@busbuss
|
Bölüm 4 ''Kayıp Kalplere İlk Adım.''
Kitap Şarkısı: Imagine Dragons 'Monster'
Bölüm Şarkısı: Kelly Clarkson 'Because Of You'
----------------------------------------------
Otuzlu yaşlarda, iri yarı bir adam lüks binanın girişinde işinin başındaydı. Üstünde bedenine yapışan siyah kıyafetler, belindeki silah ve şok tabancası ile korkutucu görünüyordu. Kendisi fazlasıyla zengin kişilerin yaşadığı büyük yapının güvenlik görevlilerinden biriydi. Döner kapının yanında gelen geçeni kontrol ettiği sırada sessizliği bölen telefonunun melodisi kulaklarına doldu. Bu sesi kısa tutmak için elini cebine atarken arayan gizli numaraya merakla baktı. Bekletmeden açtığında karşı taraftan kaba ama tanıdık bir ses duyuldu.
''Tahminimce bugün içinde sana birkaç soru soracak kişiler gelecek oraya. Onlara üç gün önce orada olduğumu söyleyeceksin ve kesinlikle uzun cevaplar vermeyeceksin.'' Adam onu kısık bir mırıltıyla onayladı.
''Sadece tüm gece orada olduğumu söyle Michael, ağzından yanlış bir şey çıkarsa ailen de hakkında hoş olmayan şeyler duyar.'' deyip telefonu yüzüne kapatıldığında tüm kasları gerim gerim gerildi. Ona iş veren ve sırlarını bilen bu adamdan nefret ediyordu. Özellikle de bu şekilde kaba olduğunda, kendini beğenmiş yüzüne bir yumruk atabilmeyi isterdi. Ancak yapamazdı, eli kolu bağlıydı. Neyse ki sürekli onu rahatsız etmiyordu da hayatı zorlaşmıyordu.
Telefonu geri cebine koyarken gelecek kişilerin kim olduğunu düşündü ya da o sinir bozucu piçin ne işler karıştırdığını... Bir fikri veya tahmini yoktu çünkü genç adam ona asla ayrıntılardan bahsetmezdi. Sadece bir şeyler yapmasını ister ve telefonda da tek taraflı bir konuşma yaparlardı.
Sıkıntılı bir nefes alıp işinin başına döndüğünde yüzündeki gerginlik az önceye göre daha fazlaydı ama umursamadı. Gelen geçen zengin insanları izledi ve her şeye karşı dikkatli oldu. Geniş ve fazla temiz alanda volta atarken siniri yavaş yavaş bedenini terk etti.
''Michael Brown isimli güvenlik görevlisini arıyoruz.''
Kendi ismini duyup merakla arkasını dönerken, az önce yapılan konuşma yüzünden hazırlıklıydı. Eli belindeki silahın üstünde onu soran iki kadına yaklaştığında onu gören lobideki görevli hafifçe gülümsedi ve iki kadına onu işaret etti. Arkasını dönen iki kadından kısa, siyah saçlara ve gri gözlere sahip olanı büyük bir ciddiyetle ona baktı. Yanındaki kısa boylu, kumral olan ise daha tatlı duruyordu.
''Size birkaç sorumuz olacak Bay Brown, sessiz bir yere geçelim mi?'' Ona hitap eden kadına bakıp başıyla onayladı. Onlara köşede kalan koltukları gösterdiğinde oraya yöneldiler. Adam koltuğa oturduğunda hemen onun karşısına oturan siyah saçlı kadın bacak bacak üstüne attı.
''Ben Leah Heart, FBI için çalışıyorum ve bir cinayet dosyası için ortağımla birlikte size birkaç soru soracağız.'' Gri gözleri adamın üstünde dolaşırken her hareketi dikkatle inceliyordu.
''Tabi ki, istediğiniz soruyu sorabilirsiniz.'' Adamın bariton sesini duyduğunda başını hafifçe salladı. Ellerini kucağında kenetlerken ilk soruyu sormaya hazırdı.
''Üç gün önce burada mıydınız?''
''Evet, tüm gece çalışmıştım.''
''Peki Bryan Henderson'u tanıyor musunuz?'' Kadının arka arkaya soruları ile adam az önceki gerginliğini yeniden yaşıyordu. Tabi o sert görüntüsü altında bunu saklaması kolay oluyordu.
''Tanıyorum.'' Kısa cevaplar veren adama bakmaya devam etti. Adam biraz kasıntı görünse de karakterinin böyle olabileceğini düşünüp boş verdi.
''Üç gece öncesine gidelim, gece burada mıydı? Buradaysa saat bilgisi verebilir misiniz?'' dediğinde adam bi' on saniye kadar vereceği cevabı düşündü.
''Sanırım tüm gece buradaydı ama saat bilgisi verebileceğimi sanmıyorum.'' Aldığı yanıt Leah'ı tatmin etmezken adamın gözlerinin içine baktı. Yalan söyleyip söylemediği hakkında bir fikir sahibi olmaya çalışıyordu ama adam fazla yuvarlak cevaplar verdiğinden emin olmak mümkün değildi.
''Anlıyorum.'' deyip Grace'e baktığında genç kadının dikkatle onları izlediğini gördü. Geri adama dönerken adamın sıkkın bir şekilde etrafı incelediğini görüp başka bir şey sordu.
''Eminim ki güvenlik kamera kayıtları bize net bir cevap verir. Bizi kayıt odasına götürür müsünüz Bay Brown?''
''Ne yazık ki bunu yapamam çünkü binada kamera sistemi kullanılmıyor.'' Adamın cevabı ile ciddi anlamda şaşıran ikili birbirlerine baktı.
''Bu mümkün değil.'' diye bir tepki veren Grace ile adam kaşlarını kaldırdı.
''Ne yazık ki burada yaşayan insanlar kamera gibi mahremiyetlerini yok sayan şeyleri istemiyorlar. Bu yüzden de bunun yerine binada fazlasıyla güvenlik görevlisi bulunduruyorlar.'' diye açıklama yapan adam ile Leah hafiften sinirlendi. Yerinde kıpırdanırken zenginlerin işine taş koymasının kolaylığını sorguluyordu. Sadece paraları olduğu için bulabileceği bir kanıt olmayacaktı. Sinirini bir kenara bırakıp adama odaklandığında neden böylesine pişkince davrandığını da anlamıştı.
''Anlıyorum.'' Grace'in sesini duyduğunda yüzünde nezaketen bir gülümseme ile ayaklandı. Onunla ayağa kalkan güvenlik görevlisine elini uzattı.
''Cevaplarınız için teşekkürler Bay Brown, sizinle işimiz bitti.'' deyip tokalaştıktan sonra onu bekleyen Grace ile binadan ayrıldılar. Geride kalan adam ise söylediği yalanlar yüzünden gergin fakat görevi bittiği için rahatlamıştı.
Ayağındaki topukluları yere vura vura yürüyen Leah kendini dışarı attığında ellerini beline koyup bir saniyeliğine durdu. Onun sinirini hisseden Grace onun hızına ayak uydurmaya çalışırken nefes nefese kalmıştı ancak durunca kendini toparladı. Leah içinden Axel'e ve tüm zenginlere sayıp dökerken en sonunda rahatladı ve arabaya ilerledi. Yine peşine takılan genç kadın ile sürücü koltuğuna geçtiğinde emniyet kemerini takmadan yola koyuldu. Yanında onun tavrı yüzünden gergin olan Grace bir süre sessiz kalsa da konuşmadan edemedi.
''Hey, sakin ol lütfen. Daha geleli çok olmadı ve eminim kısa sürede bir ipucu bulacaksın.'' Onu teselli etmeye çalışan kadına başını çevirip baktı. Tatlı, açık kahve gözlerde samimiyet görürken derin bir nefes alıp yüzündeki soğuk ifadeyi sildi. Saçlarını bir eliyle kulak arkasına atarken düz bir ses tonuyla cevap verdi.
''Haklısın sakin olmalıyım.'' Dediğini kendince onaylarken ekledi. ''Kendime süre vermem en iyisi.''
Onu başıyla onaylayan Grace de yola odaklanırken siyah, küçük araç New York'un kalabalık sokaklarında ilerlemeye devam ediyordu. Az önceki konuşma aklına gelirken başını camdan dışarı çeviren Grace, binada güvenlik kamerası olmadığına inanamıyordu. Aynı şekilde Leah da böyle düşünüyordu. Teknoloji çağındayken nasıl bir binada kamera olmazdı? Zenginleri asla anlayamayacaklardı.
''Tam bir saçmalık.'' Bir anda konuşan Grace'in neyi kast ettiğini hemen anlarken ona katılmadan edemedi.
''Zenginler ve saklı işleri işte. Para sayesinde her şeyi yapmaları sinir bozucu.'' diye kendi fikrini söylerken direksiyondaki ellerini kıpırdattı.
''Bryan Henderson'un neden bu kadar kendine güvendiğini anlamış olduk. Resmen paranın gücü.'' diye yakınan genç kadını başıyla onayladı Leah. Arabayı sürmeye devam ederken bir anda durmasını isteyen Grace ile düşünceli hali kesintiye uğradı.
''Ne var, ne oldu?'' diye sorarken yanındaki kadının bir noktaya baktığını gördü.
''En sevdiğim kahveci, küçük bir molaya ne dersin?'' Bir anda başka konuya atlamalarıyla şaşırsa da tatlı tatlı sorarken ona hayır demek istemedi. Arabayı kalabalık sokakta bir yere zar zor park ettikten sonra birlikte kahveciye geçtiler.
İçerisinin insan kaynadığını görüp şaşırırken Grace'in çekiştirmeleri ile istemeyerek de olsa küçük dükkana girdi. Müthiş bir kahve kokusu burnuna dolarken iç çekmemek için kendini tuttu. Bu hayatta en sevdiği şeylerden biri olan kahve kokusu eşliğinde sipariş vermek için sıraya geçtiklerinde kendini akışa bıraktı
*****
Saat akşamüstü beşe gelirken ikinci sefer aynı binaya giren Leah yalnızdı. Öğleden önce yaptıkları küçük sorgu ona yetmemişti. Sadece ona verilen isimle de konuşmak tatmin etmeyince kimseye haber vermeden soluğu burada almıştı. Sabaha göre yorgun görünen yüzünü binanın camındaki yansımasında fark ederken, dağılan saçlarını hizaya soktu hızlıca. Adımlarını kendinden emin şekilde attığında giydiği topukluların canını yaktığını belli etmemeye çalıştı.
İçerisi ilk geldiklerinden daha kalabalık bir şekilde onu karşılarken ona değen gözleri yok saymaya çalıştı. Üstündeki takım elbisenin yakasını düzelterek ona tatlı tatlı bakan lobideki kıza dikti gözlerini. Ondan genç görünen kızın kahverengi saçları sıkıca toplu, kıyafetleri de jilet gibiydi. Zenginlerin görünüşe verdikleri önem işte buradan bile belli oluyordu. Kendileri için çalışan insanları bile hediye paketi gibi dolaştırıyorlardı.
''Hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?'' Kibarlıkla konuşan kıza ciddiyetini koruyarak cevap verdi.
''Bu sabah Michael Brown ile görüşmeye gelmiştim ancak bir de güvenlik şefiyle görüşmek isterim.'' deyip cebinden ajan olduğunu kanıtlayan kimlik kartını çıkardı. Genç kız bu kartı görüp hafiften gerilse de gülümsemesini korumaya çalıştı.
''Tabi ki, beni takip ederseniz sizi güvenlik şefine götürebilirim.'' deyip durduğu masanın ardından çıkan kızla ilerlemeye başladılar. İkisi de sessizce yürürken devasa binanın pek kullanılmayan koridorlarından birine girdiler. Her ne kadar kullanılmasa da lüks görüntüyü devam ettirmek için konulan aksesuarlar ile dolu koridorda bir kapının önünde duran görevli kız, kapıyı tıklattı.
Birkaç saniye içinde açılan kapıyla bedenini dikleştiren Leah dışarı çıkan adama baktı. Aynı şekilde onu inceleyen adam sorar ifade ile genç kıza döndüğünde Leah araya girdi.
''FBI adına buradayım bayım, size soracak birkaç sorum var.''
Adam FBI kelimesini duyup kaşlarını çatarken ister istemez kendine çeki düzen vermesi Leah'ın gözünden kaçmadı. Adamın geriye taralı sarı saçları avizeden vuran ışıkla parlıyordu. Daha loş olan odaya göz ucuyla bakıp bir adım öne atan Leah ile adam geçmesi için yolundan çekildi ve dinlenme odası diye tabir edilecek odaya girmiş oldu.
Gereğinden fazla geniş olduğunu düşündüğü odada birkaç yatak ve oturma grubu ile televizyon vardı. Binada gerçekten de güvenlik görevlilerine değer verildiğini anlarken her ne kadar mantıklı bulmasa da güvenlik kameralarının bulunmaması, normal gelmeye başlamıştı. Koltuklardan birine sormadan geçtiğinde kapının kapandığını duydu. Ellili yaşlarda olan adam gelip de karşısına oturduğunda ona baktı. Bir güvenlik görevlisi için yakışıklı denecek bir surata ve fit bir vücuda sahipti. Üstündeki kıyafetlerin kırışıklığıysa az önce bir yerlere uzandığını gösteriyordu.
''Adım Albert Ellery Ajan,'' Adını söylemediğini fark edip hızlı davrandı.
''Ajan Leah Heart, Bay Ellery.'' El sıkışırlarken adamın onu dikkatle incelediğini gördü. Ne düşündüğünü tahmin edemiyordu ama umursamadı. Daha önemli şeyler vardı ilgilenmesi gereken.
''Size üç gece öncesini sormak istiyorum. Burada mıydınız?'' Gri bakışları ışık azlığından koyulaşmıştı.
''Evet Ajan Heart.''
''Peki o gece Bryan Henderson isimli şahısı gördünüz mü?'' Adam tıpkı Michael gibi beş on saniye düşündü. Binada yaşayanların sayısını göz önünde bulunduran Leah, bunu normal karşıladı.
''Bay Henderson'un tüm kata sahip olduğunu bilmiyorsunuz sanırım.'' diye söze başlayan adam ile Leah kaşlarını kaldırdı. Tüm bir kat mı? Adam sandıklarından bir hayli fazla zengin görünüyordu.
''Evet, çatı katının tamamı ona ait ve o kata sadece kendi seçtiği güvenliğin çıkma izni var.'' Anlamasını bekler gibi bakan adama başını salladı ve diyeceği ismi ondan önce söyledi.
''Michael Brown...''
''Aynen öyle Ajan Heart, bu yüzden de size o gece hakkında tek bilgi verecek kişi Michael.'' diye konuşmasını sonlandıran adama birkaç saniye dikkatle baktı. Yalan söylemediğini görebiliyordu ve emindi. Ne de olsa onca eğitimi boşa almamıştı değil mi?
Aldığı cevaplarla ayağa kalkıp üstünü düzelttikten sonra adama elini uzattı. Ciddi bir şekilde tokalaştıkları sırada adama kısaca teşekkür etti ve kapıya ilerledi. Onunla gelen adam ondan önce kapıyı açtığında bir şey söyleme gereği duymadı ve geldiği gibi ciddi bir şekilde odadan çıktı. Ancak içinde aldığı cevaplara rağmen susmayan sorular vardı.
Zihni, bal rengi gözleri yine gözlerinin önüne getirirken binadan çıkmak üzereydi. Elleri pantolonunun cebinde, dalgın bir şekilde yürüyordu. Sorgu sırasında adama olanlar, geçirdiği nöbet ve sonrasında o sinir bozucu öz güvenli tavrı. Hepsi onda bir güvensizliğe ve meraka neden oluyordu. Adamın dediği gibi hatta göründüğü gibi mükemmel olmadığını görebiliyordu sanki. Kendini gizlediği süslü maske ardında bir şey yatıyordu, pis bir şey. Bu yüzden sakladığı bir şeyler olduğuna emindi ve bu yüzden ikinci sefer buraya gelmişti ama yine elde var sıfırdı.
Tam kapıdan çıkmak üzereyken çevresine bakmak için kafasını kaldırmıştı ki nereden geldiğini görmediği bir bedene çarptı. Geriye sendelerken elleri cebinden çıkmış tutunmak için bir yer arıyordu ama belinde hissettiği eller yüzünden buna gerek kalmamıştı. Vücuduna izinsizce temas eden ellerin sahibini görmek için başını kaldırdığında gri gözleri az önce düşündüğü bal rengi gözlere kenetlendi. Sorularının sahibi adama bakarken hala temas ediyor oldukları için sinirlendi ve hızlıca belini kavramış ellerden kurtuldu. Birinin ona dokunmasından nefret ediyordu.
''Ajan Heart,'' Gözleri bir kehribar gibi parlıyor, dudakları ise dişlerini sergilemek ister gibi iki yana gerilmişti. ''Sizi görmek ne hoş.''
''Eminim öyledir.'' diye mırıldandığında gözünün önüne gelen tutamı çekmek için eli kalktı ancak aynı anda kalkan başka el kendi eliyle çarpışınca gri gözleri sinirden karardı.
''Sakın!'' diye adamı uyardığında her zamankinden daha soğuk olan sesi kendi kulağına bile garip gelmişti. Uzun zamandır bu kadar gerildiğini ve öfkelendiğini hatırlamıyordu ama adamın rahat tavırları onu kolayca çileden çıkarmaya yetmişti.
Onu dikkatle izleyen Axel ise bu sert tepki karşısında gülümsemeyi bıraktı. Onun dokunuşlarından fazlasıyla rahatsız olan bu kadın daha da ilgisini çekmişti. Hatta öfkesini rahatça yansıtması da onu gözünde daha da çekici yapıyordu. Geçmişte bıraktığı o hayalete benzemesine rağmen aradaki benzerliğin sadece dış görünüşle sınırlı kaldığını net bir şekilde görebiliyordu. Bu kadın farklıydı ve onu çözmek öylesine zevkli olacaktı ki sabırsızlanıyordu.
''Özür dilerim.'' Kolayca özür dilemesi Leah'ı hafiften sakinleştirse de onaylayan ya da onaylamayan bir harekette bulunmadı. ''Sanırım Michael için geldiniz?''
Adamın konu değiştirmesi ile öfkesini daha kolay kontrol altına alan genç kadın, belli etmeden derin bir nefes aldı. Saçını belli belirsiz bir sertlikle kulak arkasına sıkıştırdığında Axel onun saçlarına odaklandı. O saçların gerçek rengi olup olmadığını merak ettiği sırada Leah ona cevap verdi.
''Bunun hakkında sizinle konuşamam Bay Henderson.'' dedikten sonra adamın yanından geçmek için bir adım attı. Yana çekilen adam hala ona bakıyorken birkaç adım daha ilerledi.
''Görüşmek üzere Ajan Heart.'' Arkasından seslenen adama başını çevirip bir anlığına baksa da cevap vermedi. Ona arkadaşıymış gibi veda etmesi gerekmiyordu çünkü. Zaten adamın bu samimiyetini de anlayamadığından geriliyordu.
Arabasına ilerleyen kadının ardından yüzünde düşünceli bir şekilde kalan Axel, ellerini cebine koyup Leah gidene kadar onu izledi. Araba gözden uzaklaşıp kaybolurken sağ elini saçlarından geçirdi. Bu karşılaşma kesinlikle beklenmedikti ve ilk defa beklenmedik bir şey hoşuna gitmişti. Dudakları kıvrılırken arkasını döndü ve içeri girdi. Onu gören Michael yanına gelirken, onu bulmak için çaba harcamadığına sevindi. Adama el işareti ile onu takip etmesini söyledikten sonra birlikte asansöre bindiler.
Asansör yukarı çıkarken sessizdi. Gözleri beyaz kapının üstünde, aklı Leah'daydı. Sanırım küçük bir takıntıya dönüştürüyordu kadını ama düşünmemek imkansızdı. Öylesine güzel ve mükemmeldi ki. Hatırladığından bile daha etkileyiciydi. Damarlarında arzu ateşi alev alev yanarken aynı zamanda da içindeki canavar her an uyanabilirdi. Ama bunu istemiyordu. Henüz erkendi.
Kapılar açılırken sadece kendine ait olan kata giriş yaptılar. Sessizce onu izleyen Michael'ı neredeyse unutup geniş salona girdi. Yüksek tavan ve büyük camlar ile aslında çok ferah bir yaşam alanıydı ama fazla göz önünde olması burada yaşamasını imkansızlaştırıyordu. Tüm bu düşünme seansını bir kenara iteleyip arkasını döndüğünde ellerini önünde birleştirmiş, yerinde dik bir şekilde duran adama baktı. Ondan nefret ettiğinin kesinlikle farkındaydı ama aralarındaki ilişki çok işine yaradığından bunu görmezden gelmesi kolay oluyordu.
''Cevaplarının tatmin edici olduğuna inanıyorum Michael.'' diye konuşma başlattığında adam ona baktı.
''Dediklerinizi aynen söyledim Bay Henderson ve ayrıntıya girmedim.'' Koltuğun kenarına kalçasını yaslayıp kollarını önünde bağladığında duyduklarının doğru olduğunu biliyordu ancak takıldığı bir nokta vardı.
''Cevapların yeterli gelmemiş ki Ajan ikinci kez buraya gelmiş, Michael.'' Sert ses tonunu duyan adam hızlıca yerde duran bakışlarını kaldırdığında, ona tek kaşını kaldırarak baktı Axel. Kendisinden korkan adamdan bir açıklama bekliyordu ve açıklama onu tatmin etmezse çok sinir bozucu şeyler olabilirdi.
''Ben dediğiniz gibi yaptım ama güvenlik kamerası olmadığını öğrenince çok şaşırdıklarını belirtmeliyim.'' Dediklerinin doğruluğunu kanıtlamak ister gibi gözlerinin içine bakan adama dikkat kesildi. Alnından akan teri görürken onu ne kadar gerdiğini biliyordu ama pişman değildi.
''Buradan ayrılırken Ajan Heart pek de memnun görünmüyordu sanırım bu yüzden tekrar geldi ama ben güvenlik şefi ile konuştum. Merak etmeyin hiçbir sorun yok. Bu konuda bilgisi olmadığını söylemiş.''
Arka arkaya sıralanan kelimeler ile sessiz kalan Axel adama bakmaya devam etti. Dediklerinin doğru olduğunu çok rahat anlıyordu ve burada sorunun o olmadığının da farkındaydı. Burada sorun Leah Heart'tı. O kadın gerçekten zeki bir ajandı ve bu da bundan sonra oyununu daha dikkatli oynaması anlamına geliyordu.
''Pekâlâ Michael gidebilirsin.'' dediğinde rahatlayan adamın aldığı nefesi çok rahat duydu. Hızlıca asansöre giden bedeni daha fazla umursamayıp manzaraya karşı oturduğunda gitmesi gereken başka bir yer daha olduğunu anımsadı. Gözlerini devirip seslice nefesini dışarı bıraktığında asıl Henderson'u bekletmemesi gerektiğini bilerek ayaklandı. Yapacakları konuşmanın şimdiden sinirlerini zıplatacağını biliyordu ama dün olanlar yüzünden ondan cevaplar bekleniyordu. Zaten istendiği gibi dün gitmeyip kredisini doldurmuştu. Bu yüzden bugün kesinlikle gitmeliydi.
Ceketinin kollarını düzeltip asansöre ilerlediğinde sinir bozucu düşüncelerini bırakıp aşağıda yaşadığı ana odaklandı. Dokunduğu bedenin inceliğini hala hatırlıyordu. Gri gözler ise resmen yakmıştı onu ve o asi halleri, başını döndürmüştü. Asansör tuşuna bastığı eline baktı. Temas ettiği bu el hala o teni hissediyordu. Her ne kadar kumaş üstünden de olsa hissettiği sıcaklık ona yetmişti. Tabi şimdilik. Aklı ileride yapacakları hakkında fantezilerle dolarken zevkle sırttı. Dudaklarının üstünde gezen dili dışarıdan fazlasıyla seksi görünürken tek bir şey düşünüyordu: Leah Heart artık ondan kurtulamayacaktı.
*****
Gömleğinin yakasını ensesinden ayırmak için oraya uzanırken çalıştığı yerin kapısından içeri giriyordu ve hala üstündeki gerginliği atabilmiş değildi. Biri ona dokunduğunda kendinden iğreniyordu ve sebeplerinin hepsi geçmişin tozlu anılarında saklıydı. Aklı bulanmaya başlarken masasına doğru ilerledi. Geçmişi düşünmek için fazla yanlış bir zamanı seçmişti. Hemen kendini toplamazsa bir adet sakinleştiriciye muhtaç kalacaktı ve bunu istemiyordu. Uyuşmak en kötü şeydi ve bunu kendine yapmak daha da kötüydü.
Sesli bir nefes alıp sandalyesine oturduğunda çevresindeki birkaç kişi ona baktı. Neyse ki kısa sürede işlerine döndüler ve onu kendiyle baş başa bıraktılar. Aldığı nefesler giderek yavaşlarken kendine geldiğini hissedebiliyordu. Zihnindeki saçmalıklar çıktıkları yere geri dönmüştü.
''Ajan Heart, nereden böyle?'' diyen sesin sahibi James idi. Masasına yaklaşmış iri kollarını göğsünde bağlamış ona bakıyordu. Ona bir bakış atıp önündeki dosyaları açarken cevap verdi.
''Aklıma takılanlara cevap bulmaya gittim.''
''E, neler buldun?'' İkinci bir soru gelirken dosyadan başını kaldırdı.
''Hiçbir şey.'' Nefesini dışarı üflerken onu sıkmaya başlayan ceketi çıkardı. Gömleği ile kalırken ince vücudu daha çok ortaya çıkmıştı.
''Anladım,'' Masadaki dosyalara bir bakış atan James daha fazla onu rahatsız etmek istemedi.
''Seni rahat bırakayım da işine bak.'' deyip kendi masasına ilerleyen adamın arkasından baktı. Sonra arşivden topladığı dosyalara gömüldü. Her ayrıntıyı bilmek istiyordu ve her ne kadar üzücü olsa da işi kolay olacaktı. Çünkü aradıkları katil fazla zekiydi ve izlerini çok iyi saklıyordu.
Dosyalar teker teker biterken artık kurbanlar ve cinayetin işlenişiyle ilgili her şeyi ezberlemişti. Tüm ayrıntılar kafasında dönüyordu ama bir işe yaramıyordu. Ellerindeki şüpheli de kendini aklamışken çıkmaza girdiklerinin farkındalığıyla başını arkaya yasladı. Ellerini iki yanında duran kolçaklara koyarken katilin sebeplerini düşündü. Bir insanın kalbini çıkarmak ve buna rağmen kurbanların bedenine özenli davranmak nasıl bir deliliğin sonucuydu? Ne düşünüp de bunu yapıyordu? Bilmiyordu, bilmiyorlardı. Koca ekip sadece cesetlere otopsi yapmakla ve bir işe yaramayan delilleri toplamakla yetiniyordu. Katilin onları gülerek izlediğine emindi.
Bunu düşününce bir anda sinirlendi. Elleri iki yumruk halini alırken öfkesini çıkaracak bir şeyler aradı ama bulamadı. Böylesine korkunç şekilde can alan bir insanın ortada gezmesi ve ellerinden bir şey gelmemesi onu deli ediyordu. Bu katili Chicago'da çalışırken de duymuştu ve o zaman bile öfkelenmişti. Şimdi sorumluluk ona kalırken daha fazla öfkelenmemesi için bir sebep yoktu.
Hışımla ayağa kalktığında geriye giden sandalyesi yüzünden birkaç göz ona döndü. Onları görmezden gelip yürümeye başladı. Sinirden yanan yüzüne su çarpmak iyi geleceğinden soluğu tuvalette aldı. Ayna karşısına geçip kendi yansımasına gözlerini dikerken ne kadar da kızardığını gördü. Hızlıca suyu açıp yüzünü serinletirken ıslak elleri ile boynunu ve ensesini de serinletti. Bu hareketi ile siyah saçlarının bazı tutamları yüzüne ve boynuna yapışırken suyu kapatıp kendine odaklandı.
''Yine öfkene yenik düşüyorsun.'' diye mırıldandığında gri gözlerine bakıyordu. Nefret ettiği yüz hatlarına daha fazla bakmak istemeyip aynaya sırtını döndüğünde içeri giren Amy ona tuhaf bakışlarla baktı. Yüzünde nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordu ama kendini hızlıca topladı.
''İyi misin? Solgun görünüyorsun.'' Yanındaki boşluğa ilerleyip küçük çantasının içinden makyaj malzemelerini çıkaran kadına ufak bir bakış attı.
''Bilmem, iyiyim galiba.'' diye üstünkörü yanıtlarken Amy dudağına saçı gibi kırmızı rujunu büyük bir özenle sürüyordu. Sürmeyi bitirip ona bir bakış attığında bir yandan da inanmamış şekilde tek kaşını kaldırdı.
''Emin misin Leah?''
''Sinirliyim sadece ve biraz da,'' Kendini sesiyle belli eden karnına baktı. ''Aç.''
Onun dediğiyle küçük bir kahkaha atan Amy ile bir nebze kendi düşüncelerinden uzaklaştığında iyi hissetmeye başladı. Aslında soruyu savuşturmak için açım demese de konunun değiştiğine sevindi. Yaslandığı lavabo mermerinden ayrılıp tekrar aynaya döndüğünde dağılmış saçlarını eliyle düzeltti ve sabah güzel görünen ama şimdi göz çevresine dağılan maskarayı sildi.
''İstersen benimkileri kullanabilirsin.'' diye ona küçük çantayı uzatan kadına bakıp ''Olur.'' dedikten sonra sabah yaptığı gibi hafif bir makyaj yaptı. Bu sırada onu izleyen kadın ile kendini biraz rahatsız hissetse de belli etmedi. Neden bilmiyordu ama insanların ona bakmasını istemediği halde hep baktıkları biri olmuştu.
''Gerçekten çok güzelsin Leah.'' diye bir iltifat geldiğinde elindeki göz kalemi ile durup Amy'ye baktı. Kadının samimi olduğunu görebiliyordu.
''Teşekkür ederim, sen de öylesin.'' diye soğuk denebilecek bir yanıt verdiğinde işini hızlıca bitirdi ve çantayı genç kadına uzattı. Aslında kibar olmak isterdi ama görüntüsünden bu kadar nefret ederken iltifat almaktan da nefret ediyordu.
''Açım demiştin, yemeğe gidelim mi?'' Çantayı alırken ona soru yönelten Amy onun soğukluğuna rağmen fazla sıcak davranıyordu.
''Kesinlikle gitmeliyiz.'' Tuvaletten çıkmadan kırışan gömleğini de düzelttikten sonra önden giden Amy'nin arkasına takıldı. Masasına geçip ceketini giyerken Amy'nin grubu topladığını gördü. James, Amy ve Grace dışındakilerle tam olarak tanışmamıştı. Sadece ilk gün onları görmüş sonra da tanışmak için fazla çabalamamıştı ama bugün onları da tanımak için iyi bir fırsattı çünkü ekibi ile iyi ilişkiler kurması işi için de sağlıklıydı.
Küçük, omza asılan siyah çantasını da aldıktan sonra kapıya ilerleyen gruba yetişti ve aralarına katıldı. Geçen sefer gittikleri restorana gittiklerini konuşma arasında duyarken yine sessizdi. Topluca asansörden çıkıp onlarca takım elbiselinin arasından geçtikten sonra hafiften kararmaya başlayan havanın altında restorana yürüdüler.
Geçen sefer olduğu gibi büyük bir masaya oturduklarında yine cam kenarını seçen Leah karşısında bu sefer adını bilmediği sarışın adamı buldu. Diğer sarışın kadın da sol, karşı çaprazına otururken onunla da tanışmadığını fark etti. Diğerleri de yerlerine oturduğu sırada yanlarına gelen garson hızlıca siparişleri alıp giderken kendini toplayıp elini uzattı karşısındaki adama.
''Ben Leah Heart, tanışmamıştık.'' dediğinde ona odaklanan adamın ela gözlerini gördü.
''Mason Miller.'' İsmi duyup başıyla onayladıktan sonra elini adamın elinden çekip yanındaki kadına uzatmıştı. Bu hareketiyle masadaki herkesten daha soğuk duran sarışın kadın ona baktı. Elini sıkmak istemiyormuş gibi durması Leah'ı sinirlendirmeye başlarken birkaç saniye içinde elini sıkan el ile tuhaf tuhaf kadına baktı.
''Samantha Walsh.'' Elleri ayrılırken kadına son kez bakış attı. Koyu gözler de ona bakıyordu. Birbirlerine bakmayı sürdürecekleri sırada yanına oturan Amy kolunu dürttü. Bakmayı kesip ona döndüğünde anlayışlı bir gülümseme ile ona bakıyordu genç kadın.
''Sam biraz kendini beğenmiştir.'' diye kulağına fısıldaması ile anladığını belirtmek için başını salladı. ''Yakında alışırsın.''
''Neyse tanıştığıma memnun oldum.'' Daha çok Mason'a bakarak konuştuğunda Samantha'nın ona gözlerini diktiğinin farkındaydı. Görmezden gelip kendini gülümsemeye zorladığında konuşmayı devralan Mason oldu.
''Bende memnun oldum güzellik, sayende ekibe can geldi.'' Adamın neşeli tavrı ve samimi hitabı ile şaşırdı ancak bir süre sonra adamın gerçekten de rahat bir kişiliği olduğunu fark edip umursamadı.
Muhabbet saçma sapan konular ile devam ederken ara ara onlara katılsa da büyük çoğunlukta ortamı inceleyen Leah, önlerine konan yemek ile grubun sessizliğinin tadını çıkardı. Birkaç lokmayı midesine indirirken kendini yenilenmiş hissediyordu. Bakışlarını diğerlerinde gezdirirken herkesin halinden memnun olduğunu gördü. Birkaç dakika böyle geçip giderken yapmak istediklerinden bahsetmeye karar verdi.
''Sanırım hepiniz 'Kalp Hırsızı' isimli vakanın başına getirildiğimi biliyorsunuz,'' diye söze girdiğinde herkes başını kaldırıp ona baktı. Nereye varmaya çalıştığını merak ediyor gibiydiler. Çatalını ve bıçağını yerine bırakırken onunla oturan altı kişide gözlerini gezdirdi.
''Her şeyi yeni baştan incelemek istiyorum.''
''Şaka yapıyorsun?'' diye kaba bir şekilde lafını bölen Samantha'ya baktı. Kafasını iki yana sallarken cevap verdi.
''Kesinlikle hayır. Amacım iş çıkarmak değil ama ilk cinayetin ardından geçen zaman oldukça fazla ve gözümüzden kaçan ayrıntılar olabileceğini düşünüyorum.''
Samantha ona sinirle bakıp saçını geriye atarken diğerlerine baktı. James düşünüyordu. Jensen ve Grace birbiriyle bakışıyorken Mason ve Amy önlerindeki tabakla oynuyordu. Anladığı kadarıyla o gelmeden önce ekipte sözü geçen kişi James'ti ve bu da ona odaklanması gerektiğini gösteriyordu.
''Çok yorucu bir iş bu.'' Ona dönen adama baktı. Kendinden büyük ve tecrübeliydi. Bu yüzden de demek istediğini anladığını biliyordu.
''Ama haklısın, yıllar geçti ve belki de en baştan başlarsak işi çözecek ayrıntıları görebiliriz.''
Samantha sinir bozucu bir nefes verdiğinde Leah ona baktı. Ancak omzunu silken kadını ikna edemeyeceği çok belliydi bu yüzden uğraşmayı düşünmedi. Diğerlerinin ne düşündüğünü merak ederken Jensen'in sesini duydu.
''Bence de baştan ele almak iyi bir fikir.''
''Katılıyorum.'' Grace de Jensen'e katılırken Amy'ye baktı. Ona gülümseyen kadının bir şey söylemesine gerek kalmazken en sona kalan Mason, ''Heyecanlı olacak.'' deyip fikrini onayladığında Leah, kendini mutlu hissetmeye başlamıştı. Hem kuracağı ilişkiler hem de sorumluluğunu aldığı vaka için işler iyiye gidecek gibi görünüyordu. Bu insanlara alışması zor olacaktı ama en azından onlara alışabileceğini düşünmeye başlamıştı ve vaka her ne kadar zor gözükse de artık bir ekibi vardı. En azından çoğu onunlaydı.
*****
Aylardır gelmediği o devasa ev karşısında dururken hala arabasının içinde olan Axel, kendini huzursuz hissediyordu. Aslında bu huzursuzluk onun bile değildi ama katlanması gereken bir şeydi. Görmezden gelip bir yuvanın sıcaklığını hiçbir zaman taşımayan eve baktı. Zenginliği simgeleyecek şekilde büyük bir bahçe, havuz ve çalışan onlarca insan. Hepsinin nasıl da mükemmel göründüğüne şöyle bir baktı ve sonra o evin içinde yaşananları düşündü. Kendi kendine gülerken artık içeri girme zamanının geldiğini düşünüyordu.
Arabasını tekrar çalıştırıp biraz ileride duran malikanenin uzun ve geniş kapısına doğru sürdü. Onu gören ve arabasını tanıyan güvenlik bekletmeden kapıyı açarken geldiğinin haberi içeriye çoktan gitmişti. Eve doğru sıralı taşlarla döşeli yolu geçip ortadaki süs havuzunun çevresinden dolandı. Tam kapının önüne gelip durduğunda evin kahyası kapıyı açmış, üstünde her zaman giydiği sıkıcı takım elbisesi ile onu bekliyordu.
Arabadan inip yıllar içinde fazlasıyla çökmüş adama ilerlerken yüzünde keyifli bir gülümseme vardı. Birazdan göreceği insanlar ve yapacakları konuşma her ne kadar isteksiz olduğu bir konu olsa da onu sinir ettikleri kadar o da onları sinir ediyordu. Bu yüzden de zevk almaya baktı. Zaten kısa sürede evden kovulacağına emindi. Kovulmazsa da kendi kaçacaktı.
''Şu takım elbiseden sıkılmadın mı artık Frank?'' Adam ona dik dik bakarken sırıttı ve kapıdan girdi. Gelmeyen cevabı umursamayıp bildiği yoldan ilerlerken salona girmişti. Tavandan sarkan uzun ve büyük avizenin sarı ışığıyla aydınlanan altın varaklı eşyalara şöyle bir baktı. Her şey yıllardır aynıydı ve bu onu sıkıyordu. Bu evde sevdiği hiçbir şey yoktu. Sadece arada görmeye mecbur kaldığı insanlar yaşıyordu. O kadar.
''Bryan, gelmişsin.'' İnce bir kadın sesi duyduğunda başını sağa çevirdi. Loş kalan koridordan gelen orta yaştaki kadına baktı. Ondan aldığı bronz teni sağlıklı bir şekilde parlıyordu. Ancak bu güzelliğin hiçbir değeri yoktu çünkü anne diye isimlendirilen ama annelik ile ilgili hiçbir şeye sahip olmayan bir kadındı o.
''Kocanız beni çağırmıştı, kendileri nerede?'' Alaycı ama soğuk olan sesi kadının gözlerini kısmasına neden olduğunda şimdiden alacağı cevabı tahmin eder gibiydi.
''Alaycı tavrı kes Bryan.'' Klasik emirlerinden birini veren kadını duymazdan geldi. ''Baban çalışma odasında seni bekliyor, acele et.''
''Emredersiniz, Gabriela.'' Kadına özellikle ismiyle hitap ederken duyacağı sinirli kelimeler ona ulaşmadan merdivenlere yöneldi. Kadını sinir etmek içindeki aleve su serperken ikinci raundun daha sıkıcı ve sinirli geçeceğini bilerek merdivenleri tek tek çıktı. En üst katta, çatı katında bulunan çalışma odasının kapısı önüne geldiğinde kapıyı tıklattı ve içeriden ses gelmesini beklemeden açtı. Bu hareketinin de içerideki adamı öfkelendireceğini biliyordu.
''Dengesiz çocuk! Bir türlü nasıl davranman gerektiğini öğrenemedin.'' diye onu kınayan adamın karşısına geçip rahat koltuklardan birine oturdu. Ona hakaret edilmesini umursamıyordu. Daha önce çok daha beterlerini yaşamışken sözler onun için hiçbir şeydi. Duymazdan gelmeye alışıktı.
''Neyse,'' Onun cevap vermediğini gören adam yerinde iyice yayılırken çekmeceden küçük bir kutu çıkardı. Kahverengi kutunun içinden bir puro alırken Axel gözlerini adama dikmişti. Daha çocukken bile ne kadar pislik bir adam olduğunu görmüştü. Ancak sadece onun gördüğü bu yüz başka insanlar olduğunda hep maskeler ardına saklanırdı.
''Dün gelmeni istediğim halde gelmedin. Bir sebebin var mı yoksa beni kızdırmaya mı çalışıyorsun?''
İki parmağı arasında tuttuğu puroyu yakıp derin bir nefes çeken adama baktı. Kendisi gibi bal rengi gözlere sahipti ancak hiçbir zaman o gözlerin parladığını görmemişti. Tıpkı kendi gibi kemikli yüzü de hep gergindi. Sanki hayatta mutlu olabilecek bir şeyi kalmamış gibiydi ama tüm bu şeyler Axel'in ona sempati duymasını sağlamıyordu. Nefret ediyordu bu adamdan da karısından da.
''İşlerim vardı bugün gelebildim.'' Kıyafetinin üstündeki görünmez tozları silkeler gibi yaptı. ''Bir an önce konuşalım da gideyim. Eminim sen de beni daha fazla görmek istemezsin.'' Doğru bir tespitte bulunduğunu adamın hafifçe sallanan başından anladı. Dediğini onaylamıştı.
''En azından bunu anlamışsın.'' diye karşılık veren adama dik dik baktı. ''Seni neden götürdüklerini anlat bakalım. Ne işler karıştırıyorsun?''
''Önemli bir şey değil, basit bir ifade alımıydı.'' Yanaklarını şişirip nefesini sesli üflememek için tuttu kendini. Ellerini oturduğu yerde pantolonunun cebine koyduğunda bu hareketi bir kaş çatmayla ödüllendirildi.
''Ne için?''
''Geçen günlerde bulunan ceset için.'' Otomatik cevaplar vermeye devam etti. Karşısındaki adamın odaya yaydığı duman gözlerini sulandırmaya başladığında gözlerini kırpıştırdı. Hiçbir şey demeden ayaklandığında ona bakan adamı görmezden gelip camı açtı. Kendini dumanla zehirlemek istemediğine emindi.
''Alakan ne bu cesetle?'' Adamın koyu kaşları çatılırken Axel'in bazı işler karıştırdığından şüpheleniyordu ancak bunu öğrenemeyecekti. Axel buna izin vermezdi.
''Şanslıyım ki ölmeden önce son gören benmişim.'' Belli belirsiz gülümsediğinde yüzü camdan dışarıya dönüktü. İfadesini normale döndürüp adama döndüğünde ona şüpheci bakışlarla baktığının farkındaydı ama sadece bakacaktı çünkü yapacağı açıklama bu kadardı.
''İtibarımızı zedeleyecek bir şey yapmadığını umuyorum.''
''Merak etmeyin Bay Brice, değerli itibarınız emin ellerde.'' dedikten sonra kapıya yöneldi. Onu izleyen adama bakmadan kapıdan çıkarken en sonunda bittiği için mutluydu. Uzunca bir süre bu eve ve bu insanların yanına gelmeyi düşünmüyordu.
Malikanenin dış kapısını ardından sertçe kapattığında birkaç saniye temiz havayı burnuna çekti. Evin içi ruhunu daraltmıştı. Neyse ki artık burada yaşamaya mecbur değildi. Bu yüzden kendini rahatlatıp bıraktığı yerde duran arabasına ilerledi. Binip de arabayı çalıştırırken bilerek fazla ses çıkardı. Motor sesi bahçede yankılanırken içeridekilerin de bunu duyduğunu bilerek sırıttı. Sonra da hızla geri dönüp araziden çıktı.
Şehre dönmek için yola çıktığında her şeyin başladığı kasabanın içinden geçiyordu. Anılarının olduğu her noktaya göz atarken yolun sonunda o ilk kurbanın evi vardı. Bunu biliyordu. Bu yüzden yavaşladı ve en sonunda evin az gerisinde durdu. Kendi evlerinden daha küçük ama yine de fazlasıyla göz dolduran evin dışını inceledi. Sonra yavaşça arkada uzanan ormana baktı. Orada yaptıkları aklına gelirken ziyaret etme isteğiyle dolup taştı ancak hayır, yapamazdı. Oraya giderse anıların ona yapacaklarından endişeliydi. Bir başkaldırıyı daha kaldıramazdı. Bu yüzden tekrardan hızlıca gaza yüklendi ve kendi evine doğru uzun bir yola çıktı.
Saat gece yarısını geçerken evinin garajına arabasını bırakıyordu. Arabadan inip garajın içindeki kapıyı kullanarak eve girdiğinde üstündeki ceketi çıkarıp eline aldı. Merdivenlere ilerlerken içinden taşan bir enerji ile ikişer ikişer çıktı basamakları. Bugün yaşadıklarından sadece bir tanesi aklında dönüp duruyorken odasına girdi. Masada onu bekleyen bilgisayara giderken ceketi yatağa attı.
Bilgisayarın kapağını kaldırıp sandalyeye oturduğunda aklındaki isim için bir klasör açtı. Sonra da internette ismi araştırdı. Leah Heart... Kadın ile ilgili onlarca şey bulmayı beklerken eline geçen birkaç resim olunca sinirlendi. Resimler başarılarından dolayı aldığı ödüller ile ilgiliydi ama o daha çok kişisel şeyler bulmayı beklemişti. Hayal kırıklığıyla resimleri kapatırken masaüstünde duran klasöre baktı. İçini doldurmayı istiyordu.
Gözünün önündeki yüz ile sessiz sessiz otururken değişik bir kadın olduğunu daha iyi anlamaya başlıyordu. Şimdilerde her kadın hatta her insan hayatını göz önünde yaşarken Leah tam tersini yapmıştı. Gizemli bir hazine gibiydi. Sanki onun keşfetmesi için bekliyor gibiydi ve bu ağız sulandırıcıydı. Heyecanla tüyleri diken diken olurken bilgisayarı kapattı. İnternette bulamazsa o da başka bir yola başvururdu.
Telefonunu cebinden çıkarırken ayaklandı. Üstüne yapışan giysilerinden kurtulmak için giyinme odasına geçtiğinde aynı zamanda bir numarayı tuşladı. Telefonu ortadaki masanın üstüne bırakıp üstünü çıkarmaya başladığında birkaç saniye içinde açılan telefondan bir kadın sesi duyuldu.
''Axel?''
''Selam Lexi.'' Gömleğini çıkarıp sepete attı.
''Yine işi düşen bir adam daha.'' diye kendi kendine konuşur gibi yapan kadın ile güldü. Lexi'nin öz güvenli konuşmaları hoşuna gidiyordu ayrıca ona hayran kalmaması da başka bir artısıydı.
''Seni özlemiş olamaz mıyım?'' diye takıldığında karşı taraftan bir kahkaha duyuldu. Melodik ses kulaklarını okşarken pantolonunu da gömleğin yanına gönderen genç adam telefona eğildi.
''Tipin olmadığımı ikimiz de biliyoruz Axel, ayrıca sen de benim tipim değilsin.'' Bir kez daha kıkırdadı. Çok eğlendiği belli oluyordu. ''Ben daha çok iyi çocukları severim.''
''Bana kötü mü demeye çalışıyorsun sen?'' Karşı taraftan kesin bir evet cevabı geldiğinde başını iki yana salladı. Kıvırcık tutamlar iki yana sallanırken Lexi ondan önce konuştu.
''E, söyle bakalım ne istiyorsun?''
''Küçük bir araştırma sadece.'' diye şirinlik yaptığında karşı taraftan gelen hışırtı seslerini duydu.
''İsim alayım.'' Kadının hızla ciddiyete bürünmesiyle kendi kendine güldü.
''Leah Heart.'' İsmi söylediğinde bile sesinden okunan heyecan ile Lexi yanağını ısırıp gülüşünü bastırdı. Axel'in kadınlara ilgisiyle dalga geçmek pek de iyi sonuçlar doğurmuyordu.
''Güzel isim, kötü çocuk. Ben sana güzel bir dosya yapar atarım.''
''Bekliyor olacağım Lexi.''
Telefonu kapatıp durduğu pozisyonda ellerini çenesine dayarken gözleri bir noktaya daldı. Aklından geçirdiği şeyler yüzünde sadece kurbanlarının gördüğü o deli ifadeyi oluşturdu. Sonra iştahla dudaklarını yaladı ve birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Odada sesi duyulurken hitap ettiği kişi Leah'dan başkası değildi.
''Kalbine sahip olacağım, Ajan Heart.''
----------------------------------------------
-Büşra Kardelen Çelik
Kişisel İnstagram: @busrakardelencelik
Kitap bilgileri için instagram: @psikopat.miyim |
0% |