@busbuss302
|
3...2...1 Kayıt! İyi okumalar; “Arkadaşlar her şey hazır mı? Işıkları kontrol edin hadi yerlerinize hadi.” “Başlıyoruz 3...2...1 Kayıt!” "Ne oldu? Neden dona kaldın Aysima! sana söylemiştim. Her şeyi yap ama bunu yapma demiştim. Sen beni kendi kardeşim hakkında kandırdın. Düşmanımla bir oldun! Bunun bedelini ödemeden gideceğini mi zannettin ha!" Diyerek gür bir sesle bağırdım. " Se- Selim... Dinle beni ne olur? Be-Ben yapmak zorundaydım. Ne olur affet beni, bırak kendi yoluma gideyim arama beni, düşme peşime." “KESTİK! TEKRAR ARKADAŞLAR.” Yönetmenin araya giren sesiyle rolden çıkarak kenarda beni bekleyen makyözün yanına doğru ilerledim. Sabahtan beri buradaydık ama hala kayda değer bir yol katetememiştik. Sıkıntıyla başımı geriye atarak derin bir of çekip sandalyeye oturdum. "Egemen Bey buyurun kahveniz." Uzatılan kahveyi stajyerin elinden alarak yudumlamaya başladım. Sette bugün fazlasıyla yoğun olan bir koşuşturma vardı. Partnerim, Menajeriyle birlikte yanımıza gelerek yanımdaki sandalyeye oturdu. Elindeki senaryoyu bana doğru uzatarak “Egemen, bu kısım da tam olarak nasıl bir tavır takınmam gerekiyor? Tam olarak çözemedim.” Sıla’dan senaryoyu alarak gösterdiği kısma baktım. “Anlatayım hemen.” Tüm tüyoları verdikten sonra geri çekilerek sordum. “Anladın mı şimdi?” Hızlıca kafasını aşağı yukarı sallamıştı. “Teşekkür ederim.” Gülümseyerek konuştum. “Rica ederim.” Tam kahvemden bir yudum daha alacakken Sude Hanım aceleyle yanıma gelmişti. “Egemen, hadi tekrar sahneye hazırlayalım seni.” Onu onaylayarak oturduğum yerden kalkıp kahvemi sehpaya koydum. 🎬 Bugünkü işimiz sonunda bitmişti. Işıklar kapatılmış kameralar toplanıyordu. Herkes etrafa karınca sürüsü gibi dağılırken soyunma odasına gittim. Üzerime montumu alıp çıkışa yürüyordum ki Sıla'yı huzursuz bir şekilde etrafa bakınırken bulmuştum. Yanına giderek merakla sordum. “Bir sıkıntı mı var?” Sesimle irkilip bana doğru dönerek mutsuzca iç geçirdi. " Kolyemi düşürdüm galiba buraya geldiğimde vardı ama şimdi yok." Anladım dercesine başımı sallayarak konuştum. “Değerli bir kolyeydi sanırım.” Hızla cevap verdi. "Evet, Anneannemden hediyeydi." Bende onunla birlikte etrafa göz gezdirmeye başlamışken Cem, yanımıza gelmiş ne yaptığımızı anlamaya çalışıyordu. “Egemen hadi abi! gitmiyor muyuz?” diye sordu. Başımı olumsuz anlamda sallayarak “Siz gidin Cem. Ben eve kendim geçerim.” dedim. Neden burada kaldığımı sorgulayacak gibi olmuştu. Sonra vazgeçmiş olmalı ki “Tamam o zaman haberleşiriz.” diyerek yanımızdan ayrıldı. Sılaya dönerek “Neye benziyordu bu kolye?” diye sordum. Şaşırarak gözlerini iri iri açmıştı. “Sende mi arayacaksın?” diye sordu. Böyle gözlerini kocaman kocaman açınca çok komik oluyordu. Bazen çekim sırasında da yapıyordu bunu. O an gülmemek için zor tutuyordum kendimi. Gülümsememi saklayarak yanıtladım onu. “Evet, tek başına kalma burada. Hem iki kişi olursak daha hızlı buluruz kolyeni.” Ne kadar yorulsam da onu burada yalnız bırakacak kadar vicdansız değildim. Hem çok büyük bir yer değildi burası. Biz sadece küçük bir odada çekiyorduk bu sahneyi. Evde sadece üç odayı bir de lavaboyu kullanmıştık. İlki makyajın yapıldığı, ikincisi soyunma odası, sonuncu da çekimin yapıldığı odaydı. Yani sadece buralarda gezmiştik. Bu yüzden hızlı bulurduk. Gözlerini kaçırarak “Peki madem... Güneş vardı ucunda, altın rengi bir kolye.” diyerek kolyeyi bana tarif etti. Bir yandan kolyeyi ararken diğer yandan da merak ettiklerimi soruyordum. “Menajerin nerede? Niye seni tek bıraktı?” Sandalyelerin altına bakarken cevap verdi. “Onu ben gönderdim. Zaten bütün gün yoruldu peşimde bir de bununla uğraşsın istemedim.” İçimde oluşan şefkat hissiyle bir süre onu izledim. Hafif çekik iri gözleri, İnce uzun kalkık burnu, siyaha yakın uzun düz saçları, kızaran yanakları ile güzel bir kadındı. Hemen kendimi toplayarak kolyeyi aramaya devam ettim. Ne kadar erken bitirirsek o kadar iyiydi. Soyunma odasına girerek etrafa göz gezdirdim. Tam masaların altına bakacakken ayakkabımın tabanına değen sertlikle bir adım geri gidip yere eğildim. İnce parlak zincirli, güneşin ortasında parlak taşlar olan bir kolyeydi. Bulmuştum. Kolyeyi avucumun içine hapsederek ayağa kalktım. “SILA! Bir gelsene yanıma.” Diye olduğum yerden içeriye seslendim. “Ne oldu? buldun mu?” diye sorarak yanıma geldi. Gözleri bayık, bayık bakmaya başlamıştı. Yorulduğu her halinden belliydi. Kolyeyi parmaklarımın arasından sarkıtarak, ellerini avucumun içine hapsedip kolyeyi bıraktım. “Bu kolye öyle değil mi?” Hemen kolyeyi inceleyerek bakışlarını bana çevirmişti. Bakışlarında derin bir mutluluk vardı. Minnetle gülümseyerek “Teşekkür ederim.” dedi. Gözlerini benden kaçırıyor, kolyeyi inceliyormuş gibi yapıyordu. “İstersen takabilirim kolyeni?” Bana bakıp bir süre düşündükten sonra çekinerek “Şey... Olur.” demiş ve kolyeyi geri avuçlarıma bırakmıştı. Arkasına geçip ensesindeki saçlarını hafifçe tutarak yana atıp kolyeyi taktım. Titrek nefesler alıyor, sabit durmaya çalışıyordu. Hafifçe tebessüm ederek ön tarafına geçtim. Öksürerek elimi enseme attım. “Gidelim o zaman.” Tam ilerleyecektim ki kolumdan tutarak durdurmuştu. “Sen git, ben içeriden eşyalarımı alıp öyle çıkarım. ” “Tamam. Hadi git al eşyalarını bekliyorum. Seni ben bırakırım.” Hızla elini iki yana sallamıştı. “Hiç gerek yok ben giderim.” Kaşlarımı çatarak, sert bir tonda “Saçmalama Sıla, saatten haberin var mı senin? Ben bırakırım işte.” Biraz duraksadıktan kabul etmeyeceğimi, uğraşmanın da bir faydası olamayacağını anlamış olmalı ki “Tamam o zaman hemen gelirim.” diyerek eşyalarını almaya gitmişti. Kısa bir süre bekledikten sonra gelmişti. Binanın Otoparkına inerek bloklar arasında dolanıp sonunda arabayı bulmuştum. Üzerinde F yazan sarı renkli duvarın hemen yanındaydı. Füme rengindeki Maserati Ghibli’nin önüne gelerek anahtarla açıp, binip çalıştırdım. Sıla’da benimle birlikte binmiş yan koltuğa oturmuştu. Kemerimi taktıktan sonra Sıla’ya dönerek Nerede oturuyorsun?” diye sordum. Hemen cevap vermişti.” Ulus.” Onu onaylayarak sürmeye başladım. Arada ona kaçamak bakışlar atsam da o sadece camdan dışarıyı izliyordu. Uzanıp radyoyu açtım. Arabayı dolduran müzik sesiyle içimden şarkıya eşlik ederek evine doğru sürdüm. 🎬 Sıla’yı evine bırakıp sonunda kendimi eve attığımda yorgunluk daha da belli etmişti kendini. Bedenim artık uyu diye yalvarıyordu bana. Hızla Banyoya girip bir süre suyun ısınmasını bekledikten sonra daha fazla zaman kaybetmeden suyun altına girmiştim. Sıcak su, bütün gün gerilen kaslarımı sihirli bir el değmiş gibi rahatlatmış, uyku bastırmıştı. Duştan çıktıktan sonra hemen kendimi yatağa attım. Telefonumu alıp biraz oyalandıktan sonra Telefonu şarja takarak yastığımı düzelttim. Gözlerimi kapatıp kendimi uykuya bıraktım.
Sabah sabah odayı dolduran sesle bir iki kez yatakta dönerek telefonun kapanmasını bekledim. Ama hiç durmadan çalıyordu. Zorlukla gözlerimi açarak yastığımın altından çıkarıp söylenerek açtım. “Efendim cem?” boğuk sesim yeni uyandığımı haykırıyordu resmen. Ilık şeyler içsem iyi olacaktı. Ses gelmeyince telefon ekranında aramaya bakıp tekrar konuştum. “Alo! Cem?” “Hah! Egemen uyandın mı?” Derin bir nefes alarak kafamı yastıktan kaldırıp birden yükseldim. “YOK HALA UYUYORUM CEM!” Zaten uykum vardı. Bir de saçma...saçma sorular soruyordu. La Havle... La Havle! “Tamam abi ya! ne kızıyorsun? Emin olmak istedim sadece. Kapıdayım ben gel haydi.” diyerek acele bir şekilde kapamıştı. Korkmuştu tabi... lan adama “Efendim” diyorum. “Uyandın mı?” diye soruyor. Allah’ım ya! Söylene söylene kalkarak hazırlandım. Beyaz Oversize Gömlek üzerine eskitme model Deri Ceket giyerek altıma Siyah Pantolon çektim. Son kez ayna da kendimi inceleyip evden çıktım. Kapıyı kilitleyip Asansöre binerek aşağı indim. Cem binanın bahçe kapısının dışında arabanın önünde bekliyordu. Benim geldiğimi görerek şoför koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı. Arabaya binip kapıyı kapattım. “Hoş geldin, Çekime gidiyoruz sonrasında Öğleden sonrası tamamen senin.” dedi. Elimdeki haziran ayı kataloğunu incelerken alayla “Tabii çekim erken biterse öyle değil mi?” diye sordum. Ama cevabını zaten biliyordum. “Bit-Biter canım, niye bitmesin! merak etme sen.” dedi. Ama sesinden onun da emin olamadığı anlaşılıyordu. Sessiz kalarak sayfaları çevirmeye devam ettim. Sılayla bizim fotoğrafımız vardı. Mobilya mağazasının reklam çekiminden olan fotoğraftı. Cem’e bakarak “Bu arada yolda bir yerden kahve alalım. Boğazım çok kötü.” dedim. O da dikiz aynasından bana bakıp cevapladı. “Tamam, durup alırız bir yerden.” “Tamam.” diyerek elimdeki kataloğu yan tarafa bırakarak camdan dışarıyı izlemeye koyuldum.
Araba durunca Cem’i beklemeden indim. Tek katlı, her yeri camla kaplı ofise girdim. Güneş ışıkları içeriyi aydınlatıyor. Temiz bir aydınlık veriyordu. Ben etrafı incelerken yanıma gelen Sude hanımla dikkatimi ona verdim. “Hoş geldin Egemen. Seni saç, makyaja alalım. Sıla hanımda içeride o da makyajda.” dedi. Sakince başımı sallayarak Sude hanımı takip ettim. Gösterdiği tarafa yürüyerek siyah deri kuaför sandalyesine oturup beklemeye başladım. Sıla da benim çaprazım da oturuyor, gözleri kapalı makyajını yaptırıyordu. Sude Hanım başıma makyaj çantasıyla gelip başka tarafa doğru bağırdı. “Yağmur! fırçalarımı getir.” Yağmur olduğunu tahmin ettiğim minyon tipli, mavi gözlü, gözlük takan, saçlarını at kuyruğu toplamış kız bir koşu gidip fırçaları getirmişti. Bende daha fazla etrafa bakmayarak gözlerimi kapatıp bitmesini beklemeye başladım. Yağmur eline büyük aynayı alarak saçımın arkasını bana gösterdikten sonra “Egemen Bey, saç makyaj bitti. Kıyafetleri giyebilirsiniz.” dedi. “Teşekkürler.” deyip Ayağa kalkarak uyuşan bacaklarıma birkaç kez vurup soyunma odasına gittim. Giyeceğimiz tüm kıyafetler buraya bırakılmıştı. Aralarında bir seçim yapıp seçtiklerimi giydim. Bu sefer siyah gömlek giyip kollarını dirseğime kadar kıvırdım. Bıraktıkları marka reklamı için olan kasası ve kordonu gümüş içi lacivert erkek saatini koluma taktım. Dışarıya çıktığım da Sılanın da hazırlandığını, beni beklediklerini gördüm. O da beyaz bir takım giymiş içinde bej rengi gömlek vardı. Benim saatimin minimal halini takıyordu. Onda benden farklı olarak yanına birkaç bileklik eklenmişti. Fotoğraflarımızı çekecek olan Serdar Bey etrafa bağırıyor. İnsanları çekiştiriyordu. “Ay! Hadi hazır mısınız? Geçin karşıya.” diyerek bizi yönlendirdi. Dediğini yaparak Sılayla tam karşısına geçtik. Sılayla yan yana durarak kameraya baktık. “Sıla! sen nereye bakıyorsun!” Diye bağırarak kendini koltuğuna attı. “Ay! bana fenalık geliyor.” Sıla ne yapacağını şaşırmış, tedirgince yere bakıyordu. Elini tutarak bana bakmasını sağladım. Bakışları bana doğru dönmüş üzgünce bakıyordu. Kaşlarını kaldırıp üzgünce fısıldadı.“Özür dilerim! Neden böyle oldu bilmiyorum.” Sakince Elinden tutarak göğsüme koydum. Elleri titriyordu. Ardından onu bel boşluğundan kendime doğru çektim. Titrek bir nefes bırakmıştı. “Sakin ol! heyecan yapma.” diyerek uyardım ve devam ettim. “Hep yaptığın şey.” Gözlerini benim koyu kahve gözlerime dikerek hiç ayırmadan uzun uzun baktı. Sert bakıyordu gözleri hiçbir şey onu yıldıramayacakmış gibi ama anlayamıyordum. Bir yandan da yorgun bakıyordu sanki hemen şuraya yığılacakmış gibi. Anlaması zordu. Derin bir çukur gibiydi. Çukurun sonunda ne olduğunu göremiyordum. Gözünün önüne gelen saçı hafifçe kulağının arkasına sıkıştırdım. Saçlarını arkadan toplasalar da perçemleri gözünün önüne düşüyordu. Fotoğrafçı arkadan mükemmel olduğuna dair övgüler yağdırırken hiç takılmayarak onu yönlendirmeye devam ettim. Sıla rahatlayana kadar bir süre ben ne yapacağını gösterdikten sonra işi kapmış olmalıydı artık rahatça poz verebiliyordu. Fotoğraf çekimi bittiğinde Serdar Bey yanımıza gelerek “AY! MUHTEŞEMSİNİZ SİZ... TEN UYUMLARINIZ BİR HARİKA” dedi. Ellerini birbirine çarparak heyecanla devam etti “İlk defa bu kadar erken bitirdim.” Teşekkür ederek Cem’in yanına gittim. Sıla da kendi menajerinin yanına gitmişti. Tam çıkacakken yanımdaki Cem’i durdurup “Sen burada bekle “deyip. Sıla’nın yanına gittim. “Bugün başka bir şey var mı Ece?” diye soruyordu menajerine. “Yok Sıla. Nereye istersen oraya gideriz.” göz ucuyla bana bakarak cümlesini devam ettirdi. “Ben dışarıdayım.” Onun uzaklaşmasını bekleyip gözden kaybolduktan sonra Sıla’nın karşısına geçtim. Neden yanına geldiğimi sorgularcasına meraklı bakışlarını bana dikip ne diyeceğimi beklemeye başlamıştı. Bu kısım da bende bunu sorguluyordum. Lan ben harbi ne diyecektim! Düşün oğlum düşün. Hah buldum. İstemsizce onunla vakit geçirecek bir şeyler yapmak istiyordum. “Müsaitsen yemek yiyelim mi?” diye birden ağzımdan çıkmıştı kelimeler. NE DEDİM BEN NE DEDİM! YEMEK YİYELİM DEDİN SALAK! LAN HARBİ ÖYLE Mİ DEDİM? Evet. Dedim. Sıla yavaş yavaş gözlerini irileştirerek bana baktı. Sonra sorabileceği en saçma soru olduğunu düşündüğü bir soru sormuştu. “Baş başa mı yiyeceğiz?”
|
0% |