Yeni Üyelik
1.
Bölüm

ŞERİFE | BİR ÖMÜR SERİSİ - I

@buselikmakami

ŞERİFE | BİR ÖMÜR SERİSİ - I

 

Bu hikaye "Mahalle Serisi" kitaplarımda sıklıkla yer alan, "Gamze ve Bergüzar" adlı hikayelerimde yer verdiğim, hikayelerin kurgusu sebebiyle ölmesi gereken "Şerife" karakteri hakkında yazılmıştır.

 

Kitap, tek bölümden oluşmaktadır.

 

*

 

Paralel evrende; Şerife.

 

*

 

Şerife

 

Bir Ömür Serisi – I

 

*

 

Sevmek.

 

Sevmek emek vermekti bana göre, bugüne kadar hep çabalamıştım çünkü ben. Canım yandığında, canımı yaktıklarında...

 

Paramparça olduğumda bile emek vermiştim ben onun sayesinde.

 

O gün... o lanet olası gün beni ayağa kaldırmıştı Ali'm. Tıpkı benim onu ayağa kaldırdığım gibi. Sevmek Ali ile güzeldi.

 

O sırf benim için diğer adını sildirmişti.

 

Bana bir söz vermişti, o verdiği bütün sözleri tutan koca yürekli sevdiğimdi benim. Aklıma gelen gerçeklerle boğazımda bir düğüm şeklinde kaldı.

 

GEÇMİŞ ZAMAN

 

Konfeksiyon.

 

Okumadıydım ben, burada başladım hayatıma. Keşke okusaydım işte. Belki böyle bir hayat sürmezdim ama eve geçim derdi olsun diye annemler yollardı senelerdir beni buraya işte.

 

Gocunmazdım, kaçmazdım işten ama yapasım da gelmezdi. Bugün vardiyam geceydi, sabaha kadar buradaydık... bazen böyle denk gelirdi. Her zaman olmasa da izin yapanlar veya hasta olanlar yüzünden üç ayda bir de olsa biz kızlara vardiya sırası gelirdi.

 

Mahallede olmasa hayatta izin vermezdi babam ve annem.

 

"Ne ettin kız Şerife..."

 

"Ne edeceğim abla, diktim işte..."

 

Bakışları yaptıklarıma kaydı, "Eyi eyi... çalış" gözlerimi devirip molaya çıkmaya karar verdim. Bazen bu insanların saçma sapan konuşmaları yüzünden neler olabileceğini düşünüyordum. Arka taraftan çıkıp biraz nefes almak istedim.

 

Bilemedim, nereden bilecektim ki?

 

Hayatımı cehenneme çevirecek olanın gelmekte olduğunu.

 

Kimse yoktu burada, soğuktu. Ürktüm, hızlı adımlarla bahçeye ulaşmaya çalıştım. Ulaşamadım ama kolumu kavradı biri tam bağıracakken eli kapandı ağzıma.

 

Susturuldum.

 

"Sakın o sesini çıkartma, şimdi değil Şerife"

 

Kollarımı oynatıp durdum, korkudan irileşen gözlerimle baktım ellerin sahibine. Bütün vücudum buz kesmiş gibiydi.

 

Çekti bedenimi hızla, soktu depoya. Bir yaprak gibi savruldum. Ellerimi bedenime sarıp güç bela yerde doğrulmaya çalıştım. Bakışlarımı yüzüne çıkarttığımdaysa...

 

Korktum.

 

Çok korktum.

 

"Sab...ri"

 

İğrenç bakışları üstümdeydi, bunun ne demek olduğunu iyi bilirdim. Bilmez miydim! Yutkundum defalarca, "Bu ne güzellik Şerife hanım..." elinin tersiyle dokundu yüzüme.

 

İğrendim.

 

"Bırak!"

 

"Hırçın kız..."

 

Elini hırsla ittirdim tam o sırada ağzımı kapattı Sabri.

 

"Bu güzelliğe fazla değil mi sence de bu hırçınlık? Asilik... ama en çok da bu çekiyor beni sana karşı!" ellerimi avcuna hapsedip sırtımda kıstırdı.

 

Canımın acısına, acıyla inledim. Yüzündeki gülümsemeyi görünce kusasım geldi.

 

"Bırak!"

 

"Şşş, daha erken Şerife. Gece uzun ve ben isteyene kadar buradasın!"

 

Kollarında çırpınıp duruyordum ama nafileydi bırakmıyordu ellerimi. Canımı yakıyordu. Yüzüm büzüştü hemen. Ardından da arkamda bulunan masanın üstüne doğru fırlattı bedenimi.

 

"Yapma, bırak gideyim ne olursun!"

 

"O güzel sesini bunlar için yorma Şerife, ben istediğimi alana kadar beraberiz!"

 

Ayağa kalkmak için hareketlendiğimde yüzüme sertçe bir tokat geçirdi. Canımın acısına titremeye başladım, soğuk bedenimi ele geçirdiğinde gözümden akan yaşları durduramaz oldum.

 

"Yapma Sabri, Allah aşkına yapma!"

 

"O kadar güzelsin ki kızım! Hayranım sana lan hayranım!"

 

Gözlerimi sımsıkı yumdum, iğrenç sözlerini duymak istemiyordum onun ben. Buradan çıkmak istiyordum, gitmek istiyordum.

 

"Tamam... tamam bak lütfen, böyle olmaz normal vakitte ne dersen de canımı yakmadan de yalvarırım Sabri"

 

Alayla kahkaha attı, "Yalvarman hoşuma gitti Şerife..." parmakları yüzümde dolanmaya başladı anında midem kalktı.

 

Kusmak istedim.

 

Dudaklarımın üstünde oyalanan parmaklarla bedenim sanki titremezmişçesine titremeye başladı.

 

"Yapma... kusacağım, bırak!"

 

Bakışları yüzümde oyalandı, o iğrenç ses tonuyla,

 

"Umurumda bile değil, bugün. Burada, benim olacaksın. Sonsuza kadar hem de. Anladın mı beni Şerife? Ben ne zaman istersem o zaman bana geleceksin, benden başkası olmayacak artık senin zihninde." Dedi.

 

Her bir kelimesi, boğazıma bir düğüm şeklinde batıyordu.

 

Nefesim kesiliyordu, canım acıyordu.

 

"Yapma... ne olur yapma."

 

*

 

Ama yapmıştı, kendi hırsı ve zevki için onu harcamıştı.

 

Saatlerce ağladı bulunduğu yerde, sabaha kadar küçüldü olduğu yerde. Kapı açıldı, geriye doğru kaydırdı bedenini. Ellerini siper etti yüzüne doğru.

 

Gün doğuyordu ama ölüyordu Şerife.

 

"Şerife?"

 

Şaşkınlıkla bakındı Ali karşısında bulunan kıza, donuklaştı bakışları. "Al... ali..." kapattı bağrını Ali kızın, keskin bakışlarla baktı çevresine. İliği kemiği çekilmişti, "Kim..." dedi sertçe, gözünü kapattı Ali.

 

Ellerini yumruk yaptı.

 

"Al... aliiii"

 

Hıçkırdı Şerife, saatlerce ağlamamış gibi. Sığındı onu saran kollara, üstüne konan cekete. Sustu, iki beden o gün.

 

Çıktı mahallede bir illet, tecavüze uğramış dediler.

 

Kim dediler.

 

Bilemediler.

 

İki beden sır etti.

 

İki dil lal oldu.

 

"Söz verdin Ali..." bakışları karardı Ali'nin, söz vermişti... ama o sözün bir vahameti yoktu! Bunu o gün rafa kaldıracak, Osman'a o fırsatta ilk yardım eden o olacaktı.

 

Söz vermişti gerçekten.

 

Ali ona söz vermişti, ömrü boyunca tutacağı; sadece onların arasında bir sır olacak bir söz vermişti.

 

Kendisi de ona söz vermişti.

 

Bir daha asla o hataları yapmayacak, kendisine o eziyeti yapmayacaktı. Onlar beraber bir bütün olacaklardı.

 

Bir elmanın iki yarısı; olacaklardı.

 

Beraber.

 

Sımsıkı birbirlerine tutunacaklardı.

 

*

 

Uzun süre iç geçirdim.

 

Hayatımda hiç bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyordum bile. Nasıl hatırlayabilirdim ki? Ben... ondan başkasına bakmamış, aşık olmamıştım.

 

Beni görmemişti.

 

Görmemeyi seçmişti.

 

Benim ona aşık olduğum gibi; o da bir başkasına aşıktı.

 

Gözümün önünde; kendisinin benliğini kavradığı günden beri Bade'ye aşıktı ve hep öyle kalacaktı.

 

Bir defa olsun bana bakmamıştı, gözü; gözüme değmemişti.

 

Bende... bende yıllar sonra kalbimi ona açmıştım.

 

Çok garipti... hem de aşırı derecede garipti. Ben asla aklıma bile getirmeyeceğim, çocukluğumdan beri arkadaş, dost gözüyle baktığım adamla görüşmeye başlamıştım.

 

İşin doğrusu; ben ona başka bir gözle bakmaya başlamıştım.

 

Yaşadığım, korku dolu anlardan sonra... ona içimde bir minnet belki de başka bir duygu başlamıştı.

 

Tabi ben o zamanlar bunu anlamıyor, kaçıyordum.

 

Sonraları fark etmeye başladım.

 

Bana ondan bahsettiği zamanlar...

 

Gamze'den.

 

Benim içimde kalan kalp yarası; Ali için fazlasıyla ön plandaydı. O, biliyor ve onu bilerek reddediyordu.

 

Çok acıydı.

 

Ali gibi seven bir adamı reddetmek... bu dönemde, bana aşırı garip geliyordu.

 

Bir kere Ali... Ali Bayram, aşırı dürüst bir adamdı. Lafını asla esirgemiyordu. Bana da esirgememişti.

 

Gülümsedim bu düşünceyle.

 

Ali gibi bir bebek hayal ettim... ah! Nasıl da tatlı olurdu. Böyle mavi gözleri olan, uzun boylu; esmer bir erkek çocuğu.

 

İç geçirdim hemen, nasıl olacaktı ki?

 

Başımı iki yana sallayıp hızla bu düşüncelerimi def ettim.

 

Çekilen sandalye ile beraber düşüncelerimden hızla kurtuldum, sahi ne kadar beklemiştim? Bilmiyordum. Gerçi benim için önemli değildi.

 

Heyecandan ölmek üzereydim.

 

Ona açılmıştım.

 

Pat diye.

 

Dümdüz söylemiştim, şimdi ise... karşımdaydı.

 

"Çok beklettim mi?" dedi erkeksi bir tonda. Gözlerine bakmak istedim ve bu düşüncemi ertelemeden gözlerine baktım hızla.

 

"Hayır..." dedim onu bekletmemek adına, "Yeni geldim sayılır..."

 

"Anladım..." dedi bakışlarını üstümden çekmeden, "Konuşalım mı şimdi?"

 

Bakışlarımı önümde duran kahveme doğru çevirdim, sanırım kaçışım yoktu.

 

Keşke dün öyle söylediğimde bitseydi de gitseydi... aptal kafam, asla bunu hesaba katmamıştım. Ali'nin öyle hemen kaçacağını düşünmüştüm.

 

Gamze'de öyle olmuştu!

 

Bende neden olmamıştı?

 

Başımı iki yana salladım, ben o değildim!

 

"Şey..."

 

Kaşını havaya kaldırıp bakışlarını yüzüme sabitledi,

 

"Kaçma, dün karşımda konuşan kıza ne oldu?"

 

"Ali!" dedim sitemle, kalbim küt küt atıyordu "Lütfen dalga geçme benimle!"

 

Erkeksi kahkahası oturduğumuz kafeyi doldurdu, bakışlarımı gülüşünden çekmedim. Aksine daha da dikkatli izlemeye başladım.

 

Ben sanırım... gerçekten aşık olmuştum.

 

"Dalga geçmiyorum Şerife..."

 

Dudaklarımı ıslattım, adım o kalın dudaklarının arasından nasıl dökülmüştü öyle... of!

 

"Tamam o zaman..." dedim iç geçirerek, "Dalga geçmiyorsan, ne yapıyorsun?"

 

"Kaçma, konuyu da değiştirme... daha dün karşıma geçip de ben seni seviyorum demedin mi sen? Şimdi neden konuyu değiştiriyorsun?"

 

Yutkundum,

 

"Değiştirmiyorum... sadece çekindim!"

 

O kaşı... sol kaşı, tekrar havalandı.

 

"Çekindin?" dedi sorarcasına, "Benden mi?"

 

"Evet... tamam dün sana seni sevdiğimi söyledim."

 

Dudağı yukarı doğru kıvrıldı,

 

"Bugün sevmediğini mi söyleyeceksin peki?"

 

"Ne?" dedim şaşkınlıkla, "Hayır öyle bir şey söylemeyeceğim..."

 

"O zaman bugün de seviyorsun beni?"

 

Kıkırdadım, ağzı çok güzel laf yapıyor ve istediğini alıyordu.

 

Bende ona istediğini vermekte zaten dünden gönüllüydüm.

 

"Seviyorum..."

 

Gülümsedi, o mavi gözleri kısıldı gülümsemesiyle beraber.

 

"Biliyorum, seviyorsun beni."

 

"Ukalalık yapma!" dedim sinirle solurken, "Ben benimle uğraşman için söylemedim, haberin olsun diye söyledim..."

 

Kahve fincanı ile oynayan elimi tuttu anında, şaşkınlıkla bakışlarımı yüzüne doğru çıkarttım.

 

"Ali?" dedim merakla, "Ne yapıyorsun?"

 

"Biliyorum çok garip... işin doğrusu şaşırdım kaldım dün sen öyle söyleyince. Hiç beklemiyordum, itiraf ediyorum."

 

Yutkundum, işte geliyordu beklediğim cevap.

 

Reddedilecektim.

 

"Biliyorum... beklemediğini yani."

 

"O kadar şaşırttın ki beni... anlatamam sana bunu, asla beklemediğim hatta saatlerce dertleştiğim biriydin benim için."

 

Kalbim yerinden çıkacak derecede atıyordu,

 

"Bende benden nefret ettiğini düşünüyordum." Dedim gözlerine bakarken, "Hatta benden kaçtığını bile düşünüyordum."

 

Bakışlarını masaya doğru indirip bir süre bekledi.

 

"Bu nefret mi bilmiyorum ama zamanında başka birini severken, arkadaş da olsa benim hayatımda hiçbir kadının yer almasını istemedim." Dedi tok bir tonda, "Aslında... o mahallede sürekli takıldığın insanlar yüzünden değiştiğini düşündüm Şerife. O takıldığın insanlar ne öyle Allah aşkına? Tek yaptıkları insanların arkasından konuşmak ve ilişkilerine salça olmak."

 

Şaşkınlıkla kaşlarım havalandı.

 

Ali bana hesap mı soruyordu? Ben mi yanlış anlıyordum...

 

"Kimse konuşmuyordu benimle..." dedim gözlerine bakarken, "Ne yapmamı bekliyordun?"

 

"Nasıl konuşmuyorlardı seninle?"

 

"Bildiğin... kimse konuşmuyordu işte. Bende o..." dedim iç çekerken, "O... olaydan sonra zaten eskisi gibi kendime gelemedim. Bir sen vardın, sende yok oldun zamanla zaten."

 

Parmaklarımın üstünde sımsıcak, benim zıttım olacak şekilde bir avuç hissettim.

 

Ali, elimi tutuyordu!

 

"Benim kendime gelmem gerekiyordu Şerife, biliyorsun durumları."

 

"Biliyorum..." dedim iç geçirirken, "Nasıl bilmem..."

 

"Bana doğru cevap vereceksin, sana bir şeyler sormam gerekiyor..." dedi mavilerini, gözlerimden çekmeden "Anlaştık mı?" diye devam etti.

 

Hızla başımı sallayıp onayladım onu, cevap verecek gücüm yoktu çünkü.

 

"Biliyorsun, ben kaç gece seninle konuştum... onun yani Gamze hakkında. Bu senin canını sıkacak mı? Oldu da biz seninle bir yola baş koyduk, ileride bunun lafını döndürecek misin bana?"

 

"Ben... bilmiyorum ki Ali, hiç düşünmedim."

 

"Neyi düşünmedin Şerife?"

 

"Ben... seninle bir ilişkiyi düşünmedim hiç."

 

Kaşları havalandı hemen,

 

"Düşünmediğin için mi dün bana beni sevdiğini söyledin?"

 

"Hayır..." dedim iç geçirirken, "Öyle değil... senin benimle konuşmak isteyeceğini ve bir ilişki isteyebileceğini düşünmedim tamam mı?"

 

"Neden? Sen o kadar mı kötü birisin Şerife?"

 

Sinirle soludum,

 

"Laf oyunu yapma bana Ali! Lütfen, ben sana cevap veriyorum zaten..."

 

"Laf oyunu yapmıyorum Şerife, sana olanı soruyorum. Sen kendini ne zaman eskisi gibi hissedeceksin?"

 

Kaşlarım havalandı,

 

"Nasıl yani?"

 

"Bildiğin... ne zaman eski Şerife olacaksın, benim karşımda saatlerce konuşan derdini açan o kadın olacaksın. Madem beni seviyorsun, benim seni sevmem hatta ileride hayatımı sana adamam için neden bir hamle yapmıyorsun?"

 

Gözlerimi sımsıkı yumdum,

 

"Çünkü onu seviyorsun, hep onu sevdin."

 

Bakışlarını yola çevirip tekrar bana doğru döndü.

 

"Bunu biliyordun, hiç saklamadım. Ne Gamze'yi sevdiğimi senden gizledim ne de onun için neler yaptığımı." Dedi gözlerime bakarken, "Çok garip, gerçekten çok garip Şerife. Benim ne yaşadığımı en iyi sen bilmiyor musun? Biliyorsun. Bende sana diyorum ki, oldu da denedik. Bir yola çıktık o zaman bana bunun lafını yapacak mısın?"

 

Sıkıntıyla soludum,

 

"Bilmiyorum Ali, dedim ya... ben hiç düşünmedim."

 

"O zaman düşün, sana düşünmen için fırsat veriyorum Şerife."

 

Bakışlarım yüzünü taradı hızla, ciddi miydi?

 

Sanırım... ciddiydi.

 

Ali hiç yalan söylemezdi ki.

 

"Ama şunu unutma..." dedi bana bakarken, "Ben zamanında nasıl Gamze'yi sevdiysem, sende birini seviyordun ve o sevdiğin kişi de benim can dostumdu Şerife. Eğer bir ilişkiye başlayacaksan benimle, her ihtimali düşün. Olur mu?"

 

"İlişki mi?"

 

"Evet ilişki, ben seninle neden gönül eğlendireyim kızım kendine gel. Ben öyle bir adam mıyım?" dedi sinirle, "Benim ne zaman biriyle eğlendiğimi gördün."

 

"Görmedim Ali, sinirlenme lütfen... öyle demek istemedim."

 

Parmakları masada ritim tutmaya başladı,

 

"Karar senin Şerife, eğer dersen ki ben denemek istiyorum... deneriz. Olursa olur, olmazsa da eyvallah deriz."

 

Dudaklarımı aralayıp kalbimin hızla atmasının geçmesini bekledim.

 

"O zaman, eyvallah demeyiz biz de olmaz mı Ali?" dedim çekinerek ona bakarken, "Hani... deneyelim mi? Hı Ali?"

 

Avuçları tekrar parmaklarımı kavradı,

 

"Sana söz veriyorum, senden başkasına bakmayacağım. Yeminim olsun Şerife, bir gün bu kalbimi birine açacaksam sen olacaksın."

 

"Gerçekten mi?" dedim heyecanla, "Yani... şey! Beni sevmesen de olur Ali."

 

"Ben seni seviyorum Şerife..." dedi gözlerime bakarken, "Sadece aşık değilim, nasıl sevmem seni? Sen benim en yakın arkadaşımdın. Her şeyimi bilen kadınsın sen benim. Seni sevmesem... beni sevmesen biz nasıl arkadaş olabilirdik bunca sene. Söyle bana."

 

"Doğru... doğru söyledin Ali."

 

"Ben asla yalan söylemem Şerife, bunu asla unutma. Ben sana her zaman doğru söyledim, bundan sonra da söylemeye devam edeceğim. Hiç şüphen olmasın."

 

*

 

İşte...

 

O gün nasıl eve geldim bilmiyordum.

 

Kıkırdadım, elim karnıma gidip okşadığımda bebeklerimle konuşmaya devam ettim.

 

"Tamam tamam heyecanlanmayın hemen, babanız beni o gün eve bıraktı!" dedim gülerken, "Hem de elimi tutarak..."

 

İki avuçlarım da yarım dünya olan karnımı okşuyordu usulca.

 

Onların bazen ellerini, bazen de ayaklarını hissediyorum ama daha çok babalarına tepki veriyorlardı.

 

Serra ve Sertuğ!

 

Gülümsedim.

 

Benim canımın, iki parçası!

 

Bizim elmamızın, iki yarısı!

 

"Devam ediyorum o zaman anneciğim..."

 

*

 

O günden sonra biz Ali ile sık sık buluşmaya ve görüşmeye başladık.

 

Sanırım flört ediyorduk ve bu çok güzel hissettiriyordu. Hiç kimse bana böyle naif, böyle ilgili davranmamıştı.

 

Bugünse...

 

Birlikte yemeğe çıkıyorduk.

 

Akşam.

 

Hızla yüzümü yelledim, sakin olmam ve sakin sakin hareket etmem gerekiyordu.

 

Odamın kapısı tıklatıldı ve ardından içeriye annemin bedeni girdi birden,

 

"Kızım..." dedi beni baştan aşağı süzerken, "Bir yere mi gidiyorsun?"

 

Bakışlarımı yüzüne çıkarttığımda hiç utanmadığım kadar utanıyordum. Ben annemle böyle şeyler konuşmazdım ki.

 

Annem bu konularda hep katıydı.

 

"Şey... dışarı çıkacağım." Dedim mırıldanarak, bir yanım ondan saklamamı söylüyordu bir yanımsa direkt söylemek.

 

"Kiminle çıkacaksın annem?"

 

Gözlerimi, gözlerinden kaçırmadan "Ali ile buluşacağım anne..." dedim. Yüzünde bir rahatlama sezdim, bu benim şaşırmam için yeterli bir sebepti.

 

"Allah'ım sana şükürler olsun ya rabbim!"

 

Kaşlarım çatıldı,

 

"Anlamadım anne?" dedim sorarcasına, "Sen biliyor muydun Ali ile buluşacağımı?"

 

Gözlerinde hain pırıltılar gördüm o an,

 

"Elbette biliyordum annem. Nasıl bilmem? Seninki aşağıda babanla oturuyor ve çay içiyor. Akşam için izin istedi, baban da izin verdi. Maşallah pek de yakışıklı çocuk!"

 

İrileşen gözlerimle beraber anneme bakmaya başladım,

 

"Ne?" dedim şokla, "Babamla çay mı içiyor!"

 

"Kız sus!" dedi elini ağızıma kapatırken, "Bir de ciyaklıyor. Hay Allah'ım ben bu kızla ne yapacağım rabbim evlense de kurtulsam, bu gidişle bu çocuğu da kaçırır bu beceriksiz!"

 

Annemin elini çekmesiyle beraber, dudaklarım şokla aralandı.

 

"Güzel olmuşsun güzel." Dedi beğeniyle süzerken, "Beyaz elbise... yakışmış esmer tenine. Hafif de bir makyaj yaptın mı annem tamamsın, hadi bekletme daha fazla çocuğu."

 

"Anne!" dedim hızla, kapının koluna uzanan bedeniyle beraber bana doğru döndü.

 

"Efendim annem?"

 

Dudaklarımı dişlerimin arasına alıp, "Ne zamandır burada?" dedim içimi kemiren sorularla beraber.

 

"Yarım saat oluyor annem, babanla beraber geldiler. Oturdular çay içiyorlar... Şerife, annem hadi annesinin güzeli bekletme çocuğu."

 

Bakışlarımı çekinerek yere doğru indirdim,

 

"Anne!" dedim sesim titrerken, "Ben çok utanıyorum! Babam da öğrenmiş..."

 

Gülümsedi hızla,

 

"Daha iyi oldu annem! Baban sonradan değil, başka birinden değil de direkt Ali'den öğrendi görüştüğünüzü..." hızla yanıma doğru adımlayıp kolumu sıvazladı, "Hem sende az yere bakan yürek yakan değilmişsin kız! Kaşla göz arasında dalyan gibi çocukla görüşmeye başlıyorsun ve annen en son öğreniyor!"

 

"Anne! Lütfen!"

 

"İyi be aman... bir şey de dedirtmez Ali'sine. Çocuk ağaç oldu babanın yanında, in de rahat bir nefes alsın artık yavrucak."

 

Annem odadan hızla çıktıktan sonra aynanın karşısına geçmiş, beyaz elbisemin eteklerini kavramıştım.

 

Siyah saçlarım.

 

Esmer tenim.

 

Sanırım... güzel olmuştum.

 

Ben hiç kendime özenmezdim ki! Bu biraz fazla olmuş gibi geliyordu... ama annemin dedikleri de aklımın içerisinde dolanıyordu.

 

"Off!"

 

"Ne yapacağım şimdi ben?"

 

Gözlerimi sımsıkı yumdum hızla, tam o an gene kapı açıldı ve içeriye annem girdi büyük bir merakı ile.

 

"Bir şey yapmayacaksın Şerife..." diyerek elini belime doğru dolayıp bedenimi bedenine yasladı.

 

Kasıldım.

 

Ama bu öyle bir kasılma değildi, şaşkınlıkla olan bir kasılmaydı.

 

Gözlerimi şaşkınlıkla aralayıp aynadan ikimizin görüntüsüne bakmaya başladım. Buraya nasıl gelmişti!

 

Annem ve babam aşağıdaydı.

 

"Ali!" dedim kalbim gümbürderken, "Nasıl girdin buraya?"

 

Dudakları yukarı doğru kıvrıldı,

 

"Çok zor olmadı... annene lavabonun yerini sordum. Şansıma "Şerife'nin odasının yanında çocuğum..."dedi bende oradan çıkıp seni almaya karar verdim. Malumun, odadan dışarıya çıkmamaya yeminli gibisin de."

 

"Ali! Öyle değil..." dedim göbeğimin üstündeki eline; elimi bırakırken, "Sadece heyecanlandım ben... nereye gideceğiz? Çok abartılı olmuşum dimi? Çıkartayım ben bunu, sen aşağıda bekle beni."

 

"Hayır, kalsın. Çok güzel olmuş..." dedi beğeniyle bedenimi süzerken, sesindeki o tınıya içim gitti anında...

 

"Beğendin mi?"

 

Başımın üstüne öpücük kondurdu ve göbeğimdeki elini geriye doğru çekip saçlarımı okşadı.

 

"Beğendim..." dedi saçıma tekrar öpücük kondururken, "Hadi bekletme beni daha fazla, biraz daha oturursam eğer babandan seni isteme için gün istemem gerekecek!"

 

Kıkırdadım,

 

"Ali!"

 

Gülüşüme mi bakıyordu o?

 

"Aşağıdayım, en fazla beş dakikan var... bekletme beni."

 

Kapıdan çıkışına baktı bir süre gözlerim.

 

Onun burada, evimde olması; çok garipti!

 

Kendimi çabucak toparlayıp hızla dışarıya doğru adımladım. Salondan sesini duydum, iç geçirdim.

 

Benim için olmayacak bir hayaldi kendisi.

 

O kadar imkansızken kalbime yerleşmiş, o atmayı bırakan buz gibi kalbime çiçekler serpmişti.

 

"Hele şükür annem! Çocuk ağaç oldu burada kaç saattir." Diyen anneme tebessümle bakındım, insan içinde ters bir şey söylemek istemiyordum ona karşı.

 

"Özür dilerim Ali, beklettim... geleceğini bilmiyordum."

 

Bakışlarımı babama çevirip, çekinerek bakındım yüzüne doğru.

 

"Baba..." diyerek yüzüne doğru bakındım, hayatımda ilk defa görüştüğüm hatta aşık olduğum adamla babam yan yanaydı.

 

"Babacığım... hadi gidin Ali oğlum ağaç oldu burada kaç saattir." Dedi tebessümle, hızla yanına gidip yanağına öpücük kondurdum.

 

"Seni çok seviyorum baba."

 

"Bende seni babasının bir tanesi."

 

*

 

"Beğendin mi?" diyen Ali'ye doğru çektim bakışlarımı.

 

Geldiğimiz yer o kadar güzeldi ki... bütün İstanbul ayaklarımızın altındaydı.

 

"Çok güzel Ali!" dedim hayran şekilde, "Çok beğendim!"

 

"Beğenmene sevindim..." dedi tebessümle.

 

"Çok beklettim seni, kusura bakma Ali..."

 

"Babanla sohbet ettik, çok beklemedim."

 

Anında kızardım,

 

"Ah, evet! Doğru... babamla sohbet ettin, nasıl unuturum..."

 

Masanın üstünden uzanıp elimi, avuçlarının arasına aldı.

 

Sımsıcak avuçlar.

 

Alışmıştım, elimi kavrayan avuçlara. Onun sıcaklığına... o yaşadığım kötü... çok kötü olaydan sonra hiçbir şekilde bir erkeğe yakınlık hissetmemiştim.

 

Ondan başka.

 

Onun beni sarıp sarmalaması, beni bırakmaması... toparlanmam için en büyük sebepti.

 

Ali; benim dayanağımdı.

 

"Korkma... babanla konuştum, izin de aldım. Artık haberi var bizim görüştüğümüzden."

 

"Ali!" dedim anında kızarırken, "Sevmediğin bir kadının babasıyla tanışmamalıydın..."

 

Gülümsedi,

 

"Sevmediğim bir kadının babasıyla tanışmadım zaten Şerife."

 

Şaşkınlıkla kalakaldım, işte gene başlıyorduk.

 

"Çok fenasın Ali!" dedim bakışlarımı yüzünden çekerken, "Gerçekten çok fenasın."

 

Parmakları, elimi sımsıkı sardı.

 

"Öyleyim... fenayım ama sen daha bu yüzümü görmedin bile." Dedi muzip bir tonda, "Sen sadece diğer tarafımı görüyorsun Şerife."

 

"Diğer tarafın mı?" dedim merakla, "Nasıl yani Ali?"

 

"Mavilerini irileştirme hemen..." dedi gözlerime bakarken, "Böyle baktığında benden korktuğunu düşünüyorum ve bu iğrenç bir duygu. Senin asla benden korkmanı istemiyorum ben Şerife."

 

"Korkmak mı?" dedim şaşkınlıkla, "Ben senden korkmuyorum ki Ali..."

 

Sıkıntıyla soludu,

 

"O zaman şöyle bakma bana lütfen..."

 

Kaşlarım çatıldı hızla,

 

"Nasıl bakıyorum ki Ali?" dedim gözlerine bakarken, "Sadece şaşırdım... sen öyle dedin diye."

 

Parmakları, avuçlarımı sıktı hızla.

 

"Lütfen... bir daha öyle bakma. O gözlerinde ben böyle bir korku görmek istemiyorum artık, bunu hem senin için hem de ikimiz için istiyorum Şerife..."

 

Nutkum tutulmuştu, o benimle böyle konuşmazdı.

 

"İkimiz için mi istiyorsun?" dedim şokla, "Yani... nasıl? Yani?"

 

Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilmiyordum.

 

Onunla konuşmak çok zordu, kendisini istediği kadar ifade ediyor ve düşüncelerini gizliyordu.

 

Gülümseyerek yüzüme doğru bakındı,

 

"Ne anladıysan o Şerife."

 

"Ali!" dedim sinirle, "Benimle bilmece gibi konuşma!"

 

"Şerife, ben bilmece gibi konuşmuyorum. Ne söylediysem o. Ben sana beş ay evvel de dedim, benimle bir yola çıkacaksan eğer, her şeyi göze alacaksın dedim. Sen ne dedin?"

 

"Kabul ettim..."

 

"Evet, kabul ettin. Bizde seninle beraber bir yola çıktık, beraber çıktık Şerife. Ne sen kaçtın ne ben kaçtım. İkimiz de asla olmaz dediğimiz şeyi yaptık. İki yarımdan, bir tam yaptık. Ben seni bu beş ay içerisinde bir kere olsun kırdım mı?"

 

"Hayır Ali, sen beni bugüne kadar hiç kırmadın..."

 

Anlayışla başını salladı,

 

"Peki seni üzecek tek bir hareketimi gördün mü?"

 

"Hayır Ali... hiç görmedim. Neden böyle konuşuyorsun anlamıyorum ben..."

 

İç geçirdi,

 

"Biliyorum, sana geçmişi unutturamam. Ne ben, ne başkası... senin yaşadığın kötülüğü o günleri unutturamaz ama ben o adam değilim Şerife, asla da olmam."

 

Kanım çekildi.

 

O...

 

Ondan bahsetmemiştim hiç, o olaydan sonra.

 

Asla konuşmamıştım.

 

Ağzımı açıp da... tek kelime etmemiştim!

 

Ali hariç.

 

Ona etmiştim... ona dökülmüştüm, içimi kemiren korkuları bir bir Ali'ye anlatmıştım.

 

"Asla olamazsın zaten Ali!" dedim sesim titrerken, "O adam benim hayallerimin katili, sense benim kahramanımsın Ali..."

 

Ayağa kalkıp hemen yanımda duran sandalyeye oturdu.

 

Elini yüzüme yerleştirip yüzlerimizi yakınlaştırdı.

 

"Bir şey soracağım ve bana doğru cevap vereceksin?" dedi meraklı bir tınıyla, gözlerinin içerisine bakmaya başladım bende hemen.

 

"Tabi Ali, ben sana ne zaman yanlış bir şey söyledim..."

 

Dudaklarımı ıslattım...

 

"Beni seviyor musun?"

 

Kaşlarım çatıldı şaşkınlıkla,

 

"Ali! Dalga mı geçiyorsun... seviyorum, hem de çok seviyorum seni. Bilmiyor musun bunu?"

 

"Biliyorum, sadece emin olmak istiyorum."

 

Olabilirmiş gibi kaşlarım daha da çatıldı,

 

"Neyden emin olmak istiyorsun Ali?"

 

"Bana minnet duyduğun için mi seviyorsun yoksa gerçekten kalbinde yer aldığım için mi? Biliyorsun... ikimiz de zamanınd-"

 

"Ali!" dedim hırsla, "Söz vermiştin, ikimizin de geçmişini açmayacaktın. Hatta bu konuda benim laf yapacağımı da söylemiştin. Şimdi ne oldu da kendin açıyorsun?"

 

Korkuyordum, çok korkuyordum hem de.

 

Ali'nin benden gitmesinden, beni bırakmasından...

 

"Açmıyorum... lafımı bitirmeme izin vermiyorsun Şerife..." dedi parmakları yüzümü kavrarken, ikimizin de yüzü birbirine çok yakındı,

 

"Emin olmam lazım... ben bir daha bu hisleri yaşamam zannediyordum, birine güvenmem." Elimi alıp kalbinin üstüne yerleştirdi,

 

"Burayı bir daha biri attıramaz zannediyordum."

 

Kalakaldım.

 

Dondum.

 

"Ne?" diyebildim sesim titrerken, "Doğru mu duydum?"

 

Parmakları yüzümü okşamaya devam etti,

 

"Evet, doğru duydun..."

 

"Gerçekten mi?" dedim heyecanla, "Beni mi seviyorsun!"

 

"Evet, seviyorum."

 

Saçlarıma ulaştı ardından parmakları, beş aydır yaptığı gibi usulca okşadı. Sonra hep öptüğü yere bastırdı dudaklarını.

 

"Sahiden mi!" dedim gözlerinin içerisine bakarken.

 

Onaylasın istedim... söylesin istedim.

 

"Evet, sahiden. Seviyorum seni, o kadar iyi geliyorsun ki bana... bunu sana tarif edemem. Hem arkadaşım, hem dostumdun zamanında. Şimdiyse sevdiğimsin, anlıyorsun değil mi beni?"

 

"Alii!"

 

Eli cebine ulaşıp küçük bir kutu çıkarttı.

 

Zaten yerinden çıkacakmış gibi atan kalbim, daha hızlı atmaya başladı.

 

"Biliyorum, çok hızlı oldu..." dedi sesini düzeltmeye çalışırken, "Ama çok da güzel oldu. Ben bu yola seninle çıktım, seninle devam etmek istiyorum... sende istersen tabi?"

 

Mavi gözleri parıldıyordu...

 

Hem heyecan hem de korku gördüm o gözlerde.

 

"Neyi istersem?" dedim oyunbaz bir tonda, hep o mu benimle laf ebeliği yapacaktı canım!

 

"Şerife!" dedi aksi bir tonda, gözlerini sımsıkı yumup mavilerini tekrar bana sundu "Benimle evlenir misin?"

 

Kıkırdadım,

 

"Evlenirim Ali..."

 

*

 

"Evet anneciğim böyle oldu, sizin o babanız olacak herif çok odun! Evlenme teklifi ederken bile sinirlenebiliyordu..."

 

Kıkırdadım, benim gülüşüme ikisi de karnımda dönerek tepki verdiler.

 

"Tamam tamam, devam ediyorum. En heyecanlı yerinde kestim, ben babanızla ilk defa o gün öpüştüm!"

 

*

 

Yediğimiz yemeğin ardından birlikte, el ele dolanmaya başlamıştık.

 

Tek farkla, parmağımda bir yüzük vardı artık.

 

Onun taktığı, ona ait olduğumu gösteren bir sembol vardı.

 

Mahalleye doğru usulca ilerliyorduk, arabayı almasını istememiştim. Onunla böyle yürümeyi çok seviyordum.

 

Yanımda olması bana güç veriyordu.

 

"Ali?" dedim sorarcasına, mavileri gece karanlığında bile parlıyordu.

 

"Efendim canım?"

 

"Ben... babam yüzüğümü görünce ne diyeceğim?"

 

Yüzüğün olduğu elimi avuçlarının arasından çekip dudaklarına ulaştırdı, yumuşak; naif bir öpücüktü.

 

İçim titredi.

 

Ben... o günkü gibi hissetmedim.

 

Hiç hissetmedim hem de.

 

Onun dudakları, eli tenime değdiği anda içim huzurla doluyordu.

 

"Ne demek istiyorsan onu diyeceksin Şerife, ben gayet ciddiydim."

 

"Ali! Bak gene aynı şeyi yapıyorsun!" dedim hırsla, elimi çekip karşısına geçtim, "Sana ciddi olup olmadığını sormadım ki! Babama ne diyeceğim ben dedim."

 

"Ali bana evlenme teklifi etti babacığım diyeceksin Şerife, anlaştık mı?"

 

"Nasıl diyeceğim ben..."

 

Sıkıntıyla iç geçirdim,

 

"Meraklanma, babanın haberi var." Dedi elleriyle yüzümü kavrarken, "Hatta sen hariç herkesin haberi vardı bugün sana evlenme teklifi edeceğimden. Babana bir şey söylemene gerek yok, Cumartesi günü seni istemeye geleceğim. Bugün de babandan onun için izin istedim."

 

"Nasıl?"

 

"Bildiğin, önce babanla konuştum kahvede gördüğümde..." dedi iç geçirirken, parmaklarının değdiği her yer beni yakıyordu!

 

"Sonra, annem annenle konuştu. Hava abla ile beraber, sen fark etmesen de herkes fark ediyordu aramızda olanları zaten..."

 

Yüzümde tebessüm oluştu onun sözlerine.

 

"Doğru... annem ağzımı yoklamıştı geçen gün."

 

Bakışları dudaklarıma doğru kenetlendiğinde... nutkum tutuldu.

 

"Öyle mi? Ne dedi?"

 

Hala bakıyordu!

 

Dudaklarımı yalayıp yüzüne bakmaya başladım tekrar.

 

Heyecandan çarpan kalbim bana hiç yardımcı olmuyordu ki!

 

"Şey... işte, biriyle görüşüp görüşmediğimi sor-"

 

Belimi kavrayan eller, yaslandığım beden ve dudaklarımın üstündeki kalın dudaklarla nefesimi tutmuştum.

 

İdrak kabiliyetim yoktu.

 

Kalbim heyecandan yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.

 

Alt dudağımı kavrayan dudaklar ile ellerimi onun omuzlarına yerleştirdim.

 

Bu benim ilk öpücüğümdü! Ve sevdiğim adam tarafından öpülüyordum. Kalbimin sesiyle beraber gözlerimi kapatıp onun kocaman omuzlarını kavradım.

 

Kendimi ona bıraktım.

 

Kendimi ona bırakmaya hep gönüllüydüm zaten.

 

Alt dudağımı, dişlerinin arasına alıp çekiştirdiğinde boğazımdan ilkel bir ses yükseldi. Allah'ım! Resmen inlemiştim!

 

Saçlarımı kavrayan parmakları hafif hafif okşuyordu.

 

Resmen... bulutların üzerindeymiş gibi hissediyordum.

 

Belimi okşayan parmakları...

 

Beceriksizce üst dudağını kavradım, bana yaptığı gibi dudaklarımın arasına hapsettim. Uzun süre, öptü beni.

 

İkimizi de tüketene kadar öptü hem de.

 

Beni sevmese, bana bu kadar duygu yüklü bir öpücük verebilir miydi? Hiç sanmıyordum. Ali, asla yalan söylemezdi!

 

Dudaklarını, dudaklarımın üstünden çekip sertçe soluklanmaya başladı.

 

İkimizin arasında dolanan şehvet, kendisini çokça belli ediyordu.

 

Ali, sağlıklı bir erkekti... ve ben o erkeği çok seviyordum. Her şeyden, herkesten çok hem de.

 

Benim tecavüze uğramış olmam... benim rızam dışında birinin bedenime dokunup, hükmetmeye çalışması...

 

Çok iğrenç ve kötü bir olaydı ama ben; onun desteği ve sevgisiyle toparlanmıştım.

 

Sevdiğim adamın.

 

Kalbimin ve ruhumun kahramanının.

 

"Alii" dedim hayal olmadığını anlamak için, "Sen... beni öptün!"

 

Saçlarımın arasında dolanan parmakları, tek eliyle enseme götürdü hepsini. Açığa çıkan boynuma mavileriyle daldı.

 

"Öptüm..." dedi boğuk bir tonda, "Seni."

 

"Ben..."

 

"Şşş, bak bana." Dedi eliyle yüzümü kaldırırken, "İstemediğin bir şey mi yaptım yoksa?"

 

"Hayır... kalbim nasıl atıyor farkında mısın Ali?"

 

"Nasıl atıyor kalbin?"

 

İrileşen gözlerimle, mavilerine bakmaya başladım.

 

"Yerinden çıkacakmış gibi!" belimde olan elini tutup kalbimin üstüne yerleştirdim, "Bak!"

 

Sanırım bunu yapmamam gerekiyordu.

 

Parmakları... kalbimin üstünde oyalandı bir süre. Ardından gözlerimin içine bakarken, sertçe yutkundu.

 

"Hadi seni eve bırakayım. Annenler daha fazla merak etmesinler."

 

*

 

Kahkaha attım.

 

"Ay ben o gün babanızı istemeden de olsa, çok zorlamışım! Gerçi... Ali'min edepsizliğinin bir sınırı yok. Onu da hemen ertesi gece öğrendim..."

 

Tebessümle karnıma baktım, onlarla konuşmak bana çok iyi geliyordu.

 

"Babanızla da ilk o gün birbirimize dokunduk."

 

Yanaklarım anında kızarmıştı, sanki ilk defa yaşıyormuşçasına hissetmiştim.

 

"Biraz... ben zorlamış olabilirim."

 

Kıkırdadım,

 

"Ay resmen babanızı yatağa attım!"

 

Dudaklarımı ısırdım,

 

"Bunu da anlatmak isterdim size ama olmaz anneciğim..."

 

*

 

Gece vakti telefonumla uğraşıyordum, Ali'me mesaj attım ardından.

 

Bütün gün onu görememiş çok özlemiştim çünkü.

 

"Müsait misin?" diyerek yazıp yolladım... cevap geleceğini düşündüğümden değildi ama olsundu işte.

 

Kalpti bu.

 

Söz geçmiyordu.

 

Uzun süredir ilk defa böyle hissediyordum.

 

Kalbimde kelebekler atıyordu, çok mutlu hissediyordum.

 

"Sana her zaman müsaitim, iyi misin sen?"

 

Dudaklarımı ısırdım, gecenin bir körü çocuğa mesaj atarsam böyle olurdu işte. Meraklandırmıştım onu...

 

"İyiyim... sadece seni özledim, bütün gün seni göremedim."

 

İç geçirdim, çok özlemiştim onu!

 

Uzun süredir beraberdik ve... hafta sonu düğünümüz vardı. Dudaklarımı ısırdım bu düşünceyle, evleniyorduk!

 

"Bende seni özledim."

 

Gözlerimi kırpıştırıp, çıkacak gibi atan kalbime engel olmaya çalıştım fakat olamadım. Duracak gibi değildi çünkü...

 

"İşin yoksa... buluşalım mı Bayram'ım?"

 

Heyecandan kuruyan dudaklarımı ıslattım ve bakışlarımı telefona sabitledim. Dakikalarca cevap gelmesini bekledim... ama gelmedi.

 

Hüzünle telefonumu yatağa fırlattığımda bir titreme sesi duydum.

 

Telefonu hızla elime alıp ekrana bakındım.

 

Ali'den mesaj vardı!

 

"Evimizdeyim, eşyalarımızı yerleştiriyorum... gelmek istersen, beni burada bulabilirsin canımın içi."

 

Çığlık atıp yerimde zıpladım birden! Hızla dolabıma doğru ilerleyip kıyafetlerim arasından en sevdiğim siyah v yaka elbisemi çıkartıp üzerime geçirdim.

 

İçim belli olmuyordu... ama görecekse de Ali görecekti zaten!

 

Kalbimin hızla atmasından ziyade... ben ona olan hislerimin boyutunu merak ediyordum.

 

Adımlarımı hızlandırıp evden dışarıya doğru çıktım. Karanlık çöken mahallemi sessizce izledim. Herkes evlerindeydi, Yadigarlar hariç...

 

Kahvenin önünden geçmek istemesem de geçmek durumundaydım, evimiz hemen kahvenin ardındaki parkın yanındaydı.

 

Hızlı ve temkinli adımlarla sokakta yürümeye başladım, tam tahmin ettiğim gibiydi. Yadigar ve Osman... oradaydı, konuşuyorlardı. Karşı kaldırıma doğru ilerleyip ikisini görmemiş gibi yapmayı düşündüm ve hızla bu fikrimi gerçekleştirmek için yönümü değiştirdim.

 

Ama işler her zaman istediğiniz gibi olmazdı.

 

"Şerife."

 

Yadigar'ın sesini duyduğumda duraksayarak olduğum yere çivilendim, hafifçe doğrulup ona doğru bakmak istedim.

 

"Yadigar?" diyebildim sessizce, onun duyabilmiş olmasına bile ihtimal vermemiştim.

 

"Nereye böyle?" diye sordu sorarcasına, bakışları önce üstümde ardından da etrafta dolandı, "Bir sorun yoktur umarım?"

 

Gülümsedim,

 

"Hayır, yok teşekkür ederim Yadigar. Ali ile buluşacağım, evde yardıma ihtiyacı varmış..." diye geçiştirmek istedim.

 

Buradan bir an önce gitmek istiyordum.

 

Gözlerimi ona döndürmek istemiyordum, bakmak istemiyordum.

 

Tekrar canım yansın istemiyordum.

 

"Haber ver demiştim o herife, durdu durdu sana mı haber vereceği tuttu?"

 

Kıkırdadım,

 

"Olsun, mutfak eşyalarımı siz kırardınız sanırım o sebeple beni çağırdı..." dedim ona doğru bakarken, "Ben gideyim artık Yadigar, Bergüzar'a selam söylersin. Hayırlı akşamlarınız olsun..."

 

Bir, iki.

 

Üç.

 

Kocaman adımlarla hızla demin bulunduğum yerden uzaklaşıp eve doğru dönebilmiştim sonunda.

 

Cebimdeki anahtarla evin kapısını aralayıp aynı şekilde kapattım.

 

"Hızlısın bakıyorum da..." sesiyle yüreğim ağzıma gelmişti!

 

Olduğum yerde sıçradım.

 

"Ali!" dedim korkuyla, "Beni korkuttun!" elimi göğsüme koyup derin derin soludum.

 

Elini belime atıp beni kendisine doğru çekti.

 

Korkuyla atan kalbim, heyecanla çırpınmaya başladı.

 

Sırtım, arkamdaki kapıya doğru yaslandı anında. Havalanan bedenimle beraber, bacaklarım açığa çıktı.

 

Ve...

 

Bir cesaretle beline doladım.

 

Bacaklarımı.

 

Onun büyük, gövdesinde parmaklarımı dolandırdım.

 

Sanırım...

 

Sanırım sakinleşmiştim!

 

"Özür dilerim, canım."

 

Boğuk bir tonda mı konuşmuştu o?

 

Off!

 

Kalbim deli gibi atıyordu...

 

İç geçirerek onun güzel yüzünü izledim. O kadar güzeldi ki...

 

"Bayram..." diyebildim kısık bir tonda, "Ani hareketler yapma, korktum..."

 

Yüzünü, yüzüme yasladı ve soluklandı.

 

"Bir daha asla yapmam... geldiğini görünce karşılamak istemiştim ama çoktan içeriye girmiştin."

 

Gülümsedim,

 

"Anladım canım..." dedim mavilerine bakarken, "Çok yoruldun mu?"

 

Başını iki yana sallayıp beni hızla reddetti.

 

"Hayır... evimizi düzenliyorum. Bu beni yormaz."

 

Elimi yüzüne çıkartıp sıcak nefesini, dudaklarımın üstünde hissetmeye başlamıştım. Daha fazla...

 

İç yakan şekilde.

 

Benim gibi.

 

Şu an yandığım gibi.

 

"Evimiz..." dedim güler bir tonda, "Çok güzel oldu!"

 

Hımlamaya benzer bir ses çıkarttı, "Senle güzel oldu." Dedi ardından, bakışları yüzümü tarıyordu.

 

Mavileri, yüzümü yakıyordu.

 

Dudaklarım aralandı fakat hızla kapattım.

 

Konuşamadım.

 

"Ali..." dedim derin derin soluk çekerken, "Bir şey denemek istiyorum."

 

Kaşları hafifçe çatıldı ve mavi gözlerinden merak kırıntıları geçti.

 

"Ne denemek istiyorsun?" dediğinde gözlerine baktım tekrar.

 

Yemin edebilirdim, gözlerinde o ışığı görmeseydim eğer... bunu denemek istediğimi belli etmezdim.

 

Hiçbir şekilde hem de.

 

Ellerimi yüzüne çıkartıp hafifçe kirli sakallarını okşadım ve iç geçirdim.

 

"Seni öpmek istiyorum..." dedim bakışlarımı gözlerine kenetlerken, "Uzun süredir bunu istiyorum ama kızarsın diy-"

 

 

 

Dudaklar beni susturmuştu, hem de en yoğun şekilde.

 

Alt dudağımdan üst dudağıma usul usul öpüyordu beni... tahminimden bile daha hisli bir şekilde.

 

Yavaşça, beni incitmeden.

 

Nefes almak için iç çektiğimde aralanan dudaklarımdan dili devreye girdi, titredim.

 

Bedenim yaslandığı kapıdan hızla uzaklaşıp onun kollarında hareketlenmeye başladı.

 

Yüzünü geriye doğru çektiğinde, mavilerinin koyulaştığını gördüm.

 

"Hiçbir zaman beni öpmek istemeyeceksin diye düşünüyordum..." dedi burnuma öpücüklerini kondururken, "Sana onu hatırlatmaktan ölesiye korkuyorum, sana yanlış bir şey yaparım, incitirim diye ödüm kopuyor..."

 

Başını boynuma gömdü ardından.

 

"Ben... korkmuyorum ki Ali..."

 

Boynuma ikimizi de titreten bir öpücük kondurdu, iç geçirdim.

 

Ben... sanırım onu istiyordum.

 

O günden sonra, ilk defa birinin bedenime dokunmasını; bedenimde bırakılan o yarayı Ali'nin temizlemesini istiyordum.

 

"Korkma..." dedi boynumdan çeneme doğru öpücüklerini kondururken, "Benden, asla korkma."

 

İç geçirir gibi sızlandım, işin doğrusu dudaklarımdan anlamsız mırıldanmalar dökülüyordu ve Ali bundan oldukça hoşnuttu.

 

Elimi, gömleğine götürüp düğmelerini açamaya başladım.

 

Bir, iki, üç...

 

On üç.

 

Tamı tamına on üç düğme çözmüştüm.

 

Aklımı toplamak istiyordum fakat yapamıyordum, kafamı dağıtmak için Ali'nin gömleğinde olan düğmeleri saymıştım... ama işe yaramamıştı.

 

Bu benim yangınımı dindirmemişti.

 

Ne ara uzandığımı anlamadığım yatakta doğrulup Ali ile yer değiştirdim.

 

Kucağında, kendime yer edindim.

 

Eli, bacaklarımın üstünde dolanıp duruyor ve beni oldukça yakıyordu.

 

"Çıkaralım?" dedi gözlerime bakarken, "İster misin?"

 

Cevap verecek halim yoktu... ona doğru eğilip, dudağının kenarına öpücüklerimi kondurdum. Benden onayı almıştı.

 

Onayı aldığını da anlamıştı bu hamlem ile.

 

Hafifçe doğrulmamı sağlayıp elbiseyi üstümden sıyırdı.

 

"Çıkaralım..."

 

Nefes alamıyordum, kalbim, bedenim o kadar çok şehvete kapılmıştı ki... birinin bana benim istememle dokunmasının nasıl olacağını merak ediyordum.

 

Merakım; arzumun önüne geçemiyordu.

 

Ben Ali'yi arzuluyordum.

 

Hem de en arsız şekilde... en yoğun şekilde.

 

Elini hissettim elbisemin eteklerinde, yavaş yavaş beni incitmeden temkinli hareketlerle üstümden sıyırdı siyah elbisemi.

 

Karşısında; yarı çıplak kalmıştım şimdi.

 

O günün aksine, yoğun bir şekilde karşılamıştı bakışları bedenimi.

 

Benden.... İğrenmemişti!

 

"Lacivert." Dedi boğuk bir tonda, "Beyaz tenine o kadar yakışmış ki..." diyerek elinin tersiyle bütün bedenimi tavaf etti.

 

Her bir dokunuşunda bedenim istekle tepki veriyordu ona karşı.

 

"Beğendin mi?"

 

Güldü, boğuk bir şekilde.

 

"Beğenmek mi?" dedi sıcak nefesini boynuma bırakırken, "Aklımı başımdan aldın."

 

Biçimli çenesine öpücüğümü kondurdum, ardından peş peşe öpücüklerimi sıraladım.

 

Boynuna, çenesine, göğsüne...

 

Elim kemerine gittiğinde gözlerinin içine baktım, aynı onun yaptığı gibi "Çıkaralım?" dedim teşvik edercesine.

 

Elimin üstüne elini yerleştirip hafif bastırdı, erkekliği avuçlarımın arasındaydı.

 

Aramızda sadece pantolonu vardı, bize engel olan tek parçaydı.

 

Avuçlarının arasında bulunan parmaklarıyla beraber, önce kemerini çözdük. Ardından da pantolonunu, kaslı ve güzel bacaklarından sıyırdık.

 

Her hareketimiz ortaktı.

 

"Çıkardık..." dedi dudaklarıma doğru nefesini bırakırken, "Şimdi... bunu da çıkaralım mı?" eli sütyenime ulaştı hafifçe parmaklarıyla okşarken kapçasını açıp üstümden sıyırdı.

 

Tek bir parça.

 

Eşittik.

 

Onda ve bende... sadece iç çamaşırımız kalmıştı.

 

Onun aksine, benimkisi zaten ince ve dantelliydi... iri bedenini bacaklarımın arasında tuttuğumdan yok gibi bir şeydi.

 

Kendisini bana bastırdı anında, göğsüm havalandı bu hamlesiyle.

 

Bir eli boynumu kavrarken, diğer eli sol göğsüme ulaşmış ve yoğurmaya başlamıştı. Bense... sadece inleyebiliyordum.

 

Aklım tamamen uçmuştu yerinden.

 

Kalçamı kaldırıp, ritmik hareketlerle Ali'yi karşılıyordum. Dudaklarının arasına inlemem sanırım onu tahrik ediyordu.

 

Göğsümdeki eli yavaşça aşağıya doğru kayıp dudaklarımı sert şekilde öperken iç çamaşırıma ulaştı.

 

Kalçamı kaldırıp ona çıkarması için izin verdim.

 

Ne olursa olsundu, ben bugün ona ait olacaktım.

 

Hem bedenen, hem de ruhen.

 

Odanın bir köşesine fırlattığı iç çamaşırımla tamamen çıplak kalmıştım. Dudaklarımın arasında bulunan kalın dudaklarını çekip sertçe bir soluk çekti ciğerlerine Ali.

 

Bakışları...

 

Koyulaşmıştı.

 

"Çok güzelsin." Dedi yoğun bir tonda, "Aklımı başımdan alacak kadar güzelsin hem de..." boynuma öpücüklerini kondurup yavaşça bedenime mühürledi; dudaklarını.

 

"Tenin sanki elmastan..." göbeğime doğru sıcak nefesini üfledi, "Yanlış bir hareket yapmaktan... seni daha da incitmekten o kadar çok korkuyorum ki."

 

Elleri bacaklarımı alttan kavrayıp yukarıya doğru itekledi, iç geçirdim.

 

Kadınlığım ve yüzü karşı karşıyaydı.

 

"Sana sahip olabildiğim için o kadar şanslıyım ki..."

 

Derin bir şekilde alttan bana bakıyordu, onun bu bakışı içimdeki yangını körüklüyordu.

 

"Ali..." diyerek sızlandım, gözlerimi sımsıkı yumup dudaklarımdan aklımdan geçenleri dökmeye başladım.

 

Çünkü biliyordum, gözlerine bakarsam asla söyleyemezdim.

 

"Söyle Ali'nin canı..." dedi kadınlığıma nefesini üflerken, "Ne istiyorsun?"

 

"Sana ait olmak istiyorum, seni istiyorum Ali..."

 

Dudakları, kadınlığıma öpücüklerini kondurdu. Ellerim saçlarına ulaşıp hem çekiştirmeye hem de kendime bastırmaya başladı.

 

"Aliii!" dedim belim kavislenirken, "Oh! Lütfen..."

 

Kendisini yukarı doğru kaydırıp dudaklarının yerini parmaklarının almasını sağladı.

 

"Nasıl da istiyorsun beni..." dedi arzuya bulanmış bir ses tonuyla, "Şu halin var ya Şerife... bu halin bir ömür beklemeye değer."

 

"Ali!" dedim kalçamı kaldırırken, "Bana... bir şey oluyor!"

 

Araladığım gözlerimle, gözlerine bakmaya başladım. Mavileri, Lacivert rengine dönmüş ve bana bakıyordu.

 

"Boşalacak mısın?" dedi boynuma öpücüğünü kondururken, "Şimdi mi?"

 

Göğsüm aldığım hazdan sıkışıyordu, bütün bedenim yanıyordu!

 

"Alii!" dedim hıçkırırken, bütün bedenim elektrik akımına girmiş gibi titremeye başlamıştı "Ooh, bitir bunu!"

 

Bulanık.

 

Onu şu an bulanık görüyordum ve sadece sesini duyuyordum.

 

Sesini duymaya ihtiyacım vardı.

 

"Bitirmeyeceğim..." dedi boğuk bir tonda, "Bütün gece, sabaha kadar seni tüketeceğim. Kendimi seninle mühürleyeceğim."

 

Dudaklarım aralandı, kasıklarımda bir yumru vardı sanki... bütün bedenimdeki enerji orada toplanmış gibiydi.

 

Kendisini aşağıya doğru kaydırdı ardından, parmakları bedenimden çekilince sızlandım. Dudaklarımdan itiraz mırıltıları dökülmeye başladı hemen.

 

"Alii!" dedim ağlamaklı bir tonda, "Lütfen... bitir bunu!"

 

Dudakları, kadınlığımın üstünde yerini aldı tekrar. Hıçkırarak inledim, usulca öpüyordu kadınlığımı.

 

Dili ile bütün duvarlarımı yıkıyordu.

 

"Ah Ali!"

 

Sonra... içimde bir şey hissettim, dudaklarını çekmeden parmağını en derinime yolladı.

 

"Alii!" dedim sayıklar tonda, "Lütfen, lütfen!"

 

Bu yaşadığım haz, paha biçilemezdi.

 

Dili ile en arsız şekilde dokundu kadınlığıma, çok geçmedi vücudum direk bunu istiyormuşçasına rahata kavuştu.

 

Göğsüm aldığım hazdan şişip iniyor, kadınlığım hala sızlıyordu.

 

Baygın bir şekilde dirseklerimin üstünde doğrulup gözlerimi mavilerine kenetledim, elimi ensesine atıp kendime çektim.

 

Kalın, biçimli ve güzel dudaklarını bu sefer dudaklarımda istedim.

 

Öyle de oldu zaten.

 

Dakikalarca öptük birbirimizi, eli bütün bedenimde keşfe çıkmıştı. Birazdan benim onun bedeninde çıkacağım keşif gibi...

 

Elim, boynundan göğsüne oradan da hala üzerinde olan baksırına. Üstünden çekiştirerek indirdim ve güzel bacaklarını... erkekliğini açığa çıkarttım.

 

Gördüğüm boyut yutkunmama sebep olmuştu.

 

"Korkma..." dedi elimi alıp üstüne koyarken, "İstemediğin hiçbir şey olmayacak, sana söz veriyorum."

 

Yutkunmamı engelleyemedim.

 

Çok büyüktü.

 

Kalındı.

 

Aynı... kendisi gibi heybetliydi erkekliği de.

 

"Yani..." dedim elim arasında bulunan erkekliği sıkarken, "Eğer istersem... ne olacak?"

 

Aşağı ve yukarı.

 

Yumuşacık.

 

Hafifçe hareket ettirdim elimi.

 

"Gözlerinde ve bedeninde gördüğüm isteğe, ikimizde teslim olacağız demek."

 

İç geçirdim,

 

"Ali!"

 

Tam oramdaydı... kadınlığımda, ona rağmen küçük olan bütün uzuvlarım onu istiyordu. Ona karışmak için bedenimi hazırlıyordu.

 

O kadar büyüktü ki, kendisini bana doğru kattığında bütün bedenimin yarıldığını hissediyordum.

 

Kadınlığımı, yara yara bana sahip oluyordu.

 

"Gözlerimin içerisine bak, sana benim dokunduğumu gör..."

 

Geri çekildi ve yavaşça içime vurdu.

 

"Senden başkası beni bu hale getirebilir miydi bilmiyorum, bilemiyorum ah! Sikeyim, o kadar sıkısın ki..."

 

İçimdeki doluluk o kadar fazlaydı ki...

 

"Aç gözlerini! Gözlerimin içerisine bak!"

 

Emir kipi ile konuşmasıyla beraber araladım gözlerimi. Dudaklarımı ısırmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum.

 

Ben...

 

Onunla o kadar doluydum ki bunu tarif edemiyordum.

 

"Bundan sonra, sen hariç herkes tam anlamıyla haram bana Şerife."

 

*

 

"İşte böylee anneciğim!"

 

Kıkırdadım, elimle kocaman olmuş karnımı okşarken aralanan kapı sesini duydum.

 

"Sanırım babamız geldi..."

 

Gülümsedim, başımı kapıya doğru çevirdiğimde görmeye aşık olduğum mavilerle karşılaştım.

 

"Ali!" dedim şakıyarak, "Hoş geldin..."

 

Yerimde doğrulup ayağa kalkmak istedim fakat yapamadım. Anında gözlerim doldu. Oturduğum koltuktan bile kalkamıyordum!

 

Gözümden bir damla yaş süzüldü.

 

"Şşş, ne oldu?" dedi hızla yanıma gelirken, "Geç kalmadım güzelim, mesaj atmışsın canım kayısı çekti diye bende meyve alıyordum... biraz oyalandım."

 

Hıçkırdım, gözümden peş peşe yaşlar düşmeye başladı.

 

"Meyve mi aldın?"

 

Akan gözyaşımı sildi parmaklarıyla hızla, "Evet... meyve aldım. Annemiz meyve istemiş, bende kızımı ve oğlumu daha fazla bekletmek istemedim..." güldü, "Hem ne demiştin, yemezsem bebeklerimizde o şekiller çıkar Ali!"

 

İstemsizce güldüm, iyice dengesizleşmiştim.

 

Bu hamilelik benim hormonlarımı alt üst ediyordu.

 

Bir insan hem ağlayıp aynı anda nasıl gülebilirdi? Sanırım hormonlarım en üst seviyedeydi.

 

"Doğru, çıkar..."

 

Elimle yüzümü yelledim, hafif esinti iyi gelmişti.

 

"Yiyelim mi?" dedim iştahla, "Çok canım çekti!"

 

Güldü benim bu halime,

 

"Yiyelim canımın içi, ben yıkayıp getireyim sen kımıldama yerinden."

 

Anında gözlerim doldu,

 

"Ali!" dedim sitemle, "Ben yürümek istiyorum. Davul gibi oldum, kalkamıyorum bile..." ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum.

 

"Baksana ayaklarımı bile göremiyorum..."

 

Yüzümü avuçlarının arasına alıp dudaklarıma ufak bir öpücük kondurdu, "Bebeklerimizin sağlığı için dinlenmen gerekiyor, biliyorsun ikizlere hamilelikte her an her şey olabilir dedi Elçin."

 

İç geçirdim,

 

"Doğru..." dedim mavilerine bakarken, "Kayısı yemeyecek miyiz?"

 

Konu ne ara buraya gelmişti? Bilmiyordum... şu an tek istediğim o kayısıları yemekti.

 

"Yiyeceksiniz canım, hemen geliyor kayısılarınız."

 

Hızlı bir öpücük çaldı dudaklarımdan ardından da mutfağa ilerledi. Elim bebeklerimin hareketlerine yetişmek istercesine karnıma ulaştı.

 

"Evet anneciğim, baba geldi..."

 

Gülümsedim,

 

"Benim nazlı kızım babacı mı olacak? Ne bu böyle babanın sesini duyunca hızla hareket etmeler... alınıyorum ama!"

 

Erkeksi kahkahası kulaklarıma doldu,

 

"Yok artık Şerife... bebeğimizi kıskanmıyorsun öyle değil mi?"

 

Kaşlarım çatıldı,

 

"Birazcık kıskanıyorum, baksana hanımefendi sadece sana tepki veriyor!"

 

Kahkahası salonu doldurdu ardından,

 

"Kız babası olmak ayrı bir duyguymuş... herkes böyle söylüyor. Bir doğsun, kucağımdan indirmeyeceğim." Dedi muzip bir tonda, "Annesi de kendi derdine yansın artık."

 

Şaşkınlıkla kalakaldım.

 

Kayısı elimde, dediklerini düşünüyordum. Kızımın hareketleri de babasını desteklercesine artmaya başlamıştı.

 

Sert bir tekme hissettim.

 

"Ah!"

 

Kaşları çatıldı hızla Ali'nin,

 

"Ne oldu?" dedi telaş ile, "İyi misin?"

 

Derin derin soludum,

 

"Geçer şimdi Ali... sadece sert bir tekmeydi."

 

Derin derin nefes alıp verdim ama bu sancı geçecek gibi değildi. Ali'nin göbeğimin üstünde duran elini tutup sıkmaya başladım.

 

"Ali..." dedim sesim titrerken, "Doktora mı gitsek?"

 

Hızla ayağa kalkıp bana belimden destek oldu. Ayağa kalktığımda bakışları oturduğum koltuğa kaydı ve çatık kaşlarla bakmaya başladı.

 

"Ne oldu?" dedim merakla, bedenimi yavaşça arkaya döndürdüğümde şok oldum.

 

"Altıma mı yaptım?" dedim korkarken, "İyi de hissetmedim hiçbir şey!"

 

Kalbim korkuyla atmaya başlamıştı.

 

"Altına yaptığını düşünmüyorum canım..." dedi sesi titrerken, bakışlarında öyle bir anlam vardı ki... "Sanırım doğumun başladı."

 

Kalbim tekledi.

 

"Ne?"

 

"Şerife... sakin ol!" dedi koluma girerken, "Derin derin soluk al canım, ben seni hemen hastaneye götüreceğim."

 

"Ali!" dedim korku ile... "Benimle doğuma gireceksin öyle değil mi?"

 

Saçıma öpücük kondurup beni arabaya yerleştirdi.

 

"Ali!"

 

Beni duymayıp aracı çalıştırdı aniden, ardından da telefonuyla birini aradı.

 

"Elçin... evet evet, sanırım doğumu başladı." derin bir soluk alıp bana bakmaya başladı "Hastaneye geliyoruz şimdi, beş dakikaya oradayız."

 

Karnıma giren ağrı ile çığlık attım.

 

Ali korkan gözlerle bana bakıyordu.

 

"Sancıları ne sıklıkta mı?" dedi bana dönerken, "Bilmiyorum!" diye bağırdım.

 

"En son evden çıkmadan vardı..."

 

Aynı benim gibi derin derin soluyordu.

 

"Evet... sancıları beş dakikada bir..." dediğinde bir kez daha karnıma sancı girdi.

 

"Sanırım artık bir dakika!" diye çığırdım.

 

Gerisi ise...

 

Tam anlamıyla, bulanıktı!

 

*

 

On İki Yıl Sonra

 

"Sertuğ nerede?" dedi Ali etrafa bakarken, "Ben bu çocuğu eve geldiğimde göremeyecek miyim..."

 

Sinirle bakındı etrafa, Ali'nin sesini duyan kızımsa odasından usulca çıktı.

 

Babasına aşırı düşkündü.

 

Benim aksime... babasına aşık bir bebekti.

 

Bende aşıktım.

 

"Baba!"

 

Ali'nin bakışlarında bir yumuşama gördüm, ardından kollarını açıp kızını sardı sıkıca.

 

"Babacığım, neler yaptın bugün?"

 

Saçına öpücük kondururken kızıyla ilgileniyordu. Onların bu haline gülmeden edemedim.

 

"Test çözdüm baba... sınava az kaldı biliyorsun, iyi bir liseye gitmek istiyorum." Dedi iç çekerken Serra.

 

"O hergele de anca top oynasın..." dedi homurdanırken, "Şerife, Allah için bu çocuk nerede?"

 

Güldüm onun bu haline,

 

"Buse'nin yanındadır. Coğrafya çalışacaklardı, keşke oğluna söylenmeden önce bana nerede olduğunu sorsaydın Ali..."

 

Şaşkınlıkla duraksadı,

 

"Coğrafya mı çalışıyorlardı?" kaşları çatık şekilde bana bakmaya başladı, "İyi bakalım..."

 

*

 

İşin doğrusu, aile olmak çok zordu.

 

Onlara can olmak, kan olmak.

 

Onların büyüdüğünü görüp de hayallerine ortak olmak; tarif edilemez bir duyguydu.

 

Belki, başka bir evrende; başka bir döngüde bambaşka bir hayata sahip olacaklardı ve ben onlara sahip olamayacaktım.

 

Şanslıydım.

 

Ali'ye sahip olabildiğim için.

 

Oğlumun hırsına ortak olup, ilk aşkını dinleyebildiğim için.

 

Kızım ise...

 

Reddedilmenin verdiği üzüntüyle şehir dışına gitmişti. Bir ona engel olamamıştık babasıyla ama olsundu.

 

Kızım da mutlu olacaktı bu hikayenin sonunda.

 

Ya bu evrende; ya başkasında.

 

O da; kalbini bulacaktı.

 

Ben...

 

Şerife.

 

Sevmek, çabalamaktı...

 

Bir adam nasıl güzel severdi?

 

Güzel seven adamlar, neden yanlışa aşık olurdu?

 

Ali'm.

 

Bayram yerim benim.

 

Bir savaş verdim, önce hayatımı düzene koydum sonra onun kırık; paramparça olmuş kalbini bayram yerine çevirdim...

 

Mahvolan hayatımıza, iki kişi olarak devam etmek için her yolu denedik.

 

Sonra... aile olmayı öğrendik, fark ettik ki; bizim bizden başka kimsemiz yokmuş zaten.

Loading...
0%