiydi ve anahtar çoktan denize atılmıştı.
Sıkı sıkıya tuttuğu başını koparmak ister gibi dururken zihnindeki her şeyi durdurmaya çalıştı. Gücünü toplayıp ayağa kalktığında lavabonun kenarına tutundu. Aynanın karşısında gördüğü bedene ve gözlere bakarken orada bir parça da olsa yabancı birini görmek onu çıldırttı. Sabah özenle yaptığı saçlarını karıştırırken ceketini çıkardı. Lavabo mermerinin üstüne hışımla bırakırken işaret parmağını aynaya doğru salladı.
''Asla uyanmana izin vermeyeceğim Bryan. Bu bedenin benim olduğunu sana söyledim.'' İyice aynaya yaklaştırdı yüzünü. ''Sen o gün tüm hakkını kaybettin.''
Zihnine dolan anılar içinde uyanmaya çalışan kişiyi derinden sarsarken sadistçe gülümsedi. Onun tekrar yıkıldığını görmekten zevk aldı. Aynı zamanda onunla savaşacak kadar gücü olmaması keyfini yerine getirdi. Başının ağrısı giderek azalıp yok olurken son kez aynadaki aksine baktı. Bal rengi gözlerinin etrafı kızarmış, karamel renkteki teni solgundu. Buna rağmen o, gülümsüyordu hatta genişçe sırıtıyordu.
Yüzüne soğuk su çarpıp iyice kendine gelirken burada ne kadar zaman geçirdiğini düşündü. Tahmin bile edemezken dışarıda onu bekleyen insanlar ile kendini tamamen toplamaya çalıştı. Bunda başarılı olurken az önce yaşananlar için bir de bahane bulmuştu. Ne kadar iyi bir bahaneydi bilmiyordu ama o an aklına daha iyisi gelmemişti. Az önce olanlar tüm dengesini bozmayı başarmıştı. Gömleğinin kollarını ve yakasını düzeltip kenarda duran ceketini de üstüne geçirdikten sonra gri kapının kulpunu tuttu ve açtı. Kapının dışında onu bekleyen zenci adama bakıp dışarı çıkarken ona bakan gözlerdeki meraklı pırıltıları görebiliyordu.
''Az önce öylece çıkıp gitmek istemezdim ama küçük bir nöbet geçiriyordum.''
Aristokrat gibi konuşmasıyla dedikleri karşısındaki adamda hiçbir şüphe uyandırmazken Axel adamın yanından geçip kısa süre önce çıktığı kapıya gitti. Kapıyı açıp girdiğinde boş olan oda ile az önce gördüğü kadının nerede olduğunu merak etmeden duramadı. O yüzü bir kez daha görmek istiyordu. Dikkatle bakmalı ve az önce gördüklerinin gerçek olup olmadığını anlamalıydı. Yoksa içindeki ses susmayacaktı.
Sandalyeye geçmeden önce kapı açılırken hızla oraya döndü. Beklediği kişiyi görememek sinirlerini bozarken istemsizce kaşlarını çattı. Kısa boylu, kumral kadına bakarken aradığı kişinin nerede olduğunu düşünüyordu. Bu sırada kadın konuşmaya başlamasıyla merak ettiği konu aydınlığa kavuştu.
''Lütfen burada bekleyin Bay Henderson, sizi sorgulayacak ajan birazdan gelecek.''
Kadının çıkmasıyla rahatlamış bir şekilde sandalyeye geçti. Az önce olanlar kafasının bir köşesinde tekrar edip dururken o, bunlara odaklanmak yerine birazdan göreceği yüze odaklanmayı seçti. İçten içe hem yanılmış olmayı hem de doğru görmüş olmayı istiyordu. Büyük bir çelişki içindeydi. Gördüğü kişi gerçekten de oysa bunun nasıl olabileceğini düşünmek bile istemiyordu. Her zaman çok çalışan beyni bu sefer durmuş gibiydi. Sersemlemiş, mantıklı bir şeyler düşünemiyordu.
Bu sırada kapıya yaklaşan Leah az önce direktörün odasından çıkmıştı. Sorgulayacağı adamın bir anda sorgu odasından çıkmasını tabi ki de duymuş ve ne olup bittiğini sormak için onu çağırmıştı. Aslında ona sorması gereksizdi çünkü kendisi de bilmiyordu ne olup bittiğini. Bu yüzden pek bir şey söyleyemeyip odadan çıkmış, buraya gelmişti. Kapının önünde bekleyen James'i görürken adımlarını hızlandırdı. Adamın ona diyecek bir şeyi var gibiydi.
''Bay Henderson küçük bir nöbet geçirmiş.'' Leah'nın kaşları çatılırken James de aynı şekilde bu bahaneden tatmin olmamıştı.
''Kişisel bilgilerinde böyle bir şey yok.'' diye sorar şekilde baktığında James omuzlarını silkti. Bunun üzerine Leah kapıya elini uzattı. İçeri girerken önceki seferde de olduğu gibi ciddiydi.
Kadının gelişini gözünü kırpmadan izlerken sabırsızca karşısına oturmasını bekledi. En sonunda görebildiği yüz ile kalbi teklerken aklı yıllar öncesinde yaşanmış bir ana gitti. Sarı, uzun saçların rüzgarda uçuşması tıpkı şu an oluyormuş gibi zihninde canlanırken eliyle kovmamak için kendini zor tuttu. Onu izleyen tanıdık gri gözlere odaklanmaya çalıştı ancak o gözler bile başlı başına aklını anılarla dolduruyordu.
Derince bir nefes alıp önüne düşen bir bukleyi geriye itti. Gözlerini kadının yüz hatlarında gezdirmekten vazgeçip yakasında asılı olan karta baktı. İsmini okurken içinden birkaç kez tekrar etti. Leah Heart... Ne kadar da ironik bir soy isimle karşılaştığını düşünürken kadının dudakları aralandı ve sesiyle birlikte yine aynı tanıdık hissi duydu. Sadece biraz daha toktu bu ses.
''Bayan Henderson iyiyseniz başlayalım.''
''Elbette.'' Çatlak gelen sesini toplamak için hafifçe öksürdüğü sırada Leah ellerini masanın üstünde birbirine kenetledi. ''Sizi dinliyorum Ajan Heart.''
''Geçen günlerde bulunan kadın cesedinden haberdar olduğunuzu düşünüyorum.'' Onu başıyla onaylayan adama bakarak devam etti. Gözleri dikkatliydi.
''O halde genç kadını da tanıyorsunuz. Elimizdeki bilgilere göre ölmeden önce son kez sizin yanınızda görülmüş.''
Leah'nın kendinden emin sesiyle etkilenen Axel dikkatini konuya verdi. Onu şüpheli olarak gördüklerini görebiliyordu. Bu yüzden de bu şüpheleri giderecek cümleler lazımdı ona. Oturduğu yerde dikleşirken hafifçe öne eğildi. Amacı kendinden emin gözükmekti. Ellerini masanın üstünde tıpkı Leah gibi birbirine kenetledikten sonra cevap verdi.
''Evet, Alicia Cooper'ı tanıyorum. Dediğiniz gibi o gece onunla Salon de Ning'de tanıştım. Ancak gecenin sonunda benimle gelmek istemediğine karar verdi ve arabadan indi.''
Her şey bu kadar dercesine bakan adamı şüpheli gözleriyle süzen Leah anlatılanlara inanmıyordu. Adamın mükemmel görüntüsü altında yatan bir şey vardı. Bunu hissedebiliyordu. Tabi hisler asla yeterli olmazdı birini suçlama konusunda. Bu yüzden başka bir noktaya değindi.
''Peki Bay Henderson fakat Alicia o gün oradan sizinle ayrılmış.''
''Dediğim gibi fikrini değiştirdi ve onu indirmemi istedi. Fazlasıyla sarhoştu ve bir anda huysuzlaştı. Ben de istediğini yaptım ve onu indirdim.'' Konuşması hiçbir şey saklamadığını göze sokarcasına rahattı.
''Anlıyorum.'' Eliyle gözünün üstüne düşen bir tutam siyah saçı kulağının arkasına sıkıştırdı. ''Sarhoş bir kadını öylece yolda bırakmak mantıklı mıydı sizce?''
''Haklısınız, belki de bunu yapmamalıydım ama ben de aynı şekilde sarhoştum ve o an en mantıklı şey bu gibi gelmişti.'' Kaşlarını kaldırırken bal rengi gözlerini Leah'dan kaçırmamaya özen gösterdi. Birkaç saniye boyunca onu inceleyen kadını şüphelendirecek hiçbir beden hareketi yapmazken başka bir soru geldi.
''O gece evinizde olduğunuzu kanıtlayacak bir görgü tanığınız var mı?''
''Yaşadığım evin güvenlik görevlisi, Michael Brown size seve seve bunu kanıtlar Ajan Heart.'' Soy ismine yapılan vurgu ile gözleri hafifçe kısılan Leah adamın dediğini başıyla onayladıktan sonra ayağa kalktı. Gidişi Axel'i bir boşluk hissiyle baş başa bırakırken bunun farkında bile değildi. Odada çıkıp James ve Grace'in yanına geçti. İkisi de onu bekliyor gibi hareketlenirken önce James konuştu.
''Dediği güvenlik için birini gönderelim.'' Grace'e bunu yapması için işaret ederken Leah düşünceli bir şekilde camın ardındaki adama baktı. İçinde yok sayamadığı bir his vardı. Bu yabancı adam hiç de göründüğü gibi birine benzemiyordu. Fazla mükemmel fazla kontrollüydü. İçeride konuştukları dakikalar boyunca hep kendini kontrol etmiş gibiydi ve Leah bundan hoşlanmamıştı.
''Fazla mükemmel değil mi?'' diye seslice sorduğunda James bir an neyi kastettiğini anlamadı. Anlayınca ise omzunu silkti.
''Onun gibi insanların olayı bu. Ne kadar zenginsen o kadar soğuk ve mükemmelsindir.'' Kendince yaptığı açıklamadan sonra Leah'ı orada yalnız bırakıp çıktı. Kollarını göğsünde bağlayan genç kadın düşünceli bir şekilde mırıldandığında bunu sadece kendisi duydu.
''Nedense o mükemmelliğin altında bir pislik varmış gibi hissediyorum...''
----------------------------------------------
E, beğendik mi bölümü?
-Büşra Kardelen Çelik
Kişisel İnstagram: @busrakardelencelik
Kitap bilgileri için instagram: @psikopat.miyim |
0% |