Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Tempersi̇tar - 1.Bölüm - Çağriya İcabet Etmek

@buseyaren95

🔮


Gözlerimi, kolumdaki camı kırık saate diktim. On dakika sonra özgürdüm. Başımı içeriye doğru şöyle bir uzatıp etrafı kolaçan ettim. Gelen giden yoktu. Müşterilerin ellerine alıp, satın almaktan vazgeçtikleri ve ilk buldukları yere bıraktıkları birkaç parça eşyayı yerlerine koymak için kasanın arkasından çıkıp içeri geçtim. Yerlerine götürmek için elime aldığım onlarca üründen, sevdiğim bir çikolatayı seçip açtım. Günün yorgunluğunu alıp götürmesi için yavaş yavaş yedikten ve ürünleri yerlerine bıraktıktan sonra çikolatanın ücretini kasaya bıraktım. Üzerimdeki saçma sapan kırmızı beyaz önlüğü çıkarıp tezgahın altına koydum. Bana emanet edilmiş olan mağaza anahtarını da kasadan alıp dükkandan çıktım.

Bir süredir takip ediliyordum ve bunun farkındaydım. Sadece, takip edenlerden herhangi bir adım gelmediğinden ve bu uzun zamandır böyle devam ettiğinden kafama takmıyordum. Bir şey olacak olsa olurdu, beni incitecek olsalar incitirlerdi. Kaybedecek bir şeyim de yoktu açıkçası. Elbette takip edilme sebebimi merak ediyordum, ancak durdurup onları soramazdım da. Takipçilerimin biri genç bir kadın, diğeri ise hemen hemen aynı yaşlarda uzun bir erkekti. Onca mesafeden tek seçebildiğim bunlardı ancak üstlerinde aylardır eskiyen siyah, absürt derecede büyük montları da onları her yerden tanımam için çok yardımcı oluyordu. Anahtarı cebime koyup takipçilerimin aksi yönde, loş sokakta aşağı doğru yürümeye başladım. Aklımda binlerce düşünce vardı. Cebimden şarjı azalmış telefonumu çıkarıp mesajlara göz gezdirdim. En yakın iki arkadaşımla birlikte bir WhatsApp grubunun parçasıydım ve her yeni gün hayatlarında olan onlarca heyecanlı olayı anlatmalarından oldukça memnundum.

Benim hayatım hep aynıydı. İşe git, eve gel, yemek ye, uyu ve tekrar işe git. Sosyal hayatım, intihar edeceğim diye endişelenen bu iki arkadaşımın beni mutlu edebilmek adına yaptığı sürprizlerden ibaretti. Utah'ta, Midvale kasabasında, sakin bir sokakta babamla birlikte yaşıyordum. Annem beni doğururken ölmüştü. Herhangi bir suçluluk hissetmiyordum, sadece; eğer ebeveynlerimden birini kaybedeceksem bunun babam olmasını tercih edeceğimi düşünüp duruyordum. Annemi hiç tanımadığım halde...

Birkaç sokak ötemde, bizim evimize benzer evlerde oturan bu iki arkadaşım Aileen ve Marva hayatımdaki tek hareketlilikti. Gözlerimi onlardan gelen mesajlardan aldım ve hayatlarında olan biten onlarca şeyi düşünerek yürümeye başladım. İkisi de bu sene birçok üniversiteye başvurmuştu ve kabul bekliyorlardı. Kısa bir süre sonra, ikisinin de kabul mektupları gelmeye başlayacaktı ve ben bu kasabanın daimi, bahtsız Helena'sı olarak kalmaya devam edecektim. Belki aynı, belki farklı üniversitelere gideceklerdi ancak bildiğim bir şey varsa, o da benimkinden çok daha güzel bir hayatları olacağıydı.

İşyerime yakın olan mütevazi evimizi caddenin sonunda gördüğümde, dönüp takipçilerime bakmak kabalığını yapmamak için kendimi zor tutuyordum. Eğer salak değillerse, onları fark ettiğimi biliyor olmalıydılar. Beni yaklaşık üç aydır, doğum günümden beri takip ediyorlardı.

Evin anahtarını bulmak adına ceplerimi hızlıca karıştırıp, bir yandan telefonuma tekrar göz gezdirdim. İçerisi tıpkı beklediğim gibi, çürümüş meyve kokuyordu. Yine bir yerlerde, bir şarap şişesinin dibi görülmüş olmalıydı.

Babam uzun zamandır bütün vaktini içkiye ayırıyordu. Ne kadar uzun bir süreydi, bunu bende bilmiyordum. Bu durumdan şikayetçi değildim, içip içip beni dövdüğü falan yoktu. Kendi hayatından kendi sorumluydu. Benim tek derdim, yalnızlıktı. Herkesin kendine ait bir yaşam mücadelesi vardı ve dünyada bu mücadeleyi tek başına veren birçok insan vardı. Ben de bu insanlardan biriydim işte. Kendi başıma bir koşuşturmacanın içerisindeydim. Herkes gibi kendimce hedeflerim vardı ancak onlara ulaşabileceğime dair inancım ya da çabalayacak gücüm yoktu. Çok zengin ya da çok mutlu bir insan nasıl ölüp gidecekse ben de öyle ölüp gidecektim işte. Hayallerini gerçekleştirmiş, başarılı biri olarak ya da başarısız biri olarak. Er ya da geç, gideceğim yer annemin yanıydı.

Yeni almış olduğum günlüğümden birkaç banknotu komodinin üzerine, ayıldığında bulabilmesi için bıraktım. Ona asla zar zor kazandığım parayı, kendi zevkine yatırsın diye verecek değildim. Bu yaşa kadar bir şekilde gelmiş olduğumun verdiği minnetle, başımın üstünde bir çatı olmasına teşekkür etmek için günlüğümün küçük bir kısmını ona bırakırdım. Geri kalanı ise o meçhul hayallere ulaşacak gücü bir gün toparlarsam diye, odamın zemininde yatıyordu.

Yaşadığımız ev iki katlı, ancak oldukça küçüktü. Üst kat sadece iki odadan oluşuyordu. Biri benim, diğeri ise babamındı. Babamın nerde uyuyakaldığını bildiğinden değil, öyle laf olsun diye...

Benim odam onunkine kıyasla daha büyüktü. Bu katta bir banyo yoktu. Aşağıdakini kullanıyorduk. Mutfak ise evde yemek yemeyen ben ve genel olarak yemek yemeyen babam için gereksizdi. Evin bir arka bahçesi yoktu, sadece girişteki yeşillik bahçe olarak adlandırılabilirdi. Üzerinde dört beş tahta sandalye, bir katlanır masa ve bir pufun bulunduğu küçük bir bahçe...

Ev babama aitti bu yüzden en azından kira derdimiz yoktu. Annem ile ilk evlendiklerinde, bu şirin evi ilmek ilmek döşedikleri canlanırdı sık sık gözümde. Gözlerimin önüne gelen o görüntülerde, başrole kafamdaki Gwenn Lincoln'ü koyardım. Evin hiçbir yerinde fotoğrafı bulunmayan, yüzünü hiç görmediğim annem için bir tahminim vardı. Ben kızıl saçlı ve yeşil gözlü olduğumdan ve babam ile hiçbir alakam olmadığından, anneme benzediğimi hayal ederdim.

Dolaba dün yerleştirdiğim şişe sütü açıp kendimi koltuğa bıraktım. Babam evde miydi değil miydi bilmiyordum. Sütü içip yorgun argın odama geçtiğimde, sırtıma telleri batan eski yatağıma kaşlarımı çattım. Kesinlikle bundan daha iyisini hak ettiğimi biliyordum, ancak biriktirdiğim parayı böyle lükslere harcamak istemiyordum. Bir gün başka bir hayat kurmak için ona ihtiyacım olacaktı. Bir iş kuracaktım, hayallerimin peşinden gitme gücünü kendimde bulduğum dakika bu kasabayı terk edecektim ve kim bilir, belki babamı bile iyileştirebilirdim. Oldukça uzun bir süredir para biriktiriyordum. Üstelik babama ayırdığım para hariç neredeyse içerisinden hiç para harcamadan. Eksiğim artık para değil, azim denebilirdi hatta. Sadece bir süre daha bu korkunç yatakta yatmam, bu eski kıyafetleri giymem, süt içmem ve gökten azim yağsın diye dua etmem gerekiyordu hepsi bu.

***

Gözlerimi, kısık ve ne oldukları seçilemez kelimelerden oluşan cümle kalabalıklarının etkisiyle açtım. Babam kendince sessiz bir şekilde, anlamadığım şeyler homurdanıyordu. Bir ara yabancı bir ses seçebildim. Biri gelmiş olmalıydı. Üzerime baktım, dün işe gitmek için giydiğim kıyafetlerle uyuyakalmıştım. Herhangi bir değişiklik yapmadan odadan çıkıp aşağı indim. Kapı çoktan kapanmıştı.

"Kim gelmiş?" yerinde tutamadığı kafası öne arkaya sallanırken, kapıya bakan yüzünü bana çevirdi.

"Yanlış numara." Onun bu hallerini iyi bildiğimden, ağzında yuvarlanan anlaşılmaz kelimelerden bir anlam çıkarabiliyordum. Kolumdaki kırık camlı saate baktım. Saat henüz sabah yedi bile değildi.

"Yanlış numara mı? Bu saatte mi?" sabırsızlanarak kendini tekrar koltuğa attı. Bunalıyormuş gibi bir hali vardı, daha doğrusu boğuluyormuş gibi. Sorumu cevapsız bıraktı. Kimin geldiğini merak ederek kapıyı açıp arkalarından bakmak istedim. Belki de buranın çocukları, babamın bu hallerini bildiğinden onunla alay ediyorlardı. Koltukta sızmak üzere olan babam, kapıyı açtığımı duyunca hızla kalktı yerinden. Sağa sola savrularak yanıma gelmeye çalışıyordu. Sinirliydi, bunu anlayabiliyordum.

"Kapat o kapıyı." Ağzında yuvarlanan kelimeleri bir kere daha anlamlandırdım ancak cevap vermedim. Arkalarından baktığım iki kişinin ikisi de erkekti. Kapının açılma sesiyle, ön kapının oradan tekrar arkalarına döndüler. Usulca arkamı dönüp, az önce ne için huysuzlandığını hatırlamayan babama baktım. Kendini tekrar koltuğa bırakmak zorunda kalmıştı. Yine de problem yaşamamak adına, kapıyı çekip bahçeye doğru çıktım.

"Bu saatte ne için burada olduğunuzu öğrenebilir miyim?" adamların ikisi de hemen hemen aynı boyda, aynı kilodaydı. Ten renkleri de benzer olan bu iki adamdan birinin saçları kahverengi, diğerininki ise siyahtı. Yaşları yirmi beş, otuz civarı görünüyordu. Üzerlerinde kahverengi takımlar vardı. İlginç bir renk olduğunu düşündüm. Onların da aynı şekilde beni incelediğini fark ettim. Üzerimdeki eski kıyafetlerde incelenecek pek bir şey yoktu belli ki, onlarınki daha kısa sürdü.

"Bir paketiniz var." Ellerine baktım ancak herhangi bir paket göremedim. Ayrıca hiç takım elbiseli, ya da iki kişi paket taşıyan kuryeler de görmemiştim. Kaşlarım kalkık, yüzlerine bakmaya devam ediyordum. Pek hayra alamet bir paket değildi anlaşılan. Takipçilerimle bir alakası olabilir miydi?

"Paketi göremiyorum." Sesim sakin, meraktan uzaktı. Hayatımda heyecanlanmamı gerektiren hiçbir şey olmuyordu ve olmayacağını da bildiğimden bir şeylere heyecanlanmıyordum. Saçma sapan bir reklam kampanyası ya da senato seçimi tarzı bir şey olabilirdi. Belki de gerçekten üç aylık takipçilerimden geliyordu. Bunların hiçbiri heyecanlanmamı sağlamadı. Siyah saçlı olan, evin sağında bulunan tek kapılı siyah spor arabanın yanına gidip elinde ayakkabı kutusu büyüklüğünde bir paketle döndü. Kuryeler, siyah spor arabalarla da gezmezlerdi... Paketi alıp üzerine baktım. Adresim ve adım uyuşuyordu. Paketi açmak için bir hamlede bulunduğumda boğazını temizleyen kahverengi saçlı dikkatimi üzerinde topladı.

"Kimse yokken açmanız emredildi." Emredildi kısmı yüzüme bir gülümseme yerleştirdi.

"Hey hey, içinde bomba varsa eğer beraber patlayacağız. Kimse yokken falan açmıyorum." Hızlıca paketi açıp onları ne yapacaklarını bilemez halde bıraktım. Paketin içinde kalın, katlanamaz bir kağıda yazılmış kısa bir paragraf ve onlarca başka kağıt vardı. Harita benzeri katlı bir kağıt da cabası. En üstte duran kağıdı alıp göz gezdirdim.

Alderwild Elementer Akademisi Çağrı Bildirisi,

Kuzey Amerika Kıtası, Elementer Akademisi Alderwild'den çağırılmış bulunmaktasınız.

Eylül ayı ile birlikte Seçilme Sınavınızın ilk ve ikinci aşamalarını tamamlamanız gerekmektedir.

Çağrıya icabet etmemeniz, duruşma ile sonuçlanır. Geçerli bir gerekçe görülmediği takdirde, duruşma sonucu Captivum'a gönderilmeniz kaçınılmazdır.

Milena Dagora

"Captivum? Alderwild? Milena Dagora???" Kahkahalarımın arasından kesik kesik konuşabiliyordum.
Bir süre gerçekten, komik bir şaka olduğunu düşünerek gülmeye devam ettim. Ancak karşımdaki fazla şık kuryeler bana bir tepki vermeyince durakladım. Kim böyle bir şaka yapardı ki?

"Aileen ve Marva mı? Gerçi onlar bu kadar zeki değiller. Takipçilerim mi yoksa? Onların zekası hakkında da bir fikrim var gerçi ama neyse, tanışıyorsanız falan yanlış bir şey söylemek istemem."
Bana tepkisiz bir biçimde bakmayı sürdürdüler. İkisi de, robot gibi davranıyordu. Bu insanları da parayla mı tutmuşlardı acaba bu paketi getirmeleri için? Bu kadar zahmete girer miydi gerçekten Aileen ve Marva? Kaşlarımı çattım.
"Bu şakayı yapan her kimse, baya uğraşmış olmalı."






Serinin tamamına, "AY KUŞAĞI SERİSİ" ismiyle yayınlanan kısımdan ulaşabilirsiniz. Orada üçüncü kitaptayız :)

Lütfen güzel yorumlarınızı, eleştirilerinizi ve oylarınızı kurgumdan esirgemeyin! Aklınıza takılan her şeyi sorun ve eğer okuduğunuzu beğendiyseniz bana göstermekten çekinmeyin :) Buraya yazmaya başladığım ilk günden beri hiçbir zaman oy ya da okunma sınırı koymadım kurgularıma, koymaya da niyetim yok. Ama bu, birilerinin kurgumu beğendiğini görmek istemiyorum demek değil...

Hikayenin konusu ile ilgili tahminlerinizi buraya yorum yapar mısınız?

İnstagram : aykusagi.serisi


Loading...
0%