Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Prolog

@buseyaren95

Giriş ve Prolog dışındaki bölümler, kahraman bakış açısıyla yazılmıştır :) İyi okumalar


🏹


21 Eylül 2000

"Tuz bende. Kılıçlar da öyle. Ana giriş hariç tüm girişleri kontrol altına aldık." Finnick şöyle bir duraksadı ve sonra ceplerini hızla yokladı. Aradığını bulamamış olacak ki onlardan birkaç metre ötede duran arkadaşına döndü.

"Kalem Tom'da olmalı. Tom?!" Tom, kendinden çok uzakta durmayan ve sesi yükselen arkadaşının düşüncesizliğinden rahatsız oldu. Yüzünde bunu kolaylıkla gözler önüne seren bir ifade ile hızla arkasını döndü.

"Kafayı mı yedin? İnsanları görmüyor musun?" Finnick omuz silkti. Buradaki bir salon dolusu insanın dans etmek ve tıkınmakla çok meşgul olduğunu, onları umursamayacağını düşünmek kolayına geliyordu. Kendini kontrol edebilen biri olduğu söylenemezdi.

"Kalem sende mi, değil mi?" dedi umursamazlığını hiç bozmadan. Tom'un kaşları çatıldı ancak buranın tartışmak için uygun bir yer olmadığının da farkındaydı. Bir baloda, yüzlerce insanın arasında olmalarının tek sebebi ruh bükmekti, kavga etmek değildi. Ona cevap vermeden sadece başını salladı. Sırtındaki koca çantanın içerisinden normal bir kalemin belki de iki katı büyüklüğünde olan gümüş uca sahip kalemini çıkardı. Planı teyit etmek için, solunda kalan Fiora'ya döndü.

Bir ruh avındalardı. Üstlerinde, ortamda dikkat çekmemek adına giydikleri resmi kıyafet koduna uygun gösterişli kıyafetler ve sırtlarında da bu güzel kıyafetleri bir palyaço kıyafetine dönüştürebilecek absürtlükte, içi ekipmanlarla dolu koca sırt çantaları vardı. Ve yine de, bu kadın göz alıcı görünmeyi başarıyordu.

Başını iki yana salladı. En ufak bir dikkat dağınıklığı, bu ekibin başarısız olmasına ve o huzuru bulamamış lanet ruhların insanlara zarar vermeye devam etmesine yol açardı. Belki bu balo salonunda bu kadar çok merdiven olmasaydı, çok daha az insan ölmüş olurdu diye düşünmeden edemedi.

Merdivenin başında ruhlar tarafından korkutulan, aklı karışan ya da dikkati dağılan onlarca insan bu sonsuz gibi görünen basamaklardan düşerek hayatını kaybetmişti. Buranın çalışanları burada uzun yıllar çalışamaz, bir süre sonra hastaneye kapatılmak zorunda kalırdı. Buraya gelen konuklar geçmişlerindeki bütün kötü anıları birer birer hatırlar, hayatlarını sorgulamaya başlar, hatta yeterince uzun zaman geçirirlerse bazen depresyona bile girerlerdi.

Yine de akılsız insanoğlu bu aptal salonu kullanmayı bir türlü bırakmıyordu. Daha ne olmasını bekliyorlardı ki? İlla ruhlar onları açık seçik lime lime mi etmeliydi?

Neyse ki, bunu yapamazlar diye düşündü Tom.

Ruhlar, insanlara doğrudan hiçbir müdahalede bulunamazlardı. Tek yapabildikleri; onları korkutmak, kafalarını karıştırmak, dikkatlerini dağıtmak ya da delirmelerine sebep olmaktı. Tom, bu kadarının bile ne tür sonuçlara yol açabileceğini onlarca kez gözleriyle görmüştü. Üstelik bu balo salonu, ruhların insanlara en çok zarar verebildiği yerler arasında başı çekiyor olmalıydı. Burayı çok daha önceden temizlemiş olmaları gerekirdi. İç çekti.

İnsanlara görünemezler, dokunamazlar.

Ruh bükücüler(kendilerine böyle diyorlardı) insanlardan farklı olarak onları görebilse de, ruh bükücülere de dokunamazlardı.

Ruh bükücüleri özel kılan ve bu görevi üstlenmelerine sebep olan da bu olmuştu.

Yine de bu lanetli ruhlar onlara doğru uçmaktan, içlerinden geçip gitmekten büyük zevk alırlardı. Bir ruh bir canlıya her temas ettiğinde; onu normalde etkilediğinden daha fazla etkilerdi. Bu da, onları göremeyen insanları savunmasız kılan en büyük sebepti. O kötü enerjiyi yalnızca hissederlerdi. Yaşama enerjilerini yavaş yavaş alıp götüren ruhların etraflarında uçuştuğundan habersiz, ışıkları söner giderdi.

Ancak sadece insanları değil bizi de delirtebilirler, depresyona sokabilirler ya da kendi canımıza kıymamıza sebep olabilirler... diye düşündü istemsizce.

Çok değil sadece birkaç yıl önce kendi canını alan küçük kız kardeşinin görüntüsü sadece bir an için aklına doluştuğunda bunu kovuşturabilmek için ne yapabilirse yapması gerektiğini biliyordu. Tıpkı insanlara yaptıkları gibi, ruhlar onların da akıllarıyla oynuyor ve bütün kötü anılarını bir bir gün yüzüne çıkarıyorlardı. Neyse ki, onlar insanlar gibi durumdan bihaber değillerdi. Bunu hissettikleri an ruhun yakınlarda olduğunu bilirler ve tuzaklarını kurup onu beklemeye başlarlardı. Akıllarını pozitif anılarla doldurup yüzeye çıkmaya çalışan o kasvetle savaşmak için ne gerekirse yaparlardı.

"Artık sembolü çizmeliyiz. Yaklaşıyor olmalı." Fiora, Tom'u onayladı ve eliyle; balo salonunu ikiye bölen ve salonun iki yanından yukarı tırmanan bu ölüm merdivenlerinin arkasında kalan boşluğu işaret etti.

"İnsanların hepsini çıkaramama ihtimalimize karşı o tarafa geçin. Ruhları oraya çekelim. Tom, sembolü de oraya çiz." Tom ona hızlı bir baş onayı verdi ve Fiora'dan ufak bir gülümseme ile ödüllendirildi. Kadın, üzerindeki rahatsız edici kıyafetin göğüs kısımlarını ne kadar çekici olduğundan habersiz bir biçimde çekiştirirken diğer arkadaşına döndü.

"Finnick, Tom'un arkasını kolla. Ben, insanları çıkaracağım." Arkasını döndüğünde onu durduran, koluna uzanan güçlü el oldu.

"Dikkatli ol." dedi Tom kısık çıkmasını engelleyemediği sesiyle. Gözleri ise Fiora'nın zümrüt yeşili gözlerine kilitli, her bir duygu değişimini okumaya odaklıydı. Orada ne görmeyi beklediğini çok iyi biliyor, görmekten ise deli gibi korkuyordu. Fiora'nın sınıra yaklaştığını işaret eden hiçbir ifade göremediğinde yavaşça kadının kolunu bıraktı.

Her ruh avı, birbirlerini bir daha asla görememeyi göze aldıkları bir kumardı aslında. Kardeşi de tıpkı böyle gülümseyerek ayrılmıştı yanından. Yalnızca birkaç dakika sonra ise onu bileklerini kesmiş bir halde bulmuştu. Kendini suçlamayı ise asla bırakmamıştı. Çok önceden fark etmeliydi, Calie'nin sınıra yaklaşmaya başladığını. Aynısının Fiora'ya olmasına izin veremezdi.

Fiora yüzündeki sıcak gülümseme ile balo salonunun girişindeki yangın alarmına yöneldi ve inandırıcı olduğuna emin olduğu bir çığlıkla birlikte alarmı çalıştırdı.

"Yangın var! Herkes dışarı çıksın çabuk!" ortalık bir anda mahşer yerine döndü ve dışarı çıkmaya çalışan kalabalık üstlerindeki elbiselerin kalitelerinden çok uzak bir ifadeyle birbirini çekiştirmeye başladı. Aynı anda ise, ortamın sıcaklığı odanın ortasına tonlarca kilo ağırlığında bir buz bırakılmışçasına düştü ve bu Ruh Bükücüleri tetikleyen ilk işaret oldu. Fiora, şimdi ne yapması gerektiğini biliyordu ancak sırtındaki çantaya ulaşmanın bu denli zor olacağını tahmin edememişti. Dışarı çıkmak için birbiriyle yarışan insanlar arasında, kapının birkaç adım önünde sıkışıp kalmıştı. Herkes ona doğru geliyor, o ise arkadaşlarına yönelmeye çalışıyordu. Geç kalmak üzere olduğunu fark etti ve arkadaşlarına gitmeye çalışmayı bırakıp elini sırtına attı. Çantasını görmeden eliyle yoklayıp üçüncü denemede desibel ölçerine ulaştı ve onu hızla çıkardı.

İkinci işaret, desibel ölçerdeki tanıdık değerlerdi. Ruhlar, yaklaşırlarken kendilerini gizlemek için insanların ya da Ruh Bükücülerin duyamadığı bir desibelde ses çıkarırlardı ve bu alet, ruhların ne tarafta olduğunu anlamaya yarayan bir pusula görevi görüyordu adeta. Fiora onu iten bedenlerden uzaklaşamayacağını kabullenerek hareket etmeye başlamıştı artık. Kolunu kaldırıp aleti salona doğru salladı ve desibelin nerede yükseleceğini kesin bir biçimde saptamaya çalıştı.

"Saat 6 yönünde!" dedi arkadaşlarına ve neredeyse kapının dışına çıkarılmak üzere olduğunu fark etti. Kalabalık onu kapının çıkışına doğru sürüklemişti. Elini kapının pervazına koyup kendini tekrar salona doğru çekmeye başladı.

"Müsaade edin! İçeri geçmem gerekiyor!" Tom, kapının pervazına sıkı sıkı tutunmuş olan Fiora'ya yardım etmeyi çok istese de saat 6 yönüne dönmesiyle birlikte onlara doğru süzülen altı ruhu görmesi bir oldu. Birden fazla ruh olduğunu elbette tahmin etmişlerdi. Ama yine de, altı beklenmedik bir sayıydı. Ruhların toplu hareket etmesi alışıldık bir durum değildi. Altı sıkışmış ruha ev sahipliği yapan bu balo salonunda çok kötü şeyler yaşanmış olduğunu düşündü. Aklına gelen tonlarca vahşet dolu senaryonun, bu altı ruhun oyunu olduğunu bilecek kadar tecrübeliydi. Bunların kasvetinde boğulmamalı ve odaklanmalıydı. Kafasını iki yana salladı ve Finnick'e döndü. Finnick de tıpkı kendisi gibi bazı düşüncelere dalmış, ortamdan uzaklaşmış gibi görünüyordu. Canını acıtmayacak bir biçimde omzuna vurdu.

"Haydi dostum, odaklan. Kafanı topla." Finnick başını hızla iki yana salladı tıpkı Tom gibi ve aklını kız arkadaşıyla olan mutlu anılarla doldurdu. Sırt çantasında duran gümüş kılıcı tek hamlede kınından çekip Tom'a uzattı. Tom uzatılan kılıcı alıp duruşunu ayarladı ve beklemeye başladı. Sembolü çoktan çizmişti ve tek yapmaları gereken ruhları birer birer o sembole hapsetmekti.

Ancak; bütün planın, bütün düzenlerinin ve bütün bildiklerinin çöpe gitmesine sebep olacak bir şey oldu.

"Aman tanrım..." dedi konuklardan biri. Ve parmağını kaldırarak ruhları gösterdi.

Bu, olamazdı.

Başka bir şeyi görüyor ve ondan bahsediyor olmalıydı. İnsanlar, lanetli ruhları göremezdi.

Finnick, Fiora ve Tom da diğer herkes gibi dondu kaldı. İnsanların hepsi hareket etmeyi bıraktı. Kapıdan çıkmak için atılan çığlıklar dindi. Ancak sessizlik çok kısa sürmeyecekti.

Ruhlardan birinin her zamanki gibi insanların içinden geçmek ve onların yaşam enerjisini emmek için süzülmesiyle birlikte daha önce hiç görmedikleri bir şey yaşandı.

Ruh, adama temas eder etmez adamın bedeni kasıldı ve başı arkaya düştü. Ağzı sonuna kadar açıldı ve ruhu bedeninden sanki şişeden akan bir suymuşçasına süzülüp gitti. İşte o, sessizliği tetikleyen şey oldu.

Yangın olduğunu sanırken atılan çığlıklar beşe katlandı. Ruhlar, birer birer insanlara dokunmaya ve bedenlerini boş birer kabuğa çevirmeye devam etti. Sanki, onlar da buna inanamıyor ve her temasta bedenlerden kopardıkları ruhun süzülmesiyle eğleniyor, adeta oyun oynuyorlardı.

Fiora'nın kapı pervazına tutunmasını sağlayan gücü bu kalabalığın ölüm korkusunun önünde daha fazla duramazdı. Üzerine hücum eden kalabalık onu saniyeler içerisinde kapıdan kopardı ve geriye savurmaya başladı. Öyle bir kaos vardı ki yere düşebileceği kadar boşluk bile yoktu. Geriye doğru sürükleniyor, var gücüyle çığlık atıyordu.

"Finnick! Tom!" gözlerinden akan yaşlar, yaşanacakları tahmin ettiğinin ve ne yazık ki kabullendiğinin bir göstergesiydi.

Bir şey olmuştu.

Bir şey değişmişti.

Ruhlar, belli ki artık insanlara görünüyor ve tek bir dokunuşlarıyla da onları bu dünyadan çekip alıyorlardı.

Bu, bu zamana kadar hiç hayal etmedikleri düzeyde bir kaosun önlerinde olduğu anlamına geliyordu. Ruh bükücüler artık sadece ruhların bu dünyayla olan bağlantısını koparıp onları ait oldukları yere göndermekle kalmayacak, hem insanların hem de kendilerinin hayatları için de savaşacaklar demekti.

Üstelik dünyada başka Ruh bükücüler olduğunu düşünmek sadece bir varsayımdı. Varlarsa ne kadar varlar, ya da yeteneklerinden haberdarlar mı bunu bilen yoktu.

Yüzbinlerce lanetli ruh ve bir avuç ruh bükücü yıkım demekti.

Kaos demekti.

Katliam demekti.

Belki de, soykırım demekti.

Üstelik, ruhlar sadece bir başlangıçtı.


Yeni fantastik kurgumuza ilk adımı atmış olduk...
Tıpkı Ay Kuşağı gibi, inanılmaz içime sinen bir kurgu. Ama aralarında şöyle bir fark var; Ay Kuşağı her ne kadar oldukça olaylı olsa da yine de soft bir kurgu. Ruh Bükücüler ise, tamamen kaos , mizah ve kargaşanın odağı olan bir kurgu. Ve tabii, her şeyin merkezinde müthiş de bir aşk olacak.

Prolog sizde nasıl bir izlenim uyandırdı?


Loading...
0%