@buseninopucugu
|
Aras'ın evinde geçirdiğim birinci haftamdı ve ben grip olmuştum. Sürekli yatıyordum ve hiçbir şekilde iyileşmek adına bir belirti göstermiyordum. Her gün ki modum vay dokunmayın çok fenayım şeklindeydi. Aras'ın evinde salondaydım ve televizyonda gündüz kuşağı programları vardı. Kim kime kaçmış, kimin eli kimin cebinde ya da kim kimi hortumlamış belli değildi. Şu anda televizyonda bir anne deli gibi bağırıyor benim kızım nerde. Kınalı kuzumu kaçırdılar diye bağırıp ağlıyordu. "Teyze kızın kocaya kaçmış işte neyin tantanası bu? Hayır senin kocan olacak şerefsiz kızı dövmese o kız kaçar mıydı?" Bu programlar saçmalıktan başka bir şey olamazdı. Ayrıca ben neden hem bu programı izliyor hem de kendi kendime konuşuyorum lan? Çiçeği burnunda bir gençken deli oldum a dostlar. Karnımda sıcak su torbası, üzerimde örtü bağdaş kurmuş bir şekilde oturuyordum. Kucağımda peçete kutusu yanında da çöp kutusu. Ay ben şu an depresyon modundayım. Soğuk hava deposunda olunca grip kaçınılmaz olmuştu. Şerefsiz Burak ben bir iyileşeyim bak gör neler yapacağım sana. Ben gündüz kuşağı izlemeye devam ederken Aras elinde tepsi ile içeriye girdi. "Evet hastalığa şifa mis gibi tavuklu çorba." Yüzümü ekşitmiştim çünkü iştahım kesilmişti. "Kaşınma Ayda, sen kelle paça yapmadığıma şükret." dediğinde yüzümü daha çok ekşitmiştim. O şeyin kokusuna dahi dayanamıyordum. "Ayrıca şu saçmalıkları izlemeyi de bırak." "Ne yapayım be? Başka şeyler var da ben mi izlemiyorum." Tepsiyi sehpaya koyup, kâseyi eline aldı. Çorbadan bir kaşık aldı, üfleyip bana yedirmeye başladı. Her ne kadar iştahım olmasa da bu çorbayı yiyecektim. Aras'ın şef olması gereken konular vardı ve sanırım ben sonsuza kadar onunla yaşayacağım. Eli aşırı lezzetli ve bana el bebek gül bebek bakıyordu. Kendisi beni şımartmayı iyi biliyordu. Kâseden bir kaşık daha alıp bana vermişti. Sonrasında kucağımdan peçete alıp burnumu silmişti. "Bu ne kızım iyi ki grip oldun, iyice saldın kendini. O kadar yedirmeme rağmen kilo da verdin." Cevap olarak tüm evi yankılanacak şekilde hapşırmıştım. Aras burnunu kıvırıp tekrar, burnumu silmişti. "Ama Aras kendimi hiç iyi hissetmiyorum." Dediğimde Aras elinin tersi ile ateşimi ölçtü. "Ateşleniyorsun." Sırıtıp ona cevap verdim. "Bebeğim ben her zaman ateşliyim zaten." Eli ile saçlarımı karıştırıp güldü. "Sululuk yapma Ayda, kendin mi duş alırsın Ezgi'yi mi çağırayım?" Başımı şiddetle iki yana salladığımda başıma ağrı girmişti. "Saçmalama be kız uyusun, dün gece de başımda bekledi zaten. Kıyamam yorulmuştur." Bir haftadır herkes peşimde pervaneydi. Çorbayı bitirip, duş almak için banyoya geçtim. Sıcak bir duşun ardından kendimi artık daha iyi hissediyordum. Üzerimi giydikten hemen sonra salona geçecektim ki kapı çaldı. "Ben bakarım." diye bağırdıktan sonra daha yüksek sesle hapşırmıştım. "Bizle yaşa baş belası." "Eksik olma dağ ayısı." Kapıyı açar açmaz olduğum yere çivilenmiştim resmen. Karşımda Aybars ve Hanzade vardı. Bir haftadır ara sıra onlar hakkında bilgi alıyordum. Çağatay onlarla ilgileniyor iyi olup olmadıklarını bana söylüyordu. Ayrıca Aybars bizimkilerle oldukça iyi anlaşıyordu. "Abini içeri davet etmeyecek misin kardeşim?" Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü resmen. Aybars ile olan kan bağımı biliyordum ama bunu onun ağzından duymak beni sarsmıştı. Kenara çekilip kolum ile içeri girmelerini işaret ettim. Ayakkabılarını çıkarıp salona girdiler. Kapıyı kapatmadan fark etmiştim bavulları. İçeriye alıp kenara kaldırmıştım. İçeriye girip yerime geçtim, Hanzade bana bakıp tatlı tatlı gülümsüyordu bana. "Meleğim hasta mısın?" Cevap vermeye kalmadan hapşırmıştım. "Anladım hastasın." Başımı salladıktan sonra tekrar hapşırmıştım. "Serum vurma mı ister misin?" Bu gelen soru Aybars'tandı araştırdığım kadarıyla kendisi doktordu. Ben cevap vermeden benim yerime cevap veren Aras'tı bu sefer elinde fincan vardı. "Aras yeter artık midem doldu doldu." Elindeki fincanı bırakıp Aybars ile selamlaştı. "Hoş geldiniz abi ayrıca serum için de şimdiden teşekkürler. Bir haftadır hiçbir şekilde iyileştiremedim, doktoru da kabul etmedi." Aras fincanı elime verdi, kokusunu aldığım kadarıyla benim için ıhlamur demlemişti. "Merak etme Aras onu iyileştirmeye geldim. Ömrümün sonuna kadar ilacı olacağım onun." Dediğinde bana dolu gözlerle bakıyordu. Önündeki çantadan gerekli malzemeleri alıp yanıma geldi. İlk başta damar yolumu açıp sonrasında serumu bağladı. Ben bu sırada yaşanan tüm olayların hayal olup, olmadığını sorguluyordum. Aybars tüm işlemleri yaptıktan sonra Aras'tan bizi baş başa bırakmalarını rica etti. "Ayda, biliyorum tüm bu olanlar sana gerçek dışı geliyor. Ama emin ol şu an tüm hayatında yaşadıklarından daha da gerçek. Ben senin 'babam' dediğin adamdan daha da gerçeğim. İzin ver yaralarını birlikte saralım, izin ver sana kavuşayım. Yıllardır seni arıyorum ben Feza ismin değiştiği için bulmam ve emin olmam zaman aldı, özür dilerim kardeşim. Ben sana geç kaldım." Ben hayata geç kalmışım abi, sen bana geç kalmışsın çok mu? Babamdan hissedemediğim o sıcaklığı ve şefkati bir yabancıda hissediyordum. Bu anda artık babam benden uzak, Aybars bana yakındı. Aybars benim kanımdı, o benim abimdi. Hiçbir şey söylemeden ona sarıldım, tek bir an bile düşünmedim. Acaba sarılsam 'bana kızar mı, ya da beni iter mi?' diye düşünmedim bir an bile. Ben evime değil, yuvama kavuşmuştum. Bu yuva buram buram şefkat ve özlem kokuyordu. Bu yuva da saf bir sevgi vardı. Hissettiğim sarsıntı ile o an Aybars'ın ağladığını anlamıştım. "Teşekkür ederim güzelim." Deyip saçlarımı okşamaya başladı, sonrasında benden ayrılıp anlıma minik bir buse kondurdu. Gözleri, gözlerimi buldu; Gözünde hüznün değil, mutluluğun yaşı vardı. Her ne kadar çocukluğumu kaybetsem de benliğimi kazanmıştım. Hem artık ben bir teyzeydim almam gereken bir sorumluluk vardı. Uğruna can vereceğim iki insan. Hasretimizi bölen şey Gökhan'ın beni araması olmuştu. "Efendim baba." Gökhan'ın öz çocuklarını bulana kadar ona hiçbir şeyi belli etmeyecektim. "Ah benim güzel meleğim, eve yeni geldim ve bir haftadır evde olmadığını öğrendim. Neredesin? İyi misin? Burak'a ne oldu?" Peş peşe aslında hiç de umurunda olmayan sorular sormuştu. Tek bir şey hariç Burak'a ne olduğu. Burak şu an Aras'ın esiriydi ve biraz hırpalanmış bir durumdaydı. "İyiyim baba, üşüttüğüm için Aras ilgileniyor benimle. Burak ise öldü." Babamın, Burak'ı kaçırması ihtimaline karşılık yaşadığını söylemeyecektim. Tabi Ayçin işimizi baltalamazsa. Abimin serumu çıkardıktan sonra, tek yaptığı şey bana bakmaktı. Sanki yüzümün her bir zerresini ezberlemek için çabalıyordu. "O şerefsizin öldüğüne sevindim. Yarım saate kadar seni görmeye geleceğim meleğim." Deyip her zamanki gibi telefonu yüzüme kapattı. "O adamı gerçekten baba olarak görüyor musun?" "Hayır tabi ki! Ben anladım ki bu zamana kadar onun ölüm kuklasıydım. Onun cesaret edemediği her şeyi ben yaptım. O benim çocukluğumun katili, sadece bir müddet ona baba demeye devam etmem gerek. Planlarım var da şüphelenmesini istemiyorum." Aybars memnuniyetle gülümsemişti. "Zekanı babamdan, güzelliğini annemden almışsın, resmen ikisinin kopyasısın." Taştan olmuş kalbim yeşermeye çiçek açmaya başlamıştı. O sırada koridorda birinin at gibi kişnediğini Hanzade'nin de 'deh' diye bağırdığını duymuştum. Yavaşça yerimizden kalkıp kapı açmıştık. Koridora geçtiğimde Çağatay Hanzade'yi sırtına almış kişniyor, Hanzade arada Çağatay'a vurup 'daha hızlı! deh' diye bağırıyor, Ezgi'de onları çekiyordu. "Dayıcım insene Çağatay abinin sırtından." Nedense gördüğüm manzaraya şaşırmamıştım, sanki her gün yaşanan bir an gibi hissetmiştim o an. "Ya dayı Çikitay söz verdi bana!" Kapının pervazına yaslanmış bir şekilde olanları izliyordum. "Kız cimcime yeter artık. Sayende habeş maymununa döndüm." Hanzade ilk güldü sonrasında el çırptı. "Maymun ol Çikitay lütfen. Noğlur, maymun ol seni bırakayım. Yoksa akşama kadar benim atım olursun." Hanzade genellikle üç yaşındaki çocuklara uygulanan yöntemi Çağatay'a sunmuştu. Hanzade, Çağatay'ın sırtından inip kollarını göğsünde bağlamıştı. Çağatay oflayarak dizlerinin üstünde durup maymun taklidi yapmaya başladı. Hepimiz şok olmuş bir şekilde Çağatay'ı izliyorduk. Zira kendisinin soyu gerçekten maymundan, insana evrilmiş olabilirdi. Hanzade'nin kahkaha atmasıyla bizde devamını getirmiştik. Biz gülerken kapıya anahtar takılmış ve açılmıştı. "Sürpriz!" Kapı açıldığında yüzü kahve saçlarla örtülmüş bir kız kapıdan anahtarı çekmeye çalışıyordu. Kız kafasını kaldırıp tek tek bize baktı. "Miray?" Aras'ın sözleri ile Çağatay'da kapıya bakmıştı. Adeta gözleri parlamıştı, olduğu yerde donup kalmıştı. "Hayırlı işler." Aras kapıdaki kızın yanına gidip sarılmıştı. Daha önce bu kızı görmediğime emindim. "Hoş geldin, özlettin be kendini! Tanıştırayım gençler Miray çocukluk arkadaşım." Hepimiz bir ağızdan memnun olduğumuzu söylemiştik. "Çikitay hadi kek yapalım." Hanzade, Miray'a burnunu kıvırıp onun olduğu ortamdan uzaklaşmak istemişti. Çünkü Çikitay'la olan çekimi o da hissetmişti ve Çağatay'ı kıskanmıştı. Fakat Çağatay tutulduğu büyüden kopamamış, Hanzade'yi duymamıştı. "Çikitay sana diyorum, kalksana." Çağatay sarsıldıktan sonra Hanzade'ye dönmüştü. "Efendim cimcime, ne oldu?" Hanzade iki elini beline koymuş kaşlarını çatmıştı. "Kek yapalım! Canım çikolatalı kek istiyor." Hanzade Çağatay'ın elini tutmuş ve onu adeta mutfağa sürüklemişti, o küçücük boyu ile. Miray içeriye girmiş, Aras arkadan kapıyı kapatmıştı. Hepimiz hep birlikte salona geçmiş, tek tek oturmuş Miray'ı karşımıza almıştık. Hepimiz pür dikkat ona bakıyorduk. "Kötü bir şey yok değil mi Miray? Sen kolay kolay habersiz gelmezsin buraya." Heh geliyor entrika zaten hiç yok hayatımızda. "Aras beni evlendirecekler lan. Ama istemiyorum, adam benden on yaş büyük." Ups her şeyi bekliyordum ama bunu asla. Olayları dinleme ve plan kurma vakti kızım odaklan! "Baban mı istiyor bunu?" Miray hızlı bir şekilde kafasını salladı. "Şirket batmanın eşiğindeydi, babamda beni o adama satarak şirketini kurtardı. Nikah üç ay sonra ve ben o nikah masasına oturmazsam ölürüm. Aras ölmek istemiyorum." "Tamam sen o nikah masasına oturacaksın. Ama o adamla evlenmeyeceksin, ancak bunu babana belli etmeyeceksin. Nikah tarihine kadar sen o adamı dolandırmaya bak. Ev, araba falan iste ne bileyim yap işte bir şeyler." Hepsi sorgular gözle bana bakıyordu. "Ne? Madem bu kız satılmış kendisi için bir şeyler alsın. Hem benim aklıma da bir plan var, o yüzden problem yok. Siz bana güvenin!" Yapacağımız tek bir şey vardı ve biz de onu yapacaktık. "Güveneyim mi gerçekten?" Aras başını sallamıştı. "Ayda emin olmadan adım atmaz. Sen onun dediklerini yap ve o adamı dolandırmaya bak." Çok fazla konuşmaya fırsat kalmadan zil çalmıştı. Aybars babamın geldiğini bildiği için mutfağa gitmişti. Salondan çıkıp kapıyı açtım, babamın elinde cenaze çiçeğinden oluşan buket vardı. Karanfil... Yaşayan ölü olduğumu hatırlattığın için teşekkürler baba. "Ah benim güzel meleğim, senin için ne kadar endişelendim bilemezsin." Deyip ilk önce sarılmış sonrasında buketi elime tutuşturmuştu. "Çok incesin baba teşekkürler." Bir eli koluma gitti. "Rica ederim meleğim. Madem sen burada kalacaksın, ben de gideyim şehir dışında işlerim var. Hasta ziyaretinin de kısası makbulmüş hem, bir şeye ihtiyacın olursa ara." Kolumu tıpışlayıp, arkasını döndü ve gitti. Onun bana sevgisi bu kadardı işte. Nefes aldığım sürece onun için sorun yoktu. Kapıyı kapatıp mutfağa gitmeye başladım. "Ya Çikitay ne yapıyorsun? O öyle mi yapılır?" Mutfakta tam anlamıyla kaos ortamı vardı. "Ne diyorsun kız cimcime? Senin yaşın kadar kek yapmışlığım var benim." Hanzade alkışladı. "Aferin sana, alkış." Bacak kadar boyuyla Çağatay ile dalga geçiyordu. Aybars ise onların dağıttıklarını toplamakla meşguldü. Ne yaptıklarına bakmıştım "Kaç dakikadır mutfaktasınız, yaptığınız tek şey üç yumurta kırmak mı gerçekten? İnanmıyorum ya!" Hepsi aynı anda bana bakmıştı. "Ne yapalım ilk bu cimcimenin karnını doyurdum." Hanzade'ye baktığımda çorba yediği belli oluyordu. Kızın dudaklarını silmeyi düşünememişti Çağatay. Islak mendil alıp yeğenimin ağzını silmiştim. Belli bir ölçüde şeker alıp yumurta ile karıştırmaya başladım. Bütün malzemeleri tek tek katıp karıştırmıştım. Tepsiyi yağlayıp hamuru tepsiye yaydım ve fırına gönderdim. Sırada kekin sosunu hazırlamak vardı. "İçeri girmemiş seninki." Başımı olumlu anlamda salladım. "Onun merakı ve ilgisi bu kadar." Süt, kakao ve şekeri ocağın üzerindeki küçük tencerede karıştırıyordum. Hanzade o sırada çikolata yemek ile meşguldü. Biz bu işler ile ilgilenirken mutfağa Miray gelmişti. "Yardım etmemi istediğiniz bir şey var mı gençler?" Çağatay kafasını kaldırmış ve ciddi anlamda Miray'ı süzmüştü. Benim sarı fırtınam gerçekten âşık olmuştu. "Yapılması gereken her şeyi yaptık zaten, sen geç otur." Miray fazla ısrar etmeden dediğimi yapmış ve masaya oturmuştu. "Dayıcım gel biz seninle uyumaya gidelim, uyku saatin gelmiş." Pek sevgili abim de olayı anlamış olacak ki Çağatay ve Miray'ı baş başa bırakmak istemişti. "Tanışamadık bu arada, ben Çağatay." Deyip elini uzattı "Miray ben, tanıştığımıza memnun oldum Çağatay." diyerek karşılık verdi Miray. İkisi el sıkıştığında aralarındaki elektriği ben bile hissetmiştim. Bu ortamı bozmak istemezdim ama hapşırık geliyorum demezdi. İkisi de bir ağızdan 'çok yaşa' dediğinde yerin yarılmasını dilemiştim. Mutfaktan çıkmadan keki kontrol etmiş, Çağatay'ı da uyarmıştım. Salona geçtiğimde Hanzade uyumuştu, Ezgi ve abim de sohbet ediyordu. "Aras nerede?" Evde o hariç herkes vardı. "Evin eksiklerini tamamlamak için markete gitti. Ayda kuşum sen hiç Kutay ile görüştün mü?" Bir haftadır onu da görmüyordum. Başımı olumsuz anlamda sallayarak cevap vermiştim Ezgi'ye. "Haberiniz yok mu Paris'e gitti o." Abimin kelimeleri ile ikimiz de şok olmuştuk. "Nasıl yani, Paris ne alaka ki şimdi?" Ezgi ve ben tüm dikkatimizi abime vermiştik. "Nişanlısının yanına gitmişti en son, ama niye gitti bende bilmiyorum. Siz sormadan söyleyeyim uzun zamandır sizi takip ediyorum. Kutay mevzusunu da oradan biliyorum." Beynimde dönüp duran tek bir cümle, 'nişanlısının yanına gitti' ne ara nişanlanmıştı ki Kutay? Ayrıca madem nişanlandı, neden parmağında yüzük yoktu? Tek derdin bu mu Ayda? Kutay devri artık mazide kaldı kızım. O, sana dosttan başka bir şey olmaz. "Saçmalama abi nişanlansa bilirdik, haberimiz mutlaka olurdu." Aybars sadece omuzlarını indirip kaldırdı. "Nişanlanmasının tek nedeni babası. Size neden söylemedi ben bilemem Ezgi, bunu Kutay ile konuşsanız daha doğru olur." Bu kalp seni unutur muymuş? Unutup üstüne yüzük takmış hey yavrum hey. Ben neden bütün ihanetleri bu çocukta tadıyordum lan? Ay komşular yardım edin imdat! "Bu şıllık neye benziyor abi?" Ezgi durumu daha yeni idrak ediyor olmalıydı ki yutkundu. Sakin ol Ezo başı yanacak olan kişi Kutay sen değilsin. "Valla zengin bir ailenin şımarık kızı. Sarışın çirkin bir tip, kimse sen gibi olamaz güzelim." Ulan Kutay sen bu yüzden mi sürekli sana sarı ne yakışır be deyip duruyordun? Yedim oğlum seni, çiğ çiğ yiyeceğim lan seni! Mutfaktan yanık kokusu aldığımda bir hışımla olduğum yerde kalktım ve mutfağa yöneldim. Masada flört eden iki ergeni görünce katlanan sadece sinirimin kat sayısı olmuştu. Çağatay geldiğimi görünce hızla fırına bakmış ve keki çıkarmıştı. "Sen niye burada bekliyordun Çağatay?" Hafifçe öksürmüştü. "Cimcimenin keki iç-" Lafını bıçak gibi kesmiştim. "Niye yapmıyorsun o zaman Çağatay? Mahalle yanarken saçını tararmış! Tövbe Tövbe ya." Miray kendini suçlu hissetmiş olacak ki olduğu yere sinmişti. Mutfaktan çıkıp kaldığım odaya geçip üzerimi değiştirdim. "EZGİ, HADİ ÇIKIYORUZ!" Çantamı alıp girişe gidip ayakkabımı giymeye başladım. "Sormaya korkuyorum ama yine de soracağım, nereye gidiyoruz güzelim?" Askıdan Ezgi'nin ceketini alıp ona fırlattım. "Hangara." Hangarı kendimize göre tasarlamıştık. Göreve giderken çoğu planı orada gerçekleştirirdik ya da takılma alanımız orası olurdu. Salondan abimde çıkıp ceketini giymeye başladı, onu sorgulamayacaktım. "Çağatay, Hanzade sana emanet koçum!" Çağatay ve Miray mutfaktan yanımıza gelmişti. "Nereye böyle?" Sakin ol Ayda tüm sinirini o çocuktan çıkaramazsın. "Araştırma yapmaya gidiyoruz Çağatay, buralar sana emanet!" Diye cevaplayıp dışarıya çıktım. Tam o sırada Aras gelmişti, inmesine fırsat vermeden arabaya binmiştim. Ezgi ve abim de aynısını yapmıştı, Aras sorgular gözlerle bakıyordu. "Hangara sür Aras işimiz var." Aras motoru tekrar çalıştırıp yola koyuldu. Hangar bizim evin ormanlık alanında kalıyordu, çok sürmeden gelmiştik. Arabadan inip hızlı adımlarla hangara girip, ışıkları açmıştım. Ceketimi çıkartıp koltuğun üstüne attım. "Kimi araştırıyoruz Ayda, ne bu sinir?" Abim elindeki topu Aras'a attı. "Onun adı Feza yalnız, buna alışsanız iyi olur." Saçımı topuz yapıp Ezgi'nin yanına oturdum. "Kutay ve pek sevgili nişanlısını, bakın tırnak içinde söylüyorum 'NİŞANLISI' delireceğim ya!" Aras'ın gözleri kocaman açılmıştı. "Ne alaka lan? Yok ebesinin örekesi." Ezgi ilk başta Kutay'ın banka hesabını hackerlamıştı, tüm dikkatimi ekrana vermiştim. Gördüğüm manzara ile dolu dolu bir küfür savurmuştum. Aras ve abim de arkamıza geçmiş ekrana bakıyordu. Banka hesabında kuyumcu, otel, ünlü bir tasarımcıya ait faturaları ve uçak bilet parasını görmüştük. Ben ne kadar aptaldım ki ikimizin olacağını düşünmüştüm. "Ezgi telefonu hackler misin?" Ezgi oflayarak dediğimi yaptı. Karşımıza Kutay ve o kızın sarmaş dolaş görüntüleri çıkmıştı. Kutay'ın gözlerindeki ışık fotoğraftan bile belli oluyordu. Kabul et Ayda sen kendini kandırdın kızım. Üstünü çiz sen Ayda değilsin sen Feza'sın! "Bu arada abi Ayçin'in asıl adı ne?" Kendi ismimi biliyordum fakat kardeşimin ismini sormak aklıma gelmemişti. "Ferda Bozoğlu." Kafamı olumlu anlamda salladım. Telefonumu alıp Ayçin'i aradım, her ne kadar kırgın olsam da gerçekleri öğrenmek onun hakkıydı. Ben abim ve yeğenim ile birlikteyken o kimsesiz gibi yalnız kalamazdı. "Şükürler olsun Ayda hiç aramayacaksın sandım!" Telefonu saniyesinde açmıştı. "Ayçin hangara gelir misin?" Ayçin derin bir nefes vermişti. "Beş dakikaya oradayım." Cevabımı alır almaz telefonu kapatmıştım. "Kızın ismi ne abi, herhangi bir bilgiye ulaştın mı?" Kızın ismini araştırmak için boşu boşuna zaman harcamamıza gerek yoktu. "Duru Yıldırım, Yıldırım Holdingin kurucusunun kızı, Tarık Bey ile baya içli dışlılar." Tabi ya Tarık amca, bu benim aklıma neden gelemedi ki. Ezgi bu sefer kızın sosyal medya hesabını bulup, hesabı hackledi. Kızın öne çıkarılan hikayelerine baktığımızda nişan fotoğrafları ile karşılaşmıştık. Karşılaştığım fotoğrafta ön sırada babam da pardon ağız alışkanlığı Gökhan da vardı. Neden her bokun altından bu adam çıkıyor lan? Çok geçmeden hangara Ayçin girmişti. Koşar adımla yanıma gelip sarıldı, karşılık vermiştim çünkü özlemiştim. Tuğba'nın yaptığı bir şey yüzünden onu suçlayamazdım. Ben sadece öğrendiğinde bana söylememesine kızmıştım. Ayçin benden ayrılıp ekranda ki görsellere baktığında kamyon çarpmışa dönmüştü. Abim bir bana bir Ayçin'e bakıyor ve gülüyordu. Oturduğu yerden kalktı ve elini Ayçin'e uzattı. "Aybars ben." Ayçin sıcak bir tebessüm ile karşılık verip abimizin elini sıktı. "Ayçin ben de, tanıştığımıza memnun oldum." Ayçin bana 'bu kim?' der gibi bakıyordu. "Garip olacak ama tanıştırayım bu bizim öz abimiz Aybars, ben de Feza" Ayçin yani namı değer Ferda inanmaz gözlerle bana bakıyordu. "Kendin ile de tanış sende Ferda Bozoğlu'sun, sadece Gökhan denen adamın yanında Ayçin ve Ayda olacağız. Sadece onun yanında benliğimizi kaybedebiliriz çünkü." Ayçin büyük bir kahkaha attı. "Güzel şaka kamera nerede el sallayayım." Hemen inanmasını bekleyemezdim zaten. "Bunu sonra konuşuruz güzelim. Bu ekrandaki Kutay'ın nişanlısıymış." Ayçin'in, pardon Ferda'nın sağ kaşı havalanmıştı. Genellikle sinirlendiğinde olurdu bu. Bir bana bir ekrana gidip geldi gözleri. "O kalp seni unutmuş, üstüne seni çiğneyip tükürmüş. Şerefsize bak bir de herkesin içinde şov yapıyor!" Arasın eline almış olduğu paketten sigara alıp bir dal almıştım. Sigarayı dudaklarıma koyup Aras'ın yakmasını bekledim. Aras sigarayı yakar yakmaz derin bir nefes çektim. "Ayda, Kutay bu kızla yaklaşık dört yıldır birlikte." Beni unuttu yerimi o kız doldurdu, sonra beni tekrar hatırladı ve benimle oyun oynadı. Boşuna dememişler kalbinin değil aklının sesini dinle diye. "Tamam yeterli bilgiye ulaştık, kapatabilirsin Ezgi. Yalnız son kez bizim adımıza kaldığı otele tebrik buketi gönder. Eve gidelim artık ben minik kelebeğimi özledim." Sigarayı küllükte söndürüp küllüğe atmıştım. Olduğum yerden abimin yanına gidip koluna girip, başımı omzuna yaslamıştım. Birlikte dışarıya çıkmış ve arabaya binmiştik. "Kutay'a ilgin vardı değil mi?" Onaylayan mırıltılar çıkarmıştım. "Sadece bir kere olsun zekamı susturmak istedim. Geçmişte bir şeyler yaşanmıştı, sonrasında hafıza kaybı falan geçirdi." Abim başını yavaşça salladı. Çok geçmeden bizimkiler de arabaya binmişti. Aras radyoyu açınca arabanın içinde (Duman-Dibine Kadar) şarkısı çalmaya başladı. Hiç kimse konuşmuyordu, herkes sessizliğe gömülmüştü. Hepimiz kendi kafamızın içindeki sorularla cebelleşiyorduk. Özellikle benim can parem Ayçin'im...
Ferda'nın Gözünden Ayda beni aramış ve hangara çağırmıştı, hangarda ise abim olduğunu söylediği biri vardı. Kahverengi saçları ve gözleri, yapılı vücudu ve uzun boyu vardı. Yalan söyleyemem kendisi oldukça yakışıklıydı ve şu an bizimle aynı arabada Aras'ın evine geliyordu. Anlam veremediğim Ayda bu bilgiye nasıl ulaşıp, nasıl hemen adapte olmuştu? En önemli nokta minik kelebek kimdi? Bunlardan bağımsız o Kutay neden nişanlandığını bize söylemedi? Yaklaşık on dakika önce Ayda bana "Kendinle tanış kardeşim senin adın Ferda." demişti. Ben kendimi bildim bileli Ayçin'dim ve Ferda ismini daha önce hiç duymamıştım. Aras'ın evine geldiğimizde bahçede minik bir kız çocuğu oyun oynuyordu. Yanında Çağatay ve daha önce hiç görmediğim bir kız vardı. Ayda arabadan iner inmez kız Ayda'ya koşup boynuna atladı. "Meleğim iyileşmişsin." Ayda'ya sadece babam meleğim derdi, o da adam öldürdüğü için. Babam her zaman Ayda'yı ölüm meleği olarak görürdü. Ayda tüm sıcaklığıyla küçük kıza kocaman sarıldı. "Minik kelebeğim ilaç gibi iyi geldi çünkü." Dediğinde pamuk gibi yanaklardan öptü. Minik kız bana baktı "Bu kim meleğim?" diye sordu. "O benim orkidem, kardeşim." Minik kız Ayda'dan uzaklaşıp koşarak yanıma geldi. "Merhaba orkide benim ismim Hanzade." Ömrümde ilk kez duymuştum bu ismi, ancak duyduğum en güzel isimdi. "Benim ismim Ayçin yalnız." Ayda, Hanzade'yi kucağına alıp eve girmişti. Çağatay ise yanındaki yabancı kızla girmişti, çok oyalanmadan bende peşlerinden gitmiştim. Evde çikolatalı kek kokusu vardı, nerde olsa tanırdım bu koku Ayda'nın eseriydi. Salona girdiğimizde herkes bir köşeye kendini atmıştı. "Meleğim kekin çok güzel olmuş." Hanzade özellikle o'yu uzatarak söylemişti. Gözümden kaçmayan bir diğer detay ise sürekli Ayda'ya parlayan gözlerle bakmasıydı. "Dayıcığım hatırlıyor musun, ben sana iki tane kayıp teyzen olduğuna dair bir hikâye anlatmıştım?" Hanzade'nin gözleri koca koca açılmıştı, Ayda'nın gözlerinin içi gülüyordu. Adının Aybars olduğunu öğrendiğim kişi, sağ elinin işaret parmağı ile bizi işaret etmişti. "Bizim kayıp prenseslerimiz bu güzel ablalar." Kayıp prenseslerimiz, bizim için bu ifadeyi kullanmıştı. Ayda hiçbir şekilde karşı çıkmıyor aksine bu durumu onaylıyordu. "Nasıl yani siz ikiniz benim teyzem misiniz?" Derken ilk başta Ayda'ya sonra bana sarılmıştı. "Evet minik kelebeğim, bir daha asla ayrılmayacağız." Duyduklarımı tek tek kafamda ölçüp tartıyordum. Burak'ın bize dinlettiği seste bizim evlatlık olduğumuzu duymuştuk. Ayda, Aybars için 'öz abimiz' demişti, o zaman Gökhan'ın oğlu olamazdı. "Daha detaylı bilgilendirir misiniz beni?" Hanzade kucağımda oturuyordu, yeni kız ve Çağatay çoktan salondan çıkmıştı. "Gittiğim görevde ilk başta kelebeğim ile karşılaştım. İkimizin arasındaki benzerlik tesadüf olarak düşündüm sonra abim ile karşılaştım. Bir şekilde Gökhan ve senden DNA örneği alıp teste gönderdim. Zaten kaçınılmaz son orada ortaya çıkmıştı." Duyduklarımdan sonra bir şeye emin oldum ki, kader bizi bir araya getirmişti. "Ben zaten aylar önce sizi bulmuştum ve takibe almıştım. Ayda göreve geldiği zaman bana gerçek ismini söylemişti. Ferda sana yemin ederim orda Feza'ya sarılıp ağlamak istedim." Biz kendimizi bildik bileli Ayçin ve Ayda'ydık bunun aksi sadece görevlerde olurdu. Bu zamana kadar isimlerimizin yalandan ibaret olduğunu ve asıl kimliğimizin gerçekliği ile yüzleşiyorduk. Biz artık Ayçin ve Ayda değildik, biz artık kayıp prenseslerdik Ferda ve Feza... Ayda daha fazla dayanamadı ve Aybars'a sarıldı. Hanzade'nin şen kahkahaları evi doldurdu ve beni de kardeşlerimin yanına sürükledi. Biz artık eksik değildik. Anın etkisiyle odada olan Aras'ı unutmuştuk fakat o patlayan flaş ile kendini hatırlatmıştı. "Bir daha çek Aras dayıma eşek kulağı yapmam lazım." Aras tekrar çekmek için telefonu kaldırdı ve flaş tekrar patlamadan bende Ayda'ya kulak yapmıştım. Aras fotoğrafı çekip bize gösterdiğinde Aybars hariç herkes birbirine eşek kulağı yapmıştı. Gördüğümüz bu manzara ile kahkaha atmıştık. Feza'nın Gözünden Kabuk bağlayan yaralarımız çiçek açıyordu artık. Ferda'da bu durumu kabullenmişti ve Gökhan'ın olmadığı yerlerde kendi isimlerimizi kullanacaktık. Abimin yanından kalkıp mutfağa girdiğimde Miray'ın ağladığını ve Çağatay'ın, Miray'a sarıldığını gördüm. "Miray iyi misin?" Miray sorumu duyar duymaz kendini toparlamaya çalıştı. "İyiyim Ayda, ilk kez biri beni dinleyince göz yaşlarıma hâkim olamadım sadece." Çağatay'ın gözünde hüzün vardı. "Feza ben tanıştığımıza memnun oldum gençler." Konuyu dağıtmak amacıyla böyle bir cevap vermiştim. "Keki keselim de servis edelim, midemiz sindi açlıktan. Sizde gelin eşlik edin bize Hanzade ile 'Dora' izleyeceğiz, en sevdiği çizgi filmiş hanım efendinin." Miray kalkıp tabakları çıkardı, Çağatay ise keki dilimledi. "Seninki uyanır uyanmaz kekten yedi, ağzını kedi yalasa doyardı cimcimenin." Kısa sürede Hanzade'nin bizde büyük bir yeri olmuştu, kendisini sevdirmeyi biliyordu cimcime. Kekleri tabaklara servis ettikten sonra, tabakları salona götürdük. Biz gelene kadar çoktan projeksiyondan Dora açılmıştı. "Ezgi abla senin küçükken izlemeyi sevdiğin çizgi film var mıydı?" Ezgi düşündüğünü gösteren mırıltılar çıkardı. "Müfettiş Gadget olabilir." Hanzade kekinden bir çatal daha aldı. "Güzel tercih başka zaman da onu izleriz. Üzülmeyin sıra sıra sizin sevdiklerinizi de izleyeceğiz tamam mı?" Dediğinde ilk bize baktı sonrasında duvarda oynatılan çizgi filme odaklandı. Telefonun titremesi ile arayana baktım Kutay'dı aramayı reddedip saate baktığımda saatin dokuz buçuk olduğunu görmemle şok oldum. İki saattir hiç sıkılmadan Dora izliyorduk ve buna Aras'da dahildi. Gözlerim bacağımda yatan Hanzade'ye kaydı, uyuyordu ve çok tatlı duruyordu. Tekrar çizgi filme odağımı çevirecektim ki sokaktan duyduğum ses ile projeksiyonun sesini kapattım. Herkes huysuzca homurdanırken susmalarını söyledim. Kadının biri yardım çığlıkları atıyordu. Hanzade'yi yavaşça koltuğa bırakıp dışarı çıktım. Kadını kovalayan bir adam vardı ve kadın ağlıyordu. Elimle kadının bana uzattığı eli tuttum ve arkama korumaya aldığımda olaya bizimkiler de dahil olmuştu. "Yardım edin öldürecek beni." Kadının yüzüne baktığımda şiddet gördüğünü anlamıştım. "Bunlar mı koruyacak seni benden. Gel buraya tekrar söyle boşanmak istediğini." Adam sürekli bağırıyor ve işaret parmağını sallayıp duruyordu. "Ölmek istemiyorum, lütfen yardım edin." Başımı olumlu anlamda salladım. "Ferda ve Miray siz hanım efendi ile ilgilenin. Su verip yaralarına pansuman yapın burası bizde." Ferda isteğim üzerine kadınla birlikte eve doğru ilerlerken adam öne atılmaya çalıştı. "Çekil karı, elinin hamuru ile karışma sen. Almayayım ayağımın altına." Neden bazı erkekler kendisini güç ve zekâ olarak kadınlardan üstün görürdü anlamıyorum. Bana kalırsa en büyük cahillik cinsiyete göre yargılamaktır. "Ah! Çok korktum, lütfen vurma bana!" Derken oldukça abartı tepki veriyordum. Tam adam bana doğru hamle yapacaktı ki bileğinden tutup ters çevirdim ve adamın arkasına geçtim. Leş gibi alkol kokuyordu. "Tüh gördün mü senin de eline hamur bulaştı." Adam çığlıklar ile yere diz çöktü. "Şimdi sana iki seçenek sunacağım ama ondan öncesinde , Çikitayım malum çantayı getirir misin?" Deyip göz kırptım Çağatay ilk önce anlamamıştı. Daha sonrasında anlayıp koşarak istediğim çantayı almaya gitti ve çok geçmeden geri geldi. "Feza sen iki dakika arkana dön güzelim göz zevkin bozulmasın." Çağatay'ın dediğini yapıp arkama döndüm. Anladığım kadarıyla adam şu an giymek üzere olduğu şeyleri giymemek için debeleniyordu. "Bırakın lan beni!" Adamın bağırmasıyla darbe sesinin gelmesi bir oldu. Yaklaşık iki dakika daha bekleyip önüme döndüğümde gördüğüm manzara ile gülmem bir oldu. Adamın üzerinde şu an kırmızı crop-top ve siyah mini etek vardı. "İsmin ne lan senin?" Abim adama tokat attıktan sonra adını sormuştu. "Ha-Hamdi abi." Abim yavaş yavaş tokatlıyordu adamın yanağını. "Bundan sonra senin adın Hamidiye tamam mı koçum?" Adamın gözünde saf bir korku vardı "Ta-tamam abi." Korkusundan sürekli kekeleyip duruyordu. Adamın yüzüne doğru eğildim ve saçını çekiştirdim. "Şimdi sana iki seçenek sunacağım Hamidiye eğer ikisini de seçmezsen gebereceksin. Birinci seçenek; bu kılıkla karakola gidip teslim olmak. İkinci seçenekte; bu halinle pavyonda çalışıp sahne adınla 'yarma gül' olmak." Çağatay duydukları karşısında derin bir kahkaha attı. Diğerleri de gülmemek için kendilerini zor tutuyordu. "Karakola gideyim a-abla, şerefimle yatar çıkarım." Yaptığı tercih kendince mantıklıydı, çünkü karısını dövenler ya da öldürenler on yıl sonra iyi halden çıkabiliyordu. Ancak Hamdi o ceza evinden sadece tabutla çıkabilirdi. Ezgi olduğu yerde sekti, küçük bir kız çocuğu gibi. "Feza makyajda yapalım mı lütfen?" Hamdi öldürücü bakışlarını Ezgi'ye göndermişti. Şahsen duyduğum bu fikir aklıma yatmıştı ve bunu yapacaktık. "Makyaj erkek adama ters." Aras yumruğunu adamın karnına indirdi. "Sen ne erkeksin ne de adam! Hem Hamidiye diye erkek isim mi olur lan?" Çağatay çantadan, makyaj çantasını çıkardı ve sinsi sırıtışlarını adama hediye etti. "Ya Çağatay burası karanlık, karanlıkta makyaj mı yapılır?" Çağatay düşünür gibi çenesini kaşıdı. "Haklısın Ezgicim yapılmaz." Aras ve abim adamı kolundan tutup eve doğru sürükledi. Adam şu an alkollüydü ve üstünde kadın kıyafeti olduğu için pek konuşamıyordu. Aras ve abim adamı ışıklı yere oturttu. "Ezgi bu adamın sakalı var." Ezgi sırıtmıştı. "Hamidiye'nin tarzı bu işte Aybars abi." Ezgi eline far bazı alıp adamın göz kapaklarına sürmüştü. Sonrasında paletten gri tonda far alıp, adamın göz kapağında dağıttı ve bunu her iki gözüne de uyguladı. Sonrasında eyeliner alıp arşa kadar çekti. Adamın bu tipine gülmemek elde değildi. Bahçedeki çoğu koruma sıkıldığından dolayı başımızda toplanmış bizi izliyordu. Sonrasında Ezgi adamın yüzüne iki ton açıklıkta fondöten sürmüştü. Daha fazla dayanamayıp çantadan kırmızı ruj alıp adamın dudağına sürdü. "Karının ismi ne lan?" Diye adama bir soru yönelttim ama bu şekilde bu herifi ciddiye almak mümkün değildi. "R-Rüya" Çağatay bir yandan gülüyor bir yandan adamın bu halinin fotoğrafını çekiyordu. "Rüya gel tatlım, Hamidiye ile tanış." Diye bağırdığımda bütün korumalar aynı anda kahkaha atmaya başlamıştı. Çok geçmeden gelmişti Rüya. Kendisi ürkek bir ceylan misaliydi, başı dik yürüyemiyordu. Ferda, Rüya'nın koluna girip ona destek oldu ve yanımıza geldiler. Ferda adama baktığında yüksek sesle bir kahkaha atmıştı. Rüya gülmek istiyordu ancak çekindiği için dudağını dişliyordu. "Rujun linki var mı Aşko?" Diye soru yöneltmişti Ferda, herkes daha çok gülerken Rüya yüzünü kapatmıştı. "Bende bir ilaç var onu enjekte edip karakola öyle gönderelim isterseniz." Hamdi'nin tipine baksan at hırsızı sanırsınız öyle bir tipsizlik vardı. "Gerek yok ya kendisi gitsin itiraf etsin. Hem Hamidiye'miz komisere üç beş cilve yapar bu iş biter." Hamdi küfür mırıldandı. "Ben cilve nedir bilmem yalnız bacım. Ayrıca bu işin çıkışı da var hatırlatmak isterim." Rüya başını kaldırdı ve yüz ifadesini topladı. "Para verdiğin kadınlar nasıl davranıyorsa sana karşı, sen de komisere öyle davrana bilirsin. Fikir olsun diye söylüyorum kocacığım." Rüya'nın sesindeki kinaye ve nefreti çok net bir şekilde hissedebiliyordum. "Hasan al şunu en yakın karakola götürün izleyin, karakoldaki gözsüzlerden de haber alın. Ceza evine girmezse işini bitirin!" Aras emirleri verirken Hamdi'nin gözündeki umut sönmüştü. Artık emin olmuştu her ne olursa olsun bu işin sonu ölümdü. Rüya teşekkür etmek amacıyla bana sarıldı. "Sizi bana Allah gönderdi, sayenizde kurtuldum o heriften." Rüya'yı bırakmak istemiyordum, bu adamın ailesi mutlaka zarar vermek isteyecektir. "Rüya senin güvenle kalacağın bir yer var mı?" Rüya'nın gülüşü solmuş, gözleri buğulanmıştı. "Ben eskiden pavyonda çalışıyordum, kimim kimsem yok. Bu adama zorla sattılar beni." Dünya masumlar için acımasızdı. "Rüya bizimle kalabilirsin, ancak sana güvenmemiz lazım. Güvene bilir miyiz?" Rüya'nın gözlerinden yaşlar akıyordu. "En ufak hatamda kapı dışarı atabilirsiniz. Yalvarırım, benim güveneceğim tek bir kişi bile yok ama siz bana kol kanat gerdiniz. Siz benim kurtulmama yardım ettiniz. Gerekirse sizin için canımı veririm." Rüya konuşurken benimle göz teması kuruyordu, vücut dilinde yalana ait bir hareket görememiştim. "Tamam bu evin işleri senden soruluyor o zaman. Maaşlı bir iş, kabul mü?" Rüya'nın gözleri parlamıştı, hevesle başını onaylarcasına sallamıştı. "Allah senden razı olsun abla." Rüya'yı yanımıza almıştım ama yüzde yüz güvenemezdim. İkimizin de zamana ihtiyacı vardı. Saat geç olmuştu ve ben Hanzade ile uyuyacaktım. Benim kaldığım odadaki yatak çift kişilikti ve şu an Hanzade yatağımda yatıyordu. Yüzünün yarısı yastığa gömülüydü ve dudağı yamuk duruyordu, tam ısırılası bir tipi vardı. Üzerimi değiştirip yatağa geçtiğimde kapı tıklatılmıştı. "Gel." Kapı yavaşça açılmıştı gelen kişi Ferda'ydı. "Bende sizinle uyuya bilir miyim?" Elinde iki tane de süt bardağı vardı. "Bilmem gelebilir misin ki?" Kafasını olumlu anlamda sırıttı ve yanıma gelip sütü bana uzattı. "Ballı süt yaptım sana." Bardağı alıp bir yudum aldım. "Yaran nasıl oldu?" Burak'ın yaktığı yeri soruyordu. "Ruhumdaki yara kadar acıtmadı, seninki ne durumda?" Yatağa oturmuştu. "İyi, en azından kabuk bağlamaya başladı. Feza, Gökhan ile ilgili bir planın var mı?" Odada loş bir ışık olmasına rağmen yüzümüzü net bir şekilde görüyorduk. Ferda sorduğu soru ile rahatsız olmuştu. "Öz çocuklarını bulunca bir plan yaparız. Ancak bulana kadar hiçbir şey çaktırmayacağız." İkimiz de aynı anda bardağı kafamıza dikmiştik ve sütü bitirmiştik. "İyi geceler abla." Sıkıntılı bir şekilde nefes vermiştim. "Bana abla demeyi kes Ferda, farkındaysan ilk kim doğdu belli değil. Lan fark ettim de bizim doğum günümüz bile belli değil." Cidden düşündüm de bu zamana kadar olan her şey yanlıştı. "Ay tamam be kızma, takılıyorum öyle." Işığı kapatmıştım ve Hanzade'ye sarılarak uykuya dalmayı beklemiştim. Çok geçmeden uykunun huzurlu kolları beni sarmıştı. Sabah saçıma dokunan minik eller ile gözlerimi açmıştım ve şu an o ellerin sahibi ile kahvaltı hazırlıyorduk. "Feza nemenem de yapalım mı? Ben çok seviyorum nemenemi." Duyduklarım ile ufak ve sessiz bir kahkaha attım. "Ne men bir daha söyle bakim." Küçük kollarını birleştirdi. "Nemenem nemenem." Diye tekrarladı, yanaklarını sıkıp kahvaltılıkları koymaya devam ettim. "Menemen olmasın o." Buz dolabından domates ve biber çıkartırken bu tatlı sohbete gülüyordum. "Olabilir tabi ki." O sırada mutfağa Miray ve Rüya girdi. "Abla ne zahmet ettin ben hazırlardım." Rüya ya bakıp gülümsedim, yüzüne renk gelmişti. "Siz Miray ile bahçedeki masayı hazırlaya bilirsiniz güzelim. Burası bizde, değil mi kız cimcime." Hanzade elindeki biberi kemiriyordu, cevap vermek yerine olumlu anlamda homurdandı. Domatesin kabuklarını soyup küp küp doğramaya başladım. O sırada Miray ve Rüya masaya kahvaltılıkları götürüyordu. Domatesleri kâseye boşaltıp, biberi doğramaya başladım. "Ekmek de kızartalım mı Feza, dayım çok sever." Hanzade'nin bu ricasına hayır demek elde değildi. "Olur yapalım." Ben kahvaltı hazırlarken Hanzade boya yapıyordu. "Gözleri aşka gülen taze söğüt dalısın." Duyduğum sesle arkamı döndüm ve Hanzade'ye baktım. "Tatlı gülüş pek yaraşır, gözleri ömre bedel. Ah ne güzel güzel seni sevmek. Ah ne güzel ne güzel." Bu şarkıyı küçükken her ağladığımızda Ferda ile birbirimize söylerdik. Bu şarkıyı Hanzade'den duymak oldukça garipti benim için. "Ne güzel söyledin öyle, nereden öğrendin bu şarkıyı?" Hanzade başını boyama kitabından kaldırıp bana baktı. "Dayımdan, eskiden babam anneme bu şarkıyı söylermiş." Başımı olumlu anlamda sallayıp, kuru bir tahta aldım ve ekmekleri doğramaya başladım. Bu süre zarfında Miray ve Rüya bütün kahvaltılıkları götürmüştü. Şu an da tabakları ve bardakları ayarlıyorlardı. Ekmekleri kızartma makinasına koyması için Miray'ı görevlendirmiştim, bense menemeni yapıyordum. Biberi tereyağı ile kavurup domatesi koyduğumda mutfakta muhteşem bir koku vardı. Yumurtayı kırdıktan sonra menemenin tuzunu ve baharatını ekleyip pişmesini beklemiştim. "Ay daha uyanamadılar uykucular, tek tek gidip uyandıramam ben söyleyeyim." Diyen kişi Miray'dı, tavayı elime aldım "O iş bende reis sen kafanı yorma." diye cevap verip mutfaktan çıktım. Tavayı masaya koyduğumda kahvaltı tamamlanmıştı. Eve girip salona geçtim ve hoparlör sistemini açtım. Bizimkileri Furkan'ın yöntemiyle uyandıracaktım. Telefondan 'Aykız' şarkısını açıp hoparlöre bağladım ve sesi sonuna kadar açtım. Mutfağa gidip tava ve kepçe aldım ve vurmaya başladım. "Uykucular için uyanma vakti. Kalkın hadi sabah oldu, horozlar öteli çok oldu." Merdiven ayağında hem bağırıyor hem de tava ile kepçeyi birbirine vuruyordum. Çağatay alelacele merdivenden inerken götünün üstüne düşmüş ve birkaç basamaktan öyle inmişti. Hanzade ve ben bu manzara karşısında büyük bir kahkaha atmıştık. "Ne oluyor lan? Ah götüm!" Çağatay'ın bu haline daha çok gülmüştük. "Sabah oldu Çikitayım, hadi kahvaltıya." Çok geçmeden koşar adımlarla gelen Ferda ve Ezgi görüş alanımıza girmişti. İkisinin de saçı başı dağınıktı. "Feza sabah sabah ne bu enerji kurban olayım!" Diye yakarışta bulunan kişi Ezgi'ydi, Ferda da esneyerek cevap vermişti. Bizimkiler aşağı inerken ben yukarı çıkmıştım. Çünkü Aras ve abim onca sese rağmen uyandığına dair belirtiler göstermemişti. İlk olarak Aras'ın odasına girmiştim ancak yatağı topluydu, tam odadan çıkacakken Aras duştan çıkmıştı. "Günaydın güzellik." Derken saçını havlu ile kuruluyordu. "Günaydın sığırcık." Aras tam saçıma bir hamle yapacaktı ki başarılı bir şekilde kaçmıştım. Odadan çıkıp kapıyı kapatmış ve abimin odasına gitmiştim. "Günaydın abi sabah güneşin geldiğine göre uyanma vakti." Diye dalmıştım odasına ancak kendisi bir tepki vermemişti. Aksine götünü dönüp yön değiştirmişti. Bu hareketine karşılık "Kalksana be!" diye cırlamıştım. Bunu duyan abim daha fazla dayanamayıp gülmeye başladı. "Günaydınlar efendim." Yerden terliği alıp fırlatmıştım. "Odunsun abi, kalk kahvaltı hazırladım üç beş zıkkımlan." Dedikten sonra saçımı savurup odadan çıkmıştım. Bile bile beni uyuz etmişti. Merdiveni sinirle inip bahçeye çıktım, masaya baktığımda oldukça iç açıcı duruyordu. Masanın baş köşesine oturdum ve tabağımı doldurmaya başladım. "Feza nemenem çok güzel olmuş." Hanzade'ye baktığımda ekmeği menemene banmaya çalışıyordu. "Afiyet olsun cimcime." Tam o sırada Çağatay koşarak yanımıza geldi. "Biri nemenem mi dedi?" Deyip sofraya baktı ve dudağını yaladı. Sandalyeyi çekip oturdu ve direkt olarak menemene ekmek bandı. "Şu küçücük çocuğu anlarım da nemenem ne ya?" Deyip ağzıma salatalık attım. "Dilim dönmüyor kızım ne yapayım. Ayrıca nemenem olay olmuş." O sırada Rüya çayları dökmek ile ilgileniyordu. "Ver Rüya ver nemenem ile çay çok iyi gider." O sırada Çağatay daha çok yiyordu menemeni. "Yavaş lan diğerlerine de kalsın." Diye cırladığım sırada Aras ve abim de masaya gelip oturmuştu. "Vay be yufka yürekli kardeşim nasıl abisini düşünürmüş." Gözlerimi devirmekle yetinmiştim hala ona sinirliydim. Masa şu an tam anlamıyla tamamlanmıştı. Rüya tam içeriye girecekken ona engel oldum. "Rüya gel sende bizimle ye, ayrı ayrı olmaz öyle." Rüya minnetle gülümseyip, mahcupça masaya oturdu. Abim menemenden bir parça aldı, dikkatle tepkisini izliyordum. İlk önce çiğneyip yuttu sonrasında kaşlarını çattı. "Olmamış mı?" Dediğimde bütün hevesim kaçmıştı, bu sefer Ferda bir parça aldı. Çiğner çiğnemez gözleri kocaman olmuştu. Oflayıp yerime daha çok sinmiş, çocuk gibi kollarımı bağlamıştım. "Feza bu harika olmuş. Resmen çocukluğumun tadını aldım kızım çok iyi." Dediğinde hemen toparlanmıştım, o eski halimden eser yoktu şimdi. Bu sefer Ferda'ya baktığımda nefessiz bir şekilde menemen yediğini görmüştüm. Herkes sevmişti hazırladığım kahvaltıyı ve bu durum beni mutlu etmişti. Biz kahvaltıya devam ederken korumalardan biri elinde çiçekle yanımıza geliyordu. Çiçeği bana doğru uzatmıştı "Bu çiçekler size gelmiş Ayda Hanım." çiçeğe baktım lotus çiçeğiydi. "Kim göndermiş?" Koruma bilmediğini söyleyip yanımızdan ayrıldı. Çiçekte not vardı. Lotus çiçeği... Yeniden doğuş anlamına geliyor Sen bugün yeniden iyi ki doğdun Feza Yakında yanında olmak dileğiyle Bizli yarınlar dilerim kraliçem... Bu çiçeğin Kutay'dan geldiğini düşünmüyordum. Aslında kimin gönderdiği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Abim ne yazdığını sorduğunda notu sesli okudum. "Ya, Feza bu çok romantik." Çiçeği masaya koydum "Ya da çok mistik bir olay." dediğimde Ferda'nın yüzü düşmüştü. "Sence kim göndermiştir?" Soruyu yönelten kişi Ezgi'ydi, ama sorunun cevabını ben de bilmiyordum. "Sonunda herif sana kraliçem demiş Feza, ben bu işten kıllanmaya başladım." Abime baktığımda kaşlarını çatmış bana bakıyordu. "Bakışlarını düzeltir misin? Bu zamana kadar bana kraliçem diyen biri olmadı diye hatırlıyorum." Çayıma uzanıp bir yudum aldım. Bir gizem olayımız eksikti o da olmuştu. Çiçeğe bakıp gülümsemiştim, her kimse beni iyi tanıyor olmalıydı. Asıl ismimi biliyordu, daha önce cenaze çiçeği aldığımı ve bu durumdan nefret ettiğimi de. "Ezgi biz yine de kuryenin geçtiği yerlere Mobeselerden takip edelim. Gerçi gönderen kimse kötülüğümü istediğini düşünmüyorum." Abim paketten sigara alıp yakmıştı. "Ay çiçeğin rengi ne kadar güzel." Hanzade çiçeğe büyülenmiş gibi bakıyordu. "Gökhan yollamış olabilir mi?" Abim aşırı saçma bir soru yöneltmişti. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Ne hemen kafa sallıyorsun Feza? Bence o şerefi bozuk yaptı." Derin bir nefes verdim Ferda bu durumumu görüp olaya müdahale etti. "Babam yani Gökhan bize karanfilden başka çiçek almaz." Abim dumanını üfledi. "Sebep?" Bir nefes daha çekti. "Karanfil ölümü hatırlatıyor çünkü. Feza ya karanfil verir çünkü onu ölüm meleği olarak görür. Bana karanfil verir çünkü öldürmek istediğini belirtir. Yani senin anlayacağın abiciğim karanfil Gökhan için ayrı anlamlar içerir, hepsinin ucu da ölümle birleşir." Başımı salladığımda abim Hanzade'nin kulaklarını kapatıp küfretmişti. "Miray sen gelinlik modellerine bakıyor musun?" Diye bir soru yönelttim konunun kapanması için. Soruyu sormamla Çağatay ve Miray'ın gerilmesi gözümden kaçmamıştı. "Evlenmek istemediğimi söyledim." Çayımdan bir yudum daha aldım fakat soğumuştu. "Biliyorum Miraycım bende ordaydım. Ancak planın bir parçası bu sen buraya kafa dağıtmaya geldin diye düşün. Babanla ve evleneceğin adam ile sık sık iletişime geç ki kaçtığını düşünmesinler. Gelinlik bak düğün ile ilgili isteklerin olsun ve bunları o iki herife göster. Düğün ile ilgili benim bir planım var zaten endişe etme sen."
Düğün Günü Düğüne oldukça özenli bir şekilde hazırlanmıştım. Şu an düğünün olacağı otelde, kendi odamdaydım. Kapı tıklatıldığında Ferda benim için açmıştı. "Planım var derken, düğüne hazırlanıp gitmeyi kast etmiyordun değil mi Feza?" Çağatay odaya girer girmez üstüme yürümüş ve bağırmaya başlamıştı. Bugüne kadar Miray ben ne dersem onu yapmış, bir dediğimi ikiletmemişti. Bu düğünü de dolayısıyla ben organize etmiştim. "Sakin ol aslan, ne bu tavır? Hiç mi güvenin yok bana? Ben sence Miray'ın o adamla evlenmesine izin verir miyim?" Çağatay'ın gözü kızarmıştı ve şu an yarı sarhoş bir haldeydi. "Onu gördüm, o kadar güzeldi ki. Duru bir güzelliği var Feza, o adamın yanında ruhu ölüyor ve ben bunu görmeye dayanamıyorum." Çağatay alkolün de etkisiyle ağlamaya başlamıştı. "O hafif çekiğe kaçan gözleri benim bu hayatta hayat bulduğum tek gözler. Ben o gözler uğruna canımı veririm lan canımı." Daha fazla dayanamayıp sarılmıştım. Benim sarılmamla yere çöktü, küçük bir çocuk gibi kollarımda ağlamaya devam etti. "Anlamıyorum abi benim kızım olsa dünyaları ona verirdim. Ama öyle babalar var ki kızlarının kendi dünyasını bile cehenneme çeviriyorlar." Çağatay'ın bu sözleri ile kalbimden vurulmuşa dönmüştüm. Şunu da belirteyim bu çocuğa alkolü yasaklamalıydım! Neyse konuya dönüyorum! Ben öz babamı hiçbir zaman görememiştim, babam sandığım adamda çocukluğumu öldürmüştü. Bana her zaman umutlu olmamı söylerdi Gökhan, "Umudunu hiçbir zaman yitirme kızım, umudun olsun ki savaştığın bu yolda kazanan olabilesin." Şimdi düşününce o kadar saçma geliyordu ki. Umutlu olmamı söyleyenler, umutlarımı yitirmeme sebep olanlardı. Benim uğruna savaştığım şey benim ve orkidemin nefes almasına izin verilmesiydi. "Çağatay kendine gel! Feza bir şey yap susmuyor bu." Ferda'nın sesi ile düşüncelerimden ayrılıp Çağatay'a baktım. Deli gibi ağlamaya devam ediyordu. Çenesini avcuma alıp yüzünü kaldırmasına yardım ettim ve tokat attım. "Kendine gel geri zekalı, kız evlenmeyecek." Bunu duyunca Çağatay ayağa kalkıp kendisini tokatlamaya başlayınca ellerini tuttum. "Allık istiyorsan sürelim mal. Git elini yüzünü yıka seninle uğraşmaktan düğüne geç kalacağız. Ben şimdi Miray'ın yanına gidiyorum." Çağatay beni onayladıktan sonra rujumu tazeleyip odadan çıkmıştım. Koridora çıkmam ile bir çift yeşil gözle karşılaşmam bir olmuştu ve bu yeşilliklerin büyüsüne kapılmamak çok zordu. Gözlerin sahibi başıyla selam verip yoluna devam etti. Asansöre ilerleyip bindim ve Miray'ın olduğu katın düğmesine bastım. Asansör durduktan sonra inip Miray'ın odasının kapısını tıklatıp içeriye girdim. Odaya girmemle Miray'ın ayna karşısında ağladığını görmem bir olmuştu. Yanına gidip omzunu tuttum. "Ağlama, bugün sen evlenmeyeceksin ve o adam rezil olup geberecek." Miray gözündeki yaşları silip bana sarılmıştı. Bugün fazlasıyla duygusallığa maruz kalmıştım. Biz sarılırken odadan içeriye görevli kız girmişti. "Efendim nikah memuru geldi, düğünümüz on dakika sonra başlayacak." Görevli istediğimi bana verip çıkmıştı. "Duydun zilin sesini, ben kaçar." Dedikten sonra son kez Miray'a sarılıp odadan çıktım. Bu sefer nikah memurunun yanına gidiyordum ve yanımda Ezgi' de olacaktı. Memur yaşlıydı, gözlerinde evliliğe dair her şeye lanet ettiğini düşündüğüm bir bakış vardı. "Memur Bey konuşa bilir miyiz?" Dediğimde Ezgi de koşar adımla yanımıza gelmişti. "Tabi buyurun odama geçelim." Memurun işareti ile içeriye girdik ve 'Küçük Emrah' misali boynu bükük duruyorduk. "Bir sorun mu var kızlar, ne bu haliniz?" İnandırıcı olması açısından timsah göz yaşlarımı dökmeye başlamıştım. "Memur Bey bize yardım edin, bizi sadece siz kurtarırsınız." Nikah memuru bu halimden etkilenmiş olacak ki beni koltuğa oturttu. "Ağlama güzel kızım anlat bakalım." Koltuğun yanındaki sehpadan peçete alıp gözlerimi sildim. "Bugün ki gelin bizim arkadaşımız ama zorla evleniyor." Dediğimde nikah memuru kaşlarını çatmıştı. "Adam adamlıktan madamlığa geçmiş. Kızın babası bu adama satmış kızını." Gülmemek için peçete ile uğraşıyordum. Damadı cinsiyet değiştirmekle suçluyordum. Ezgi yaptığı mükemmel şopları memura gösteriyordu. Memur şaşkınlığını belirtmek için eli ile ağzını kapatmıştı. "Vay kansız vay, bu yaşımda başıma bu da mı gelecekti?" Ezgi telefonu kapatıp çantasına koydu. Ben inandırıcı olması açısından hala ağlıyordum. "Bize yardım edecek misiniz?" Memur olayın şokunu daha yeni yeni atıyordu. "Ederim tabi güzel kızım. Bu nikah kıyılmayacak! Siz şimdi çıkın hadi dikkat çekmesin." Dediğinde yerimizden kalkıp dışarıya çıktık. Düğün alanına girdiğimizde bütün misafirlerin geldiğini görmüştük. Bizimkilerle en ön masada oturacaktık. Çağatay'ın yoğun istekleri üzerine nikah kıyılırken kovboy müziği çalacaktı. "Ben bir deli kiraladım arkadaşlar." Diyen Çağatay'daydı bütün gözler. "Deli ne alaka lan?" Bu duyduğum en mantıklı soru Aras'tan geliyordu. "Bizden kimse kadın kılığına girip 'Ben bu adamdan gebeyim!' diye bağırmayacağını biliyorum çünkü güzel kardeşim." Duyduklarımın karşısında kahkaha atıp lafa koyuldum. "Ruh hastasısın sen biliyorsun değil mi?" Daha yarım saat önce ağlıyordu bu çocuk ve şu an deli kiraladığını söylüyordu. Çağatay gözleri ile kapıyı işaret ettiğinde dönüp baktım. Gelen adam iri yarıydı ve dudağında dolgu vardı. Vücuduna tamamıyla ters kıyafetler seçmişti ve saçını tepeden toplamıştı. Adam daha çok yaklaştığında anlamıştım ki, adamın gözünde ipek kirpik vardı. Delimiz masaya oturmuş ve bacak bacak üstüne atmıştı. Adamı daha çok incelemeye fırsatım olmadan Miray ve Vedat içeriye giriyordu. Evet damadın ismi Vedat'tı. Alkışlarla birlikte içeriye girmiş ve nikah masasına oturmuşlardı. Salona nikah memuru da girdiğinde pür dikkat olacakları izliyorduk. "Evet değerli misafirler, bugün burada görmüş olduğunuz bu çiftin nikahını kıymak için buradayım." Adam bu güzel çiftin dememişti ve Vedat'a iğrenerek bakmıştı. Nikah memuru devam edemeden bizim deli masadan kalkmıştı. "DURUN BU NİKAH KIYILAMAZ!" Herkesin şaşırmaları salonu dolduruyordu. "Zaten bu adamın pardon MADAMIN nikahını kıymam." Vedat ayağa kalktığında bizim deli konuşmaya devam etti. "Ben bu adamdan gebeyim! Onur'um, annem babasız yavrum!" Diye bağırdığında bizim ekip daha fazla dayanamayıp gülmeye başladı. Miray olduğu yerden Vedat'a dönüp tokat attı. "Bunu bana nasıl yaparsın?" Diye olaya müdahale etmişti, kız bizimle kala kala bize benzemişti. "Sen kimsin lan?" Diye boş bir soru yöneltmişti Vedat, bizim deli bir elini karnına götürdü. "Oğlunun annesiyim!" Miray olduğu yerden bizim masaya doğru koşmaya başladığında hepimiz aynı anda ayağa kalkıp kapıya doğru koşmaya başladık. Vedat'a dönüp "Allah analı babalı büyütsün." diye bağırdığımda salondaki bazı kişiler gülmeye başlamıştı. Kapıdan çıkıp gözsüzlerden birine işaret vermiştim. Otelden çıktığımızda planladığımız gibi minibüs kapının önünde bekliyordu. Abim ve Aras ön koltuğa oturmuş geri kalanımız arka tarafa geçmiştik. "En son biz çıkarken cennet mahallesinin jenerik müziği çalıyordu duydunuz mu?" Hayatımızda gerçekleştirdiğimiz en saçma ve komik görevdi. "Benim planımdı." Diye öne atlamıştı Çağatay. "Bu gidişle tımarhaneye kapatacağım lan seni sarı fırtına." Çağatay omuz silkip Miray'ın elini tuttu. İkisi de şu an olduğu konumdan oldukça memnundu. "Dua edelim ki bu kadarıyla durdu." Aras önden arkaya dönmüş konuşuyordu. "Ayrıca sen o adamı nerden buldun lan?" Çağatay'a baktığımda servis dışı olduğunu gördüm. Arabanın ani hızlanması ile hepimiz sarsılmıştık. "Yavaş lan midemi düşürdüm." Diye abartan kişi tabi ki de Çağatay'dan başkası olamazdı. "Takip ediliyoruz!" Abimin sözleri ile arkama dönüp baktığımda en az üç araba tarafından takip edildiğimizi görmüştüm. "B planı abi!" Olası bir takip edilme durumunda katlı otoparktan üç farklı araca ayrılacaktık. Bu araçlar zırhlıydı ve içinde çanta dolusu silah vardı. Abim beni duyar duymaz gaza sonuna kadar bastı ve plandaki otoparka sürdü. Otoparkta durduğumuzda hepimiz koşar adım anlaştığımız arabalara gitmiştik. Ben, Ezgi ve Ferda bir arabada; Abim ve Aras bir arabada, Miray ve Çağatay diğer arabada olacaktı. Arabaya biner binmez kontağı çevirip arabayı çalıştırdım ve otoparktan çıktım. Abim ve Çağatay beni takip ediyordu ve diğer adamlar olaya uyanmışlardı. Adamlarla şehir içinde çatışamayacağımız için tenha bir yere götürecektim. El frenini çekip sola manevra yapıp döndüm ve hızla gitmeye devam ettiğimde, Çağatay ve abim de aynısını yapmıştı. Adamlar buna hazırlıksız olduğu için ilk araba kaza yapmıştı. Şehirden uzaklaştığımızda üç araba aynı hizaya gelmiştik. Kızlar eline silahlarını almıştı. Ortada ben vardım, sağımda abim solumda Çağatay vardı. Bir kilometre böyle sürmüştük sonrasında aynı anda sıfır çizip adamlara döndüğümüzde, kızlar camdan çıkıp ateş açmaya başlamıştı. Aynısını Aras ve Miray'da yapıyordu. Bu zamana kadar Miray'a çeşitli eğitimler vermiştik ve ona silah kullanmayı öğretmiştik. İki arabada durmuştu ve herhangi bir hareketlilik yoktu. Kızlar arabaya bindiğinde tekrar harekete geçtim ve evin yolunu tuttuğumda abim ve Çağatay da takip etmeye başladı. Çok geçmeden eve geldiğimizde her zamanki gibi Hanzade bahçede oyun oynuyordu. Şu an oynadığı oyun seksekti, arabayı park edip yanına gittim ve oyuna dahil olduğumda diğerleri de beni tek tek takip etmişti. Hepimiz Hanzade'ye yaşayamadığımız çocukluğu vermek için çabalıyorduk. "Miray abla sen prenses mi oldun?" Miray'ı gelinlikle gören Hanzade çok tatlı bir soru yöneltmişti. "Prensin kim peki?" Soruyu Miray yerine Çağatay cevaplamıştı. "Benden başka kim mümkün olabilir cimcime?" Miray, Çağatay'ın yanına gidip sarılmıştı. İkisi çok güzel bir resim olmuştu. Biz kapının önünde dikilirken içeriden Rüya gelmişti. Kendisi birkaç aydır bizimleydi ve Hanzade ile ilgileniyordu. "Hoş geldiniz, sofra hazır dilerseniz yemeğe geçelim." Kendisinin eli oldukça lezzetliydi. Bunu duyan bizim ekip tek tek eve girdi. Adrenalin bizi oldukça acıktırıyordu. Hanzade'yi kucağıma alıp bizimkileri takip ettim ve yemek masasına geçtim. Miray'da o sırada üzerini değiştirip yanımıza gelmişti. Yemek oldukça güzel geçmişti, en önemlisi artık Miray'ın gözleri parlıyordu. Yemek faslını geçtikten sonra bahçeye geçmiştik. Elimizde kahvelerimiz yanımızda sevdiklerimiz. Bulunmaktan en mutlu olduğum yerdeydim. Bir yanımda ikizim bir yanımda abim kucağımda Hanzade, karşımda dostlarım. Her zorluğa göğüs geren güçlü bir aileydik biz. Hanzade kucağımda uyuyup kalınca Rüya onu odasına götürmek için kucağımdan almıştı. Biz sohbet ederken Kutay'ın buraya geldiğini görmüştüm. Havanın değil de içimin soğukluğundan dolayı abime daha çok sokulmuştum. Kutay hiçbir şey demeden boş bulduğu yere oturmuştu. Gözlerini sürekli olarak benden kaçırıyordu. "Hayırlı olsun Kutay, umarım çiçek ulaşmıştır." İlk konuşan Ezgi olmuştu. Konuyu döndürmeden direkt olarak açmıştı. "Ulaştı teşekkür ederim." Ezgi elindeki kupadan bir yudum aldı. "Bakın açıklaya bilirim." Ferda kollarını birleştirmişti. "Açıklama yapmanı isteyen kim Kutay?" Kutay şaşkın gözlerle Ferda'ya bakıyordu. "Yazıklar olsun be, şu kadarcık değerimiz yok muydu sende? Hani kardeşindik biz, senin kardeşliğin böyle mi Kutay?" Bu sefer konuşan Çağatay'dı, kendisi Kutay'a ayrı bir değer verirdi. "Özür dilerim." Ortamda gergin bir hava vardı. Hepimiz birçok şey söylemek istiyorduk ancak konuşmuyorduk. "Bizdeki yerin dosttan öte bir yer değil artık." Diyen kişi Aras'tı "Söyleyemezdim." Kimse konuşmadı cevap dahi vermedi. Tam o esnada hepimiz gelen sese doğru dönüp baktık. "Kutay Eryiğit!" Gelen kişi Kutay'ın annesiydi. |
0% |