@buseninopucugu
|
Aldığım nefesler boğazımda düğümleniyordu. Şu an Gülşen teyze kanlı canlı karşımızda duruyordu. Kutay'a çevirdim bakışlarımı, kitlenip kalmıştı. Gülşen teyze yavaş adımlarla yanımıza gelirken Kutay kafasına vurmaya başladı. "HAYIR, HAYIR SEN GERÇEK DEĞİLSİN! YİNE OLUYOR HAYALSİN SEN!" Kutay'ın yanına gidip kollarını tutup kendisine vurmasını engelledim. Yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Kutay hem ağlıyor hem de titriyordu. "Ayda annemi görüyorum ama o gerçek değil." Hızlıca başımı salladım ve Kutay ile göz temasını bozmadım. "Annen burada Kutay hayal değil." Kutay hızla başını salladı, kafasına vurup yere diz çöktü. "HAYIR BENİM ANNEM ÖLDÜ! ÖLDÜ BENİM ANNEM ÖLDÜ YAŞAMIYOR!" Gülşen teyze yanımıza geldi. Kutay'ı bağrına basması gerekirken 'hayır oğlum ben buradayım' demesi gerekirken, o Kutay'a iğrenircesine bakıyordu. Gülşen teyze ilk Ferda'ya sonra bana baktı. "Siz daha ölmediniz mi?" Dediğinde tüm sinirimle ona baktım. "Gökhan hangi haltı yapıyor ki Tuğba'yı dinleyecek zaten!" Evimize girip ses dinleme cihazını yerleştiren kişi de Burak'ı tutan kişi de Gülay teyzeydi. "Kutay kendine gel! Ne bu halin çocuk musun sen?" Bir hışımla kalkıp Gülay teyzenin karşısına geçtim. "Ulan ruh hastası! Çocuk seni öldü biliyordu, kardeşi kaç yıl hastane de kaldı. Çocukların ya onlar senin. Hiç mi sevmedin sen çocuklarını." Gülay teyze rahatlıkla koltuğa geçip oturdu. "Doğdukları güne lanet ettiğim çocuklarım mı? Ölmesi için o kazaya yardım ettiğim kızım mı?" Gülşen teyzenin yüzünde sakinlik vardı. "Bir proje için doğurduğum çocuklar için mi üzüleceğim ben Ayda?" Duyduklarım kanımı donduruyor, kalp atışlarımı yavaşlatıyordu. Gülay teyze, Kutay'ın karşısına geçti. Eli ile çenesini tutup gözlerine baktı. "Kutay Eryiğit senden de, kardeşin ve babandan da nefret ediyorum. Keşke geberip gitsen, doğduğun güne lanet olsun çocuk!" Daha fazla dayanamayıp Gülşen teyzenin kolundan tutup onu Kutay'dan ayırmıştım. Kutay duydukları ve yaşadıklarıyla krize giriyordu. Gülşen bu durumu görüp kahkaha attığında daha fazla dayanamayıp tokat atmıştım. "Sen hiç kimsenin sevgisini hak etmiyorsun Kutay Eryiğit. Duydun mu beni sen bu dünyada nefes almayı bile hak etmeyen bir zavallısın." Kutay bir hışımla ayağa kalktı. Nerden aldığını anlamadığım silahı kafasına dayadı. "Annem beni sevmiyor, annem öldü. Annem yaşamıyor, annem aslında yok o hayal. Hayalimde ki annem ölmemi istiyor. Annem benim hep ölmemi istedi, annem kardeşimin ölmesini istedi. Esin'in ne suçu vardı ki, Esin minicikti." Kutay bana baktı "Ayda annem beni sevmiyor. Ben ne yaptım ki ona?" dediğinde Gülşen teyze konuştu. "Doğdun, yaşadın ve baban seni sevdi. Ölmen için her şeyi yaptım ama sen ölmedin." Kutay hüzünle annesine baktı. "Ölmedim, keşke senin yerine ben ölseydim anne." Gülşen arkasını dönüp gitmeye başladı. "Anne gitme bak ben ölüyorum. Bak istediğin oluyor, beni bırakma anne." Kutay gırtlağı kopacakmış gibi bağırıyordu. Kutay elinde ki silahın emniyetini açmıştı. Öne atılıp silahı almaya çalıştım bırakmadı. "Bırak Ayda annem ölmemi istiyor. Annem ben ölürsem mutlu olacak." Aras uzanıp silahı almıştı. "Bırakamam, ben seni bırakmam Kutay ölmene izin veremem." Kutay'a sarılmıştım, ikimizde yere çökmüştük. Kutay deli gibi titriyordu ve nefes alıp vermesi sıklaşmıştı. "Aras ambulansı ara." Aras dediğimi yapıp ambulansı aramıştı. Kutay olayın gerçekliğini anlayamamıştı, gerçek olan annesini hayal olarak algılamıştı. Ezgi evden su ve kolonya getirmişti, suyu alıp Kutay'ın içmesine yardım etmiştim. "Ayda, anneler neden ölüyor? Anneler ölmesin!" Kutay'ın sözlerinin altında ezilmiştim. Kimi anne vardı evladının kılına zarar gelse dünyayı yakan, kimi anne vardı nefes almasını ona haram kılan. Ambulanstaydık Kutay'ın yanındaydım ve elini tutuyordum. Ambulans ekibi geldiğinde sakinleştirici vurmuşlardı. Diğerlerinin gelmesini istemesem de Aras ve Ezgi geliyordu. "Hasta kaç yaşında, kan grubu ne, her hangi bir şeye alerjisi var mı ve ne yaşadı da bu duruma geldi?" Hemşire kontrolleri yaptıktan hemen sonra, peş peşe bu soruları sormuştu. "Yirmi dört yaşında, A Rh pozitif, hiçbir şeye alerjisi yok son soruda ölmüş annesinin aslında ölmediğini öğrendi." Hemşire söylediklerimin hepsini not almıştı. "Her hangi bir hastalığı var mı?" Başımı olumsuz anlamda sallamıştım. Hastaneye geldiğimizde Kutay'ı acile almışlardı. Bense Gülşen tehlikesi ile ne yapacağımı düşünüyordum. Kutay'ın bir daha o kadınla yüz yüze gelmemesi gerekiyordu. Doktor geldiğinde ayağa kalkıp onu dinlemeye başladım. "Hasta ruhsal travma geçirmiş, şuan sakinleştiricinin etkisiyle uyuyor. Ancak sonrasında travma sonrası stres bozukluğu yaşayabilir. Size sakinleştirici yazacağım onu her sabah içmesi gerekiyor. Mümkün olduğunca yalnız bırakmayın, geçmiş olsun." Doktor gittiğinde Kutay'ın yanına girmiştik. Sakinleştiricinin etkisiyle şuan uyuyordu. "Delirmemek elde değil ya. Sen kadının parçalandığını düşün, sonra kadın yıllar sonra gelsin oğlunun proje eseri olduğunu söylesin. Bunda mantıksızlıklar var Feza, bir oyun var ama ne?" Ezgi'nin kafasını kurcalayan düşüncelerin aynısı bende de vardı. Sıkıntıyla nefes verdim "Bilmiyorum Ezgi, tek bildiğim şey o kadınla Kutay'ın tekrar karşılaşmaması gerektiği." Aras elinde kahve ile içeri girmişti. Gece uzundu ve biz uyanık olmaya kararlıydık. "Burak ne durumda?" Aras sorum ile bana baktı. "Esir duruyor işte, konuşturmak için iyileşmeni bekledim." Burak'ın konuşacağını düşünmüyordum, yine de onun yanına gidecektim. Her ne olursa olsun onun ölümünü sağlayacaktım. "Nerede tutuyorsunuz?" Aras ve Ezgi hastanede beklerken ben Burak'ın yanına gidecektim. "Mahzende." Başımı sallayıp ayağa kalktım. Hastaneden çıkıp taksiye bindim ve galeriye gitmesini söyledim. Galeriden motorlarımdan birini alıp mahzene gidecektim. Taksiciye ücretimi ödeyip indim. Galeriye girdiğimde Gökhan'ın odasında ki ışığın yandığını gördüm. Gitmeden önce bakmak için merdivenlerden yukarıya çıktım. Kapıyı açtığımda Gökhan'ı sandalyesinde gördüm, önünde ki masada kadın oturuyor ve Gökhan ile cilveleşiyordu. Geldiğimi anlamaları için yalandan öksürdüğümde kadın telaşla oturduğu yerden kalkıp bana döndü. "Ayda bir problem mi var?" İçeriye geçip koltuğa oturdum. "Gülşen teyze ölmemiş baba, bu konu hakkında bir bilgin var mı?" Dediğimde yüzünde ki şaşkınlıktan bilmediğini anlamıştım. "Nasıl olur bu?" Kadın Gökhan'ın kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra odadan çıktı. "Kadının cesedi ortada yoktu baba, öldüğünden emin olmamız başlı başına hataydı." Kazayı gördükten sonra ortaya bir sürü teori sunmuştuk. Ama hiçbirinde Gülşen teyzenin yaşadığı yoktu. "Ne dedi?" Babam dolaptan bir şişe alıp kadehine doldurmuştu. "Kutay'ın ölmesini istediğini. Esin ve Kutay'ın bir projeden ibaret olduğunu." Gökhan'ın gözlerinin içine baktım. "Bizim neden ölmediğimizi de sordu." Gökhan'ın dudaklarından minik bir küfür döküldü. "O patlamayı planlayan bizdik Ayda, eğer o ikisi ölmeseydi siz ölecektiniz. Annen senin infazını gerçekleştirecekti o dağ evinde." Duyduklarım ile içim ürpermişti. Gökhan benim yaşamam için kendi metresini öldürmüştü. "İyi de o patlamayı Gülşen teyze kendi planladığını söyledi." Gökhan içkisini bitirip yenilemişti. "Planı yaparken yanımızda o da vardı ve o planda Gülşen'in arabası patlamayacaktı. Sadece annen o patlamada ölecekti, Esin'in ölmesini hiçbir zaman istemedik." Her duyduğum olayda, olayın gerçekliğini sorguluyordum. Tarık amca Esin için dünyayı yakardı. Onun Esin'i öldürmek isteyeceğini hiçbir zaman düşünemezdim. Ancak Gülşen teyze için aynısını söyleyemezdim. Olduğum yerde dikleştim "Benim işim var, sonra tekrar görüşürüz baba." bu adama baba derken midem kalkıyordu. Başımla selam verip odadan çıktım ve motorların olduğu kısma girdim. İçinden birini seçip galeriden çıktım ve mahzene doğru yol aldım. Mahzene geldiğimde üstüme çeki düzen verip yavaş adımlarla aşağı inmeye başladım. Burak'ın olduğu yere geldiğimde zincirleri açıp demir kapıdan içeri girdiğimde, korumalar kapıyı geri kapatıp beklemeye devam etti. "Eh be Burak kim derdi bu mahzende senin de tutulacağın." Burak istifini dahi bozmadan duruyordu. "Erken toparlamışsın kendini." Sandalye alıp Burak'ın karşısına oturmuştum. "Sahibini buldum senin kuçu kuçu, pati ver bakıyım." Dediğimde elimi Burak'a uzatmıştım. Burak'ın eli bağlıydı, bir bana bir elime baktı. "Gülşen teyze bunu öğretmedi mi sana." Burak, Gülşen teyzenin adını duyduğunda istediğim surat ifadesini takınmıştı. "Anlat bakalım planınız neydi?" Burak yüzüme bakıp cıkladı. Oturduğum yerden kalkıp ilaç ve zehir dolabını açtım. İstediğim tek bir şey vardı o da sinir sistemini hassas bir hale getiren ilaç. Bu öyle bir şeydi ki havada ki rüzgar bile canını yakardı. Şırıngayı alıp ilaçtan yeterli miktarda çekmiştim. İşim bittikten sonra ilacı Burak'a enjekte etmiştim ve belirli bir süre beklemiştim. İlacın tesir edip etmediğini tokat atarak test etmiştim. Gereğinden fazla tepki verdiğinde emin olmuştum. Burak boncuk boncuk terlemeye başlamıştı ve acıdan titriyordu. "Amacınız neydi Burak?" Burak acı içinde bana baktı. "Ölümünüz." İstediğim kıvama gelmişti. "Sizi öldürmek için Gülşen hanımı bekledim, kendisi Esin ve Kutay'ı öldürecekti. Motorcu kardeşler diye anılan iki tane herif var, onlar da bu planın içinde." Burak'ın saçını tutup çekiştirdim. Acı ile haykırışları kulaklarımı dolduruyordu. "Nerede bulabiliriz bu kardeşleri?" Bıraktığımda rahatlamak için nefes aldı. "Her ayın sonunda motor yarışlarına katılıyorlar. Başka bir şey bilmiyorum Ayda, bırak artık gideyim." Başımı olumlu anlamda sallayıp sandalyeden kalktım. Bizi bekleyen korumalardan birinin silahını aldım ve Burak'ın yanına geri gittim. "İyi uykular Burki." Dedikten sonra Burak'ı anlından vurmuştum. Mahzenden çıkarken korumalara burayı temizlemelerini ve delil bırakmamalarını söylemiştim. "Alo Aras bu ay sonuna motor yarışı düzenleye bilir miyiz?" "Yasa dışı mı olacak?" "Evet, öldürmemiz gereken iki kişi var. Bu yarışta tek bir kural olacak o da kural olmaması." "Feza ne oluyor? En son mahzene gittin, şimdi de adam öldüreceğimiz yarışı organize et diyorsun." "Burak, motorcu kardeşler diye anılan iki kardeşten söz etti. Bizim peşimizde olan iki kardeş." "Tamam halledilir dert etme. Sabah taburcu oluyoruz istersen sen eve git." "Aras bu yarış sahte bir yarış olmayacak. Yer altı habercilerine duyur." "Emrine amade patroniçem." Telefonu kapatıp cebime koydum ve motoruma binip, Aras'ın evine yol aldım. Eve gidip bizim galerideki kamera kayıtlarını incelemem gerekiyordu. Gökhan'ın yanındaki onun karısı olabilirdi. Ya da Tuğba gibi elinde tuttuğu herhangi birisi. Eve geldiğimde sessizce kapıyı açıp Aras'ın çalışma odasına ilerledim. Bu çalışma odasında gizli bir bölme vardı ve bu gizli bölme sadece Aras ve benim parmak izimle açılıyordu. Kitaplığın yanına geçip gizli kutucuğu açtım ve parmak izimi okuttum. Beş saniye sonra gizli kapı açıldı ve içeriye girdim. Burası galerideki, mahzendeki, hangardaki ve Gökhan'ın evindeki gizli kameraları yönettiğimiz odaydı. Bizim dışımızda herhangi birinin parmak izini algılarsa, sistem kendisini çökertiyor ve bütün bilgileri siliyordu. Koltuğa geçip oturdum ve gerekli teknolojik aletleri çalıştırdım. Bilgisayar açıldığında özel geliştirdiğimiz kod ile galerinin güvenlik kameralarına bağlandım ve detaylıca izlemeye başladım. Gökhan ile kadının oldukça samimi olduğu anlar çıkmıştı karşıma. Hiçbir anormallik yoktu. Kadın odadan çıktıktan sonra arabanın birine oturuyor ve bekliyordu. Ben çıktıktan hemen sonrasında da babam çıkıyordu. Şüphelenilecek bir durum yok gibiydi fakat bu benim o kadını araştırmayacağım anlamına gelmiyordu. Bir şekilde kadının bilgilerine ulaştığımda bekar olduğunu ve manken olduğunu öğrenmiştim. Yani Gökhan'ın karısı koca bir bilinmezlikti. Vaktin nasıl geçtiğinden bir haberken sabah olduğunu görmüştüm. Kapattığım telefonumu açtığımda, Aras'ın beş dakika sonra evde olacağını öğrenmiştim. Üstüme çeki düzen verip odadan çıkmış bahçeye inmiştim. Temiz hava iyi gelmişti, çok geçmeden Aras'ın arabası bahçeye girmişti. Kutay'ın inmesi için yanına gidip kapıyı açtım ve Kutay'ın inmesini bekledim. Destek olmak için elimi uzatmıştım, Kutay elimi tutup arabadan inmişti. Bedeni yaşıyordu fakat ruhu ölmüştü. Kutay'ın kolunu sırtıma atıp, bütün ağırlığını bana vermesini sağlamıştım. Değil ayakta durmaya, nefes almaya gücü yoktu. Yavaş adımlarla eve girdik ve Kutay için hazırlanan odaya geçtik. Gözlerindeki ışık kaybolmuştu, etrafa boş bakıyordu. Yatağa yatırıp, üstünü örtmüştüm. Tam gideceğim sırada elimi tuttu. "Gitme Ayda, sensiz bırakma beni." Elimi çekmeden yatağa oturup başını okşadım. "Bir yere gittiğim yok Kutay, kardeşin veya dostun olarak ben hep buradayım." Dediğimde elimi kalbine götürmüştüm. "Buradasın." Dediğinde gözünü yummuştu ve uykuya dalması saniyelerini almıştı. Yataktan kalkıp başına ufak bir buse kondurup odadan çıktım. Mutfağa inip kendime filtre kahve yapmıştım. Kutay'ın bu durumu beni derinden sarsmıştı. Psikolojisi harap olmuş bir şekildeydi ve bu durumu beni korkutuyordu. Kahvemi alıp masaya oturduğum sırada Hanzade gözlerini ovuşturarak mutfağa girdi. Yeni uyandığı her halinden belli oluyordu. Yanıma paytak adımlarla geldi, kucağıma oturup bana sarıldı. Bende sarılmasına karşılık verirken esnediğini duydum. "Günaydın bal çiçeğim." Deyip saçına bir öpücük kondurdum. Hafif dalgalı ve yumuşacık saçları ipeği andırıyordu. "Günaydın." Konuşurken bile esnemişti. "Kahvaltı hazırlayayım mı sana, ne istersin?" Hanzade gözlerini tekrar ovuşturdu, daha ayılamamıştı cimcime. "Aras abi bana kahvaltılık gevrek almış, onu yemek istiyorum." Hanzade'yi sandalyeye oturtup ayağa kalktım. İlk başta kase alıp içine gevreği doldurdum, sonrasında sütünü de koyup Hanzade'ye verdim. "Kaşık yok burada." Bazı konularda çok sabırsız olabiliyordu. Çekmeceden kaşığı alıp Hanzade'ye verdim. Kaşığı alır almaz yemeye başlamıştı. Hem kahvemi yudumluyor hem de Hanzade'yi izliyordum. Yemek yerken ayrı bir tatlılığı oluyordu. Onu seyrederken aklımda tek bir kelime yankılanıyordu 'keşke' bu hayatta keşke demektense iyi ki demeyi tercih ediyordum. Bu hayata ve dünyaya bir kere geliyordum ve keşke yapsaydım demek yerine iyi ki yaptım demeyi tercih ediyordum. Hanzade'de keşke dediğim şey ise onun ilklerine şahit olamamak oluyordu. Keşke onun ilk yürüdüğü, güldüğü, konuştuğu ve diş çıkardığı döneme şahitlik etmek isterdim. Hanzade'ye bakarken dalıp gittiğimi arkamdan sarılan bedenle fark etmiştim. "Günaydın abisinin gülü." Gelen abimdi, ondan bu şekilde sevgi görmek kalbimi ısıtıyordu. "Günaydın." Hanzade kahvaltısını bitirip odasına çıkmıştı. Her gün kahvaltıdan sonra üzerini değiştirip resim yapardı. "Kahvaltı?" Abim oturduğunda duştan yeni çıktığını anlamıştım. "Yok güzelim, spordan önce yaptım ben kahvaltımı. Düşünmen bile yeter bana." Abime kahve doldurup bardağı uzattığımda bekletmeden almıştı. Konuşmaya başlamadan kapı çaldığı için kalkıp kapıya bakmıştım. Gelen kuryeydi ve elinde çiçek vardı. Lotus çiçeği... Çiçeği aldığımda kimin gönderdiğini sormuştum, fakat gönderen kişiyi kurye de bilmiyordu. Çiçeği alıp mutfağa geçtim. Çiçekteki notu alıp okumaya başladım. Tehlike yakın kraliçem, saldırı planlanıyor dikkat et! Abim kaşlarını çatmış bana bakıyordu. "Ne yazıyor?" Bakışlarım abime kaydı, çiçeği inceliyordu. "Saldırı planlanıyormuş." Abim sıkıntı ile nefes verdi, burun kemerini sıktı. "Sikeceğim ama, kim lan bu?" Bu çiçek bana ikinci kez gönderiliyordu ve bu sefer beni uyarıyordu. "Kim gönderiyorsa kötülüğümü istemiyor abi. Seni ve Hanzade'yi biliyor, şimdi de beni uyarıyor." Düşünüyordum ama kim olduğunu bulamıyordum. Bu her kimse çok iyi kamufle oluyordu, hamlelerimi tahmin ediyor, ona göre plan yapıyordu. "Saldırı konusunda ne yapacağız abi?" Abim sıkıntıyla başını salladı. Düşün Feza düşün kızım. "Evde ki güvenliği arttırmamız lazım. Sizin kullanacağınız silahlar var mı bu evde." Alınmış gibi baktım "Bu evde cephanelik var abi." Abimin gözleri koca koca olmuştu. "Siz neyin kafasını yaşıyorsunuz oğlum, cephanelik ne lan?!" Konu bizim ekip olunca her şey mümkün oluyordu. Umursamazca omuz silktim "Bu çata patlı hayatı ben seçmedim bebeğim." Bu sefer sorgulayıcı bakışları gördüğümde göz devirdim. "Çata pat; silah, kurşun, çatışma anladın mı?" Bu sefer göz devirme sırası abimdeydi. Biz bu konuları konuşurken telefonuma bildirim geldi. Gönderen kişinin numarası gizliydi ve benim fotoğrafım gönderilmişti. Her şeyin ile o kadar güzelsin ki... Sana bakıp büyüne kapılmamak imkansız kraliçem <3
Miray'ın düğününde çekilmiş bir fotoğraftı bu. Çiçeği gönderen ile bu fotoğrafı gönderen aynı kişiydi. Koridordaki yeşil gözler... Abim telefonu bir hışımla eline aldı ve gelen mesaja baktı. "Kim lan bu ağzına ettiğimin röntgencisi?" Telefonu abimden alıp salona geçtiğimde, abimde peşimden geldi. "Belki senin gibi doktor değiliz ama hastamız çok aslan parçası." Deyip abimin yanağına makas yapmıştım. Abim dediklerimden sonra göz devirdi. "Dalga geçme abiyle, kim bu?" Ne olursa olsun onu abime söylemeyecektim. Ezgi daha uyuyordu, uyandırmak için yanına gittim. Odadan içeriye girdim ve Ezgi'nin yanına kıvrıldım. Saçından bir tutam alıp yanığına değdirdim. Huylanıp yanağını kaşıdı, yaptıklarımı tekrarladım. Oflayarak gözlerini açtığında yanında beni gördüğü için şaşırmıştı. "Bismillah, ateşin falan mı var Feza?" Kendimce tatlı bir şekilde gülümseyip başımı salladım. "Sana işim düştü be Elina." Ezgi'ye arada Elina diye seslenirdim. Zeki kadın anlamına gelirdi. "Ne oldu?" Nefes verip yataktan doğruldum. "Düğünün olduğu otelin kamera kayıtları lazım bana. Ama bu ikimizin arasında." Ezgi ilk başta kendince durumu sorguladı. Sonrasında odasında bulunan banyoya geçip duş aldıktan sonra üzerini giyip yanıma geldi. "Yürü hangara gidiyoruz." Bu kızın beni uğraştırmamasına bayılıyordum. "Lan dur bende doğru düzgün bir şey giyineyim." Hızlıca odama geçip ne bulduysam giydim ve koşar adımlarla Ezgi'nin yanına gittim. Askıdan motorun anahtarını alıp dışarıya çıktım. Motora bindiğimde Ezgi de arkama geçip oturmuştu. Motoru çalıştırıp gaza bastım ve olabildiğince hızlı bir şekilde hangara gittim. Bu gizemli kişi kim merakımdan geberiyordum. Hangarın önünde durduğumda hızla içeriye girdim ve bilgisayarların önüne oturup Ezgi'nin gelmesini bekledim. Ezgi otelin güvenliğini aşıp kameralara ulaştı. Ancak görüntülerde hiçbir şey yoktu. Görüntü silinmiş üstüne herhangi bir görüntü eklenmişti. "Biz bunu neden yaptık Feza?" Sıkıntı ile yüzümü ovuşturdum. "Feza bu görüntüleri biz sildik zaten. Sen bunu bile bile neden yaptık bunu?" Herif gelmeden aklımı başımdan almayı başarmıştı. "Ezgi ben o otelde birisi ile karşılaştım. Bir adamla, bugün o koridorda çekilmiş bir resim gönderildi bana. Fotoğraf ben arkamı döndüğümde çekilmiş, çeken kişi de çiçekleri gönderen kişi ile aynı." Telefonumu açıp bana gelen mesajı Ezgi'ye göstermiştim. "Anladığım kadarıyla mesajı gönderen kişiye de ulaşamayız. Karşındaki her kimse zeki birisi."
ÇİLENİN EVLATLARI Grubundan bir yeni mesaj. Sığırcık: Gençler motor modifiye ettireceğim, yarışa kimler katılıyor? Abim: Motor yarışı ne alaka lan? Sığırcık: Sorgulama abi uzun mesele. Abim: Yaz beni. Feza: Ben zaten varım. Ezo: Beni de say Aras. Ferda: İkizimin olduğu yerde ben olmazsam olmaz. Çikitayım: Aksiyon=Ben Çikitayım: Bensiz düğün olmaz lann. Kaçak Gelin: Beni de sayın gençler. Sığırcık: Anladığım kadarıyla tam kadro bu yarıştayız. Feza: Sorgulaman hata be dağ ayısı. Sığırcık: Feza sus ve ne yapıyorsan yapmaya devam et! Telefonu kapatıp masanın üzerine koydum. Bu sefer bilgisayardan oyun açıp oynamaya başladım. Şu sıralar sürekli evdeydik ve bu durumdan hoşnut sayılmazdım. Ben oyun ile ilgilenirken Ezgi de kendisi için yeni kodlar yazmaya başlamıştı. Bir kaç saat daha oyalandıktan sonra hangardan çıkmış, evin yolunu tutmuştuk. Yolda çevirmeye rastladığımız için yolu uzatmak zorunda kalmıştım. En sonunda eve geldiğimizde salona geçmiş, ayaklarımı uzatmıştım. Ezgi televizyonda aşk filmi bulmuş onu izliyordu. Kafamı koltuğa yaslayıp gözlerimi yumdum. Yüksek bir patlama sesi ile kulaklarım çınlıyordu. Kulağımda Ezgi'nin bağırışları, Hanzade'nin korku dolu çığlıkları ve ağlayışları vardı. Yerimden sıçrayarak kalktığımda, bahçede çatışma olduğunu gördüm. Koşarak Hanzade'nin yanına gittim ve onu güvenli odaya kapatıp çizgi film açtım. "Bebeğim korkulacak bir şey yok, sen buradan çıkma yeter tamam mı? Abiler şimdi şakalaşıyor, korkma tamam mı?" Hanzade hızla başını sallamıştı, odadan çıkıp kapıyı kapatmıştım. Koridordan cephaneliğe koşarken bir yandan da telefon ile abime ulaşmaya çalışıyordum. Kutay'ın kafasının dağılması için dışarıya çıkmışlardı. Cephanelikten can yeleği giyip ceplerine şarjör ve silah koyup dışarı çıktım. "Ezgi neredesin?" Cevap gelmeden tekrar patlama oldu. Gelen her kimse mermi harcamak yerine bomba ile adam öldürüyordu. "Feza çok kalabalıklar, ikimiz çok zor hallederiz!" Ezgi'nin yanına cam kenarına geçip ateş etmeye başladım. "Ezgi yürü can yeleği al kendine!" Ezgi son kurşunu sıkıp odadan çıktı. Tam başımı çıkaracakken yanımda ki cam patladı. "Siktir!" Elime telefonu alıp ekrandan adamlara baktım. Oldukça yaklaşmışlardı ve korumaların çoğu ölmüştü. Yanıma aldığım hafif makineli ile etrafı taramaya başladım. Evin etrafında ki adamları indirmeyi başarmıştım. "Feza başaramayacağız." Ezgi'nin ilk defa bu kadar korktuğunu görüyordum. Hızlıca başımı iki yana salladım. "Pes edemeyiz Ezgi, Hanzade var olmaz!" İsterlerse benim canımı alabilirlerdi ama Hanzade'nin kılına zarar vermesine izin veremezdim. Çok geçmeden evden saldıranlara bomba atılmıştı. Fakat bu bombayı ne Ezgi ne de ben atmıştım. Telefonum çalıyordu ve arayan Ferda'ydı "Efendim." Çatışma sesleri telefondan da geliyordu. Anlaşılan evde Ferda, Miray ve Rüya da vardı. "Arka taraf Miray ve bende Rüya da yanımızda. Hanzade güvende mi?" İçime az da olsa su serpilmişti. "Güvende. Ferda çok kalabalıklar mitoz gibi bölünüyor piçler!" Hafif makineli ile tekrar taradıktan sonra sırtımı duvara yasladım. "Burası da farksız değil, şimdi kapatalım önemli bir şey olursa yine ararız birbirimizi." Telefon kapandıktan sonra hızla cebime koydum. Camdan içeri giren şeyi fark etmemle bağırmam bir oldu. "Ezgi bomba!" Diyerek yere yattım ve kendimi korumaya çalıştım. Bomba odadan dışarıya çıkmıştı. Bize bir şey olmamıştı ama ev yanıyordu. "Bu hiç iyi olmadı." Hızla ayağa kalkıp çatışmaya devam ettik. "Feza yangın büyümeden Hanzade'nin yanına git." Ezgi'nin sözleri ile odadan çıkıp Hanzade'nin yanına gittim. "Feza korkuyorum." Hanzade yere çökmüş ağlıyordu. "Tamam bebeğim ben yanındayım. Seni koruyacağım söz veriyorum." Hanzade bana sarılırken telefonumu alıp Ferda'yı aradım. "Ferda eve bomba atıldı, yangın çıktı." Hanzade duyduklarından daha da korkmuştu. "Siktir ne bok yiyeceğiz şimdi Feza?" Sıkıntı ile ofladım bu sorunun cevabını bende bilmiyordum. "Arka kapıdan Hanzade'yi kaçırabilir misin?" Etrafta kurşun sesi ve yaralıların acı dolu çığlıkları yankılanıyordu. Kısa bir zamanda savaş alanına dönmüştü güvenli bölgemiz. "Abimlere ulaştım Feza geliyorlar." Bu sefer rahatlamıştım. Bulunduğumuz yerden çıkıp cephaneliğe gittim. Hanzade'ye uygun yelek bulup giydirdim ve odadan çıktık. Koşarken yalpalamaya ve bulanık görmeye başlamıştım. Hanzade'nin eline baktığımda kan gördüm. "Bir tanem bir yerine bir şey mi oldu?" Hanzade ağlayarak başını iki yana salladı. "Senin kolun acımış Feza." Koluma baktığımda saplı bir cam görmüştüm. Gülümseyerek Hanzade'ye baktım. "Hayır bir tanem benim canım acımıyor. İyiyim ben." Hanzade'nin yaşlı gözleri, gözlerimdeydi. "Sende annem gibi melek olmayacaksın demi Feza?" Ağlamamak için derin bir nefes alıp gözlerimi yukarıya diktim. Gözlerimden süzülen bir damla yaşı Hanzade tutmuştu. "Ağlama ben senin yanındayım." Sözleri ile gülümseyip yanaklarından öptüm. "Sen benim yanımdayken ben hiçbir şeyden korkmam ki." Ayağa kalktım tam koridordan çıkacaktım ki, ensemde ki soğuk namlu ucu ile durdum. Hanzade'm özür dilerim bebeğim. "Dışarı." Sert kalın bir ses duydum. Hanzade daha sıkı tutuyordu elimi. Yavaşça elimi çektim Hanzade tutmak istese de izin vermedim. Hızla arkamı dönüp silahın düşmesine sebep oldum. Kıvrak bir hareketle cebimde ki silahı alıp, adama sıktım. Hanzade'nin gözü önünde adam öldürmüştüm. Tekrar odaya girmeye yelteniyordum ki bu sefer iki adam çıkmıştı. Namlunun bir ucunda ben bir ucunda Hanzade vardı. "Paşa paşa dışarı mı çıkarsın, yoksa bu çocuğun helvasını mı yersin?" Silahı yere bırakıp Hanzade'nin elinden tuttum ve dışarı çıktım. Karşımda duran tek bir isim vardı; Gülşen Eryiğit. Arkasında ise can dostlarım, kardeşlerim vardı. Ferda, Miray, Ezgi ve Rüya. Kendi canım umurumda bile değildi. Ben Hanzade'yi koruyamamıştım. Gözlerimden akan yaşlara hakim olamıyordum. Hanzade elimi sıkıyordu, korkuyordu. "Yalvarırım beni al, onları bırak." Bu zamana kadar kimsenin karşısında ağlayıp yalvarmamıştım. Muhtemelen bu ilk ve son olacaktı. "Burnundan kıl aldırmayan Ayda'ya bakın siz. Yoksa Feza mı demeliyim?" İlk başta kardeşlerime sonrasında Gülşen teyzeye baktım. "İstediğini de, ama onları bırak. Gerekirse acıdan geberecek raddeye geleyim, onlara zarar verme yalvarırım!" Artık dizlerim bedenimi taşıyamıyordu. Diz çökmüştüm, acınası bir haldeydim. Gülşen teyze silahın namlusunu Rüya'ya doğrulttu ve sıktı. Mermi tam anlına denk gelmişti. Haykırışlarım ile yankılanmıştı gökyüzü. Rüya tam yaşamaya başlamıştı ki o hayat elinden alındı. "Yapma, yalvarırım yapma. Son ver şu saçmalığa." Titreyen sadece çenem değil tüm vücudumdu. Hanzade gözlerini sımsıkı kapatmıştı ve açmıyordu. "Sizi öldüreceğim günlerin hayali ile yaşadım ben. Esin artık nefes almıyor, malum oranın koruması oldukça azdı. Gerçi korumalar beni içeri almadı, sağ olsun kızım onlara engel oldu." Duyduklarım ile ağlamam şiddetlenmişti. Tekrar silah patladığında bu sefer Miray'ın çığlıkları yankılandı. Gözümü açtığımda karnından vurulduğunu görmüştüm. Sevdiklerim zarar görüyordu ve ben buna engel olamıyordum. Aldığım nefesler boğazımda düğümleniyordu. Gülşen teyze yavaş adımlarla bana yaklaştı ve Hanzade'nin önünde durdu. Silahın namlusu benim miniğimin saçları ile temas ediyordu. Başımı yavaşça kaldırdım ve Gülşen teyze ile göz göze geldim. "Yapma, kıyma ona. Ne yapacaksan bana yap. Yalvarırım bana sık ona sıkma, o daha çok küçük." Gülşen teyze hafifçe sırıttı ve silahın mermilerini yere döküp tek bir mermi taktı. "Tatlı rüyalar minik." Dediğinde gözümü sıkıca yumdum. Titremem ve ağlamam şiddetlenmişti. Kardeşlerimin 'yapma' dediğini duyuyordum. Tam gözümü açacağım esnada silah patladı. "HAYIR!" Gırtlağım koparcasına çığlık atmıştım. Bağrışlarımın yanında Hanzade'nin sesini de duyduğumda gözlerimi açtım. Gülşen teyze önümde yatıyordu. Başımı sol tarafa döndürdüğümde Kutay'ı görmüştüm. Elinde silah vardı. Kutay ölümüne dayanamadığı kadını, annesini öldürmüştü. Çağatay koşarak Miray'ın yanına gitti, ağlıyordu. Aras ve abimin elinde silah, yüzlerinde kan karşımda dikiliyorlardı. Hızlıca Hanzade'yi kucağıma alıp mis kokusundan derin bir nefes çektim. Kutay elinde ki silahı yere attı. Yavaş adımlarla buraya gelmeye başladı. En sonunda gelip kendisini yere bıraktı. Gülşen teyzenin başını dizine yasladı ve saçlarını okşamaya başladı. İlk başta saçlarından derin bir nefes çekti ciğerlerine. Sonrasında annesini öptü, bu görüntü ciğerlerimi parçalamıştı. Hanzade kucağımdan kalkıp bu sefer abimin yanına gitti. "Abi siz Miray'ı hastaneye götürün. Hanzade de gelsin burada durmasın çocuk." Abim başını sallayıp Hanzade'yi kucağına aldı ve Çağatay'ın yanına gitti. Kutay ve hıçkırıkları ile yalnız kalmıştım. Gülşen teyzenin açık olan gözlerini tam kapatacakken, Kutay durdurdu. "Dur kapatma, son kez bakayım gözlerine." Elim havada kalmıştı, Kutay annesini izliyordu. "Sen böyle daha masumsun be anne. Affet beni." Bu sefer kendisi kapatmıştı Kutay annesinin gözlerini. Gözleri beni buldu "Esin melek olmuş. Ben saçını okşamaya kıyamazken, canına kıydılar." Kutay'ın yanına gidip sarıldım. "Benim nefesimi aldılar benden Ayda." Yaşadıklarımız hiçbir zaman kolay olmamıştı. Ancak bu yaşananlar Kutay için çok fazlaydı. Kutay annesinin saçlarını okşamaya devam etti. "Uykudan uyanmış, gülermiş bakarmış. Annesi onu çok öpermiş, severmiş." Kutay annesine ninni söylüyordu. "Okula gidermiş; yazarmış, çizermiş. Babası onu çok öpermiş, severmiş. Annesi onu çok; babası onu çok, herkesler onu çok severmiş." Kutay'ın sesi titriyordu, gözünde ki yaşlar annesinin yüzünü ıslatıyordu. "Annesinin yavrusu, kuzusu pamuğu." Kutay annesini tekrar anlından öptü. "Kutay ninni söyler, annesi dinlermiş." Kutay ayağa kalkıp, benim de kalkmamı bekledi. Kalktığımda elimi tutup arabaya doğru yürümeye başladı. Herkes hastaneye gitmişti, burada etrafımızdaki cesetler dışında yalnızdık.
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı, Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı? Sevmek için güzele mi bakmalı, Çirkin tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı? Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır. Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır, Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı? Solması için gülü dalından mı koparmalı, Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı? Öldürmek için silah, hançer mi olmalı, Saçlar bağ, gözler silah, gülüş kurşun olamaz mı? Victor Hugo |
0% |