Yeni Üyelik
1.
Bölüm

HAVA (Bir Ömür Serisi - III ) TAMAMLANDI

@buselikmakami

Bu hikaye "Mahalle Serisi " kitaplarımda sıklıkla yer alan, "Banu " adlı hikayelerimde kendisinin de yer aldığı hikayelerin kurgusu sebebiyle hayatının uzun senelerini tek başına geçiren "Hava " karakterinin hikayesi hakkında yazılmıştır.

 

Kitap, tek bölümden oluşmaktadır.

 

Hikaye "Hava" kitabı gibi "Paralel Evrende" ilerlemeyip, asıl kurgusu ile yazılmıştır.

 

*

 

 

Hava Çelebi: Alina Boz

 

Aflaz Abdullah: Aurelien Muller

 

*

 

Bu hikayenin ne kazananı vardı, ne de kaybedeni.

 

Bir ömür harcadım bir sevda uğruna, sırf bir adamı sevdim diye; bir kalp bıraktım toprağın altına.

 

Kendimden geçip, kendime geldim bir can uğruna.

 

Anlatırlardı, sevdanın zorluklarını...

 

Göz değdi, keder geldi boynuma dolandı;

 

Aflaz esti, Hava oldu...

 

Ciğerlerim, kan doldu; yaşamaz oldum.

 

*

 

Taşınmak, gene gidiyorduk. Her zaman olduğu gibi göçebe hayatımıza yön vermeye çalışıyorduk.

 

Babamın öğretmen olmasından dolayı Anadolu da bir çok şehirde kalmıştık.

 

Ablamın doğduğu şehir olan Ankara, benim doğduğum şehir olan Trabzon. En uzun kaldığımız zaman dilimi bu iki şehirdeydi.

 

Bir de İstanbul.

 

Altı yıldır buradaydık. Bu mahalledeydik.

 

Buraya geldiğimiz günü hiç unutmuyordum doğrusu unutamıyordum. Buraya her adım attığımız an insanların sıcaklığı karşılamıştı bizi. Annemin korktuğu olmamıştı, insanlar bizi dışlamamıştı ama öyle kolayda değildi.

 

Bizim bir düzenimiz yoktu, babamın işinden ötürü.

 

Biz hiç şikayet etmedik ablamla ama babamı dinleyip de okumadık da. Biz okumayı tercih etmesek de bir mesleğimiz olsun diye babam bizi kurslara yollamıştı.

 

"Canlarım, benim bu dünyadaki yaşam kaynağım sizlersiniz. Ben sizler için çabalıyorum, çalışıyorum. Kararlarınıza, isteklerinize hep saygım sonsuz ve öyle kalacak ama benim sizden istediğim bir şey var güzel kızlarım"

 

Ablam oturduğu yerde dikleşip babama ciddiyetle bakmaya başladı, "Okumak istemediğinizi söylediniz fakat benim gönlüm sizin eliniz iş tutsun... bir mesleğiniz olsun, ben, anneniz gittikten sonra birilerine muhtaç olmayın istiyorum."

 

"Baba, lütfen! Bu konuşma benim sinirlerimi bozuyor!" sinirle söylenen ablama göz ucumla baktım, sarı saçlarını sinirle avuçları arasına alıp sıkıştırmıştı.

 

Babama kızmıştı, bakışlarından anlaşılıyordu.

 

"Bu konuşmayı er yada geç yapacaktım Belgin, biliyorsun babacığım. Ben öğretmenim. Öğretmen maaşı ile hepinize yettim Allah'a şükürler olsun ki. Yetmeye de devam ederim ama ben, benden sonra ne yapacaksınız diye düşünmekten duramam... siz de beni anlayın lütfen"

 

"Ben bu konuşmayı daha fazla dinlemek istemiyorum."

 

"Belgin, sözüm bitmedi babacığım! Buraya gel, nereye gidiyorsun..." babamın sözleri bitmeden ablam evden hızla çıkmıştı. Sıkıntıyla bakışlarımı tekrar babama doğru çevirdim.

 

Annem dolu dolu gözlerle bize bakıyordu.

 

"Ferhat, sana yapmamanı söylemiştim neden dinlemiyorsun beni bir defa olsun?"

 

"Aişe! Bugüne kadar dinledim ne demek dinlemiyorsun beni... anla beni, hepiniz anlayın beni. Ben sizi düşünüyorum, hepinizi! Dönem çok kötü anlamıyor musunuz? Cüzzam kol geziyor, veba desen bütün ülkeyi talan ediyor. Allah korusun Aişe, ya bana bir şey olursa. Çocuklarım aç açıkta mı kalsın?"

 

"Bey deme öyle kurban olam, biz sensiz ne ederiz?"

 

Babam oturduğu yerden kalkıp annemin elini tuttu, yüzünden bize asla eksik etmediği gülümsemesini anneme bahşetti.

 

"Ben bunun için bir şey düşündüm işte, olursa ölürsem, birimizden birimize bir şey olursa Aişe, çocuklar kalmasın ne yapacağız derdinde. Bir dükkan var mahallede, üstünde de bir ev var. Biliyorsun pazara giderken görmüştün öyle demiştin. Sahibi ölmüş, çocukları da bedbah, böyle ayyaşın teki gittim konuştum tek dertleri para, benimde Allah'a şükür birikmişim var... diyorum ki bir bakınsan, bende orayı tutsam üç katlı, giriş katı dükkan olur kızlara sana... iki kat da bize yuva olur ha Aişem? Bugüne kadar göçebe gibi yaşamışız bizimde kafamızı sokacak bir yerimiz olur, ne dersin?"

 

Annem durgunlaşan bakışlarıyla babama doğru döndü cevap verecek gibi oldu ama veremedi. Ben hissettim ama onun heyecanını, gözlerinde gördüğüm o parıltıları.

 

Annemin diyemediklerini döktüm dudaklarımdan hemen.

 

"Baba, olur... olsun baba, hem kursa da yazdırdın bizi. Gelecek ay bitiyor, diplomamı ne vereceklermiş bize ablamla. Kuaför salonlarında çalışıp açabilecekmişiz..."

 

Yüzüne yerleştirdiği eşsiz gülümsemesiyle baktı bana babam.

 

Benim bu dünya üzerinde gördüğüm en güvenilir, en büyük dağım.

 

"Tamam o zaman babasının canı, ben gideyim kahvehaneye de konuşayım Osman amcayla. O da haber verir diğerlerine..."

 

"İt kopuk değiller değil mi Ferhat, dadanmasınlar sonra kapımıza..."

 

"Korkma gönlümün sultanı, kimse size bir şey edemez bu mahallede. Evimiz olacak burada, burada yaşayacağız Allah izin verirse sonuna kadar..."

 

O günden sonra her şey daha hızla olmuştu. Babam evi tutmuş, üstüne almak için okuldan kalan sürelerde belediye ve tapuda işlerini halletmek için canını dişine takmıştı.

 

Biz de ablamla onun bu hevesini kırmıyorduk, nasıl kıralım. İlk defa onda bu heyecanı görmüştüm. Hele annem de!

 

Aldığı çeyizlere gülümseyerek bakmış ve bize "Sonunda bunları kullanabileceğim, bir vitrinim olacak Belgin, Hava annem bak bunu sana ördüm... oğlun olursa ona giydirirsin" demişti. Gülümsemem yüzüme yerleştiğinde bakışlarımı ablama doğru çevirdim.

 

Çok düşünceliydi, anneme bir şey söylemek istiyor ama çekiniyor gibiydi.

 

"Anne..."

 

Her zaman kendine güvenen, kimsenin kendisi hakkında konuşmasına müsaade etmeyen ablam sessiz bir şekilde anneme seslenmişti. Şaşırıyordum, ben onun bu haline alışık değildim.

 

On sekiz yıllık hayatımda böyle bir sessizlikle karşılaşmamıştım.

 

"Söyle annesinin kuzusu"

 

"Babamla ne zaman konuşacaksın, Nevzat buradaymış..." annem sıkıntıyla nefesini bıraktı, "Ne zamandır burada Belgin?" dedi sıkıntılı bir tonda.

 

"Uzun süredir annem"

 

"Belgin, güzel kızım..." annem ablamın elini tuttuğunda, ablamın gözlerinin dolduğunu gördüm.

 

"Anne, lütfen babamla konuş. Neden böyle yapıyor anlamıyorum..."

 

"Annem, güzelim... konuşurum konuşmasına da nasıl olacak güzel kızım. Sen söyle, anası babası olmaz bu iş demedi mi. Bizi yıllarca kaldığımız topraklardan kaçarcasına buralara gelmemize sebebiyet vermediler mi, ha annem de bana..."

 

Ablamın gözünden yaşlar akmaya başladığında eteğini buruşturdu parmaklarının arasında, "Anne, çok seviyorum! Neden kimse bizim sevgimize inanmıyor..."

 

"Belgin, anneciğim!"

 

"Anne, lütfen... ben Nevzat olmadan yaşamak istemiyorum. Ben başkasıyla evlenmek istemiyorum annem ne olursun, ne olur babamla konuş. Babam Nevzat'ı sever, olmayan oğlu gibi sever hem de biliyorsun."

 

Hızla ablamın yanına gidip gözyaşlarını sildim, "Anne..." dediğimde bakışları bana doğru döndü. Yüzüne buruk bir gülümseme yerleştirip, onayladı belli belirsiz bizi.

 

Ablamın saçlarını okşarken bulunduğu yerde dikleştiğini gördüm. Annem ayağa kalkıp içeri doğru gittiğinde bakışları bana doğru kaydı.

 

"Hava! Duydun mu ablacığım, annem kabul etti!" gülümsedim onun bu mutluluğuna, hep mutlu olsun istedim.

 

"Duydum abla!"

 

"Benim Nevzat'a haber vermem lazım... nasıl vereceğim, nerede kalıyor bilmiyorum..." bakışları bana döndüğünde yüzüne yerleştirdiği o hınzır gülümsemenin ne anlama geldiğini anlamıştım.

 

"Hayır... hayır abla!"

 

"Hava, lütfen ablacım! Aflazla buluşup haber yollat Nevzat'a ne olursun, Kenanlar, Cevherler ulaşırlar ona... sen yaparsın, güveniyorum ben sana..."

 

*

 

"Selamun aleyküm Neşe teyze, Neriman nerede?"

 

Ablamın benden isteğinin hemen peşine evden Neriman'ın yanına gidiyorum diye çıkmıştım. Buraya geldiğimiz ilk zamanlar bize çok yardım etmişlerdi.

 

Annemle annesi çok yakın iki arkadaş olmuşlardı.

 

"Odada kızım, hoş geldin! Geç kısır yapmıştım, çay da koyarız yeriz beraber Allah ne verdiyse..."

 

"Yok Neşe teyze, ben Neriman'ı alıp gideyim. Bana yürüyüş yapacağız dedi ama maşallah göt göbek büyütme derdinde kendisi anlaşılan..."

 

Kapı arasında kahkahası duyuldu Neşe teyzenin, onun bu haline bende gülmeden edemedim.

 

"Doğru dedin kız! Benim kız doğumdan sonra bıraktı kendisini oturup bir taraflarını büyütüyor, Nerimaaaan!"

 

"Kız Nerimaan!"

 

Odadan çıkıp bıkkın şekilde annesine bakan arkadaşıma dudaklarımı ısırarak baktım, "Efendim anne, hayırdır biri mi öldü!" dedi bakışlarını bana sabitlerken.

 

Neşe teyze arkasını döndüğünde kaş göz yapıp olayı anlatmaya çalıştım parmaklarımla çift işareti yaptığımda yüzüne şaşkın ve heyecanlı bir ifade yerleşti anında.

 

"Havaya yürüyüşe çıkalım demişsin sen anca yat çocuğum! Kız kime diyorum dikileceğine gitsene arkadaşınla!"

 

"Anne, Mustafa odada..."

 

"Git arkadaşınla Neriman, torunuma sizden iyi bakarım evelallah!"

 

Ayakkabılarını giyen Neriman sinirle bana bakmaya başladı ben bu bakışı çok iyi biliyordum, şu sokaktan çıktığımız an da tekrar yaşayacaktım.

 

"Delirdin mi! Ya görseydi annem..."

 

"Arkasını dönmüştü Neriman, görmez!" koluma girdiğinde hınzırca bana bakıyordu.

 

"Hayırdır, sen gündüz vakti buluşmak istemezdin Aflazla ne oldu?" yanaklarıma ulaşan kırmızılığın utanç değil, Neriman'ın arsızlığı olduğunu biliyordum.

 

Her zaman aynı şeyi yapmaktan çekinmiyordu!

 

"Kapat o çeneni!"

 

"Kızım, sende gizlemekten vazgeç artık. Çocuk köpek oluyor kapında görmüyor musun?" Kenanların dükkanının sokağına girdiğimizde iç geçirdim.

 

Sevdiğim de oradaydı.

 

Dükkanın önünde çay içiyorlardı.

 

Çok yakışıklıydı!

 

"Arka tarafa doğru geç sen, Aflaz oraya doğru gelecek. Bende Kenan'ın yanına üst kata geçeceğim. Giderken seslenirim sana tamam mı?"

 

Yüzüme yerleştirdiğim tebessümle baktım Neriman'a. "Sen olmasan ben ne yapardım Neriman! Çok teşekkür ederim..."

 

"Ne demek can arkadaşım..."

 

Adımlarımı dükkanın yanında bulunan ağaçlı yolun içinde kalan odaya doğru çevirdim. Ara sıra burada buluşurduk.

 

Şimdi olduğu gibi.

 

Beni gördüğünde dükkanın içerisine girmiş ve odaya doğru yol almıştı bense dikkat çekmemek için yürüyüş yapıyor izlenimi veriyordum.

 

Kapının önüne geldiğimde duraksadım, kolu kavradığımda belimden içeriye doğru çekildim. Boynuma başını gömmesiyle gözlerimi huzurla kapattım.

 

"Hava'm!"

 

"Aflaz! Aklımı aldın..." elini belime yerleştirip, diğer eliyle yüzümü kavradı. "Korktun mu? Özür dilerim Hava'm"

 

Sert sesiyle bütün bedenim karıncalandı, çok seviyordum!

 

Avuçlarının arasında olan yüzümü oynatıp bakışlarımı kara gözlerine çıkarttım.

 

"Nevzat'ı bulabilir misin Aflaz?" dediğimde kaşlarını çatmıştı. Her Nevzat konusu geçtiğinde aynı tepkiyi vermesine artık sinirleniyordum.

 

"Aflaz!"

 

"Hava'm... bak bu hiç doğru değil anladın mı, benim gözüm bu adamı hiç tutmadı" kaşlarım havalandı anında. "Ne yapabilirim Aflaz, ablamın sevdiği adam kendisi... babamla annem konuştu hem istemeye gelebilir dedi. Onu haber vermesi gerekiyormuş ablamın, lütfen Aflaz senden başkası ulaşamaz Nevzat ağabeye..."

 

"Şu adamın adını ağzına alma! Deli oluyorum Hava! O dudaklarının arasından benden başka bir adamın ismi döküldüğünde deli oluyorum!"

 

Sıkılaşan parmaklarının arasında bakışlarımı adem elmasına kaydırdım.

 

Dudaklarımı, tam oraya bastırdım.

 

Kendine has, odunsu kokusuna tekrar aşık oldum.

 

"Lütfen, Aflaz'ım. Beni kıracak mısın?"

 

"Seni kıracağıma kafama sıkarım Hava bilmiyor musun bunu?" elimi tutup kalbine götürdü, "Ablandan sonra bende geleceğim, hazırla kendini daha fazla beklemek yok duydun mu beni Hava. Askere de gittim geldim, annem de biliyor seni. Daha fazla gizli saklı olmayacak bu iş. Ben her sabah bu kokuyla uyanmak istiyorum, Hava'mı evimde, odamda yuvamda istiyorum"

 

"Aflaz..."

 

"Düşün Havam, düşün nefesim... düşün, daha fazla sabrım kalmadı"

 

"Neden böyle yapıyorsun, anlamıyorum seni Aflaz..."

 

"Nasıl davranıyorum Hava?"

 

Çekinerek baktım yüzüne doğru, alışamıyordum onun bu gel-git durumlarına. Bazen öyle şeyler söylüyordu ki. Kalbim paramparça oluyordu.

 

"Beni kırıyorsun Aflaz... ne yapmam gerek sence? Başkasına mı gitseydim bana Nevzat ağabeyi bulur musun diye... sana gelecektim tabii!"

 

Sinirle ellerini yumruk haline getirdi Aflaz. Hava'nın dudaklarından başka bir adamın adını duymak onu delirtiyordu.

 

Başkasını anmasın, aklından bile geçirsin istemiyordu!

 

Oysa Hava ona gelmiş, ondan yardım istemişti.

 

"Bir de gitseydin Hava!"

 

"Aflaz..."

 

Sıkıntıyla soludum, bakışlarımı yüzüne çıkarttım. O kadar sertti ki, ondan çekiniyordum. Bu halleri beni oldukça korkutuyordu.

 

"Yapma ne olursun, yapma bunu Hava. Sana daha kaç defa diyeceğim, deliriyorum! Başka birini aklından bile geçirmeni istemiyorum. Ben her dakika seni düşünürken, sensiz bir adım atamazken sen başkasına mı gideceksin?"

 

"Aflaz... sen neler söylüyorsun?"

 

"Ne olursa olsun, bana geleceksin Hava. Anladın mı beni?"

 

Şaşkınlıkla baktım suratına, o kadar ciddiydi ki. Reddedemedim onu.

 

"Anladım..." diyerek mırıldandım. Duyduğundan bile şüphe ettim, bakışları yumuşamaya başladığında yüzüne hafiften bir tebessüm yerleşti.

 

"Aflaz..."

 

"Söyle nefesim, söyle"

 

Gözlerimin içerisine bakan gözlere hayrandım. Kalbine, kendisine hayrandım. Eli, boynumdan asla çıkartmadığım künyesine ulaştı.

 

Bileğime doğru ilerleyip, duraksadı.

 

"Bana ait parçalar, sende tam oluyor."

 

Gülümsedim, "Senin her bir parçana aşığım, çok aşığım Aflaz..." burnunu boynuma gömdü ve uzun süre orada kaldı.

 

Kokuma aşık olduğunu söylerdi hep, uzun uzun solurdu böyle ayrılacağımız zaman. Ertesi gün görecek de olsak birbirimizi, yapamıyorduk.

 

Dayanamıyorduk...

 

"Bulacağım, merak etme. Nevzat'ı size getireceğim, onunla beraber ablanı istemeye geleceğim. Sırf seni biraz daha görebilmek için buna katlanacağım..."

 

"Neden böyle davranıyorsun?"

 

"Hava... yapma!"

 

Elini tutup kalbimin üstüne götürdüm, "Nasıl üzülüyorum sen böyle yapınca biliyor musun Aflaz. Ben mutlu olmak istiyorum, hep beraber. Ablam üzülsün istemiyorum... çok üzüldü, bende üzüldüm. Bizi evimizden kovdular Aflaz, buraya geldik hiç bilmediğimiz bir semte, şehre geldik..."

 

Elimin üstüne öpücük kondurdu.

 

"Bana geldin Hava... kader seni bana getirdi"

 

Gülümsemem yüzüme yerleşti,

 

"Getirdi... şimdi de o kadere ablamı ekleyeceğim Aflaz. Ben nasıl seninle mutlu olduysam ablam da sevdiği adamla mutlu olsun istiyorum"

 

"Sen mutlu olacaksan eğer, Nevzat'ı bulunduğu delikten çıkarır getiririm Hava... sen yeter ki mutlu ol güzel gözlüm"

 

Yanaklarım yanmaya başladı, onun bu sözlerine bitiyordum.

 

"Aflaz..."

 

"Sesine bile aşığım Hava. O içine çektiğin oksijene... yüzünün her bir zerresine aşığım kızım ben! Köpek gibi aşığım hem de"

 

Yanaklarımı kavradı ardından elleri,

 

"Bu dudakların..." parmakları üstünde dolandı, "Beni bir gün öpecek... benim olacak. Kalbin gibi, dudakların da bana ait olacak."

 

Nefesim kesildi, yüzüne doğru bakındım.

 

"Yapma... Aflaz"

 

"Henüz bir şey yapmadım Hava... henüz yapmıyorum güzelim ama çok az kaldı, şimdi gel kollarımın arasına. Huzur bulayım"

 

Kollarının arasına girdiğimde bir bebek gibi beni kavrayıp dizlerine oturttu. Yüzüme düşen saçları çekiştirip kenara itekledi.

 

"Ne olursa olsun saçlarını kesmeni istemiyorum, uzasınlar. O kadar güzeller ki! Baktıkça hayran oluyorum..."

 

Parmaklarına doladığı tutamları dudaklarına götürüp usulca öptü.

 

"Her bir teline ayrı ayrı hayranım... bana yaratılmışsın Hava. Dünyaya bana ait olmak için gelmişsin"

 

"Aflaz..."

 

Boynuma öpücük kondurdu, anında titredim.

 

"Annemle konuşacağım bugün, ablandan hemen sonra ben geleceğim..."

 

"Aflaz... daha erken değil mi?"

 

Kaşları çatıldı gene, "Ne erkeni Hava... askere gittim geldim ben. İşe de başladım, yavaş yavaş düzüyorum her hayalimizi. Parmağında yüzüğüm olsun istiyorum, rahat rahat elini tutup da seninle gezmek istiyorum"

 

"Aflaz... henüz on yedi yaşımdayım"

 

"Ne olmuş? Reşit olana kadar sözlü kalırız, korkma Hava'm..."

 

"Aflaz..."

 

Dudaklarıma kaydı bakışları tekrar, o böyle baktıkça dayanamıyordum.

 

"Yapma Havam... yapma, ciğerlerime kor ateşler düşürme... deli gibi öpmek istiyorum seni." Kuruyan dudaklarımı yaladım tam da o anda. Belimde olan parmakları sıkılaştı, dudaklarımı yanağına bastırıp kendimi geriye doğru çektim.

 

Gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı.

 

"Akşama Nevzat gelir, ablana söyle hazırlığını yapsın... sende ayarla kendini, öyle çok da güzel giyinme. Bir bana süslen, bir bana güzel ol hep Havam"

 

"Aflaz..."

 

"Aflaz sana kurban olur Hava, duydun mu beni?"

 

Gülümsedim, elini tuttum sımsıkı.

 

"Merak etme, sade olurum... gelinin kız kardeşi olacağım zamana daha var..." dudaklarımı dişleyip babamın yapmak istediği diğer şeyi söyledim anında.

 

"Hava!"

 

Güldüm.

 

"Babam, ev alacakmış... şu satılık olan var ya Aflaz. Üç katlı, giriş katı dükkan olan..." bir süre düşünüp onayladı beni.

 

"Orayı tutacakmış, alt katı ablamla biz işletecekmişiz! İnanabiliyor musun Aflaz! Sana yakın olacağım artık..."

 

"Bir dakika... bir dakika Havam, ne yapacaksınız?"

 

Heyecanla konuşmaya devam ettim, "Dükkanı ablamla, hacerle falan işleteceğiz. Hani kursa gittik ya ablamlarla kuaförlük yapabiliyoruz. Babam da açalım dedi evimiz de olur dedi... çok mutlu oldum!"

 

Donuklaşan bedenine kaydı bakışlarım, benim gibi sevinmemişti.

 

Gözlerim titreyerek baktım yüzüne, "Neden sevinmedin Aflaz?" diyebildim. Omuzlarımda dolanan parmakları hafifçe duraksadı.

 

"Çalışacak mısın?"

 

"Evet... kendi paramı kazanacağım, çok garip!"

 

"Peki..."

 

Korkuyla yüzüne bakmaya başladım, "Kızdın mı Aflaz?" dedim.

 

"Hayır Havam, kızmadım... sadece herkesin seni görecek olması beni delirtti. Sonra yeri düşündüm, çaprazımda olacaksın. Her an gözüm üstünde olacak. Sana hasret olan bedenimi, ruhumu dindirmiş olacaksın bir bakışınla..."

 

Gülümsemem yüzüme yerleşti, anında ayaklandım.

 

"Teşekkür ederim sevgilim, çok teşekkür ederim!"

 

Yanağına sesli bir öpücük bırakıp, boynuna doğru indim. Ufak, minicik bir öpücük bırakıp doğruldum. Yüzüne bile bakmadan çıktım bulunduğum yerden.

 

Eve doğru ilerlerken bir süre heyecandan terleyen ellerimi üstüme sildim.

 

Çok seviyordum!

 

*

 

Akşam Vakti

 

Evde hummalı bir hazırlık vardı. Annem, kızı için en güzel hazırlığı yapıyordu.

 

Babam oturduğu yerde sessizce beklese de onun da içten içe buruk bir mutluluğu olduğunu biliyordum.

 

Bense korkuyordum.

 

Çok korkuyordum hem de.

 

Buradan da gitmek istemiyordum, kurulu düzenimizin tekrar bozulmasını... hiç istemiyordum. Bakışlarım aynadan kendisini süzen ablama doğru kaydı.

 

Gülümsedim.

 

"Çok güzel oldun abla!"

 

"Gerçekten oldum mu Hava?"

 

Bakışlarımı üzerinde gezdirdim ve dudaklarımı yaladım anında.

 

"Çok güzel oldun!"

 

Yüzüne eşsiz bir gülümseme yerleştirdi hemen. O tombul yanakları gülümsemekten al al olmuştu bile.

 

"Sende çok güzel olmuşsun!"

 

"Senin kadar değil..." dediğimde kapı sesiyle beraber birbirimize baktık. Eli ayağı birbirine dolanmıştı.

 

Heyecandan yerinde duramıyordu.

 

Onun bu tatlı heyecanı beni de mutlu ediyordu, sonunda mutlu olacaktı hem de çok mutlu!

 

"Geldiler!"

 

"Geldiler abla!"

 

Adımlarımı kapıya doğru ilerletirken annemin kapıyı çoktan araladığını gördüm. Önden Neşe teyze ardından da tanımadığım birkaç yüz gördüm.

 

Sonra o tanıdık simaları gördü gözlerim. Şaşkınlıktan ne tepki vereceğimi bilemedim, burada olduklarını bile bilmiyordum.

 

Tuncay Dinçer ve Handan Dinçer.

 

Nevzat ağabeyimin anne ve babası.

 

Sonra Aflaz'ı gördü gözlerim, olduğum yerde elbisemi çekiştirip düzelttim. Çok özlemiştim! Daha sabah görmeme rağmen onu görmek istiyordum.

 

Kalbim tamamen onunla doluydu, ona aitti.

 

"Hoş geldin..."

 

"Şimdi çok hoş buldum Havam"

 

Gözleriyle etrafı kolaçan edip, dudaklarını yanağıma bastırdı.

 

"Çok güzel olmuşsun..."

 

Erkeksi, boğuk sesine bile eriyecek kıvama geliyordum. Parmakları bel kıvrımımda dolanırken dudaklarımı araladım.

 

Ardından arkasında Nevzat ağabeyi gördüm!

 

Gözlerim olduğu yerden daha çok açıldı ve bir adım geriye bıraktım kendimi. Aflaz, suratıma baktıktan hemen sonra kendisini toparladı. Yanımda beklemeye başladı.

 

Papatyaları ablamın kucağına bırakan Nevzat ağabeyle tebessüm ettim.

 

"Çok güzel olmuşsun Şuri..."

 

"Nevzat!"

 

İçeriye doğru döndürdüm bedenimi, peşimden de Aflaz adımladı. İkisinin yalnız kalmasını istedim bir süre.

 

Bunu hak etmişlerdi.

 

Ellerimin üstünde kuş tüyü kadar hafif bir parmak hissettim.

 

Sanki okşuyordu.

 

"İçeride olacağım, Nevzat'ın akrabaları burada... fazla göze batma olur mu Havam?"

 

Sıkıntıyla soludum, "Aflaz, ne konuştuk biz?" dedim.

 

"Havam, ben çok kıskanç bir adamım. Benim sevdiğim kadına kimse bakmamalı, benim gibi görmemeli..."

 

Bakışları arkaya doğru kaydı ve duraksadı. Eli belimi sıkı sıkıya okşarken saçlarımın üstünde bir nefes hissettim.

 

Öpmüyordu, yakıyordu!

 

"İçerideyim Havam, dediklerimi unutma..."

 

"Aflaz, hayde gardaşım!"

 

Bakışlarımı Nevzat ağabeye doğru çıkartıp gülümsedim. Yüzümde olan gözlerle beraber bakışlarımı tekrar Aflaz'a doğru çevirdim.

 

Çenesi kasılmış bir şekilde bir bana bir de Nevzat ağabeye bakıyordu.

 

Onun bu bakışları içimi acıtıyordu.

 

"Kenanlar gelecek Hava, haberin olsun abim"

 

"Tamam ağabey, siz meraklanmayın..."

 

*

 

Salonda herkes birbiriyle konuşuyordu. Derin bir sohbet hakimdi, biz çayları dağıtırken Kenan ağabey ve Neriman da bizim yanımıza gelebilmişlerdi.

 

"Sonunda Neriman!" diye söylenen ablama gülümsemekle yetindim. Nerimansa hiç oralı olmayıp kahveleri yapmaya başladı.

 

"Senin de zamanı gelince bir adet canavarın olsun evde de göreyim, kızım doyuramıyoruz çocuğu!"

 

Kıkırdadım olduğum yerde,

 

"Geldiniz sonuçta Neriman, aldırma ablama..."

 

"Hava! Ben burada heyecandan öleceğim senin dediğine bak..."

 

"Kız bir sen mi evleniyorsun şu koca dünyada! Kendine gel, alt tarafı nişanlanıyorsun!"

 

Ablam sinirle gözlerini devirdi,

 

"Hava, can parçam sen içeride bekle bu kız dağıtacak kahveleri elleriyle..."

 

Gülerek içeriye doğru adımladım. Salona giriş yaptığımda kısa da olsa herkesin bakışları yüzüme sabitlendi.

 

Aflaz, gözlerini üstümden ayırmadan bana bakıyordu.

 

Aflaz, Nevzat ağabey ve Kenan ağabey üçü yan yana oturuyordu. Kenan ağabeyin yanında duran Cevher ağabey, onların tam karşısında olan ve şuan bana gözlerini dikmiş bana Murat.

 

Nevzat ağabeyin, erkek kardeşi.

 

Aflaz yerinde kasılıyordu bunu onun sinirlenen bedeninden anlıyordum. Bana bakan Murat'a doğru döndürdü bedenini.

 

Sinirle yutkunuşuna şahit oldum.

 

"Sebebi ziyaretimiz belli..." diyerek söze giren Tuncay amca ile bakışlarımı ikisinden de çekip ablamı isteyecek olan Nevzat ağabeyin babasına doğru çevirdim.

 

"Bizim çocuklar birbirlerini görmüşler ve sevmişler Ferhat'ım, gönül isterdi ki Trabzon'da memleketimizde anlı şanlı bir düğün yapalım ve kızın Belgin'i oğlumun evine gelin alayım... ama kader ya böyle olması gerekiyormuş."

 

"Doğru dedin Tuncay'ım... çok doğru dedin, bizim yuvamızdan buralara gelmemize sebep olanlar utansın biz değil"

 

Gözlerim doldu anında, ne ablamın ne de Nevzat ağabeyin suçu vardı. Tek suçlu Handan hanımdı, bunu herkes biliyordu ama kadında utanma diye bir durum yoktu.

 

Onun tek derdi oğluydu.

 

"Allah'ın emri, peygamberin kavli ile; kızın Belgin'i oğluma istiyorum Ferhat."

 

Babamın bakışları kapı ağzında duran ablama doğru kaydı. Nevzat ağabey başını kaldırıp önce babama ardından da sevgi dolu gözlerle ablama baktı.

 

Ablam çekinerek de olsa babama gülümsediğinde, Nevzat ağabeyin rahat bir şekilde nefesini verdiğini duydum.

 

Bakışlarımı Aflaz'a sabitleyip gülümsedim. Bana bakışları değişti ve anında o da gülümsemeye başladı.

 

"Kızım, kızındır Tuncay. Gözünden bir damla yaş akarsa oğluna bu dünyayı dar ederim"

 

*

 

Ferhat beyin lafından sonra herkes yavaşça ayaklanmış ve iki gencin parmaklarına yüzüklerini yerleştirmişti.

 

Kesilen söz kurdelasından sonra herkes muhabbetlerine kaldığı yerden devam etmeye başladı. Bir iki saat geçti geçmedi, herkes evlerine gittikten sonra Neriman ve Kenan ağabey sayesinde ablamla bizde dışarıya çıkabilmiştik.

 

Babam bugünlük de olsa izin vermişti.

 

Şimdi rahat rahat Aflaz'ın yanında yürüyebiliyordum, ablam Nevzat ağabeyin kolundaydı.

 

"Cevherim, sen nereye?"

 

Yüzüne yerleşen gülümseme ile baktı bize doğru.

 

"Nejla'yı göreceğim Kenan. Siz geçin, geliriz biz..."

 

"Cevher yorma kızı hamile hamile..." dedi Neriman hemen. Cevher olduğu yerde duraksasa da hareketlerini kesmeden devam etti yürümesine.

 

"Ben sizi bulurum, dert etmeyin... keyfinize bakın!"

 

"Nevzat, isterseniz ayrılabiliriz. Baş başa kalmak isterseniz anlarız." Dedi Kenan ağabey. Yanaklarıma inen utanç dalgasıyla ikisinin de suratına bakamadım.

 

"Çok iyi olur Kenan, Aflaz Hava da sana emanet kardeşim"

 

"Eyvallah Nevzat, gözüm gibi bakarım"

 

Herkes bir yere dağıldığında biz de Aflazla beraber dükkana doğru ilerliyorduk. İkimiz içinde en güvenli yer orasıydı. Kenanlar eve gidecekti, ablam Nevzat ağabeyle yaşayacağı eve giderdi büyük ihtimalle.

 

Bizde buraya gelmiştik.

 

İçeriye girdiğimizde lambayı açmak yerine gaz lambasını yakmıştı Aflaz. Onun bu yaptığına tebessümle karşılık verdim. Masaya doğru ilerleyip dolabı araladım.

 

"Aç mısın Aflaz'ım?"

 

"Değilim Havam."

 

Belimden sarılıp boynuma öpücüklerini kondurmaya başladı hızla. Bütün bedenim titremeye başladı.

 

Bulunduğumuz oda, sıcaklaştı.

 

"Af...laz!"

 

"Hava..."

 

Saçlarımı köşeye doğru çekti sonra, parmakları karnımda, kasıklarımda dolanırken kalçalarımı istemsizce ona doğru itekledim.

 

Homurdandı.

 

Geriye çekmek istedim bedenimi, yapamadım. Elleri müsaade etmedi.

 

"Nasıl istiyorum seni bir bilsen..."

 

"Aflazz"

 

Belimden döndürüp, göğüslerimi gövdesine doğru sertçe çarptı. Bakışlarım damarlı, kalın boynunda ve adem elmasında oyalandı.

 

Beklemedim.

 

Dudaklarımı, bana yaptığı gibi onun boynunda buluşturdum.

 

"Bugün aklımı başımdan aldın Havam... olan son parçalarını da o salonda bıraktım"

 

"Sende benim... çok yakışıklı olmuşsun!"

 

Bakışlarına çevirdiğim anda gözlerimi, gözlerinden ateş çıktığına yemin edebilirdim. Belimi hızla kavrayıp bedenine doğru yasladı.

 

Dudaklarımı kavramadan önce,

 

"Beklemenin canı cehenneme!" dedi.

 

Dudaklar, dudaklarımı kavradığında tırnak uçlarıma kadar titredim. Bütün vücuduma elektrik akımı verilmişçesine titremeye başladım.

 

Elimi kaldırıp boynundan, ensesine ulaştırdım.

 

Beceriksizce dudaklarımı oynatıp ona aynı şekilde karşılık vermeye başladım. Elleri açık olan saçlarımın arasına doğru ulaşıp çekiştirerek yukarıda topladı.

 

Kendisini geriye çektiğinde yüzüme alev alev olmuş gözleriyle bakmaya devam etti.

 

"Artık asla Hava, asla senden uzakta durmam!"

 

Parmakları dudaklarımın üstünde oyalandı,

 

"Bunlarla nefes aldı ciğerlerim, kalbim seni ilk gördüğüm anda olduğu gibi tekledi."

 

Dudaklarımızı tekrar birleştirdi, boğazımdan ilkel bir ses çıktı.

 

İnledim.

 

Kollarına doğru tutup kendimi hafifçe havalandırdım.

 

"Durmamız lazım..."

 

"Öyle bir dünya yok Havam... saat gece yarısını geçti, bugün senin doğum günün!" bakışlarım yüzüne doğru çıktığında daha demin yaşadığımız anlarla olan gerçeklikten sıyrılmaya çalıştım.

 

Tam önümde diz çöken adama şaşkınlıkla baktım, cebinden ne ara çıkarttığını anlamadığım yüzüğe bakıyordum büyük bir şaşkınlıkla.

 

"Evlen benimle Havam"

 

Kalakalmak.

 

Tek hissettiğim buydu benim. Ne düşündüğümün bir önemi yoktu, doğrusu düşünemiyordum bile ben.

 

Bana söylediği o son cümleden sonra olan ufacık aklımı da yitirmiştim çünkü.

 

"Evlen benimle Havam"

 

İç geçirdim, bakışlarım bir yüzüğe bir de onun sert, biçimli yüzüne doğru çektim. Çok yakışıklıydı, çok çok fazla.

 

"Ne?"

 

Derin bir nefes aldı, "Evlen benimle sevdiğim, sensiz kalan günlerimi dindir. Sana olan hasretimi bitir..." bakışlarıma beklentiyle bakmaya devam etti.

 

"Aflaz..."

 

Ellerimi avuçlarının arasına aldı hızla,

 

"Biliyorum çok erken oldu diyeceksin ama değil Havam... ben seni ne zamandır bekliyorum bilmez misin?"

 

Boğazım düğüm-düğüm oldu, konuşamadım.

 

"Bir şey söyle kurban olduğum, korkuttum mu seni?" dedi gözlerindeki o ışık an ve an sönerken.

 

Kalbim tekledi, korktum.

 

"Ha...hayır! Korkmak değil bu Aflaz..."

 

Yerinden hızla doğrulup, elimi avuçlarının arasına hapsetti.

 

"Korkmak değilse ne kurban olduğum? Neden böyle bakarsın bana... istemiyor musun yoksa beni Havam?"

 

Titreyen sesine, korkan benliğine baktım hayranlıkla. Ben onu nasıl reddederdim... daha demin dudaklarının tenime değmesi, ruhumu kendisine hapsetmesinden belli değil miydi onu ne denli sevip, istediğim?

 

"Ben... şaşırdım Aflaz, yemin ederim şaşırdım..." dudaklarımı yalayıp kalbimin yerinden çıkarcasına atmasına kulak asıp, sevdiğim adamı yanıtladım,

 

"Evlenirim seninle... nasıl evlenmem Aflaz! Nasıl seviyorum seni bilmez misin?"

 

Parmağıma doğru geçirdiği yuvarlak, biçimli halkaya baktım.

 

Çok güzeldi...

 

Parmağımın üstünde duran, ince ve zarif yüzüğün üstüne öpücüklerini kondurdu. Ardından yoğun bakışlarını yüzüme doğru kaydırdı.

 

"Ne dedin?"

 

Büyük bir hevesle yüzüme bakıyordu, bense heyecandan dilimi yutmuş bir vaziyette onun sert ve biçimli suratına bakıyordum.

 

Gülümsedim.

 

"Evet, evlenirim seninle Aflaz..."

 

Belimden kavrayıp bedenimi, bedenine yasladı. Boynuma gömdüğü başıyla uzun uzun soluklandığını işitti kulaklarım.

 

"Evlenirsin benimle... sadece benimle evlenebilirsin Havam!"

 

Boynuma daha deminki gibi... ikimizi de kor ateşlere atan öpücüklerini kondurmaya başladı. Dudaklarımı dişlerimin arasına alıp çekiştirdim.

 

"Af...afl...az!"

 

"Ah, Havam... nasıl istiyorum seni bir bilsen."

 

Dudaklarımı ısırmaktan yara olacaklardı, o kadar çok zorluyordum ki kendimi... onunla bir savaş halindeydim.

 

Kalbim ve aklımla; büyük bir savaş halindeydim hem de.

 

"Hiih, Aflaz..."

 

"Isırma o dudaklarını!"

 

Elini dudaklarıma atıp parmağını dişlerimin arasına yolladı.

 

"Aflaz... yapma, tutamıyorum kendimi..."

 

Sert bir soluk bıraktı ardından Aflaz, yerinde doğrulup yüzüme doğru yanaştırdı yüzünü. Adem elmasının aşağı ve yukarı hareketini izledim gözlerimle.

 

Sessizce.

 

Bekledim.

 

Beni öpmesini bekledim, deminki gibi... benliğimi unutturmasını istedim.

 

"Seni kendime katasım var, kendime ait kılasım var Havam..."

 

Dudaklarımın arasında bulunan parmağını çıkartıp eliyle yüzümü kavradı. Sertçe yüzümü kendisine doğru çekip soluklandı.

 

"Bu dudaklarında bir ömür nefes alasım var..."

 

İç geçirdim, beklentiyle aralanan dudaklarımla beraber tek yapabildiğim Aflaz'ı beklemekti. Onun bana yapacaklarına boyun eğmekti.

 

"Aflaz..."

 

Yutkundum,

 

"Adımı bu tonda söylemen yok mu Hava!" dedi dudaklarımın üstüne kondurduğu dudaklarıyla, "Bir ömür bunu duymak için seni bir odada tutabilirim..."

 

Hırsla dudaklarımı, dudaklarıyla birleştirdi. Sert ama bir o kadar da naif olan öpücüğü ile bacaklarım titremeye başlamıştı.

 

Başım dönüyordu.

 

Aflaz, aklımı başımdan alıyordu.

 

Dudaklarıma, yanağıma, boynuma peş peşe öpücüklerini kondurdu. Ardından elbisemin fermuarına ulaşan parmağıyla duraksadı.

 

Nefes nefese yüzüme bakıyordu.

 

"Aflaz..."

 

Korkuyla çarptı kalbim, bütün bedenimi ele geçirmişti çünkü Aflaz. Hiç tatmadığım duyguları tattırıyor, insanların yanlış dedikleri söylemi biz beraber yaşıyorduk.

 

Bu hiç... yanlış gibi değildi ki!

 

Ben sanki onunla bir bütün gibi hissediyordum.

 

Ona ait hissediyordum.

 

"Korkma Havam... asla korkma, bak nasıl atıyor kalbim seninle olduğu için." Elimi alıp tam kalbinin üstüne yerleştirdi.

 

Yerinden çıkacakmış gibi atan kalp, benim her şeyimdi.

 

"Bu kalp senin yuvan Havam..."

 

Başını boynuma gömüp uzun uzun soludu.

 

"Bu beden, benim ruhum!"

 

Sert bir öpücük kondurdu boynuma, ardından parmaklarıyla fermuarımı açmaya başladı usulca.

 

Bütün bedenim titriyordu.

 

Korku ve beklentiyle.

 

"Sen bana bugün sadece kendini değil, bütün bir ömrü bahşettin Havam... sensiz geçen yıllarımı, kendinle ödüllendirdin!"

 

Usulca bedenimden ayaklarımın dibine düşen elbiseye baktım iç geçirerek.

 

"Aflaz..."

 

"Ah! Bu Aflaz sana kurban olmasın da ne olsun kızım sen söyle..." saçlarımı parmaklarının arasına hapsedip yüzlerimizi yakınlaştırdı, "Ömrüm boyunca seni bekledim ben, kalbimi gümbürdeten kadınımı bekledim."

 

Gülümsedim onun bu sözleriyle,

 

"Seni çok seviyorum Aflaz..."

 

"Bende seni çok seviyorum Havam, bende seni çok seviyorum Nefesim..."

 

Göğsümün üstünde dolandı parmakları, ardından iç çamaşırımı çekiştirdi parmakları. Bütün bedenim yanıyor, beynim uğulduyordu.

 

"Bembeyazsın..." öpücükleri bedenime doğru inmeye başladı, "Benim beyazımsın..."

 

"Ben..."

 

Bütün bedenim, ruhum titriyordu.

 

Kalbim, yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Olmuyordu, onsuz... olmuyordu!

 

Olamıyordu...

 

"Sen?" dedi elbisemi vücudumdan düşürürken, o sımsıcak; alev gibi olan nefesi vücudumda soluk buluyordu sanki.

 

Kendisi nefes alırken, beni kor alevlerin arasına atıyordu.

 

Her zamanki gibi.

 

"Aflaz..."

 

"Aflaz sana ömrünü adar Havam, ömrünü!"

 

Vücudumdan sıyrılan elbiseye kaydırdım bakışlarımı, utanıyordum. Deli gibi utanıyordum hem de. Bütün vücudum beklentiye girmişti.

 

Kasıklarım... sızlıyordu!

 

Hem de nedenini bilmediğim bir şekilde.

 

Yanıyordu bütün vücudum, alev alıyordu.

 

Nefesim yetmiyordu bana... ciğerlerime çektiğim nefes bana şifa olmuyordu. Aksine yakıyordu, çokça yakıyordu hem de.

 

Dudakları boynumdan, göğüs kafesime doğru yol aldı. Usul usul öptü bedenimi, bütün vücuduma dudaklarını bastırdı.

 

Öpülmedik, hiçbir zerremi bırakmadı.

 

"Ohh!" dedi göğsümün arasına gömdüğü başıyla beraber, "Bu koku için iste canımı vereyim... bu koku var ya Havam... bu koku sadece bana özel, bana ait."

 

İki parça.

 

Vücudumu saran, onunla arama engel koyan iki parça iç çamaşırı vardı üzerimde.

 

"Kırmızı giymişsin... beni daha fazla yakmak mı amacın Havam?"

 

"Ben..." dedim baygın bir tonda, "Hayır... elbiseme uyumlu olsun diye giyindim."

 

Hırsla soludu, sert nefesini hissettim göğüs oluğumda.

 

"Uyumlu..." dedi eliyle göğsümü sertçe kavrarken, "Bu göğüsleri başkalarına sergileyemezsin Hava... anladın mı beni? Bu bedeni, benden başkasının görmesine izin veremezsin."

 

İrkildim, onun bu düşüncelerine irkilmekten başka hiçbir şey yapamadım.

 

"Aflaz... yapma ne olursun, neden böyle konuşuyorsun?"

 

Eli sütyenime ulaşıp aşağıya doğru çekti birden.

 

Vücudumu titreme aldı anında.

 

"Nasıl konuşuyorum Nefesim?"

 

Dudaklarını göğsümün çevresine dolandırdı, eliyle sol göğsümü kavrayıp hafifçe sıkmaya başladı.

 

"Mesela bugün gözleriyle sana olan hayranlığını belli eden Murat'a laf mı ediyorum Nefesim?" sertçe göğsümü kavradığında dudaklarımı aralayıp baygınca gözlerimi kapattım, "Adam gözlerimin önünde sevdiğim kadına hayran hayran bakındı... ama ben hiçbir halt yapamadım öyle değil mi Havam?"

 

"Ne?" dedim titrerken, şu an bana böyle davranması yetmezmiş gibi beni irkiltecek sözler söylüyordu durmadan ve ben ne yapacağımı kestiremiyordum.

 

Onu ilk defa böyle görüyordum.

 

"Neden şaşırıyorsun Havam?"

 

Bedenimi geriye doğru çekip şaşkın bir şekilde yüzüne doğru bakındım, ciddi olmamalıydı çünkü...

 

"Benden kaçıyorsun?" dedi gözleriyle bütün bedenimi tararken, "Dokunuşlarımdan kaçıyorsun Havam!"

 

İrileşen gözlerimle ona doğru bakmaya başladım, oysa ben bugüne ne kadar güzel başlamıştım. Sadece iki dakika öncesine kadar çok mutluydum.

 

Şimdiyse belirsizlik içerisindeyim.

 

"Kaçmıyorum Aflaz..."

 

"Kaçıyorsun! Bedenini benden çekiyorsun!" Sinirle soludu ardından, "Neden kaçıyorsun benden?"

 

"Aflaz..." dedim yutkunurken, gözlerinin içerisine bakıyordum derin bir şekilde "Kaçmıyorum senden... nasıl kaçarım kalbim bu kadar senle doluyken..."

 

Kararan gözlerine baktım usulca, aşık olduğum gözleri bana büyük bir dehşetle bakıyordu. Onun bu davranışları da beni korkutuyordu.

 

"O zaman bu yaptığın ne?" elini belime atıp kendisine doğru hızla çekti beni "Benden geriye kaçmanın sebebi ne? Tam tenine dudaklarımı mühürlemişken, susuzluğumu sende dindirmeye başlamışken benden kaçmanın sebebi ne Havam!"

 

"Aflaz... korkutuyorsun beni!"

 

Boğuk bir şekilde güldü, erkeksi kahkahası bulunduğumuz ortamı doldururken onun o müthiş; hep duymak için can attığım gülüşü duvarlara çarpıp kulaklarıma doldu bir anda.

 

Bu sefer onun gülüşünde can bulmadım.

 

Bu sefer bu gülüş ikimizin de arasına ilk defa bir soğukluk koydu, sevgiden başka bir duygu girdi ilk defa aramıza.

 

Korku.

 

"Benden mi korkuyorsun Nefesim?" eliyle yüzümü kavrarken, "Senin için canımı bile vermeye razıyken bile, benden korkuyor musun?"

 

Kalbim hızla atmaya başladı.

 

"Ne demek o!"

 

Parmakları dudaklarımı okşamaya başladı.

 

"Bir daha asla Hava, anladın mı beni?" yüzünü yüzüme yaklaştırdı, dudaklarımızın arasında santimler varken bütün bedenim onun nefesiyle yanmaya başladı anında, "Asla benden kaçmayacaksın, ne olursa olsun. Anladın mı beni?"

 

Yutkunmamı engelleyemedim.

 

Bakışlarımı yüzüne çıkartıp ona doğru sabitledim.

 

"Anladım..."

 

Dudaklarını, dudaklarıma bastırıp sertçe öptü.

 

"Bir de... o herif ile bu saatten sonra yüz göz olmayacaksın, bu konuşmayı bir daha tekrarlamayacağım Hava. Anlaştık mı?"

 

Korkuyla baktım yüzüne doğru, oysa daha demin nasıl da aşkla bakıyordum ona.

 

"Aflaz... lütfen, biz onlarla aile olacağız nasıl yüz göz olmamamı istersin..."

 

Yüzümü sertçe kavrayıp, parmaklarıyla sıkmaya başladı. Canımın acısına gözlerimi gözlerine sabitledim.

 

Dolu dolu gözlerle ona bakmaya başladım.

 

"Benim sabrımla oynama Hava... anladın mı?"

 

Sert ve keskin bir tonda konuştu yüzüme doğru, gözümden bir damla yaş süzüldü.

 

"O herifle bir daha konuşmayı bile es geçiyorum Hava, aynı ortamda bulunup da senin kokunun... çektiğin oksijenin bile aynı yerde bulunmasına müsaade etmeyeceksin."

 

"Aflaz... ben ablama ne derim? Ben enişteme ne derim..."

 

An ve an kararan gözlerine baktım.

 

"Anma o itlerin adını benim yanımda, anladın mı beni?"

 

Kollarımı kullanıp yüzümü kavrayan parmaklarından kurtarmak istedim kendimi ama yapamadım. Tam o anda diğer kolu belimden kendisine doğru sertçe çekti beni.

 

"Sakın!" dedi tıslayarak, "Sana benden kaçmayacaksın dedim, neresini anlamadın Havam?"

 

"Lütfen, korkuyorum Aflaz..."

 

Gözümden düşen yaşlarla beraber ona doğru bakmaya başladım, yanağımdan akan yaşlara kaydı bakışları ardından dik duran omuzları çöktü.

 

Dudaklarını hızla gözyaşlarıma bastırdı peş peşe.

 

"Şşş, tamam... tamam Nefesim, yok bir şey." Öpücüklerini bütün yüzümde gezdirip kollarıyla aniden bacaklarımdan kavrayıp beni kucağına aldı.

 

"Korkma... tamam mı? Sakın korkma benden, ben sensiz nefes bile alamam Nefesim..."

 

İç çektim, bakışlarımı gövdesine indirip sabitledim. Kara gözlerine bakmak bile istemedim.

 

"Bana bak Havam, bana bak ömrüm..."

 

Parmakları tekrar yüzümü kavradı ve hafifçe kaldırdı.

 

"Özür dilerim Nefesim, çok özür dilerim." Başımın tepesine öpücüklerini kondurdu, "Korkuyorum Hava... küçüksün, gençsin... ben sana yetemem diye o kadar çok korkuyorum ki... o herifin sana bakışları, benim sana bakışlarımla aynı. Sana bakıyor, deliriyorum. Delirdikçe kırıyorum Havam özür dilerim."

 

Bakışlarımı ondan çekip, başımı omzuna yasladım. Anında kollarını bedenime sarıp saçlarıma öpücüklerini kondurmaya başladı.

 

"O... Murat denilen herifin sana olan bakışları beni çok rahatsız ediyor."

 

Burukça iç geçirdim,

 

"Aflaz..." dedim boynuna gömdüğüm başım yüzünden sesim kısık çıkıyordu, "Yanlış düşünüyorsun... o sadece Nevzat ağabeyimin kardeşi. Başka bir şey yok..."

 

Bedeni kasıldı.

 

Bütünüyle hissettim.

 

"O dudaklarından Nevzat bile olsa başka birinin adını duymaya bile tahammülüm yok Havam."

 

"Aflaz..." dedim kendimi geriye doğru çekerken, "Lütfen yapma böyle... siz çok yakın iki arkadaş değil misiniz? Biz sizin sayenizde bir aradayız, neden böyle yapıyorsun?"

 

"Dayanamıyorum Hava!"

 

Elimle yüzünü kavradım,

 

"Dayanamayacağın ne oldu Aflaz? Ne oldu can içim söyle bana..."

 

Yüzünü avuçlarıma sürtüp gözlerimin içine doğru baktı,

 

"Nevzat ablanı isterken, ben sadece orada put gibi duruyorum. O it, kalkıp Trabzon'dan geliyor ve benim Nefesime bakıyor... ama ben bir bok yapamıyorum Havam, neden? Aman tatsızlık çıkmasın diyeymiş."

 

Sinirle soludu,

 

"Lan o adam beni erkek kardeşi olacak o şerefsize, yakın arkadaşım diye tanıttı beni beni! Ulan diyemedi biz onunla bacanağız, ben Belgin'i alacağım o da Hava'yı diyemedi!"

 

Her bir sözünde içim titriyordu,

 

"O Murat denilen adam da bunu göz göre göre devam ettirdi, gözleriyle sana olan hayranlığını hiç çekinmeden sundu bana karşı."

 

"Aflaz..." dedim sakallarını okşarken, eli omuzlarıma ulaşıp hafifçe okşamaya başladı anında "Murat ile beraber Trabzon'da çok vakit geçirdim, biliyorsun... yanlış anlıyorsun aramızda hiçbir zaman senin bahsettiğin gibi bir duygu bütünlüğü oluşmadı."

 

"Olamaz zaten!" dedi sertçe bağırırken, "Onunla aranda asla bir duygu geçişi olamaz."

 

"Aflaz..." dedim bıkkın bir şekilde, "Of... of!"

 

Kararan gözleriyle bana doğru baktı,

 

"Lütfen Hava... lütfen Nefesim yapma, beni sensizlikle sınama... katlanamam buna."

 

Gözlerimi yumup usulca başımı salladım, daha fazla uzasın istemiyordum bu konu.

 

"Peki... peki Aflaz, buna da peki..."

 

Dudaklarıma doğru nefesini rahatça bıraktı, ardından saçlarımı geriye doğru itekleyip gülen gözlerle bana bakmaya başladı.

 

"Haftaya da ben geleceğim, seni istemeye..." dedi heyecanla, irkildim. "O güzel parmağına söz yüzüğümüzü takacağım."

 

"Haftaya mı?"

 

"Evet... evet Havam! Çok bile bekledim, çok sabrettim."

 

"Aflaz..." dedim korkuyla, "Babam asla kabul etmez... haftaya nasıl olacak! Annem hele... zaten annenle takışmışlar Aflaz gene..."

 

Saçlarımı okşamaya başladı usulca,

 

"Konuşurum ben anamla dert etme sen." Boynuma öpücüğünü kondurup uzunca soludu kokumu, "Sen yeter ki annenle tekrar konuş Havam..."

 

"Aflaz... annemle nasıl konuşayım? Geçen gün annenle çok fena takışmışlar... Safiye teyz- annenin bana zorla yüzük taktığını öğrenmiş."

 

Kaşları çatıldı Aflaz'ın hızla,

 

"Yüzük mü?" dedi bakışlarını bana sabitlerken, "Ne yüzüğü Hava?"

 

Şaşkınlıkla kalakaldım.

 

"Bilmiyor musun?" dedim şaşkınca,

 

"Hayır Havam, bilmiyorum... Allah aşkına ne yüzüğü, ne zorlaması Havam!"

 

Dudaklarımı yalayıp gözlerine baktım tekrar,

 

"Sen askerdeyken... annen geldi, evdeydim ablam da çeyiziyle ilgileniyordu bende anneni görünce bahçeye indim." Yutkunup gözlerinin içerisine baktım, o gün sanki gözlerimin önüne geri gelmişti...

 

"Bu böyle olmaz dedi... laf söz oluyor dedi, sana da talip çok herkes konuşuyor günlerde dedi... al bu yüzüğü tak parmağına, Aflaz'ın sözlüsüyüm de, dedi..."

 

Gözlerine baktım tekrar, o kararmanın geri geldiğini gördüm.

 

"Nerede o yüzük?" dedi parmağıma doğru kaydırdığı bakışıyla, "Parmağında yüzük falan yok Havam, yüzük nerede?"

 

Gözlerimi yumup bakışlarımı tekrar gözlerine çektim.

 

"Cüzdanımda... annemle babam görmesin diye evde takmıyordum, dışarıda takıyordum ama sen geldin diye takmayı bırakmıştım..."

 

"Allah'ım sen benim aklıma mukayyet ol..."

 

"Aflaz..." dedim şaşkınca, "Bilmiyor muydun?"

 

Başını iki yana salladı,

 

"Bilmiyordum Havam, bilsem böyle bir duruma izin verir miydim sence?"

 

Omuz silktim,

 

"Ne bileyim Aflaz... annen sonuçta sen onunla konuştun zannettim..."

 

Dudaklarımı parmağıyla okşayıp, dudaklarını tekrar dudaklarıma kondurdu.

 

"Baban zaten sürekli gözleriyle radara takmış gibi beni izlerken, ben böyle bir şeye nasıl cesaret ederim Havam? De hele bana kurban olduğum, ondan izin almadan ben senin o narin parmağına o yüzüğü nasıl takarım?"

 

Gözlerim irileşti anında,

 

"Haber mi?" dedim yutkunurken, "Babamın haberi var mı bana evlenme teklifi yapacağından?"

 

Dudakları yukarı doğru kıvrıldı,

 

"Var..." dedi gülümserken, "Hepsinin var hem de kurban olduğum..."

 

"Aflaz!" dedim yanaklarım yanarken, "Ben nasıl babamın yüzüne bakacağım şimdi!"

 

Erkeksi gülümsemesi yüzüne yayıldı ve bakışlarını yüzüme sabitledi.

 

"Eve gittiğinde, baban seninle konuşacak zaten Nefesim, sen boşuna yorma kendini... şimdi gel kollarıma, sabaha kadar seninle soluklanayım. Yarın ola, hayrola..."

 

*

 

Hummalı, zorlu koskoca bir ayı devirmiştik.

 

Önce ablam, ardından da benim istememle ailem oldukça zora girmişti... işin doğrusu, bunu ablamla biz düşünüyorduk sadece. Bu düşüncemiz yüzünden de sürekli çalışmaya veriyorduk kendimizi.

 

Ablam dükkanı oldukça çekip çevirirken, bende söz ve istemede kullanmak için evlilik arifesinde olan kızlara ahşap tepsi boyuyordum.

 

Tabi ablama da yardım ediyordum.

 

İkimiz de babamıza yük olmak istemiyorduk.

 

İki tane kız çeyizi yapmak, bir tanesinden daha zordu... hele ablamın düğününe bir haftadan az bir süre kaldığı için daha bir zordu onlar için.

 

Altınıydı, havlusuydu, çemberiydi... bir sürü gerekli gereksiz eşya alıyorduk. Sadece; elalem ne der diye... onlar laf yapmasın diye alıyorduk.

 

Zaten ablamın bir yanı buruktu... Nevzat ağabeyimin ailesi onların yanında olmayacaklardı, sırtlarını çevirmişlerdi ona... hepsinin; hatta benim bile içim acıyordu bu olanlara.

 

Bir evin, en büyük erkek evladıydı Nevzat ağabeyim.

 

Sadece ablamı sevdi, kendilerinden farklı birini eş olarak getirmek istedi diye ailesinden ret yedi... sırf ablam için kendi ailesini karşısına aldı.

 

Onların sevgisine bazen imreniyorum... hatta çoğu zaman. Çünkü bizim Aflaz ile ilişkimiz asla onların boyutuna erişememişti.

 

Erişemiyordu.

 

Hele Aflaz'ın son zamanlarda Nevzat ağabeyimi kıskanması... beni oldukça ürkütüyordu. Biz bir aile olacaktık.

 

Hep birlikte.

 

Bunun boyutunu hala anlayamıyordu ve bu durum beni oldukça korkutuyordu. Çünkü gün geçtikçe Aflaz'ın kıskançlık boyutu evrim geçiriyordu.

 

Hatta... geçen gün benden çay istedi diye yalnız kaldığımızda bana yapmadığını bırakmamıştı...

 

Sıkıntıyla iç geçirdim, bakışlarım ablama kaydığında gelinliğini düzelttiğini gördüm.

 

"Gayet düzgün gözüküyor ablacığım..."

 

Gülümsedi, o güzel iri mavi gözleri; benim gözlerimle kesişti.

 

"Olsun, düzgün ve temiz olsun Hava'm... ilmek ilmek işledim gelinliğimi, üzerimde taşıyacağım gün için sabırsızlanıyorum..."

 

Yanına doğru ufak adımlarla ilerledim.

 

"Çok az kaldı ablam, şunun şurasında bir haftadan bile daha az zaman kaldı."

 

Heyecandan elleriyle yüzünü yelledi,

 

"Öyle söyleyince bir heyecanlandım..." gülümsedi, "Kaftanımı almaya gider miyiz beraber bugün?" dedi sorarcasına,

 

"Gideriz ablacığım! Sorman hata."

 

Rahat bir nefes verdi o sırada Belgin,

 

"Ne yapayım ablacım, annem bir yandan... bir yandan Neriman vallahi olmasalar ben ne yapardım bilmiyorum!"

 

Dalgın dalgın bakındı etrafa doğru,

 

"Abla... yapma böyle ne olursun!" dedim hüzünle, "Sen böyle oldukça ben mutlu olamıyorum ki!"

 

Gözlerini kapatıp, derin derin soluklandı.

 

"Kolay değil ablacım, hiç kolay değil hem de. Ben hiçbir şey yapmadım, yapmama rağmen istenmiyorum..."

 

Sert bir soluk bıraktı Belgin,

 

"İstenmeme sebebimi de bilmiyorum... ben sadece Nevzat'ı sevdim, hiç kimseyi sevmediğim kadar sevdim hem de..."

 

Gelinliğine dalgın bir şekilde bakındı Belgin,

 

"Abla..." dedim buruk bir tonda, "Lütfen üzme kendini..."

 

"Nasıl üzmeyeyim ablacığım? Sevdiğim adamın ailesi yok, ben bilmiyor muyum Nevzat'ın üzüldüğünü... içten içe yandığını ama elimden hiçbir şey gelmiyor."

 

Dudaklarımı büzüp, sıkıntıyla soludum.

 

"Ablaa..." dedim bana bakmasını isteyerek, nitekim bu isteğimi de geciktirmeden bana doğru döndü ablam anında, "Biz de evimizden, yurdumuzdan kovulduk... Trabzon'da geçmedi mi bizim senelerimiz... sırf o kadının husumetlileri var diye, bize de rahat vermediler diye evimizi, ocağımızı bırakıp bilmediğimiz kocaman bir şehre gelmedik mi?"

 

Başıyla ağır ağır beni onayladı hızla,

 

"Doğru... onların lanet olası hırsı yüzünden, babam evi bildiği yerden kaçarcasına buralara kadar geldi amaa..." dedi sözünü yutarak, boğazından ağırca inen o yumruyu görmesem devam edemeyecek derdim...

 

"Ama onlar kendi evlerinde durabiliyor, bizse bilmediğimiz bir yerde yaşam kurmaya çalışıyoruz..."

 

Dolan gözlerimle ablama baktım,

 

"Biz bunu hak etmemiştik... biz o kadının yaptığının bedellerine maruz kalmamalıydık abla, hele sen! Senin hiçbir suçun, günahın yoktu..."

 

Dalgın bir şekilde bana bakındı,

 

"Yoktu... hem de hiç yoktu Hava'm... Nevzat'ın da yoktu, canımın diğer parçası sırf beni seviyor diye annesinden uzakta, ailesine hasret bir şekilde kaldı..."

 

"Deme öyle abla... bir yolu bulunur..."

 

"Bulunmaz ablacığım..." gözünden akan bir damla yaşa kaydı bakışlarım, "Benim Dinçer ailesi ile tek bağlantım Nevzat'ım... başkası değil..."

 

*

 

Önümdeki kaplara bakıp gülümsememi yüzüme yaymıştım.

 

Bugün Aflaz ile beraber pikniğe gidecektik; büyük adaya... herkesten gizli, kafa dinleyecektik.

 

"Her şey hazır mı Hava'm?"

 

Ablamın seslenmesine tebessümle karşılık verdim, o kadar mutluydum ki! Bunu kimseye tarif edemiyordum.

 

"Hazırım abla... beni idare edebilecek misin ki?" dedim kuşkuyla, yakalanmak istemiyordum.

 

"Merak etme ablasının bir tanesi, malzeme almaya yolladığımı söyleyeceğim, sende işinin uzun sürdüğünü söylersin. Gelirken de Nerimanlara uğrarsın, birlikte döneriz..."

 

Boynuna sarılıp yanaklarına öpücüğümü kondurdum.

 

"Çok teşekkür ederim abla!"

 

"Ne demek bir tanem, seni böyle mutlu görmek bile yeterli benim için..."

 

Hazırladığım yiyecekleri, bez çantama yerleştirdikten sonra hızla evden ayrılmıştım. Babama yakalanmak istemiyordum yoksa bir ton laf işitecektim...

 

Sokağı dönüp, sevdiğimi gördüm.

 

Aflaz'ı.

 

Yüreğimin yangın yerini.

 

"Aflaz! Günaydın...."

 

Güneş gözlüğünü yüzünden çekip katladı ve anında belimden kavrayıp bedenimi kendisine yasladı.

 

"Günaydın Havam, günaydın ömrüm..."

 

"Çok geç kalmadım öyle değil mi?"

 

"Hayır Havam, bende yeni gelmiştim seni bekliyordum..."

 

Bakışlarım arabaya doğru kaydı, "Adaya gitmeyecek miyiz?" dedim merakla.

 

"Hayır Havam, herkes bizi adada zannedecek ama biz seninle beraber Şile'ye gideceğiz... birlikte, bütün gün vakit geçireceğiz."

 

Araladığı kapıdan kendimi arabaya doğru bırakıp yerleştirdim. Kendisi de aynı hızla yanıma yerleştikten sonra beklemeden arabayı çalıştırdı.

 

Sol elimi, sağ elinin içerisine alıp okşadı.

 

"Bütün gün seninle olacağım..." dedim sesimden bile belli olan mutluluk tınısıyla, "Uzun zamandır baş başa kalamamıştık..."

 

İç geçirdiğini duydu kulaklarım.

 

"Öyle... o kadar uzun zaman oldu ki, seninle ikimiz kalmayalı..."

 

"Deme öyle Aflaz, biliyorsun çok yoğunuz..."

 

Kaşları çatıldı aniden, sanki daha da olabilirmiş gibi bir başka yakışıklı gözüküyordu gözüme bu aralar.

 

"Çalışmanı istemediğimi biliyorsun Havam... bütün sitemim buna."

 

Yutkunmam boğazıma dolandı, ne indi ne çıktı...

 

"Yapma böyle ne olursun Aflaz..."

 

"Havam... ben seni kendimden bile sakınırken, bütün herkes senin güzelliğini seyreder oldu. Hele o Nişan zamanı giydiğin kıyafet... sözümüz, aklımı başımdan aldın!"

 

Gülümsedim.

 

"Kıskanmanı gerektirecek bir durum yok ki sevgilim..."

 

Gülümsedi, dudakları benim dudaklarımdan çıkan 'sevgilim' kelimesinden sonra memnuniyetle kıvrıldı.

 

O mutlu oldu, ben mutlu oldum.

 

Bu hep böyleydi.

 

"Elimde mi zannediyorsun seni kıskanmamak?" bakışlarını bir an yoldan bana doğru çevirdi, "Benden imkansızı bekliyorsun Havam, ben seni kendi ciğerlerine çektiğin o nefesten bile kıskanırım... sana değen gözlerimden bile sakınmak istiyorum kendimi, sense kalkmış bana kıskanmanı gerektirecek bir durum yok diyorsun..."

 

İç geçirdim,

 

"Olsun... ben seninle çok mutluyum! Hem sözlendik de... ablamdan sonra biz de evleneceğiz hayırlısıyla..."

 

"O günlerin gelmesi için ne kadar ip çekiyorum bir bilsen Havam..."

 

Gülümsedim,

 

"Arsızlık etme!"

 

Erkeksi, boğuk kahkahası aracın içini doldurdu.

 

"Henüz arsızlık yapmadım Havam... ama bu gideceğimiz yerde yapmayacağımız anlamına gelmiyor."

 

Yutkunamadım.

 

"Ne?" dedim şaşkınlıkla, "Ne yapacağız ki..."

 

Dudakları yukarı doğru kıvrıldı,

 

"Sen ne yapmak istersen onu, yapacağız Havam."

 

Bütün benim titremeye başladı anında, en son böyle konuştuğumuzda neler olduğunu en iyi o ve ben biliyorduk.

 

İkimizde birleşmek istiyorduk.

 

Bir bütün olmak istiyorduk.

 

Ait olmak.

 

Bir olmak.

 

"Ne istersem mi?" dedim sesim titrerken, "Yani..."

 

Gülümsedi,

 

"Evet Hava'm, ne istersen..."

 

İç çektim,

 

"Ben bir şey anladım ama... ne kadar olanaklı bilemedim Aflaz'ım..."

 

"Bilemediğin ne varsa, beraber öğreneceğiz... ben seninle büyüyeceğim; sen benimle büyüyeceksin. Biz beraber bir bütün olacağız Hava'm."

 

İç geçirdim,

 

"Aflaz... ben... korkuyorum!"

 

Tereddütle bakındım yüzüne doğru, bu korku hiçbir şeye benzemiyordu.

 

Birine ait olmak kolaydı ama o aitliğe sahip çıkmak zordu... ben bunu yaşamak istemiyordum. Ben onu ne kadar seversem seveyim, onun bir ananın tek erkek evladı olduğu gerçeğini aklımdan kazıyamıyordum.

 

Aflaz'ın annesinin tek gayesinin soyu olduğunu biliyordum... ve benim de o soya asla layık olmadığımı.

 

*

 

Düşüncelerimle beraber ne ara geldiğimizi bilmediğim Şileye hayranlıkla bakındım. Geldiğimiz bahçeli ev dilimi kilitlemişti.

 

Bakışlarımı hem şaşkınlık hem de korkuyla Aflaz'a doğru çevirdim.

 

"Burası mükemmel!" diyebildim sadece, "Buraya hayran olmamak elde değil Aflaz..."

 

"Şu dünya üzerindeki hiçbir şey senden daha mükemmel olamaz... ve hiçbir şey sana olan hayranlığımla kıyaslanamaz."

 

Sözleriyle yanaklarım yanmaya başlamıştı.

 

"Bu ev kimin?"

 

Arabadan inip elimi sımsıkı kavrayıp, kapıya doğru ilerledik. İki çevirişte açılan tahta kapıya ve ardında kalan eve kaydı gözlerim.

 

Burası çok güzeldi!

 

"Amcam'ın... ondan da bize kaldı işte, biliyorsun beş sene evvel vefat ettiğini söylemiştim sana."

 

Gözlerimi kırpıştırarak onu onayladım.

 

İçeriye doğru adımlarken ardımdan kapanan kapı sesini işitti kulaklarım.

 

"Korkma yârim, korkma kalbimin en güzel köşesi..."

 

Elini yanağıma yerleştirip gözlerimin içerisine bakındı.

 

"Ben sana nasıl kıyarım?" parmakları yanağımı okşarken, beni mest eden erkeksi sesiyle konuşmaya devam etti "İnsan kalbine, aklının sahibine nasıl kıyar sevdiğim sen söyle bana?"

 

Dudaklarımı yalayıp, gözlerinin içerisine baktım.

 

Kor gibi yanan gözleri.

 

Kirli sakalları.

 

Boyu.

 

Posu.

 

Her şeyiyle mükemmeldi Aflaz. Hayal olacak kadar, gerçeklikle alakası olmayacak kadar kusursuzdu.

 

Kalbime zarardı.

 

"Kıymazsın değil mi?"

 

Kalbim tekledi kurduğum cümleyle beraber, benim en büyük korkumun meğer Aflazsızlık olacağını asla tahmin dahi edemezdim.

 

İşin doğrusu ben bununla yüz yüze geleceğimi düşünmezdim.

 

Söylemeye çekindiğim gerçeği, aklım hızla mantığıma söyledi.

 

İç sesim, dilime ulaşıp da diyemedi.

 

Takıldı, kaldı.

 

"Kıyamam değil Nefes'im, kıymam... ben sensiz olamam, seni de bensizlikle sınamam asla. Bu dediklerimi unutma olur mu Nefesim..."

 

Gözlerimi kırpıştırıp, yanaklarımda oluşan tebessümle bakındım yüzüne derince.

 

"Hayranım... saçına..." diyerek elimi saçıma attı, "O masum tebessümüne..." yanağımı sertçe okşayıp belimden kavradı hızla.

 

Dudaklarıma doğru bıraktığı nefesiyle, kor gibi yanan dudakları kavradı bedenimi. Yumuşak ama bir o kadar da sertçe öpüşü bütün bedenimi elektrik akımına girmişçesine titretti.

 

Aflaz, benim yangın yerim.

 

Kor ateşim.

 

Geri geri adımlayıp bedenimi bir bulutun üstünde yürürken, yatağa doğru bıraktı.

 

Şimdi Aflaz üstte bende yatakta onun tam altında, koyulaşmış gözlerinin hapsinde kalmıştım.

 

"Ne çok güzelsin sen..."

 

Elleri saçlarımın arasına ilişip usul usul okşadı.

 

O okşadı, benim kanım ona bir kez daha kaynadı.

 

Başını boynumun girintisine yaslayıp, uzun uzun soluklandı.

 

"Bu kokuya can verilir, bu koku için can alınır Nefes'im."

 

Ellerim o kara saçlarının arasına ulaşıp sıkı sıkıya kavradı, parmaklarım tutamlarının arasında gezindi.

 

"İste..." dedim nefes nefese, "İste senin için canımı vereyim Aflaz."

 

"Şşşh"

 

Boynuma kondurduğu yakıcı öpücükle sarsıldım, eli arsızca bedenimde gezinip kıyafetimin üstünden göğsüme ulaştı.

 

"Can vermek... lafını bile geçirmene dayanamam Hava, sensizliğe asla katlanamam... sen bana can olacaksın, bana kan olacaksın yârim."

 

Yüzlerimiz birbirine yakınken daha fazla beklemedi.

 

Parmakları dudaklarımı kavrarken, parmaklarının yerini dudakları aldı saniyesinde. İçine çeker gibi öpmeye başladı beni.

 

Biliyordum.

 

Hissediyordum.

 

Ben bugün, onunla bir olacak.

 

Bir bütün olacaktım.

 

Usulca çıktı üstümüzden kıyafetler, benim bembeyaz tenim onun esmer; yanık tenine zıt bir şekilde parlıyordu.

 

Yakıyorduk birbirimizi.

 

Hele o kor gibi yanan dudaklarıyla, bedenime dokunması...

 

"Tenin... elmastan sanki."

 

Öptüğü yer yeri okşuyor, kokluyor ve tekrar tekrar öpüyordu.

 

Beni kendimden geçiriyordu.

 

"Aflaz..."

 

"Aklımı kaybedeceğim..." dedi bacaklarımı aralarken, "Olan, olmayan ne varsa kaybedeceğim Hava'm."

 

Dudaklarım titriyordu.

 

"Ben... ben"

 

Bakışlarımız kesiştiğinde, bacaklarımın arasından o heybetli bedeniyle doğruldu. Yüzlerimizi birbirine denk getirecek şekilde bana bakmaya başladı.

 

"Evet Nefes'im, sen birazdan bana ait olacaksın..." alnıma öpücüğünü kondurdu, "Ve ben Nefes'im, bunun için sana sonsuz kere teşekkür edeceğim..."

 

Parmaklarını, parmaklarıma geçirip bakışlarımızı kesiştirdi.

 

"Söz... sana söz Nefes'im, canını asla yakmayacağım."

 

İç geçirdim, ona sonsuz güveniyordum.

 

"Sana güveniyorum Aflaz'ım."

 

Sonra... bir şey oldu, onu... onun o erkekliğini girişimde hissettim. Kendisi gibi büyük olan erkekliği, küçük kadınlığımı zorluyordu.

 

Şimdiden.

 

"Rahatla, rahatla Nefes'im..."

 

İç geçirdim.

 

"Gözlerimin içerisine bak Hava'm, bana ait olurken... ikimiz de birbirimize ait olurken bana bak. Beni nasıl kendine mahkum edeceğine bak..." dedi kendisini bana iterken, acıyla bedenim kasıldığında dudaklarımı kavrayıp gözlerimin içerisine doğru baktı.

 

Kendisini geriye doğru çekip, tekrar itekledi.

 

İçimdeki doluluk, hissettiğim acı ve sonrasında hissettiğim yoğun haz, anlatılamazdı.

 

"Ben saatlerce, sana vereceğim zevki gözümü bile kırpmadan izleyeceğim çünkü..." dediğinde hareketlerine yön vermeye başladı.

 

Bedenim onun doluluğuna, ona alışmaya başladı.

 

Ben ona ait olmaya, o bana ait olmaya başladı.

 

Biz onunla bu geri dönülmez yola, beraber adım attık bugün. Bize yarının neler getireceğini bilmeden.

 

*

 

Saatlerce birbirimizin olduktan sonra, hava kararmadan yola çıkmıştık.

 

"İyisin değil mi?" diye sordu yola çıktığımızdan beri yaptığı gibi.

 

Ona bir türlü iyi olduğuma inandıramıyordum.

 

"İyiyim Aflaz'ım, sorup durma artık yola bak..."

 

"Ağrın, sızın olduğunda hiç çekinmeden bana söyleyeceksin Hava'm. Ben seni bilmiyor muyum? Canın yandığında asla söylemezsin."

 

Dudaklarımı ısırıp ona doğru döndüm.

 

"Haklısın... ama öyle bir durum yok ki Aflaz'ım."

 

"Öyle olsun bakalım Nefes'im."

 

Ondan sonra pek konuşmadık... mahalleye gelene kadar, hiç konuşmadık. Bizim yerimize radyo konuştu.

 

Zeki Müren, konuştu.

 

Yıllar süren hasretliğimiz, bugün son buldu.

 

Nerimanların evinin önünde duran arabayla beraber ikimiz de inmiştik. Hava karanlık olduğu için hiç kimse sokaklarda değildi.

 

Bu bizim de işimize gelirdi.

 

Nişanlı dahi olsak, insanların ağzı torba değildi.

 

Önüne gelen konuşuyordu, hem de hiç utanmadan. Elimi kavrayan elle beraber gülümsedim, "Ne güzel gülüyorsun sen öyle..." diyen yakıcı sesiyle bakışlarımı yüzüne doğru çevirdim.

 

Fakat bakamadım.

 

Çekindim.

 

Saatler önce onunla bütün olan ben değilmişçesine çekindim hem de.

 

"Bak bakayım bana..." diyerek yüzümü kavradı, "Utanıyor musun sen?" dedi boğuk bir tonda.

 

"Aflaz!" dedim gözlerimi belertirken, bakışlarım etrafa kaydı anında. Biri bizi bu halde görürse hiç iyi olmazdı!

 

"Utanma Nefes'im, bundan sonra utanacağın son insan benim..."

 

Dudaklarımı, benim sözlerime zıt olarak alnımı bulduğunda Nerimanların kapısı açıldı. Bakışlarım kapıya kaydığında, Aflaz'ın bedeninin gerildiğini hissettim.

 

"Bu it ne arıyor burada?"

 

Şaşkınlıkla belimi sıkı sıkıya kavrayan adama bir de kapıda bize bakan adama kaydı bakışlarım.

 

"Hava, Belgin abla seni bekliyor... geç istersen."

 

Sinirle homurdanan Aflazla adım atmak istedim fakat yapamadım.

 

"Teşekkür ederim Murat..."

 

Bakışları anında yüzüme indiğinde, suratının sinirden gerildiğini, bedeninin kaskatı kesildiğini hissettim.

 

"Sen içeri geç Nefes'im, ben de hemen geliyorum..." dediğinde tereddütle yüzüne bakındım. Dümdüz bir bakışla, Murat'a doğru bakınıyordu.

 

Ve bu hiç iyi hissettirmemişti bana.

 

Saçlarımın arasına kondurduğu öpücüğü ile gözlerimi kapatıp, tekrar araladım. Bakışlarımı yüzüne çıkardığımda bu sefer sımsıcak bir bakışla karşılaştım.

 

"Hadi Nefes'im, bekletme ablanı..." dediğinde içim rahat olmasa da içeri doğru adımladım. Kapıdan içeri girdiğimde kapıda adeta tıslayan iki adamla donup kaldım.

 

"Ona adıyla seslenmemen gerektiğini sana daha kaç kez anlatmam gerekiyor Murat?"

 

AFLAZ ABDULLAH

 

Görmek.

 

Ben görüyordum.

 

Gözlerimle, benim sevdiğim kadına; benim kadınıma, ruhuma tıpkı benim gözümle bakan birini daha görüyordum.

 

Hissediyordum ve bu hissiyat beni delirtiyordu.

 

Belirsiz, dipsiz bir kuyuya doğru sürüklüyordu.

 

Sonunu kestiremiyordum. Asla hesaplayamıyordum, işin ucunda Hava'm varsa ben o düşünceyi hep arka plana atıyordum.

 

Ta ki bugüne kadar.

 

Onu uyarmama rağmen, burada olmasına delirmiştim.

 

Benim sevdiğim kadınla, aynı çatı ortamda bulunamazdı bu herif. Olamazdı, olmamalıydı.

 

"Cevap versene lan, cevap ver bana!"

 

Dudakları yukarı doğru kıvrıldı, benimle alay ediyordu bu adam!

 

"Sana cevap vermeme bile gerek yok Aflaz, sen kendi kendini bitireceksin." Dedi keskin bir tonda, "Ve biliyor musun?" diyerek süzdü bütün bedenimi.

 

"O, kendisi bana gelecek. O gün, dünyalar benim olacak Aflaz."

 

Ellerim hızla yakasına ulaşıp kavradı,

 

"Sen inanıyorsun yani Hava'nın seninle olacağına?" dedim sinirden gülerken, "Gözü benden başkasını görür mü zannediyorsun sen Murat?"

 

Gözlerini gözlerime dikti.

 

"Ben buna inanmak diyemem Aflaz, ben buna hissetmek derim. Hava benim kaderim."

 

Sinirle soludum,

 

"Beni seviyor Murat!" diye tısladım, "Hep beni sevdi, seni değil!"

 

Dudaklarını aralayıp, aynı alaylı yüzüyle bana bakmaya başladı.

 

"Bu bir şeyi değiştirmez, sen hata yapacaksın ve o hatalar Hava'yı senden kopartacak. Ben o günleri iple çekiyor olacağım Aflaz."

 

Yutkunamadım,

 

"Ne saçmalıyorsun sen lan? Ne hatası ne geveliyorsun o parçalara ayırmak istediğim ağzınla!"

 

Kahkaha atıp beni ittirdi,

 

"Buraya gelmeden önce hayatında ben vardım ve bilmem farkında mısın? Onun ablası ve benim ağabeyim evleniyor Aflaz. Sen istesen de istemesen de ben Hava'nın hep etrafında olacağım, bir göz mesafesinde belki... hatta senin için daha da kötüsünü söyleyeyim mi?" diyerek bana doğru yanaştı,

 

"Bir nefes uzağında olacağım, buraya taşınacağım ve ağabeyimle dükkanını işleteceğim. Onlarla yaşarım belki... ne dersin?"

 

Sertçe yutkundum, onun her bir sözü beynimin içerisinde dönüyordu.

 

"Seni gebertirim Murat, duydun mu beni? Sen ne saçmalıyorsun oğlum? Ne geveliyorsun lan sen, o kız benim ruhum! O kadın benim sözlüm lan sözlüm, sen ne diyorsun!"

 

Gözlerinde gördüğüm kararlılık ve donukluk beni şüpheye düşürüyordu.

 

"Şimdilik sözlüsünüz Aflaz, henüz şimdilik senin yanında Hava... yakında benim olacak, hissediyorum. Göreceksin."

 

Sinirden gözlerimi kapatıp, sakinleşmeye çalıştım fakat olmuyordu.

 

"Kapat o çeneni Murat, bir daha sakın açma."

 

"Niye?" dedi gülerken, "Ona aşığım dedim sana... sen ona benim gibi bakmaya başladığın anda söyledim lan! Ağabeyimle oturduğunuz gün, Hava'yı daha tanımadığın dakikalarda ona nasıl olduğumu anlatmadım mı lan ben sana... sen kendin benim sevdiğim kadını, benden aldın. Onun beni sevebilme ihtimalini aldın lan elimden, şimdi de gelmiş bana hesap mı soruyorsun?" dedi yakalarımı tutarken,

 

"Onu seviyorum, deli gibi seviyorum Aflaz. Bunu önce sen, sonra ağabeyim çok iyi biliyor!"

 

Yüzüne kafamı geçirip üstüne doğru çullandım,

 

"Bende sevdim, uzaktan uzağa, içten içe deli gibi sevdim onu. Emin ol seni sevseydi, seni sevdiğini hissetseydim bir gram beklemezdim çekilirdim aranızdan ama o sana değil hep bana geldi Murat!"

 

Yüzüne yumruğum patladı ardından,

 

"O hep bana geldi, benim kalbime yerleştirdiğim kadınım hep bana geldi lan bana geldi!"

 

Omuzlarımdan çekildim hızla, dizlerine doğru yüklenip ayağa kalkan Murat'a sinirle bakındım. İkimiz de birbirimizi öldürecektik.

 

Biliyorduk.

 

Bu sevda, ikimize de fazlaydı.

 

Onun sevgisi için yıllarca beklemiş ve ona kavuşmuştum. Şimdiyse asla Hava'yı ona bırakmazdım.

 

"Derdiniz ne lan sizin? Ne bu haliniz oğlum!"

 

Bakışlarım Cevher'e doğru kaydığında sinirle soludum,

 

"Derdimiz falan yok, benim bu it ile bir derdim olamaz."

 

Sinirle gülmeye başladı Murat ardından, bakışlarımı yüzüne çıkardım.

 

"Derdimiz yok... öyle mi?" dedi gülerken, "Bizim çok büyük bir derdimiz var Cevher!"

 

Kaşlarını çatmış bir bana bir de Murat'a doğru bakan Cevher başını iki yana salladı.

 

"Kendinize gelin oğlum, kendinize gelin. Nevzatların evinin önündesiniz, ikiniz de bu ailenin bir ferdisiniz. Ne derdiniz varsa başka yerde adam gibi çözün, böyle olmaz." Dedi sinirle bize bağırırken,

 

"Bunu senin söylemen de ne komik ama!" dedim gözlerimi devirirken,

 

"Karıştırma orasını Aflaz!" diyerek kükredi, "Benimle sen bir değilsin."

 

Yarım ağız gülümsedim onun bu tepkisine, ikisinden de iğreniyordum.

 

"Doğru, değiliz. İşine bak Cevher..." dedim parmağımı Murat'ın yüzüne doğru sallarken, "Sende dediklerimi o olmayan beyninin içerisine kazı, yoksa çok başka şekilde konuşacağımdan şüphen olmasın."

 

"Elinden geleni ardına koyma asla Aflaz, çünkü ben bu saatten sonra geri durmayacağım."

 

*

 

HAVA ÇELEBİ

 

"Ablacığım... gel!" diyerek bana kollarını uzatan ablamın yanına doğru adımladım, "Hoş geldin Hava." Diyen Nevzat ağabeyime tebessümle bakındım.

 

"Hoş buldum ağabey!" diyerek yanlarına oturdum.

 

"Neler yaptınız ablacığım?" diyen ablama doğru döndüm tebessümle, boğazımın tam ortasında kalan o yumrunun ne olduğunu bilmiyordum.

 

Sahi, ben ablama bunu nasıl açıklayabilirdim ki?

 

Açıklayamazdım!

 

"Dolaştık, piknik falan yaptık..." dedim gülümserken, "Siz neler yaptınız?"

 

Ablamın gözleri heyecanla açıldı anında, dudaklarını ıslatıp bir bana bir de Nevzat ağabeye doğru bakmaya başladı.

 

"Evimizi yerleştirdik..." dedi büyük bir heyecanla, bakışlarım Nevzat ağabeyimin elini tutan ablamın eline kaydığında tebessümümü sundum ikisine de,

 

"Hayırlı olsun ablacığım..."

 

İç geçirdi,

 

"Bir de doktora gittik, yeğenini kontrole."

 

Durdum.

 

Dudaklarım aralanıp duruyordu ama kapanmıyordu.

 

Bakışlarımı ellerinden çekip ablamın karnına doğru çevirdim. Belli olmayan, dümdüz olan karnı hiçbir şeyi göstermiyordu.

 

"Ne?" diyebildim, "Nereye gittiniz?"

 

"Hava... biliyorum annemlere söylemezsin ama ben daha fazla saklamak istemedim... hamileyim ablacığım!"

 

İrileşen gözlerimle bir ablama bir de karnına bakınıyordum.

 

"Nesin?" dedim kekelerken, "Ben doğru mu duydum?"

 

Gülümseyerek onayladı hemen beni,

 

"Evet!" dedi, "Hamileyim Hava! Burada bir bebeğim var, Nevzat ve benden bir parça var içimde!"

 

Kalbim tekledi o anda, ablam hamileydi benim!

 

Benim... benim bir yeğenim olacaktı!

 

"Gerçekten mi?" dedim ayağa kalkıp yanına doğru ilerlerken, aynı hızla kendisinin de kolları boynuma dolandı.

 

"Gerçekten ablacığım..." dedi derin bir nefes alırken, "Daha çok küçük ama... iki aylık olmuş!" gözünden bir damla yaş aktı.

 

"Abla... neden ağlıyorsun?"

 

Hıçkırdı,

 

"Neden ağlayacağım Hava'm? Sizden sakladım bunu... belki de bir süre daha saklamaya devam edeceğim..."

 

"Olsun!" dedim kollarımı beline dolarken, "O iyi olsun da biz saklarız..."

 

Adım sesleriyle başımı kaldırıp içeriye giren sevdiğim adama baktım aşkla. O kahvelerinin bana sevgiyle baktığını görmek bile mutlu olmama yetiyordu.

 

"Kardeşim, hoş geldin."

 

Nevzat ağabey, Aflaz'a elini uzatıp tokalaştıklarında Aflaz bir saniye olsun bakışlarını üstümden çekmiyordu.

 

"Hoş bulduk kardeşim, bitti mi işiniz?" dedi otururken, "Bu gece de burada mısınız?"

 

"Az biraz işlerimiz kaldı, sanırım buradayız Aflaz... bakalım hayırlısı."

 

Aflaz bakışlarını yüzüme çıkarttığında kızardım, içten içe yanıyordum ve daha kötüsü; ben Aflaz'ın artık bu bakışlarının ne anlama geldiğini çok iyi anlıyordum.

 

"Sizde kalsanıza ablacığım?" dedi ablam bana bakarken, "Üst katta odalar hazır bir burası kaldı..."

 

Bakışlarım Aflaz'a doğru döndüğünde, dudaklarının kıvrıldığını gördüm.

 

"Olur Belgin..." dedi tok bir tonda, "Kalırız."

 

Ablamın gülümsemesi genişledi,

 

"Nevzat! Ben çok acıktım..." dedi bakışlarını sabitlerken, "Yemek mi yesek?"

 

Dudaklarımı dişlerimin arasına alıp sıkıştırdım, Aflaz'ın saniyede bakışları dudaklarıma kaymıştı.

 

O, Adem elmasının aşağı-yukarı hareketine kaydı bakışlarım.

 

Midemde kelebekler uçuşmaya başladı.

 

"Yiyelim güzelim." Diyerek ayaklandı Nevzat ağabey "Biz Aflazla gider alır, geliriz o zaman bir şeyler."

 

"Ben geleyim, Aflaz burada Hava ile bekler bizi! Lütfen Nevzat..."

 

"Merak etmeyin evdeyiz, alıp gelin hemen." Diyen Aflazla gözlerimi belerttim.

 

"Yarım saate geliriz, siz dinlenmenize bakın."

 

Sonra adım sesleri duydum, ardından kapının kapanma sesini.

 

"Ben sana bir şey diyemiyorum Aflaz!"

 

"Ne yaptım ki ben Hava'm?"

 

Ayağa kalkıp, koltukta yanıma bıraktı bedenini.

 

"Sevdiğim kadınla baş başa kalma şansım vardı, bende bunu sonuna kadar değerlendirdim."

 

Eli saçlarıma ulaşıp okşamaya başladı,

 

"Pamuk gibiler, yumuşacık..." diyerek boynuma yaklaştırdı kendisini, "Bu kokuya ömrümü veririm ben Hava..."

 

"Aflaz..." dedim kısılan sesimle, ardından beni çok bekletmedi ve bakışlarımız kesişti.

 

"Söyle Nefesim..."

 

"Bir şey soracağım ama kızmayacaksın, tamam mı?"

 

"Kızacağım bir şey ise hiç sorma Hava'm..." dedi sıkıntılı bir tonda, dudaklarımı ısırıp ona baktığımda eğilip dudaklarımı kavradı birden.

 

İçim yandı.

 

Bütün bedenim titredi.

 

Elimi saçlarının arasına yollayıp yavaşça okşamaya başladım. Kendimi geriye doğru çektiğimde nefes nefeseydim.

 

Onun bana her dokunuşunda olduğu gibi, gene kendimi kaybetmiştim.

 

"Sormak zorundayım..." dedim sıkıntıyla, "Yoksa bu kuruntu içimi kemirecek Aflaz..."

 

Bakışlarını yüzüme sabitlediğinde, avucu yüzümü kapladı hemen.

 

"Söyle Nefesim, söyle..."

 

"Murat..." dedim korkarak, bana sevgiyle bakan gözleri anında koyulaştı.

 

"Sakın Nefesim... sakın sorma, devam dahi etme."

 

"Ama..."

 

"Lütfen Havam... lütfen... bu sana, bana herkese zarar verir." Dedi parmaklarıyla yanağımı okşarken, "Bana güven, o yeter."

 

Korkuyordum.

 

Çok korkuyordum hem de.

 

Aflaz, ilk defa böyle konuşuyordu çünkü. Nedenini bilmiyordum, asla söylemiyordu.

 

"Neden birbirinize böyle davranıyorsunuz Aflaz... ben çok üzülüyorum."

 

Gözlerini yumdu sımsıkı.

 

"Üzülme Nefesim... bu konuyu ben halledeceğim, senin dert edeceğin bir konu değil."

 

Burukça gülümsedim,

 

"Sana güveniyorum Aflaz..." dedim avucunun içine öpücük kondururken, "Çok güveniyorum hem de."

 

Gözlerimin içerisine büyük bir aşkla baktı o anda,

 

"Bende sana güveniyorum Nefesim, ölümüne güveniyorum hem de..."

 

Başımı o sert gövdesine yaslayıp, kalbinin atışını dinledim bir süre.

 

"Aflaz... sana bir şey söyleyeceğim!" diyerek doğruldum, bakışlarım yüzüne doğru çıktığında dudaklarımı dişledim. "Ama söylediğimi ablamlar bilmesin olur mu?"

 

Kaşları çatılıp merakla bana bakmaya başladı,

 

"Söyle Nefes'im..."

 

"Ablam hamileymiş!" dedim büyük bir heyecanla, "O kadar sevindim ki, tepki bile veremedim!"

 

Yüzünde büyük bir gülümseme gördüm,

 

"Hayırlısı olsun Nefesim..." dedi kulağıma doğru yaklaşırken, "Darısı bizim başımıza." Diyerek o büyük avucunu, karnımın üstüne bıraktı.

 

Kalakaldım.

 

"Şey..." dedim kalbim gümbürderken, "Daha erken değil mi Aflaz'ım?"

 

Başını kaldırıp dudaklarıma öpücüğünü bıraktı, ardından geri çekilip gözlerimin içerisine baktı.

 

"Geç bile..." dedi soluklanırken, "Ben sana bu kadar geç kavuşmuşken, onu da bekleyecek olmamız saçmalıktan başka bir şey değil Nefesim..."

 

Gözlerinin içine bakarken, ona benzeyen bir erkek çocuğu hayal ettim.

 

Sanki...

 

Bir fotoğraf karesi gibi, gözümün önünden saniyelik de olsa gelip geçmişti.

 

Ona benzeyen, esmer... yanık tenli.

 

İç geçirdim.

 

"İnşallah Aflaz'ım..." dedim derince solurken, "Evlenince inşallah bizim de bebeğimiz olur."

 

"Olacak Nefesim... bizim bir değil, üç bebeğimiz olacak."

 

"Üç?" dedim büyük bir heyecanla, "Üç tane mi!"

 

Güldü, erkeksi sesi salonu doldurduğunda kalakaldım.

 

Gene aynı şey oluyordu... kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu.

 

"Evet Nefesim, üç... iki erkek bir kız." Dedi boynuma öpücüğünü kondururken, "Babasının güzeli olacak."

 

"Kızımız..." dedim büyük bir heyecanla, "Kızımız en küçükleri mi olacak?"

 

Gülümsedi gene, kalbim tekledi.

 

"Evet..." dedi öpücüklerini boynumdan gerdanıma doğru indirirken, "Babasının güzeli olacak."

 

"Sen çok güzel bir baba olacaksın!" dedim heyecanla, "Ben bu konuda çok şanslıyım Aflaz..."

 

Göğüslerimin tam ortasına öpücüğünü kondurup, kasıklarımı okşadı.

 

Titredim.

 

Dilim, damağım anında kurumuştu!

 

"Bende çok şanslıyım Nefesim..." dedi boğuk bir tonda, "Sana sahip olduğum için, senin sevginle bu dünyada cenneti yaşadığım için çok şanslıyım."

 

Kızardım.

 

Hem utançtan, hem sözlerinden.

 

Bazen olur olmadık zamanlarda... öyle şeyler söylüyordu ki! Ne tepki vereceğimi şaşırıyordum.

 

Tıpkı şimdi olduğu gibi...

 

*

 

Zaman, Hava ve Aflaz için oldukça hızlı akıyordu.

 

Öyle ki, ablasının düğün günü gelip çatmıştı.

 

Gözünü açmış ve kapatmış gibiydi Hava. Sanki, bir hafta değil; bir saatti.

 

Dolu dolu bir hafta geçirmişti, sevdiği adam ve ailesi ile beraber. Ablasından sonra evlenecek olması da bunun bir etkeniydi.

 

Derin bir soluk çekti ciğerlerine, aynadan kendisine baktı ardından.

 

Tozpembe elbisesi bileklerinde bitiyordu. Gördüğü gibi bu elbiseyi giymek istemişti. Beyaz tenine uyumlu olmuştu.

 

Odasından dışarı adımlayıp, ablasının bulunduğu salona giriş yaptı. Gülümsemesini yüzüne yerleştirdiğinde, gözlerinin dolduğunu hissetti.

 

Çocukluğunu geçirdiği kız, bugün evleniyordu.

 

Bugün ablası, sevdiği adamla yıllardır hayalini kurduğu o yuvaya kavuşuyordu.

 

Bu bir hafta, Hava ve Belgin için çok çetrefilliydi. Çünkü Belgin'in baş dönmeleri oldukça fazlaydı ve bunu anne, babalarına belli etmemeye çalışıyorlardı oldukça.

 

Annesine doğru kaydı bakışları, o güzelliği hala aynıydı. Gözleriyle aynı renk olan zümrüt yeşili bir elbise giymiş, ablasının tam karşısında bulunan berjerin üzerinde oturuyordu.

 

Yüzünden hüznü belli oluyordu; Aişe hanımın.

 

Adımlarını salona doğru ilerletip, babasıyla ablasına bakındı.

 

Ferhat bey, oldukça sessizdi.

 

Kız babasıydı, nasıl olacaktı ki?

 

Adımlarına hız verip, babasının yanına ilerledi ve kollarını beline doladı.

 

"Babam!" dedi onun o kokusunu içine doldururken, "Bakma öyle, ablam ağlayacak şimdi..."

 

Saçında bir öpücük hissetti ardından Hava, tam o sırada dışarıdan davul ve kemençe sesi doldurdu sokağı.

 

Nevzat Dinçer gelmişti.

 

Ablasını, onlardan almaya... kendi ailesini kurmaya gelmişti.

 

İkisi için üzülse de, Nevzat ağabeyin onu asla bırakmaması; sevgilerinin arkasında durması ona da güç veriyordu.

 

Çünkü ikisinin de kendi ailesinden başka kimsesi yoktu.

 

Bir onlar vardı.

 

Bir arkadaşları.

 

Kızının yanına adımladı Ferhat bey, yavaşça kaldırdı ilk göz ağrısını oturduğu yerden. Erkek evladı olmadığı için, kızına kırmızı kuşağı bağlayacak kimsesi yoktu.

 

Eline aldığı kuşağa, bir de kızına baktı.

 

"Belginim..." dedi sesi titrerken, "İlk göz ağrım, benim kalbimin bir parçası... sen beni baba ettin, beni adam ettin. Bana aile ne demek, ilk kucağıma aldığımda öğrettin. Anneni ilk gördüğüm gün dedim ki, ulan Ferhat... senin gibi öğretmene nasıl kız versinler?" güldü Ferhat bey,

 

"Verdi, deden gözü kapalı hiç düşünmeden verdi anneni bana... iki sene geçmedi, ikimizin yuvamıza sen geldin. Benim gözümden bile sakındığım, kalbimin sahibi olduğunu düşündüğüm kadından; sevdiğim kadından bir parça, bize ait olan bir bebek olarak dünyaya geldin. Allah'a şükürler olsun ki bugüne kadar ne kendine ne de bana bir yanlışın olmadı kızım..."

 

Gözünden akan bir damla yaşı sildi hızla Ferhat,

 

"Bundan sonra da olmasın kızım... aile demek, her şey demek. Aç mısınız? Beraber... tok musunuz? Beraber... annen yıllarca akşam yemeğine hep beni bekledi, ütümü eksik etmedi..." gözlerini kapatıp, kızının gözlerinin içerisine baktı,

 

"Hasta oldum, bana yeri geldi bir bebek gibi baktı. Hasta oldu, ona sana ve kardeşine nasıl baktıysam öyle baktım... ben siz ne istediyseniz, eksik etmeden yaptım... sizde böyle olun kızım. Birbirinize sevda olun, arkadaş olun, dost olun; yoldaş olun. Evinize, hanenize asla yalan sokmayın, başkasını aile ilişkilerinize dahil etmeyin... siz siz olun evladım, size zarar verecek her türlü kötülükten uzak durun..."

 

Dudaklarını kızının alnına değdirdi Ferhat,

 

"Sen bana Allah'ın üç emanetinden birisin yavrum, ben emanetimi gözüm kapalı Nevzat oğluma emanet ediyorum... bundan sonra, önce Rabbime sonra da seni emanet ettiğim o genç delikanlıya emanetsin... yolun da, bahtın da güzelliğin kadar açık olsun evladım."

 

Elindeki kuşağı cebine yerleştirip, eşi Aişe'nin avuçlarının arasında tuttuğu kırmızı işlemeli duvağı eline alıp, kızının yüzünü kapattı.

 

"Rahmetli dedenin anneni alırken, bana söylediği bir söz vardı... bu cebime koyduğum kuşak; bana dedenden yadigar. 'Ben sana kızımı veriyorum, hediye değil... ben evladıma güveniyorum, o kuşak beline dolanmayacak... çünkü bilirim ki evladım, o kuşak gün gelir; boynuna dolanacak...' demişti... bende sana aynısını söylüyorum göz bebeğim, ben Nevzat'a hediye değil, eş veriyorum... yolun açık olsun kızım."

 

HAVA ÇELEBİ

 

Sessizlik.

 

Uğultu.

 

Tek hissedebildiğim buydu.

 

Ne düşünüyordum sahi ben? Daha düne kadar yanı başımda, gülüşüyle, kalbiyle ve en önemlisi bize beslediği büyük bir sevgiyle bağlılığı olan kadının; annemin ölümüyle bütün sesler kesilmişti etrafımda.

 

Henüz on iki saat bile olmamıştı ablam evleneli, on iki saat önce her şey çok güzeldi... çok normaldi ama şimdi? Şimdi öyle miydi?

 

Canım yanıyordu.

 

Canımın acısına, yüreğimin yangınına bir cevap bulamıyordum.

 

Eve giren ambulans görevlileri, salonun ortasında uzanan annem... bütün dünya durmuş gibi hissediyordum.

 

Babam olmasa... arkamda güveneceğim bir dağ olmasa, içimdeki korkuyu bağıra çağıra dışarıya atardım belki de ama yapamıyordum işte.

 

Gözlerimin önünde annemin hayata geri dönmesini bekliyordum.

 

Çaresizce bekliyordum hem de.

 

Ölüm; haktı.

 

Vakti gelene, haktı ama... gencecik fidanlara, daha dünya gözü görmemiş sabilere değildi... ama anne... anne bambaşkaydı.

 

Anlıyordum.

 

Annelerin neden ölümsüz olması gerektiğini, belki de şu an daha çok anlıyordum.

 

Bütün hayatım, yaşantımız gözümün önündeydi.

 

Kalbimin sesi, kulağımın uğuldaması belki de bu yüzdendi bilmiyordum.

 

İçeriden çıkan doktorlara baktım korkarak. İstemedim söylesinler, kabullenmek dahi istemedim bizi bırakıp gittiğini.

 

Onsuz bir hayat düşünmemiştim.

 

Düşünememiştim.

 

Yüzleşene kadar, bu duyguyla yüz yüze gelene kadar asla düşünmemiştim.

 

Aklımdan dahi geçirmemiştim.

 

"Ne oldu?" dedi babam sesi titreyerek, "Sadece uzanıyordu, televizyon izliyordu..."

 

Doktorun duraksamasıyla, kalbime kor alevler düştü.

 

Bugüne kadar atan kalbim, o sözleriyle beraber çocukluğumu, gençliğimi de götürdü.

 

"Başınız sağ olsun..."

 

Gözlerimi yumdum sımsıkı.

 

Ne demekti başınız sağ olsun?

 

"Hayır..." dedim gözümden düşen bir damla yaşla, bakışlarımı tekrar salonda öyle halının üzerinde yatan kadına çevirdim.

 

Anneme.

 

Ölmüş müydü sahiden benim annem?

 

"Ölmemiştir..." dedim içeriye doğru bedenimi hızla bırakırken, "Hem... anneler ölmez ki!"

 

Dizlerimin üzerine çöküp elini avuçlarımın arasına aldım, "Anne..." dedim sanki beni duyduğunu hissedercesine.

 

"Gitme anne..."

 

Nafileydi ama... ne kadar yüzleşmekten de korksam, annem bizden çoktan gitmişti... hem de o çok sevdiği öğlen uykusunda gitmişti.

 

Acısız.

 

Sancısız.

 

Öyle, sessiz sedasız gitmişti.

 

Ne kadar vakit geçti bilmiyordum, omzuma dokunan Neriman ile bakışlarım kesiştiğinde içeride sadece onların olduğunu gördüm.

 

"Ablanlara ulaştık..." dedi buruk bir tonda, "Yoldalar, geliyorlar..."

 

Gözlerimi kapattım, belimden kavranıp ayağa kaldırıldım.

 

Annemin ne vakit avuçlarımdan kaldırılıp götürüldüğünü anlamadım.

 

Hatırlamıyordum... kendimi o kadar çok kapatmıştım ki, onun evimizden götürüldüğünü bile anlamamıştım.

 

"Havam... al su iç." Diyerek elindeki suyu bana doğru uzattı Neriman, gözlerinin kızarıklığıyla daha da kavradım gerçekliği.

 

"Neredeler?" dedim kısık bir tonda, içime içime ağlamaktan sesim kısılmıştı...

 

"Gasilhanedeler..." dediğinde bütün mahalleyi inletecek kadar sesli bir sela başladı. Bakışlarım önce selanın geldiği tarafa, ardından da bedenim evimizin balkonuna doğru adımladı.

 

Kendi bedenimi yönetemiyordum.

 

Sanki bir film sahnesinin içerisinde hapsolmuştum ve biri beni yönetiyordu...

 

Dakikalar birbirini kovaladı.

 

Ta ki; o selada annemin adını duyana kadar.

 

Gözlerimi sımsıkı yumdum.

 

"Mahallemiz sakinlerinden, öğretmen Ferhat Çelebi'nin eşi Aişe Çelebi vefat etmiştir..."

 

Bütün bedenim sanki bunu bekliyormuşçasına titremeye başladı. Durduramadım bedenimdeki bu titremeyi.

 

Üşüyordum çünkü.

 

Kendime gelmemi sağlayan bu sela, benim annemin ölümüydü.

 

Bütün bedenimden çok acı bir şekilde ürperti geçti.

 

Bakışlarım, sokağa dökülen mahalleliye kaydı. Kadınlar başını kapatıp bizim eve doğru ilerlerken, adamlarsa camiye doğru gidiyorlardı.

 

Sarsıcıydı.

 

Sancılıydı.

 

Annemin ölümü, benim; bizim hayatımızda bir dönüm noktası olmuştu.

 

Beklenmeyen anda, beklenmedik şekilde yüzleşmek zorunda olduğumuz bu gerçeklik daha dün akşama kadar burada eğlenen insanların; bugün aynı eve bir cenaze için girmesini kadere yormaktan başka bir şey yapamıyordu.

 

Belimden kavrayan kişiyle sessizce içeriye doğru adımladım.

 

Salonda, koltukta tek başıma oturdum uzun bir süre.

 

Ablam gelene kadar bekledim belki de... çünkü hatırlamıyordum. Dakikaların nasıl geçtiğini hatırlamıyordum.

 

Canımın acısından, kulaklarımın uğultusundan başka hiçbir şey hissedemiyordum.

 

*

 

Bir Ay Sonra

 

Zaman kavramımı yitirmiştim.

 

Sadece zaman kavramımı değil, kendimi de yitirmiştim ben. Bu kadar uzun süre evin içerisinde, annem olmadan hiç vakit geçirmemiştim.

 

Sahi, ben onsuz hiç kalmamıştım... o bizden gidene kadar.

 

Bizi hiçbir zaman bırakıp da bir yere gitmemişti.

 

İki günlüğüne bile olsa...

 

Yataktan usulca kalkıp evin içerisinde dolandım bir süre. Babamın evde olmadığını fark ettiğimde hızlıca evi toparlamaya başladım.

 

Halamlar gelebilirdi ve geçen gün yaptıklarını tekrar edebilirlerdi.

 

Ne yapmamı bekliyorlardı anlamış değildim... annemin ölümünden üç gün geçmişti ve evi temiz tutmadığımı söyleyerek bağırmışlardı bana.

 

Canımın acısına ne yemek yiyebiliyordum ne de hareket edebiliyordum ama onlar sırf el alem laf yapar diye bana ağlayarak temizlik yaptırtmaya çalışmışlardı.

 

Aflaz...

 

O olmasa kesinlikle delirmiştim.

 

Kesinlikle kendimi kaybetmiştim.

 

Her gün, ben uyuyana kadar yanımda durmuştu. Bütün aileme karşı beni korumuş, kollamıştı. Her zaman olduğu gibi beni kendinden bile sakınmıştı.

 

Çalan kapı sesiyle uyuşuk adımlarla kapıya vardım, ardından onun yüzünü gördüm tekrar. Her zaman olduğu gibi beni kontrol etmeye gelmişti.

 

"Hoş geldin..." diyerek kapıyı araladım ve ona yön verdim.

 

"Nefesim?" diyerek belimden kavradı anında, saçıma kondurduğu öpücükle titredim. Onun bana böyle davranması o kadar iyi geliyordu ki... "İyi misin Hava'm?"

 

Bakışlarımı yüzüne çıkartıp burukça bir tebessüm sundum ona.

 

"İyiyim Aflaz..." dedim elimi siyah kirli sakallarına ulaştırırken, "Günden güne toparlıyorum... aklın bende kalmasın artık."

 

Kaşlarını çattı hemen, yüzünden söylediğim söze sinirlendiğini anlayabiliyordum.

 

"O nasıl söz öyle Nefesim?" saçlarımı okşadı tam o anda, mayışmıştım... "Seni düşünmediğim tek bir anım bile yokken, senin kötü zamanında yanında olmayacaksam bu Aflaz ne işe yarar söyle bana?"

 

Açık olan yakasına öpücük kondurdum sesli bir şekilde.

 

"Kendisini işine versin, o bana yeter..."

 

"Aflaz seni düşünmekten, kendini işe veremiyor ki Nefesim..."

 

"Olsun..." dedim birden, "En azından birimiz ayakta duralım Aflaz..."

 

Gözlerimin içerisine baktı uzunca, o kadar anlamlı bakıyordu ki her bakışında ayrı anlamlar arıyordum.

 

"Benim ayakta durma sebebim de sensin, yaşama sebebim de Hava'm... neden böyle diyorsun?"

 

Gözlerim doldu anında, ona ne diyeceğimi bilemedim.

 

Büyük bir çıkmazın içerisinde olduğumu, kafamın içerisinde susmadan benimle konuşan kişinin aslında ben olmadığımı söyleyemedim.

 

Ayakta durmaya çabalamaktan yorulduğumu, tökezlediğimi ve ondan başkasının da yanımda olmadığının gerçeğiyle yüzleştiğimi söyleyemedim.

 

"Aflaz..."

 

Kollarını belime doladı ve güçsüz bedenimi kendisine yasladı.

 

"Yapma..." dedi, "Yapma nefesim... bunu kendine yapma."

 

"Yapamıyorum ki!" diyerek gözlerimden akan yaşları serbest bıraktım, "Bir aydır o kadar çok yoruldum ve yıkıldım ki Aflaz..."

 

"Ağlamak istiyorsan ağla... ama bugünden sonra daha fazla kendine eziyet etmeni istemiyorum ben Hava'm."

 

"Ağlamak istiyorum ama yapamıyorum Aflaz..."

 

"Neden?" dedi gözlerimin içerisine bakarken, "Neden yapamıyorsun Nefesim?"

 

"Çünkü ona bile karışıyorlar!" diyerek sesimi yükselttim, "İnanabiliyor musun? Halam ya halam bana kalkmış diyor ki 'Kendine gel Hava! Hepimizin gideceği yer orası, ölenle ölünmüyor...' dedi!"

 

Sinirle soluduğunu hissettim,

 

"Bırak desin nefesim... bırak konuşsun, anca konuşur konuşur susar."

 

Hıçkırdım, o konuştukça daha çok ağlayasım geliyordu.

 

"Ölenle ölünmüyormuş..." dedim boğazıma düğümlenen gerçekle, "Benim annem öldü diyemedim Aflaz! Benim annem öldü, bir anda öldü, düğün gününün ertesi günü öldü!"

 

Ellerimi tutup bedenine sardı.

 

Avuçlarıma tırnaklarımı geçirip sımsıkı tuttum.

 

Belki canım acır da, kendime gelirim diye... ama nafileydi. Olmuyordu.

 

"Yapma..." dedi ellerimi avuçlarının arasına alırken, "Kendine bunu yapma Hava'm... kendine zarar verme. Bu çözüm değil, olamazda."

 

Hıçkırdım.

 

"Çözümü yok bunun, tarifi hiç yok."

 

Saçıma öpücüğünü kondurdu.

 

İçim titredi onun bu hareketine.

 

"Bilmiyorum ben anne acısını ama baba acısını tattım Hava'm, belki eş değil belki ikisi de eşit ama ne yaşadıysan daha beterini bana yaşattılar. Küçücük yaşımda çalışmaya ve benim sorumluluğuma bırakılan üç kişiye bakmaya çabaladım ben. Yapma kurban olduğum, kendini bırakma."

 

"Bu bırakmak değil ki..." dedim sesim titrerken, "Bu bambaşka bir şey Aflaz. Tarif edemem, örnek veremem ben sana... biliyorum çok kötü, çok çok kötü Allah kimseyi ailesi ile sınamasın ama sınandığında da bıraksınlar acısını yaşasın insanlar..."

 

"Kimse başına gelmeden anlamaz Hava'm."

 

Gözlerimi sımsıkı yumdum,

 

"Ağlıyorum diye halamdan işitmediğim azar kalmadı, sebebi de misafirler aç kalacakmış ben iki göz iki çeşme ağlıyormuşum... artık çocuk değilmişim, bunlar olabilecek şeylermiş."

 

Kollarını belime dolayıp sımsıkı sardı bedenimi, tekrar.

 

Onun güvenli gövdesinde huzuru buldum.

 

Yine, yeniden.

 

"Bırak konuşsun." Dedi sert bir tonda, "Halan ancak konuşur Nefesim."

 

Sinirden gülmeye başladım bir anda, aklıma gelen söyledikleri ve yaşadıklarımı artık kaldıramıyordum. İşin doğrusu, bedenim çok farklı tepkiler veriyordu.

 

"Ne dedi biliyor musun?" dedim gözümden yaş akarken, "Bende artık beklemezmişim... evlenmem gerekirmiş. Olmazmış böyle, günah oluyormuş."

 

Sinirden kahkaha atmaya başladım.

 

"Her boka burnunu sokacak, nefret ettirecek kendinden..."

 

"Nefesim..." dedi saçıma kondurduğu öpücüklerin arasından, "Takma şu kadının dediklerini, bırak ne hali varsa görsün."

 

Geri çekilip yüzüne kilitledim bakışlarımı.

 

Haklıydı.

 

Her zaman olduğu gibi.

 

"Doğru söylüyorsun..." dedim nefeslenirken, "Ama olmuyor... bazen olur olmadık zamanlarda saçma sapan söylemleri kulağıma çalınıyor ve sinirden kuduruyorum."

 

Parmakları yanağıma ulaşıp, hafifçe okşamaya başladı.

 

"Bırak konuşsun... tekrar ediyorum Nefesim. Bırak ne derse desin, hayatı birleştirecek olan biziz; halan değil."

 

"Biliyorum... ama bu dediklerini insan içinde söyledi ve orada annen de vardı Aflaz."

 

Sinirle soluk bıraktığını işittim, gözleri aynı şekilde sımsıkı kapandı.

 

"Ve duydu dediklerini halanın, doğru mu?"

 

Başımı sallayıp onu onayladım.

 

"Doğru." Dedim, "Duydu her bir kelimesini ve halama hak verdi Safiye anne..."

 

"İkisinin de fikri aynı Nefesim biliyorsun... bu konuda bir şey diyemiyorum ama sen onlara uyma olur mu?" dedi yüzünü yüzüme yaklaştırırken, "Bırak konuşsunlar, anca konuşmayı beceriyorlar zaten."

 

"Susmuyorlar ama Aflaz..."

 

Nefesini dudaklarımın üzerine bıraktı ve o şekilde konuşmaya devam etti.

 

"Bırak... bırak susmasınlar, sen tıka kulağını, sen kör et gözlerini Nefesim."

 

"Gene ben susacağım yani..."

 

"Hava'm neden böyle yapıyorsun?" dedi sıkıntıyla, "Ben çözüm bulmaya çabaladıkça, ben seni o indiğin çıkmazdan yerden çıkartmaya çalışıyorum niye görmüyorsun?"

 

Her bir sözü boğazıma düğüm oluyordu.

 

"Görüyorum..." dedim kısık bir tonda, hoş sesim bana bile zor ulaşmıştı kendisi nasıl duyacaktı ki?

 

"Görüyorsun madem neden yapmıyorsun? Neden çabalamıyorsun Hava'm?"

 

"Yapamıyorum ki!" dedim sinirle, "İnan bana kaç defa denedim... kaç kez kendimden bile geçtim Aflaz... ama olmuyor... bak!" diyerek kollarımı sıyırıp ona resmen başkası görse şiddet olacağını düşündürecek izleri gösterdim. "Bak ben her gece kendime neler yapıyorum. Bak ben kendime nasıl zarar veriyorum..."

 

Kolumu kavrayan parmakları hızla bedenimi kendisine çekti.

 

"Bunlar ne?" dedi şaşkın ve sert bir tonda, "Ne demek bunlar Hava?"

 

İrkildim.

 

Ses tonu o kadar katı ve sertti ki... ona cevap verecek gücü kendimde bulamadım.

 

"Cevap ver bana Hava, bunlar ne!"

 

Nefesim boğazıma kaçtı.

 

Konuşamadım.

 

"Canımın acısı."

 

"Ne?" dedi buz gibi bir tonda, "Sen kendine bunları yaparak neyi amaçlıyorsun?"

 

"Belki hissederim diye yaptım."

 

Kaşlarını çattı anında,

 

"Neyi hissetmek için yaptın bunu Hava? Bunun mantıklı bir açıklaması mı var!"

 

"Acıyı." Dedim yutkunurken, "Acıyı hissetmek için yaptım."

 

"Bir daha duymayacağım." Dedi sinirle, "Bir daha görmeyeceğim Hava!"

 

"Bağırma bana!" dedim ağlarken, "Bana bağırma!"

 

"Kızım..." dedi sinirle ellerini yumruk yaparken, "Sen neyden bahsediyorsun?"

 

"Aflaz..." dedim, "Yapma ne olur."

 

"Lan bu ne bu!" diyerek kolumu tuttu sıkıca, "Bunu yapmanın nasıl bir mantıklı açıklaması olabilir!"

 

"Bağırma!" dedim sinirle, "Bana bağırma, ne olur bağırma!"

 

"O çeneni kapatıyorsun Hava!" dedi buz gibi tonda, "Bir daha seni gözümün önünden ayırırsam orospu çocuğuyum lan."

 

*

 

İki Hafta Sonra

 

Gerçekten dediğini yapmıştı Aflaz.

 

İki haftadır gözünün önünden ayırmamıştı beni.

 

Bense günlerdir kendimi dinliyordum, kimseyle konuşmuyordum. Sadece işime bakıyordum, ablamla açtığımız küçük dükkanın içerisinde günlerimi, dakikalarımı geçiriyordum.

 

"Havam?" diye seslenen ablama doğru döndürdüm bedenimi, bana nazaran kendisi çok daha iyiydi.

 

Hayata tutunması için sebepleri vardı.

 

Bir ailesi vardı.

 

"Efendim." Dedim sessizce mırıldanarak, bakışlarımı gözlerine çıkartıp mavilerine baktım hayranlıkla. Eğer o olmasaydı toparlanamazdım. Bu halde bile olamazdım.

 

"Akşam yemek için bize gelin babamla, ben birazdan çıkacağım."

 

"Abla..." dedim itiraz etmek için fakat başarılı olamadım.

 

"Boşuna çabalama Hava, bize geliyorsunuz akşam." Dedi hızla. Bense bütün sözcüklerimi yuttum.

 

Benim küçük annemin sözünden çıkmayacağımın ahtı vardı üzerimde.

 

Onun her dediği, annemin dediğiydi benim için.

 

Kaybımızın kaçıncı günüydü bilmiyordum. Fakat hissetmeye başlıyordum. İşin doğrusu kavrıyordum.

 

"Açsana sesini..." dedi ablam, bakışlarımı tekrar yüzüne çıkarttım. "Radyonun..." dedi gülümseyerek.

 

Parmaklarım yuvarlak ses tuşuna ulaştı ve içeriye o muhteşem ses doluştu.

 

"Çileli doğmuşum zaten ezelden"

 

Adımlarım koltuğuma adımladı, kendimi uzun süredir müziğe bırakmamıştım.

 

"Hasrete alıştım ne gelir elden"

 

Alışmıştım... o kadar haklı bir cümleydi ki! Ben hasrete ve onsuzluğa alışmıştım.

 

"Yaşlı gözlerime baktığın yerden"

 

Gözlerim doldu anında, bu sefer burukça. Öyle saatlerce ağlamak istediğim için değil... burnumun ucuna kadar onsuzluğu hissettiğim için.

 

Onun yorgun, yaşlı gözlerinde göremediğim minnet için.

 

"Gözlerin doğuyor gecelerime"

 

Doğsaydı keşke... gecelerime ve gündüzlerime.

 

Tekrar.

 

Yeniden.

 

Ama doğmadı.

 

Bu çileli günler, sadece başlangıç oldu benim kaderime.

 

*

 

Zaman hızla akıp gidiyordu.

 

Annemin ölümü, hepimizi sarssa da, kendimizi toparlıyorduk. Doğrusu, toparlanmaya çalışıyorduk.

 

Benim babam, annem olmadan nefes almayı bırak; evliliklerinden itibaren bir an bile ondan ayrı kalmamıştı.

 

Ölüm ya bu, bizi sonsuza dek ayırmıştı.

 

Ağır adımlarla evden çıkarttığım bedenimi, dükkana doğru yönelttim. Ablam bugün doktor kontrolüne oradan da buraya gelecekti. Fakat ben artık gelmesini istemiyordum, onun yerine Hacer ile konuşmuştum.

 

Ablam doğum yapana kadar, doğumdan sonra bile onunla beraber burayı işletmeye devam edecektik.

 

Anahtarı çevirip, kepenkleri kaldırdım. Sabah saatlerinde olduğundan cadde oldukça işlekti. Bakışım, hemen ardımda olan Kenan ve Aflaz'ın dükkanına doğru kaydı.

 

Oradaydılar.

 

Sabahın erken saatlerinde dükkanlarını açıyor ve arabalarla ilgileniyorlardı.

 

Son zamanlarda oldukça yoğundular.

 

Dükkanın kapısını açıp, içeriden önce masayı ardından da iki tabureyi çıkarttım. Fişe taktığım süpürge ile dükkanı önce süpürdüm, ardından da kaynaması için ocağa çayı koydum.

 

Biliyordum.

 

Birazdan Aflaz, elinde simitler ve kahvaltılıklarla buraya gelecek ve beraber kahvaltı edecektik. Bu bizim artık yaptığımız en büyük alışkanlığımız haline gelmişti.

 

Çayı demledikten sonra, altını kıstım.

 

İçerisi yeterince havalanmıştı.

 

"Günaydın Hava kızım..." sesiyle bakışlarımı arkaya doğru döndürdüm. Görmeyi beklemediğim kişi buraya kadar gelmişti.

 

Safiye hanım, benim dükkanıma kadar gelmişti.

 

Buraya geldiğine göre de konuşmadan gitmeyecekti... hep yaptığı gibi, annemin ölümünden sonra beni bulduğu yer yerde aynı şeyleri söylüyordu ama anlamıyordu.

 

Ben acımı yaşamadan, bu büyük yıkımın üstüne nasıl evlenebilirdim? Nasıl eğlenebilirdim, nasıl gülebilirdim insanlara karşı.

 

Bu benim kararımdı ve benim kararıma evleneceğim adam; Aflaz bile saygı duyup beklemeyi tercih etmişti.

 

"Safiye hanım... hoş geldiniz, buyurun geçin şöyle."

 

Önce üstümü süzdü ardından koltuğa bıraktı kendisini.

 

"Gel hele yanıma..." dedi yanına eliyle vururken, "Diyeceklerim var sana..."

 

Gözlerimi sımsıkı kapatıp, bunun bir rüya olmasını istedim fakat değildi. Birebir gerçekti ve bu gerçekliği bana yaşatıyordu.

 

Adımlarımı yanına doğru ilerletip, tam yanına oturdum. Bakışlarımı yüzüne çıkartıp söze girmesini bekledim.

 

"Hava..." dedi gözlerime kınarcasına bakarken, onun bu bakışlarına artık alışmıştım. Beni hiç istemiyordu... "Daha ne kadar sabredeceğim sizin böyle elaleme karşı gezip tozmalarınıza Hava?"

 

Safiye hanım... kaynanam.

 

Annemin ölümünden sonra bulduğu her saniye bana aynı şeyi söylüyordu. Sanki biz nişanlı değilmişiz gibi... sanki oğlu gelip beni babamdan, annemden istememiş gibi gizli gizli buluştuğumuzu ima edip duruyordu.

 

"Saf-"

 

"Anne bile demiyorsun kız daha! Sen oğluma nasıl kadın olacaksın, nasıl elin aş tutacak..." bakışları bütün bedenimde dolandı, "Kadınlık görevlerini nasıl yerine getirecen sen, baksana kuş gibinsin uçacaksın."

 

Şaşkınlıkla kalakaldım.

 

Ben annemden başka kimseye anne diyemezdim ki... Emine anne hariç, onun bana güzel yaklaşımı hariç.

 

Onun gibi olsaydı ona da anne diyebildim. En azından denerdim.

 

"Lütfen... bakın bu konuşmalar beni çok üzüyor. Siz üzülmüyor musunuz? Hem Aflaz duysa ne der Safiye teyze..."

 

Sol kaşı havalandı aniden, sinirle söylenmeye başladı.

 

"Bana baksana sen, oğlumu bana karşı doldurup doldurup yolluyorsun farkında değil miyim zannediyorsun?" dedi sertçe, "Sence ben bunlara sessiz kalacak birimiyim Hava? Bu sana son laflarım kızım, git bu dediğimi babana söyle. Safiye anne de, düğünü yapmak istiyormuş en geç iki ay içerisinde beklemeye gerek yokmuş de... o anlar."

 

Daha cevap dahi veremeden, geldiği gibi bir hışım çıkıp gitmişti dükkandan.

 

Beni düşüncelerle bırakıp, bana söz hakkı bile tanımadan... o hep böyleydi işte. Kendisini düşünen bir kadındı.

 

Oturduğum yerde nefessiz bir şekilde kalakaldım. Ta ki elimi tutan ele kadar.

 

İrkilerek kendime geldim, bakışlarımı elimi tutan ele ardından da o aşık olduğum yüzüne çıkarttım.

 

"Annem neden gelmiş nefesim?" dedi meraklı bir tınıyla, "Seslendim ama duymadı herhalde... yetişmeye çalıştım yanınıza gelmek için ama iş çok yoğundu. Biter bitmez de geldim..."

 

Gözleri...

 

Aşık olduğum o gözleri, bütün yüzümü tarıyordu.

 

"Bir şey olmuş nefesim, söyle bana..."

 

Bana baksana sen, oğlumu bana karşı doldurup doldurup yolluyorsun farkında değil miyim zannediyorsun?

 

Bütün sesi kulağımda yankılanıyordu.

 

Her bir kelimesi.

 

Kuşkuyla Aflaz'a doğru bakındım, acaba o mu söylüyordu annesine evlenmek istediğini... bana, beni kırmamak için mi söyleyemiyordu? Bilemiyordum.

 

Bunu düşünmek bile kalbimi yakıyordu.

 

Beni ateşe atıyordu.

 

Dayanamazdım ki, Aflaz'ın böyle bir düşüncesi olmasına bile dayanamazdım ben...

 

"Her zamanki şeyler..." diyebildim sessizce, "Annen her zamanki gibi evlenmemiz gerektiğini söyledi ve bu sefer çok katı bir şekilde bunu dile getirdi..."

 

Bakışlarımı yüzüne çıkarttığımda, eliyle yüzünü sıvazladığını gördüm.

 

"Bunun için mi gelmiş sabahın köründe?"

 

"Evet..." dedim gözlerine bakarken, "Aflaz?"

 

Sorarcasına yüzüme baktı,

 

"Söyle nefesim, söyle... ne söyledi de bana böyle bakıyor bu gözlerin?"

 

"Annen..." dedim sormak istediğim şeyden emin bile değilken, ama sormam gerekiyordu "Acaba evde annene evlenmek istediğini söylemiş olabilir misin? Ondan mı böyle baskı uyguluyor bana her gün?"

 

Duraksadı.

 

Sinirle kasılan bedenini izledim bir süre.

 

"Sen ne dediğinin farkında mısın Hava'm?"

 

O kadar sert bir şekilde söylemişti ki bunu... korkmuştum. Bu tepkileri beni çok korkutuyordu. Allah'tan dükkana geldiğinde hep kapıyı kapatıyordu da kimse duymamıştı bağırdığını.

 

"Aflaz..."

 

"Ne Aflaz, Hava? Ne Aflaz! Sen nasıl böyle saçma sapan şeyler düşünürsün?"

 

"Ne bekliyordun ki!" dedim aynı şekilde bağırmaya başlarken, "Annen her dakika bana evlenin diye baskı uygularken hiçbir şey demiyorsun ona!"

 

Gözlerimi sımsıkı yumdum, onunla böyle kavga etmeye alışık değildim.

 

Bana bağırmasına hiç değildim hem de.

 

Sıkı sıkıya kolumu kavrayıp kendisine doğru çekti.

 

"Kendine gel Hava, kendimi zor tutuyorum bu laflarına karşı ama benimde bir sabrım var."

 

Şaşkınlıkla kalakaldım, nefes dahi alamadım.

 

Aflaz bana neler söylüyordu böyle...

 

"Aflaz!" dedim gözlerimi şaşkınca aralarken, "Sen neler söylediğinin farkında mısın?"

 

"Hava..." dedi keskin bir tonda, ses tonu bile ürkmeme sebep olmuştu "Ne zaman kendine geleceksin? Sen ne zaman bana tam anlamıyla güveneceksin artık?"

 

Gözlerimi kapattım.

 

Görmek istemiyordum.

 

Keşke duymasaydım da... duyamasaydım. Sağır olsaydım da onun bu hançer gibi kalbime saplanan her bir sözünü duymasaydım.

 

"Ben sana güveniyorum..."

 

"Güvenmiyorsun Hava! Sen bana hiç güvenmedin!"

 

Kapattığım gözlerim o sert ve direktif içeren sözleriyle anında açıldı. Ona hayatımda belki de ilk defa, sevgiyle değil de başka bir duygu ile bakmıştım.

 

Korkuyla.

 

Bu hali, bu halimiz... beni oldukça korkutuyordu.

 

"Ne demek güvenmedim Aflaz, sen bunu bana nasıl söylersin?"

 

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı, nefesi nefesime karıştı.

 

"Sen bulduğun her fırsatta bunu söylüyorsun ama Hava..."

 

"Ne?" dedim şaşkınca, "Ne diyorsun Aflaz?"

 

"Hava... sen aylardır bana neler söylediğini biliyor musun?" dedi sertçe, "Ben sana bekleyeceğim dedikçe sen gelip de bana annen sürekli beni sıkıştırıyor dedin. Ben ne dedim sana, bırak takma demedim mi? Senin durumunu anlamaya çalıştıkça, ikinizin arasında kalma düşüncesi bile beni çileden çıkartırken ben bunu ikinizin de sayesinde yaşıyorum lan yaşıyorum."

 

Gözümden bir damla yaş süzüldü, o kadar çok sıkmıştım ki kendimi şimdiye kadar... akmaması bile mucizeydi benim için.

 

"Aflaz..."

 

"Hava'm... nefesim, yeter Allah için yeter. Ben tükendim görmüyor musun? Bir yanımda anam var, beni doğuran, büyüten kadın var..." dedi sıkıntıyla, "Bir yanımda da kalbimin ve aklımın sahibi var. Bana ait olan kadınım var ama yok Hava... sen yoksun. Sen benim yanımda hiç olmadın ki."

 

Gözlerim dolu dolu bir şekilde ona baktım.

 

"Aflaz..."

 

"Ağlama... ağlama nefesim." Dedi beni kolları arasına çekerken, "Ağlaman için söylemiyorum bunları, anlaman için söylüyorum ama sen her defasında bu konuyu bir şekilde kapatmayı başarıyorsun."

 

Boğazım düğümlendi, konuşamadım.

 

Tek kelime bile edemedim, ona cevap veremedim.

 

Sadece ağladım, onun gövdesinde dakikalarca...

 

"Bu konuyu kapattıkça hep aynı şeyler oluyor Hava, hep gün yüzüne çıkıyor ve inan bana senden daha çok benim canımı sıkıyor."

 

"Aflaz..." dedim iç çekerken, "Ben... ben senin üstüne çok mu geliyorum?"

 

Eli hızla yüzümü kavrayıp, yüzlerimizi birbirine yakınlaştırdı. Dudakları, büyük bir hayranlıkla dudaklarımın üstünde oyalandı ve beklemedi. Aylardır onsuz kalan, kurumuş dudaklarımı dudaklarıyla birleştirdi.

 

O kadar naif, o kadar derin bir öpüştü ki... sarsıldım. Ona aşık olan benliğim, kendisini anında teslim etti.

 

Alt dudağımı çekiştirdi önce, ardından vakit kaybetmeden üst dudağımı emdi. Uzunca tüketti dudaklarımı.

 

Dakikalarca.

 

Eli belimi kavradığında şaşkınlıkla dudaklarımı araladım, kucağına doğru kaydığımda dili, ağzımın içerisine bir yılan gibi süzülmüştü.

 

O kadar sıkı tutuyordu ki beni, sanki kaçacak ondan başka yerim varmış gibi...

 

Bir eli belimi kavrarken, diğer eli de saçlarımın arasındaydı.

 

Yanıyordum.

 

Yanıyorduk.

 

O kadar çok özlemiştim... o kadar çok acı çekmiştim ki, bir öpücüğüne eriyecek kıvama gelmiştim bile.

 

Nefes nefese kaldığımızda, geriye doğru çekildi. Alınlarımızı birleştirip bir süre sesli bir şekilde soluklandı.

 

"Sen nasıl anlamazsın hala?" dedi boğuk bir tonda, "Benim sana nasıl sevdalı olduğumu, bir öpücüğünde bile bütün bedenimin seni deli gibi arzuladığını..." kulağıma doğru ilerledi dudakları, tam omuzuma... beni benden alan yere bıraktı dudaklarını.

 

Uzunca bastırdı.

 

"Hala nasıl kuşku duyarsın benim sana olan sevdamdan?"

 

Bir öpücük daha.

 

Dudaklarımı ısırdım, inlememek için kendimi çok zor tutuyordum.

 

"Beni bu hale nasıl getirebiliyorsun Hava?" dedi saçlarımı sağ omuzuma yerleştirirken, "Beni nasıl hem delirtip hem de kokunla sakinleştirebiliyorsun?"

 

"Aflaz..." dedim kısık ve yoğun bir tonda, "Ben... ben özür dilerim. Öyle söyleyip seni kızdırmak hatta üzmek istemezdim."

 

"Dileme Nefes'im, benden özür dileme."

 

Rahat bir nefes aldım, sonunda.

 

Başımı boynuna gömüp öyle sessizce kaldım. Yarım saat evvel olanları düşündüm... Safiye hanımın dediklerini, sevdiğim adamın bana söylediklerini...

 

Yaşadıklarımızı.

 

Yaşayacaklarımızı...

 

"Hadi nefesim, kalk da kahvaltı yapalım."

 

Başımı kaldırıp o kara gözlerine kenetlendim,

 

"Aflaz..." dedim mırıltılarla, "Seni çok seviyorum, bunu unutma olur mu?"

 

Gülümsedi,

 

"Unutmam mümkün mü nefesim?" dedi yanağıma öpücük kondururken, "Seni, sevgini unutmam için soluğumu kesmeleri gerekiyor... o da ancak ölümle olabilir bunu da sen asla unutma."

 

*

 

Akşam evde tam anlamıyla kıyamet kopmuştu.

 

Babamdan önce ablamları bize çağırmış önce onlarla konuşmuştum ve ablam salonun ortasında dakikalardır sinirden yürüyordu.

 

"Ne saçmalıyorsun sen Hava?" dedi tersçe, "Ne demek evlenin artık diye hala baskı yapıyor? Anlayışsız mı bu kadın!"

 

Sessizce ablama bakındım, onun ardında berjerde oturan Nevzat ağabeyime kaydı bakışlarım.

 

Donuk ve sessizdi.

 

"Nevzat, Allah için bir şey söyler misin? Babama açarsak konuyu, tamam der bilmiyor musun..."

 

"Ne diyeyim şimdi ben?" dedi önce ablama ardından bana bakarken, "Bahsettiğiniz kişi Aflaz ve Safiye teyze. Onun nasıl kuralcı ve geri kafalı bir kadın olduğunu bilmiyormuş gibi konuşuyorsunuz saatlerdir. Boşuna geriliyorsun Belgin'im. Gel otur, konuşur bir yolunu buluruz."

 

Ablam sinirle ayağını yere vurdu ve eniştemin yanına oturdu.

 

"Senin bu rahatlığın bir gün canımı alacak o olacak en sonunda Nevzat!"

 

Gülmemek için kendimi zor tutuyordum, bakışlarım eniştemle kesiştiğinde onunda aynı şekilde olduğunu gördüm.

 

"Hayatım, ben yanlış bir şey söylemedim. Bırak kararı onlar versinler, bu ne sana ne de Safiye teyzeye düşmez. Biliyorsun, Aflaz kardeşin söz konusu olduğunda hiç paylaşımcı olmuyor ve inan bana bugün olanları Hava ona anlattıysa, şuan evlerinde kıyamet kopuyordur."

 

"O kadının Aflaz'ı dikkate alacağını zannetmiyorum."

 

Başımı sallayıp kendimce onun dediğini onayladım.

 

"Bende öyle düşünüyorum..." dedim ikisine bakarken, "Bugün bana bir de şikayet mi ediyorsun dedi..."

 

Ablam şaşkınlıkla bana bakakaldı.

 

"Tövbe yarabbim tövbe! Yaşlı başlı kadının işi gücü yok kalkıştığı işlere bak ya..."

 

"Korkar." Dedi tek kelimeyle Nevzat ağabeyim, "Safiye teyze bu hayatta en çok oğlunu kaybetmekten korkar. Onun bu hayatta iki evladı var, ikisi için de bütün yolları dener."

 

"Valla onu bunu bilmem, bu kadın bir kere daha benim kız kardeşime aynı şeyleri söylerse ben farklı dilde konuşacağım haberin olsun Nevzat! Sonra bana gidip de neden hamile halinle kavga ediyorsun deme..."

 

*

 

Bir hafta sonra

 

Aynıydı.

 

Değişen tek bir şey bile olmamıştı aksine; daha da kötüye gidiyordu aramızdaki bu ilişki.

 

Rutinlerimiz gitmişti, buluşmalarımız bile aksamaya başlamıştı... ben işten çok geç çıkıyordum o ise bazen sabahlıyordu.

 

Tek görüşebildiğimiz zamanlar, dükkanın önünde çay içmek oluyordu.

 

Şimdi ise... onların köyden akrabaları gelmişti ve onlarla beraberlerdi. Aflaz onlara İstanbul'u gezdirecekti.

 

Bitkince bakışlarımı sokağa doğru çevirdim, Neriman'ın bana doğru ilerlediğini gördüm. Dükkana girerek kapıyı kapattı.

 

"Ablan yok mu?" dedi etrafına bakınırken, kaşlarımı havalandırıp onu cevapladım.

 

"Yok, burada değil. Gelmeyecek demiştim zaten... neden öyle dedin ki? Biliyorsun zaten?"

 

Bakışlarını kaçırdı yüzümden.

 

"Bir şey mi oldu Neriman?"

 

"Yavrum hemen celallenme..." dedi ve sıkıntıyla soludu, "Ben aslında sana bir şey getirdim ve çok önemli bir şey diyeceğim ama tereddütteyim. Kızacaksın diye korkuyorum açıkçası."

 

"Ne getirdin Neriman?" dedim merakla, "Hem neden kızayım? Bunun ablamla ne alakası var?"

 

Bakışlarını önce yüzüme ardından da bedenime doğru çevirdi. Hiçbir şey anlamıyordum.

 

"En iyisi sana bunu direkt söylemek..." dedi yüzüme kuşkuyla bakarken, "Safiye teyze, köyden birini getirmiş Aflaz'a ayarlamak için. Aileler anlaşırsa, onunla evlendirecekmiş..."

 

Gözlerim irileşti.

 

"Ne?" dedim şokla, "Ne saçma sapan bir şey bu? Biz nişanlıyız Neriman!"

 

"Biliyorum... herkes biliyor fakat kızın tarafı bilmiyormuş. Bugün konuştum ben Kenanla falan, Cevher söylemiş. Aflaz'ın bile haberi yokmuş olan bitenden." Dedi gözlerime bakarken, "Ne yapacağımı şaşırdım bende, milletten duyacağına benden duy istedim."

 

Bütün bedenim donmuştu.

 

Kal gelmişti.

 

Hareket dahi edemiyordum.

 

"Saçmalıyorsun... öyle değil mi?" dedim kalbim teklerken, "Ya bu nasıl olabilir?"

 

"Hava... kuzum otur bir, daha önemli bir şey var."

 

Ayağa ne zaman kalkmıştım bilmiyordum fakat sinirden titremeye başlamıştım.

 

"Neriman bundan daha ne önemli olabilir Allah için baksana!" dedim sinirle, titreyen bedenimi kontrol edemiyordum.

 

"Benim Aflaz ile konuşmam lazım..." dediğimde cebinden bir çubuk çıkarttı ve bana uzattı.

 

Kaşlarım havalandı.

 

"Bu ne?" dedim sesim titrerken, duyduklarım o kadar fazla gelmişti ki bana... kaldıramıyordum artık.

 

Bu kadın daha ne kadar saçmalayabilirdi.

 

Daha ne yapabilir derken, daha beterini yapıyordu.

 

"Bu hamilelik testi Hava..." dedi gözlerime bakarken, "Geçen gün... ablanla konuşmandan sonra bir şüphelendim. Adet görmedim dedin ee geçen gün de bayıldındı evde... bende hamile olabileceğinden şüphelendim ve en iyi seçenek bunu yapıp öğrenmek diye düşündüm."

 

Hamilelik testi.

 

Geçen gün bayıldın.

 

Adet görmedin.

 

İrileşen gözlerimle karşımdaki Neriman'a doğru bakındım.

 

İliğim kemiğim çekilmişti, donmuştum.

 

Ben... ben.

 

Biz korunmamıştık.

 

Kaç ay geçmişti?

 

"Hadi bunu yap da gel Hava..."

 

Beynimde dönüp duruyordu.

 

Dakikalardır hatta belki de saatlerdir elimde tuttuğum testin sonucuna bakmamak için direniyordum.

 

Bu, olmamalıydı.

 

Bu, olamazdı.

 

Ben bunu hiç hesaba katmamıştım. Tek düşündüğüm, sevdiğim adamla o özel anları yaşamaktı. İstemediğim hiçbir şey olmasın istemiştim bugüne dek ama yanılmışım.

 

Şu an fark ediyordum korktuğumu.

 

Asıl şimdi gün yüzüne çıkıyordu benim korkularım.

 

Eğer, Neriman'ın dediği doğruysa ben hamileydim.

 

Gözlerimi yumdum sımsıkı, ihtimali bile benim boğazıma düğümler diziyordu. Yanıyordum düşündükçe, işin içinden çıkamıyordum.

 

Çok zorlanıyordum.

 

"Hadi kuzum aç bak bakayım artık şuna kurban olayım Hava..."

 

Bakışlarımı korkarak arkadaşıma doğru çevirdim, konuşamıyordum.

 

"Hava, hadi annem... hadi korkma aç bakalım öğrenelim gerçeği."

 

Hacer.

 

Adı gibiydi işte ikisi de.

 

Bir Neriman vardı hayatımda, bir de Hacer. Başkası yoktu. İkisinin de kucağında çocuk, birinin de karnında vardı.

 

Ya benim?

 

Bu olabilir miydi?

 

"Korkuyorum ben..." dedim ikisine de bakarken, "Çok korkuyorum."

 

"Neyden korkuyorsun kızım?" dedi Hacer sinirle, "Derdi veren Allah dermanını da verir elbet."

 

İç geçirdim.

 

"Ya hamileysem Hacer? O zaman ne olacak?"

 

"O zaman oturup o çocuğun babasıyla konuşursun tabi hamileysen, artık bak şuna kurban olayım Hava ya."

 

"Doğru söylüyor..." dedi Neriman gözlerime bakarken, "Bakmadan öğrenemeyiz ama bana kalırsa hamilesin sen Hava'm."

 

Sımsıkı yumdum gözlerimi.

 

Elimde tuttuğum testi ikisine doğru çevirdim.

 

İki ihtimal vardı.

 

Ya hamileydim.

 

Ya da değildim.

 

Bunu ben değil, onlar öğrenecekti.

 

"Hava..." dedi Neriman ılımlı bir tonda, "Aç gözlerini artık."

 

Ayağa kalkıp omuzumu kavrayan Hacer gülümsüyordu,

 

"Korkma arkadaşım, biz her zaman yanındayız senin..."

 

Onlara doğru doğrulmuş olduğum çubuktaki çizgilere bakındım boş boş.

 

Bir çizgi; hamile olmadığımı gösteriyordu ama iki çizgi. Benim asla hesaplamadığımı gösteriyordu.

 

Hamile olduğumu gösteriyordu.

 

"Bu..." dedim titrerken, "Bu olamaz!"

 

"Hava'm... sakin ol, bak ben şimdi gideceğim ve Kenan'a Aflaz'a ulaşmasını söyleyeceğim o da yanına gelecek ve siz oturup konuşacaksınız tamam mı?"

 

"Hee, doğru söylüyor Neriman..." dedi Hacer ikisine doğru bakarken, "Korkma bir şey olmaz hem nişanlısınız bugüne bugün, evliliği erkene çekersiniz kimse anlamadan da biter gider bu mesele de..."

 

Biter gider bu mesele de.

 

Evliliği erkene çekersiniz.

 

Korkma.

 

Nişanlısınız siz.

 

Herkesin diline düşecektim.

 

Herkes beni konuşacaktı.

 

Sanki... sanki Safiye hanım konuşmuyor gibi, dahası da konuşacaktı. En kötüsü de, annemin senesi çıkmadan ben, bizim evimize düğün nasıl sokacaktım.

 

Ben, babamın yüzüne nasıl bakacaktım?

 

"Korkma Hava... korkma bak bana..." diyen Neriman'ın yüzüne kaldırdım bakışlarımı, "Belgin hamile değil miydi evlendiğinde, bak şimdi bir sorunları yok. Bizden başka kimsenin de haberi yoktu bu konudan, korkun buysa eğer istersen ablanla da konuşuruz..."

 

"Hayır!" dedim dehşete kapılmış bir şekilde, "Ablam... ablam olmaz!"

 

"Neden?" dedi Neriman kaşlarını çatmış bir vaziyete, "Neden olmaz? Seni en iyi ablan anlar kuzum bilmiyor musun bunu?"

 

"Olmaz... ablamın başında bir sürü dert varken bir de benimle uğraştıramam onu..."

 

"Ne derdi Hava, Allah için kızım o senin ablan. Tabi ilgilenecek seninle, hem sevinir Belgin. Korkun bundan yanaysa eğer..."

 

Başımı iki yana salladım.

 

"Hayır..."

 

"O zaman korkun niye?" dedi Hacer yüzüme bakarak, "Neyden korkuyorsun kuzum sen?"

 

"Aflaz... ya kızarsa?"

 

Söylemiştim.

 

Aklımdan geçeni hızla ikisine doğru söylemiştim. Çünkü biz bu konuyu hiç konuşmamıştık. Tamam biz evlenmek istiyorduk ama çocuk... çocuk bambaşkaydı. Ben bir çocuğun sorumluluğunu nasıl alacaktım ki?

 

Nasıl olacaktı hem...

 

"Kızmak mı?" dedi Hacer tersçe, "Niye kızacakmış pardon da konuşturma beni. O boku yerken de hesapladınız mı bu çocuğu siz? Hesaplamadınız, olan oldu Hava."

 

Yutkunamadım.

 

Boğazıma yumru oturdu her bir sözünde.

 

O boku yerken de hesapladınız mı bu çocuğu siz?

 

Doğru... hesaplamamıştık.

 

Hem de hiç hesaplamamıştık.

 

"Neriman..." dedim gözlerine bakarken, "Yalvarırım Aflaz'ı bulun bana..."

 

*

 

Saatlerdir dükkan da duruyordum.

 

Onu bekliyordum.

 

Gelmesini.

 

Bu konuyu konuşmayı, bir yol bulmayı istiyordum ama o yolu bulamıyordum. Aralanan kapıyla beraber bakışlarımı oraya doğru çevirdim.

 

Gelmişti.

 

Öyle nefes nefeseydi ki, buraya gelirken korktuğunu düşünüyordum.

 

"Hava'm?" dedi yanıma gelirken, "İyi misin? Ne oldu?"

 

Gözlerine baktım korkarak.

 

Kızacaktı.

 

Çok kızacaktı hem de.

 

Eli yüzümü kavradı, geçen günlerin ardından onsuzluğumu tekrar sildi attı bir anda bedenimden ve ruhumdan.

 

"Nefesim, söyle bana ne oldu?"

 

"Aflaz..."

 

Elimde sımsıkı tuttuğum çubuğu sıkmaktan canım acıyordu.

 

"Söyle Hava'm, ne oldu? Neriman geldi apar topar bizimkilerin yanına. Şaşırdım kaldım, Kenan ilk ona bir şey oldu sandı ama direkt bana senin yanında gelmemi söyledi."

 

"Geldin..." dedim gözlerine bakarken, "Ben..."

 

"Söyle Nefesim, ne oldu? Neden bu haldesin, korkutuyorsun beni..."

 

"Aflaz, günlerdir neredeydin?" dedim gözlerine bakarken, "Neden hiç gelmedin?"

 

"Biliyorsun akrabalar geldi köyden, onlarla ilgilenmekten anca..."

 

Gözlerime sorgularcasına bakıyordu.

 

"O kızla da ilgilendin mi?" dedim gözlerine bakarken,

 

"Ne kızı?"

 

"Aflaz... gerçekten bilmiyor musun? Yoksa bilmiyormuş gibi mi davranıyorsun?"

 

Sinirle soludu,

 

"Hava'm, açık olur musun? Hiçbir şey anlamıyorum ben."

 

"Annen... Safiye teyze, herkese o sizde olan aileden kızı istediğini söylemiş. Ailenin de verdiğini..."

 

Söylemiştim.

 

Aklımı kurcalayan ilk şeyi ona söylemeyi başarmıştım.

 

"Ne?" dedi şaşkın bir tonda, "Ne dedin sen?"

 

"Aflaz..."

 

"Hava... yavrum sen ne dediğinin farkında mısın? Kim söyledi sana bunu, nereden duydun bunu?"

 

"Herkes bunu konuşuyor Aflaz... ne yapayım. Günlerdir yoksun, soramıyorum..."

 

Sinirle soludu,

 

"Sen bu yüzden mi çağırdın beni?"

 

Kalakaldım.

 

Bu ne demekti?

 

"Hayır..." dedim buruk bir tonda, "Hem bu da ne demek Aflaz?"

 

"Bana güvenin bu kadar mı senin Hava?"

 

Sesindeki ciddiyet ile bütün bedenim titredi.

 

Ona inanmadığımı düşünüyordu.

 

"Bu güvenle ilgili değil Aflaz, ortada bir güven varsa bunun temelini senin atman lazım benim değil." Dedim sinirle, "Beni istemeye gelmediler sonuçta!"

 

Sesimi yükseltmiştim artık.

 

Bütün gün duyup, öğrendiğim gerçekler fazla geliyordu bedenime.

 

"Hava!"

 

"Ne Hava? Ne Hava, Aflaz. Ben günlerdir neler çekiyorum sen biliyor musun?"

 

"Hava, kurban olayım bir de sen başlama ne olursun?"

 

Bir de sen başlama.

 

"Bir de ben mi başlamayayım?"

 

"Kurban olayım Hava... günlerdir annemin dırdırı ile uğraşıyorum, bir de sen eklenme üstüne."

 

Ben neler duyuyordum böyle, benim sevdiğim adam bana neler söylüyordu.

 

"Ben senin canını mı sıkıyorum Aflaz?" dedim sesim titrerken, "Bu kadar mı soğudun benden, bizden?"

 

Elini saçlarımın arasına geçirip hafifçe okşadı.

 

Önceden yapmış olsa, bütün bedenim titrerdi bir hareketine ama yok. Şimdi, şimdi sadece hissettiğim kocaman bir boşluktu.

 

"Soğumak mı? Sen bunları nereden çıkarıyorsun Hava'm?"

 

Gözlerim doldu anında,

 

"Aflaz..." dedim dilimin ucuna gelen gerçekle, bakışları karardı anında.

 

"Söyle Nefes'im, söyle ömrüm. Ne seni bu hale getirip kafanı kurcalayan, bak ben buradayım. Yanındayım senin."

 

"Yanımda mısın sahiden?"

 

"Yanındayım... ne zaman istedin de yanında olmadım senin?"

 

Gözümden yaşlar süzülmeye başladı.

 

"Korkuyorum ben..." dedim kalbim teklerken, "Hayatımda hiç korkmadığım kadar korkuyorum hem de."

 

"Neyden?" dedi daha yumuşak bir tonda, "Neyden korkuyorsun?"

 

"Aflaz..." dedim hıçkırırken, "Ben... ben hamileyim."

 

Söylemiştim.

 

Dakikalardır içimi kemiren, beni içten içe yiyen o gerçeği sonunda ona dökebilmiştim.

 

"Ne?" dedi şaşkın bir şekilde, "Neyim dedin Hava'm?"

 

Gözlerimi, gözlerine kenetledim.

 

O kara gözleri... parıldıyordu.

 

Benim aksime, o gülüyordu.

 

"Neyim dedin Hava'm? Bir daha söyle?"

 

"Aflaz... ben hamileyim."

 

Güldü.

 

Kahkahalarla güldü hem de.

 

Dakikalarca.

 

Beni gövdesine çekerek, güldü.

 

Benim aksime, o kadar çok sevinmişti ki... bir an kendimden utanmıştım.

 

"Allah'ım şükürler olsun!" dedi saçıma öpücük kondururken, "Kaç gün bunun için dua ettim sen biliyor musun?"

 

Kalakaldım.

 

"Ne?" dedim şaşırarak, "Ne için dua ettin?"

 

"Hamile kalmış olman için..."

 

Tekrar öptü saçımı.

 

"Tek gece, tek bir gün bile geçirmiş olsak bile ihtimali vardı. Yok değildi ve ben o ihtimale tutundum Hava'm."

 

Dondum.

 

"Sen..." dedim gözlerine kırgınca bakarken, "Bunu bana nasıl söylemezsin?"

 

"Gerek mi vardı yârim? Bak ikimizden bir parça var şimdi karnında, benim mavim anne olacak... benim Hava'm birken iki olacak."

 

"Aflaz..." dedim korkuyla.

 

Söyledikleri...

 

Çok korkunçtu.

 

Bana söylememişti.

 

Fikrimi almamıştı... ve ben hayatımda ilk defa plansız hareket etmenin sonucunu bir bebekle almıştım.

 

Bebek.

 

Benim bir bebeğim olacaktı.

 

Ben... anne olacaktım.

 

"Söyle Nefes'im, söyle..." dedi saçımı arkaya doğru tararken, "Artık beklememize gerek yok, bu ay sonu evlenelim artık."

 

Hıçkırdım.

 

Saatlerdir kendimi tutmanın bedelini, onun gövdesinde ağlayarak bıraktım.

 

"Şş, ağlama... ağlama sakın."

 

"Korkuyorum..." dedim ağlarken, "Çok korkuyorum farkında değil misin?"

 

"Ağlama, lütfen... nasıl sevindim farkında değil misin?"

 

İki eliyle yüzümü kavrayıp dudağıma yumuşak bir öpücük kondurdu,

 

"Hep hayalini kurduğum şey olacak, sen ben ve oğlumuz. Bunun bir mucize olduğunun farkında değil misin sen Hava'm?"

 

Hıçkırdım.

 

"Aflaz... nasıl olacak? Annen... annen sana kız istemiş Aflaz!"

 

İrkildi.

 

"Benim bir tek karım var Nefes'im, o da sensin. Ben bir tek kadını, gidip anne babasından istedim o gene sensin Nefes'im."

 

"Ama..."

 

"Şşş, aması falan yok. Geçtik o fasılları biz Hava, biz birbirimize bir söz verdik. Biz seninle yüzük taktık..." elini kaldırıp bana gösterdi, "Bak bana bunu taktıran tek kadın sensin, karnında çocuğumuzu taşıyan da sensin."

 

"Ne olacak şimdi?"

 

"Evleneceğiz Hava'm... hem de en kısa sürede evleneceğiz, sen benim evime; benim yuvama geleceksin sonsuza kadar."

 

Gözlerimi yumdum.

 

Sımsıkı yumdum hem de.

 

Bir daha açılmasını istememek üzere.

 

*

 

AFLAZ ABDULLAH

 

Yalanlar.

 

Bazı insanlar, hayatlarında yalanlarla yaşardı. Yalanları, kendilerine kalkan edinirlerdi.

 

O insanlardan biri bendim.

 

Yalan söylemek, benim için çocuk oyuncağıydı.

 

Defalarca yaptığım gibi, onun için herkese yalan söyledim.

 

Şimdi olduğu gibi.

 

Hatta; tek farkla.

 

Bu sefer, ben onu kaybetmemek için; ona yalan söyledim.

 

Öyle bir sevgiydi ki bendeki, kimse anlayamazdı beni. Onu benden başka biri de sevemezdi, o benden başka birine haramdı.

 

Benden başka birine asla helal olamazdı.

 

Buna asla izin vermezdim.

 

O gün.

 

Ona doyasıya dokunduğum, ona karıştığım o gün.

 

Tek bir dileğim vardı, onun rahmine düşmesini arzuladığım bebek.

 

Olmuştu.

 

Sonunda, istediğim olmuştu.

 

Çünkü biliyordum, bu bebek olmasaydı ben Hava'ya asla kavuşamazdım. Annemin baskıları, çevrenin lafları bile Hava'yı etkilemiyordu.

 

Onu ancak bir bebek bana getirebilirdi.

 

Bir bebek onu bana bağımlı kılabilirdi.

 

Ondan önce... duymaması gereken şeyleri kimden duyduğunu öğrenecek ve cezasını verecektim.

 

Vermek zorundaydım.

 

Onun benden gitmemesi için, bunu yapmak zorundaydım.

 

Ben bu hikayedeki iyi adam değildim, asla da olmayacaktım ama... ben bu hikayenin en seveniydim ve öyle de kalacaktım.

 

Aklıma tek bir isim geliyordu, o da Nevzat itinin kardeşi Murat.

 

Ondan başkası, benim biriyle nişanlandığımı kalkıp da Hava'ya söyleyemezdi.

 

Bunu fırsat bilip de anlatmazdı.

 

Eline bir koz geçmişti ve bunu sonuna kadar kullanacaktı.

 

Biliyordum.

 

Ufak adımlarla eve doğru ilerledim, kapıyı açacağım dakika aralandığını gördüm. Daha sonra, sevgili nişanlımı.

 

Hatta... daha da acısı, karımı.

 

Kimsenin bilmediği, yıllardır sakladığım karımı.

 

"Hoş geldin." Dedi gülümserken, onun aksine ben mutlu değildim.

 

Tek mutlu olabildiğim insanın da bunu öğrenmesine asla izin vermezdim.

 

"Annem nerede?" dedim sinirle, "Siz ne zaman dışarı çıktınız bugün?"

 

Bakışlarını yere indirdi,

 

"Bugün birkaç komşunuz geldi... öyle oturduk hep birlikte, Safiye anne de içeride..."

 

Adımlarımı salona doğru ilerlettim ve annemi gördüm.

 

Elimi kolumu bağlayan, hayatımı mahveden kadını.

 

"Oğlum, nerede kaldın?" dedi ayağa kalkarken, "Kalk sende çay koy, paşam acıkmıştır..."

 

"Ana bir gelsene dışarı, konuşacaklarımız var seninle."

 

Sessizlik oluştu salonda.

 

"Hayırdır damat?" sesine döndüm usulca, sinirle soludum.

 

"Önemli bir şey yok." Dedim tersçe, "Geliriz birazdan evde eksik gedik var mı öğreneyim, alıp geleceğim."

 

Anlayışla başını salladı.

 

Önden ben, peşimden anam bahçenin iç kısmına doğru ilerledik.

 

"Hayrolsun paşam, neye dellendin gene?"

 

Donuk bir şekilde yüzüne baktım,

 

"Bugün ne yaptınız ana?" dedim sinirle, "Ne yaptınız da Hava bizim akrabalar geldiğini düşünürken, bana kız istediğini öğrendi?"

 

Şaşırdı önce.

 

Bilirdim ben bu bakışları.

 

Bana bunu yutturamazdı.

 

"Valla bir şey etmedik oğul, öyle mahalleden karılar geldi oturduk..." dedi çekinerek, "Kimden duymuş, sana mı yetiştirdi hemen?"

 

Sinirle kolunu kavradım,

 

"Ben sana ne dedim ana?" dedim sert bir şekilde, "Neden dediklerimi yapmak yerine benim inadıma hareket edersin sen?"

 

Korkuyla baktı bana.

 

"Oğlum vallahi billahi demedim ben bir şey, zaten Perihan'ın karın olduğunu bilmez zaar..."

 

Sinirle başımı yukarı kaldırdım,

 

"Bilmeyecek de zaten ana, ben Hava ile evlenene kadar kimse bir halt bilmeyecek."

 

"Ne evliliği oğlum görmez misin sen kıza kaç defa dedim evlenin diye... nuh diyor peygamber demiyor."

 

Gülümsedim.

 

"Evlenecek ana, hem de en yakın zamanda evlenecek..."

 

"Ne dersin sen oğlum yoksa kıza dedin mi böyle böyle diye?"

 

"Hayır demedim, demeyeceğim de anne. Hava benim sevdiğim kadın, o kadın benim nefesim ana. Aha habu içeride olan da bana anca cehennem olur. Getirdiniz zorla kıydırdınız nikahı, karın bu dediniz eyvallah dedim ama benim gözüm Havadan başkasını ne gördü ne istedi bilmez misin sen?"

 

"Oğlum... yapma etme bak biri öğrenirse ne diyeceksin? Bırak kızı da yoluna gitsin o da, iki ağlar durur he oğlum?"

 

Karardı bakışlarım sözleriyle.

 

Zehir zemberek sözleri.

 

Hep böyleydi.

 

Benim böyle olma sebebimdi bu kadın.

 

Bana yalanlar öğretmişti söylemem için bende o yalanları sürdürmüştüm senelerdir.

 

"Ne ağlaması ana ne durması, Hava'nın yanına değil bir erkek sinek dişi bile yanaşamaz. Benim olan benimdir ana, sen bunun ne demek olduğunu bilmez misin?"

 

"Oğlum içerideki de karındır, sen bunun ne zaman farkına varacaksın? Ne diyeceksin Hava'ya ben evliyim, iki karım mı var diyeceksin."

 

"Demeyeceğim ana şu içeridekini bir an evvel köye yolla, benden habersiz de buralara kadar gelmesinler bir daha, anladın mı beni?" dedim sertçe, "Bir daha benim sözümden çıkarsa o çok sevdiği baba evine yollarım onu haberi olsun."

 

"Tamam oğlum... buna da tamam, sen ne istersen öyle olacak..."

 

Sonunda.

 

Sonunda yola geliyordu hepsi.

 

Hepsi birer birer benim ne istediğimi öğrenecekti.

 

Hava da öğrenecekti.

 

Benim onsuz olamayacağımı, onu da bensiz bırakmayacağımı kavrayacaktı yakında.

 

"Hazırlığını tez yap, bu eve gelinini getireceğim ana." Dedim gülümserken, "Torununla beraber hem de."

 

Şaşırdı.

 

Hissettim.

 

İliklerime kadar şaşırdığını hissettim hem de.

 

"Gebe mi kız?" dedi sorgularcasına bakarken, "Gebe mi bıraktın kızı Aflaz?"

 

Gülümsedim.

 

"Evet." Dedim buz gibi bir tonda, "Bile isteye."

 

Ağzı aralandı, kalakaldı öyle.

 

"Ne yaptın sen oğlum, ya biri duyarsa?"

 

"Duyarsa duysunlar ana o kız benim nişanlım, o kız benim karım."

 

Her bir sözüm anneme bıçak darbesi gibi iniyordu, farkındaydım. Asla Hava'yı istemiyordu. Ben nasıl o içeride duran kadını; Perihan'ı istemiyorsam annem de öyle Hava'yı istemiyordu.

 

Ama işler öyle değildi.

 

Bu evin tek bir gelini vardı o da en geç bu ay sonu yuvama gelecekti.

 

Bir yolunu bulacak, içeridekini tamamen hayatımdan hiç girmemiş gibi çıkaracaktım.

 

"Ne malum?" dedi gözlerime bakarken, "Ne malum senden olduğu o çocuğun!"

 

Sabrım ve sonu.

 

Bu kadardı işte, bundan ötesi de gerisi de yoktu.

 

Annem dahi olsa, ben benim sevdiğim kadına laf ettirmezdim.

 

"Haddini bil ana, ona göre konuş."

 

"Yalan mı Aflaz, ne malum oğlum senden olduğu o çocuğun? Sonuçta o ablasının kayınbiraderi de girip çıkıyor o eve, kalıyor da... ee? İstiyor da kızı, ne malum oğlum senden olduğu o çocuğun?"

 

"Sus artık ana, sus."

 

İçeri doğru giden kadının ardından kafamda susmayan tilkiler konuşmaya başladı hızla.

 

Yalan mı Aflaz, yalandı. Benimdi o çocuk. Benden başkasının da olamazdı.

 

Ne malum oğlum senden olduğu o çocuğun, bendendi. Emindim, çok emindim hem de. O kadar gözü kördü ki Hava'nın, benden başkasına asla bakmamıştı.

 

Benim ondan başkasına bakmadığım gibi. O da bakamamıştı.

 

Sonuçta o ablasının kayınbiraderi de girip çıkıyor o eve, kalıyor da. Murat. Benim can düşmanım, benim sevdiğim kadını benim gibi seven, ona benim gibi bakan adamdı.

 

Sevdiğim kadının ablasının, sevdiği adamın erkek kardeşiydi.

 

Kaç defa uyarsam da, bildiğini okumaya devam ediyordu.

 

İstiyor da kızı. İsteyemezdi. Öyle bir dünya yoktu, Hava'nın tek bir yolu vardı o da bendim. Benden başkasına o yol asla çıkamazdı.

 

Murat dahi olsa engellerdim ki annemin dediğinin olamayacağına adım kadar emindim.

 

Murat, askerdeydi.

 

Ve o çocuk benim son inancımdı.

 

O çocuk benim Hava'ya kavuşmak için son umudumdu.

 

Son dalımdı.

 

Oğlum.

 

Ondan ve benden olacak; annesinin saf ve temiz kalbini alıp onunla büyüyecekti.

 

Kardeşlerine ağabey olacak ve babasını, annesine bağımlı edecekti.

 

*

 

Ne kadar bu bahçede durdum, bilmiyordum.

 

Dakikalar öyle hızlı birbirini kovalamıştı ki, sıkıntıyla cebimdeki sigaraya uzandım tekrar ve bitmiş olduğunu fark ettim.

 

Dayanır mıydı ki bu kadar düşünceye, sıkıntıya?

 

Dayanmazdı.

 

Dayanamamıştı...

 

Yavaş adımlarla bahçe kapısından eve girip kapıyı kilitledi, herkes yatmıştı. Kimi salonda, kimi de anasının odasındaydı.

 

Odanın kapısını aralayıp içeri ilerledi Aflaz, buraya girmek onun için hiç bu kadar zor olmamıştı son zamanlarda.

 

Nefret ettiği kadın buraya gelmişti.

 

Karısı.

 

Sevdiği kadını, kendine eş yapmaya engel olan karısı.

 

"Hoş geldin..."

 

Karanlıkta gözükmeyen, incecik bir ses duydu. Sonra, gözü alıştı karanlığa onu gördü.

 

En olmaması gereken yerde olan karısını, Perihan'ı.

 

"Hoş gördüm."

 

Sert ve buz gibi sesiyle karşısında olduğunu düşündüğü kadına doğru konuştu.

 

"Su ısıtayım mı, yıkanırsın. Yorulmuşsundur tüm gün..."

 

Şimdi ikisi de karşı karşıyaydı.

 

Aflaz, yılda üç bilemedin dört defa gördüğü karısını karşısında hissediyordu şimdi.

 

Perihan ise çocukluktan beri sevdiği adamı tam anlamıyla hissediyordu sonunda.

 

"Gerek yok, yat sen. Bahçeye çıkacağım ben."

 

İçi burkuldu Perihan'ın, o hiç böyle hayal etmemişti.

 

"Neyin var Aflaz?" dedi elini hep koymak istediği gövdeye bırakırken, "Neden böyle soğuksun bana?"

 

İrkildi Aflaz, değil bu kadının ona dokunmasını...

 

Kendisi ona dokunduğunda bile hiçbir şey hissetmiyordu.

 

Her şey onun zoruyla olmamış mıydı?

 

Bir de neyin var diye nasıl sorabiliyordu ona?

 

"Bir de soruyor musun?"

 

Elleri hareketlendi Perihan'ın, gövdesinden omuzuna doğru çıktı.

 

"Soruyorum... sen benim kocamsın Aflaz, ben senin karınım ama daha bir aile olamadık... beni daha yanına alamadın, neden? Düzen mi kuramadın, olsun ben seninle burada aç da kalırım... hiç sorun değil."

 

Sıkıntıyla soludu Aflaz, her bir kelimesi tenine iğne değmişçesine batıyordu.

 

Canını acıtıyordu.

 

Hatta işin kötü tarafı, kadının sözleri değil; bulunduğu bu çıkmaz durum canını yakıyordu. O böyle hayal etmemişti.

 

O bu durumu kabul ederken, sonunda karısına aşık olabileceğini düşünmüştü ama hayat işte, yanıltmıştı onu.

 

Buraya geldiğinde, amcasının yanına... kendi evlerinde kalmaya başlamıştı bir süre. İki bilemedin üç sene sonra gelmişti Hava buraya, ona.

 

Onun yuvasına gelmişti.

 

O gözleri gördükten sonra, ne evliliğini düşünmüştü ki Aflaz.

 

Düşünmemişti.

 

Hem de hiç düşünmemişti.

 

Önceleri sıklıkla uğradığı köyüne, yılda üç veya annesinin zoruyla dört defa uğramaya başlamıştı. O da elalem laf yapmasın diyeydi.

 

Kendisi şehirde düzen kurunca, karısını yanına alacaktı.

 

Herkes böyle biliyordu.

 

Bilmeye de devam edecekti.

 

Böyle olması gerekiyordu, Hava'nın onun eşi olması gerekiyordu, bu odada... bu yatakta sadece Hava'nın olmasını istiyordu. Çünkü bu lanet olasıca kalbi bir ona yanıyordu, bir ona atıyordu.

 

"Ne kocası?" dedi Aflaz sertçe, "Sen hala anlayamadın mı, biz evli falan değiliz."

 

Eli yüzüne doğru çıktı kadının, bu Aflaz'ı delirtmek içi yetmiş ve artmıştı bile.

 

"Evliyiz Aflaz... kaç sene oldu saymayı bıraktım, ben sizin eve gelin geldim. Nasıl unutursun?"

 

Gözlerini yumdu sinirle Aflaz,

 

"Sana o gün de dedim ben, bu evlilik hiçbir zaman tahmin ettiğin gibi sonuçlanmayacak."

 

Kadının yüzünde duran elinin üzerine yerleştirdiği elini çekmek için üstüne koydu, Perihan tam o anda parmaklarının ucuna yükselip yıllardır beklediği adamın dudaklarına, kendi dudaklarını bastırdı.

 

Onu özlemişti.

 

Onsuz kaldığı bütün günlerde, beraber oldukları zamanı düşünmüştü.

 

Sabretmişti.

 

Ama... Aflaz için durumlar aynı değildi.

 

Teni, kemiklerine batıyordu. Sevdiği kadından başka birinin ona dokunuyor olması bile delirmesi için yeterli bir sebep gibi geliyordu ona.

 

Üstündeki ceketi çıkarttı ufacık eller, ardından tekrar omuzuna kondu.

 

Kendisini geri çektiğinde sinirle kadına bakmaya başladı.

 

"Bir daha bunu yapma."

 

"Neden?" dedi Perihan büyük bir merakla, "Neden itiyorsun beni? Neden istemiyorsun... ben bilmeden yanlış bir şey mi yaptım Aflaz?"

 

Bütün bedeni gerildi.

 

"Varlığın zarar bana Perihan."

 

Gülümsedi Perihan, yıllar geçse de onun dudaklarından kendi ismini duymayı o kadar çok seviyordu ki... bunu tekrar duyabilmek onu çok mutlu etmişti.

 

"Bırak da bütün gerginliğini alayım, olmaz mı Aflaz?"

 

Sinirle gözlerini yumdu Aflaz, karanlık odada bakışlarını gezdirdi. Bu lanet olasıca ceketi neredeydi.

 

Ne zaman çıkartmıştı bu kadın onu, anlamamıştı.

 

Tek düşündüğü Hava'yı istediğiydi. Onun için çıldırdığıydı... hele ikisinden bir parçanın onun rahminde oluşmaya başladığını öğrendiği gün burada karısıyla durup sevişecek değildi.

 

Teni, Hava'ya açtı.

 

Kalbi, bedeni, ruhu... hepsi Hava'sını istiyordu.

 

"Alamazsın." dedi buz gibi bir tonda, "Benim gerginliğimi de sinirimi de bu hayatta tek bir kadın alabilir Perihan, o da sen değilsin."

 

Gözleri doldu anında Perihan'ın, düşündüğü şey olamazdı.

 

Olmasındı.

 

O orada, köyde... onu beklerken Aflaz burada başka bir kadına mı aşık olmuştu?

 

Ne demişti arkadaşları?

 

"Sen böyle burada pencerelerde bekle o adam sana gelir zannet..."

 

"Çoktan başkasını bulmuştur, bilmez misin sen Aflaz ağabeyi? Pehlivan gibi adam. Buraya gelecek üç dört defa, sonra seni alacak şehre gidecek he mi? Güldürme Perihan, o adam sana bakmayacağını çok açık belli etti..."

 

Kulakları uğulduyordu.

 

Bütün köyden arkadaşlarının sözleri bir bir kadının kulağında çınlıyordu.

 

"Aşık mı oldun?" dedi Perihan gözünden yaş süzülürken, "Ben orada seni beklerken, sen burada yosmanın birine aşık mı oldun?"

 

Sıkıca kolunu kavradı Aflaz, kadının.

 

Sinirle soludu.

 

"Yosma?" dedi sinirle, "Kelimelerini düzgün seç Perihan, benim canımı sıkma. Zıvanadan çıkarsam o baban olacak gavat asla alamaz elimden seni."

 

"Nasıl..." dedi gözünde biriken yaşlarla Perihan, "Gerçekten aşık mı oldun?"

 

"Oldum lan oldum, bunu mu duymak istiyorsun?"

 

Sımsıkı gözlerini yumdu Perihan, duymak istedikleri bu değildi. Asla değildi... o buraya gelirken bunu hayal etmemişti ki.

 

O, Aflaz onu görünce tekrar onu ister. Onun gibi ona dokunmak için can atar zannetmişti.

 

"Benden daha mı güzel?" dedi çaresizce Perihan, tek düşündüğü buydu.

 

Güzeldi çünkü.

 

Çok güzeldi.

 

Zaten bu güzelliği başına bela olmamış mıydı?

 

Onun gibi güzelin yanına ancak Aflaz yakışırdı... herkes böyle söylememiş miydi? Onun o küçücük aklını doldurup da Aflaz'a eş yapmamışlar mıydı?

 

"Ne yapacaksın Perihan, ne yapabilirsin söylesene bana bir?"

 

Sesi git gide yükseliyordu Aflaz'ın, biliyordu. Kendisini tanıyordu, eğer karşısındaki kadın biraz daha devam ederse çok kötü derecede kavga edeceklerdi.

 

"Bende bulamadığın ama onda ne bulduğunu merak ediyorum!" dedi Perihan yüksek bir sesle, "Ben yıllarca seni bekledim, bana gelmeni bekledim bu muydu karşılığı Aflaz?"

 

Güldü Aflaz, hissiz bir şekilde.

 

"Beklemeseydin Perihan, ben sana beni bekle dedim mi?" dedi,

 

Sesi o kadar katı, o kadar buz gibiydi ki Perihan irkildi onun bu ses tonuna.

 

"Demedin..." dedi yıkılmışlıkla, "Sen bana hiçbir şey demedin ki Aflaz..."

 

Bir adım attı Aflaz,

 

"Yanlış..." dedi, kısıkça.

 

"Ben sana çok şey söyledim ama senin kafan almadı bunu Perihan..."

 

Sessizce onayladı onu Perihan, diyecek bir kelime bulamıyordu.

 

Dünyası başına yıkılmış gibi hissediyordu.

 

"Olsun..." dedi Perihan umutla, "Ben burada kalayım, olmaz mı Aflaz?"

 

Kalbi beklentiyle çarpıyordu, tek düşündüğü... istediği, Aflaz'ın yanında olmaktı. Artık ondan ayrı kalmak istemiyordu. Ondan ayrı kaldığı için olmamış mıydı zaten bütün bunlar?

 

Onunla gelmeliydi...

 

Bütün bunlar o zaman olmazdı, Aflaz'ın kalbi de aklı da ondan başkasına kaymazdı... onun hatasıydı ve bu hatasını telafi edecekti.

 

"Ne saçmalıyorsun sen Perihan?"

 

"Burada kalayım Aflaz... yolla babamları gitsinler, ben evde Safiye anneye yardım ederim... seni beklerim, hem vakit de geçirmiş olurum olmaz mı?"

 

Sinirle gözlerini yumdu Aflaz,

 

"Perihan..." dedi sakinleşemeye çalışan bir tınıda, "Sen iyi misin?"

 

Gözleriyle kadını tarıyordu şimdi.

 

Yıllar sonra belki de ilk defa karısına bakıyordu adam akıllı.

 

"İyiyim Aflaz..." dedi gülümsemeye çalışırken, "Daha da iyi olacağım, sen bana he de... burada kalmama müsaade et daha iyi olacağım."

 

"Perihan..." dedi sesini yükseltirken Aflaz, "Ben başkasını seviyorum kızım, anlamıyor musun?"

 

Gözlerini yumdu Perihan, kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu... çok canı acıyordu ama olsundu.

 

Geçecekti.

 

Burada, onunla kalacaktı ve her şeyi unutturacaktı ona.

 

"An-lıyorum..."

 

"Bok anlıyorsun Perihan, onu nasıl sevdiğimi biliyor musun?"

 

Sinirle soludu Aflaz,

 

"Bilmiyorsun!" dedi sinirle, "Hiçbiriniz bilmiyorsunuz... ne anam, ne sen. Benim için dünya varsa yoksa o... ondan ibaret. O gülünce dünyam aydınlanıyor, o ağlayınca karabulutlar etrafımı sarıyor."

 

Gözünden akan yaşları artık kontrol etmeyi bıraktı Perihan.

 

"O kadar çok mu seviyorsun?"

 

"Çok seviyorum Perihan, canımdan öte seviyorum... canıma katarcasına seviyorum. Anla beni yalvarırım. Bu işi bozsan bozsan anca sen bozarsın... yapamıyoruz de, anlaşamıyoruz de... söyle babana boz bu işi."

 

Bir umut kadına adımladı Aflaz,

 

"Hayatımda ilk defa senden bir şey istiyorum Perihan... boz bu işi, ne kendini ne beni daha fazla yakma."

 

"Bozmak..." dedi Perihan sessizce, "Aflaz... ben yapamam ki!"

 

"Nasıl yapamazsın?" dedi tersçe Aflaz, "Perihan... gerekirse yalvarırım sana... ne istersen yaparım, ne dersen yaparım boz şu işi."

 

Hıçkırdı Perihan, içi gidiyordu.

 

Kaldıramıyordu.

 

O hiç böyle hayal etmemişti... böyle olacağını düşünmemişti.

 

"O kadar çok mu seviyorsun..."

 

Gene sormuştu, gene aynı şeyi sormuştu ona.

 

Daha nasıl anlatacaktı ki Aflaz ona bunu? Canından öte seviyordu Hava'sını. Şimdi onun yanına gitmek için deliriyordu.

 

Burada, bu odada onunla kalmıştı.

 

Kaçamıyordu.

 

"Tarifi yok bunun Perihan..."

 

"Benden geçecek kadar seviyorsun onu..." dedi ağlamamak için direnirken, "Ben seni senelerce bekledim Aflaz, karşılığı bu mu olacaktı?"

 

"Ben sana söyledim Perihan... her Allah'ın günü söyledim. Söylemedim mi?"

 

"Söyledin..."

 

Başını iki yana salladı Aflaz, bugün bu işi çözecekti.

 

"Söyledim Perihan, bu evlilik zannettiğin gibi mutlu sonlanmayacak dedim. Sen ne dedin bana? Olsun dedin... sen ne istersen öyle olsun dedin, yeter ki evlenelim dedin..."

 

"Doğru dedim..."

 

Bir adım daha yaklaştı kadına Aflaz,

 

"Benden beklentiye giren sendin Perihan, beni her gün bekleyen, eve gelmemi iple çeken de sendin. Ben sana ümit vermedim, ben sana hiç o gözle bakmadım."

 

Dolu dolu gözlerle baktı tekrar Aflaz'a Perihan.

 

"Ben... ben senin karınım Aflaz... bunu değiştiremeyiz ki!"

 

Sinirle doldu içi Aflaz'ın, bunu onun yüzüne vuracağını biliyordu.

 

"Değiştiremeyiz, evet. Bazı şeyler için çok geç kaldım Perihan. Anla beni, ben onu gördükten sonra yaşamak ne anladım... bizim evliliğimiz sadece ihtimaller üzerineydi."

 

"İhtimaller üzerine olan evliliğinden olan karına dokundun ama!" dedi canının acısıyla bağırırken Perihan, "Defalarca dokundun bana... bana özel hissettirdin."

 

Başını yukarı kaldırıp sabır çekti Aflaz.

 

"Bunu da sen istedin, ben değil. Ben sana söyledim, bunu da söyledim."

 

"Sadece... sadece yatakta mı karın oldum ben senin?"

 

Sabır çekti Aflaz, anlattıkça daha kötü yerlere gidiyordu. Bu işi, Perihan'ı kırmadan kapatması gerekiyordu.

 

Ve bunun için her yolu deneyecekti.

 

"Ben sana, seninle evli olduğum sürede ne zaman ihanet ettim Perihan?"

 

Bakışlarını kaldırdı Perihan, kara gözlerinin içerisine baktı uzun uzun.

 

"Bu ihanet değil de nedir Aflaz?"

 

"Sana söyledim!" dedi hırsla Aflaz, "Ben buraya geldikten sonra oldu her şey dedim! Bunu da bilerek gelmedin mi şimdi buralara kadar sen?"

 

Kadının kolunu kavrayıp, yüzlerini yaklaştırdı Aflaz.

 

"Sen adına ne dersen de... ister ihanet de ister aldattı beni de. O kafana hangisi girerse girsin umurumda bile değil Perihan."

 

"Ben bunu hak etmedim ki Aflaz..."

 

Elini kaldırıp kirli sakalların üzerine bıraktı,

 

"Ben böyle hayal etmemiştim..."

 

"Ne hayal etmiştin?" dedi Aflaz tersçe,

 

"Benim seni seveceğimi ve mutlu mesut o köy de yaşayacağımızı falan mı zannetmiştin."

 

"Bunlar... bütün bunlar ondan dolayı dimi..." dedi hıçkırırken,

 

"Ben bebeğimizi düşürdüm diye benden soğudun, ondan sonra buralara geldin zaten... ama olur ki! Gene olur Aflaz..."

 

Gözlerini sımsıkı yumdu Aflaz.

 

Allah biliyordu da ona evlat vermemişti işte, çünkü hiçbir zaman sevmeyecekti o çocuğu. Günlerce, hatta aylarca bunu düşünmemiş miydi.

 

Bir insan, evladı öldü diye nasıl rahatlardı ki?

 

O rahatlamıştı.

 

Üzerinden yük kalkmış gibi rahatlamıştı hem de.

 

"Bunun onunla bir alakası yok... hiçbir ilgisi de yok."

 

"Ne ile ilgisi var Aflaz? Ben buradayım, karınım senin..." eli yanağını okşadı uzunca, "Yıllarca seni bekledim, uzaktan uzağa seni sevdim... sonra da sana vardım o köy yerinde... daha sonra karın oldum, en sonunda da hayal bile edemeyeceğim gerçek olmuştu... bebeğimiz olmuştu, ben senin çocuğunu doğuracaktım."

 

Hıçkırdı Perihan,

 

"Ama... ama olmadı işte, doğuramadım... Sonra sende buralara kadar geldin, ikimiz de çok küçüktük Aflaz..."

 

"Sen küçüktün Perihan, ben değildim... bak biliyorum kolay değil, anlaması da... yaşaması da hiçbiri kolay değil ama olan bu. Ben yapamıyorum Perihan, ben o olmadan nefes dahi alamıyorum."

 

Nefesi kesildi Perihan'ın, canını hiçbir şey bu kadar yakmamıştı bugüne kadar.

 

Bu sözleri duyana kadar...

 

"Bende yapamıyorum Aflaz... sen olmadan, kızımız olmadan yapamıyorum..."

 

Kızı.

 

Evladının cinsiyetini bile şimdi öğreniyordu Aflaz.

 

Ne acıydı... ama hissedemiyordu işte. Tek düşündüğü, istediği Hava idi. Ondan olacak oğlu veya kızı idi.

 

"Yapacaksın Perihan... yapmak zorundasın, bana bunu borçlusun."

 

Parmakları dudağının üzerinde oyalandı.

 

"Sende bana borçlusun o zaman Aflaz..." dedi bakışları donuklaşırken, "Bana bir bebek borçlusun, bana bir sevda borçlusun..."

 

Kolunu sinirle kadının beline dolayıp, sertçe bedenlerini yaklaştırdı Aflaz.

 

"Ben sana hiçbir şey borçlu değilim Perihan."

 

"O kadına ne verdiysen bana veremediğin her şey için borçlusun Aflaz!"

 

Dudağının üzerine doğru nefesini bıraktı Perihan, onu o kadar seviyordu ki... onun başka birini sevmesi umurunda bile değildi.

 

O, onun kocasıydı.

 

O aradan çekilmedikçe, o kadına varamazdı.

 

Evlenemez, başkasına ait olamazdı.

 

"Değilim Perihan."

 

Aflaz konuştukça, Perihan'ın dudakları üzerinde nefesi hissediliyordu ve bu bile, kadının kendisini ona teslim etmesi için yeterliydi.

 

Acıyı veren Aflaz'dı, dermanı da Aflaz verecekti ona.

 

Bir defa daha şansını denedi, dudaklarını; sevdiği adamın dudaklarının üzerine bıraktı. Yıllar geçmiş olsa da... onun dokunuşlarına büyük özlem duyuyordu.

 

Tekrar onu istiyordu.

 

Nasıl istemesindi? O onun, kocasıydı.

 

Kim ne diyebilirdi...

 

Yavaşça, usul usul öptü adamın dudaklarını. Hafif bir kıpırdanma hissedene kadar bırakmadı... ama Aflaz, hiç hareket dahi etmiyordu.

 

Ta ki, nefes almak için dudaklarını aralayana kadar.

 

İşte şimdi işler değişmişti, Perihan ellerini omuzlarına çıkartıp yavaşça okşamaya başlamıştı. Onu o kadar çok özlemişti ki, ne yaptığını ve bunun sonuçlarını hiç düşünmüyordu.

 

Belindeki elin parmakları da usulca hareket etmeye başlamıştı.

 

Yıllar sonra...

 

Duyduğu sözlerden sonra, onu tekrar hissedebiliyordu.

 

Hissedecekti.

 

Burada kalacaktı.

 

Her yolu deneyecekti, onu bundan sonra bırakmayacaktı.

 

Saçlarının arasında bir el hissetti, kalbi yandı o anda. Aflaz, ona o günlerdeki gibi dokunuyordu. Kalbinde açan çiçeklerden haberdar mıydı bu adam?

 

Değildi ama öğrenecekti.

 

O ne derse sessizce dediğini yapacak, burada onunla kalacaktı.

 

Gerekirse...

 

Gerekeceğini düşünmediği şeyleri hesabına katmayacaktı.

 

İçine çekercesine öptü adamı. O kadar uzun bir öpücüktü ki, kendisini geriye doğru çektiğinde dudaklarının acısını hissetti.

 

Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.

 

Gözlerini aralayıp onun o hayran olduğu kara gözlerine baktı.

 

"Beni öptün..." dedi gülümserken, "Beni yaraladın, beni öptün..."

 

Sinirle soludu Aflaz, tek düşündüğü başka bir kadınken o burada bu kadına dokunmak zorundaydı... şimdi çıkıp onun yanına gitmek istiyordu bütün kalbi, ruhu, bedeni ama yapamıyordu.

 

Gecenin bir yarısı Hava'yı evden asla çıkartamazdı.

 

"Yanlış..." dedi Aflaz buz gibi bir sesle, "Beni sen öptün."

 

"Sende karşılık verdin..." dedi Perihan, parmağını adamın dudaklarına götürürken, "Eskisi gibi..."

 

"Yani?" dedi Aflaz soğukça, "Buna bu kadar takılma Perihan, bir şey hissettiremiyorsun bana."

 

Gözlerini yumdu sıkıca kadın.

 

"Bırak hissettireyim... sende hisset, bende hissedeyim. Sen benim kocamsın Aflaz..."

 

Adam'ı gövdesinden yatağa doğru itekleyip, ani bir hareketle üzerine doğru çıktı.

 

Şimdi Aflaz, altta kollarını başının altına bırakmış. Üstünde olan kadına duygusuzca bakıyordu. Gram bir şey hissetmiyordu.

 

"Öyleyim, yakın bir zamanda da hiçbir şeyin olacağım."

 

Yüzlerini yaklaştırdı Perihan,

 

"Ben buna izin verecek bir kadın mıyım Aflaz?" dedi sakince, "Ben seni bırakacağım, buna inandın öyle mi?"

 

"Er yada geç Perihan, bu olacak..."

 

Adamın dudağına ufak bir öpücük kondurdu Perihan, kendisini ona bastırıp derin bir nefes aldı. Çok özlemişti onu... o kadar çok özlemişti ki.

 

Bunu ona nasıl anlatsa... nasıl yapsa bilemiyordu.

 

"Ne istersem demiştin..." dedi Perihan yüzlerini sabitlerken, gözünü onun gözünden ayırmazken.

 

"Ayrılmamız için... babamı ikna etmem için, ne istersem yapabileceğimi söylemiştin."

 

İşte şimdi Aflaz'ın dikkatini çekmişti.

 

Şimdi anladığı dilden konuşmaya başlamıştı Perihan.

 

"Evet..." dedi büyük bir istekle, "Ne istersen Perihan."

 

Eli saçlarına ulaştı, usulca okşadı adamın hafif uzamış tutamlarını.

 

"Buradan gidene kadar... ben babamı ikna edene kadar, sen bana o kıza nasıl hissettirdiysen aynısını hissettireceksin..."

 

Kaşları çatıldı Aflaz'ın.

 

Ne saçmalıyordu bu kadın?

 

"Ne saçmalıyorsun sen Perihan?"

 

"Bana ona baktığın gibi bakmanı, ona dokunduğun gibi dokunmanı istiyorum..."

 

Gözlerini yumdu sımsıkı... ona dokumuş olma ihtimali bile onu delirtiyordu.

 

"Dokundun mu ona Aflaz?"

 

Sabır çekti Aflaz, bu böyle olmayacaktı.

 

"Bunu seninle mi konuşacağım? Saçmalama Perihan, kendine gel... böyle bir şey asla olmayacak. Kalk üzerimden, çıkacağım... siz gidene kadar da buraya uğramayacağım."

 

"Hayır!" dedi Perihan gür bir sesle, Aflaz'ın çatık kaşlarına bakmaya başladı, "Bana ne istersem yapacağını söyledin! Al sana seçenek, al sana istek Aflaz... benimle, ona dokunduğun gibi sevişmeni istiyorum!"

 

"Saçmalıyorsun artık Perihan!"

 

"Bana hissettiremeyip o kadına nasıl böyle duygular hissettirirsin, ben seni severken bana bunu nasıl yapabilirsin!"

 

"Sen artık sağlıklı düşünemiyorsun!"

 

Yerinden doğrulmaya çalışırken, Perihan bütün kuvvetini kullanıp adamı olduğu yere mıh gibi çivilemişti.

 

"Sayende..." dedi sessizce, "Sayende kocacığım..."

 

Elini hırsla kadının saçlarının arasına daldırdı, sertçe kavrayıp yüzlerini sabitledi.

 

"Ne istediğinin farkında mısın sen Perihan?" dedi sinirle, "Bana diyorsun ki, başka bir kadını hayal ederek benimle seviş!"

 

Güldü Perihan acı acı...

 

"Evet!" dedi hırsla, "Öyle istiyorum."

 

"Lan ben ona dokunmaya kıyamıyorum, onun hayaliyle bile sevişmeye kıyamıyorum bir de onu hayal edip seninle mi sevişeceğim?"

 

"Öyle yapacaksın Aflaz..."

 

Son defa dedi Perihan kendisine, son defa o öpmeye doyamadığı dudaklara bıraktı kendini. Elini, önündeki gövdeyi sıkı sıkıya sarmış gömleğe uzatıp düğmelerini çözdü.

 

Sonra kendi bluzunu...

 

Eşit.

 

Böyle olacaktı, Aflaz ona istediğini verecekti. O onun canını yakmıştı, canının acısını da yakan geçirecekti.

 

Aflaz, onu bırakacağını düşünsün... Perihan onu asla bırakmayacaktı.

 

Dakikalar birbirini kovaladı, Aflaz anca kavradı olanı biteni. O, Perihan'ı değil...Hava'yı istiyordu. Ona karışmak, onunla dolmak istiyordu.

 

İstediği bu değildi.

 

Elini kadının beline atıp hızla yer değiştirdiler. Şimdi Perihan altta, Aflaz ise onun tam arkasındaydı.

 

"Bunu istiyorsun?" dedi hissiz bir tonda, "Seninle duygusuz bir şekilde sevişmemi istiyorsun?"

 

Başını geriye doğru çevirdi Perihan, usulca onayladı onu.

 

"Evet... bunu istiyorum."

 

Gözlerinin içerisine hiç bu kadar uzun bakmamıştı Aflaz, bu bile ona göre bir işaretti...

 

"Dizlerinin üzerinde dur, sakın kımıldama."

 

Erkeksi sesini duydu yıllar sonra Perihan, sonra onun direktifini uygulamak için söylediği şekilde ayarladı bedenini.

 

"Kaldır eteğini, belinde topla. Sakın arkana dönme."

 

Sinirden bütün bedeni alev atıyordu Aflaz'ın, yapamıyordu.

 

O bu bedeni değil, Hava'yı istiyordu.

 

Ama... başka bir yolu da yoktu.

 

Perihan öyle demişti, ona dokunduğun gibi dokun bende babamı ikna edeyim başka seçeneği yoktu. Perihan'ın bir an evvel buradan gitmesi gerekiyordu.

 

Pantolonunu indirip yatağın tam ortasında bekleyen kadına doğru ilerledi.

 

Erkekliğini eline alıp bir iki defa sıvazlayıp, kendisini bekleyen kadına doğru adımladı. Elini, kadının kalın kalçasına koyup sertçe kendisine doğru çekti.

 

"Sakin ol..." dedi gözlerini kapatırken, "Uzun süredir sevişmiyoruz, canın acıyacak. Yastığı ısır, anladın mı beni Perihan?"

 

Perihan başını hızla sallayıp, yastığı elleriyle kavradı.

 

Tam arkasındaydı... hissediyordu.

 

Daha sonra kadınlığında hissetti Aflaz'ı, usulca ilerledi. Öyle naif, öyle narindi ki... bunu hiç hissedememişti.

 

Ne ilk gecelerinde, ne de buraya gelmeden önce yaşadığı gecelerde.

 

Şimdi ise, tam derinindeydi.

 

"Ah!"

 

"Şşş, canını mı yaktım?"

 

Yumuşak.

 

Yumuşak bir tınıda sormuştu Aflaz... sanki ilgili gibiydi. Boğazına bir yumru oturdu sonra Perihan'ın, o kocasını hiç böyle hissedememişken başka bir kadına en naif halini sunmuştu.

 

"Hayı...r" dedi Perihan, eli yastığı sıkıca kavramış tırnaklarını geçiriyordu. "Devam et..."

 

Aflaz bakışlarını bedenden çekti ve tavana doğru ilerletti.

 

Gözünün önüne gelen mavilerle gülümsemesi genişledi. Farkında olmadan hareketlerine yön verdi, Perihan'ın dediğini yaptığını fark edene kadar bu böyle sürdü.

 

Dakikalar, saate vurdu neredeyse.

 

O maviler silindi.

 

O maviler yok oldu.

 

Kendisini hızla geriye doğru çekti.

 

"Hayır!" dedi Perihan arkasını dönüp, "Lütfen... lütfen devam et."

 

Çenesini kavradı Aflaz,

 

"Sen kendini akıllı mı zannediyorsun?" dedi tıslayarak, "Aklınca içine boşalacağım ve hamile kalmak için sebebin olacak öyle mi?"

 

Gözleri doldu anında kadının.

 

"Ona böyle dokunup bana yıllarca tam tersi davranmanı kavrayamıyorum!"

 

"Onu seviyorum lan çünkü seviyorum."

 

Elini kadının çenesine koyup sertçe kavradı tam o anda Perihan, Aflaz'ın erkekliğini kavradı.

 

"Bana istediğimi yapacağını söyledin!"

 

Elini hareket ettirdi Perihan, Aflaz'ın atan damarına bakarak konuştu.

 

"Yaptım!" dedi boğukça, "Dahasını asla isteyemezsin benden!"

 

"Bu..."

 

"O kadar da uzun değil Perihan hanım..." dedi gözleri dönerken, "Bu beden yalnızca ona itaat eder, yalnızca ona bırakır kendini."

 

Avuçlarında tuttuğu erkekliği sıktı Perihan.

 

"Ya boşanmazsam Aflaz, hiç düşündün mü?"

 

Güldü Aflaz,

 

"O zaman aklının bile hayal edemeyeceği şeyler yaparım Perihan. O kadın, benim evime, benim yuvama gelecek. Ya senle, ya sensiz. Her türlü onu kendime eş yapacağım. Her türlü onu, senden sakladığım cennete sokacağım."

 

Sinirle tırnaklarını geçirdi Perihan, anında çenesi kavrandı.

 

"Şimdi Perihan... asıl gerçekliğimle yüzleştiğine göre, başlattığın işini bitir. Sonra gideceğim."

 

*

 

HAVA ÇELEBİ

 

Saatler birbirini kovalıyordu ve ben bütün kanım çekilmişçesine bakıyordum elimdeki sonuca.

 

Hala kavrayamamıştım... hala anlayamamıştım.

 

Cebime sıkıştırdım ardından ufacık testi, babamı kontrol edip ablamlara doğru yola çıktım. Sessiz sakin sokaklara döndüm ve sonunda onlara ulaştım.

 

En azından ablamla konuşmak bana iyi gelecekti...

 

Belki kızacaktı ama belki de sevinecekti bilmiyordum...

 

Kapıyı tıklattığımda adım seslerini duydum, gülümsedim. Ufak adımlar atıyordu son zamanlarda, hamileliği yüzünden.

 

Aralanan kapının ardından sarı saçlarını görüp gülümsedim.

 

"Hoş geldin ablam!"

 

İçeriye girip kapıyı kapatma sesiyle beraber etrafa bakındım.

 

"Nevzat ağabey yok mu?"

 

Başını olumsuz bir şekilde oynattı,

 

"Hayır... Aflaz bugün erken çıkacakmış o da geç gelirim dedi. İyi ki geldin bende sıkılıyordum..."

 

"Neden aramadın abla?"

 

Omuz silkti,

 

"Çok da önemli değildi..."

 

Sıkıntıyla soludum. Salona doğru ilerleyip kendimi bıraktım, televizyonda dönen Dikenli Yol filmine kaydırdım bakışlarımı.

 

"Hadi hadi söyle..." dedi ablam önüme çayı bırakırken, "Sen böyle daldığına göre, bir şey söylemek için çekiniyorsun."

 

Gözlerinin içine uzunca baktım.

 

"Korkuyorum... kızarsınız diye.

 

"Neden kızayım ablacım?" dedi yanıma gelip elimi tutarken, "Hadi söyle..."

 

Dudaklarımı dişleyip, cebime koyduğum çubuğu ablama uzattım.

 

Şaşkınca bir bana bir de teste baktı bir süre.

 

"Sen..." dedi şokla, bakışları karnıma kaydı.

 

"Sen hamile misin Hava?"

 

Şaşkındı.

 

Nasıl olmasındı...

 

Bunu bakışlarından tut, bütün tepkilerine kadar anlayabiliyordu Hava. O, bugüne kadar ablasına asla yalan söylememişti.

 

Sadece... bu durum onun beklediği bir şey değildi.

 

Ve ne yapacağını bilmiyordu.

 

Hayatı boyunca bu anlarını yaşayacağı zamanları hayal eder dururdu fakat durum böyle değildi. İşler ona göre çıkmaza doğru ilerliyordu.

 

"Kızdın mı..." dedim bakışlarımı gözlerinden kaçırırken, "Doğru söyle bana... seni utandırdım mı?"

 

Utandırmak.

 

Hayatı boyunca bununla itham edilmekten korkmuştu zaten. Şimdi ise, korkularıyla yüz yüze geliyordu.

 

Bu durumu birebir yaşıyordu.

 

Kader sillesiydi ona bunu yaşatan.

 

Asla yaşamak dahi istemeyeceği şeylerle cebelleşiyordu. Hayatın en acımasız vurgununa karşı, ne yapacağını çözmeye, bir yol bulmaya çalışıyordu.

 

"Utandırmak mı?" dedi Belgin şaşkın bir tınıda, "Ablam, ben sadece şaşırdım... senden neden utanayım ben?"

 

Oturduğu yerden aniden kalkıp kardeşinin elini tuttu hızla Belgin.

 

"Bende evlenmeden hamile kaldım... bende sevdiğim adamla birlikte oldum, bunu sana geç de olsa söyledim... bu utanmak değil ki Hava'm, bu çekince."

 

Gözlerim doldu anında, ağlamamak için kendimi çok sıkıyordum fakat olmuyordu.

 

"Ağlama ablacığım... ben buradayım, sadece şaşırdım. Hiç beklemiyordum böyle bir şey söyleyeceğini... hiç düşünmemiştim de." dedi yumuşacık bir tınıda, "Böyle şeyleri konuşmayı sevmem, biliyorsun. İki insanın özeli, onlara aittir... hata bende, sormam gerekiyordu ama soramadım işte."

 

Burukça tebessüm ettim.

 

"Nasıl hissediyorsun?" dedi Belgin büyük bir merakla, "Ben ilk hamile olduğumu öğrendiğimde kalbim ağzımda atmıştı."

 

"Bilmiyorum ki..." dedim heyecanla.

 

Sanırım... ablam sorana kadar fark etmemiştim heyecanlı olduğumu.

 

"Yani doğru düzgün ne hissettiğimi bilemiyorum abla..."

 

"Ayyy! Bendeki de soru sana ya... nasıl bileceksin ki, bende bilmiyordum..."

 

Güldüm.

 

"Eee, Aflaz'a söyledin mi?" dedi büyük bir heyecanla, "Ayy çok sevindim Hava!"

 

Kolunun altına doğru çekti ve hızla sarıldı bana.

 

"Ne güzel birbirleri ile kardeş olacaklar!" dedi heyecanla, "Dur ben Nevzat'ı arayayım ev telefonundan da gelirken Aflaz'ı da alsın..."

 

Gülümsedim.

 

"Olur abla... gelsin!"

 

Dudakları hınzır bir şekilde yukarı doğru kıvrıldı.

 

"Seni zilli!" dedi yanağımı sıkarken, "Yere bakan yürek yakan! Hiç de ablasına bir şey çaktırmıyor!"

 

Yanaklarım yandı anında,

 

"Abla!" dedim hafif sitemle, "Yapma şöyle..."

 

"Ay, utanırmış da..."

 

*

 

Aflaz, evden dışarıya nasıl çıktığını bilmiyordu.

 

Orası ona cehennemi yaşatıyordu.

 

Daha demin yaşadığı gibi... ve bunun günlerce süreceği gerçeği gibi.

 

Ne yapacaktı bilmiyordu, işler tahmininden daha da zorlaşıyordu. Bir yol bulmak zorundaydı... adımlarını dükkana doğru çevirip, Nevzat'ın orada olduğunu gördü.

 

Akrabalar geldi diye kendisi erken çıkıyordu kaç gündür. Nevzat ise onun yerine bir iki saat daha dükkanla ilgileniyordu.

 

"Nevzat!"

 

Gür bir tonda bana dost olan ama aslında can düşmanımın kanına seslendim, ne kadar ona itiraf edemesem de beni dostu olarak gören bu adama ihanet ediyor olmak canımı bir hayli sıkıyordu.

 

Yapamıyordum.

 

Hava'ya benden daha yakın olan herkese kin besliyordum.

 

İçimdeki bu hissiyata son veremiyordum.

 

"Aflaz, hoş geldin kardeşim..."

 

Uzattığı tabureye oturup bakışlarımı yüzüne çıkarttım.

 

"Saat epey geç oldu sen neden hala buradasın Nevzat?" dedim merakla, "Belgin evde tek değil mi?"

 

Gülümsedi,

 

"Hayır, Hava yanında. Bende erken çıkacaktım fakat işler tahmin ettiğim gibi hızla bitmedi. Az sonra kapatırım."

 

Hava.

 

Onlardaydı.

 

Benim canım, benim canlarım; onlardaydı.

 

Bu gece de benimle olacaktı.

 

Cehenneme dönen gecemi, cenneti ile aydınlatacaktı.

 

"Sizde mi kalacak?" diye sordum atıfta bulunarak, başını sallayarak onayladı beni.

 

"Sanırım..." dedi gülerken, "Yani senden fırsat kalırsa kız ablasıyla vakit geçirecek..."

 

Güldüm.

 

"Vakti bulursa geçirir kardeşim."

 

Güldü.

 

"Doğumda kafayı yersin sen o zaman..." dedi Nevzat gülerken, "Malum, Hava sürekli Belgin'in yanında olacak ya..."

 

Boğuk bir kahkaha bıraktım dudaklarımın arasından.

 

"O iş öyle olmaz kardeşim..." dedim göğsüm kabarırken, "Bir iki aya Hava'nın da karnı belli olacak. Hamile haliyle bir de Belgine yardım mı edecek?"

 

Kalakaldı.

 

Suratıma aval aval bakmaya başladı.

 

"Hassiktir." dedi şokla, "Ne dedin ne dedin?"

 

"Hava, hamile kardeşim."

 

Koluma geçirdi hızla, güldüm.

 

"Aslanım benim!" dedi gülerken, "Bekleyemedin mi oğlum bir iki aya düğününüz olurdu zaten..."

 

Kaşım havalandı,

 

"Diyen bekledi sanki..."

 

Ayağa kalkıp dükkanın ışıklarını kapattı.

 

"Hadi hadi... gidelim de evdeki iki güzelle uğraşalım biraz da..."

 

*

 

Kapı sesine ayağa kalktı Hava, Belgin baygınca koltukta uyuklar bir vaziyetteydi.

 

"İki defa çalmasana!" diyerek söylenmeye başladı, açılan kapının ardından eniştesi ve sevdiği adamı gördü.

 

Gülümsedi.

 

"Hoş geldiniz..."

 

"Ne yapayım, Belgin açar diye inadına iki defa çalıyorum..." dedi Nevzat gülümserken, "Nerede benim güzelliğim?"

 

"İçeride, uyukluyor..."

 

"Ben içerideyim, siz de keyfinize bakın..." dedi göz kırpıp ilerlerken, tam ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki belimi bir kol kavradı.

 

"Nefesim..." dedi boynuma dudağını bastırırken, eli karnımın üzerinde hafif hafif okşuyordu. "Dakikaları zor saydım."

 

İç geçirdim.

 

"Aflaz..."

 

"Adım bir senin dudaklarına yakışıyor, bir senin seslenişine eriyorum."

 

Bakışlarımı yüzüne çıkartıp, inceledim.

 

Yorgun gözüküyordu...

 

"Yoruldun mu?" dedim, merakla.

 

"Eğer yorulduysan gidebiliriz... beni eve bırakabilirsin..."

 

"Yorulmadım Nefesim... Nevzat'ın haberi var, benimle gel. Bu gece seninle uyumak istiyorum, bu gece ikinizi de yanımda hissetmek istiyorum."

 

Kalbim tekledi onun bu lafına.

 

"Ablam... o ne derki?"

 

"Bir şey demez Belgin, meraklanma sen... baban sorarsa da idare eder, sen onu az mı idare ettin Hava'm?"

 

Boynuna öpücük kondurdum.

 

Dayanamamıştım.

 

"Tamam, bekle mantomu alayım, geliyorum."

 

Portmantodan mantomu alıp üzerime geçirdim, hala kapı ağzında duran Aflaz'a doğru kaydırdım bakışlarımı.

 

Sabırsız bir şekilde bana bakıyor, beni bekliyordu.

 

Yanına doğru ilerleyip elini sımsıkı tuttum.

 

İçimdeki korku gitgide azalıyordu.

 

Ablam yanımdaydı, arkadaşlarım yanımdaydı ve en önemlisi... sevdiğim adam sevinmişti.

 

Bahçeden çıkıp sokakta ilerledik bir süre. Saat oldukça geç olduğundan, kimse yok gibiydi.

 

"Nereye gidiyoruz Aflaz?"

 

"Evimize gidiyoruz Nefesim."

 

Şaşırdım.

 

"Evimiz mi?" dedim sesim titrerken, "Nasıl yani?"

 

"Seninle benim yaşayacağımız eve gidiyoruz Hava'm... henüz çok yeni, daha bir hafta önce kiraladım. Eşyaları ayarlamaya çalışıyordum, bütün hafta ondan yoktum... yoksa misafirleri gezdirdiğim falan yoktu."

 

Kalbim hızla atmaya başladı.

 

"Aflaz..." dedim sesim titrerken, "Ben... ben özür dilerim. Seni suçladım beni ihmal ettin diye."

 

Elimi kaldırıp avuç içime öpücüğünü kondurdu.

 

"Asıl ben özür dilerim Nefesim, sana böyle hissettirdiğim için... sana bunları yaşattığım için, ben özür dilerim."

 

Tebessümle bakındım yüzüne doğru, o kadar içten özür dilemişti ki...

 

Çok geçmeden bir apartmanın önünde durduk.

 

Şaşkınlıkla kalakaldım.

 

"Apartman?" dedim irileşen gözlerimle, "Gerçekten mi?"

 

"Evet Nefesim, bir apartman dairesi aldım. İkimiz için, üç oda iki banyo, kocaman salon ve iki balkonlu..."

 

Binaya doğru ilerledik beraber. Cebinden çıkarttığı anahtarla dış kapıyı araladı.

 

"Dördüncü katta evimiz, merdivenler dik değil ama gene de sen yavaş çık olur mu Nefesim? İkinize de bir şey olmasın..."

 

Ben önde, Aflaz ise tam arkamdaydı.

 

Usulca çıktık merdivenleri.

 

Bulunduğumuz katta duraksadım.

 

"Hangi daire?"

 

"Soldaki." dedi ve anahtarı bana uzattı. "Sen aç... evimize sen gir ilk."

 

Avuçlarıma bıraktığı anahtar ile beraber adımlarımı sekiz numaralı daireye doğru ilerlettim. Anahtarı çevirip içeriye doğru adımladım.

 

Tam ardımda nefesini hissettim.

 

Kapanan kapıyı.

 

Yanan ışığı.

 

Yanan ışıkla beraber gözlerim evin koridorunda dolandı.

 

Geniş koridor, bütün odalara açılıyordu.

 

"Burası..." dedim kalbim hızla atarken, "Çok büyük Aflaz!"

 

Ardıma dönüp onun bana ışıldayan gözlerle baktığını gördüm, uzanıp hızla dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

 

Anında eli belime ulaşıp, dudakları dudaklarıma karşılık vermeye başladı.

 

Hızla atan kalbimle beraber, ellerimi sakallarına çıkarttım. Usulca okşadım onları, sol elim saçlarına ulaşıp çekiştirdi.

 

Boğuk iniltisi ulaştı kulaklarıma.

 

Alt dudağımı dişlerinin arasına aldı.

 

Çekiştirdi.

 

Eli, mantomun düğmelerine ulaştı sonra. Yavaşça çözdü, üzerimden sıyırıp yere bıraktı. Anında kavradı tekrar belimi.

 

Sımsıkı tuttu.

 

Adımlarını ilerletti geriye doğru.

 

Bense, hayal alemine dalmıştım.

 

Onun bir öpücüğüne kendimi bırakmıştım.

 

Hamile olduğumu öğrendiğim gün, sevdiğim adamla; onun bizim için aldığı evde, onunla olacaktım.

 

Belimi sımsıkı kavrarken, diğer eliyle bir kapıyı açtığını duydum uzaktan.

 

Ardından kısık bir ışık yandı, abajürden.

 

Oda, kırmızı ışığa bulandı.

 

Tıpkı, ikimizin de hissettiği yoğun tuttu gibi.

 

Nefes nefese dudaklarımı çektim beni kor gibi yakan dudaklarından.

 

Sertçe soluklanıyor, dudaklarımın üstüne sıcak nefesini bırakıyordu.

 

Elini tutup, tam kalbimin üzerine getirdim.

 

"Bak... nasıl da atıyor, senin için."

 

Dudakları kıvrıldı yukarı doğru.

 

"Benimki de senin için atıyor Nefesim."

 

Eli, saçımı okşayıp taradı.

 

Üzerimdeki elbiseye ulaştı sonra. Bacaklarımı açığa çıkarana kadar okşamaya devam etti.

 

"Bitiyorum sana..." dedi yanağıma dudağını bastırırken, "Şu yalan dünyada bana cenneti sunan bu kadına bayılıyorum."

 

Dudakları, yanağımdan boynuma doğru indi.

 

Dişleri... dişlerini hissettim tenimde.

 

İnlememi bastıramadım.

 

"Sakın." dedi boğuk bir tonda, "Bütün gece sesini duymak istiyorum... ben günlerdir senin için çıldırıyorum."

 

"Aflaz..."

 

Başını kaldırıp hızla dudaklarımızı birleştirdi. Öyle tutkulu, öyle beni kendimden geçirircesine öpüyordu ki...

 

Kalbimin yerinden çıkacağını zannediyordum.

 

Eli, elbisemin eteklerini kavrayıp hızla üzerimden çıkarttı. İçime sütyen giymediğim için göğüslerim açığa çıkmıştı.

 

Soğukla irkilen göğüslerim ürpermişti.

 

Yani...

 

Ben öyle zannediyordum.

 

Avuçları hızla göğüslerimi buldu, yavaşça kavradı.

 

"Ah!"

 

Eğilip sol göğsümü dudaklarının arasına aldı.

 

"Delireceğim Hava... beni delirteceksin."

 

Dudaklarımı dişlerimin arasına aldım. Bütün bedenim yanıyordu... tıpkı o günkü gibi.

 

"Afl...az."

 

"Adımı inliyorsun... o taptığım dudaklarından benim adım çıkıyor!"

 

Göğsüme yaptığı işkence hala devam ediyordu,

 

"Bunlar benim için dikleştiler... beni istediğin için!"

 

Diğer göğsümü dudaklarının arasına aldı, ona da aynı şekilde ilgi gösterdi.

 

Artık dayanamıyordum.

 

"Aflaz... dayanamıyorum."

 

Bedenini yukarı kaydırıp, gözlerimin içerisine baktı.

 

O kara gözleri, daha da kararmıştı.

 

Elim gömleğine ulaşıp, hızla üzerinden çıkarttım. Ardından da pantolonunu... pantolonundan bile belli olan erkekliğine içim giderek baktım.

 

Çok büyüktü...

 

"Bende dayanamıyorum Nefesim..." dedi kollarımı tek eliyle kavrarken, "Bir an önce, yuvama kavuşmak istiyorum."

 

Boğazıma yumru oturdu.

 

O an anladım, ben ona açtım.

 

Bütün bedenim açtı.

 

Biz o gün sevişmemiştik.

 

Biz o gün birlikte olmuştuk... bugün ise sevişecektik.

 

"Kavuştur bizi..." diye fısıldadım boğukça, "Bekletme beni, seni."

 

Dudaklarımı kavradığında kollarımı tutan eli gevşedi, bir süre sonra da bıraktı. İki büyük avcu, şimdi bacaklarımdaydı.

 

İç çamaşırımı bacaklarımdan çıkardıktan sonra, kadınlığımda onun kalın parmaklarını hissettim.

 

"Sırılsıklamsın Hava..."

 

Parmakları dairesel hareketlerle kadınlığımı okşamaya başladı.

 

"Alev alevsin... benim için."

 

Gözlerimi aralayıp, bulanık bir şekilde gözlerine baktım.

 

"İstiyor musun Nefesim?" dedi boğuk bir tonda, "Söyle bana... istiyor musun beni?"

 

Konuşamıyordum.

 

Halim yoktu... tek istediğim içimdeki bu yangının sönmesiydi.

 

"Aflaz..."

 

"Delireceğim... delirteceksin beni, bir gün aklımı kaçıracağım!" dedi sertçe, parmakları hızlanmaya başladı.

 

Nefesim sıkılaştı.

 

Göğsüm benden ayrı bir şekilde havalandı ve onun dudaklarına doğru süzüldü.

 

"Adımı inliyorsun..." dedi göğsümü dişlerinin arasına alırken, "Bütün bedeninin beni istiyor, beni bekliyor... bende seni bekliyorum Nefesim."

 

"Bekletme... bekletme bizi."

 

Aralık olan bacaklarımdan bedenini hissettim.

 

Daha sonra o büyük erkekliğini, kadınlığımın girişinde hissettim.

 

"Bugün sana doyacağım Hava'm, bugün ikimizi de gün doğana kadar tüketeceğim."

 

Kendimi ona doğru kaydırdım istemsiz olarak ve onunla doldum.

 

İçimdeki dolulukla gözlerim kaymaya başladı anında. O ise, sesli bir şekilde inledi.

 

Defalarca.

 

Dediği gibi.

 

Sabah olana kadar, onunla beraber oldu.

 

İkisini de tüketti.

 

Gün ağardı.

 

Devran döndü.

 

Ama Aflaz'ın unuttuğu, yok saydığı gerçek; gün yüzüne çıkmaya yüz tuttu.

 

*

 

HAVA ÇELEBİ

 

Bedenimde gezinen parmaklar ve omzuma konan öpücüklerle tatlı bir kıpırdanma hissettim.

 

Gülümsedim.

 

"Günaydın Hava'm."

 

"Günaydın Aflaz'ım."

 

Omuzuma, öpmeye doyamadığı yere peş peşe öpücüklerini kondurdu.

 

"Günüm aydı, uyandın diye..."

 

Yatakta ona doğru döndürdüm bedenimi, elimi kaldırıp sakallarına çıkarttım.

 

"Bazen sana söyleyecek tek bir kelime bile bulamıyorum..."

 

Burnumun ucuna öpücük kondurdu.

 

"Hele ben..." dedi boğuk bir tonda,

 

"Sana olan sevgimi kime, nasıl anlatsam bilmiyorum. Sana bakan gözleri kıskanıyorum, bana bakmayıp da başkasına kaydırdığın o mavilerini özlüyorum."

 

İç geçirdim.

 

"Sana da oluyor mu?" dedim gözlerine bakarken,

 

"Ne oluyor mu Nefesim?"

 

"Kalbin yerinden çıkacakmış gibi atıyor mu mesela?"

 

Elini alıp tam kalbimin üzerine bıraktım.

 

"Baksana Aflaz, nasıl atıyor. Sadece senin yanında böyle hissediyorum... sanki tamamlanmış gibi."

 

Saçlarıma öpücüğünü kondurdu.

 

"Oluyor..." dedi nefesini boynuma bırakırken, "Yüreğimi söküyor bu sevda Hava'm. Söktüğü yerden de bir bakışına tekrar yerine koyuyor..."

 

"Ben... ben çok heyecanlıyım Aflaz!"

 

Elimi, avuçlarının arasına alıp hapsetti.

 

"Bende heyecanlıyım Nefesim, o kadar çok istedim ki bu bebeği..."

 

Elini, ellerimden ayırdı yavaşça ve gözlerindeki ışıkla karnıma doğru bıraktı. Usul usul okşadı orayı.

 

"İkimizden bir parça diledim, bu hayatta senin sevginden başka bir şey istedim ve oldu Nefesim..."

 

Elini yumuşakça bastırıp okşamaya devam etti.

 

"Burada... senden ve benden bir parça istedim."

 

"O bizimle..." dedim gözlerine bakarken, "İnanması çok güç... belki hayal bile olabilir ama bizim bir bebeğimiz olacak."

 

Dudakları yukarı doğru kıvrıldı.

 

"Her seferinde sana hayal olmadığını kanıtlayacağım Nefesim."

 

Yanaklarım yanmaya başladı.

 

Dudaklarımı dişledim.

 

Eli karnımın üzerinde dolanırken, dudaklarıma doğru bıraktı nefesini. Daha sonra beklemedi, beni de bekletmedi.

 

Dudaklarımızı birleştirdi.

 

Susuz kalmış gibi öptüm onu.

 

İçime çeker gibi, kendime kattım onu.

 

Sanki bütün gece birbirimizin olmamış gibi, içimde onu hala arzulayan tarafı uyandırdım. Eli yavaşça karnımdan göğüslerime doğru ulaştı.

 

Hafifçe okşadı göğüs uçlarımı.

 

Haz aldım.

 

İliklerime kadar titredim.

 

Bütün bedenim, ruhum onu istiyordu.

 

Kalın parmaklarının arasına aldı göğüslerimi, hırsla sıktı.

 

"Ahh"

 

Dudaklarımızı ayırıp, gözlerine doğru bakındım. İniltim benden habersiz uçup, onun kulaklarına doğru kondu.

 

"Hava..." dedi boğuk tonda, "İstiyor musun beni?"

 

Erkeksi tınısı, bütün bedenimi uyarmaya yetmişti bile.

 

İstiyordum.

 

Her şeyiyle istiyordum hem de.

 

"Aflaz..."

 

Dudaklarıma sert bir öpücük kondurup geri çekildi.

 

"Canını verir bu Aflaz sana... öldürecek bu sevdan beni Hava..."

 

Eli, göğsümü yoğurmaya başladı. Elleri sertçe bedenimde dolaştı. Belimi kavranıp kalçama doğru indi ardından.

 

"Bütün bedenine hayranım..." dedi gözlerinde gördüğüm ışık ile, "Her bir zerrene ayrı ayrı hayranım..."

 

Dudakları boynuma kondu usulca.

 

"Beni deli ediyorsun." dedi yoğun bir tonda, dudakları karnıma doğru kaydı sonra.

 

 

"Yani; senin için deliriyorum..."

 

Eli sağ bacağımı kavrayıp iç geçirdi.

 

"Bütün gece... seninle karışırken bile tek düşündüğüm sendin..."

 

Gözlerimi yumdum sıkı sıkı.

 

Bütün bedenim yanıyordu.

 

"Aç gözlerini..." dedi sertçe, "Benden saklama o mavilerini... mavilerinin her tonunu göster bana..."

 

Sert sesiyle beraber gözlerimi araladım.

 

Eli bacağımı kavrarken hafifçe araladı ve bedenini iki bacağımın arasına bırakıp, bastırdı.

 

İnlememi saklayamadım.

 

"Gözlerine baktığımda eriyorum..." dedi eli bacağımdan, yüzüme doğru çıkarken.

 

"Dudaklarını emesim geliyor."

 

Parmakları dudaklarımın üzerinde oyalandı.

 

Her bir sözü ilmek ilmek içime işliyordu.

 

Onun için yanan bedenimi, yoğun bir hazza ulaştırıyordu. Boğazıma kadar yanıyordum... bütün bedenim, ruhum onu istiyordu.

 

"Dayanamıyorum Nefesim..."

 

İki eliyle kalçamı kavrayıp, kendisini kadınlığımın girişine yasladı.

 

Bedenim beklentiyle titredi.

 

Dudaklarım aralandı ve kısık gözlerle bana bakan adama kaydı bakışlarım. Elleri hızla parmaklarımı kavradı ve erkeksi bir tonda konuşmaya başladı.

 

Onun bu ses tonuna hayranlığım oluşmaya başlamıştı.

 

Kalbimin atışını nasıl arttıracağını çok iyi biliyordu.

 

"Nefesim, arzularını tamamen serbest bırak."

 

Bedenimi ona doğru kaydırdım.

 

"Aflaz..."

 

Usul usul içimde ilerlemeye başladı.

 

Kadınlığım, onun erkekliği ile kasıldı.

 

Yandım.

 

İçime çektiğim her bir solukta, onunla doldum.

 

"Bu Yürek sende tattı şehveti. En derinlerinde hissetti sıcaklığı. Gözlerinin içinde kayboldu gözlerim. O sıcak yüreğini hiç bir zaman esirgeme benden Hava'm."

 

Kendisini geriye doğru çekip, içime sert bir dolduruş sergiledi.

 

Tam anlamıyla onunla doldum.

 

"Senden ayrı kaldığım her dakika... bu gecenin güne dönmesini istedim." dedi kendisini geri çekip aynı hızla içimi doldururken,

 

"Bu sıcaklığına tekrar kavuşabilmek için dakikaları saydım."

 

"Ah!"

 

"Konuş benimle." dedi en derinime doğru kendisini bırakırken, "Nasıl hissettiğini söyle bana... ne yapmamı istediğini."

 

Eli bacaklarımı ayırıp, üstten bakarak konuştu benimle.

 

Ben...

 

Ben ona ne söyleyecektim ki?

 

"Titrememe sebep oluyorsun..."

 

Güldü.

 

"Off, Aflaz!"

 

Dudaklarımı yaladım.

 

"Yalama onları!" dedi parmağını dudaklarımın üzerine bırakırken, "Öpmemi iste... benden başka hiçbir şeyin dudaklarına, bedenine değmesini istemiyorum..."

 

Ellerimi kaldırıp omuzlarına yerleştirdim.

 

"Lütfen..."

 

"Nefesim... ne istiyorsun?"

 

"Daha, daha fa- ah!"

 

Aflaz, kendisini geriye çekip hızla bir dolduruş sergiledi. Hava'nın bütün bedeni titremeye başladı.

 

"Sana bunu ancak ben yapabilirim..." dedi hareketlerinin arasından, "Aklını ben alabilirim, bedenini ben tatmin edebilirim..."

 

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp, hareketlerine hızla devam etti.

 

Bütün bedenim titremeye başladı.

 

"Vücudunun her yerinde kayboldum, kadın sana verecek her şeye sahip değilim, ama sana istediğini veriyorum."

 

Sanki... sanki onun sözleri bütün bedenimde komut etkisi yaratıyordu.

 

 

"Boşal Nefesim, bırak kendini." dedi omzuma gömdüğü başıyla.

 

Onu zar zor duyuyordum.

 

"Gel bana Nefesim."

 

Geldim.

 

Dediği gibi, kendimi bıraktım.

 

Ona karıştım, onunla beraber.

 

Dakikalar birbirini kovaladı, biz sanki son defa birlikte oluyormuşçasına seviştik bütün gün. Bedenim onun dokunuşları ve izleriyle doluydu.

 

Onunla dolup taşmıştım.

 

Kendisini geriye ne zaman çektiğini, benim ne zaman onun göğsünde uzandığımı hatırlamıyordum.

 

Kalbimin gümbürtüsünden hiçbir şey anımsayamıyordum.

 

*

 

Birlikte vakit geçirdiler öğlene kadar.

 

Daha sonra, mahallelerine geri döndüler beraber.

 

Aflaz, Nevzat'ın yanına vardı; işlere yardım etmek için. Hava ise, Hacer'in yanına.

 

Kalabalıktı çünkü bugün mahalleleri.

 

Düğün vardı.

 

Onların dükkan bu kadar doluyken, arkadaşını tek başına bırakmıştı...

 

"Ne yapayım Hacer?" dedi burukça Hava.

 

"Biraz vakit geçirdik... kusuruma bakma."

 

Güldü Hacer, onun ona kızacağını mı düşünmüştü Hava? Yanılıyordu... çok yanılıyordu hem de. O onun can dostuydu.

 

En yakın arkadaşlarından biriydi.

 

Ahiretliğim diyordu ona Hacer.

 

"Kız yok ne kusuru..." dedi gülerken, "Neriman ile hallettik tasalanma sen... fön çekilecek sadece başka da bir şey kalmadı."

 

"Ben çekeyim o zaman."

 

Müşterinin yanına gidip, kadınla ilgilenmeye başladı Hava. Kısa sürede dükkan az da olsa hafiflemişti.

 

Ama yoğundu... çokça yoğundu hem de.

 

Oldukça yoğun bir gün geçiriyordum. Bir yandan Hacer bir yandan ben kadınlara yetişmeye çalışıyorduk. Ne kadar inkar etse de, bütün işi arkadaşına yıkmış olmak beni çok üzüyordu.

 

Dükkandan içeri giren kadına kaydı bakışlarım. Tanıdık değildi, şaşırdım.

 

"Merhaba, hoş geldiniz..." dedim tebessümle, "Buraya oturabilirsiniz, birazdan dükkan rahatlar o zaman alabilirim sizi. Uygunsa tabi size?"

 

Yüzüme dikkatle baktı, gülümsedi ardından.

 

"Elbette..." dedi gülümserken, "Elbette beklerim..."

 

Bakışlarım Hacer ile kesiştiğinde, kaşlarını çatmış olduğunu gördüm.

 

"Ne bakıyorsun öyle kadına Hacer?"

 

"Ne bakacağım..." dedi ters ters bakarken, "Burada hiç görmedim, tanıyamadım ondan bakıyorum."

 

Omuz silktim.

 

"Bende tanımıyorum..."

 

Aynadan kadınla bakışlarımız kesişti.

 

"Anacım sen yeni mi taşındın mahalleye?" dedi Hacer hızla, "Çıkaramadım seni ben de..."

 

Kadın gülümsedi ve onu onayladı.

 

"Kısmetse buraya yerleşeceğim..."

 

Gözleri, gözlerime değdi.

 

"Hayırlı olsun... kimlerdensin sen?"

 

"Abdullahlardanım."

 

Dondum.

 

Bakışlarımı aynadan, arkamda olan kadına çevirdim. Yüzüne yerleştirdiği gülümsemesi ile bakmaya devam ediyordu.

 

"Safiye Abdullah'ın köyden akrabasıyım." dedi gözlerimin içine bakarken, "Kuaför ihtiyacım vardı... o da dedi ki, gelinimin."

 

Durdu.

 

Öksürmeye başladı.

 

Kaşlarım havalandı anında.

 

Bu kimdi?

 

O gelen misafirlerinden birimiydi?

 

"Gelinimin dükkanına git o yardımcı olur dedi..."

 

Gözlerinde bir donukluk gördüm... sesi de titremişti. Sanki burada olmak istemiyor gibiydi.

 

"Kız akrabanmış ya..." dedi Hacer gülerken, bakışlarımı kadından çekip Hacer'e sabitledim.

 

Bu oydu.

 

O kadındı.

 

Aflaz'a istedikleri kadındı ve o kadın benim dükkanıma kadar gelmiş gözlerimin içine bakarak burada yaşayacağını söylüyordu.

 

"Hoş geldin..." dedim bakışlarımı tekrar yüzüne çıkartırken, "Tanışamamıştık... ben Hava, Aflaz'ın nişanlısıyım."

 

Dudakları yukarı doğru kıvrıldı.

 

"Memnun oldum Hava..." dedi bakışlarını çekmeden, tam o sırada dükkanın önüne doğru ilerleyen Aflaz'a kaydı bakışlarım.

 

Donuk.

 

Sert ve sinirli bir bakışla bana bakıyordu.

 

İyi de ben ne yapmıştım?

 

Daha sabah iyiydik... çok iyiydik hem de.

 

"Bende Perihan... Perihan Abdullah."

 

Bakışlarımı kadından Aflaz'a doğru çevirdiğimde, gözleriyle gelmemi işaret etti. Etrafıma bakındım.

 

Nasıl gidecektim şimdi?

 

Burası çok yoğundu!

 

"Git hadi git..." dedi Hacer ima ile, "On dakika idare ederim, çabuk gel ama."

 

Hızla dükkandan çıkıp onların dükkanının yanına doğru ilerledim. Arkaya doğru döndüğümde duvara yaslanmış bir şekilde bana baktığını gördüm.

 

"Aflaz?" dedim merakla, "Ne oldu?"

 

Sıkıntıyla soludu.

 

"Ne dedi o kadın sana?"

 

Kaşlarım çatıldı.

 

"Kim?" dedim dediğini anlamazken.

 

Daha sonra kavradım akrabasından bahsettiğini.

 

"Hıı Perihan mı?"

 

Gözlerimin içine uzunca bakıp, sessiz kaldı.

 

"Evet, ne dedi de öyle duraksadın..."

 

Şaşırdım.

 

"Sen beni mi izliyordun?"

 

Eli yüzümü kavrayıp, diğer elini de belime attı.

 

"Ben her dakika seni izliyorum Nefesim bilmiyor musun?"

 

Burukça gülümsedim.

 

"Aflaz!" dedim koluna vururken, "Ödümü koparttın! Öyle sinirle baktın ki bende bir şey oldu zannettim..."

 

"Bende size bir şey oldu zannettim..."

 

Sesindeki tınının farkında mıydı bu adam?

 

"Sen öyle duraksayınca... o kadın canını sıkacak bir şey söyledi zannettim."

 

Avuçlarımın arasındaki sakallarını okşadım uzunca.

 

"Hayır söylemedi... sen neden böyle söylüyorsun ki?" dedim merakla, "Sonuçta sizin akrabanız..."

 

İç geçirdi.

 

"Nefesim, sen daha düne kadar bu kadını kıskanıyordun..."

 

Sinirle doldu içim anında.

 

"Aflaz!" dedim hızla, "Açma o konuyu!"

 

Gözlerim doldu aklıma gelince bile.

 

Düşüncesi bile korkunçtu.

 

Aflaz'ın onunla evlenecek olma düşüncesi aklımdan geçti saniyeyle ve ben o düşünceyi hızla defettim.

 

"Hava'm, neden böyle yapıyorsun?" dedi yumuşak bir tonda, "Bilmiyor musun seni her dakika düşündüğümü... neden asılsız şeylerle keyfini kaçırıyorsun?"

 

Doğru söylüyordu ama... olmuyordu işte. Kuruntuydu belki ama yapamıyordum. Onun başka biriyle evlenecek olma düşüncesi bile korkunçtu.

 

Çok korkunçtu hem de.

 

"Biliyorum..."

 

"Biliyorsan neden kendine bunu yapıyorsun Hava'm?"

 

İç geçirdim, bilmiyordum.

 

"Nereden anladın?" dedim kısık bir tonda, "Ben bile... bu kadar kafaya taktığımı düşünmüyordum."

 

"Ben senin nefes alışverişinden bile anlıyorum bir derdin olduğunu, o halini gördükten sonra nasıl anlamam?"

 

Parmaklarımın ucuna yükselip, dudaklarımı usulca yanağına bastırdım.

 

"Çok seviyorum seni Aflaz..."

 

"Bende seni çok seviyorum Nefesim, o kadar çok seviyorum ki... bunu sana anlatamam..."

 

Gözleri, bütün yüzümü taradı.

 

"Canını sıkacak bir şey söyledi mi sana?" dedi kuşkuyla, "Sen söylemezsin, içine atarsın. Söyle bana Nefesim, canını sıkacak bir şey söyledi mi?"

 

Gözleri yüzümü tarıyordu.

 

Her bir mimiğimi ezberliyor gibiydi.

 

Bir şey arıyor gibiydi... ama dediği gibi olmamıştı. Sadece ben onun kim olduğunu öğrenmiştim. Bu kadardı...

 

"Hayır... sadece kimlerdensin dedik, tanıdık değildi ya siması ondan sorduk... o da Abdullahlardanım deyince..."

 

Kaşları çatıldı.

 

Dudaklarından küfür döküldü anında.

 

Şaşırdım.

 

"Sikeceğim topunu o olacak..."

 

Hayretle kaşlarım havalandı.

 

"Aflaz!" dedim uyarır tonda, "Çok ayıp..."

 

"Merak etme Nefesim, aklını hiçbir şey kurcalayamayacak... sen yeter ki babanla konuş, ay sonu bilemedin öteki ay başı yapalım düğünümüzü olmaz mı?"

 

Gözlerim doldu anında.

 

Annemin senesi bile çıkmadan ben evlenecek miydim?

 

Nasıl olacaktı...

 

"Şşş, ne oldu?"

 

Korku dolu gözlerle baktı yüzüme. Elleri yanaklarımı kavrayıp, dikkatle izledi beni.

 

"Ne oldu Nefesim?"

 

"İnsanlar hep benim hakkımda konuşacak öyle değil mi?"

 

Alnıma öpücüğünü kondurdu.

 

"Onların boş çenelerini kapatamayız Nefesim." dedi ılımlı bir şekilde, "Biz kendi hayatımıza bakacağız, kendi hayatımızı yaşayacağız anladın mı? Onların ne söyleyeceği bizi ilgilendirmiyor."

 

Anlayışla başımı salladım.

 

Dedikleri doğruydu çünkü, çok doğruydu hem de.

 

"Haklısın..." dedim kendimi toparlamaya çalışırken, "Ama işte... insanın aklını kemiriyor."

 

"Kemirmesi Nefesim, senin aklını hiçbir şey kemirmesin."

 

Alnıma öpücük kondurup geri çekildi.

 

Dudaklarıma doğru eğildi hızla, beklemedi.

 

Sert, sıcacık öpücüğünü kondurup geri çekildi.

 

Kısacık sürmüştü...

 

Nefesini dudaklarımın üzerine bırakırken fısıldadı.

 

"Daha fazla dayanamayacağım, git bir an önce. Bir şey olursa da ilk bana geliyorsun anlaştık mı Hava'm? İlk bana soruyorsun, kendi kendini yemiyorsun..."

 

Başını boynuma gömüp uzun bir soluk çekti ciğerlerine.

 

"Tamam, meraklanma..."

 

 

*

 

AFLAZ ABDULLAH

 

*

 

Saatlerdir içim içimi kemiriyordu.

 

Kendimi yiyordum.

 

Olmuyordu, işin içinden çıkamıyordum.

 

Onun dükkanını gözlüyordu gözlerim, her zaman olduğu gibi soluklanabilmek için onu görmek istiyordu bütün benliğim.

 

Hele dünden sonra...

 

Aylardır beklediğim o haberi bana sonunda verebilmişti, ne kadar fark etmese de onu kendime mecbur bırakmam gerekiyordu.

 

Onun benimle dolması gerekiyordu.

 

Nasıl ben her daim onu görmek istiyorsam onun da beni görmesi gerekiyordu. Bu iş, ne kadar zorlu olsa da olması gerekiyordu artık.

 

Çünkü ben dayanamıyordum.

 

Bana zorla dayatılmış gerçekliğe, onunla beraber normale kavuşmak için çabalamam acımasızca geliyor olabilirdi.

 

Hayatımın zorluğunu ve çektiğim gerçekliği bir ben bir de dostlarım biliyordu.

 

Cevher.

 

Herkesten sakındığım, kendime bile güç bela itiraf ettiğim karımı; bir tek o biliyordu. Günlerce düşünmekten bir yol bulamamıştım. İşin içinden çıkamamıştım ve bu çıkmaz beni olduğum kişiden başka birine dönüştürüyordu.

 

Onunla olmak istiyordum.

 

Bu evliliği de bu hayatı da istemiyordum.

 

Dükkandan hızla çıkıp eve doğru yol aldım.

 

Bugün gördüğüm görüntü... benim bütün sinirlerimi yerinden oynatmıştı. Onu dün uyarmıştım. Hem de defalarca uyarmıştım.

 

Bu kadına daha nasıl laf anlatacaktım?

 

Daha nasıl açık davranacaktım, bilemiyordum. Tek bildiğim, bu işi en geç bu hafta halletmem gerektiğiydi.

 

Onun buradan bir an evvel gitmesi gerekiyordu.

 

Benden boşanması gerekiyordu.

 

Benim sevdiğim kadına kavuşmam gerekiyordu.

 

Mutsuzluğumu bir onun yanında unutuyordum. Onun o mavi gözlerinin, gözlerime değdiği ilk günden itibaren bu böyleydi.

 

Başka birinin... Murat'ın onu sevmesi bile umurumda olmamıştı.

 

O gözler bana bir defa değmişti.

 

Benim gözlerim, onun gözleriyle kesişmişti.

 

İstediği kadar benim sevdiğim kadını sevsindi, o çoktan uçup da bana konmuştu.

 

Beni sevmişti bir kere dahası mı vardı bu işin?

 

Onu da sevebilirdi.

 

İç sesim.

 

Beni kemiren ve yapmam dediğim her şeyi yaptıran iç sesim bir türlü susmuyordu. Susmak bilmiyordu!

 

Adımlarımın vardığı evin önünde duraksadım.

 

İçeriye girmek ölmekten beterdi.

 

Bir yanda annem.

 

Bir yanda varlığına bile katlanamadığım karım.

 

Annem onu buraya bilerek getirtmişti. Bunun son derece farkındaydım ve bu, onlara karşı merhametimi tam anlamıyla yok ediyordu.

 

Ama seni seviyor.

 

İç sesim.

 

Beni durdurmaya yeteceğini zanneden ama bir türlü susmak bilmeyen iç sesim bana karım hakkında ki düşüncelerini söylüyordu.

 

Beni sevmesi umurumda bile değildi.

 

Ben onu sevmiyordum.

 

Onu sevseydim ya da ona karşı ufacık bir duygu içimde hissetseydim benim gözlerim başkasına asla kaymazdı.

 

Kalpti bu.

 

Kime konacağını veya kimde atacağını bilemezdik.

 

Bilemiyorduk da.

 

Ben, Hava buraya geldiğinde ona bu denli bağımlı olacağımı düşünmemiştim.

 

Düşünmediğim şeyler başıma geliyordu hep.

 

Aralanan kapıdan içeriye girdiğimde kapı ağzında olan kadına kaydı bakışlarım. Evin içerisinden çıt sesi bile gelmiyordu.

 

Kaşlarım çatıldı.

 

"Annemler nerede?"

 

 

Elini elbisesinin eteğine götürüp gülümsedi.

 

İğrendim.

 

Onun bana bu denli yaklaşması bile ondan iğrenmem için büyük bir sebepti.

 

"Bugün yoklar... Gebze'ye gittiler dayınların yanına... annemler görmek istemiş, birkaç gün beraberiz."

 

Şaşkınlıkla duraksadım.

 

"O zaman yarın ilk iş adliyeye gidiyoruz Perihan." Dedim keskin bir tonda, "Bu işi daha fazla uzatmanın bir anlamı yok. Hazır baban ve annem de burada değilken, bu işi bitirelim."

 

Gözleri doldu her bir sözümde.

 

Umursamadım.

 

"Aflaz..."

 

"Dün ne konuştuysak öyle olacak Perihan."

 

"Annemlere ne diyeceğim ben Aflaz?"

 

Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı.

 

"Anlaşamıyoruz diyeceksin. Siz burada yokken her gün kavga ettik diyeceksin, bitireceksin bu işi."

 

Elleri yumruk oldu, bakışlarımı yüzüne doğru çıkarttım.

 

"Anladın mı?"

 

Başını iki yana salladı.

 

"Hayır!" dedi hırsla, "Beni o kadın için boşamana izin vermeyeceğim..."

 

Gözleri dolu dolu olmuş şekilde yüzüme bakmaya başladı.

 

"O kadın değil, onun bir adı var." dedim sertçe, "Ayrıca, bugün yediğin haltın farkındayım. Sen kendini ne zannediyorsun da benim sevdiğim kadının dükkanına gidiyorsun Perihan?"

 

Bir adım atıp ona yaklaştım.

 

"Ben..."

 

"Sen ne lan? Sen ne? Bugüne dek sustum, her yaptığınıza ses çıkartmadım diye kendi kafanda beni yönetebileceğini falan mı düşündün sen Perihan?"

 

Sinirle soludum.

 

"Bu evlilik annem istedi diye oldu, sırf baban daha fazla o köyde konuşmasın senin de adın çıkmasın diye. "

 

Elimi yüzüne yerleştirip bakışlarımızı sabitleştirdim.

 

"Bana bak bana... benimle evlenmek için bütün mahalleye beni sevdiğini içten içe yaymadın mı sen? Her gittiğimde geldiğimde yolumu gözlemedin mi?"

 

"Aflaz..."

 

"Kapat çeneni Perihan, o çeneni kapat. Sesini bile duymaya tahammülüm yok benim."

 

Gözünden bir damla yaş, elime doğru döküldü.

 

"Yapma... ne olursun, ben ne derim insanlara?"

 

"Ne dersen de Perihan, hayatını siktim o adamın de, ona bir hayat borçluyum de... yalanlar ve zorlamalar üzerine bana bastı nikahı de. Beni hiç sevmedi de..."

 

Yüzümü yüzüne yaklaştırdım.

 

"Hatta ne de biliyor musun?"

 

Dudaklarımı kulağına doğru ilerlettim ve keskin bir tonda konuştum.

 

"Beni aldattı de."

 

"Ben seni çok seviyorum Aflaz... ondan daha çok seviyorum, onda olup bende olmayan ne?" dedi gözleri dolu dolu olmuş bir şekilde, "Ben gördüm Aflaz..."

 

Hıçkırdı.

 

Ağlaması kulaklarıma doldu.

 

Gram bir duygu hissetmedim.

 

"Neyi gördün Perihan?" dedim tersçe, "Onu nasıl sevdiğimi gördün mü? Onu her dakika nasıl izlediğimi, bir bakışımla bile ona nasıl aşık olduğumu gördün mü?"

 

Bakışlarını yere indirip omuzları sarsılarak ağlamaya başladı.

 

"Yıllarca onu sevdim."

 

"Bende seni sevdim..."

 

Doğruydu.

 

Beni sevmişti, en olmayacak kişiyi sevmişti ama olmuyordu. Ben yapamıyordum, Hava olmadan nefes dahi alamıyordum.

 

Hele ki bizim çocuğumuza hamileyken, bu işi daha fazla uzatamazdım.

 

"Sen beni, ben onu sevdim Perihan. Hayatın silsilesi bu, ben seni ne kadar sevmediysem sen bana o kadar bağlandın ama ben, ben her daim onu sevdim."

 

"Ne olacak şimdi?" dedi bakışlarını yüzüme doğru kaldırırken, "Ben seni bu kadar severken, sen onunla mutlu olabilecek misin Aflaz?"

 

"Hem de çok mutlu olacağım Perihan, yıllarca atmayan kalbimi hissettim ben. Onunla yeri geldi çocuk oldum, yeri geldi baba oldum. Bırak da hayatımı yaşayayım... sende öyle Perihan, ikimizi de yakmaktan başka hiçbir işe yaramadı bu evlilik."

 

Sessizleşti.

 

Onun bu sessizliği beni korkutsa da adımlarımı odama doğru yönelttim.

 

İçeride onun eşyalarını görmemle sinirlerim bozuldu.

 

"Aç mısın?" dedi kısıkça, "Yemek hazırlayabilirim..."

 

Elimdeki gömleği sıkıca tuttum. Benim bu kadınla konuşmam hiçbir şeyi çözmüyordu.

 

"Aç falan değilim Perihan, çıkacağım. Gelmem anamlar gelene kadar, sen tek kalabileceksin değil mi?"

 

Kuşkuyla yüzüne doğru bakındım.

 

"Ben... ben yıllarca bir odada sığıntı gibi kaldım. Kocaman ev üzerime üzerime geldi, seni bekledim, senelerce seni bekledim Aflaz."

 

Adım attı bana doğru.

 

Burukça gülümsedi.

 

"Ben herkese dedim ki, Aflaz gelecek beni buradan alacak... ama gelmedin, onları yanıltmadın."

 

"Çünkü sevmiyorum Perihan, anla bunu artık. İçimde sana dair en ufak bir duygu kırıntısı yok."

 

Eli dudaklarına ulaşıp hızla hıçkırığını bastırdı.

 

"Hiç mi hissetmedin?" dedi gözleri dolu dolu bakarken, "Onca gece geçirdik, kaç gece benimle birlikte oldun sen Aflaz... en ufak bir şey bile hissettiremedim mi sana?"

 

"Hayır." dedim tereddüt bile etmeden, "Hissetmedim."

 

Gözlerindeki yıkılmayı izledim anbean.

 

"Peki..." dedi sessizce, "Bu sefer sen nasıl istersen öyle olsun Aflaz."

 

*

 

HAVA ÇELEBİ

 

Babamla beraber, ablamlara doğru ilerliyorduk.

 

Sokaktan geçen polis arabalarına şaşkınlıkla bakındık.

 

Mahalleye polis sık gelmezdi... hatta, hiç gelmezdi diyebilirdim.

 

"Ne oldu?" dedim babama bakarken.

 

Aynı şaşkınlıkla bana doğru bakındı.

 

"Bilmiyorum ki kızım..."

 

Ablamın evinin sokağını döndüğümüzde kalbim atmayı bıraktı anında. Babam önce duraksadı ardından elini kalbinin üzerine götürdü.

 

"Kızım!" dedi korkuyla, bakışlarım donuklaştı.

 

Ben... ben bu hissi daha üç ay öncesine kadar yaşamıştım.

 

Hızlı adımlarla ablamın evine doğru ilerledik. Önümüzde duran polislerin "Durun, giremezsiniz..." sözleri bile etkilememişti bizi.

 

Nasıl durabilirdik ki?

 

Ne olmuştu bilmiyorduk.

 

İki polis aracı, bir ambulans ve kapıdan içeriye girdiğimizde gördüğüm eniştem.

 

Yerde, dizlerinin üzerinde ablamın salonun ortasında uzanan bedenini tutuyordu. Ablam... benim en büyük şansım, yerde kanlar içerisinde yatıyordu.

 

Babamın hızla eniştemin yanına gittiğini gördüm.

 

Yavaşça adımladım yanlarına doğru.

 

Ellerim titreye titreye, elini avuçlarımın arasına aldım.

 

"Hanımefendi, lütfen... siz çekilin bari!"

 

Bakışlarımı doktora çevirdim.

 

"Ne oldu?" dedim kalbim ağzımda atarken, "O... o benim ablam!"

 

Derin bir iç çekti, bakışlarım bütün yüzünde dolanırken sıkıntıyla soludu.

 

"Lütfen, beyefendiyi de alın kalkın. Hastaya müdahale etmemiz gerekiyor, işimi geciktiriyorsunuz."

 

"Belgin..." dedi Nevzat abim, "Lütfen, lütfen yalvarırım sana Belgin..."

 

Gözlerini sımsıkı yumup, kapıdan giren Kenan'ın çekmesiyle bedenini koltuğa yasladı. Dizlerinin üzerinde izledi olanı biteni.

 

Tıpkı ben ve babam gibi.

 

"En yakın hastaneye gidiyoruz, sedyeyi hemen getirin." dedi erkek olan doktor, "Kurşun girişi kalbin üç santim altında, çıkış gözükmüyor."

 

Kurşun.

 

Benim ablam vurulmuş muydu?

 

Kolumdan kavrayıp kaldıran adama kaydı bakışlarım, Cevher.

 

Gözlerimi yumdum sımsıkı.

 

Onunla beraber adımladım.

 

Bedenimi usulca bindirdiği arabayla beraber, ablamı takip etmeye başladık. Ne olmuştu?

 

"Cevher..." dedim ellerimi sıkarken, "Ne oldu?"

 

Bakışlarımı ona doğru çevirdim, o; oradaydı.

 

Ne olmuştu?

 

"Bilmiyorum Hava." dedi kısıkça, "İnan bilmiyorum, Nevzat eve doğru hızla koştuğunda peşinden gittim. Bir terslik olduğunu anlamıştım ama geldiğimizde olan olmuştu. Kapı açıktı ve Belgin vurulmuştu."

 

Gözlerimi sımsıkı yumdum.

 

"Kim?" dedim kalbim yanarken, "Kim vurdu? Kimse görmedi mi mahallede Cevher!"

 

Bakışlarını yoldan bana doğru çevirdi.

 

"Bilmiyorum, henüz bilmiyorum... ama sorarım Hava, merak etme."

 

Duran arabayla beraber hızla indim. Doktorları takip ederek koridorları döndüm. Ameliyathane girişinin önünde yere çökmüş olan enişteme doğru adımladım.

 

"Abi?" dedim gözlerimden yaşlar akarken, "Ne oldu?"

 

Yere sabitlediği bakışlarını bana doğru kaldırdı.

 

Gözleri kan çanağına dönmüştü.

 

O ablamın aşık olduğu mavi gözleri, solmuştu.

 

"Vurmuşlar benim çiçeğimi."

 

Kalbime bıçak saplandı sözüyle.

 

"Benim bakmaya doyamadığım bahar kokuluma kıymışlar Hava..."

 

Korkuyla dudaklarımı yaladım.

 

Eğildim.

 

Tam karşısında durdum.

 

"Kim yaptı?" dedim titrerken, "Sen biliyorsun Nevzat abi... sen koşmuşsun ilk, kim yaptı?"

 

Gözlerinde şimşek çaktığını gördüm.

 

O gözlerinde asla göremeyeceğim bir gerçeklikle karşılaştım.

 

"Öldüreceğim." dedi donuk bir tonda, "Benim soluğumu kesenin, nefesini keseceğim."

 

Elimi, elinin üzerine attım.

 

"Abi..." dedim içime çektiğim son nefesle, "Lütfen toparla kendini... bir şey olmayacak!"

 

"Olmayacak... benim çiçeğim içeriden çıkacak ve ben bize bunu yaşatanların hesabını soracağım. Er yada geç. Bunu yapacağım Hava."

 

*

 

Dört saat geçmişti.

 

Bu koridorda durduğum.

 

Dakikaları saymayı bıraktığım kapının önünde dört saat geçmişti.

 

Sonra açıldı kapı.

 

Başındaki boneyi çıkaran doktor, bize doğru ilerledi.

 

"Öncelikle geçmiş olsun..." dedi söze girerken.

 

Yerde oturur vaziyette olan Nevzat abim hızla yerden kalkıp doktorun karşısına, babamın yanına dikildi.

 

İkisi asla konuşmamıştı.

 

Hiçbir şekilde.

 

Şaşırmıştım bu duruma.

 

"Kızım nasıl?"

 

"Karım?" dedi eniştem hızla, "Karım nasıl?"

 

Kapı tekrar aralandı.

 

İçeriden, kapalı bir cam fanusuna konmuş bir bebek hemşire ile beraber çıktı.

 

Titredim.

 

Ben... ben teyze olmuştum!

 

"Ameliyat çok zor geçti, Belgin hanımın hamileliği tehlikeye girmesin diye bebeği almak durumunda kaldık ve gelişimi için de kuvöze yerleştirdik."

 

Sıkıntıyla soludu babam ve eniştem.

 

"Kızım nasıl?" dedi burukça, "Vurul...du dediler."

 

Doktor duraksadı.

 

Onun bu sessizliği kalbimi yaktı.

 

"Kurşun girişi mevcuttu doğru... fakat biz kurşunu çıkaramadık."

 

Zaman durdu sanki benim için.

 

"Belgin hanımı yoğun bakıma alıp, en geç 48 saat içerisinde kendisini tekrar ameliyata alacağız. Tekrar geçmiş olsun..."

 

Bakışlarımı babam ve enişteme doğru sabitledim.

 

Hızla atan kalbimin gümbürtüsünü duyuyordum.

 

"Hava..." dedi babam elini dizlerine koyarken, "Sen eve dön ve torunumun ihtiyaçlarını al da gel, biz de burada Nevzat ile konuşalım biraz."

 

Tek kelime bile edememiştim.

 

Arkamı döndüğümde bana doğru atılan Cevher ile onunla gideceğimi anladım.

 

"Nereye bırakayım seni?"

 

Gözlerimi yukarıya doğru sabitleyip, elimle yüzümü yelledim.

 

Ağlamayacaktım.

 

Benim ablam, oradan çıkacaktı.

 

Hem... hem o kızını bırakmazdı.

 

"Eve... ablamlara."

 

Yarım saat oldu olmadı, evin önünde durduk. Sessizce indim.

 

"Giderken mahalleye doğru yürü Hava, ben oradan alacağım seni." dedi gözlerini üzerime dikerken, "Benim Nejla'yı kontrol etmem lazım... haber vereyim en azından."

 

Anlayışla başımı salladım.

 

"Sağ ol Cevher."

 

Evin hala aralık olan kapısından içeriye girip, ablamın bebeği için yaptığı odaya doğru adımladım.

 

Küçük bir valize ihtiyaçlarını yerleştirmişti.

 

Onu elime alıp girdiğim evden aynı şekilde çıktım.

 

Cevher... o gelene kadar ben Aflaz'ın yanına gitmeliydim. Onun yanında ağlamalı ve ona sarılmalıydım.

 

Haberi olmamıştı.

 

Şaşırmamıştım... evde tonla insanı vardı.

 

Elimde valizle evlerinin önüne geldim. Ön tarafın ışığı yanıyordu. Oraya doğru adımladım.

 

Elim titreyerek kapıya doğru kaldırdığımda sesleri duydum.

 

"Aflaz..."

 

Durdum.

 

Elim havada, kalakaldım.

 

"Kapa o çeneni Perihan, ne konuştuysak o dedim."

 

Hıçkırık sesi.

 

"Aflaz... babamlar öğrenirse ne olacak?"

 

Boğazım düğüm düğüm oldu.

 

Yutkunamadım.

 

Yanan kalbim ve duran aklımla beraber... hiçbir şey düşünemedim.

 

"Ne olacaksa olacak Perihan, yarın boşanma davasını açacağız dedim sana o kadar."

 

Boşanma.

 

Açılan kapı.

 

İki beden.

 

Elimde valiz.

 

"Hava?" diyen titrek tını,

 

"Hava'm ne oldu?"

 

İğrendim.

 

Kendimden.

 

Ondan.

 

İçerideki kadından.

 

Gözümden bir damla yaş süzüldü.

 

"Sen..." dedi korkuyla yüzümü tararken,

 

"Sen ne zaman geldin Nefesim?"

 

Benim nefesimi kestin bugün Aflaz.

 

"Şimdi..." dedim bakışlarımı onun ardına sabitlerken,

 

"Tam kapıyı çalıyordum."

 

Boğazıma takıldı sözlerim, "Sen açtın." diye devam edebildim.

 

"Ne oldu?" dedi eliyle yüzümü kavrarken,

 

"Ne oldu Nefesim?"

 

"Ablam..." dedim donuk bir tonda,

 

"Ablam vurulmuş."

 

Şaşkın bir şekilde yüzüme baktı.

 

Ardından elimi kavradı.

 

Çekemedim.

 

Sessizce beni yönlendirmesini izledim, sanki... sanki böyle uzaktan uzağa izledim. Biri hayatımı yönetiyormuş da ben orada, filmini izliyormuş gibi hissettim.

 

Ne zaman geldiğini anlayamadığımız hastanede, babamın yere çöktüğünü gördü gözlerim.

 

O an, anladım.

 

Ben bugün ablamı kaybetmiştim.

 

Annemden sonra, bana dayanak olan kadını.

 

Ben bugün bir şey daha öğrenmiştim.

 

Yıllarca... birini sevmenin bedelini, en ağır şekilde ödeyecektim.

 

Bir adamı sevmiştim.

 

Aldatılmıştım.

 

Bir adama aşık olmuştum.

 

Hiç var olmamıştım.

 

Ellerimi, ellerinden çektim ve bir adım ondan uzaklaştım.

 

Daha sonra... ellerim boşlukta kaldı, toparlayamadım.

 

Ellerim, en çok ellerine yaraşırdı; soğuktan anlayamadım.

 

Tenine bir başkasının değdiğini... zamanla benden gittiğini ama aslında; bende hiç olmadığını o an anladım.

 

Birini sevmenin aslında kendi gözünden olduğunu, sevda dediklerinin de canı ne kadar yakarsa o kadar kor bir ateş olduğunu işte bugün anladım.

 

Ben, Hava.

 

Bugün duyduklarımı kaldıramadım.

 

Ellerimle gömdüm ablamı toprağa, çıkaramadım.

 

Kucağımda daha küçücük bir çocuk ve gözleri kan çanağı olmuş bir sevgiliyle öylece ortada kalakaldım.

 

Ben kimseye ait değilmişim ki... olamamışım.

 

Olamayışıma yandım.

 

Gittiğim eğer bensem, söyleyin bana ben kimden gittim?

 

Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim.

 

*

 

O günden sonra hayatımda hiçbir şey doğru ilerlemedi. Hem de hiçbir şekilde. Çok acı çektim, çok büyük yüzleşmelere maruz kaldım.

 

Aflaz...

 

Benim yüreğimin, yangın yeri!

 

Bana acıların en acımasız yüzünü yaşattı senelerce...

 

Eline bıraktığım yüzükle deli gibi hareket etmişti günlerce mahallede, sonraları çıldırmış gibi evime gelmeye çalışmıştı.

 

Bir şeyler anlatıyordu... ama duyamıyordum.

 

Ona karşı o kadar dolu, o kadar kapalıydım ki ben...

 

Her günüm, banyoda musluk altında saatlerce ağlayarak geçiyordu. Sahi, bana bunun hesabını kim, nasıl verecekti?

 

Onu dinleseydim, bana nasıl bir yalan anlatacaktı?

 

Beni daha fazla yalanlarıyla kandırmaya devam mı edecekti? Bu nasıl sevmekti? Seven, sevdiğini nasıl incitebilirdi ki!

 

Aflaz...

 

Dilimden düşüremediğim, kalbimden silemediğim yangınımdı benim.

 

Canımı çok yakmıştı.

 

Her günüm, kalbimin acısıyla geçiyordu.

 

Sessiz.

 

Kimsesiz.

 

Kucağımda bir kız çocuğu ile senelerimi verdim. Didindim, çalıştım... kendi ayaklarımın üzerinde durmak, benim hakkımda konuşan insanları susturmak için her yolu denedim.

 

Banu.

 

Benim emanetim.

 

Bizi, kabullenmeyenlerin gördüğü gerçektik biz.

 

Safiye Abdullah.

 

Handan Dinçer.

 

Ve, bilmediğini düşündüğü Perihan... benim kalbimdeki adamın karısı.

 

Abdullahların gelini Perihan.

 

Aflaz'ın yıllardır boşanma aşamasında olduğu fakat boşanamadığı karısı.

 

Biliyordum, öğreniyordum... onun hakkında söylenenleri nasıl bilmezdim? Geçenlerde dememişler miydi bana Almanya'ya taşındı karısıyla, annesiyle diye...

 

Burada olsa, aynı havayı çekerdim ciğerlerime... ama o, adını, dilini bile söyleyemediğim, bilmediğim bir ülkeye gitmişti karısıyla.

 

Bana, onca yalanları yaşatıp; o yalanların üzerinde söz hakkı bile olmayan karısıyla.

 

Ona, bir tercih sunmamıştım... nasıl sunardım ki?

 

Nasıl karını bırak, gel beraber yaşayalım derdim... diyemezdim! Kadın, kadına bunu yapamaz... yaşatamazdı.

 

Ben... ben yaşatmıştım ama.

 

Bilmeden, istemeden...

 

Aldatan kadın olmuştum.

 

Aldatılan ise, karısı.

 

Çok zor bir yük dolamıştı Aflaz boğazıma... oysa, anası... Safiye Hanım en başında dememiş miydi bana ben seni gelin almam diye... demişti...

 

Ben... ben anlamamıştım.

 

Ben sevmiştim körü körüne.

 

"Kız!"

 

Bakışlarımı bana doğru seslenen Safiye Hanım'a doğru çevirdim, sinirle bana doğru yürüdüğünü gördüğümde ne olduğuna anlam veremedim.

 

"Hava!"

 

"Efendim Safiye teyze?" dedim büyük bir merakla.

 

Ne olmuştu?

 

Elimi açıp, hızla avuçlarıma bir yüzük tutuşturdu.

 

"Tak bunu, elalem bakar durur sana durduk yere benim oğlumun başını yakma!"

 

Bu... 

 

Bu bir yüzüktü!

 

"Bu ne demek?" dedim sesim titrerken, "Biz Aflaz ile böyle bir şey konuşmadık ki Safiye teyze..."

 

"Sana mı soracaktı oğlum yüzük takıp takmayacağını!" dedi hırsla, "Oğlum burada değilken bu yüzüğü takmadan dışarı çıktığını görmeyeceğim, duymayacağım Hava! Ona göre, eğer ki takmadığını duyarsam veya görürsem o zaman yapacaklarımdan kork kızım!"

 

Tokat yeseydim, daha az canım acırdı.

 

Bana sormadan böyle bir şeye nasıl kalkışırlardı?

 

Aflaz...

 

Aflaz'ın haberi var mıydı?

 

Bu nasıl olabilirdi?

 

*

 

''Sen bunu benden nasıl saklarsın Hava?''

 

Olduğum yerde sinirle soludum. Biz böyle sürekli kavga mı edecektik? Biz onunla böyle mi olacaktık?

 

Bilemiyordum.

 

''Saklamadım!''

 

''Bu saklamamış halin, öyle mi Hava?''

 

''Nasıl böyle konuşabilirsin benimle, sen beni ne ile itham ediyorsun?''

 

Kasıldım.

 

''Aflaz, kırıcı oluyorsun artık!''

 

''Hava, kafayı yiyeceğim! Sen neden anlamamak için beni zıvanadan çıkartıyorsun?''

 

''Çok kırıcı konuşuyorsun Aflaz, ben sana inanamıyorum. Sen değil miydin bana en başında söyle diyen? Şimdi nereden çıkıyor bu konuşma tarzı Allah aşkına!''

 

''Hava'm, Nefes'im bak bana...''

 

Oysa benim nefesimi kesen her daim sen olmamış mıydın zaten Aflaz?

 

Gözlerimi, gözlerine çıkarttığımda bakışlarımız kesişti. Belki dedim... belki yanlış duymuşumdur da ondan kuruntu yapıyorum zannederdim.

 

Yanıldım.

 

Büyük yanıldım hem de. Özellikle de bugün, çünkü bugün elinde bir yüzün vardı. Yüzük parmağını kavrayan ve benim almadığım bir yüzüktü.

 

Parmağımı sallayıp, acı acı gülümsedim.

 

''Sen...'' dedim gözümden bir damla yaş süzülürken, ''Sen bana bunca zaman yalan söyledin...''

 

''Hava, artık saçmaladığını düşüneceğim!'' dedi hırsla, sesi çok gür çıkıyordu. ''Düşünmeyi de geçtim artık Hava, sen neden böyle davranıyorsun? Ben ne yaptım sana Nefes'im! Ulan delireceğim, dört gündür neden bu haldeyiz diye düşünmekten delireceğim ben Hava!''

 

Gözümden yaşlar süzülürken, acı acı bakındım yüzüne.

 

Belki de son defa baktım, bilmiyordum... ama artık kararımı vermiştim.

 

İlk duyduğum anda verdiğim karardı bu... ben bunu ne kendime ne de başka bir kadına yaşatamazdım ama maalesef ki Aflaz bunu bana yaşattırmış, tattırmıştı.

 

Ben, aldatan kadın olmuştum.

 

 

''Hala mı Aflaz...'' dedim gözyaşları içerisinde, ''Hala mı bana yalan söyleyebiliyor, beni kandırmaya çalışabiliyorsun? Hadi...'' dedim ellerimle gövdesini iterken, ''Hadi ben aptal gibi sana inandım, körü körüne aşık oldum! Ya senin karın buna nasıl müsaade etti Aflaz!''

 

Gördüm.

 

Gözlerinde gördüm büyük bir gerçeklik. Hem de en ağır şekilde.

 

''Hadi dedim... yanlış duymuştur Nerimanlar, inanma dedim... Safiye hanım beni sevmiyor, sevmek de zorunda değil dedim ama... ama ben kendi kulaklarımla duydum Aflaz! Ben kendi kulaklarımla işittim olanı biteni!''

 

Yumruklarımı göğsüne indirirken hıçkırırarak ağlıyordum.

 

''Sen... sen beni kandırdın! Sen beni kullandın!''

 

''Hava... Hava'm, Nefesim... öyle değil... yemin ederim, beni bir dinlesen anlayacaksın zaten... lütfen Nefes'im, bakma öyle...''

 

Hıçkırdım seslice,

 

''Hala devam ediyorsun Aflaz...''

 

''Hava'm...''

 

''Bana yalan de...'' dedim ağlarken, ''Bana uyduruyorsun, yanlış duydun da! O kadın benim karım değil de... desene Aflaz!'' Göğsüne vururken sinirle konuşuyordum, delirmiş gibiydim. ''Cevap versene! O benim karım değil, ben kimseyi kandırmadım desene!''

 

''Hava...''

 

''Sen beni kullandın!''

 

Elleriyle yüzümü kavrayıp, saçlarımı arkaya doğru itekledi.

 

''Nasıl kullanırım seni böyle severken?'' dedi korku dolu bir sesle, ''Senle bu kadar doluyken ben nasıl olur da seni kandırmış olabilirim?''

 

''O kadın karın mı?''

 

Kalbim acıyarak bildiğim gerçeği tekrar sordum. Gene bir cevap alamadım.

 

''Git...''

 

''Hava...''

 

''Git Aflaz... lütfen git.''

 

*

 

Bu benim ilk yıkımım değildi, son da olmayacaktı işte. Demiştim ya size, ben bu hayata çile çekmeye doğmuşum diye...

 

Önce annemi, ardından benim diğer yarımı ablamı vermiştim bu toprağa... eniştemi...

 

Yalanlar içerisinde hayatımı sürdürüyordum... bir yalan içerisinde, ömrümü çürütüyordum. Ben... bana emanet edilen, kimsenin sahip çıkmadığı bir çocukla büyük gerçeklerle yüzleşiyor ve dahi hayatın acı tarafını sırtlanıyordum.

 

Bir Allah biliyordu ne çektiğimi, bir de ben...

 

Zaman geçtikçe bu acım, daha da arttı. Babam... Ferhat Öğretmen, yaşadığı bunca acıya katlanamayıp bir gün felç geçirdi.

 

Kucağımda kundakta olan bir bebek ve yatalak bir baba ile kocaman şehirde tek başıma hayatta kalmaya çalışıyordum.

 

Bir de...

 

Bir de Aflaz'ın inadı ve artık benimle olmayan bebeğimin acısını sırtlanıyordum. Sahi... o nasıl benim karşıma çıkabiliyordu?

 

Bana hangi yüzle hala, açıklayacağım diyebiliyordu... bilemiyordum. Tek bildiğim uzun zaman geçtiğiydi... çok uzun zaman geçmişti.

 

Yirmi sene.

 

Koskoca yirmi sene geçirmiştim ben.

 

Kollarımdaki küçük kız çocuğu büyümüş, aşık olmuştu tıpkı benim ve annesinin bir zamanlar iliğimize kadar hissettiğimiz gibi... o hissi tatmış; acıdı da onunla beraber gelmişti.

 

Her günüm... Allah'ın her günü banyoda ağlayarak geçirmiştim.

 

Sessiz bir şekilde, sevdiğim ve hala ne kadar inkar etsem de sevmeye içten içe devam ettiğim adamı kalbime gömmeye çabalamıştım.

 

*

 

Çalan kapıyla beraber, üzerime geçirdiğim şalımla hızla adımladım koridorda. Buzlu camın ardından gördüm birini... çıkartamadım.

 

Simsiyah giyinmişti.

 

Araladığım kapının ardından gördüm Yaşar'ı.

 

Aflaz'ın küçük kardeşini... adem elması hareket etti usulca, dudaklarını araladı ardından.

 

"Yetiş abla..." dedi sesi titrerken, "Kurbanın olayım Hava abla yetiş..."

 

Dikkatle bakındım yüzüne doğru, daha sonra kapıyı aralık bırakıp üzerime kabanımı geçirdim.

 

"Hayrolsun Yaşar?" dedim merakıma yenik düşerek, içim içimi kemiriyordu oysa dakikalardır.

 

"Anne...m..." dedi sesi titrerken, "Abla, anam can çekişir senelerdir... senin adını dilinden düşürmez... tak etti abla... gel kurban olayım gidelim..."

 

Donmak neydi? Neyin nesiydi...

 

Tam olarak donmuştum ben.

 

Kulağımda çınladı tonla laf.

 

'Sen sanıyor musun ki benim oğlum seni sevdi?'

 

'Bir de kendisi gibi bir bebe ile oğluma mı yamayacan kendini... gözünü aç Hava, benim oğlum seninlen eylendi!'

 

'Hala nasıl utanmada Aflaz ile görüşebiliyorsun sen Hava?'

 

'Kız sende hiç utanma, arlanma yok mu? Ne zaman düşecen sen oğlumun yakasından...'

 

Tek kelime demedim, ağzımı açıp da Yaşar'a cevap veremedim. Usulca takip ettim onu bir eve kadar, bahçeli... küçük bir gece konduydu.

 

Bizim mahalleye yakın sayılabilecek bir mahalleydi burası.

 

Ben...

 

Ben onu alamanyalarda sanırken o benimle aynı şehirde mi nefes alırmış?

 

Bana Nefesim diyen adam benim nefesimi kesip de, nasıl yaşamış bunca sene?

 

Sonra... sonra gördüm onu. Seneler sonra, annesinin yanı başında dimdik ayakta duruyordu. Up uzun boyu, esmer teni ile. Gözleri bir saniye olsun benim üzerimden çekilmemişti.

 

Öyle... boylu boyunca yatan kadına baktım sonra. O ise bana baktı, yıllar evvel olduğu gibi... gözlerini bir saniye olsun üzerimden ayırmadı.

 

"A...ffe...t Ha...va..."

 

Gülmek istedim.

 

Bağıra, çağıra gülmek istedim. Gülemedim... yapamadım bunu. Bana bunca acıyı hiçbir sebebi yokken yaşatan bu kadına cevap dahi vermek istemedim.

 

"Geç...m...i-"

 

Öksürmeye başladı hızla, kaşlarım çatılarak baktım karşımdaki kadına. Sahi... bu hale nasıl gelmişti bu kadın? Nasıl bu şekilde, durabiliyor ve benimle konuşmaya çalışabiliyordu?

 

"Geçmiş Safiye Hanım... geçmiş geçmişte kaldı. Seni Allah'a havale edeli çok oldu, seni ben değil önce bana yaşattırdığın acılarla yüzleşeceğin vicdanın... sonra da havale ettiğim Allah'ım affetsin... ben değil."

 

*

 

O gün o evden nasıl çıktığımı nasıl eve geldiğimi inanın hatırlamıyordum bile. Nasıl hatırlayacaktım ki?

 

Rüya görüyor gibiydim.

 

O hayal alemindeydim.

 

Ta ki, eve dönerken ardımdan duyduğum ayak seslerine kadar. O her zaman yumruk topuk klasik bir erkek ayakkabısı giyerdi. Sokakta yürüdüğünde Aflaz'ın geldiğini anlardın her şekilde...

 

*

 

Kalabalık olan düğün alanına bakındım minnetle.

 

Yanımda duran Neriman ve Mustafa'nın kollarında duran küçüğüm... bugün onunla evlenmişti. Çocukluğundan beri dibinden bir saniye olsun ayrılmadığı Alp'inin karısı olmuştu.

 

"Hava..."

 

Neriman'ın şaşkınlıkla seslenmesiyle ona doğru döndüm.

 

"Söyle Neriman..."

 

"Anam bu adam ne yüzle buraya gelebildi?"

 

Bakışlarımı baktığı yöne doğru çevirip, kaşlarımı çattım. Burada ne işi vardı? O buraya nasıl girebilmişti... ve dahi, gözlerini neden benim üzerime kilitlemişti?

 

"Bilmiyorum..."

 

"Hava, bak bakışı bakış değil, gözü göz değil kızım... gene bakıp durur deli deli..."

 

Sıkıntıyla soludum,

 

"Buraya hangi cesaretle gelebildi bilmiyorum... tek bildiğim, oraya gidip bunu öğreneceğim..."

 

Yerimden doğrulup, Kenanların yanına doğru adımladım. Sanki... sanki seneler geçmemiş gibiydi, sanki o beni bırakmak zorunda kalmamış, bana onca acıyı, kötülüğü yapmamış gibiydi.

 

Her adımımda çok farklı şeyler düşündüm.

 

Her birinde...

 

Aflaz... benim yangınımdı.

 

Dünüm, bugünüm ve dahi yarınımdı.

 

Kalbimde sakladığım, sevmekten vazgeçemediğim zehirli bir sevdaydı.

 

Adı gibiydi Aflaz... güzel, âlâ demekti... bir kızımız olsaydı eğer... adı o olmayacak mıydı? Biz öyle karar vermemiş miydik zamanında?

 

*

 

"Nefesim..."

 

Saçlarıma kondurduğu öpücükle, bütün bedenim titredi. Kolları bedenimden, karnıma doğru ulaştığında gülümsemem yüzüme yerleşti anında.

 

"Aflaz..."

 

"Benim nefesim... benim âlâ'mın annesi..."

 

"Belki Ahlas'ın annesi olacağım, oğlumuz olsun istemiyor muydun?"

 

"Deli gibi... deli gibi istiyorum..." dedi saçıma öpücüğünü kondururken, "Sadece sokakta kız çocuğu gördüm ve babasına koşuşu, onu sarışı... beni deli gibi özenmeye itti nefesim..."

 

Boynuna kondurduğum küçük öpücükle, boğuk sesi kulaklarıma ulaştı.

 

"İster Ahlas, ister Âlâ'm olsun... o bizden bir can olacak sonuçta..."

 

*

 

Şimdi...

 

Şimdi ise bir mezar taşından ibaretti benim bebeğim.

 

Koruyamadığım, saklayamadığım ve dahi gene onun yüzünden kaybettiğim olmuştu. Aflaz, bana çok şeyler kaybettirmişti bu hayatta.

 

Ailemi.

 

Sevgimi.

 

Aşkımı.

 

Ruhumu.

 

Ve, oğlumu.

 

O gün kaybetmiştim onu... deli gibi bağırıp çağırdığı, beni sarsıp inanmak istemediği o gün kaybetmiştim...

 

*

 

"Hayır!"

 

Gür, bağıran erkeksi sesi kulaklarıma dolduğunda hıçkırığımı bastırmak istedim. Elim, kapının kulpuna ulaştığında sıkı sıkıya kavradım.

 

Canım acıyordu.

 

Öğrendiğim gerçekler, gerçeklik... canımı acıtıyordu.

 

Yüreğimi sıkıyordu biri, un ufak ediyordu ve bunu benim kalbimde büyüttüğüm sevdam yapıyordu.

 

"Sana asla inanmıyorum Hava! Duyuyor musun beni? Bırak lan... bırak Cevher!"

 

Kapkara gözlerine baktım uzunca. O kapı aralığından. Bakışlarımız kesişti, elini yumruk yapıp arkamdaki adama baktı.

 

Sımsıkı tutunduğum... onun can düşmanı olan; beni içten içe seven o adama kaydı bakışları... keşke ardımdaki Aflaz olsaydı da ben yanılmış, onlar yanılmamış olsaydı... ama öyle değildi.

 

"Dokunma lan ona!" diyerek bize doğru atılan adamı tutmaya çalıştı hepsi bir taraftan, ama nafileydi.

 

Aflaz birine ulaşmak isterse, ulaşırdı.

 

O, dokunmayın diyorsa... dokunmaması gerekiyordu.

 

"Sen kimin karısına dokunuyorsun lan it herif!"

 

Sinirle soluyordu, deli deli bakıyordu... bu çok korkunçtu!

 

"Benim." dedi elimi kavrarken, "Ben karımın elini tutarken, senden neden izin alayım Aflaz?"

 

"Lan!"

 

"Bir daha tekrar etmeyeceğim Aflaz... Hava benim karım, o inandığın çocuk benim çocuğum ve sen Aflaz... evli bir adam olarak, karımdan uzak duracaksın. Anlıyor musun beni?"

 

*

 

Sanmıyordum...

 

Anlamamıştı ama gitmek zorunda kalmıştı... tek inandığım gerçek buydu benim. Ben, onsuz nasıl yirmi sene devirdiysem, Aflaz da bensiz kalarak ödemişti hatalarının bedelini.

 

Fakat, buraya neden geldiğini hala anlamıyordum...

 

"Hava..." diyen Kenan ile beraber gergin bir şekilde olduğum yerde kasılmaya başladım.

 

Bütün bedenim titriyordu...

 

O günden sonra, tekrar kokusunu duymam zannediyordum.

 

Duymaz, görmez, hissetmezsem daha kolay olurdu diyordum... ama yanılmıştım.

 

"Nefesim..." dedi sesi titrerken, bakışlarını bana sabitleyip o çok sevdiğim gülümsemesini yerleştirdi yüzüne.

 

"Neden geldin?" dedim buz gibi bir sesle, "En son yanınıza geldiğimde helallik vermiştim, buraya, benim emanetimin düğününe neden geldin sen Aflaz?"

 

"Emanet?" dedi histerik bir şekilde gülerken, "O, benim ve senin kızın Hava'm... ne emanetinden bahsedersin sen?"

 

Şaşkınca kalakaldım.

 

Hem de ne kalmak... bu donmaktı.

 

O ne demekti?

 

"Bunu nereden duydun?" diyen Kenan, sanki düşüncelerime tercüman olmuştu. O ise bakışlarını benden çekmeden onaylamamı bekledi.

 

"Nereden duyacak sağdan soldan duymuştur..." dedim başımı iki yana sallarken, "Malum, elaleme inanmayı çok sever Abdullah ailesi..."

 

Sinirle atan damarlarıyla beraber, öfke peyda oldu bakışlarına.

 

"Neden yalan söylesinler bana? Kızın bugün evleniyor dediler Hava... senin kızın o dediler, Hava sana söylemedi mi dediler... Belgin'in çocuğu öldü, aile mezarlığında dediler..."

 

Acı acı güldüm, gözümden yaş süzülürken.

 

"Ağlama..." dedi bana doğru atılırken, "Ağlama, ağlama nefesim... buradayım, hiçbir yere gitmeyeceğim..."

 

"Teyze?"

 

Hızla gözyaşlarımı silip ardıma döndüm, Aflaz kilitlenmiş bir şekilde Banu'ya bakıyordu... emanetime.

 

"Teyzem... neden geldin sen?"

 

Bakışlarını benden çekip, Aflaz'a döndürdü. Donuk bir şekilde baktı benim yürek yangınıma. Aflaz bilmese bile... Banu biliyordu.

 

"Neden buradasınız?" dedi incecik bir ses tonuyla, "Sizi davet ettiğimizi hiç zannetmiyorum..."

 

Kitlenmiş gibi bakıyordu Banu'ya, çenesi kasılmış konuşamıyordu. Nasıl konuşsundu? Ne desindi Aflaz?

 

Banu, babasının kolları arasına girip kendisini kasmaktan ne onu duyuyordu ne teyzesini ne de hangi ara yanlarına geldiğini anlamadığı kocası, Mustafa'yı.

 

"Teyzem, sen neden geldin?"

 

"Bir sorun mu var teyze?"

 

Ağzından cümleler döküldüğü andan itibaren üç beden de buz kesti. Aflaz, kilitlenmiş bir şekilde bakıyordu Banu'ya doğru. Hava, sadece bebeğini düşünüyordu... Kenan ise, tamamen ona emanet edilen iki bedeni koruma içgüdüsü ile hareket ediyordu bir babacan edası ile.

 

"Hayır teyzem yok..."

 

"O zaman sen misafirlerimizle ilgilenebilir misin? Bende Kenan babamla beraber misafirimiz ile tanışayım"

 

Tok bir ses tonuyla konuştu Banu, Mustafa genç kızın nasıl kendisini sıktığını fark ediyordu nasıl fark etmesindi? Banu'yu ezbere biliyordu. Her hareketini, her mimiğini... adımlarından aldığı nefese kadar onundu Banu.

 

Hava tereddütle Banu'ya baksa da hızla Nerimanların yanına doğru ilerledi, gözlerini ayırmadı bu dörtlüden.

 

 

"Ne işiniz var burada?" diyerek sorusunu yineledi Banu...

 

Aflaz... o ikilemde kalmıştı.

 

Karşısındaki bu kız çocuğunu bu kadar yakından görmese... kendi kızı zannedebilirdi fakat Hava doğru söylüyordu...

 

Banu...

 

Banu, Belgin'in kopyası gibiydi!

 

Duraksadı Aflaz, Belgin'in kızı olduğu o kadar belliydi ki. Yürüyüşü, bakışı, görünüşü... tıpatıp Belgin dünyaya gelmiş ve büyümüştü.

 

İçi burkuldu Aflaz'ın.

 

Kendisine abla olan, onu canından çok seven kadının kızını istemeyip hayatını mahvetmişti. Yıllardır kaçtığı, kaçmaya çalıştığı sızı şimdi kalbini kor gibi yakmaya başladı çok acı bir şekilde. Ona yalan söylemişlerdi...

 

Banu...

 

Banu Nevzat ve Belgin'in kızıydı.

 

Sesini kontrol edemeyerek sordu,

 

"Beni tanıyorsun?"

 

Gözleri donuklaştı Banu'nun, vücudundaki bütün kan çekildi, "Tanıyorum... her insan, annesinin katilini tanır. Her insan, her gece sessiz bir şekilde ağlayan, her banyoya girdiğinde sesi duyulmasın diye büyün muslukları açan teyzesinin yürek yangınının kim olduğunu öğrenir. Ben en başından biliyordum sizi, fotoğraflarınız sizin aksinize daha insancıl biri olduğunuzu düşündürmüştü bana fakat yanılmışım, siz Aflaz bey..." diyerek adamın gözlerinin içine baktı Banu,

 

"Siz benim bu hayatta tanıdığım en korkak, en aciz insansınız..."

 

"Bilmiyorsun" diyebildi Aflaz sadece, bilmiyordu... ya da biliyor ona göre böyle konuşuyordu. Yutkundu, otuz dokuz belki de kırk küsür yaşındaydı, Hava ondan gittikten sonra kendisi hakkındaki gerçekleri de bırakmıştı.

 

Yirmi sene önce yaptığı hatanın bedelini her gün, Hava olmadan yaşamıştı.

 

Annesi de yaşamıştı ama Hava... bakışları insan içerisine karışan Hava'ya doğru kaydı o an. "Sakın benim teyzeme bakma bir daha, bir daha benim canımın canını yakma. Yıllar evvel beni istemeyip defolup gittiniz bu mahalleden, şimdi de ben size söylüyorum Aflaz bey, istemediğiniz kız sizi ne düğününde ne de mahallesinde istemiyor! Defolun buradan!" artık bağırıyordu Banu, gözleri dolmuş sinirden ellerini sıkıyordu.

 

Sıkıntıyla kaşları çatıldı Aflaz'ın.

 

Beyni uyuşmuş gibiydi... gözleri, kızı kavrayıp ilerleten genç adama doğru kaydığında göğsü inip kalkıyordu sinirden.

 

Kim, ona neden senelerce bir yalanı yaşatabilirdi?

 

Bunu onlara neden yapmışlardı! Anlamıyordu...

 

Kenan ve Aflaz sadece birbirlerine baktılar bir süre. Dayanamadı peşinden Aflaz, bakışlarını Kenan'a sabitledi.

 

"Ne diyeceksen, eskisi gibi korkmadan söyle Aflaz"

 

Aflaz'ın aksine Kenan hala eski Kenan'dı. Her zaman düşündüğünü söylerdi...

 

"Ne diyeyim Kenan! Ne diyeyim kime ne anlatayım ben Kenan?"

 

"Belki de anlatman gerekiyordur Aflaz, vakti gelmedi mi?"

 

Bakışları Hava'ya kaydı, içi gitti tekrar. Yıllardır ona olan hasretini, tek kare fotoğrafla dindirmeye çalışmaktan paramparça olmuştu ciğerleri adamın.

 

Yutkundu, çenesi sinirden kasıldı.

 

"Hava..."

 

Aflaz hemen bakışlarını Kenan'a çekti,

 

"Belki bilmen gerek, belki çok daha önceden öğrenmen gerekti sana şu an söyleyeceğim şeyi ama ben yemin ettim Aflaz. Canım pahasına korumak için yemin ettim, Hava'ya o çocuğun üzerine yemin ettim... yeminimi bozuyorum çünkü olmuyor böyle, Hava bir yanda perişan sen bir yanda perişan... yıllar geçti ama siz geçmediniz Aflaz"

 

"Ne oldu?" elleri, bütün bedeni gibi titriyordu Aflaz'ın,

 

"Ne oldu Hava'ma?"

 

*

 

Karnı parçalanıyordu Hava'nın.

 

Duyduğu, gördüğü...

 

Çok ağır geliyordu... derin derin soluyordu ama yapamıyordu. Kulakları uğulduyordu... tek düşünebildiği bebeğiydi.

 

Sekiz ayı bitmiş, doğumu yaklaşmış küçüğüydü... ama... ama hareket etmiyordu. Bacaklarından kanlar süzülüyordu, sanki karnı yarılıyordu.

 

Kollarını, Kenan'ın koluna bastırdı.

 

Çığlığı hastane odasını doldurduğunda, gözünden yaşlar süzülüyordu.

 

Neriman... kucağında küçük bir kız çocuğu ile, gözü yaşlı bir şekilde bakıyordu Hava'ya doğru.

 

"Sizi doğuma alıyoruz Hava hanım..."

 

"Çok acıyor..." dedi sesi titrerken... "Çok çok acıyor..."

 

"Anlıyorum sizi... bunlar olabilecek şeyler, doğum zorludur..." diyerek gülümseyen doktora baktı korkarak... onu anlamıyordu!

 

Doktorlar, onu anlamıyordu...

 

Doğumhaneye alındığında, dakikalar birbirini kovalayıp saatler sürdü. Zaman, kapıda duran Kenan ve Neriman içi ilerlemek bilmedi.

 

Geçmedi o zaman... içeriden bir ses, bir kişi dahi gelmiyordu.

 

"Neden bu kadar uzun sürdü?" dedi Kenan içindeki korkuyla, "Senin... senin doğumların bu kadar uzun sürmemişti?"

 

Gözlerindeki korkuyla baktı eşine Neriman,

 

"Kenan... çok ağrısı vardı, bilmiyorum... annemler derdi ama uzun süren doğumlar olur diye..."

 

Sıkıntıyla soludu Kenan,

 

"Ona..." dedi sözlerini yutarken, "Aflaz'a haber vereyi...m?"

 

İçi burkuldu Neriman'ın kocasının bu sözüne, oysa... Aflaz, Kenan ve Nevzat çok yakın arkadaştılar.

 

Biri ölmüş, biri ihanet etmişti onlara...

 

Kenan ise kalanlara sahip çıkmaya çabalıyordu...

 

"Buna Hava karar vermeli... hem çocuğu Murat'ın demedik mi Kena-"

 

Açılan kapıyla ikisinin de bakışları oraya doğru kaydı, doktor sıkıntıyla bakındı ikisine de.

 

"Doktor... iyiler mi?"

 

"Anneyi kurtarmak önceliğimizdi... maalesef bebeği kurtaramadık, emzikten düşmüş, kordona dolanmıştı.. sanırım annenin ağrıları bu yüzdendi..."

 

Kenan olduğu yerde sendeledi, bir iki adım geriye doğru gitti.

 

"Birazdan oğlunu getirirler, biliyorsunuz... bebek cenazeleri kutu içerisinde verilir..."

 

Biliyorsunuz, bebek cenazeleri kutu içerisinde verilir.

 

Biliyorsunuz, bebek cenazeleri kutu içerisinde verilir.

 

Biliyorsunuz, bebek cenazeleri kutu içerisinde verilir.

 

Kulağında yankılanıyordu Kenan'ın doktorun bu sözleri.

 

"Bir aile mezarlığınız yoksa, herhangi bir mezarlığa gidip bir ağacın dibine gömebilirsiniz..."

 

Bir aile mezarlığınız yoksa, herhangi bir mezarlığa gidip bir ağacın dibine gömebilirsiniz.

 

 

Bir aile mezarlığınız yoksa, herhangi bir mezarlığa gidip bir ağacın dibine gömebilirsiniz.

 

 

Bir aile mezarlığınız yoksa, herhangi bir mezarlığa gidip bir ağacın dibine gömebilirsiniz.

 

 

*

 

ESENTEPE MEZARLIĞI

 

Sağdan ilerledi Aflaz, ruhsuzca.

 

Hava'nın düğünden çıkıp buraya gelmesi... Kenan'ın anlattıkları. Kafasındaki bütün yapboz parçalarını yerleştirmişti hepten.

 

Sonra...

 

Sonra köşede gördü nefesini.

 

Kalbini.

 

Bir mezarlığın başında, ağlıyordu... adımları ona doğru ilerledi korkusuzca. Çünkü biliyordu ki bu gerçek onu o bilinmeze götürecekti.

 

O zaman bırakmayacaktı Hava'yı.

 

O gün, Murat'ı dinlemeyip Hava'yı çekip çıkartacaktı onların yanından... nede olsa boşanmamış mıydı!

 

Hava'nın onunla olmaması için hiçbir sebebi yoktu... o zamanda, şimdide.

 

O hep bencildi.

 

Ta ki, bir mezar taşında ruhunu bırakana kadar.

 

Ahlas Abdullah.

 

D: 17.05.1998 - Ö:17.05.1998

 

Oğlu.

 

Onun bir oğlu olmuştu.

 

Çok sevdiği kadından...

 

Onun bir canı olmuştu, kalbinin yarısından.

 

Bilmediği, kandırıldığı, bir yalana inandırıldığı.

 

Sende... sende yalan söyledin burada ağlayan kadına.

 

"Neden?"

 

Aşık olduğu sesi duydu tekrar, gene iliğine kadar işledi Aflaz.

 

"Neden geldin..." dedi hıçkırırken, "Sen onu, beni hiç hak etmedin ki..."

 

Kolunu kavrayıp yüz yüze geldiğimizde gözlerine baktım hasretle.

 

"Kaybettiklerini mi görmek istedin?" dedi göğsümü yumruklarken, "Bana çektirdiğin acı yetmezmiş gibi..."

 

Hıçkırıyordu Hava, gözünden akan yaşların haddi hesabı yoktu... göğsü deliniyordu. Kalbinde kor bir alev yanıyordu... onu kimse anlamıyordu.

 

"Baksana..." dedi yüzümü kavrayıp mezara döndürürken, "Küçücük... küçük, bebe-" hıçkırdı, konuşamadı. "Benim be...beğ...im orada! Annemin, babamın, ablamın, eniştemin yanında!"

 

Yumruklarını sertçe indirdi göğsüme doğru,

 

"Ben olmalıydım! Sen olmalıydın... o olmamalıydı Aflaz..."

 

"Nefesim!"

 

Kollarından tutup, göğsüme çektim hala küçücük olan bedenini.

 

"Bırak... bırak dokunma bana..."

 

"Ağla... ağla Nefesim... benim yerime de ağla, oğlumuz için de ağla, adam olamadığım, sana yalanları yaşattığım için ağla ama sakın..." dediö Hava'nın yüzünü kavrayıp ona yakınlaşırken, "Sakın seni sevmediğimi düşünüp, seni kullandığımı zannedip de buna ağlama... ben seni nasıl kullanırım Hava'm... ben seni nasıl sevmem! Ben seni sevmesem, bunca acıya, bunca yalana bulaşır mıydım?"

 

"Bu sevmek değil..."

 

"Bal gibi de sevmek!"

 

"Aflaz... sen evlisin!"

 

"Değilim... ben yıllar evvel, sen bebeğimize Murattan dediğin günden beni kara günlere sürüklediğin zamandan beri evli değilim! Ben Perihanla isteyerek, severek evlenmedim! Ben onunla aile olmadım!"

 

Hıçkırığını tutamayıp bıraktı mezarlığa...

 

"Kızın..." dedi ağlarken, "Kızın varmış senin... Safiye anne demişti..."

 

Gözyaşlarını silip, okşadım hasretle.

 

Dayanamazdım ona ben...

 

"Hiç görmediğim, varlığını bile bilmediğim, öldüğünü seneler sonra öğrendiğim kızım... evet vardı Hava'm, sana ne zaman yalan söyledim?"

 

Acı acı güldü gözlerime doğru,

 

"Ne tesadüf..." dedi ağlayarak gülerken, "Önce kızın... sonra oğlun... ikisinin de ölümünü seneler sonra öğrenmiş bir baba..."

 

Alnımı, alnına yasladım.

 

"Babaların günahlarını... evlatlar ödermiş nefesim, özür dilerim... onu kaybettiğin için, seni bıraktığım, Banu'yu bıraktığım... sensiz geçirdiğim bunca zaman için özür dilerim nefesim... ben yapamıyorum, nefes dahi alamıyorum... bir fotoğrafın var elimde, bir de senelerdir gelirsin diye beklediğim o daire..."

 

Gözünden geçen şaşkınlığa baktım, bacaklarından kavrayıp sımsıkı tutup kaldırdım onu. Ağlayışı göğsümü bulduğunda, saçına yıllar sonra öpücüklerimi kondurdum.

 

Arabaya yerleştirdiğim bedeni sarsılıyordu... hala ağlıyordu.

 

Kemerini bağlayıp, hızla arabayı çalıştırdım. Biz bugün onunla konuşacaktık... biz, senelerimizi kapatacaktık.

 

*

 

"Neden buraya geldik?"

 

Apartman'a baktı uzunca. Küçük elleri yumruk olmuş, sıkıyordu.

 

"Evimize geldik Hava'm..."

 

Gözlerindeki kırgınlık ne zaman geçecekti? Sahi... geçecek miydi?

 

"Orası benim evim değil, ben evime gideceğim."

 

Belinden sıkıca tutup merdivenleri hızlıca çıkmasını sağladım. Ardından dört kat çıkmasına yardımcı oldum. Yoksa... yoksa her an kaçacak gibiydi.

 

"Aç nefesim..." dedim elimdeki anahtarı uzatırken, "İçerideki hiçbir eşyaya dokunmadım... hepsi senin, hepsi senin zevkin..."

 

"Sana bana nefesim deme dedim!"

 

"Nefesimi kesen kadına başka ne derim?"

 

Evin eşiğinde durup bekledi bir süre. Elimi hala ince, biçimli olan beline yerleştirdiğimde adım attı.

 

Benden kaçıyordu.

 

Benden hala kaçıyordu.

 

"Buraya gelmemize gerek yoktu, ben girmek istemiyorum." dedi bana doğru dönerken, hasretle baktım her bir zerresine.

 

"Asıl buraya gelmemiz gerekiyordu..."

 

"Çekil önümden Aflaz, gideceğim."

 

"Seneler evvel benden kaçıp, o adama gittiğin gibi mi? Bu sefer buna asla izin vermem nefesim. Hele öğrendiğim gerçeklerden sonra asla vermem."

 

Yüzünde yıkılmış bir ifade gördüm, sarsıldım.

 

Ona bunu ben yapıyor, ben yaşatıyordum. Bunu bilmek o kadar acı vericiydi ki...

 

İçeri doğru itekleyip kapıyı kapattım, kilidi çevirip anahtarı iç cebime attım. Salona geldiğimde peşimden gelen adım sesleriyle rahatladım.

 

Biz, bugün konuşacaktık.

 

Ben ona hesap verecek ve yaptıklarımı telafi edecektim.

 

O ise... hala olduğunu düşündüğüm merhameti, sevgisi ve aşkıyla beni zamanla affedecekti. İnanıyordum.

 

Buna tutunmuştum senelerdir.

 

"Seni dinliyorum." dedi yumuşak bir tonda, "Bana ne yalanı anlatacaksın?"

 

"Hava... lütfen, bir defa olsun beni dinlemeyi beceremez misin?"

 

Dikkatle yüzüme bakınıp, gözlerini gözlerimden ayırdı.

 

"Ben... beni anlamanı veya direkt affetmeni beklemiyorum. Yaptığımı da savunmuyorum ama Hava'm sana yemin ederim ben seni aldatmadım. Kabul ediyorum, evliydim. Zorla yapılmış ama zamanla gerçeğe dönüşmesi gereken bir evlilikti benim Perihan ile evliliğim... ama ben istemedim, sana yemin ederim ben onu hiç sevmedim. Ne onu ne de ondan gelecek hiçbir şeyi sevmedim."

 

"Değdi mi?"

 

Kalbimdeki yangınla beraber gözlerine baktım,

 

"Seni kaybetmemi soruyorsan asla değmedi, değmez de! Nasıl bunu düşünebilirsin?"

 

"Ne düşünmemi beklerdin Aflaz, yirmi sene önce daha küçücük bir kız çocuğuyken ben sana, annene yalvardım! Evli olduğunu bile bile bunu yaptım Aflaz... sen bir tercih yaptın, sen bir seçim yaptın ve defoldun gittin!"

 

"Ben kimseyi, sana tercih etmedim, etmem!" dedim sesimi yükseltirken, "Senin için gittim, gitmek zorunda olduğum için gittim... ama geri geldim ben nefesim! Ben sana inanmıyorum diye bağırdığım o gün beni senden esirgeyen prangalarımdan kurtulup da geldim."

 

"O ne demek?" dedi kaşlarını çatarken,

 

"Sana geldiğim o gün... o şerefsizin elini tuttuğun o gün ben boşanıp sana geldim ama sen benden çoktan gitmiştin!"

 

"Ne yapacaktım?" dedi gülerken, "Oturup seni mi bekleyecektim? Evli, olan sevdiğim adamı!"

 

"Hava..."

 

"Mecburdum! Duyuyor musun beni? Ben bunu yapmaya mecburdum! Buranın insanını bilmiyor musun! Üç ay sonra karnım şiştiğinde bana bu çocuk kimden diye soracaklardı! Bana bekar bir kadının nasıl oluyor da doğum yapabildiğini sorup ve hatta buna inanmayıp benim hakkımda konuşacaklardı!"

 

"Sen hiçbir şeye mecbur değildin! İstesen bana ulaşabilirdin Hava'm..."

 

Güldü, bu gülüşü öyle acılar barındırıyordu ki.

 

"Doğru..." dedi gözünden yaş süzülürken, "Oğlumu gömdüğüm o gün, sana ulaşmaya çalıştığımda bana annen Almanya'ya gitti dedi! Adını bile söyleyemediğim o ülkede yaşadığını öğrendim ben! Ben ya ben... ben gene her şeyi boş verdim, Aflaz gelsin dedim... ama sen gene gelmedin Aflaz!"

 

Yerimden doğrulup, dizlerinin önüne çöktüm.

 

"Haberim yoktu... sana yemin ederim haberim dahi yoktu nefesim, haberim olsa ben sana gelmez miydim?"

 

"Neden gittin?" dedi kısık bir tonda, "Madem... madem beni seviyordun Aflaz neden gittin?"

 

"Gitmedim, ben hiçbir yere gitmedim! Sanayi de kendi dükkanımı açtım, gece gündüz orada kaldım... kendimi dinlemek, özlemimi dindirmek için de arada bu eve geldim..."

 

"Bana neden yalan söyledin?" dedi gözleri kan çanağı olurken, "Beni neden bir yalana inandırdın senelerce Aflaz... ha söyle, ben seni şimdi nasıl affedeyim?"

 

"Söyledim..." dedim hayatımda ilk defa ona doğruyu söylemek için, "Senin yanımda olabilmen, gülebilmen, kalbime bu denli hükmedebilmen için söyledim..."

 

"Bana bir yalanı yaşattın sen Aflaz."

 

"Ben sana tüm gerçekliğimi yaşattım Hava'm..."

 

Güldü tekrar, yüzüne yerleşen o gülümsemenin ne kadar can yakıcı olduğunu bilmeden bana sundu onu tekrar ve tekrar.

 

"Senin gerçekliğin o toprağın altında artık Aflaz."

 

*

 

O gün, Aflaz bir gerçek öğrendi.

 

Canını acıtan, onu ölüme itebilecek kadar ağır bir gerçek hem de... oysa, Cevher'in oğlu gelip haber vermemiş miydi ona?

 

"Kızın bugün evleniyor." dememiş miydi?

 

Neden ona yalan söylemişti... bilmiyordu.

 

Hiçbir şeye anlam veremiyordu. Hava'yı ondan uzaklaştırmalarına, Murat'ın yanlarına geçmesine ve dahi Cevher'i bile affeden insanların onu affedememesini anlamıyordu.

 

Ne demişti Cevher öldürken?

 

"Bu bebek katilini affedebiliyorsunuz ama beni affedemiyorsunuz öyle mi?"

 

Bebek katili miydi Aflaz?

 

Daha görmediği... varlığına bile başkasının olduğuna inandırıldığı bir çocuğun kendi çocuğu olduğunu öğrendiği gün kaybetmemiş miydi?

 

O gün anlamıştı aslında Aflaz, Hava'yı tamamen kaybettiğini...

 

*

 

Aflaz.

 

O günden sonra, tekrar o mahalleye taşınmıştı. Hiçbir şey olmamış gibi, onca şey yaşanmamış gibi gene Hava'nın yakınlarında olmaya çalışmıştı.

 

Bilmiyordu ama... Aflaz, Hava'nın ondan sakladığı o gerçekliği bilmiyordu.

 

Yıllar evvel, onu buradan gönderdikten sonra... Murat ile evlendiğini, bilmiyordu. Bilse, mani olurdu.

 

Duysa... engel olurdu çünkü.

 

Şimdi... Banu'su Trabzon'daydı ve Mustafa onu arayıp, çağırmıştı... geç de olsa öğrenmişti bazı aile sırlarını.

 

Yerine oturtamadığı bazı çelişkileri vardı... biliyordu. Bunun için Hava, oraya gidiyordu. Yıllar evvel kovulduğu o kasabaya.

 

Sahil kenarına.

 

Trabzon'a.

 

Burası ondan çok şey almıştı... ailesini, annesini, ablasını... çocukluğunu.

 

Mustafa onları karşıladığında, eve doğru ilerlediler yavaşça.

 

"Güzel yerden almışsın toprak oğlum, hayırlı olsun"

 

"Sağol babam, haydi geçin içeri"

 

"Önce sen gir Mustafa, kız korkmasın..." dedim Mustafa'ya doğru.

 

"Emin ol şuan benim evde olmadığımı bile fark etmemiştir Hava abla, kendisi Zuhal Topal izliyordu"

 

Gülmeye başladım onun bu cevabıyla.

 

"Allah iyiliğinizi versin çocuğum!"

 

Araladığı kapıdan içeriye doğru ilerledi Mustafa, elindeki böğürtlenleri iştahla yiyen Banu'mu gördüm ardından.

 

"Yavrum?"

 

"Mustafa! Vallahi tırlattım ben he! Gayetten teyzemin sesini duydum demin sanırım o kadar kaptırmışım kendimi bu televizyona..."

 

Bakışları Mustafa'nın elindeki valize kaydığında duraksadı, hemen arkasında yer alan bana baktığında irileşen mavi gözleriyle beraber hızla ayağa kalktı.

 

"Teyze!"

 

"Teyzem! Bebeğim! Teyzesinin güzeli" kollarımın arasına girdiğinde rahat bir soluk bıraktı.

 

"Nereden çıktın sen?"

 

Anında dolan gözleriyle kendisine bakmaya başladı Banu. Çok özlemişti onu. Telefonla konuşmak yetmiyordu!

 

"Güzelliğimi özledim ve geldim, kötü mü etmişim?"

 

"Hayır! İyi ki gelmişsiniz teyze! Çok özlemiştim ben sizi..." bakışları kapının arkasında duran Neriman'a ve Kenan'a kaydı.

 

Ve gülümsedi içten bir şekilde.

 

*

 

Havaların geldiğini öğrenenler misafirliğe gelmeye başlamışlardı.

 

Banu, dikkatle bir Mustafaya bir de bana bakıyordu... hissediyor gibiydi.

 

"Teyzem, bak bana..." bakışları bana doğru kaydığında Mustafa hızla elini tuttu Banu'nun.

 

Neler oluyordu anlamıyordu.

 

"Ne oluyor teyze?"

 

"Öncelikle sakin olmanı istiyorum sen istemezsen hiçbir şey olmayacak..."

 

"Ne olmayacak teyze?"

 

"Bebeğim, annen ve babanın nerede tanıştığını söylemiştim sana hatırlıyor musun?"

 

"Trabzon da?" dedi kuşkuyla,

 

"Evet bebeğim... babanın yani kendinin nereli olduğunu biliyor musun? Bunu da söylemiştim sana..."

 

"Biliyorum... Trabzon" bakışları Mustafa'ya doğru kaydığında elini güven verircesine sımsıkı tuttu.

 

 

"Babaannen, amcaların... hepsi seni biliyor. Burada olduğunu, Mustafa ile evli olduğunu. Hatta hayatta olan tek halan bile yeni öğrendi."

 

"Neyi yeni öğrendi Teyze?"

 

"Senin yaşadığını bebeğim"

 

*

 

Bakışları donuklaştı genç kızın. Kalbi korkuyla atmaya başladı,

 

"Ömer Asaf'ı hatırlıyor musun? Sizin düğününüze gelmişti. Gerçi çocuk o zaman bilmiyordu senin onun kuzeni olduğunu ama ben ilk görüşte anlamıştım. Tıpkı babana benziyordu Banu." Dedi Hava tereddüt etmeden.

 

"Ne?"

 

"Babaannen, Ömer Asaf'ın sizinle olan fotoğraflarını görmüş. Oğluna ve istemediği gelinine benzerliğine şaşırmış. Sonra da işte kendince sizi yemeğe çağırmak istemiş. Bütün ailen, seni bekliyor teyzem..."

 

"Aile?"

 

Gözlerini kapattı Banu. Tırnaklarını avcunun içine geçirmek istedi fakat yapamadı. Elini hapsetmiş bir el vardı ve yanındaydı.

 

"Teyze onlar beni istemedi!" gözleri dolu dolu olmuş bir şekilde baktı hepsine Banu, canı acıyordu. Şu hayatta annesini ve babasını kaybettikten sonra istenmeyen bir bebek olarak anılmıştı hep.

 

 

"İstemediler bebeğim... biliyorum, biliyoruz. Sende biliyorsun, sadece gidip görüşelim diyorum. Hesabını sor diyorum, annenin, babanın yaşadıklarının hatta daha acısı kendi yaşadıklarının hesabını sor onlara. İçinde kalsın istemiyorum teyzem, ben keşke demeni istemiyorum."

 

Gözünden bir damla yaş aktı Banu'nun. O güzel mavi gözleri yaşlarla doldu, "Mustafaa" dedi hemen. Mustafa sevdiğinin dudaklarından isminin dökülmesinin ardından onu hemen kollarının arasına alıp saçına öpücükler kondurmaya başladı.

 

"İstemediğin hiçbir şey olmayacak yavrum, güven bana. Ömer Asaf günlerdir uyumuyor. Düşünmekten, sana yapılanı yediremiyor. Bilmiyordum dedi bana, çıldırmış gibi bağırırken bilmediğini söyledi..."

 

"Ben... ben ne yaptım onlara Mustafa?" gözlerini sımsıkı yumdu Banu.

 

"Hiçbir şey yavrum, sen hiçbir şey yapmadın onlara."

 

*

 

Önünde durduğumuz konağa baktım garip bir şekilde. Ürperiyordum... ben, kucağımda Banu ile buraya geldiğimde kovmuştu beni Handan hanım.

 

Şimdi...

 

Şimdi tekrar aynı yerdeydim ve bu sefer küçük kızım büyümüştü.

 

"Yavrum? İstemezsen girmeyiz..."

 

Kapı aralandı ardından, içeriden uzun boylu sarışın bir adam çıktı. Bu adam... Nevzat'a o kadar benziyordu ki, bilmesem Banu'mun erkek kardeşi zannederdim.

 

"Hoş geldiniz..."

 

İncecik, naif bir ses. Yüzünden asla gülümsemesini eksik etmemişti bugüne kadar Zeynep. Onunla ne zaman karşılaşsam eşsiz bir gülümseme ile bakıyordu herkese.

 

"Hoş bulduk kızım..." dedim yumuşak bir tonda, "Buyurun içeri geçelim hava soğuk... Banu daha fazla soğukta kalmasın, iyi olmaz..."

 

*

 

Handan hanım, gözlerini bir saniye olsun üzerimden ayırmıyordu. Dikkatle ve pişmanlıkla bakınıyordu bana doğru.

 

"Uzun zaman oldu Hava..."

 

Pamuk, hala narin bir kadındı... hatıralarımdaki gibiydi.

 

"Haklısın." dedim gözlerimi tekrar Handan hanıma döndürürken, "Çok uzun zaman oldu."

 

Kendimi koltuğa bıraktığımda, içeriden gelen adım sesleriyle avuç içlerimi dizlerime geçirdim.

 

"Ne denir, bilemedim."

 

"Bilmen gereken zamanları atlattık biz, annen ve ailen sayesinde öğrendim çoğu şeyi. Kimsesiz bir çocuğu bakmayı, birinin hayatını kaydırmayı, hayattan vazgeçmeyi ben Handan hanımdan öğrendim."

 

Gözlerinde gördüğüm o acı da neydi? Neden öyle acı acı bakıyordu bana? Yalan mı söylüyordum sanki... o yapmamış mıydı tüm bunları?

 

Benim eniştem... aramamış mıydı annesini gel diye... gelmeyen kendisi değil miydi? Ona sırt çeviren, tek bırakan...

 

Onu, bile bile ölüme atan değil miydi Handan hanım?

 

"Hava..."

 

"Bunca zamandır, sustum..." dedim kendimi kontrol etmek istercesine, "Sadece o çocuk için çabaladım, kendimden geçtim ona tek bir söz, tek bir laf getirtmedim. Ben seneler evvel Murat'a bir söz verdim."

 

Yerinden doğrulup yanıma doğru gelen adamın gözlerine baktım güven istercesine.

 

"Yıllarca dedim ki kendi kendime, biz bunu neden yaptık? Neden yapıyoruz diye... o çocuğun ne günahı vardı diye... bilse, almaz mıydı yanına dedim ama biliyordu."

 

Bakışlarımı, Pamuk'a doğru çevirdim.

 

"Sen bilmediğini söylerken, abin o çocuğu korumak için seneler evvel benimle evlenmek zorunda kaldı. Bunu da mı bilmiyordun?"

 

Şokla bakındı yüzüme doğru, ardından ağabeyine.

 

"Abi?" dedi şaşkınca, "Bu ne demek?"

 

"Seneler evvel, Hava haburaya gelduğunda... tek donmedi Pamuk... onunla dondum İstanbul'a gadar."

 

Gözlerimi kenetledim gözlerine,

 

"Oyle şeyler oğrandum ki, kalduramadum. Benim anam yapmaz, benim babam kendi oğluna sıkmaz dedum..." dedi iç geçirirken, "Yanuldum."

 

"Ne?"

 

Eli, ayağı titreyerek baktı anne ve babasına.

 

"Benim anam, senelerce ağabeyimin, benim babama katil dedu, sustum." diyerek devam etti Murat, "Gerçeğu oğrenmeyelum diye didindi durdi, ama ne oldi? Eline ne geçti ana de bakayım bağa sen? Sen kimi kimden kaçurdun? Sen kimin kanunu, kimden ayurdun?"

 

"Oğlum..."

 

"Ben senin oğlunum, ağabeyim, kız kardeşlerim... hepsi! Hepsi senin çocuğun... kızları kendi çocukları mı sanıyor hala babam de bakayım bana?"

 

Karşımdaki adamın kasılmasını izledim şokla, adam yerinde kımıldanıyordu rahatsızca.

 

"Ben diyeyim sağa ana, kızların da o katil deduğun adamın çocuklari, biz de. Bunu da hepunuz biliysınız. Asıl katil de yanundadur. Önce gelinine sıkti, ardından oğlum diye büyüttüğü evladuna sıkti. Daha sonra da Hatçeme sıkti."

 

Hatice.

 

En küçükleri, en naifleriydi.

 

Adı vardı bir, şimdi de... Banu'm kadar olmuş kızı.

 

"Şimdi ana... ben ailemle İstanbul'a döneyrum..." dedi elimi kavrarken, "Senelerce sakladum, gizliden gizliye yürüttüm her şeyi... ama bitti ana, bendeki sabır, selamet bitti... ben karımın yanına evime dönüyorum ana..."

 

*

 

Derler ki,

 

Aflaz Hatalarının bedelini, çok ağır, çok acılar çekerek ödedi.

 

Derler ki,

 

Bir kadın, severken; her şeyi öğrenirdi.

 

Anne olmayı.

 

Kadın olmayı.

 

Kız çocuğu olmayı.

 

Çocuk olmayı.

 

Velev ki vesselam, derler ki; Murat gibi adamlar ancak böyle hikayelere dize, böyle yaşamlara mahsus olur diye.

 

Yalandı.

 

Her hikayenin bir Murat'ı, bir de Aflaz'ı vardı.

 

İnsan, sevdiğine kıyamazsa o sevda olurdu... ama Aflaz, kendi yarattığı dünyada hapsetmek istemişti Hava'yı.

 

Ben inanmam, istemem dahi.

 

Siz de istemeyin.

 

Son, 7 senede bu ülkede kaç kadın öldürüldü böyle sapkın insanlar yüzünden biliyor musunuz? Belki... belki bilmiyorsunuz ama istatistik hiç düşmüyor, aksine yukarı doğru çıkıyor.

 

Murat, benim sevdiğim adamdı.

 

Benim, kurtuluş yolumdu.

 

O benim hikayemdeki, en doğru yoldu.

 

Ve Aflaz, hala hayatta olup kendisine çeki düzen vermek yerine daha da dibe iniyordu. Ölüm, ona çare olabilirdi belki ama ona en büyük ceza; Hava'nın ondan kopup da başkasına gülmesi değil miydi?

 

Bir kadın, her anına, her yaşına başka sıfatlar yerleştirir ve onunla bütünleşir arkadaşlar.

 

Siz, siz olun; doğruyu bulduğunuzda 'Ne yapacağım' demeyin. O doğru size geldiğinde, siz zaten onu senelerce tanıyormuş gibi hissedeceksiniz.

 

Kimseye, kendinizden ödün vermeyin.

 

Bu hayat sizin, sizin kararlarınızın.

 

Hiçbir şey içinizde ukte kalmasın.

 

"Bir kadın vardı bizim akrabalarda, yirmi sene yalnız kalmış derlerdi... sonra evlendi, köyden bir adamla."

 

Benim ilham kaynağımdı o kadın... hala hayattaysa.

 

O kadın, bu hikayede yazılanlardan daha çok acı çekmişti... daha çok parçalanmıştı tüm ruhuyla.

 

Oysa, sevmek bu değildi.

 

Son söz zormuş hakikaten, ben yazarken zorlandım, siz okurken belki de. İnsanların hayatlarını değiştiren en büyük şey hırstı.

 

Kararlar ve verilmiş sözlerdi.

 

Ben bu hayatta doğrucu davut olmuş ve hep dışlanmıştım... tıpkı Banu gibi.

 

Hava, bu hayatta hep eksik yaşamış ama sonunda mutluluğa kavuşmuştu...

 

Ah!

 

"Ne demek evlenmişler Mustafa!" diyerek bitirmek istiyorum satırlarımı... Banu yeni öğrense de teyzesinin, amcası ile evlendiğini seneler evvel; Murat Hava'ya zaten bir söz vermişti o gece.

 

"Ahtım olsun Hava'm bırakırsam bir daha sizi, korumak zorundayım... bunu yapmak için gitmek zorundayım."

 

Öyle de olmuştu.

 

Korumuş, kollamıştı.

 

Bu hikayede, Banu ölmemiş, Hava yaşamış olarak kalmıştı... acı ve tatlılarıyla.

 

*

 

Kelime Sayısı: 35.000

 

Yayım Tarihi: 28.02.2022

 

Tekrar yayım, yazılış tarihi: 15.03.2022

Loading...
0%