@buseninopucugu
|
Derin bir baş ağrısıyla uyandım, ağrımaktan ziyade başım zonkluyordu. Elim başıma gitti, yavaşça gözlerimi açtım. Bok vardı da o kadar içtin Ayda aferin sana. "Oo, günaydın prenses, nasılsınız bakalım." Aksi, huysuz, lanet daha fazla saymama gerek var mı? "Beynimde horon ekibi tepiniyor." Bu halim komiğine gitmiş olacak ki kıkırdadı. Hayır kardeşim ben eğleniyor muyum burada. "Filtre kahve yapıyım ben sana, sen de o arada göz altına maske falan yap." Gözlerini kısıp beni inceledi. Yüzünü ekşitti o kadar kötü durumda mıydım yani? "Berbat görünüyorsun." Ayağa kalkıp odadan çıktığında, arkasından boş gözlerle baktım. Eyvallah ya demesen de surat ifadenle anlattın her şeyi kral, çeneni boşuna yordun zahmet oldu. Üstümdeki örtüyü fırlatıp ayağa kalktım, anlık baş dönmesi yaşasam da toparladım. Saçımı toplayarak banyoya ilerledim ayna karşısına geçip kendime baktım. Merhaba ayyaş hanım ben Ayda tanıştığımıza memnun oldum. Oflayıp dolabı açtım ilk başta yüzümü nemlendirip, C vitamini uyguladım sonrasında göz altı maskesi yapıp mutfağa ilerledim. Mis gibi kahve kokuyordu. "Günaydınlar efendim, sabah güneşiniz ayağınıza geldi." Mutfakta babam ve Ayçin vardı, elime kahvemi alıp masaya geçtim. "Gece uzun geçti sanırım Ayda Hanım." O imalı bakış o çatılı kaşlar, ben şimdi naneyi yimedim mi? Mal ayağına yat kızım. Gülümseyip babama baktım, benim aksime kendisi fazlasıyla ciddiydi. "Nasıl yani babacım anlamadım." Elindeki kahveden bir yudum alıp yavaşça masaya bıraktı. "Dün gece diyorum zil zurna sarhoş olmuşsun diyorum. Ayakta duramayacak kadar niye içtin diyorum? Ne iş diyorum!?" Gülümsemem soldu Ayçin ile göz göze geldik. Arkadaşlar ciddi anlamda ben naneyi yemişim. Babama döndüm benden açıklama bekliyordu. "Ne derdim olacak ki baba ben dün biraz fazla içmişim. Eve kendim gelemeyeceğim için taksi çağırdım. Sonra sızmış kalmışım bir şey hatırlamıyorum." Ayçin'e baktım güzel kıvırdın der gibi gözünü kırptı. "İyi öyle olsun bakalım. Ama şunu bil ki küçük hanım, gözüm üzerinde." Yutkundum, başka yapabileceğim bir şey yoktu. Babam sofradan kalktı, yavaşça beni süzüp mutfaktan çıktı. "An itibariyle bitmiş bulunmaktayım, helvam fıstıklı olsun ikizim." Gözümdeki maskeleri çıkartıp çöpe attıktan sonra masaya tekrar oturdum. Adam mafya biz arkasından dolap çevirmeye çalışıyoruz.
"O Kutay'ın da olmayan beynine var ya, sen taksi ile geldin. Bu seni Çağatay’ın kucağında gördü, Çağatay senin haline gülüyor falan. Kutay gitti Çağatay’a salça oluyor, sen ve Ayda ne iş diye." Sırıtmamalıyım, sırıtmamalıyım. "Bir de geri zekalı sana onca lafı ettikten sonra, seni kıskanıyor terliksi hayvana bak sen." Söyledikleri ile büyük bir kahkaha attım. O da gülmemek için kendini baya sıkmıştı. İkimiz yan yana gelince pek ciddi kalamıyorduk da. "Bak gülme sinirlerim aşırı bozuk zaten." Kahvemden keyifli bir yudum aldım. Her ne kadar babamdan tırssam da mutluydum. Bu mutluluk zaten olan iştahımı biraz daha kabartmıştı. Tabağımı doldururken ağzım sulanıyordu. " Ayda moralini bozmak istemiyorum, ama Kutay’a karşı tavırlarını görüyorum." Duyduklarım karşısında lokmalarımı bitirip yavaşça yutkundum ve çatalımı tabağımın kenarına bıraktım. Ben bir imkansıza aşıktım, ben ulaşamayacağım ama en güzel hayalime aşıktım. Yani eskiden şu an öyle bir durum söz konusu bile değildi. "Biliyorum, benim için endişelenmene gerek yok. Her şeyin farkındayım zaten." Sözlerimi bitirince can pareme baktım. Benim en değerli ve en güzel varlığıma. Gözlerinde saf hüzün vardı. "Bunu duymak güzel." Hiç istemesem de yüzümde sahte bir sırıtış belirdi. Artık yemek yemek istemiyordum, iştahım kaçmıştı bir kere ve kovalayacak enerjim de yoktu. "Spora gideceksin demi kendini boks da güçlendirmen gerek." Yakında kanun dışı kafes dövüş etkinlikleri vardı ve bu kafesin içine boksör olarak girecektim. Ya tarih olacaktım ya da tarih yazacaktım. "Doruk Hoca ile çalıştım, kendisi bu konuda oldukça yetenekli biri. Daha fazla çalışmama gerek yok." Kafasını anlamışçasına aşağı yukarı salladı. Kafeste dövüşeceğim kişi bu işlerde oldukça ünlü biriydi. Kendisine 'Çelik Yumruk' denirdi, bunun en güçlü sebebiyse bu zamana kadar karşısına çıkan herkesi yerle bir etmesinde büyük bir pay vardı. Duyumlarıma göre karşısındaki kişiyi tam yirmi dakika içerisinde etkisiz hale getiriyormuş. "Emin misin?" Tek kaşım havalanmıştı, sanki düşüncelerimi okumuş gibi bu soruyu bana sormasını beklemiyordum. Başaracağımdan emin değildim, bile bile kendimi ateşe atıyordum. Belki de bazı şeyleri sonlandırmak istiyordum kim bilir? "Kararım kesin, insan bedenindeki zayıf noktaların nelere mal olacağını biliyorsun." İnsan bedeninde hassas noktalar vardı ve bu noktalara doğru güçlü ve doğru bir hamle ile insanın ölümüne sebep olabilirdiniz. "Yine de çok tehlikeli Ayda yanında neredeyse kimseyi istemiyorsun! Senin için endişeleniyorum." Hafifçe bir tebessüm ettim. "Yenileceğinden korkan, daima yenilir." Kaşlarını çattı, ilk başta ağzını araladı geri kapattı. Sanki ne diyeceğini bilememiş gibi. "Korkmadığını söyleyemezsin bana. Adam yürüyen ceset makinası, sırf göz göze gelse geberip gidecek insanlar var." Hâlâ bir umutla beni vaz geçirmeye çalışıyordu. "Planım yok mu sanıyorsun, aptal gibi kendimi ölüme mi terk edeceğim? İçini ferah tut Ayçin oradan ya kazanarak çıkacağım ya da kaçarak. Birincisi tercihim olsa da ben oradan çıkacağım." İnanmak istiyordu ama içi parçalanıyordu. "Bende geleyim seninle." Bu durumu fazla zorlaştırırdı. Yerimde dikleştim ve derin bir nefes aldım. "Yanımda kimseyi istemediğimi belirttim, ayrıca senin orada olman işimi kolaylaştırmaz aksine fazlası ile zorlaştırır. Yanım da Çağatay olacak bir ekip kurdum kendime planı beraber yürüteceğim. Artık daha fazla endişelenme ve sadece bana güven kardeşim." Söylediklerimden tatmin olmuş gibi durmuyordu, içi içini yiyordu. Ama yanımda olursa onun için endişelenmekten olaya adapte olamazdım. Güvende olduğunu bilmek benim en büyük dayanağım olacaktı. Mutfaktan çıkıp odamıza doğru ilerledim ve kendimi yatağa bıraktım. Bu işin sonunda kurtulamaya bilirdim, bir daha orkidemi göremeye bilirdim. Ayçin'e 'orkide' derdim, denen o ki orkide dünyada açan ilk çiçekmiş o da benim dünyamda açan ilk ve tek çiçekti. Üstümdeki kara bulutlardan kurtulmak ister gibi ellerimi havada hareket ettirdim. Bildirim sesi ile olduğum yerde dikleşip telefona baktım. ÇİKİTAY'IM: Günaydın güzellik beş dakikaya oradayım toplantı salonun da buluşalım. Bu evde herkesin kendine özgü bir odası vardı, ben de bu odayı kendi düzenime göre dekore etmiştim. Genellikle Çağatay ile orada buluşup toplantı yaptığımız için 'toplantı odası' olarak sözü geçiyordu. İstemeyerek de olsa kalkıp dolabıma ilerledim, siyah kumaş pantolon üstüne beyaz gömlek giymiş üstüne siyah sade bir korse geçirmiştim. Saçımı ensemde topuz yapıp, hafif bir makyaj ile hazırlanmamı sonlandırmıştım. Odadan çıkıp toplanma odasına ilerledim, kapıyı açıp yerime geçtim ve Çağatay'ı beklemeye başladım. Çok uzun süre geçmeden Çağatay karşımdaydı, üstündeki mavi gömlek gözlerini açığa çıkarıyordu. Sarı saçları dağınıktı bu da ona farklı bir hava katıyordu, siyah kot ve spor ayakkabı ile oldukça sade ve şık görünüyordu. Bayılıyordum bu serseri serbest stiline. Gömleğini normal zamanlarda sonuna kadar iliklemez mutlaka bir iki düğme açık gezerdi. "Beklettim mi seni cingöz?" Söyledikleri ile kıkırdadım. "Ağaç olup kök saldım lan." Yüzünde sahte bir hüzün belirdi ve dudaklarını büzdü. "Özür dilerim leydim." Demesine karşılık büyük bir kahkaha attım, onu seviyordum ve onunla olan dostluğumuz beni mutlu ediyordu. Mümkünmüş gibi olduğum yerde daha da dikleştim ellerimi önümde birleştirdim. "Doping" Çağatay anlamamış ifade ile bana baktı. "Ringden önce bana doping uygulanırken, Çelik yumruğa sakinleştirici uygulanacak. Adamın en büyük fantezisi Rus Kadınlarının ona hizmet etmesi, onun yanına Rus birini görevlendireceğiz. Çelik yumruk ringe çıkmadan özellikle iki kadeh şarap içermiş, ayarladığımız kadın kimseye belli etmeden o sakinleştiricileri adamın içkisine karıştıracak. Böylece benim işim kolaylaşacak, yalnız adama yüksek dozda ilaç versek iyi olur herif yüz elli kilo ve bunun hepsi kas." Çağatay'ın yüzünde sinsi bir gülücük yerleşti. İşaret parmağını bana sallayarak "Sen ne fenasın var ya, bende diyorum bu yer cücesi neyine güvenip godzilla gibi herif ile karşı karşıya çıkacak diye." Ayağa kalktı ve önümde eğildi "Leydim önünüzde eğiliyor ve sizi tebrik ediyorum." Çağatay'ın dedikleri ile omzumda sanki toz varmış gibi omzumu silkeledim. "Ah yapmayın ama lordum beni şımartıyorsunuz." Biz gülüşürken kapı tıklatıldı ve yavaşça açıldı. Ayçin elinde tepsi ile yanımıza gelirken arkasından da Ezgi, Burak ve Kutay'da ardı sıra odaya girdi. Aras çelik yumruğu takip ediyor onun hakkında bilgi topluyordu. Hepsi tek tek yerlerini alırken sessizce onları izledik. Kısa bir süreliğine Kutay'ın kahve gözleri ile kesişti gözlerim. Hemen sonrasında önümdeki kahveye bakıp bir yudum aldım. "Duyduğuma göre kararından dönmek gibi bir niyetin yokmuş. Delirdin mi kızım sen?" Bu cümleleri duyduğum ses Burak'a aitti, kaşlarımı çatıp gözlerini gözlerine diktim. Kararlarıma karşı çıkmalarından nefret ediyordum! "Bir kere de bana ve planlarıma güvenin! Ben altından kalkamayacağım bir işe girmem, beni tanımıyormuş gibi konuşmayı bırakın artık." Derin bir nefes alıp kahvemden bir yudum daha aldım. "Ölmek mi istiyorsun?" Bu soruda Kutay'dan gelmişti. Dudaklarımı büzüp omuzlarımı indirip kaldırdım. "Bilmem, belki." Söylediklerim üzerine odaya derin bir ağırlık çöktü, herkes dediklerime karşı sinirlenmiş kaşı çatılı bir şekilde birbirlerine bakıyorlardı. Çağatay hariç onun suratında gayet eğlendiğini belli eden bir ifade vardı. "Şaka yapıyorum tabi ki de!" Çağatay büyük bir kahkaha atmasıyla tüm bakışlar ona döndü. "Bizim cingözü bilmiyormuş gibi davranmanız yok mu, beni benden alıyor. Siz aptal mısınız plana güvenmesem Ayda'yı bu işin içine koyar mıydım sanıyorsunuz?" Hepsi ne diyeceğini bilememişti, ilk konuşan Burak olmuştu. "Ne yani sizin Ayda'nın tam tamına yüz elli kiloluk bir herifi döverek öldürebileceğine dair bir planınız mı var?" Daha fazla dayanamayarak planımı onlara anlatmaya başladım. "Aras adamı takipte zaten oradan gelen bir bilgi kaynağı var, benim yakalatıp öldürtmediğim adamın ona güvendiğimi düşünmesi için birkaç iş verdim bunun sonucunda onu çelik yumruğu bıçaklaması için Karabük'e gönderdim. Müsabakadan üç gün önce adamı karnından bıçaklayacak ve onun gücünü az da olsa alacak. Siz sormadan söyleyeyim adam yaralansa bile o müsabakaya katılacak. Rus bir kadın yerleştireceğiz yanına ona hizmet etmesi için. Ringden önce adamın içkisine yüksek dozda sakinleştirici katacak bende o sırada doping alacağım. Eğer olurda bir şeyler ters giderse bina da olan korumalar benim emrim için çalışıyor olacak. Çağatay'ın emri ile kaçış planımız devreye girecek ve kaçacağız. Böyle bir durumda adamın ölmesi için çevreye keskin nişancı yerleştireceğim, gün sonunda adam her türlü ölmüş olacak. Sorusu olan?" Hepsinin yüzüne baktım, Çağatay'ın gurur dolu sırıtışı beni bu iş için daha da şevklendirdi. Hepsi far görmüş tavşan gibi suratıma bakıyordu. Bu kadarını sanırım benden beklemiyorlardı. "Ciddi anlamda senden korkmaya başladım." Ezgi ah benim ponçik kalplim, ne yapalım be güzelim hayat işte; kiminin yollarına gül döküyor, kiminin yoluna diken. Bana gelen yolda hep kan vardı, acı ve vahşet. Annemde bu yüzden ölmemiş miydi zaten. Toplantının üzerinden saatler geçmiş odamızda vakit geçiriyorduk. Ayçin kitap okurken bende sosyal medya hesaplarında zaman öldürüyordum. Sırık Joe: Duyduklarımın aptalca bir şaka olduğunu bana söyler misin? Ayda : Ne duyduğuna bağlı huysuz lord. Sırık Joe.. Kendisi benim kuzenim olur ve huysuz olduğu için ona (Daltonlarda ki Cüce’nin) ismini verdim kendimce. Boyu 1.95 olduğu içinde başına sırık kelimesini ekledim. Sırık Joe: Çelik Yumruk? Ayda: Hepsi doğru bebeğim ;D Sırık Joe: Kafayı mı sıyırdın kızım? Ne demek hepsi doğru??? Ayda: Belki de... Ben sadece yapılması gereken şeyi yapıyorum Furkan. Ayrıca sağlam bir planım var her şey olması gerektiği gibi ilerleyecek, güven bana. :) Sırık Joe: Sana olan güvenimi biliyorsun Ayda sadece senin için endişeleniyorum ve bu benim en doğal hakkım. Ayda: Tabi ki biliyorum ve buna asla şüphem yok. Hem madem bu kadar endişeleniyorsun neden yanıma gelmiyorsun? Sırık Joe: Gelmediğimi kim söyledi? ŞU AN HAVAALANINDAYIM! Sırık Joe bir fotoğraf gönderdi. Ayda: İyi uçuşlar reis. Telefonumu kapatıp yatağımın yanındaki komodine koyup yatağıma iyice yerleştim. Ben yatana kadar Ayçin çoktan rüyalar alemine bilet almıştı bile. Yüzümde Furkan'ın geleceğinin mutluluğunun sırıtışı vardı. Gözlerimi kapatıp uykunun beni içine çekmesini bekledim. Ne zaman uyuduğumdan bir haberken yatağımda bir ağırlık vardı ve yatağım bir aşağı bir yukarı inip kalkıyordu. NE OLUYOR ULAN!! Ayrıca benim duyduğum bu müzik de neyin nesiydi? "Turp gibiyim turp turp, şurup gibiyim şurup. Mmh öptüm seni şap şup" Gözlerimi hem korku hem de şaşkınlıkla araladım. Furkan hem yatağımda deli dana gibi sekiyor hem de bu şarkıyı anıra anıra söylüyordu. Gelmese miydi acaba? "Ne oluyor be! Bu duyduğum şarkıdan bozma anırma da ne?" Gözlerim Ayçin'e kaydı yeni kalktığı için saçı başı dağılmıştı, gözlerinde uykunun verdiği şişkinlik vardı. "KALKIN LAN ABİNİZ GELDİ EZİKLER!" Ayçin eline yastığı aldığı gibi Furkan'ın kafasına fırlattı. Hedefi tam on ikiden vurmuştu. "Anırmasana lan. Sabah sabah karabasan gibi çöktün üstümüze." Ayçin'in bu tepkisi ile Furkan'la bakışıp büyük bir kahkaha attık. Ayçin'i uykusundan uyandırmak demek, intihar girişiminde bulunmakla aynı seviyedeydi. "Yeter lan çok uyudun kalk artık." Ayçin duyduklarına karşı derin bir nefes verdi. "SANA NE LAN UYKUMUN HESABINI SANA MI VERECEĞİM BEN DAVAR!" Furkan olduğu yerden sekerek yanıma oturdu, yatağım kırılmadığı için şanslıydım. "Aaa, abine azcık saygın olsun küçük hanım." Ayçin yerinden doğruldu "Başlatma lan abine!" ayağa kalkıp banyoya geçti. Büyük ihtimalle ayılmak için soğuk bir duş alacaktı. "Ay yürü mutfağa karnım aç benim." Furkan ona hakaret etmişim gibi bir tepki verdi. "Yoldan geldim ve sizin tıkınmalarınızla ben mi ilgileneceğim." Yüzümde hınzır bir sırıtış belirdi. "Benim yakışıklı abim kardeşlerine kuymak yapmayacak mı yani? O lezzetli ellerinden turşu kavurma yiyemeyecek miyiz biz?" Dudaklarımı büzüştürüp yavru köpek bakışımı attım, Furkan'ın hassas noktasıydı bunlar. "Tamam be bakma öyle, abiniz sizi aç bırakmaz." Yerimden fırlayarak mutfağa ilerledim o da yavaşça beni takip etti. Yaklaşık bir saatin sonunda kendimize mükellef bir sofra hazırlamıştık. Furkan'ın tabiri ile 'bela ekibini' ki bu bizimkiler oluyordu, onları çağırmıştık. Hava güneşli olduğu için arka bahçede kahvaltı edecektik, hepimiz tek tek yerlerimize geçip oturduk ve kahvaltılıklara yumulduk. Furkan bu işi biliyordu eli de gayet lezzetliydi. Çağatay'ın ağzı doluyken konuşmaya başladı. "Abü valla çok gözel olmoş höpsi." Furkan iğrenmiş gibi baktı Çağatay'a "Önce ağzındakini bitir lan hayvan, ben senin enzimlerine şahit olmak zorunda mıyım?" hepimiz kıkırdadık, Çağatay ağzındaki lokmayı çay ile yumuşatıp yuttu. "Haklısın abi kusura bakma, ama hepsi dehşet iyi olmuş." Furkan yerinde dikleşti "E tabi oğlum elimden kaçan hangi iş var bu dünyada?" Elim ensesine gitti ve bir fiske vurdum Furkan'a "Helal lan, helal lan sana yusufi." Sohbet sohbeti, konu konuyu açmıştı. Hiç abartısız kahvaltı sofrasında iki saat oturmuştuk. Yardımcılarımızdan olan Sema abla masayı toplayıp bize Türk kahvesi yapmıştı. "Operasyon ne zaman başlıyor?" Masadaki herkes duruşunu dikleştirdi ben ve Çağatay hariç. "İki gün sonra yarın Karabük'e uçuyoruz, fakat bugün başladı." Furkan Tek kaşını kaldırdı, yüzüme hınzır bir gülüş yerleşti. "Bugün koca bebeğimiz bıçaklanacak." Dedikten sonra dudaklarımı büzüp üzülmüş gibi yaptım. Çağatay'a baktığımda sırıtıyordu ona göz kırptım. Daha fazla dayanamayarak Kutay'a baktığımda zaten bana baktığını gördüm. Konuşmak için dirseklerini masaya yerleştirdi. "Sonucu her ne olursa olsun, her zaman yanında olduğumu bil prenses." Kutay'ın söyledikleri ile afalladım ne yapacağımı bilemedim. Gözlerim Ayçin ile buluştu, kaşlarını çattı ve derince yutkundu. Yapma Kutay bana eski günleri hatırlatıp, beni cehennem yangınları ile yakma. Derince yutkundum ve başımı yere eğdim masada tek konuşan Çağatay ve Furkan'dı plan hakkında konuşuyor, birbirlerine akıl veriyorlardı. İki Gün Sonra... Otele dün gelmiştik ve şu ana kadar plan da hiçbir problem yoktu. Akşam sekizde müsabaka başlayacaktı. Koca oğlana şimdiden ilk doz sakinleştiriciyi vermiştik, tabi bende dopingi almıştım. Dinç olmak için soğuk suda duş almış birkaç ısınma hareketi ile sakatlanmamak adına önlem aldım. Gerçi o deve karşı sakatlanmama gibi bir ihtimal de yoktu ya neyse. Saat yaklaştıkça vücudumda belli bir adrenalin salgılanması vardı, her ne kadar hazır hissetsem de korkmadan edemiyordum. Tek umudum bugün bu dünyaya veda etmemekti. Yaşamak isteyip yaşamam imkânsız olan hayallerim vardı. “O değil de bu dopingin ayrı bir kafası var lan!” Çağatay oturduğu yerden bana bakıp güldü. “Recep İvedik de böyle bir sahne vardı hatırlıyor musun?” Çağatay’ın hatırlattığı sahne ile kahkaha attım. “O zaman koca devin vay haline.” Bu sefer kahkaha atan kişi Çağatay’dı. Biz bu konular ile boş yapıp vakit geçirirken, içeri Furkan girdi. "Vakit geldi Rocky, gitme zamanı." Çağatay ile zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Furkan elindeki shut bardağını bana uzattı. Tek hamlede alıp içtim, büyük ihtimalle ikinci doz dopingi vermişti. Emin adımlarla müsabakaların olduğu alana doğru yürüdüm. Bekle beni Çelik Yumruk ecelin geliyor! Alana girdiğimizde büyük bir çığlık, ıslık ve alkış koptu. Benden sonra içeri namı değer 'çelik yumruk' içeri girdi. Onu şöyle bir süzdüm anlaşılan bizimki 'pamuk yumruk' olmuştu. Önceki maçlarına gidip onu izleme şansını bulmuştum, şimdikinden daha dinç ve hırslı duruyor, adeta ağzından salyalar akıtıyordu kuduz köpek gibi. Ama şimdi gayet mayışmış gibiydi bu haline sırıttım. Bahisler toplandıktan sonra hakem maçı başlatmıştı. İlk başta birbirimize bakarak bir çember çizdik. İlk hamleyi o atmıştı ama başarılı bir şekilde savuşturmuştum. Yarası olduğu için atlet giymişti ama ben o yarayı kendim açmış gibi bulup şiddetli bir yumruk geçirdim. Bocalayıp geriye doğru gittiğinde arkamda ıslık sesleri yükseldi. Bizim çelik yumruk silkelenip bana ardı ardına yumruk sallamaya başladı, ilk başta güzel şekilde savuşturmuştum ta ki dudağıma yumruk yiyene kadar. Acıtmıştı ama pes etmek yoktu. Hızla ona ilerleyip verdiği yumruğu ona geri iade etmiştim. Benimkisi gibi dudağının kenarı patlamış, kan atmıştı. Sesler sayesinde daha da çok hırslanmıştım. İki güçlü yumruk savurmuştum ama çelik yumruk başarılı bir şekilde darbe almadı. Tam tekrar saldırıya geçecektim ki karnımda hissettiğim acı ile kafese yapışmam bir olmuştu. Yıkılmak yok kızım, kendine gel! Kendimi tokatlayıp toparlandım. Karşımdaki adama karşı sırıtıp üç kuvvetli ve mantıklı yumruk savurdum. İlki karın boşluğuna ikincisi göğüs kafesine 'kalbinin olduğu tarafa' üçüncüsünü tekrar karın boşluğuna attım. Zayıf olsam da elim ağırdı. Rakibime baktım dikişleri patlamış, kan kaybetmeye başlamıştı. Büyük ihtimalle kalp atışları da yediği darbelerden dolayı düzensiz hale gelmişti. Fırsattan istifade adamın üstüne oturup yüzünü yumruklamaya başladım. En son burnunun kırıldığını anladığım bir ses yayılmıştı kulaklarıma. Üzerinde durduğum herife baktım tanınmayacak hale gelmişti. Hakem yanımıza yatıp, yirmiye kadar saymaya başladı. Süre bitince elini üç kez yere vurup kendisi ile beni de ayağa kaldırıp kolumu tutup kaldırdı, maç bitmişti. Ben kazanmıştım. Furkan kafesin içine dalıp beni sırtına aldı. Tezahüratla birlikte zıplıyordu, bir ara sesi götüne kaçacak diye endişelenmiştim. Müsabaka alanından çıkıp odamıza gitmiştik. Furkan beni bıraktığında yanıma Çağatay geldi gözündeki parıltı her şeyi anlatıyordu. "İşte benim kızım be!" Beni kucağına alıp döndürdü, oda da kahkahalarım çınlıyordu. Çağatay beni yere bırakmak yerine koltuğa oturtup eline, sağlık çantasını aldı. Bana pansuman yaparken yaralarım çok acımasın diye arada üflüyordu. "Lan sen nerenin manyağısın? Rakibine kızıp kendini tokatlamak ne?" Çağatay'ın gözleri koca koca açılmıştı. "Ne bileyim ya, dopingin etkisi her halde." Karnımda hissettiğim acı ile refleks olarak elim karnıma gitti. “Karnıma vurdular karnım ağrıyor.” Çağatay olayın eğlencesindeydi. “Seksiydiler on kişiydiler, önce sevdiler sonra dövdüler.” Ayağımdaki ayakkabıyı çıkarıp Çağatay’a fırlattım. “Lan köpek kardeşin burada acı çekiyor sen dalga geçiyorsun. Ayıp değil mi kardeşim?” Furkan buzdolabından su alıp bana uzattı. Alıp kana kana içtim. "Habeş maymununa dönmüşsün, iğrendim şu an." Furkan her zamanki gibi benle dalga mı geçiyor yoksa, ağzımla gözüm yer mi değiştirdi anlamamıştım. “Kalbim olsa kırılmıştı.” Kontrol etmek istercesine elim yüzüme gittiğinde Furkan büyük bir kahkaha attı. "Dalga geçiyorum, bu halinle bile çok güzelsin." Yan gözle Furkan’a baktım ve elimle göğsüme vurdum. “Eyvallah reis.” Çağatay oturduğum koltuğun sırt yaslama yerine oturmuş ve bana masaj yapmaya başlamıştı. “Ay ellerin dert görmesin be Çatatoy.” Sanırım cevap vermek yerine sırtımı daha fazla sıkmayı tercih etmişti. “Yavaş lan hayvan!” Kalkmak istediğimde Çağatay beni sırtımdan kendisine doğru çekmişti. “Tamam daha yavaş masaj yapacağım.” Boynumu kütlettikten sonra kumandayı alıp televizyonu açtım. “Çizgi film kanalı açsana Ayda.” Bunu söyleyen tabi ki de Çağatay’dan başkası olamazdı. “Pizza söylüyorum?” Çizgi film kanalı ararken Furkan’ı başım ile onaylamıştım. En son ‘Tom ve Jery’ yayınlanan bir kanalda durup izlemeye başlamıştık. |
0% |