Yeni Üyelik
7.
Bölüm

SEN KİMSİN?

@buseninopucugu

Saldırının üstünden geçen beşinci gündü bugün. Kutay annesinin değil de Esin'in acısını yaşıyordu. Cenazeden beri her gün mezarlığa gidiyor Esin'in toprağına sarılıp uyuyordu. Şimdi ise Aras ile onun arkasındaydık ve denizin dalgalarını dinliyor, kendimizle savaşıyorduk. Motor yarışının yapılmasına bir hafta kalmıştı ve bu yarışa Kutay ve Miray'da katılmak istemişti. Kutay'ın önüne geçememiştik ancak Miray'a izin vermemiştik. "Dünya neden masumların yaşamasına izin vermiyor Feza?" Kutay'ın sesi çatallı geliyordu. Sesinde saf bir acı hissetmiştim.

"Dünya masumlara cehennem çünkü Kutay." Kutay'ın kendisine zarar verememesi için ondaki silaha el koymuştuk. "Dünyayı cehenneme çeviren de bizleriz değil mi?" Kutay, Esin'in ölmesinden kendisini sorumlu tutuyordu. "Dünyayı cehennemleştiren düşüncesi pis olan insanlardır." Yavaşça bana doğru döndü. "O bu cehennemdeki en güzel melekti." Gülümsedim "O bu cehennemdeki en masum melekti." Kutay sustu, biz sustuk, sokaklar sustu.

Kutay yavaşça yanımızdan ayrılırken nereye gittiğini sormaya gerek duymamıştım. Gece saat birdi ve Kutay uyumaya kardeşinin yanına gidiyordu. "Atlatabilecek mi bu acıyı?" Aras'ın sorusu ile ona döndüm. "Atlatamayacak ama alışacak." Aras sigara yaktıktan sonra bana da uzattı. Elindeki sigarayı alıp dudaklarıma götürdüğümde, elinde ki zippo ile yaktı. İkimizde derin bir nefes çektik. Aklımda tek bir görüntü vardı; Esin'in cenazesindeki Gökhan'ın göz yaşları. Gökhan, Tuğba'nın cenazesinde dahi ağlamamıştı. Evet ölümünü kendisi planlamıştı, ama Tuğba'ya en ufak bir şey olsa telaşa kapılırdı.

"Keşke bir gücüm olsaydı da sizin acılarınızı alabilseydim." Aras'ın bu cümlesine karşılık ona sokuldum. "Varlığın bize ilaç Aras emin ol." Aras bu zamana kadar hepimize abi gibi yaklaşmıştı. Bizden önce kendini mermilere siper ederdi. "Sizin için mermi yer, mermi atarım. Hele sen Feza, Allah benim ömrümden alsın sana versin. Senin acına dayanamam ben." Küçükken benimle eğitimlere Aras gelirdi. Bir çocuk daha vardı, benim ilk aşkımdı. Ama son eğitimden sonra onu bir daha görememiştim. Onu unutmamak için boynuma yeşil yonca dövmesi yaptırmıştım. Tam şah damarıma.

"Biz yan yana can verelim, zaten sen ölürsen ben dayanamam ki arkandan gelirim hemen." Aras'ın dudaklarında derin bir tebessüm oluştu. "Bari orada rahat bırak be kızım." Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Anla Aras, sana benden rahat yok." Aras bu sefer bana sarıldı "Olmasın miniğim, sen beni hiç yalnız bırakma." dedikten sonra saçlarımı öptü. Sarılmasına karşı sıkı sıkı karşılık verdim. Tüm gece boyunca sahilde oturup dalgaların sesini dinlemiştik.

Güneş doğuyordu, Aras dizlerimde uyuyordu. Son zamanlarda doğru düzgün uyuyamamıştı. Yorgun ve halsiz düşmüştü ama belli etmiyordu. Ellerimde Aras'ın saçları, karşımda denizin dalgaları. Tam anlamıyla huzur dolu bir ortamdaydım. Çok geçmeden Aras uyanmıştı. "Sızmış kalmışım." Bu sıralar sanki uyku ona haram kılınmıştı. "Dinlendin en azından." Bir yandan esnemiş, bir yandan da kafasını sallamıştı. Ayağa kalktığında bana elini uzatmıştı, elini tuttuktan sonra beni kendine çekmiş ve kalkmamı kolaylaştırmıştı.

Yavaş adımlarla arabanın olduğu tarafa gidiyorduk. Patlama ve yangından dolayı Aras'ın evi kullanılmaz hale gelmişti. Bu sebepten dolayı hep birlikte bizim eve geçmiştik. Arabaya bindiğimizde tüm sessizlik devam ediyordu. En sonunda eve geldiğimizde sessizce odama çıktım. Kendime gelebilmek için sıcak bir duşa girdim. Bütün işlerim bittikten sonra salona indim. Herkes oradaydı ve her biri farklı şeyler ile ilgileniyordu. Abim Hanzade'nin kahvaltı yapmasına yardım ediyordu. Ezgi dizindeki laptop ile ilgileniyordu, Ferda telefon ile zaman geçiriyordu. Çağatay ise Miray ile ilgileniyordu.

Cam kenarındaki tekli koltuğa oturup, dizlerimi kendime çektim. Canım bir şey yapmak istemiyordu. Tek tek aileme baktım. Bir gün onlara veda etme düşüncesi beni korkutuyordu. Ben ölmekten değil yalnız kalmaktan korkuyordum.

Hastanede doktorun odasında, doktorun gelmesini bekliyordum. Duvardaki saati adeta sinirimi ölçüyordu. Kapı açıldığında, kapıya baktım. Gelen doktorum Kenan’dı. “Testler anca çıktı, kusura bakma Ayda.” Başımı salladım “Önemli değil.” Doktorun koltuğuna geçmesini bekledim. “Nasıl hissediyorsun kendini?” Sıkıntı ile nefes verdim. “Yorgun.” Belli etmesem de son zamanlarda çok yoruluyordum. Doktor ilk önce ekrandaki değerlerime baktı. Kaşı çatılmış, yüz ifadesi değişmişti. “Kötü bir şey mi var?” Bu sorumun cevabının olumsuz olmasını istiyordum. “Maalesef Ayda.” Derin bir nefes al ve en kötüsüne hazırla kendini kızım. “Kansersin.” Tekrar derin nefes al kızım. “Ne kanseri?” Doktorum gözünü bilgisayardan çekip bana baktı.

“Lösemi. Tabi ki tedavisi var kemoterapi gibi. Uyumlu bir doku bulursak ameliyat ile de tedavi edebiliriz.” Başımı olumlu anlamda salladım. “Ayda kanserde en kötü etken karamsarlığa kapılmaktır.” Karamsarlığa kapılmayacaktım. “Anladım. İzninizle ben çıkmak istiyorum.” Doktor Kenan gitmemi istemese de beni tutamayacağını biliyordu. Çantamı alıp odadan çıktım.

Hanzade dizlerime dokunduğunda, daldığımı anlamıştım. "Feza iyi misin?" Dizlerimi indirip Hanzade'yi kucağıma aldım. "İyiyim bir tanem neden kötü olayım ki?" Hanzade uzanıp yanağımı sildi, ağlıyordum ve bunun farkında bile değildim. "Sana sesleniyorlar ve sen cevap vermiyorsun." Başımı kaldırdığımda bizimkilerin bana baktıklarını görmüştüm.

Cevap veremeden Hanzade'yi kucağımdan indirip hızla odadan çıktım. Arkamdan bana seslenseler bile cevap vermedim. Evin çatısına çıkıp oturdum ve hıçkırıklarımı bıraktım. Bugün duştayken fark etmiştim. Saçlarım dökülmeye başlamıştı ve vücudumdaki morluklar çoğalmıştı. Evet kanserdim ve gün gün ölüyordum. Ölmeden önce yapmam gereken tek şey, çocukluğumun katilinden intikam almaktı. Artık saklayamazdım bu hastalığı. Yediklerimi sürekli kusuyordum ve oldukça hızlı bir şekilde kilo kaybediyordum.

Omzumda bir el hissettiğimde arkamı döndüm. Gelen kişi abimdi ve endişeli gözlerle bana bakıyordu. "Feza ne oluyor abicim?" Cevap veremedim, ben ölüyorum diyemedim. Benliğime kavuşmuşken veda ediyorum diyemedim. Sadece sustum ve ağlamaya devam ettim. Abim yanıma oturdu ve bir kolunu omzuma attı. Kokusundan uzun bir nefes çektim. "Son olaylardan etkilendin değil mi?" Son zamanlarda her şey üst üste gelmişti ve bu bünyeme ağır geliyordu. "Hı hı." Derin bir nefes çekip, göz yaşlarımı sildim. Gülümseyerek abime baktım "Bak sen gelince bitti, gitti tüm dertler." Şimdilik kafamın içindeki sesi susturabilirdim.

Abimin tebessümü ile son bir damla yaş daha aktı gözlerimden. Abim uzanıp yaşımdan öptü. "Annemiz neden öldü?" Sorduğum soruyu ne abim ne de ben bekliyordum. "Kanserden." Doğruymuş, kızların kaderi annesi ile aynı oluyormuş. Başımı yavaşça yukarı kaldırdım. Gökyüzüne baktım ve hafif tebessüm ettim. Sanki annem oradaymış gibi... Ben ayaklandığımda, abim de beni takip etmişti. Bir kolunu tekrar omzuma atmıştı ve yürümeye devam etmişti. Eve girdiğimizde tekrar odama geçip, yatağa yattım. Gözlerimi kapatıp, kendimi uykuya bıraktım.

Yavaş yavaş, uyanmaya başladığımda yatağımda bir ağırlık hissettim. Gözümü açıp arkamı döndüğümde abimi görmüştüm. Eli havada duruyordu ve avcunda benim saçlarım vardı. Abim gözü yaşlı bir şekilde ilk eline sonra bana baktı. Hızlıca elindeki saçları alıp yere attım. Abim sessizce göz yaşı dökmeye başladı. Ne konuşuyor ne hareket ediyordu. "A-abi" Sesim hiç olmadığı kadar güçsüz çıkmıştı. Abim beni dinlemeden odadan çıktığında arkasından öylece baktım. Sonra aklıma Ferda'nın odaya girebileceği geldiğinde, hızlıca yerdeki saçları toplayıp çöpe attım.

Banyoya geçip elime makas aldım. Belime uzanan saçlarımı kesecektim, omzuma kadar. Makası yavaşa hareket ettirdim ve saçımı kesmeye başladım. Tutam tutam veda ediyordum saçlarıma. Son tutamı da kestiğimde, aynadan kendime baktım. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Banyoyu temizleyip, mutfağa geçtim. Yemek saati geldiği için herkes mutfaktaydı. Bütün gözler bana döndüğünde tebessüm ettim. "Feza bu ne hâl?" İlk soru orkidemden gelmişti.

Cevap vermeden önce boş bir sandalye bulup oturdum. "Uzun saçtan sıkılmıştım." Dediğimde abim ile göz göze geldik. Hiç kimseye hiçbir şey söylememişti. "Ben uzun saçını daha çok seviyordum." Hanzade saçlarıma bakıp yüzünü düşürdü. İlk tanıştığımızda onun saçını örmüştüm. "Kökü bende miniğim, uzar daha üzülme sen." Bu cümle bana oldukça ağır gelmişti. Abim kendini daha fazla tutamayıp hızlıca masadan kalktı ve mutfaktan çıktı. Ağlamamak için derin bir nefes aldım. "Nasıl kıydın saçlarına?" Bu soru Kutay'dan gelmişti. "Amma dramatikleştirdiniz olayı. Sıkıldım ve kestim bu kadar." Aras sadece baktı, Çağatay kendi içinde sorguladı. Ezgi ve Miray olanlara karşı sessizliği tercih etti.

Olayın kapanması için önümdeki kâseden bir kaşık çorba aldım, üfleyip sıcağını aldıktan sonra içtim. Diğerleri de daha fazla üstelemeden yemek yemeye devam etti. Çorbayı bitirdikten sonra masadan kalkmıştım. Midem daha fazlasını kaldıramayacaktı. Hava almak adına bahçeye çıktığımda abimi gördüm ve yanına gittim. "Oturabilir miyim?" Abim bana döndü göz yaşlarını sessiz bir şekilde akıtıyordu. "Tabi." Onay aldıktan sonra sandalyeyi çekip oturdum. "Nasılsın?" Bu soruyu sormak ne kadar mantıklıydı bilmiyordum. Ama bu soruyu sormaya ihtiyacım vardı.

"Sen nasılsan öyleyim." İyiysem iyi, kötüysem kötü. "Ne zamandır var bu illet?" Gözlerindeki yaşları sildi ve bana baktı. "Dört belki beş aydır."

Başını yavaşça salladı. "Ne kanseri?" Abim doktor olduğu için kanser olduğunu anlamıştı. "Lösemi." Yakında saçlarıma veda edecektim. "Evdekilere neden söylemedin?" Çünkü ben daha yeni kabullendim. "Her şeyin bir zamanı var." Kaşlarını çattı "Zamanın kime yararı var? Zaman kimi bekledi bu zamana kadar?" diye kızmıştı, haklıydı.

"Dört gün sonra yarış var." Konuyu kapatmak adına yarışı öne sürmüştüm. "Katılmayacaksın!" Cevap vermeden önce durdum. Demek ki yanlış bir konu açmıştım. "Ne demek katılmayacaksın?" Cevap vermesi uzun sürmedi. "Bayılabilirsin! O kadar hızlı bir motoru sürmene izin vermem Feza." Söylediklerine sinirlenmiştim. "Abim olman, hayatıma karışma lüksü vermiyor sana abi! Senden önce de biliyordum bu hastalığı ve çeşitli görevlere gittim. Hiçbirinde de bayılmadım!" Hayatıma müdahale edilmesi en nefret ettiğim konulardan biriydi. "O zaman ben yoktum." Hızlıca ayağa kalktım. "Benim sınırlarımı zorlama abi, seni bir kalemle silmem zor olmaz!" Bir hışımla dışarı çıktım.

Yanımda ne cüzdanım ne de telefonum vardı. Sokağa çıktığımda yürümeye başladım, nereye gittiğimi de bilmiyordum. Bir az daha zaman geçtiğinde motor sesi duymuştum. Motor hızla yanıma yaklaşıyordu ve ben bunu egzoz sesinden anlıyordum. Arkamı dönmeme fırsat kalmadan kendimi havada bulmuştum. "Ne oluyor lan!" Motorlu biri tarafından kaçırılıyordum! Daha önemli bir konu vardı, motoru kullanan her kimse onun kucağındaydım. Kasktaki rüzgarlığı açtığımda yeşil gözlerle tekrar karşılaşmıştım.

"Seninle buluşma vakti gelmişti kraliçem." Bu oydu, çiçekleri ve mesajları gönderen. Motor bir gökdelenin önünde durmuştu. Olayın şokunu hâlâ yaşıyordum. Motordan indiğimde dikkatlice onu inceledim. Kaskı çıkardığında bir afetle karşı karşıya olduğumu anlamıştım. Belirgin çene hattı, hokka gibi bir burun. Adam baştan aşağı karizmaydı. Ama o güzel yüzün dağılması gerekiyordu. Omzumdan güç alarak karşımda duran adama yumruk attım. Yüzü aldığı darbe ile yan tarafa dönmüştü. Boynundaki açıklık yonca dövmesini fark etmeme neden olmuştu. "Buraya neden geldik ve sen kimsin?" Sorularım ile gülümsedi, bir elini belime değmişti ve içeri girmem için beni yönlendirdi. "Kısa saç yakışmış." Aldığım iltifat ile sessiz kalmış cevap vermemiştim.

Kendimden emin adımlarla içeri girmiştim. Güvenlikler bizi görür görmez kapıları açmıştı. Asansöre bindik ve son katın düğmesine bastı.

"Adınızı bahşedecek misiniz lordum?" Bu tavrım onu gülümsetmişti. "Ah tamamıyla benim hatam." Elini uzattı "Gökalp ben." elini sıktım. "Bende Ayda memnun oldum götelek." Gülümsedi ve o güzel gamzeleri çıktı ortaya. "Seni tanımamak mümkün mü kraliçem?" Ters bir bakış atmakla yetindim.

Asansör durdu ve kapısı koca bir odaya açıldı. Oldukça sade ve şık dekore edilmişti. "Kendi evinmiş gibi rahat ol lütfen." İçeriye girip koltuğa oturdum ve bacak bacak üstüne attım. Gökalp buzdolabından iki gazoz alıp yanıma geldi. Karşıma oturdu gazozların kapağını çakmağı ile açtı ve birini bana verdi. Gazozdan bir yudum alıp sehpaya bıraktım. "Dinliyorum." İçimde sürekli Gökalp'i izleme isteği vardı. Kalbim onu gördüğümden beri ayrı bir hızla çarpıyordu. "Sana ve yardımına ihtiyacım var. " Tek kaşım havaya kalkmıştı. "Görevi anlat!"

"Öldürmek için görevlendirildiğim bir milyarder var. Adamın kumarhanesi var ve kadınlar sayesinde ayakta. Bu kumarhaneye erkekler kendi başına giremiyor. Ayrıca benim sağlam bir ortağa ihtiyacım var. Bu kumarhanenin bodrum katının çeşitli yerlerine benim yaptığım özel bombalardan yerleştireceğiz. Biz çıktıktan sonra ise o bombayı patlatacağız." Plan basit ve eğlenceli gelmişti. "Ne zaman gidiyoruz?" Gökalp aldığı cevaptan memnun olmuştu. "Yarın uçak kalkıyor." Uçak kelimesi ile bir kaşım havalanmıştı. "Nereye gideceğiz ki?"

Soruma karşı Gökalp kumandayı aldı ve projeksiyonu açtı. Karşımdaki görüntüden bir şey anlamamıştım. "Fransa’daki bir kumarhane. Sahibi Aziz Gümüşçü tam bir para göz. Para için yapamayacağı hiçbir şey yok." Gökalp bu adamı anlatırken yüzünü ekşitmişti.

"Gökalp bana telefonunu verir misin? Telefonum yanımda değil, abime mesaj atayım boş yere telaşlanmasın." Gökalp masasına gidip çekmecesini açtı. Çekmecede bir sürü telefon vardı, içinden bir tane alıp bana verdi. "Bu sende dursun, numaram kayıtlı benimle bu telefondan iletişime geçersin." Telefonu alıp abimin numarasını girdim ve mesaj attım.

0505: Abi ben şu an bir arkadaşımın yanındayım, bilgin olsun.

0555: Feza ne saçmalıyorsun sen? Eve gelir misin?

0505: Beni kısıtlayamayacağını sana söylediğimi hatırlıyorum.

0555: Abicim amacım seni kısıtlamak değil. Senin için endişeleniyorum, neden anlamak istemiyorsun?

0505: Tamam ben şu an güvendeyim, birkaç güne evde olurum. Bu arada boşuna telefon sinyaline bakma bulamazsın!

0555: Sıçayım böyle işe!

Telefonu kapatıp sehpanın üzerine bırakmıştım. "Abin biraz sıkıntılı sanırım." Gökalp'in dediklerine göz devirerek cevap verdim. Benim gibi birinden normal bir abi bekliyor olamazdı, değil mi? Duvardaki saate baktığımda, saatin dokuz buçuk olduğunu görmüştüm. "Kılık değiştirmemiz gerekiyor, biliyorsun değil mi? Umarım sahte kimlik falan ayarlamışsındır." Gökalp yaktığı sigardan bir nefes çekti ve üfledi. "Kimlik hazır fotoğraf çekmemiz lazım."

Anlaşılan bu gece bana uyku yoktu. "Bana siyah peruk ve makyaj malzemeleri getirte bilir misin?" Gökalp söylediklerimin doğruluğu hakkında düşünüyordu. "Bakmasana bön bön, git adamlarına haber ver. Ha bide bana elbise lazım." Gökalp dediklerimden sonra bir numarayı aradı. "Alo, Hülya şimdi beni iyi dinle! Bana siyah bir peruk uzun olsun, makyaj malzemesi ve kıyafet lazım. Kendi zevkine göre gece elbisesi ve ayakkabısı da koymayı unutma. Yarım saat içinde bunlar elimde olacak."

Kendi zevkine göre mi? Gelecek elbiseden sana sığınıyorum Tanrım. "Beş lira farkla ekstra soğan ister misiniz, Gökalp Bey?" Bu adamın boş gözle bakması beni sinir ediyor! "Ne diyorsun Ayda?" Derin bir nefes al kızım. "Kıza döner sipariş eder gibi, elbise sipariş ediyorsun be adam!" Bu böyle devam ederse ben bu adamı boğarım. "Sen zengin değil misin?" Mal varlığımı neden soruyor ki şu an? "Niye beni kaçırıp fidye mi isteyeceksin?" Gökalp güler gibi oldu ama kendini toparladı. "Zenginler döner yiyor mu, diye şey ettim ben." Bir kere döner senin yediğin ıstakoza bin basar! "İnanır mısın, yayık ayran bile içiyoruz."

Gökalp'in cevap vermesine fırsat kalmadan kapı çalmıştı. Gökalp kalkıp kapıyı açtı, kapıda eli poşetlerle dolu bir adam vardı. "Efendim siparişleriniz!" Gökalp içeriye gelmeye başladı. "Hanımefendinin önüne koy!" Sesi oldukça net çıkıyordu. Adam poşetleri bırakırken yüzüme bile bakmamıştı. "Pişt." Adama seslenmem ile olduğu yerde çakılı kalmıştı. "Bir isteğiniz mi var efendim?"

Adam ısrarla yüzüme bakmıyordu. "Bana bak bi." Adam hızla kafasını salladı. "Olmaz efendim!" Yavaşça Gökalp'e baktım, olanları izliyordu.

"Niye bana bakınca seni yiyeceğimi falan mı düşünüyorsun?" Sesim alaycı çıkmıştı. "Siz değil de Gökalp Bey beni çiğ çiğ yer." Gökalp bu sefer içinden küfretmişti. "Neden?" Bu sefer adam bana doğru döndü. "Seninle göz teması nasıl kurayım ben yenge?" Kapı kırılırcasına açılmıştı. "Sonunda kıza gösterdin mi lan kendini?" Şu an burada ne yaşanıyor? "Bir sen eksiktin biliyor musun Arif!" Kapıyı kırarcasına içeriye dalan kişinin adının Arif olduğunu öğrenmiştim. Arif yavaş ama büyük adımlarla önüme gelip elini uzattı. "Memnun oldum yenge?" Arif'in elini sıktım.

"Birincisi bende memnun oldum. İkincisi bana yenge deme çünkü Gökalp ile aramızda bir şey yok!" Cümlem bitene kadar Arif'in elini sıkmaya devam ettim. "Yenge elimi bırakır mısın? Parmaklarım kırılacak!" Yenge kelimesinden sonra daha fazla sıktım. "Yenge yok!" Arif'in kızarmaya başladığını görünce elini bıraktım ve getirilen eşyalara bakmaya başladım. O sırada eşyaları getiren koruma odadan çıkmıştı. Makyaj malzemelerini çıkardım ve ayağa kalkıp banyoya geçtim.

Normalde makyajlarımı sade yapan biriydim. Fakat bu sefer ağır bir makyaj yapacaktım. Makyaj yapmam tam iki saat sürmüştü. Bu makyajla salona geçip, peruk ve bavulu alıp tekrar banyoya geçtim. O sırada Arif ve Gökalp maç izliyor, oyunculara sövüyordu. Bavulu açtım ve gece mavisi bir elbise giydim. Peruğu da taktıktan sonra kendime baktım. Oldukça iyi kamufle olduğuma karar verdikten sonra banyodan çıktım. Dikkat çekmek için hafifçe öksürdüm, gözler bana döndüğünde konuşmaya başladım. "Şimdi fotoğraf çekebiliriz."

Gökalp eline fotoğraf makinasını aldı, Arif beni bir odaya yönlendirdi. Odaya girdiğimde beni yeşil ile boyanmış duvar ve önündeki tabure karşıladı. Gökalp içeriye geçip tabureye oturmamı söyledi. Emri vakisinden hoşlanmasam da dediğini yapmış ve tabureye oturmuştum. Gerekli pozları çektikten sonra Gökalp bilgisayar başına geçip fotoğrafları kontrol etti. Daha fazla durmadan içeriye geçmiş, koltuğa oturmuştum.

Yaklaşık beş dakika geçtikten sonra Gökalp içeri geldi ve kimliği bana uzattı. Kimliğe baktığımda gördüğüm isimle şok olmuştum. "Alev mi? Alev Ziyagil mi?" Gördüğüm isim ile gözlerim kocaman açılmıştı. "Kendine gel sen Alev Ziyagilsin!" Duyduğum o iğrenç espriye göz devirmiştim. "Ne var mis gibi isim işte." Gökalp'in suratında alaycı bir ifade vardı. "Boş yapmayın ya, uçak ne zaman kalkıyor?" Gökalp saatine baktı. " Altı da." Başımı salladım "Biletleri iptal edin." Bu sefer Gökalp'in bir kaşı havaya kalkmıştı. "Anlamadım, neden?"

Sırıtışım ile otuz iki dişimi de gösterdim. "Benim uçağım ile gidelim." Gökalp ve Arif birbirine baktı "Bu saatte pilot bulamayız ki." Ay kıyamam şunlardaki kafasızlık. Sehpadan telefonu aldım ve Çağatay'a yazdım.

0505: Çikitay'ım ben Feza yardımına ihtiyacım var ama asla kimseye bir şey deme!

0532: Tehlikede misin?

0505: Hayır bebişim pilota ihtiyacım var.

0532: Yani bana ;)

0505: Aynen sana! Benim cüzdanımı da al ve yarım saat içinde havaalanında ol!

0532: Tamam, o iş bende.

Telefonu cebime koydum ve banyodaki valizi almak için ayaklandım. "Hadi çıkıyoruz beyler." Gökalp ve Arif hâlâ olayın şokunu yaşıyorlardı. Anlaşılan benden böyle bir şey beklemiyorlardı. Banyoya geçip bavulun kapağını kapattım, sonrasında bavulu alıp çıktım. Kapıya doğru giderken Arif ve Gökalp de beni görüp ayaklanmıştı. Asansöre bindik ve garaj katına inmek için düğmeye bastık. Asansörün kapısı açıldığında bizi eski model ve yeni model olmak üzere bir sürü araba karşıladı. "Bu arabaların hepsi senin değil mi?" Gökalp elleri cebinde yürüyor Arif ise benim elimdeki bavulu taşıyordu. "Övünmek gibi olmasın ama evet benim." Hepsini tek tek süzdüm, Bütün arabalar bebek gibiydi. “Güzelmiş.” Bineceğimiz arabanın önünde durduklarında arka kapıyı açıp arabaya oturdum. Gökalp ön koltuğa oturmuştu, Arif elindeki bavulu bagaja koyup şoför koltuğuna oturdu. Arif arabayı sürmeye başladığında bende camı açtım. Hava ılık da olsa esiyordu ve benim en sevdiğim hava da buydu.

“Bak yenge hareketi kes.” Arif lafı bana attıktan sonra drift atarak havaalanına girmişti. “Bundan daha iyilerini de yapabiliyorum Arif, boş yapma.”

Sözlerim ile Arif’in modu düşmüştü. “Ay kıyamam tamam. En iyi hareketi sen yapıyorsun Arif.” Arif bu sefer gaza gelmiş özel uçakların olduğu yere ilk driftle girmiş sonrasında sıfır çizerek durmuştu. “Tamam Arif en havalı sensin kardeşim.” Gökalp laf atıp arabadan inmişti. “Havana tüküreyim Kulaksız.” Arif’in sözlerini duyar duymaz öne eğildim. “Kulaksız ne alaka?” Arif dönüp bana baktı. “Soyadı.” Başımı salladıktan sonra arabadan indim. Etrafa bakınırken Çağatay’ı görmüştüm. Deri ceketi ve güneş gözlüğü ile bize doğru geliyordu. Evet gece de gözlük takabiliyordu.

Çağatay yanımıza yaklaştığında kısa bir ıslık çalmıştım. “Bu yakışıklı da kim?” Gökalp yanımıza gelen Çağatay’a baktı ve gülümsedi. “Benden mi bahsediyorsunuz leydim.” Deyip elimi tuttu ve öptü. “Çok kibarsınız bayım.” Çağatay’ın bana uzattığı koluna girdim ve uçağa doğru yürümeye başladım. O sırada Arif arabadan inmiş ve bavulumu çıkarmıştı. Önde biz yürürken Gökalp ve Arif bizi takip ediyordu. “Bu arada bu makyaj ne Feza mükemmel.” Kolumla Çağatay’ı dürttüm. “İlk önce teşekkür ederim. Sonrasında Feza yok Ayda var.”

Çağatay anladığına dair sesler çıkarırken uçağa biniyorduk. “Yardımcı pilot olarak yanımda durur musun Ayda?” Çağatay’ın sorusu ile yüzüm düşmüştü. “Uykum var Çatatoy o yüzden seni çağırdım.” Çocukken Çağatay ve benim en büyük hayalimiz pilot olmaktı. Bu yüzden pilotaj bölümü okuyup hayalimizi gerçekleştirmiştik. “Tamam o zaman sen uyu.” Çağatay’ın yanağını öpüp uyumak için özel oda kısmına geçip yatağa yattım. Bu makyaj ile uyumak ne kadar mantıklı bilmesem de çıkarmak ile uğraşamazdım.

Gözlerimi açtığımda karşımda Gökalp’i görmüştüm. Yatağın karşısındaki tekli koltukta uyuyordu. “Gökalp.” Gökalp sesimi duyar duymaz gözlerini açmıştı. “Efendim?” Yataktan doğrulduğumda peruk önüme düşmüştü. “Ne işin var senin burada?” Gökalp doğruldu “Arif çok konuşuyor diye buraya geldim.” diye yalan söylemişti. “Anladım.” Yataktan kalkıp odadaki aynadan kendime baktım. Makyaj duruyordu bir problem yoktu. Ta ki aklıma gelen o soru ile “Kimlik tamam da pasaport?” Gökalp gözünü kaşırken güldü “Hallettik sorun yok.” Duyduğum cevap ile rahatlamıştım. Odadan çıkıp Çağatay’ın yanına gittim. Fransa’ya gelmiştik ve iniş yapıyorduk.

 

Esnemem ile geldiğimi belli etmiştim. “Günaydın prenses.” Çağatay’ın yanına gittim ve onu izlemeye başladım. “Ay teşekkürler Çağatay sayende dinlendim.” Çağatay piste inmişti. “Lafı olmaz güzelim.” Çağatay’ın yanından çıkıp tekrar odaya gittim ve peruğumu taktım. “Gökalp.” Seslenmem ile homurtu duymuştum. “Oteldeki odalar hazırdır demi benim uykum var da.” İki buçuk saate yakın uyusam da daha uykum vardı.

“Otelin bir katını ben kapattım zaten. Hazırdır yani.” Duyduklarım karşısında Gökalp’e boş bakışlar atmıştım. “Niye?” Aramızdaki konuşmaları dinleyen Arif sırıtıyordu. “Sana zarar gelmesin diye fındık.” Başımı anladığımı belli etmek için sallamıştım. “Bir dakika fındık ne alaka?” Bana sadece bizimkiler fındık derdi. Gökalp’in yüzünde anlam veremediğim bir ifade oluşmuştu. “Bilmem aklıma geldi öyle. Hadi kapı açılacak çıkalım, Çağatay.” Olayı kendince kıvırmış kaçmak için de Çağatay’ın yanına gitmişti.

Uçak yolculuğu ve araba yolculuğu bitmiş otele gelmiştik. Oda kartı almak için resepsiyonda bekliyorduk. En sonunda kadın Gökalp’e kartı uzattığında, Gökalp yürümem için işaret vermişti. “Bir dakika benim kartım nerede?” Yürümeyi bırakıp durmuştum. “Sevgilim ile ayrı odada kalacak değilim, değil mi sevgilim?” Gökalp oldukça düz bir ifade ile konuşuyordu benimle. “Kime göre, neye göre?” Gökalp burun kemerini sıktı. “Aziz ve operasyona göre.” Gökalp’in elinden kartı hızla aldım. “Sevgilin olarak sana trip atıyor, seni kapı dışarı ediyorum.”

Gökalp’i arkamda bırakıp asansörlerin olduğu tarafa ilerledim. Asansöre bindiğimde karttaki kata basıp bekledim. Asansörden indim ve odama girip kendimi direkt banyoya attım. Yüzümdeki makyajdan kurtulmak istiyordum. Banyodaki işim bitmiş ve odaya geçmiştim. Işığı açmamla yerimden korku ile sekmem bir olmuştu. “Ne işin var burada?” Karşımdaki kişi Gökalp’ti. “Kimse beni kapı dışarı edemez sevgilim.” Sevgilim kelimesine vurgu yapmıştı. Üstümde bornozdan başka bir şey olmadığı için Gökalp’e saldıramıyordum. “Bu arada kıyafet getirdim sana.” İşaret ettiği çantayı alıp banyoya geçtim ve üzerimi giyip çıktım. “Şimdi gelelim asıl meseleye, ben Ayda Kandemir senin ağzına sıçrarım!” Dedikten sonra Gökalp’in üstüne atlamış ona yumruk atmıştım. “Bana sevgilim diyemezsin!” Kimse benim istemediğim bir şeyi bana söyleyemezdi. İlerde olur mu bu durum bilemem ama şu an olamaz, galiba.

 

Yumruğumdan sonra Gökalp gülmüştü. Beni bileklerimden tuttuktan sonra döndürüp sırtımın yatakla kavuşmasına neden olmuştu. Bu yakınlıktan dolayı nefes almam sıklaşmış, kalp atışlarım hızlanmıştı. “Ne o küçük hanım bana âşık olmaktan mı korkuyorsunuz?” Bu sefer gülme sırası bendeydi. “Ya aynen sana olan aşkımdan, Ferhat gibi dağları delemezsem diye korkuyorum!” Gökalp biraz daha eğildi “Sen âşık ol da Ferhat gibi dağları delmeye razıyım ben!” Tam cevap vereceğim sırada odanın kapısı açılmıştı.

“Ne oluyor lan!” Gelen kişi Çağatay’dı, bizi görür görmez yatağa koşup üstümüze atladı ve Gökalp’in yana devrilmesine neden oldu. “Ne yapıyorsun lan benim kardeşimin üzerinde?” Çağatay bu durumu bizimkilere anlatmasa iyiydi. “Konuşuyorduk.” Gökalp aşırı umursamaz bir şekilde cevap vermişti. “Oturarak konuşamıyor musun lan sen, amip yavrusu!” Bu konuşmaları da duyan Arif odaya daldığında ekip tamamlanmış oldu. Yataktan kalkıp buzdolabından su aldım ve kafama diktim. “Ne oluyor Çağatay?” Çağatay hızla döndü “Bu beyin loplarına tükürdüğüm şahıs, benim kardeşimin ırzına geçiyordu!”

Duyduklarım ile suyu püskürttüm. “Oha!” Arif bağırarak cevap verdiğinde Gökalp ile göz göze geldik. “Saçmalama Çağatay öyle bir şey yok!” Arif olduğu yerde dikiliyordu. “Ben öyle bir şey yapacak adam değilim Çağatay, kelimelerine dikkat et!” Çağatay ayağa kalktı “Doğru bu biraz ağır oldu. Ama ne yapayım sizi öyle görünce.” Gökalp’i kurtarmak adına lafa atlamam gerekiyordu. “Ayrıca sen bizim odamıza neden dalıyorsun?” Bu şekilde cevap vermemi kimse beklemiyordu. Ama Gökalp duyduğu cevaptan oldukça memnundu. “Kapıyı çaldım ses gelmeyince girdim.” Gökalp ile tekrar bakıştık, kapının çaldığını ikimizde duymamıştık. “Ayrıca bu odanın kartı sizde niye var?” Gökalp çok doğru bir konuya parmak basmıştı. “Oldu o zaman iyi geceler.”

Çağatay ve Arif hızla odadan çıktığında Gökalp ile yalnız kalmıştık. “Teşekkür ederim.” Başımı kaldırıp Gökalp’e baktım. “Neden?” Tebessüm etti “Beni savunduğun için ve sevgilini odana kabul ettiğin için.” dediğinde ikimizde aynı anda gülmüştük. “Rica ederim sevgilim.” Bu sefer vurgu yapan kişi bendim. Yerimden doğrulup dolabı açtım ve dolaptan yorgan ve yastık alıp yere serdim. “Ne yapıyorsun?” Gökalp’e bakıp sırıttım “Aynı yatakta yatacak değiliz götelek.” Yatakta oturan Gökalp’in yanına gittim ve yakasından tuttum. “Yat zıbar hadi.” Gökalp bu durumdan memnun değildi. “Baya köpek muamelesi görüyorum ben şu an.” Yatağa yatarken cevap verdim. “Köpek olsan şu an yerde değil yanımda olurdun.” Cevabım ile Gökalp bir şey diyememişti.

“İyi geceler gök kuşu.” Gökalp yattığı yerden hızla başını kaldırdı. Bu iltifatım onu nedense mutlu etmişti. “İyi geceler civciv.”

“Sen büyüyünce ne olmak istiyorsun sarı civciv?” Ormanlık alanda toprakla oynuyorduk. “Pilot olup uçacağım gök kuşum.” Alp güldü “Tam senlik bir meslekmiş civciv.” Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. “Ya ama civciv uçamıyor.” Alp bu sefer kahkaha attı. “E sende bana gök kuş diyorsun ama bende uçamıyorum. Tersine dönük isim olarak düşün.” Kaşlarım bu sefer havalanmıştı. “Sen neden uçmak istemiyorsun?” Alp buruk bir gülümseme ile bana baktı. “Ben uçmak istesem de uçamam civciv, benim kanadımı kırdılar.”

Kapının kapanma sesi ile uyanmıştım. Gözlerimi açmamla Gökhan’ı yarı çıplak bir şekilde bulmam bir olmuştu. Yeni duştan çıkmıştı ve havlu ile duruyordu. Gökalp ile göz göze geldiğimizde hızla örtüyü yüzüme çektim. “Pardon ya eşyalarımı almayı unutmuşum.” Yanaklarımın ısındığını hissediyordum. “Oğlum delirdin mi sen, öyle dışarı mı çıkılır!” Bulunduğumuz odada tıkırtılar geliyordu. “Ne o etkilendin mi küçük civciv?” Görmediğini bilsem de gözlerimi devirdim. “Niye her şeyi o konuya çekiyorsun?” Gökalp’in güldüğünü duydum. “Çünkü bir şeyi kırk kez söylersen gerçek olur.” Dediğinde banyoya girdiğini kapı sesinden anlamıştım.

Yataktan çıkıp buzdolabından su aldım ve içtim. Oda bir anda ısınmıştı. Sıcakladığım için komodinden kumandayı alıp klimayı açtım. Banyo kapısı açılır açılmaz eşyalarımı alıp banyoya geçtim ve üzerimi değiştirdim. Banyodan çıktığımda kahvaltı tepsisi ile karşılaşmıştım. Ama görünüşe göre bu kahvaltı tek kişilikti ve Gökalp ayısı yarısını yemişti. Bavuldan makyaj çantamı alıp, makyaj masasına ilerledim. İlk önce masadaki telefon ile Çağatay’a mesaj atmıştım. Sonrasında yüzümü makyaja hazırlayıp, makyaja başlamıştım. Göz makyajı bittikten sonra kapı çalmıştı.

Gelen kişi Çağatay olduğu için ayağa kalktım ve kapıyı açtım. Çağatay’dan meyveli yoğurt ve sütlü kahve istemiştim. Çağatay elinde tepsi ile içeri girdi. Odada Gökalp’i görünce ters bir bakış attı ve elindeki tepsiyi makyaj masasına bıraktı. “Bu dağ ayısı seni aç mı bıraktı?” Makyaj masasına oturdum ve meyveli yoğurdumdan bir kaşık aldım. “Hayır tabi ki.” Çağatay odadaki televizyonu açtı ve kendini yatağa attı. “Hiç hoşlanmadım bundan.” Çağatay kardeşim gibi olduğu için beni kıskanıyordu. “Ben buradayım ya hani, duyuyorum söylediklerini.” Çağatay omuz silkti. “Duy diye söylüyorum zaten.”

Bu muhabbetler dönerken hem makyajımı yapıyor hem de kahvaltımı yapıyordum. “Çağatay senin benimle derdin ne kardeşim?” Bir derdi yok sadece kıskanıyor. “Seninle ne derdim olacak lan? Kendini fasulyeden nimet sanma!” Gökalp tabaktaki son lokmayı da yuttu. “Çok değil bir aya kalmadan benimle yaşamaya alışacaksınız.” Dedikten sonra ağzını sildi ve odadan çıktı. “Ne demek istediğini anladın mı Çağatay?” Gökalp’in söylediklerine anlam verememiştim. Sonuçta görevden sonra ayrılacaktık. “Anladıysam Arap olayım.” Çağatay ile kısa bir bakışmanın ardından makyaj yapmaya devam ettim. Çağatay ise açtığı animasyonu izlemeye başladı.

Yaklaşık bir saatin sonunda makyajım bitmişti. Çağatay’a dönüp baktığımda uyuya kaldığını görmüştüm. Küçükken de böyleydi, her çizgi film izlediğinde uyuya kalırdı. Ayağa kalktım ve Çağatay’ın üstünü örttüm. Tam peruk takmak için makyaj masasına döneceğim sırada Çağatay’ın telefonu çalmaya başlamıştı. Çekinmeden telefona baktım ve arayan kişinin Miray olduğunu görünce telefonu açtım. “Alo, Çağatay neredesin ya? Göreve dedin Aybars abiye ve Aras’a sordum ikisi de görev olmadığını söyledi. Aldatıyor musun lan sen beni?” Sıkıntı ile nefes verdim. Miray tüm gizliliğin içine etmişti. “Sen görevi abimlere mi söyledin Miray?” Miray bazı şeyleri mahvettiğini anlamış olacak ki garip bir ses çıkardı. “Sıçtım her şeyin içine sanırım?” Ne sıçması canım, sıvadın sadece! “Öyle oldu Miray. Abimlerin bir bok bildiği yoktu.” Sinirden gözüm seğiriyordu. “Feza ben özür dilerim.” Kendi ismimden sonra abimin sesini duymuştum.

“Feza ile mi konuşuyorsun? Alo.” Çağatay ben senin tutamadığın dilin ayarını keseyim! “Efendim abi.” Çağatay uykusundan uyanıp benimle göz göze gelince naneyi yediğini anlamıştı. “Feza neredesin sen? Hani arkadaşınlaydın görev nereden çıktı?” Kaşlarım çatılmıştı, sessiz bir şekilde Çağatay’a o naneleri yedirteceğimi söylemiştim. “Hat çekmiyor, tünele giriyorum.” Klasikleşmiş yalanı söyleyip telefonu abimin suratına kapatmıştım. “Çağatay.” Çağatay örtüyü çenesine kadar çekmişti. “Feza?” Ellerimi belime yerleştirdim.

“Sen şimdi naneyi yemedin mi Çağatay?” Çağatay’a uçmam ve saçını avuçlarımın arasına almam bir olmuştu. “Senin o saçına o mavi gözüne bakmaz seni burada yolar çiğ çiğ yerim Çağatay! Senin o maviş maviş bakan gözlerine acımam oyar kendime de küpe yaparım Çağatay!” Gözlerimi koca koca açmış Çağatay’a bakıyordum. “Ya Feza valla ağzımdan kaçtı.” Bu sefer elim çenesine gitti.

“Senin o dilini koparır boynuma kolye yaparım Çağatay! Lan ben senin yüzünden azar işitmek zorunda mıyım hipopotam yavrusu!” Tam o sırada kendimi tekrar havada buldum. “Lan sende beni her fırsatta kucaklama!” Bu sefer Gökalp ile boğuşuyordum. “Bu bedende bu güç nasıl oluyor anlamıyorum ki.” En son Gökalp beni yere indirmişti. “Saat dokuzda kumarhanede olmamız lazım.” Saate baktığımda saatin altı olduğunu görmüştüm. Yani üç saatimiz vardı. Bavuldan kıyafet çantasını çıkardım ve banyoya gittim. Kıyafet çantasının fermuarını açıp gördüğüm elbiseye sövmem sadece iki saniyemi almıştı. Kıyafeti giydim ve banyodan çıktım. Bir hışımla masada duran peruğu taktım ve Gökalp’e döndüm.

“Bu ne lan, ben senin çalışanının zevkine sıçayım!” Gökalp ve Çağatay gülmemek için kendini zor tutuyordu. “Niye bence çok seksi olmuşsun.” Gökalp’in sözüne karşı Çağatay daha fazla dayanamayıp kahkaha atmıştı. Şu an vücuduma yapışan siyah deri mini bir elbise vardı. Üstüne üstlük benim tarzım bile değildi. “Sizin yüzünüzden pavyon gülüne döndüm be! Sen neyin seksiliğinden bahsediyorsun?” Tüm gerginliğim ile Gökalp’e bakarken yüzümde ışık patlamıştı. Çağatay tüm şerefsizlik hakkını kullanmış ve benim fotoğrafımı çekmişti. “Onu bir yerde paylaştığını göreyim, seni gebertirim Çağatay!” Bu ikisi yan yana gelince safi zarar oluyordu.

“Neyse bu kadar goy goy yeter. Ayda çıkalım mı?” Ayakkabı çantasını korkarak açtım ve korkmakta ne kadar haklı olduğumu anladım. Siyah deri elbisenin altına kırmızı topuklu konmuştu! “Senin çalışanının zevkine sövmüş müydüm?” Ayakkabıları giyerken tekrar içimden sövüyordum. “Fazlasıyla hadi çıkalım Alevcim?” Oldukça sert bir ifade takındım yüzüme. “Alevler içinde sövsünler seni doğurtan ebeye.” Gökalp’e sırtımı dönüp odadan çıktım. Çok geçmeden Gökalp de arkamda belirmişti. Hâlâ gülmemek için kendini zor tutuyordu.

“Gülmeyi bırak da sen emanetleri hazırladın mı?” Asansöre bineceğimiz sırada Arif yanımıza gelmişti. “Tüm hazırlıklar tamam!” Anladığım kadarıyla bombayı otoparka araba ile sokacaktık. “Güzel işte şimdi gidebiliriz!” Asansörün kapısı kapandı. Otelden çıkacağımız sırada üzerimde gezen birkaç çift göz vardı. Hiçbirine aldırış etmeden dışarı çıktım. Arkamı döndüğümde Gökalp’in bana bakanlar ile bakıştığını ve oldukça ciddi bir şekilde yürüdüğünü gördüm. Dışarıya çıktığında belimden tuttu ve beni arabanın olduğu tarafa yönlendirdi. Benim için kapıyı açtı bindikten sonra ise kapıyı kapattı ve şoför koltuğuna oturdu.

 

Yaklaşık bir saatin ardından şehrin dışında bir yere gelmiştik. Otopark kısmına geldiğimizde kapının açılması için Gökalp bir kart okuttu ve kapı öyle açıldı. Gökalp arabayı park ettikten sonra etrafa göz gezdirdim etrafta kameralar vardı. “Buranın koordinasyonunu bir arkadaşıma atacağım.” Gökalp sorgular gözle bana baktı. “Neden?” Gökalp’in boynuna kollarımı doladım ve onu yüz seksen derece döndürdüm. “Şimdi bakışlarını yukarıya odakla, kamera var. Bu işi Ezgi çözer!” Gökalp yavaşça kulağıma eğildi. “İşte senin bu zekân beni deli ediyor.” Gökalp fısıltı ile konuşmuştu ve tüm vücudum kasılmıştı. Gökalp’ten telefonu aldım ve Ezgi’ye gerekli mesajları attım. “Şimdi gidebiliriz.”

Gökalp’in uzattığı koluna girdim ve kendimden emin adımlarla yürümeye başladım. Yukarı kata sadece asansör ile çıkılıyordu herhangi bir merdiven yoktu. Asansör sayesinde çıktığımızda her yer duman altındaydı. Sigara veya madde içen çok fazla insan vardı. Etrafı sadece loş ışıklar aydınlatıyordu. Kulaklarımızı müzik, taş ve insan sesleri dolduruyordu. “İlk önce bar kısmına geçelim.” Gökalp söylediklerimi başıyla onaylamıştı. Birlikte bar kısmına geçtiğimizde ikimiz de viski söylemiştik. “Bu arada senin adını sormayı unuttum ben!” Gökalp güldü, yüksek sesten dolayı kulağımızın dibine konuşuyorduk. “Adnan.”

Başımı kaldırmam ile karşımdaki görüntü ile küçük dilimi yutacaktım. Kafası tüylü vücudu bikinili tam beş kız vardı ve tam olarak bu tarafa doğru geliyorlardı. Gökalp’e sulanmamaları için kollarım tekrar boynuna gitti. “Ne o sende sarılmak için fırsat mı kolluyorsun?” Gökalp’e daha çok yaklaştım. “Sevgilime sulanmalarından hiç hoşlanmam!” Gökalp tam kafasını çevireceği esnada çenesinden tutup göz göze gelmemizi sağladım. “Sevgilimin diğer kızlara bakmasından da hoşlanmam!” Kalbim ağzımdan çıkacakmış gibi hissediyordum. “Ben sevgilisine bağlı bir adamım yalnız!”

Gökalp’in dudaklarını okşadıktan sonra geri çekilmiştim. Gökalp bu hareketimden sonra donakalmıştı. Sakin müzik kapanırken oryantal çalmaya başlamasıyla dört bir yandan dansöz çıkmıştı. “Sen beni nasıl bir yere getirdin ya?” Gözlerimi zar zor dansözden çekip Gökalp’e baktım. “Ben dedim sana kumarhane kadınlar sayesinde ayakta diye.” Şaşkın gözlerle Gökalp’e baktım. “Bunlar pavyon ve kumarhaneyi karıştırmış resmen.”

 

İkimizde susup dansözleri izlemeye başladık. Kadınlar resmen yılan gibi kıvrılıyorlardı. Şok olmuş bir şekilde kadınları izliyordum. Hepsi koreografileri mükemmel yapıyordu. Yeni bir oryantal çalmaya başlayınca bu sefer dansözler masalara dağılmaya başlamıştı. Gördüğüm kadarıyla hepsi bir erkeğin kucağına oturup oynamaya devam ediyordu. En başından beri Gökalp’i süzen pembeli dansöz bizim olduğumuz tarafa gelirken, oturduğum yerden kalktım ve Gökalp’in bir dizine oturdum.

Dansöz gereken mesajı alınca yan tarafa ilerledi. “Ayda.” Başımı çevirip Gökalp’e baktım. “Efendim?” Gözleri kapalı duruyordu, nefes alışverişi ise hızlıydı. “Kalksan mı acaba?” Boş gözlerle Gökalp’e baktım. “Görev ne olacak?” Gökalp gözlerini açtı ve benimle göz göze geldi. “Eğer kalkmazsan görevi iptal etmek zorunda kalacağız!” Gözü bu sefer aşağı indiğinde bulunduğum konum aklıma geldi ve hızla kalktım. “Pardon!”

Utandığım için Gökalp’in yanından ayrılmıştım. Lavaboya yüzüme su çarpmak için girdiğimde birkaç tane kız vardı. “Yalnız o adam ne taş resmen!” Muhabbetlere gel kusacağım şimdi! “Hele o çene hattı, eridim ben.” Umarım bahsettiğiniz kişi Gökalp değildir. “Ama yanında bir kız vardı kırmızı topuklu. Kız o topukluyu ben bir Ankara pavyonunda gördüm bir de burada.” Bahsedilen kişi bendim. Duvarın diğer tarafına geçip kendimi gösterdim.

“O topuklunun topuğunu malum bir yerine monte etmemi ister misin güzelim?” Kızı baştan aşağı süzdüm ful kırmızı pul payet bir mini elbise giyinmişti. Ayağında ise simli siyah topuklu. “Yok bence sende mükemmel duruyor.” Deyip koşar adımla lavabodan arkadaşı çıktı. Bende Gökalp’i daha fazla yalnız bırakmak istemediğim için çıktım. Kendisi Arif’in yanındaydı ve oldukça koyu bir muhabbette gibiydiler.

Yavaş adımlarla yanlarına gittim Aziz beni gördüğünde başı ile selam verip, eli ile dizini işaret etti. Gülümseyip Gökalp’in yanına gittim dudağının kenarını öpüp yanına oturdum. Gökalp bu durumdan oldukça memnun olmuşken Aziz hiç mutlu olmamıştı. Üstüne üstlük gülümsemesi sönmüştü. Elinden tutup kulağına eğildim. “Daha fazla vakit kaybetmeden operasyona başlayalım. Ben önden gidiyorum on dakika sonra sen gel.” Ayağa kalktıktan sonra Gökalp’e göz kırptım ve asansörün olduğu kısma yöneldim.

Otoparkın belirli kısımlarında korumaların ve güvenlik odasının olduğunu fark etmiştim. Topukluları olduğum yere çıkartıp güvenlik odasına girdim. Kameraların başında uyumuş bir güvenlik ile karşılaştığımda masadan makası alıp adamın şah damarına sapladım. Makası tekrar çıkartım ve keskinliğine baktım. Yeterince keskin olduğuna karar verdiğimde bu sefer boğazını kesmiştim. Öldüğüne emin olmam gerekiyordu.

Kameralardan diğer korumalara baktığımda yerlerinde olduklarını ancak bir tanesinin odaya gelmek üzere olduğunu fark etmemle kapının arkasına saklanmam bir olmuştu. Kapı açılır açılmaz öne atlamış, gelen kişinin ağzını kapatmış ve boğazını kesmiştim. Belinden silahı ve susturucuyu aldım. Silahın koruma kilidini kapattım ve susturucu ucunu taktım. Kapıyı yavaşça açtım ve yakındaki korumanın yanına gittim. Koruma bana döndüğünde belinden silah çıkarmasına izin vermeden ateş etmiştim.

Diğer korumanın olduğu yere gittiğimde korumayı görememiştim. Arkama bakmak için döndüğümde silahın namlusu ile burun buruna gelmiştim. Hızla karşımdaki adamın bileğine ve boynuna vurmuştum. Adam ne olduğunu anlayamadan kafasına giren mermi ile ölmüştü. Merminin geldiği yöne baktığımda tüm heybeti ile Gökalp’i görmüştüm. Yanına koşarak gidip sarıldım. “İyi misin civciv?” Başımı olumlu anlamda salladım. “Emanetler bende, adamlar sende!”

Anlaştıktan sonra diğer kalan iki adamın yanına gitmeye başlamıştım. Duvarın önünde bulduğum baltayı elime alıp devam ettim. Bir elimde silah diğer elimde balta vardı. Umarım Ezgi şu an bu olanları izliyordur da anlatmakla yorulmam. Diğer adam ile karşı karşıya gelmiştik, adam beni fark eder etmez baltayı fırlatmıştım. Balta adamın göğüs kafesinden içeri girmişti. Son adam beni ve arkadaşını görür görmez donup kalmıştı. Hiç vakit kaybetmeden onun da kafasına sıkıp bütün adamları öldürmüştüm.

Orta alana geçip Gökalp’i beklemeye başladım. Çok beklemeden Gökalp koşarak yanıma geldi. “Görev tamam!” Asansör kısmından bir adamın bize doğru geldiğini görmemle, Gökalp’in boynunu tutup kendimi duvara yasladım. “Ayda nabıyon.” Çocuğun Türkçesini bozmuştum. “Saat on iki yönü adam geliyor.” Deyip Gökalp’in başını boynuma gömmüştüm. Ezgi konusunda dediklerimi tam şu an geri çekiyorum. Gökalp ile vücutlarımız şu an birdi ve ben onun kalp atışlarını hissediyordum, çok hızlı atıyordu.

Aynı anda Gökalp ve ben aynı anda derin bir nefes çekmiştik ciğerlerimize. Tüm ciğerlerim onun kokusu ile dolmuştu ve bu baş döndürücüydü. Adam bize daha çok yaklaştığında kendimi toparladım. “What the hell is going on here!” İnik olan elimi havaya kaldırdım ve adamın anlında bir delik açtım. Gökalp başını kaldırdı ve aynı anda birbirimize baktık. Hızla kendimi geri çekip arabaya yönelmiştim. Olay istemiyordum her anlamda!

Arabaya bindiğimizde asansör tarafından birkaç adamın üzerimize doğru koştuğunu görmüştüm. Tamama bu oyuna arabada iken de devam edebilirdim. Camı sonuna kadar açıp, camdan çıkmıştım. “Gazla!” Diye bağırdığımda ne kadar havalı olduğumu düşünüyordum. Tam adamın biri bana ateş edecekti ki ondan önce davranıp adamın elini vurdum. “Feza girsene içeri!” Tamam bu biraz abartıydı kabul etmem gerekirse. Hızla arabaya girdim ve kemerimi bağladım. “Kumanda nerede?” Gökalp kumandayı cebinden çıkartıp bana attı. Kumandayı havada yakalarken düğmelerine basmamaya özen gösterdim. Her ne olursa olsun ölümüm patlama ile olsun istemezdim. Kumarhaneden çıkıp belli bir mesafede uzaklaştığımızda tuşa bastım.

Geriye alarm sesleri ve insan çığlıkları kalmıştı. Buradan havaalanına geçecektik, ne de olsa yakalanmak istemiyorduk. “Ne görevdi be!” Gökalp ile kısa bir bakışmanın ardından teybe uzanıp şarkı açtım. Çalan şarkı ‘Feeling Good’ du ve bu işi biraz daha havalı yapmıştı benim gözümde. Tamam şu an ego anlamında baya yükseklerdeydim. “Ah deli misin mükemmeldim oğlum!” Gökalp verdiğim tepkiye kahkaha atmıştı. “Balta konusunda senden hafif tırsmadım değil!” Bu sefer kahkaha atma sırası bendeydi. Evet bu yaptığım biraz vahşiceydi bunu kabul edebilirdim. Biraz mı yapma Feza bu kan dondurucuydu! “Sen onu gördün mü ya? Umarım psikolojini bozmamışımdır.” Olayı dalgaya vurmuştum ve bu ikimizi de güldürmüştü.

“Baya etkileyiciydiniz hanımefendi.” Peruğumu geriye savurdum ve tekrar güldüm. Yol böyle geçip gitmişti ve havaalanına varmıştık. Kapımızı açan korumalar ile arabadan inmiş ve uçağa geçmiştik. Uçağa biner binmez peruğumu fırlattım ve lavaboya yöneldim. Yüzümdeki makyaj oldukça ağır gelmeye başlamıştı. Ben işimi bitirip oturma alanına geçerken kalkış yapıyorduk. Gökalp’in yanına oturup ayağımı orta sehpaya uzatmıştım. “Fransız haberleri çalkalanıyor!” Böyle bir olayın hemen duyulması şaşırılmaması gereken bir durumdu. Ki bende haberci olsam böyle büyük bir olayı kaçırmam!

Gökalp ve Arif sohbete başladıklarında gözlerimi yumdum ve uykuya daldım. Oldukça rahat bir zeminde, gözüme gelen güneş ışıkları ile gözümü açmıştım. Etrafa baktığımda Ferda ve benim odamda olduğumu anlamıştım. Olayın gerçekliğini sorguluyordum. Uçaktan inmiş, arabaya binmiş ve eve gelmiştik. Buna rağmen ben uyanmamış mıydım yani? Esnedikten sonra derin bir nefes almam ile kızartma kokusunu algılamam bir olmuştu. Hızla yataktan kalktım ve mutfağa ilerledim.

Mutfağa girmem ile ocak başında kızartma yapan Ezgi ile karşılaşmıştım. Yanağına bir öpücük kondurup, kızartmadan attım bir tane ağzıma. Bu tada bayılıyordum! “Bizim uykucu da uyanmış.” Tezgâha oturup Ezgi ile sohbet haline girmiştim. “Ay Ezgi öyle bir uyumuşum ki yok böyle bir uyku. Eve gelip yatağa yattığımı bile hissetmemişim.” Ezgi bu halime kahkaha attı. “O yorgunluktan sonra normal.” Minik bir tebessüm ile dün geceyi düşündüm ve aklıma o kare düştü. “Ezgi sen kameraları izledin mi?” Ezgi imalı imalı sırıtmıştı. “Bazı yakınlaşmaların meydana geldiği görüntüler mi, yoo.”

Tabi ya Ezgi’nin o kayıtları izlememe ihtimali yoktu. Beni ve Gökalp’i görmüştü hem de fazlasıyla samimi bir şekilde. Tek isteğim bu görüntüleri abimin görmemesiydi. “Ben ve Ferda’nın dışında başka kimse görmedi merak etme.” Ezgi düşüncelerimi okumuşçasına bana cevap vermişti. Ferda’nın görmesi benim için sorun arz etmiyordu. Tabi manalı bir şekilde sırıtıp, konuşmazsa! Tanrım bunun imkânı bile yoktu. Ben bunları düşünürken Ferda sekerek mutfağa girdi ve beni baştan aşağıya süzdü. “Sevgilin olduğunu düğün günü söyleseydin Feza!” Ah şimdiden başladıysak ben bitmişim demektir. “Abartma tozu sana da günaydın.” Ferda kahkaha atarak yanıma geldi ve yanağımdan makas aldı.

“Feza o kadar romantikti ki izlemey-” Derken Ferda’nın sözünü öksürerek kesmiştim ve arkasını işaret etmiştim. Çünkü tam arkasında pek sevgili abim Aybars ve kucağında Hanzade vardı. “Neymiş o romantik olan?” Saçma bir sırıtış ile konuşmaya atlamıştım. “Ne olacak abi ya film.” Ferda hızla arkasını döndü ve başını hızlı bir şekilde salladı. “Evet abi dün gece ‘Aşk ve Gurur’ izledik Ezgi ile baya romantikti.” Ferda konuyu çok iyi çevirmişti ve bu konuda ona minnettardım. Kendisi totoşumu kurtarmıştı. Ezgi de olaya dahil olmuştu “Ah evet hele o yağmurlu sahne beni benden aldı!” bu kızlar bana Tanrının birer lütfuydu. Tezgâhtan indim ve hazır olan patates tabağını alıp bahçeye çıktım. Abimden kurtulmuştum şimdilik.

Aksi takdirde onun sorgulamalarını çekemeyecektim. Yapacak daha önemli işlerim vardı. Dün gece olanları düşünmek gibi. Gökalp’in eksikliğini hissediyordum ve bu oldukça saçma bir durumdu. Yo sonuçta veda edememiştim yani bu durum normal olabilirdi. Öyle değil mi? Masaya oturup önümde duran portakal suyundan birkaç yudum alıp masaya bıraktım. “Feza, Çağatay ne yaptı da bu kadar yoruldu. Adam kamyon çarpmış gibi yatıyor uyandıramıyorum!” Gelen kişi Miray’dı ve onun arasından Ferda ve Ezgi geldi.

“Uykusuz kaldı ya ondandır.” Miray sorgular bir şekilde masaya oturdu ve bana baktı. “Ay ne be!” Üzerimde baskı hissediyorum hâkim bey. Ben bu şartlar altında konuşamam. “Çağatay madem bu kadar uykusuzdu sen neden buraya geldiğini anlayamayacak kadar derin uyudun?” Miray’ın sorusu ile abim de bana döndü. “Ay gitmeyin kızın üstüne, Feza’nın uykusu ağırdır bilmiyor musunuz?” Ezgi ben seni yerim, bu kız benim avukatım olmak için gönderilmiş bu dünyaya. Ezgi’ye bir öpücük yolladıktan sonra tabağıma patates koyup yemeye başladım. “Hem ne bu sorgu Miray, sen bize güvenmiyor musun?” Evet arkadaşlar topu Miray’a atıp kenara çekiliyorum.

Kahvaltı masasında Çağatay ve Aras hariç herkes vardı. Çağatay uyuyor, Aras ise son kontrolleri yapıyordu. Biz kahvaltıya devam ederken korumalardan biri elinde çiçek ile geliyordu ve ben artık çiçeği gönderen kişiyi biliyordum. Yerimden hızlıca kalkıp çiçeği aldım ve kokladım. Bu sefer üstünde herhangi bir not yoktu. Abim sorgularcasına bakınca omuz silktim ve çiçeği odama götürdüm. Yaklaşık iki dakika sonra odaya Ezgi ve Ferda giriş yapmıştı. Ben çiçeklere bakarken Ferda’nın suratında değişik bir ifade vardı. “Ne, ne bakıyorsun öyle?”

Tüm sırıtması ile yanıma geldi bana sarıldı ve çığlık attı. “Ya benim minik bebeğim âşık olmuş.” Gözlerimi kocaman açıp Ferda’ya baktım. “Hop hop hop. Orada dur bakalım Ferda Hanım. Öyle bir şey yok.” Olmaması benim için daha iyiydi. Ferda ve Ezgi sen onu bizim külahımıza anlat der gibi bakıyordu. “Ne demek öyle bir şey yok. Kızım resmen yüzüne renk gelmiş.” Sıkıntı ile nefes verip yatağıma oturdum. “Güvenemem ki.” Sesim kısık çıkmıştı. “O neden?” Ezgi geldiğinden beri ilk kez konuşmuştu.

“Çünkü benim hayatım yalanlardan ibaret Ezgi, şu halime baksana.” Babam dediğim adam babam değildi. Hayatım bir oyun üzerine kurulmuştu ve kukla bendim. “Ne var be halinde taş gibi hatunsun.” Buruk bir tebessüm ile cevap verdim. Ezgi ve Ferda iki yanıma gelip bana sarıldı.

“Duygularından korkma Feza çünkü duygular yalan söylemez.” Duygularımdan emin değildim. Evet Gökalp etkilenilmeyecek biri asla değil. Ama ben, of bilmiyorum. “Düşüneceğim.” Ezgi elimi tuttu. “Bu sefer beynini değil kalbini dinle.” Benden bir sonuç alamayacaklarını anladıklarında konuyu farklı bir yere çekmişlerdi. “O değil de Feza adamı fark ettikten sonra yaptığın hareket neydi ya?” Yanaklarım ısınmaya başlamıştı. Hiç kimsede olmadığı kadar utanıyordum Gökalp konusunda. “O an ki kalp atışımı bir ben bilirim kızım.” Ferda ve Ezgi birbirine bakıp sırıttı.

“Bana dedi ki birkaç haftaya benimle yaşamaya alışacaksınız. Hem çiçeklerin sahibi de o. Bana civciv diyor, kızlar ben sanırım Gökalp’ten hoşlanıyorum.” Utandığım için yüzümü kapattığımda kızlar çığlık atıp bana sarıldı. “Biliyorduk.” Dediler aynı anda. Aklıma bana verdiği telefon gelmişti. “Aslında telefonu var arasam mı?” Ezgi ve Ferda aynı anda başını sallamıştı. “İyi ama ne diyeceğim?” Ferda komodindeki telefonu alıp bana uzattı. “Sen ara devamı gelir.”

Telefonu alıp Gökalp’i aradım. İkinci çalışta açılmıştı, telefon açılır açılmaz hoparlöre aldım. “Ayda?” Sesini duyduğumda içimde garip bir heyecan vardı. “Selam, nasılsın?” Nefes alışverişim sıklaşmıştı yine ve yine. “İyi sen?” Derin bir nefes aldım. Sakin ol Feza gördüğün ilk erkek o değil. “İyiyim bende. Eee ben şey dün vedalaşamadık o yüzden aradım.” Ezgi ve Ferda’ya baktığımda beni elleri ile onaylamışlardı. “Veda etmemize gerek yok ki Ayda, nasıl olsa daha çok görüşeceğiz.” Heyecandan ellerim titriyordu. “Bir de özür dilerim.”

Ezgi ve Ferda sorgular bir şekilde bana bakıyordu. “O niye?” Sıkıntı ile nefes verdim. “Attığım yumruklar için.” Ezgi ve Ferda aynı anda ellerini kaldırmış ve beni ‘yuh’lamışlardı. Omuz silktim çaresizce, sonuçta kendimce haklıydım. “Sorun yok, hem hak etmiştim.” Ah siz bayım ne kadar da kibarsınız. “Eee oldu o zaman, görüşürüz.” Daha fazla konuşmak istesem de Gökalp’i fazla oyalamak istemiyordum. “Görüşeceğiz.” Telefonu kapatıp derin bir nefes aldım.

“Yuh Feza çocuğa niye yumruk attın?” Bu konu aklıma geldikçe pişman olmaya başlamıştım. “Birini beni kaçırdığı için diğerini bana ‘sevgilim’ dediği için.” Dediğimde dudaklarımı dişliyordum. Ezgi’nin ve Ferda’nın gözleri kocaman açıldı. “Sana sevgilim mi dedi?” Tekrar aynı anda konuşmuşlardı. “Görevi bahane ederek dedi.” Ayrıca o kelimeyi kullanırken olan ses tonu aşırı karizmatik gelmişti. Acaba daha önceki sevgilisi oldu mu? Sence oldu mu Feza adam karizmanın vücut bulmuş hali boş bırakırlar mı?

Kapının tıklatılması ile kendi iç sesim ile olan kavgamı sonlandırdım. Kapı açıldı gelen kişi Aras’tı. “Müsait misiniz?” Onaylandıktan sonra Aras içeri girip Ferda’nın yatağına oturdu. “Motorlar da bombalar da hazır. Yarış alanını da düzelttik şu ana kadar hiçbir pürüz yok.” Bu konuda Aras büyük emek sarf etmişti. “Teşekkürler sığırcık.” Aras gülümsemek ile yetindi. “Aras bana pembe motor yaptırdın değil mi?” Ferda’nın sözleri ile şok olmuş bir biçimde ona döndük. “Ferda sen ‘Barbie Girl’ müsün?”

Ezgi’nin tepkisi ile kahkaha attık. “Tamam ya heves etmiş işte ne olacak.” Ferda da çoğu kız gibi küçüklüğünden beri pembe rengini çok seviyordu. Bu yüzden gözüme daha da masum geliyordu. “Hazır, yarın sekizde yarış başlıyor biz yedi gibi gideriz.” Dedikten sonra Aras odadan çıkmıştı. Yarın için heyecanlıydım. Ezgi hevesle ellerini çırptı. “Hadi film izleyelim.” Bizim cevap vermemize fırsat kalmadan Ezgi ayağa kalkmış ve laptopu almıştı eline. “Ne izleyeceğiz?”

Ezgi laptopu açıp yatağa oturdu, sırtını yatak başlığına yasladı. Şanslıydık ki yatağım iki kişilikti. Ezgi’nin yanına geçip oturduk. “Hızlı ve Öfkeli izleyelim mi?” Önerdiği filmi onaylamıştık ve izlemeye başladık. Filmin sonuna geldiğimizde acıktığımı hissetmiştim. “Pizza mı söylesek ya?” Ferda bana öyle bir baktı ki bir an dediğim şeyi sorguladım. “Olmaz Feza fiziğimize dikkat etmemiz gerekiyor.” Burun kıvırdım ve nefes verdim. “Saçmalama Ferda vücut benim fizik benim istediğimi de yerim! Beni fiziğim için sevecek erkekleri de yerim.”

Ezgi kahkaha attıktan sonra telefonundan pizzacıyı aradı ve sipariş verdi. “İnanamıyorum size ya!” Ferda’ya dil çıkardım. “Git sen tatsız brokolini ye.” Ferda sıkıntı ile nefes verip kollarını bağladı. “Yok öyle siz yerseniz ben de yerim.” Ferda bu konularda asla dayanamazdı. Zaferime yakışır bir şekilde gülümsedim. “Ha şöyle yola gel.” Ferda dediklerime uyuz olup ağzını yankılamıştı. Onaylamaz bir şekilde cık cıkladım.

“O değil de pizzayı aşağıda bekleyelim. Şimdi bizim aç köpekler haber vermeden bitirir falan.” Düşüncesi bile sinirlenmeme yetiyordu. Hızla yataktan fırladım, kapıyı açıp merdiven korumalığına oturup aşağı kaydım. Ezgi ve Ferda benim aksime normal bir şekilde inmişti. “Rahat ol altı büyük boy pizza hepimize yeter.” Omuz silkip salona yöneldim. “Hanzade kuşum neredesin?” Salona girdiğimde Hanzade’yi bebeklerle oynarken gördüm. Yanına gidip öptüm ve yanına oturdum.

“Evcilik oynuyorum Feza sende oynamak ister misin?” Hanzade en tatlı hali ile gülümsedi bana. “Öğretirsen oynarım.” Buruk bir tebessüm ile cevap verdim. “Sen hiç bebekle oynamadın mı?” Cevap vermek yerine başımı salladım. “Ama Ferda oynamış hatta bu bebekler onun. Ama artık benim olmuş öyle dedi. Ferda bu zamana kadar yalnız mı oynadı bebekleri? Seni yanına almadı mı? İzin vermedi mi sana?” Hanzade üzülmüştü bu duruma. “Hayır tabi ki de ben sadece bebek oynamayı sevmezdim. Yoksa Ferda benimle paylaşırdı oyuncaklarını.”

Sadece Tuğba izin vermezdi beraber oynamamıza. Geceleri o uyuyunca birlikte resim çizer boyama yapardık. “Tamam sen anne bebek ol, bende çocuk olayım.” Dediğinde Hanzade’nin yüzü düşmüştü. “Ne oldu minik kelebeğim neye üzüldün?” Hanzade bebeği yere bırakıp bana baktı. “Ben annemi özlüyorum Feza.” Kendisi daha dört yaşındaydı ve anne diyebileceği kimse yoktu. Hanzade’yi kucağıma alıp sarıldım. Başımı kaldırdığımda abimin bize baktığını görmüştüm. “Uykum geldi benim. Beni sen uyutur musun Feza?”

Hanzade kucağımdayken ayağa kalktım ve yürümeye başladım. “Tabi ki miniğim benim. Okumamı istediğin masal var mı?” Hanzade yanımdayken içim huzurla doluyordu. Onunla vakit geçirmek terapi gibiydi. “Rapunzel.” Rapunzel Hanzade’nin en sevdiği masaldı. Haftada üç kez sıkılmadan onu dinlerken uyurdu. “Tamam sonra bir zaman filmini izleyelim mi beraber?” Odanın kapısını açtım ve içeri girdik. Hanzade’yi yatağına yatırdım ve masal kitabını elime aldım. “Olur ama yine duvardan izleyelim hep beraber.”

Projeksiyon diyemiyordu henüz o yüzden ‘duvardan izleyelim’ diyordu. “Olur miniğim izleriz.” Masalı açıp okumaya başladım. Hanzade üçüncü dakikada uyusa da masal okumaya devam ettim. Masal bittiğinde kitabı kapatıp yerine bıraktım. Hanzade’ye minik bir öpücük bıraktıktan sonra sessizce çıktım odadan. Tekrar salona indiğimde Aras ve Çağatay konsoldan oyun oynarken abim ve Kutay derin düşüncelere dalmıştı. Kızlar da dedikodunun bilmem kaçıncı evresindeydiler.

Abimin ve Kutay’ın ortasına oturdum. Bir elimi birinin, bir elimi diğerinin dizine koydum. “Karadeniz’de gemileriniz mi battı?” İkisi de elleri ile ellerimi tuttu. “Yok bir şey güzelim.” Gözüm Kutay’ı buldu “Bende de aynı şeyler.” İkisi de bir şey söylemeyince üstelemek istemedim. Yaralarını deşip tekrar kanatmaktan korktum belki de.

Yarış Alanı…

Alana yeni gelmiştik bizim dışımızda tek tük insan vardı. Yarışın başlamasına daha bir saat vardı. Erken gelenlere bira ikram ediliyordu. Toplanma alanında varillere ateşler yakılmış hoparlörden müzik açılmıştı. Kimisi tek, kimisi sevgilisi ile gelmişti. Yanımıza yeşil motorlu biri yaklaşmıştı ve motor oldukça tanık gelmişti. Dikkatimi yeni gelen motorcuya verdiğimde, motorcu kaskını çıkardı ve o güzel yeşil gözler ile karşılaştım. Gülümsediğimde göz kırparak cevap verdi.

Ezgi ve Ferda usulca yanıma geldiler. “Ya bu o değil mi?” Derin bir nefes verdim. “Sizde iyice liseli kızlara benzediniz be.” İkisi de aynı anda gülüştü. “Evet bu o yanımdan gidin de dikkat çekmeyelim.” Şu an flört ve benzeri konular ile meşgul olamazdım. Bir yarışa girecektik ve bu yarışta Gökalp de vardı. Yavaş ve kendimden emin adımlar ile Gökalp’in yanına gittim.

“Seni burada görmeyi beklemiyordum.” Dediğimde ufak bir kahkaha attı. “Tekrar görüşeceğimizi söylemiştim.” Kalp ritmim yine değişmeye başlamıştı. Siz bayım bana her ne yapıyorsanız bu benim hoşuma gidiyor. “Bu arada bana ters bakışlar gönderen senin ekip mi?” Bu sefer kahkaha atma sırası bendeydi. Yavaşça arkamı döndüğümde bizim ekibin hepsi bizi izliyordu. Tabi en ciddi ikili Aras ve abimdi. Kaşları çatılı bir şekilde Gökalp’e bakıyorlardı.

Çağatay bizi görünce yavaşça yanımıza gelmeye başladı. “Sen onların kusuruna bakma.” Gökalp tebessüm etti ve o güzel gamzesi tekrar ortaya çıktı. “Sorun değil.” Çağatay yanımıza geldiğinde elini Gökalp’e uzattı. “O sende mi buradaydın kral.” Gökalp, Çağatay’ın elini tuttu ve selamlaştılar. “Bensiz eğlence olmaz bilirsin kayınço.” Gökalp’in kullandığı son kelimeden sonra Çağatay ve ben afallamıştık. “Eyvallah. Feza ben bizimkilerin yanına gidiyorum.” Çağatay yanımızdan ayrılırken bende Gökalp ile selamlaştım ve bizimkilerin yanına gittim.

Motoruma yaslanıp bir dal sigara yaktım. Bizimkiler konuşurken ara ara dahil oluyordum. Onun dışında sürekli Gökalp ile bakışıyordum. Sigaranın bitmesine yakın yanıma yakından tanımadığım ancak hakkında araştırmalar yaptığım kişi gelmişti. Motorcu kardeşlerden büyük olanıydı. Kadir Zorlu kendisi yirmi sekiz yaşında olması ile birlikte, birçok suçun başında olan mafyanın varisiydi.

“Sizi daha önce görmedim sanırım ilk yarışınız.” Sigaramın dumanını üfledim havaya. Yavaşça dönüp baktım yüzüne aşırı meymenetsiz bir tipi vardı. “Aynen.” Kısa cevap vermek yeterliydi onun için. Ayrıca Gülşen gibi biri ile ortaklık kurdukları için ayrı bir nefret besliyordum onlara karşı. “Demek zor kızı oynuyoruz.” Eğilip saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirdi ve “Zorları severim.” diye fısıldadı kulağıma.

Sigaram bittiğinde bana dokunduğu elinin üzerinde söndürdüm sigaramı. Bu sefer eğilme sırası bendeydi. “Yılışık erkeklerden nefret ederim.” Yerimde dikleştiğimde Kadir ile göz göze geldik. Yüzünde ayrı bir mutluluk ifadesi vardı. Ayrıca acı namına bir belirti yoktu. Sigara söndürdüğüm elimden öptü ve yanımdan ayrıldı. Sabır dilercesine başımı çevirdiğimde Gökalp’in öldürücü bakışları Kadir’in üzerindeydi.

Benim olduğum tarafa baktı göz göze gelince hızla olduğum yere yürümeye başladı. Telaşla abimlerin olduğu tarafa baktım abimin gözü bendeydi. “O şerefsiz sana nasıl dokunur!” Diye kükredi Gökalp, verdiği tepki ile tek kaşım havalanmıştı. “Alması gereken cevabı aldı!” İkimizin de ses tonu biraz yüksek çıktığı için; abim, Kutay, Aras ve Çağatay yanımıza geliyordu. “Bu sana dokunduğu gerçeğini değiştirmiyor ama!”

Sıkıntı ile nefes vereceğim sırada abimin Gökalp’e yumruk atacağını anlamamla birlikte öne atılıp bileğinden tutmam bir oldu. Çocuk bir kez daha haksız yere yumruk yiyemezdi. Gökalp’e dönüp konuşmaya başladım. “Cezasını ben verdim zaten Gökalp, derin bir nefes al ve kendine gel.” Sözlerim bitince abimin bileğini bıraktım ve Gökalp’in yanına geçtim. “Buradan hiç kimse Gökalp’e vurmayacak. Anlaşıldı mı?” Abim hariç herkes beni onaylamıştı. Kaşlarımı çatıp abime baktım. “Anlaşıldı mı, dedim abi!”

Gökalp elimi tuttuğunda ona döndüm. Kendisi gülümsüyor ve bana bakıyordu. Aynı şekilde karşılık verdiğimde abim sıkıntılı bir nefes verdi. “Tamam, tek şartım yarıştan sonra tanışacağız!” Dedi ve hızla yanımızdan uzaklaştı. Biz bunları yaşarken diğerleri biralarını içiyor, dans edip eğleniyordu. En sonunda Gökalp ile baş başa kalmıştık. “Teşekkür ederim.” Çapkınca sırıttım, parmak uçlarımın üzerinde durup Gökalp’e biraz daha yaklaştım. “Neyim olarak?” Evet Gökalp’ten hoşlanıyordum ve bu konuda durmak yoktu. Ne var yani bu konuda yürüyen taraf ben olsam?

Gökalp mesajı aldığında beni kucağına aldı ve motoruma oturttu. “İzin verirsen sevgilin olarak.” Refleks olarak alt dudağımı dişlediğimde Gökalp güldü. “Bu teklifinizi düşüneceğim bayım.” İstemem yan cebime koy ayağında olabilirim. Ne var canım naz da mı yapmayalım. “Cevabınızı merakla bekliyor olacağım leydim.” Dedikten sonra burnumu sıkıştırdı ve yanımdan ayrıldı.

Motorcu kardeşlerin motoruna yarıştayken motor yerleştirecektik. Bunu yapan kişi Aras olacaktı. Kendi motorunu özel olarak tasarlatmıştı. Motorun başlamasına iki dakika kala herkes yerlerine geçti. Herkes son kontrollerini yapmaya başladı. Kaskımı ve ceketimi giydim. Havaya ateş edilince yarış başlamıştı. Gaza bastım ve yavaş yavaş hızlanmaya başladım. Daha da hızlı olmak adına ön tekeri kaldırdım ve gazlamaya başladım. Bana doğru hamle hissettiğim anda sol çaprazıma sürdüm.

Bana engel olmak isteyen motorcu için silahımı çıkardım ve motorun tekerine sıktım. Tekerin patlaması ile motorcu, motoru ile yerde sürüklenmeye başladı. Ama olan bu olay kimsenin umurunda değildi. Aras’ın yanına gittim ve gerekli mesajı iletip tekrar gazladım. Kadir’in beni geçmesi için yavaşladığımda tam tahmin ettiğim gibi Kadir beni geçmişti. Arkamı dönüp Aras’a baktım, sonrasında Aras motorun turbosunu açıp Kadir’e rahatlıkla yetişti. Özel olarak hazırladığımız bomba olması gerektiği yerdeydi artık.

Aras’ı abisinden uzaklaştırmak isteyen Kenan hızlandı. Aras bunu anlayınca ani bir fren ile Kenan’ın onu geçmesini sağladı. Bundan sonrası Kutay’a aitti. Bu sefer Kutay tek teker üzerinde Kenan’ın yanına gitti ve ikinci bombayı başarı ile yerleştirdi. Dikkat çekmemek adına daha da hızlanıp Kenan ve Kadir’in önüne geçti. Biz de o sırada tek sıra haline gelmiştik. Gökalp benim yanımdaydı.

İlk sağıma, sonra soluma dönüp başımı salladım. Aynı anda hızlanıp turboyu açtık. Kenan ve Kadir’den yeteri uzaklıkta olduğumuza karar verdiğimde kumandanın tuşuna bastım. Yüksek sesle birlikte önce sağ tarafımız, sonra da sol tarafımız alev almıştı. Motorcu kardeşler lakapları ile son bulmuştu. Ancak bir sorun vardı. Gözlerim karıncalanıyordu ve bu giderek artıyordu.

 

 

Gökalp’in Gözünden

Ne olduğunu anlamadan arkamdaki iki motor patlamıştı. Tek bildiğim şey bu işin altında Feza’nın olmasıydı. Yarış boyunca Feza’nın ya önünde ya da arkasındaydım. Gözümü yoldan ayırıp Feza’ya baktığımda bir terslik olduğunu anlamıştım. Hiçbir neden yokken motor dengesini kaybetmiş ve düşüyordu. Hızla motorun yanına gittim ve Feza’yı kucakladım. “Ayda iyi misin?” Gerçek ismini bildiğimi bilmiyordu. Kendisini Ayda olarak tanıttığı için bende öyle devam ettirmiştim. Her ne kadar seslensem de herhangi bir ses yoktu. Hızlıca motoru kenara çektim ve Feza’nın kaskını çıkardım. “Siktir!” Feza’nın burnu kanıyordu ve bayılmıştı.

Ekip de hızla yanımızda durup bana baktı. “Ne oluyor?” Bu soruyu soran Ferda’ydı hepsi fazlasıyla endişelenmişti. “Bayılmış hastaneye götürüyorum takip edin beni.” Bir kişi hariç hepsi oldukça şaşırmıştı. “Sikeyim, gelmemesi gerektiğini söylemiştim.” Cevap verme gereği duymadan Feza’yı daha güvenli bir konuma alıp gazladım. Genellikle bizim gibilerin gittiği bir hastane vardı ve bu hastaneyi ‘Çilenin Evlatları’ da kullanıyordu. Kendilerinin bu isimde grup konuşmaları vardı.

Hastanenin önünde durduğumda ayaklarım ile motoru dengede tutup tek elimle kaskımı çıkardım. Sonrasında Feza’yı kucağıma alıp hızla hastaneye girdim. Beni gören hemşirelerden biri sedye getirdiğinde istemeyerek de olsa Feza’yı sedyeye bıraktım. Acile girerken Feza’nın elini tutuyordum ve hâlâ bir tepki yoktu. Gözünden damlayan yaş haricinde. “Sizi içeri alamayız beyefendi. Burada bekleyin lütfen.” İlk müdahale odasına giderken, Feza’nın eli yavaşça kayıp gitti.

Olduğum yerde çakılmıştım sanki. Dünyadaki tüm ağaçlar herkese oksijen saçarken bana karbondioksit salgılıyordu adeta. Nefes almak acı veriyordu bana. Ona yıllar sonra kavuşmuşken tekrar kaybetmek istemiyordum. Benim aciz bedenim bunu kaldıramazdı. Omzumda hissettiğim el ile irkildim. Arkamı döndüğümde çocukluğumu gördüm. “Neyi var?” Ferda’nın sorusuna sadece omuz silkmekle yetindim. Bende bilmiyordum çünkü.

 

 

“Kanser.” Aybars’tan gelen kısık ve aciz cevaptan sonra ona döndüm. Duvarın dibine çökmüş göz yaşı döküyordu. “Ne kanseri abi saçmalama.” Ferda bu duruma inanmak istemiyordu. Konuşurken sesi titremişti. “Saçını neden kesti sanıyorsunuz? Son zamanlarda ne kadar zayıfladı hiçbiriniz fark etmedi mi?” Aybars, Feza’ya olan ilgisizliğe kızıyordu. “Bir tedavisi vardır ama değil mi?” Duyduklarımın ağırlığı vardı üzerimde. Bacaklarım bu aciz bedenimi taşımıyordu sanki. Olduğum yere çökmemle gözlerin beni bulması bir olmuştu.

“Sen kimsin? Ne işin var kardeşimle?” Aybars, Aras’a cevap vermek yerine beni sorgulamıştı. “Gökalp ben, hatırlamanız zor ama küçükken hep birlikte oynardık.” Aras’a baktım, hatırlamak için kendini zorluyordu. “Aras hatırlıyor musun? Sen, ben ve Ayda hep eğitime gönderilirdik. Hatta Ayda’nın pes ettiği zamanlar onu sırtımda taşırdım.” Aras bir şeyler hatırlamış olacak ki gözlerini yumdu. “Çağatay seninle kartondan uçak yapardık. Pilot olup uçmak isterdin hep.” Kutay’a baktım küçükken hep kavga ederdik. “Kutay seninle hiçbir zaman Ayda’yı paylaşamazdık. Sürekli kavga ederdik.” Hepsinin gözü dolmuştu, onlarda özlemişti. Ezgi ve Ferdaya baktım. “Her ne kadar sevmesem de sizin çay partilerinize gelirdim.” Ezgi ve Ferda buruk bir tebessüm etti.

Hepsi etrafımda toplanıp bana sarıldı. Bir kişi hariç o da Aybars’tı. Birbirimizden güç alarak ayağa kalktık. O sırada doktor gelmişti yanımıza. Duyacağım haberden korkuyordum. “Ayda hanıma daha önce de söylemiştim. Kemoterapiye başlamamız gerek. Diğer bir tedavi yöntemi kemik iliği nakli. Uyumlu iliği bulursak hastalığı atlatma ihtimali o kadar yüksek.” Ferda göz yaşlarını sildi. “Ben veririm iliği.” Doktor buruk bir tebessüm etti. “Gerekli tetkikler yapılması lazım. İsterseniz hepinize test yaptırabiliriz.” Aybars ayağa kalktı ve yanımıza geldi. “Ne gerekiyorsa yapmaya hazırız.” Hepimiz tek tek onaylamıştık Aybars’ı.

“Tamam yarın sabah testler yapılacak, hemşireler size yardımcı olacaktır. Hastanın yanına girebilirsiniz ancak çok yormayın. Geçmiş olsun.” Doktor yanımızdan gittiğinde arkasından baka kalmıştık. Aybars odanın kapısını tıklatıp içeriye girdiğinde bizde takip ettik. Açıkçası kendimi berbat hissediyordum ve bu durumu Feza’ya yansıtmamak için dualar ediyordum. İçeriye girdiğimizde Feza her birimize baktı. Gözleri en son beni bulduğunda yanına gittim. İlk önce anlına minik bir öpücük kondurdum sonrasında yatağa oturdum. “Nasıl hissediyorsun kendini?” Başını arkasına yasladı, iyi hissetmediği ortadaydı. “İyiyim.” Fazla üstelemek istemedim. Onun yerine elini tutup güç olmak istedim.

Bu durumdan Aybars çok memnun değildi. Fakat bu durum benim de umurumda değildi. Yıllar sonra çocukluk aşkımı bulmuştum, hasret gidermem gerekirken uzaktan izleyemezdim. “Gökalp çiçeklerin sahibi sensin değil mi?” Feza’nın sorusu ile başımı kaldırdım. “Evet.” Anlayacağını tahmin etmiştim zaten. Feza gülümsedi ve elimi sıktı. “Teşekkür ederim gök kuşu.” Feza çocukluğumuzu hatırlıyordu. Elini öptükten sonra elini yanağıma koydu. “Rica ederim.” Daha fazla yorulmaması adına elini alıp yatağa bıraktım.

O güzel saçlarına demek bu yüzden veda etti. Küçükken Tuğba ceza olması için Feza’nın saçını kesmişti. Feza bunun üzerine çok ağlamıştı her yeri kırıp dökmüştü. Saçlarını toplayıp yapıştırmaya çalışmıştı. Olmayınca da kaçıp ormandaki ağaç eve saklanmıştı. Günlerce yemek yememişti. En sonunda ona Rapunzel masalını anlatmıştım. Ama bu sefer Rapunzel’in saçını sevdiği adam değil, kötü cadı kesiyordu. Sevdiği adamın aşkı ile de saçları uzuyordu. Saçı uzamaya başladığında bana ‘bak alp saçım senin sayende yeniden uzuyor’ deyip beni öpmüştü. Bu zamana kadar yaşadığım en güzel anlar onun sayesindeydi.

“Neden söylemedin bana, neden sakladın benden?” Ferda ağlamamak için kendini sıkıyordu ve bu her halinden belli oluyordu. “Ben daha yeni kabullendim.” Feza’nın yaşama dair bir umudu yoktu. Feza bu dünyaya genç yaşında veda edeceğini düşünüyordu. Ama bilmediği bir şey vardı ya benimle evlenip benimle yaşlanacak ya da bende onun arkasından bu dünyaya veda edeceğim.

Aras, Çağatay ve Ezgi duygularını çok iyi saklaya biliyordu. Ancak Kutay yakın zamanda kardeşini kaybettiği için oldukça hassastı bu yüzden odada çok durmadan çıktı. “Şey ben uyumak istiyorum. Sizde eve gidin kendinize gelin.” Feza herkesin gitmesini istemişti. “Ben buradayım.” Aybars bunu reddedince Feza elimi sıktı. Ona baktığımda zaten bana baktığını gördüm. “Gökalp burada abi. Lütfen hem Hanzade evde yalnız sana ihtiyacı var.”

Ferda zorluk çıkarmadan kalkmıştı ve Aybars’ın da kalkmasına yardım etmişti. Hepsi Feza ile görüştükten sonra odadan çıkmıştı. Aybars çıkmadan bana telefon numarasını vermiş herhangi bir durumda ilk onu aramamı söylemişti. “Gökalp.” Benim ismim en güzel ondan çıkıyordu. Adım onun ağzında can buluyordu adeta. “Efendim güzelim.” Yanındaki koltuğu çekip oturdum. “Bana söz ver. Buradan çıkınca lunaparka götüreceksin beni. Yıllar önce kurduğumuz hayali gerçekleştireceğiz.”

Küçükken arkadaşlarımızla birlikte lunaparka gitme kararı almıştık. Feza lunaparka gitmek için oldukça heyecanlıydı. Sürekli bineceğimiz oyuncaklarda, kazanacağımız peluşlardan bahsediyordu. İzin istemek için eve gittiğinde babası ona kızmış ve lunaparka gitmesine izin vermemişti.

Bunu benim yanıma gelip ağlayarak anlatmıştı. Bende ‘Olsun o zaman bende seni ormandaki balon patlatma yerine götürürüm.’ demiştim. Feza bunu duyunca gözlerindeki yaşları silmişti. Bütün gece uyumayıp balon şişirmiş, evdeki peluşlarımı ormana saklamıştım. Bütün arkadaşlarımız lunaparkta eğlenirken biz kendi dünyamızda kahkahalar atıyorduk.

“Yeter ki sen iste güzelim.” Deyip o güzel saçlarından öptüm. Feza gülümseyerek gözlerini yumdu ve uyumaya başladı. Tüm gece onun başında beklemiştim. Nefeslerini kontrol etmiştim, sanki bebekmiş gibi. Saat sabaha doğru beş gibi aklıma gelen fikir ile harekete geçtim. Feza için VIP odalardan birini kapatmıştım. Arif’ten peluş oyuncak, led ışıklar ve bir tane hariç yapay lotus çiçekleri istemiştim. Yaklaşık bir saat içinde hepsini bulmuş ve hastaneye getirmişti.

Birlikte odaya çıkıp odayı süslemeye başladık. Duvarlara renkli ledlerden yerleştirmiştik. Peluşları ve çiçekleri düzenli bir şekilde yerleştirdikten sonra, elime canlı çiçeği alıp Feza’nın olduğu odaya gittik. Kapıyı tıklatıp açtığımda Feza’nın uyandığını görmüştüm. Çiçekleri asıl sahibine teslim ettikten sonra hemşirelerden yardım isteyip Feza’yı VIP odaya götürmek için hazırladık. “Nereye gidiyoruz?” Feza’nın yürümesi için destek oluyordum. “Asıl odaya gidiyoruz güzelim.” Feza cevap vermek yerine başını sallamıştı.

Odanın kapısı açıldığında Feza’nın yüzündeki şaşkınlığa karışık mutluluk her şeye değerdi. “Odana hoş geldin.” Feza benden ayrılıp odaya girdi ve tek tek inceledi her yeri. “Gökalp burası çok güzel olmuş.”

 

 

 

 

Feza’nın Gözünden

Tedavi yaklaşık bir buçuk aydır devam ediyordu ve her şey iyiye gidiyordu. Ailem benim iyi ve mutlu olmam için ellerinden gelenleri ardına koymuyorlardı. Odam çeşitli oyuncak, çiçek, fotoğraf ve Hanzade'nin benim için çizdiği resimlerle dolup taşmıştı. Beni ilaçlar değil sevgi iyileştiriyordu. Bana en iyi gelen ilaç ailemdi. Özellikle Gökalp yanımdan bir an bile ayrılmıyor, gözlerimin içine bakıyordu.

Kendisini duş alıp rahatlaması için evine göndermiştim. Elimde olan albüme bakıyordum. Bizim bu zamana kadar fotoğraf albümümüz olmamıştı. Ama şimdi vardı ve çok güzeldi. Kapı çaldığında elimdeki albümü kapatıp kapıya baktım. "Gelebilirsiniz." Kapı açıldığında daha önce hiç görmediğim birini görmüştüm. Kendisi kırk beş, elli yaşlarındaydı. "Geçmiş olsun Feza Bozoğlu." Adamın bana asıl ismimle seslenmesi ile afallamıştım. "Teşekkürler." Adamın üzerinde takım elbise vardı. Yanında bir tane bile koruma yoktu.

Oturduğum yerde dikleştim ve adama baktım. "Seni bir süre misafir etmek istiyorum. Amacına ulaşacağın bir sürü bilgi var bende." Boş gözlerle adama bakıyordum. Karşımdaki kişi kimdi ve benim amacımı nereden biliyordu. "Üzgünüm ama benim teda-" Adam sözümü bıçak gibi kesmişti. "Tedavi olabilmen için oda hazırlandı ve iyi doktorlar getirildi." Duyduklarım karşısında ağzım açık kalmıştı. Adam tüm samimiyeti ile bana gülümsüyordu. "Rica ediyorum Feza amacım sana zarar vermek olsaydı şimdiye kadar işimi halletmiştim."

"Peki ailem?" Adam anlayışlı bir şekilde gülümsedi. "Abin bizi bekliyor." Bu iş daha da garipleşmeye başlamıştı. Yataktan kalkıp terliğimi giydim. "Tamam gidelim bakalım." Yürümeye başladığımda aklıma gelen soru ile durdum. "Bu arada isminiz neydi?" Adam destek olmak amacıyla koluma girdi. "Ural Altınsoy. Bu ismi aklına kazı çünkü bundan sonra bu ismin adı altında yaşayacaksın." Kafam karman çorman olmuştu.

Hastaneden çıkmış ve lüks bir minibüse binmiştik. Yol oldukça sessiz geçmişti, bende bu sessizliği fırsat bilip düşüncelere dalmıştım. Aklımda farklı farklı teoriler vardı. En sonunda geleceğimiz yere gelmiştik. Kapı açıldığında inmem için korumalar yardım etmişti. Arabadan indikten sonra başımı kaldırdım ve geldiğimiz yere baktım. Burası malikaneden ziyade saraya benziyordu ve ev oldukça iyi korunuyordu.

 

Güler yüzlü tatlı bir kız yanıma geldi. "Hoşgeldin Feza." Dedikten sonra bana samimi bir şekilde sarıldı. Bakıldığı zaman benden bir iki yaş büyük olduğu anlaşılıyordu. Sarılmasına karşılık verip gülümsedim. "Hoş buldum." Kız koluma girdi ve yürümeye başladık. "İsmini çok duydum beklediğimden de güzelmişsin." Kızın konuşma tarzı oldukça tatlıydı. Hareketlerinde ve konuşmasında hiçbir sahtelik yoktu.

"İltifatınız için teşekkür ederim." Kız aniden durdu ve alınmış gibi bir ifadesi vardı. "Lütfen, bana Neşe demen yeterli." Karakterine uygun bir ismi vardı. Mahcup bir şekilde gülümsedim ve yürümeye devam ettim. "Memnun oldum." Neşe ile birlikte malikaneye girdiğimizde içerinin de oldukça şık bir şekilde dizayn edildiğini görmüştüm. Salona geçtiğimizde beni baş köşeye oturtmuş kendisi de yanıma oturmuştu.

En sonunda Ural Bey ve abim yan yana girmişti salona. Abim beni görür görmez yanıma gelmiş ve sarılmıştı. Birlikte oturduktan sonra Ural Bey'e baktık. "Ben babanız Hakan'ın can dostuyum. Aynı zamanda yer altının başkanı benim." Duyduklarımla şaşırmıştım, Ural bana bakıp konuşmaya devam etti.

"Gökhan seni kaçırdığında daha doğrusu sizi kaçırdığında birkaç saat içinde sizi bulmuştuk. Ancak sizin eğitilmeniz için Gökhan'a emirler vermiştik. Yani sizi biz eğitirken Gökhan kendisi eğitiyor sanmıştı. Gökalp benim manevi oğlum son eğitiminiz de onu yanıma aldım ve ben büyüttüm."

Duyduklarım karşısında ne hissedeceğimi ve düşüneceğimi bilmiyordum. Ural derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. "Gökhan'ın karısının ve çocuklarının yerini biliyorum hatta izliyorum. Gülşen'in cenazesinde Gökhan'ın ağladığını fark ettin mi?" Ural cenazeye gelmişti. Aslında o bizim içimizdeydi ama biz farkında değildik. Ural'ın sorusuna başımı sallayarak cevap vermiştim.

"Gökhan'ın karısı Gülşen'in kardeşi. Gökhan aslında Gülşen'e âşıktı ve onunla evlenmek istiyordu. Ancak o dönem Hülya yani Gülşen'in kardeşi hamileydi. Gökhan'a âşık olduğunu sanan takıntılı bir kadındı. Çocuğun suçunu Gökhan'ın üzerine attı ve onunla evlendi." Duyduklarımla afallayıp kalmıştım. Gökhan'ın böyle bir şey yaşayabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi.

 

"Gökhan'ın kendi çocuğu yok mu?" Ural başını sallamıştı "Bir kızı ve bir oğlu var Hülya'dan." Kafamın içi aşureye dönmüştü. "Madem o kadınla zorla evlendi neden iki çocuk yaptı o zaman?" Abim sorulabilecek en mantıklı soruyu sormuştu. "İlk başta çıkarları uğruna olsa da sonradan o çocuklarla bir bağ kurdu, çocukların bir dediğini iki etmedi ve oldukça şımarık yetiştirdi." Oysa benim sevincim ve eğlencem onu rahatsız ederdi.

Dünya çok adaletsiz bir yerdi ve çoğu çocuğun hayallerini öldürüyordu. O çocuklardan biri de bendim. Çok küçük yaşta başladım ben adam öldürmeye, üstelik bu bana oyun olarak öğretilmişti. Çocukluğumun intikamını elbette alacaktım. "Çocukları şu an nerede?" Gökhan'dan intikamımı alacaktım ve bu kendi çocukları sayesinde olacaktı. "İsviçre'de gelmelerine birkaç ay var." Plan yapmam için birkaç ayım vardı yani, tabi o kadar yaşayabilirsem.

Kendine gel Feza karamsarlık yok. Tedavi sürecindesin ve her şey mükemmel ilerliyor. "Fabrika bulabilir misiniz bana?" Tüm planlarım tek bir yerde gerçekleşecekti. Ural bana sorgulayarak bakıyordu. Zannımca beni çözmeye çalışıyordu, üstelik ben bile kendimi çözememişken. "Kolaylıkla." Duyduklarımla sinsice güldüm, artık Gökhan sona yaklaşıyordu.

"Planın ne?" Abime baktığım sırada zil çaldı, sonrasında hizmetli bir kızın sesinden sonra Gökalp'in sesi yankılandı evde. "Efendim, meşgul olduğunuzu söyledim ancak-" Ural tek bir hareketi ile hizmetli kızı susturdu. Gökalp ilk bana sonrasında Ural'a baktı. "Sen ne hakla Feza'yı hastaneden alırsın? Hasta olduğunu ve vücut direncinin düşük olduğunu bilmiyor musun?"

Gökalp'in yeraltının başkanı ile nasıl bu kadar cüretkâr konuşabildiğini ve nasıl yerimi kolaylıkla bulduğunu merak etmiştim. "Bunun için bir haftadır evi dezenfekte ettirdim zaten. İşlerime karışma cüretinde bulunmaktan vazgeç!" Kafam allak bullak olmuştu. "Bunu bana sen mi diyorsun?" Ural sert bir bakışla Gökalp'e baktı, fakat bu durum Gökalp'in umurunda olmadı. "Benimle saygılı konuşacaksın! Karşında arkadaşın yok senin!"

Bu tartışmayı sonlandırmak istiyordum ancak, Ural'a karşı gelme düşüncesi beni oldukça geriyordu. "Senin de karşında çocuk yok!" Hafif öksürüp aralarındaki konuşmayı sonlandırmış, bana bakmalarını sağlamıştım. "Kesici ve delici aletler, çeşitli asitler, farklı yılanların zehirleri ve panzehirleri, son olarak teknolojik aletler." Odada derin bir sessizlik ile herkes bana bakıyordu.

 

Çok etkili bir susturma yöntemi bulmuşum, helal kız bana. "Ne yapacaksın bunlarla?" Gökalp olaya sonra dahil olduğu için konuya hâkim değildi. Bu yüzden bu soruyu ancak o sorabilirdi. "Planın bir parçası diyelim." Ural bana psikopatmışım gibi bakıyordu. "Siz tımarhane yerine yanlışlıkla kemoterapiye yatırmış olabilir misiniz?" Bir şey hakkında yanılsam ön dişlerimi komple sökeceğim zaten! Bu lafın altında kalmamak adına öne doğru eğildim.

"Ural Bey sanırım birkaç yıl sonra kendi evinizde olmak yerine, palyatif bakımda olmayı tercih ediyorsunuz?" Palyatif bakımda ölüme yakın hastalar yatardı ve genelde bu hastalar altmış beş yaş üstü olurdu. Abim ve Gökalp gülmemek için kendilerini zor tutuyordu. Ural'ın dudağının kenarı hafifçe kıvrılmıştı. Sanırım benim yerime onu tımarhaneye yatırmamız gerekecek. "Komik şakaydı."

“Öyle mi? Ben ortada şaka görmüyorum.” Cevabım ile salondaki herkes bana şaşkınca bakıyordu. Bir kişi hariç. Gökalp’in gözlerinde tamamen gurur ifadesi vardı. “Sen ciddisin.” Ural’ın tepkisine otuz iki diş sırıttım. “Fazlasıyla.” Bir anda nasıl yürek yedim, ben bile bilmiyorum.

“Abi benim bir arkadaşıma ulaşmam gerekiyor. Tüm işi onunla yapacağım.” Abim kim olduğunu sormak için göz kırptı. “Didem Soydan.” Kendisi karakteri karışık biriydi. Keskin zekâsı bazen beni bile korkutabiliyordu. “Kırk altılık Didem mi?” Gökalp’in sorusu beni oldukça şaşırtmıştı. “Evet. Tanıyor musun onu?” Bu sefer sırıtma sırası Ural’daydı. “Onu da ben yetiştirdim.” Öğrendiğim bilgi ile oldukça mutlu olmuştum.

Bu Didem’e daha çabuk ulaşacağımı belli ediyordu. “O deli ile nasıl işin olabilir?” Herkes Didem’i deli sanıyordu ancak gerçekleri tek ben ve Didem biliyordu. Siz onu deli sanmaya devam edin. Böylesi daha eğlenceli. “Orasını sonra konuşuruz canım.” Şimdiden heyecanlanmaya başlamıştım.

Didem’in gelmesi ile işler daha eğlenceli bir hâl alacaktı. “Seni odamda bekliyor olacağım Gökalp. Bu konu burada kapanmadı.” Ural kalkıp yanımızdan ayrılacağı sırada Gökalp durdurmuştu. “Konuşacaksan burada da konuşabilirsin. Ayrıca sana naçizane bir tavsiye, eski Gökalp’i arama boşuna. BULAMAZSIN!” Gökalp bir hışımla bileğimden tutup beni ayağa kaldırdıktan sonra yürümeye başladı.

 

Kafam Ural Bey sayesinde allak bullak olmuştu. Ne düşünmem gerektiğini ve neden burada olduğumu bilmiyordum. Ural Bey ayağıma gelen bir şanstı benim için Gökhan hakkında fazlasıyla bilgiye sahipti ve en önemlisi düşmanımın düşmanıydı. Fırsat ayağıma kadar gelmişti ve benim geri tepmeye niyetim yoktu. Tabi bir tuzağın içinde değilsem…

Tamam Ural ile Gökalp arasında bir ilişki vardı bu bir gerçekti ancak Ural’a yüzde yüz güvenmem için hiçbir neden yoktu. Merdiven yerine asansöre binmiştik, bir evde neden asansör olurdu ki? Asansörün kapıları açıldığında ilk bizi uzun bir koridor karşıladı. Koridorda pek çok tablo ve vazo vardı, çoğunun şaheser olduğuna yemin edebilirim.

Koridorun sağdan dördüncü odasına kadar yürüyüp içeriye girdik. Kapsamlı bir hastane odasından farksızdı. Fazlasıyla hijyenik ve steril duruyordu. Anladığım kadarıyla bu oda benim için hazırlanmıştı ve sıkılmamam için kitaplıkla televizyon konmuştu. Yatağın yanındaki komodinde kullanmam için konulmuş laptop ve telefon vardı.

Fakat ben onlar yerine kendi eşyalarımın getirilmesini isteyecektim. Laptop belki de bilgi kaçırmak için yerleştirilmiş bir araçtı. Ezgi’yi laptopun içine sızdırmadan hiçbir şekilde emin olamaz ve önemli bilgilere yer veremezdim. Öyle bir şey yapsam bile şifreli terimlere yer verirdim. Gizlilik bizim için önemli bir yere sahipti, herkeste olduğu gibi.

“Ben senin için temiz kıyafetler getireyim.” Gökalp’e cevap vermek yerine etrafı kontrol etmeye başladım. Yatağın karşısındaki saati gördüğümde sandalye çekip üstüne çıktım. Duvardaki saati elime alıp herhangi bir kamera var mı diye kontrol ettim. İçinde bir şey olmadığına emin olduktan sonra geri yerine taktım ve sandalyeden inip yerine koydum.

Tekrar etrafa göz gezdirdiğimde bu sefer kitaplığa yöneldim. Kitaplıkta genel olarak dünya klasikleri yer alıyordu. Herhangi bir garipliğe rastlamadığım için içimdeki sevince engel olmadım. Ural şu ana kadar artı bir güven kazanmıştı. Umduğum ve dilediğim tek şey güvenimi kaybedecek bir harekette bulunmamasıydı.

Koridorda duyduğum adım sesleri ile hızla pencerenin önüne geçtim ve sanki dışarıyı izliyormuş gibi bir izlenim verdim. Gelen tabi ki de Gökalp’ti ellerinde bana uygun olacak temiz kıyafetler vardı. “Duş almak ister misin?” Açıkçası şu an sıcak bir duş fena olmazdı. Yaşadığım şeyler beni oldukça yormuştu ve dinlenmeye ihtiyacım vardı. “Kesinlikle.” Gökalp’in elinden kıyafetleri aldım ve yanağına minik bir öpücük kondurdum. “İyi olacağım.” Dedikten sonra odadaki banyo kısmına geçtim ve kapıyı kilitledim.

Hızlıca işimi bitirdikten sonra hâlâ var olan saçlarımı kurutup taradıktan sonra odaya geçtim. Odaya döndüğümde Gökalp’in yanında doktoru gördüm. İşaret parmağım ile doktoru gösterdiğimde Gökalp yerine doktor cevap vermişti bana. “Bazı testler yapmak için geldim.” Doktorun bozuk Türkçesi ile yabancı olduğunu anlamam zor olmadı. Odadaki sandalyeye oturup kolumu uzattım, detaylı kan testi yapılacak ve hastalığın durumuna bakılacaktı.

Doktor elindeki çantayı masaya bırakıp açtı. İçinden gerekli malzemeleri aldıktan sonra yanıma yaklaştı. Damarı bulmak için lastiği koluma takıp sıkıştırdı damarımı bulması çok da zor olmadı. Kolumu ilk önce alkol ile ıslattıktan sonra iğneyi batırıp tüple kan almaya başladı. Altıncı tüpü de aldıktan sonra eşyalarını da alıp bizi Gökalp ile baş başa bıraktı. Dediğine göre üç güne sonuçlar çıkarmış.

Bu hastalık benden çok Gökalp’i yormuştu. Her gece tedirgin uyuyor, gün boyu da yanımdan ayrılmıyordu. Hastalık yüzünden kilo kaybederken, Gökalp de yorgunluktan kilo kaybı yaşıyordu. Eskiden ışıl ışıl olan yüzü şimdi parlamıyordu sanki. Gözaltları morarmıştı. Onun bu haline baktıkça içimde barındırdığım suçluluk duygusunu bastıramıyordum.

Aklıma gelen fikirle gülümsedim “Gökalp akşam 7.30’da hazır ol.” Onu yemeğe çıkaracaktım. Böylece hem keyifli vakit geçirecektik hem de yemek yediğine emin olacaktım. “Bir yere mi gidiyoruz?” Başımı keyifle salladım ve yanına gidip ellerini tuttum “Seni yemeğe çıkartıyorum.” dediğimde bana baktı, gülümsedi. Bu bakışı ve gülüşü görmek sanki yaşadığımı hissettiriyordu bana.

Küçükken onunla vakit geçirirdim genelde, en çok onunla eğlenir onunla gülerdim. Ama o benden gittiği zaman güzel olan şeylerde gitmişti sanki. Daha küçücük çocukken canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Tek düşündüğüm ve düşlediğim onu tekrar görebilmekti ve yıllar sonra bu gerçekleşmişti. Şimdi o benim karşımdaydı ve ben onu yemeğe çıkarıyordum. Hayat oldukça garipti dünü biliyorsun, bugünü yaşıyorsun, yarını bilmiyorsun.

Gökalp’ten ayrılıp koltuğa oturdum ayakta dikilmiş bana bakıyordu. “Hadi ama akşam böyle gelecek değilsin her halde?” Gökalp başını salladıktan sonra hızla odadan çıktı. Bu haline güldüm salak heyecandan konuşmayı unutmuştu.

Birkaç yıl önce Gökalp ile tekrar görüşecek hatta yemeğe çıkacaksınız deseler güler geçerdim. Ama şu an gerçekti, yaşadığım her şey gerçekti bunlardan en önemlisi Gökalp’in beni bu kadar sevip üzerime titremesi gerçekti.

Odamda duran dolaba doğru ilerledim kapağını açtığımda tahmin ettiğim gibi benim için kıyafetler yerleştirilmişti. İçlerinden en rahat gözükeni giyinecektim, belki de özel bir yemek olacaktı ama bu yemeği özel kılan kıyafetlerimiz olmamalıydı. Mesela deniz kenarında balık ekmek yemekte özel olabilirdi. Pahalı restoranlar rüküş kıyafetler yemeği özelleştirmezdi. Yemeği önemli kılan karşındaki insan ile geçirdiğin keyifli vakitti bana göre.

Karşındaki insanın kıyafeti değil, taşıdığı yüreği önemliydi. Sonuçta bir kıyafeti çekici bulursun ama o kıyafeti taşıyan insana âşık olursun. Bu zamana kadar Ferda’nın türlü türlü romantik akşam hayallerini dinlemiştim. Onu yemeğe çıkaran çocuk güzel bir smokin giyinmek zorundaymış. Mumlar, güller, romantik müzikler… Her dinlediğimde bunların gereksiz olduğunu söylemek istesem de kendimi hep durdurdum. Sonuçta kardeşimin hayallerine karışma gibi bir hakkım yoktu ve bunun oldukça farkındaydım.

Kapı tıklatılır tıklatılmaz açılmıştı ve içeriye Çağatay ile Aras girmişti. Bana dokunmadan önce kapının yanındaki el dezenfektanını ellerine sıkmışlardı. “Bizi çok korkuttun.” Bana ilk sarılan Aras olmuştu bunun yüzünden geriye itilen de. “Feza beni nasıl aldatırsın?” Bana sarılır sarılmaz ağlama numarası yapıp omuzlarını indirip kaldırıyor ve höykürerek ağlıyordu.

Oyununa ayak uydurarak, kendimi ondan çektim ve omuzlarından tutup göz teması kurdum “Aynı anda ikinizi de seviyorum Çağatay, buna alışsan iyi edersin Gökalp senin kuma-” lafımı bitirmeden Çağatay işaret parmağı ile dudağıma baskı uyguladı, başını eğdi. “Bir kelime daha etme çünkü inanırım.” Birbirimize gülerken Aras oturduğu yerden bizim delilik seviyemizi ölçüyor gibiydi.

Ellerini yavaşça çarpıp bizi alkışlamaya başladı. Sağ ayağını, sol bacağının üzerine koyup yanındaki komodinde duran suyu aldı ve yudumladı. “Bu gösteri için ikinize de teşekkür ederim.” Çağatay ile birbirimize bakıp sırıttık ve el ele tutuşup öne doğru eğildik.

“Gelelim sebebi ziyaretimize.” Aras yüzüme bakıp gülümsedi. Konuşma ne kadar sürecek bilmiyordum bu yüzden elimdeki elbise ile yatağa geçirip oturdum ve Aras’ı dinlemeye başladım. “Akşam sonuçların çıkacak güzel kızım ve ben inanıyorum ki o sonuçlar sayesinde sevinç dolu kahkahalar atacağız.” Aras’ın bu ümit dolu sözleri ile gülümsedim.

Önceden iyileşeceğime dair ümitlerim yoktu ancak şimdi inanıyordum. Eski sağlığıma kavuşacak ve mutlu bir hayat sürecektim. İlaçlar değildi insanı iyileştiren, bu dünya değildi insanı hasta eden. Her iki şeyin ucunda da insanlar vardı aslında. İyileşirdin çünkü sevdiğin insanlar sana ilaç olurdu, hastalanırdın çünkü etrafındaki insanlar ruhunu çürütürdü.

“Buna bende inanıyorum sığırcık.” Cevabım ile Çağatay ve Aras kısa bir an göz göze geldiler ve bana sarılmak için aynı anda hamle yaptılar. “İşte bizim kızımız bu.” Önceki ruh halim ve psikoloji durumum onları üzüyordu, her ne kadar bunu bana belli etmek istemeseler de anlıyordum. Gerçi kim kardeşini ölüme terk etmek isterdi ki?

“O zaman gece eğlence var.” Çağatay ayağa kalkıp ellerini yukarda birleştirdi ve göbek atmaya başladı. Tabi kendince ağzından ritimlerde çıkarıyordu. “Feza’nın iyileştiğine emin olana kadar dışarı çıkamayız Çağatay.” Çağatay, Aras’ın söylenmesine karşı eğilip yüzünü tuttu ve anlından öptü.

“Sen merak etme ben Ural Bey Amcacığımla çok iyi anlaştım.” Çağatay’ın bu haline güldüm. Saate baktığımda henüz beşi çeyrek geçtiğini gördüm, akşama daha çok vardı. Sahi ben akşam Gökalp’i nereye götüreceğimi bile kararlaştırmamıştım. “Tamam çıkın da üzerimi giyineyim.”

Çağatay olduğu yerde durup kollarını bağdaştırdı. Aras ayaklanıp Çağatay’ı itekleyerek dışarıya çıktığında kapıyı kilitleyip üzerimdekileri çıkarmaya başladım. Seçtiğim kıyafet siyah bluz ve bahçıvan etekti. Evet en rahat ve spor olan kıyafetler bunlardı. Dolaptaki sürgüleri açtığımda çeşit çeşit bandana ve maske olduğunu gördüm.

Siyah ayıcıklı bandanayı takıp ona uygun maskeyi aldım ve cebime koydum. Çanta alma gereği duymadım zaten kartım telefonumun arkasında duruyordu. Tamamen hazır olduğumda aynaya baktığımda yüzümün renksiz olduğunu fark ettim. “Ölmüşüm de haberim olmamış anasını satıyım ya.” Dudaklarım resmen beyazlamıştı. “Morga nerden gidebiliriz acaba, bu dudağın rengi ne?” Makyaj masasına doğru ilerledim. Tek temennim içinde gerçekten makyaj malzemesi olmasıydı. Sonuç, hüsran. Ben sizin yapacağınız odanın düzenine sıçayım ya.

Neyse sakin ol kızım masken var. Maskeyi takıp, kilitli olan kapıyı açtım ve odadan çıktım. Aşağı inerken koridorda Gökalp ile karşılaştık. Smokin giymişti ve elinde gül lotus buketi vardı. Sıfır şaka! Gökalp önce bana sonra kendisine baktığında ufaktan suratı asılmıştı.

Gülmemek için oldukça çaba gösteriyordum, şanslıydım ki yüzümdeki maske bunu örtüyordu “Sırıtma.” Ya da ben öyle sanıyordum. Gökalp bana doğru adım attığında durup beklemeyi tercih ettim. “Nasıl anladın sen onu ya?” Gökalp’in suratı düşmüştü, çiçeği bana uzattığında hiç beklemeden aldım. “Gülünce kısılan gözlerinden.”

Çiçeği tutarken o güzel dudakları narince değdi anlıma. Bu çocuğun zamansız öpücükleri ruhumun sarhoş olmasına yetiyordu. Gökalp sevgisini çok güzel hissettiriyordu ama oklar bana dönünce aynı oluyor muydu o konuda emin değildim işte.

Loading...
0%