Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm - Vuslat Mahallesi

@busraerogu

 

 

"Geri dönüyorum, yeni bir benle ve aynı acılarla."

 

"Eninde sonunda başladığın ve kapı dışarı edildiğin her yere geri dönersin."

Her başlangıç yeni bir sona hazırlık demekti. Attığımız her adımın bir geri dönüşü olurdu, yaşadığımız her iyi günün kötü karşılığı vardı. Hayat bize neyi verirse, bin katını geri alırdı. Eğer bugün mutlu olursam yarın benden umutsuzu olmazdı.

Ben bunu bildiğim halde ilerledim ve kaçtım. Bir gün geri döneceğim gerçeğini göz ardı ettim. Sanki oraya hiç geri dönmeyecekmiş gibi devam ettim hayata. Adımlarımın beni geriye götürmeyeceğine emindim.

Adımlarım daima ileriye dönük olacaktı; geçmiş adım atamayacağım kadar sisliydi. Eğer bir kez geçmişe dalarsam yolumu kaybeder bir daha ileriye adımlayamazdım. Geriye adım atmak benim yapacağım son aptallık bile olamazdı.

Hayat şaşırtmacalı bir oyundu ve ben bunu tamamen unutmuştum. Geriye adım atmayacağıma emindim ama bir şeyi unutuyordum. Hayatın bizim istediğimiz şekilde değil; kendi istediği gibi devam ederdi. Bu gerçeği unutmuştum ama daha çok önemsememiştim. Bir gün geri döneceğim gerçeğini hayat öyle bir yüzüme çarpmıştı ki tökezlemiş, yere düşmüştüm.

Düştüğüm yerde ağlamış, hayata isyan etmiştim. Geri dönmemek için hayata meydan okumuş ama ağır bir yenilgiyle kaybetmiştim. Hayat eninde sonunda bizi istediğimiz yere değil istediği yere götürüyordu. Ve beni götürmek istediği yer benim cehennemimdi.

Yıllarca kaçmıştım, o şehirden, o mahalleden ve onlardan. Arkama bile bakmamış, kimi arkamda bıraktığımı umursamamıştım. Korkum, onlara karşı duyduğum sevgiyi yenmiş beni yeni bir başlangıca zorunlu bırakmıştı. Korku dolu kalp atışlarım onlardan kaçtıktan sonra durur sanmıştım ama durmamıştı. Benim korkum hâlâ ilk günkü gibi tazeydi.

Korktuğum yere geri dönüyordum, kendi adımlarımla. Kendi adımlarımı kendim atıyordum ama beni yönlendiren bir başkasıydı. Kolumu tutup bana yön veren biri vardı ve onun beni yönlendirmesine izin veriyordum. Beni kolumdan tutup geri getiren kişi bana can verendi ama biliyordum o canımı benden alabilirdi. Bu ihtimali göz ardı ederek izin veriyordum beni götürmesine. İntihara yürümüyor, koşuyordum. Kendi sonumu kendi rızamla başkalarının eline bırakmanın intihar olduğunu öğreneli çok oluyordu ama bunu uygulamak için hâlâ küçüktüm, ya da fazla savunmasız ve zayıf biriydim.

Ben kesinlikle zayıf biri değildim.

Çok olmamıştı geri döneceğim gerçeğini kabulleneli. En fazla beş gün olmuştu geri döneceğimi hissedeli. Hayat kumar oyunun ta kendisiydi. Bu oyunun içindeyken hiçbir şey bizim istediğimiz gibi ilerlemezdi. Tam her şeyi kontrol altına aldık desek önümüze yeni bir engel koyar hayatımızı rayından çıkartırdı.

Beş yıl önce umutsuzlukla girdiğim bu evden yine aynı umutsuzlukla gidiyordum. Beş yıl olmuştu ama bugün buraya girdiğim duygular hâlâ o günkü ile aynıydı. Artık sadece bunlarla yaşamayı ve mutlu olmayı öğrenmiştim. Artık bir intiharın eşiğindeyken bile dünyanın en mutlu insanı rolünü yapacak kadar iyi oyuncuydum.

Rol yapacak insanları mutlu olduğuma, yeni bir başlangıç yaptığıma inandıracaktım. Bana baktıklarında yirmi yaşında zayıf kızı değil; yirmi beş yaşına basmış dünyanın en güçlü kızını göreceklerdi. Zamanla hiçbir şey değişmemişti ama ben onlara bunu göstermeyecektim. Onlar her şeyin değiştiğini düşünecek ve buna inanacaktı. Çünkü gerçeklerle boyanmış yalan, sade bir gerçekten daha inandırıcıydı.

Duygularım boş evin içine yayılmaya başladığında zorlukla gülümsedim.

Odamdaki son eşyaları da bavulun içine koyduktan sonra içerisi boş olan odaya baktım. Her şey buraya geldiğim ilk günkü gibiydi. Ev yeniden boştu, bağırsam sesim yankılanırdı. Yine kendi başıma odanın ortasında dikilip ne yapacağımı düşünüyordum. Bu sefer farklı olan şey buraya geldiğim ilk günkü kadar çaresiz ve mutsuz olmamdı. Bu evde kötü bir başlangıç yaşamıştım ama devamı sandığım kadar kötü geçmemişti. Kötü bir başlangıçla başlamıştım ve sona gelene kadar öyle devam edeceğini düşünmüştüm. Yanlış düşünüyordum ama tam olarak yanıldığım söylenemezdi. Kötü bir başlangıç olmuştu, sona gelene kadar her şey iyiye gitmişti ama sona geldiğimde hikayenin başına geri dönmüştüm. Kötü başlangıçlar, kötü sonları beraberinde getirirdi.

Beş yıl önce çıkıp gittiğim, giderken arkamda büyük bir yıkım bıraktığım mahalleye aniden geri dönme kararı almıştım çünkü annem bunu istemişti. Annemi kıramadığım, daha doğrusu kırmak istemediğim için el mecbur teklifini kabul etmiştim. Şimdi bütün evi boşaltmış ve gerekli olan her şeyi çoktan İstanbul'a göndermiştim. Aşağıda babam beni almak ve eve götürmek için bekliyordu. Bir devir burada başlamıştı ve şimdi yine burada son buluyordu.

"Her şey annem için." diyerek mırıldandım kendi kendime. "Her şey onun gülümseyen yüzü ve kalbi için."

İçime derin bir nefes çektikten sonra son kalan bavulumu elime aldım ve yıllardır kaldığım odamdan ayrıldım. Her bir adımda daha çok kaçmak istedim ama başaramadım. Geriye dönemezdim, bu sefer arkamda bırakamazdım onları. Dış kapının önüne geldiğimde evin içine son kez baktım.

Beş yıldır bu evin içinde yaşıyordum ve burada o kadar çok şey yaşamıştım ki yirmi yılda öğrendiğim her şeyin çöp olduğunu fark etmiştim. Bu beş yılda öğrendiğim her şey buraya geldiğim yirmi yılda öğrendiklerimi geçersiz kılmıştı. Bu ev bir sürü yıkıma, acıya ve mutluluğa şahit olmuştu. Her duyguyu öğrenmiş ve hissetmişti. Sadece bir duyguyu görmemiş ve hissetmemişti. Asla da görmeyecekti.

Buraya bir özür borçluydum ve bunun farkındaydım. Bavulumu elimden bırakıp evin içine doğru döndüm. İçimden, "Bana yardım ettiğin için teşekkür ederim. Bütün güzel anılar ve maceraların kapısını araladığın, yağmurun altında sığınacak bir yuva olduğun için teşekkür ederim. Fakat seni asla gerçek evim göremediğim için özür dilerim."

Herkes bir yerlere aitti. Ben de bir yerlere aittim ama orası bu ev değildi. Burası bana ev olmuştu ama asla yuva olamamıştı. Aksine burayı hep dıştan bir köşke; içten bir hapishaneye benzetirdim. Camlarında korkuluklar yoktu belki ama en az hapishaneler kadar uzaktı gökyüzüne ve kurtuluşa.

Yere bıraktığım bavulumu elime alıp dış kapıyı açtım. Ve kalan son eşyalarım ile arkama bakmadan apartmanın merdivenlerinden aşağıya doğru indim. Her basamakta farklı bir anım geliyordu aklıma ve bunların büyük kısmı mutluluk dolu anılardı. Her şey iyiye gitmeye başladığında yine sarpa sarmıştı. Bu sefer hissettiğim yıkım daha büyük, daha zordu. Hayat ne zaman en kötüsünü yaşadım dediğimde önüme daha zorunu ve daha kötüsünü koyuyordu. Benim sınavım hep sevdiklerimden geçiyordu ve bu çok yorucu olmaya başlamıştı.

Aşağıda beni bekleyen babam aklıma geldiğinde gülümsemeye çalıştım. Düşünme Berçil, düşündükçe kendini üzüyorsun, diyerek söylendim kendi kendime.

Apartmanın çelik siyah kapısından çıktıktan sonra karşımda duran babamla gülümsedim. İnat etmiş beni almaya gelmişti. Ona, buna gerek olmadığını anlatmaya çalışmıştım ama inatla kabul etmemişti.

Apartmanın giriş basamaklarından inerken babam yaslandığı arabasından ayrılıp bana doğru geldi ve kollarını iki yana açtı. Bavulumu yere koyup onun güvenli kollarına girdiğimde ellerini belime doladı. Dudaklarını saçlarıma bastırıp derin bir nefes çekti içine. Bu hareketiyle içimdeki bütün kötü duygular toza dönüştü. "Seni çok özlemişim." dediğinde tebessüm ettim.

İki ayda bir görüşüyorduk aslında. Ya ben onlara gidiyordum ya da onlar gezmek için buraya geliyordu ama bir şekilde öncekinden hep daha fazla özlemiş oluyorduk. Her görüştükten sonra onların varlığına daha çok ihtiyaç duruyordum. "Bende seni çok özlemişim." dediğimde benden biraz uzaklaştı.

Onu son gördüğümden bu yana daha çok kendine gelmiş gibiydi. Onu son gördüğümde gözaltları mordu ve yıllardır uyumamış gibi bir hali vardı. Şimdi daha dinç duruyor ve gülümsüyordu. İçimden bu gülümsemesinin bana göstermek için yaptığı bir rol olmamasını diledim. Bana mutlu gözükmek için yaptığı bir rol olamazdı bu, değil mi? İnsanları çok az olsa da anlardım ve onun yüzündeki gülümseme yaptığı rolün bir parçası değildi.

"Artık gidelim mi?" diye sordu neşeyle. "Annen de seni çok özledi." başımı salladığımda yanımdan geçip arkamda duran bavulumu eline aldı ve bagaja koymak için yanımdan ayrıldı. Gözlerimin tekrardan dolmaması için büyük bir savaş verdim. Daha fazla ağlayıp onları üzmek istemiyordum.

Babama belli etmemek için arabaya bindim ve emniyet kemerimi takıp karşıma doğru baktım. Ağlama Berçil, bu da geçecek ağlama.

Dolan gözlerimi uzun kollu üstümün kollarına sürttüm ve dikiz aynasından kendime bakıp gülümsedim. Dağılan saçlarımı elimle düzeltip gözlerimin altına kızarmadığına emin oldum. Babam bir tane olan bavulu çoktan bagaja yerleştirmiş telefondan bir şeye bakıyordu. Yolda telefon kullanmayı sevmediğinden yola çıkmadan önce bütün işlerini halleder sonra koltuğa otururdu. Dikkatli ve duyarlı bir sürücüydü.

Asla ait hissetmediğim bir mahallede son kez duruşumdu bu. Alıştığım yerden bağlarımı koparıp ilk defa buraya gelmiştim ve burada büyük bir boşluk yaşamıştım. Bu mahalle doğup büyüdüğüm mahalleye hiç benzemiyordu. Komşuluk yoktu, insanlar birbirlerini tanımıyor yanlarından geçip gidiyordu. Ben böyle bir mahalle de büyümemiştim. Benim büyüdüğüm mahallede herkes birbirini sever, konuşmasa bile gülümserdi. Yabancı gözler olmazdı, herkes tanıdıktı.

Neden orayı terk etmiştim ki sanki? Neden evimi bırakıp hiç bilmediğim bir şehir de büyüdüğüm mahalleye ters bir mahalleye gelmiştim?

Nedeni aklıma geldiğinde dudaklarımı dişledim. Eğer oradan ayrılmasaydım onlardan asla kaçamazdım. Vuslat Mahallesi onların eviydi. Ben oraya aittim ama asla onlar kadar benimsememiştim. Ben hep dışarıda olan dünyayı görmek istemiştim, mahallemin dışındaki dünyayı görmek istemiştim. Onlar oradan başka bir yeri görmek istememişler, görseler bile asla benimsememişlerdi. Ben, dışarıda ki dünyanın güzelliğine aldanmıştım. Dıştan gördüğüm güzelliğe aldanmış, içindeki kötüyü görmemiştim. Gördüğümde geriye dönmek için fazla geç kalmıştım.

Yaşadıklarım benim hatamdı ve ben başıma gelen her şeyi hak etmiştim. Kimseyi suçlayamazdım tek suçlu bendim.

Pişmandım ama eğer geçmişe dönebilsem ve bütün bu yaşadıklarımı yaşayacağımı bilsem yine Vuslat mahallesinden ayrılırdım. Çünkü beni, ben yapan bu yaşadıklarım olmuştu. Bugün olduğum kişiyi ne olursa olsun seviyordum ama kendime kızmadan da edemiyordum. Ne olursa olsun ben suçluydum ve geçmişim bunun en büyük kanıtıydı.

Babam arabaya bindiğinde gülümseyerek bana baktı. "Yola çıkmaya hazır mısınız bakalım Beril Hanım?" söylediğiyle yüzümü ekşittiğimde hızla, "Berçil." diyerek düzeltti. Aradan yirmi beş yıl geçmişti ama bizi hala karıştırıp duruyordu.

"Hazırım babacım." dedim, hissettiklerimi sesime yansımasına mani olarak. Arabayı çalıştırıp sokaktan çıkarırken son kez gözlerimi gezdirdim her yerinde.

Yaşadığım apartmanın giriş merdivenlerine baktım. Beş yıldır her gün, aynı saate o merdivenlerde oturup gökyüzünü izlemiştim. Sanırım bu evin sevdiğim tek yanı bu gri merdivenlerdi. Burada kalma nedenim beş basamaklı bir merdivendi. Son basamağına oturup gökyüzünü izlediğim, izlerken şarkı dinlediğim bazen de söylediğim bir merdiven beni buraya bağlamaya yetmişti.

Mahalleden tamamen çıktığımızda dolan gözlerimi saklamak için sıkıca yumdum gözlerimi. Hazır değildim, öyle hissetmiyordum. Kaçtığım yere geri dönüyordum ve bu benim isteğim değildi. Kalabilirdim ama annemi kırmak istemiyordum. Annemsiz bir gün daha geçirmek istemiyordum ama oraya gittiğimde göreceğim, görmek zorunda kalacağım yüzleri bilmek bana acı veriyordu. Koşarak kaçtığım yere yine koşarak geri dönüyordum.

Kendime gelmeliydim. Ben artık yirmi yaşındaki bir çocuk değildim. Yirmi beş yaşında bir kadındım ben. Bütün acıma ve kaderime rağmen yıllarca ayakta durmuştum ben yine dururdum. Acıyla ağlamak ve duruma isyan etmek benlik bir şey değildi. İçine düştüğüm durumun farkındaydım ve bundan isyan ederek kurtulamazdım. İsyan etmek durumu daha da zorlaştırırdı. Gözyaşlarımı sildim ve sıkıca yumduğum gözlerimi açtım. Gülümsedim ve aynadan kendime baktım. Birbirine girmiş saçlarımı düzelttikten sonra babama doğru döndüm. "Nasılım baba?"

 

Babam bana bir saniye kadar baktıktan sonra yola döndü. "Çirkin." yüzüm düşer gibi olduğunda babam keyifli bir kahkaha attı. Şaka yaptığını biliyordum. Çocukluğumuzdan beri ona ne zaman bunu sorsam hep bu cevabı verirdi. Bakarız ve çirkin lafı ağzına yuva yapmıştı resmen.

"Bunu güzel olarak algılıyorum." dediğimde bana sadece omuz silkmekle yetindi. Trafiğe giriş yaptığımızda sıkıntıyla nefesimi dışarıya verdim. Babam iyi hoş adamdı da trafikte hiç sohbet etmeyi sevmezdi. Birlikte yola çıktığımızda en az yüz kere ölüp diriliyordum. Camı açıp dışarıda akan görüntüyü izlerken kulağıma kulaklığımı taktım. Bu yolun tadı anca böyle çıkardı.

Beş saat boyunca babamla ara sıra muhabbet ederek sonunda İstanbul'a giriş yaptığımızda içimden sevinç nidaları atmaya başladım. O kadar sıkılmıştım ki bir ara heyecan olsun diye yanımızda giden arabadaki insanla kavga edecektim. O derece bunalmıştım.

Sonunda evimize giden yola doğru döndüğümüzde saat dokuzu çeyrek geçiyordu. Beş buçuk saatlik yol trafik yüzünden uzadığı için altı saate anca gelebilmiştik. Trafik insanı fazla yoruyordu. "Annen çok heyecanlı." dedi babam gülümseyerek. "Seni çok özlemiş." bende onu çok ama çok özlemiştim. "Bütün sevdiğin yemekleri yapacaktı." Annemin şefkatini daha onu görmeden hissettiğimde kalbime sıcaklık yayıldı. Ahu Ayvaz bu dünyada beni çok seven tek kişiydi.

"Çoktan yapmıştır bile." açık olan camı biraz kapadım. "Sofrayı kurmuş, saate bakarak ne kadar süre içinde geleceğimizi tahmin etmeye çalışıyordur." dediğimde babam beni onaylarcasına başını salladı.

Annem benim aksime fazlasıyla dakik biriydi. Babam ve Beril de öyleydi ama ben onlara benzememiştim. Benim saatlerim birbirine dolanırdı hep. Dakik biri olmak bana göre değildi. Annemi ezbere biliyordum, onun bütün hareketleri ezberimdeydi. Yalnız kaldığım gecelerde saate bakıp şu an annemin ne yaptığını tahmin etmeye çalışıp yalnızlığımı gidermeye çalışırdım. Annemi anımsamak bütün kötü duyguları bir saniyeliğine bile olsa unutmama neden olurdu.

Vuslat mahallesinin içine girdiğimizde nefesimi tuttum. Gözlerim her noktasında gezindi, değişiklikleri aramaya başladım. Beyaz renkteki dubleks evler hala aynıydı, sokakta oynayan çocuklar hiç değişmemişti. Mahallenin bakkalının ve kahvecisinin renkli ışıkları yine sönüp duruyordu. Gençler dışarıda sokakta geziniyor ve gülerek birbirlerine bakıyorlardı. Mahallenin büyük teyzeleri yine İsmail amcanın evinin bahçesinde toparlanmış dedikodularını yapıyorlardı. Yaz ayında olduğumuzdan ötürü herkes dışarıdaydı. Unutmaya çalıştığım bütün yüzler karşımda eskisinden daha canlı bir şekilde duruyordu. Gözlerim karşılıklı evlerde gezindi. Hangi evde kimin oturduğunu hala hatırlıyordum. Hangi evde nasıl bir mutluluk ve acı yaşandığı hala ezberimdeydi. Dışarıda duran herkesin gözü bizim arabaya doğru kaydığında gözlerimi kaçırdım. Şu an yüzlerine bakacak cesaretim yoktu. Görmek istediğim tek yüz annemin parlayan kahverengi gözleriydi.

Babam arabayı evimizin önünde durduğunda camdan dışarıya doğru baktım. Evimizin mahalledeki diğer evlerden bir farkı yoktu. Diğer evler gibi beyaz ve iki katlıydı. Mahalleye doğru bakan mutfak penceresinin önünde duran rengârenk çiçekler evimizi farklı kılan tek şey olabilirdi. "İnelim mi kızım?" babamın sorusuyla gözlerimi ona çevirdim. Başımı silikçe evet anlamında salladığımda babam arabadan inen ilk kişi oldu.

Hadi Berçil, bunu yapabilirsin.

Çantamı arka koltuktan aldıktan sonra arabanın dışında bana bakan gözleri umursamadan arabadan indim. Az önce şen şakrak olan mahalle benim gelmemle sessizliğe bürünmüştü. Bütün herkesin gözleri bendeydi merakla ne yapacağımı bekliyorlardı. Onları görmezden geldim ve bavulumu almak için babamın yanına doğru gittim. Babam bavulumu bagajdan indirip, "Sen gir içeri kızım. Ben alırım bavulunu." dediğinde itiraz etmeden başımı salladım. Dilim tutulmuş gibiydi, kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. Gözlerimi mahallenin içine çevirdiğimde bana sert bakışlar atan üç adet gençle göz göze geldim. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken onları tanımak hiç zor değildi. Ben gittiğimde henüz on üç yaşında olan çocuklar şimdi on sekiz yaşına basmışlardı. O kadar büyümüşlerdi ki onları tanımam zorlaşmıştı. "Hadi Berçil," babam elini sırtına koyup beni kendisiyle yürütmeye başladı. "anneni daha fazla bekletmeyelim."

Gözlerimi çocuklardan çektim ve evin kapısının önüne doğru yürüdüm. Kahverengi renkteki kapının önünde durduğumuzda gülümsedim. Zile bastığımda tanıdık melodi kulaklarıma doldu. Karşı taraftan adım sesleri geldi ve ardından kapı açıldı. Annem ve Beril görüş açıma girdiğinde daha büyük gülümsedim. Annem kollarını direkt bana dolarken bende ona doladım. Tanıdık kokusuyla ciğerlerim bayram ederken ona daha sıkı sarıldım. "Çok özlemişim kız seni." sesi titremişti ve gözlerinin dolduğuna emindim.

 

"Bende özledim kız seni." dediğimde saçlarıma bir öpücük kondurup benden uzaklaştı. Tahmin ettiğim gibi gözleri dolmuştu. Bu görüntü karşısında benimde gözlerim dolacak gibi oldu ama kendimi durdurdum. Duygu seline gerek yoktu. Zaten yolda yeterince duygu karmaşası yaşamıştım. "Anne neden doldu gözlerin?" diyerek cırladığımda arkada kalan Beril güldü. Beni gördüğü için sevinmişti ama bunu bana yansıtmamaya çalışıyordu.

Beril benim ilk yol arkadaşımdı, ilk oyuncağımı ve hayatımı paylaştığım kişiydi. Dünyaya onunla birlikte gözlerimi açmıştım. Onunla birlikte büyümüştüm aynı evin içinde. Hayat bizi bir şekilde ayırmasaydı hala aynı devam ederdi ama öyle olmamıştı. Mahallenin tek ve ters ikizleri olarak anılan biz artık Beril ve Berçil olarak anılıyorduk. İkiz olmamız artık insanların umurunda değildi çünkü ben gitmiştim. Beril, bana kızgındı ama benden nefret etmiyordu. Onu bırakıp gittiğim için, giderken söylediğim şeyler için bana kızgındı ama benden nefret edemiyordu, etmek istemiyordu. Bunu bana kendisi söylemişti. Daha doğrusu ben yanlışlıkla öğrenmiştim.

"Özlemden annecim." beni içeriye doğru çektiğinde ayakkabılarımı çıkarıp evime girdim. "Hadi, yemek hazır. Yemekleri daha fazla soğutmayalım." annem içeriye doğru ilerlemeye başladığında babam arkamızdan içeriye girip bavulumu odama çıkardı.

Girişte sadece ben ve Beril kaldığımızda birbirimize baktık. İkimizde konuşma konusunda kötüydük. Ayakkabılarımı kenara koyduktan sonra onun karşısında dikildim. Bana göre daha açık kahverengi saçları ve daha koyu gözleri vardı. Boyu benden iki üç santim daha uzundu. Saçları benim gibi kahverengiydi ama güneşin altında sanki sarıymış gibi görünüyordu. Birbirimize tıpatıp benzemiyorduk ama fazla da farklı değildik. Dış görünüşümüz biraz benzer olsa bile içimiz çok farklıydı. Beril, bana göre her zaman daha çok sevilirdi. Dışa daha dönüktü, insanlara karşı daha benimserdi. Ben negatif tarafsam o pozitif olan taraftı. İnsanlar benden kaçarken ona kolaylıkla yanaşabilirdi. İki farklı taraf gibiydik. Uyumsuzduk ama buna rağmen çok iyi anlaşıyorduk. Bunu da ben bozmuştum.

"Annem bütün sevdiğin yemekleri yaptı." diyerek ilk söze o başladı. Sesinin tonundan bana olan uzaklığını hissedebiliyordum. "Heyecandan eli kolu birbirine dolandı." güldüm, güldü. Aramızda sadece bir adımlık mesafe vardı ama ikimizde onu aşacak kadar güçlü değildik ya da ben değildim. Beni şaşırtarak, "Hoş geldin Berçil." dedi. Sesi az öncekine göre daha samimi çıkmıştı. Aramızdaki mesafeyi kapadı ve yanağıma bir öpücük kondurdu. Öylece kalakaldığımda ne yapacağımı bilemeden ona baktım. "Her şeye rağmen iyi ki geldin."

Yanımdan geçip mutfağa doğru gittiğinde onun peşinden baktım. Gözlerimi bile kırpmadan duruyordum dikildiğim yerde. Beril'i gittiğim günden beri iyi anlayamıyordum. Anlamaya çabalayacak zamanım da olmamıştı. Kendimi anlayacak zamanı bile bulamamıştım bazen. Daha fazla dikilmeden mutfağa doğru gittim bende. Annem büyük ihtimalle sofrayı bahçeye kurmuştu. Yaza gireli bir buçuk ay oluyordu ve havalar insanı eritecek kadar sıcaktı hala.

Öylece durmayı bırakıp bende peşlerinden mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Açık olan saçlarımı tokayla bağlarken mutfağa doğru ilerledim. Annemin katı kurallarından biriydi saç bağlamadan mutfağa girmek. Biz bağlamasak gelip kendi bağlıyordu. Birde öylesine değil güzelce toplamımızı söylüyordu. Öylesine bağladığımızda gelip saçımızı açıyor tekrar bağlatıyordu. Garip biriydi ama alışmıştım.

Mutfaktan içeriye girdiğimde bahçeye geçtim. Masa çoktan hazırlanmıştı, her şey hazırdı. Beril ve annem masaya çoktan yerleşmişler; babam ve beni bekliyorlardı. Bende geçip masaya Beril'in yanına oturduğumda annem hemen karşımda duruyordu. Babam da onun yanına oturacaktı. Masanın üzerinde duran yemeklere doğru bakarken ben bu kadar yemeği kimin yiyeceğini düşünüyordum. Herhalde bütün mahalle akşam yemeği için bize doluşacaktı. "Annecim bu kadar yemeği kim yiyecek?" diye sordum kendime engel olamayarak.

"Sen yiyeceksin." hayatım boyunca asla çok yemek yiyen biri olmamıştım. İki tabak yemeği zor yiyen biriydim ben. Annem de bunu çok iyi biliyordu. İtiraz etmek için ağzımı açtığımda, "Bana karşı gelme Berçil." diyerek bütün laflarımı ağzıma tıktı. "Zaten bir kemik bir deri kalmışsın. Uçup, gideceksin yakında."

"Aslında hiç kilo vermedim ama." dedim yalan söyleyerek. Son zamanlarda kendime fazlasıyla vakit ayırdığımdan kendim hakkımda önemli kararlar almıştım. Bunlardan biri de kilo vermekti. Çok kilo olduğum bir dönem olmuştu ve bu sağlığım için fazlasıyla zararlı bir hale gelmeden bunun önüne geçmiştim. Yanlışlıkla bir deri bir kemik kaldığım doğruydu ama.

"Sus, sus. Vermişsin, anneyim ben anlarım." diyerek direttiğinde sessizce durumu kabul etmek zorunda kaldım. Beril güldüğünde annem ona sert bir bakış attı. "Sen de yiyeceksin Beril Hanım. İki kilo verdiğini biliyorum." dediğinde bu sefer susan Beril, gülen bendim. Beril alttan ayağıma vurduğunda ona bakıp gözlerimi devirdim. Kendisi gülerken iyiydi!

Babam da dışarıya geldiğinde masaya oturdu. Annem tabaklara çorba koyduğunda yemekleri yemeye başladık. Çorba o kadar güzeldi ki gözlerimin büyümesine engel olamadım. Hepsi bu tepkime güldüler.

"Ben yaptım." dedi Beril yan tarafımdan. "Çorbayı ben yaptım yani." Beril'in güzel yemek yaptığını biliyordum ama bu kadarını ben bile beklemezdim gerçekten. Gastronomi okuduğunu biliyordum. Üniversiteyi çoktan bitirmiştik hepimiz. Bu kadar güzel yemek yapabiliyorken neden evde durup kendini harcıyordu? Ve ben neden buna bu kadar takmıştım ki?

"Ellerine sağlık." dedim çorbadan ağzıma bir kaşık daha götürüp. "Gerçekten çok güzel olmuş."

"Ne demek." iltifatım onu gerçekten mutlu etmiş olacak ki zevkle gülümsedi. Çorbalarımızı bitirdikten sonra bu sefer annem tabaklarımıza diğer yemeklerden doldurdu. Ona ne kadar çok doldurduğu konusunda söylensek de o bizi dinlemeden tabaklarımızı kendine göre doldurmuş ve yemezsek bizi cezalandıracağını söylemişti. El mahkum kabullenmiş ve yemeklerimizi yemeye başlamıştık.

"Berçil kızım neler yapıyorsun anlat bakalım." diyerek sessizliği böldü babam. Normalde babam hepimizin gün rutinini iyi bilirdi ama ben beş yıldır ayrı yaşadığım için benimkisini bilmiyordu. "Sabah kaçta uyanıyorsun mesela?" diye sorduğunda asıl niyetinin gün rutinimi ezberlemek olduğunu iyi biliyordum. Garip bir huydu kesinlikle.

"Sekiz dokuz gibi uyanıyorum babacım." Beril başını yemeğinden kaldırıp şaşkın gözlerle bana baktı. Normalde sabahları bir ikiden önce asla uyanmayan benden bu cevabı duymak şaşırtıcıydı. "Uykumu düzene sokmayı başardım sonunda."

Babam gururla gülümserken annem alay edercesine güldü. "Koymamışsındır sen." dedi Beril de annem gibi beni alaya alarak. "Soktuğunu zannediyorsundur." ona bakıp gözlerimi devirirken o gülmeye devam etti. "Kaçta uyuyorsun geceleri?"

Sorusuna fazla düşünmeden, "En geç bir de." dediğimde annem şaşırdı. Normalde güneş doğana kadar uyumaz şafak sayardım ama bir yıldır en geç bir de uyuyor sabahları dokuz da uyanıyordum. Bana kalsa yine böyle devam ederdim ama Gökçe yüzünden bir şekilde başarmıştım işte. "Gökçe gazladığı için düzene soktum yoksa asla sokmazdım."

"Gökçe kim?" diye sordu Beril.

"Ankara'dan arkadaşım." diyerek kısaca yanıtladım onu. Gökçe ile neredeyse dört yıldır tanışıyorduk ve yakın olduğumuzu söyleyebilirdim. Bana çok yardımı dokunmuş biriydi. Ne zaman birine ihtiyacım olsa çıkagelirdi. Hissettiklerimin içine doğduğunu söylemeye başlamıştı. Haklı olabilirdi çünkü bende zorlanmadan gözlerinden onun ne hissettiğini anlayabiliyordum.

"Bravo kıza." dedi annem. "Bizim yirmi yılda yapamadığımızı o beş yılda yapmış." Beril gözlerini devirip ağzına büyük bir lokma attı. Sinirle çiğnemeye başladığında onu görmezden geldim.

 

"Bizim yerimizi doldurmakta çok ısrarcıydın zaten." dedi Beril, saklayamadığı kadar büyük bir imayla. "İyi gelmiştir bu da sana." geçmişi bana hatırlatıp duracağını zaten bildiğimden takılmamaya çalıştım ama başaralı olamadım. Yüzüne sabit bir ifadeyle bakarken o bana sinirli bakışlarından birini atıyordu. Ortam istemsizce gerildiğinde annem başka şeylerden bahsetmeye başladı ama ikimizde onu duyamayacak kadar sinirliydik.

Yemek boyunca bir daha Beril ile konuşmamış sadece annem ve babama odaklanmıştım. Sofrayı hep birlikte toplayıp bulaşıkları da hallettikten sonra Beril gözlerimin içine bakıp nispet yapmaya çalışır gibi Akasyalar ile buluşacağını söylemişti. Onu duymazlıktan gelmiş önümde duran şeylerle uğraşmaya devam etmiştim. Beril gittikten sonra annemlerle birkaç saat daha oturup sonra kendi odama çıkmıştım. Çıkarken yol yorgunu olduğumu ve uyumak istediğimi söyleyip bahane üretmiştim.

Odama girdiğimde hiç düşünmeden kendimi yatağımın üstüne atmış ve tavanı izlemeye başlamıştım. Saatlerdir gözümü kırpmadan tavanı izliyor ve açık camımdan gelen sesleri dinliyordum. Benim odamın camı direkt mahalleye bakıyordu. Kafamı uzattığım an bütün Vuslat Mahallesi gözlerimin önüne seriliyordu. Balkonum da aynı şekildeydi. Normalde balkona çıkardım ama daha kimsenin beni görmesini istemiyordum. Şu an bunun için doğru zaman değildi.

Gençlerin kahkaha sesleri, mahallenin teyzelerinin konuşma sesleri... Hepsi o kadar yabancı geliyordu ki kulağıma. Sanki hiç burada doğmamış, hiç burada büyümemiş gibi hissediyordum. Yabancıya dönüşmüştüm ve bunu buraya geldiğim gün anlıyordum. Vuslat Mahallesi benim içinde öylesine bir yere dönüşmüştü. Oysa beni ben eden yer burasıydı.

İnsan doğduğu ve büyüdüğü yere yabancılaşır mıydı? Doğduğu mahallede sanki bir yabancıymış gibi hissedip ona göre davranır mıydı?

Annem bütün bu düşündüklerimi duysa terlikle kovalardı beni. Karşıma geçer burada yaşadığım bütün günleri bana anlatır ve hatırlamama neden olurdu. Aitlik duygusunu tekrar içime ekmeye çalışırdı. Başarılı olur muydu bilmiyordum ama deneyeceğinden emindim.

Oda sıcak gelmeye başladığında uzanıp duvarda asılı olan saate baktım. Saat bir olmuştu ve ben daha buraya gelir gelmez uyku düzenimin içinden geçmeye başlamıştım.

Gözlerimi odanın içinde gezdirdim. Her şey yerli yerindeydi sadece yatağım değişmişti. Eskisinden daha büyük bir yatağım vardı. Yatağımın hemen karşısında duran siyah çalışma masam ve büyük beyaz gardırobum yerli yerinde duruyordu.

Gözüme çalışma masamın üzerinde duran fotoğraf çerçeveleri çektiğinde acıyla gülümsedim. Onlarla çekildiğim bir fotoğrafım masamın üzerinde duruyordu. Yatağımdan kalkıp siyah çalışma masama ilerledim. Çerçeveyi elime alıp fotoğrafta gülümseyen yüzüme baktım. Hepimiz birlikteydik ve kocaman gülümsüyorduk. Kış ayında olduğumuzdan ötürü hepimizin üzerinde kalın giysiler vardı. Gözlerim fotoğrafta yanımda duran ve bana sarılan ona kaydığında yutkunamadım. Ela gözleri mutlulukla parlıyordu. Bizi çeken kameraya değil bana bakıyordu ama ben ona bakmıyordum. Eğer o gün tüm bu yaşayacaklarımı bilseydim ona doya doya bakardım. Son kez sıkıca sarılırdım. Sondan habersiz gözlerimi ondan kaçırmazdım. Son olduğunu bilmeden yapamadığım şeylerin acısı kadar yakmıyordu hiçbir şey canımı.

Çerçeveyi geri yerine koymak istedim ama her baktığımda kötü hissedeceğimi bildiğimden onu masanın üzerine ters şekilde koydum. Odanın içi iyice havasız gelmeye başladığında balkon kapısına doğru baktım. Korkmakta aptallık ediyordum. Burası benim evimdi ve ben burada istediğim gibi hareket edebilirdim. İnsanların bakışları ve söyleyecekleri umurumda olmamalıydı.

Yanıma telefonumu ve kulaklığımı alıp balkona çıktığımda gördüğüm görüntüyle büyülendim. O kadar çok yıldız vardı ki hayatımda bu kadar çok yıldızı bir arada gördüğümü hatırlamıyordum. Gece en az güneş gibi her yeri aydınlatıyordu. Balkonumda duran ikili tek koltuktan en köşedekine oturup gözlerimi bir saniyeliğine bile gökyüzünden kaçırmadım. Sokakta kimse yoktu sadece evlerin bahçesinden sesler geliyordu.

Beril'in şu an nerede, ne yaptığını deli gibi merak ediyordum açıkçası. Benim hakkımda konuştuklarını biliyordum ama ne dediklerini merak ediyordum. Bunu da Beril söylemişti yüzüme karşı. Arkamdan gizli konuşmak yerine direkt her söylemek istediğini yüzüme söylüyordu. Bunu yapmak ona beni üzdüğünü düşündürüyor olabilirdi ama ben gerçekten üzülmüyordum. Kendi kendime her şeyi o kadar kabullenmiş ve benimsemiştim ki artık söyledikleri üzmüyordu beni. Belki zamanla üzmeye başlardı ama şu an tamamen hissizdim.

Telefona kulaklığa takıp en son dinlediğim şarkıya bastım. Koltukta ayaklarımı kendime doğru çekip şarkıyı mırıldanarak gökyüzünü izlemeye başladım. Şarkılar insanın ruhunu dinlendiriyor, olduğu durumdan çekip alıyordu. Tek bir şarkı ile bütün moralim düzelebilirken yine tek bir şarkıyla bütün duygularım değişebiliyordu. Bu beş yıl içinde beni üzmesine tek izin verdiğim şeyler şarkılardı.

Hangi şarkıyı dinlediğimi bir önemi yoktu. Bütün şarkılar onları dinlerken benim için yazılmıştı, bütün kitap cümleleri okurken sadece benim için kaleme alınmıştı. Ben bütün bunları yaparken her şey sadece benim içindi. Bazen şarkı dinlemeye bile hakkım olmadığını düşünüyordum. Terk edip giden kişi ben olduğum için hiçbir şeye hakkım olmadığına inanıyor ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilmeden sadece duvara bakıyordum.

Olduğum odada sıkışıyor ne hissedeceğimi bilmeden sadece duruyordum. Düşünceler beni boğuyor ve işkence ediyordu. Tek suçlu bendim ama böyle olmasını ben istememiştim. Nedenlerim vardı.

Nedenler kimin umurumdaydı ki? Terk edip gitmiştim işte. Nedenler anlamsız ve önemsizdi. Kimse nedenleri merak etmiyordu. Bende umursamıyordum artık.

Kimsenin umursamadığı bir şeyi benim umursamam ne fark ederdi?

Ben herkes için suçluydum ve nedenlerim bunu değiştirmeyecekti. Ama artık ne suçlu olmamın ne de suçumun bir önemi vardı. Her şeyin üstünden tam tamına beş yıl geçmişti ve benim yaptıklarım geçmişten ibaretti artık. Zaman suçumu benden alıp götürmemişti ama üstünü kapatmıştı. Geçmiş, üstü beyaz çarşafla kaplı bir fazlalıktan ibaretti artık.

Zaman akarken hatalarımı da suçumu da yok etmişti. Ünlü yazarın da söylediği gibiydi her şey: "Geçmiş bir çöplüktür ve çöpü köpekler karıştırır."

Geçmişe bağlı değildim, geçmişe bakarak hareket etmiyordum. Bu beş yıl içinde onlarda nasıl bir değişim olmuştu bilmiyordum ama ben geçmişimi umursamayacak kadar zeki biriydim artık. Onların geçmişe bağlılıkları beni ilgilendirmezdi. Ben geçmişimi ardımda bırakmıştım. Geçmişimi arkamda bırakırken onlar da arkamda kalmıştı ama yapabileceğim bir şey yoktu.

Eğer ben onları arkamda bırakmasaydım kendime asla yetişemezdim.

Düşüncelerimi yok saymaya çalışıp kulaklığıma dolan sesleri duymaya çalıştım. Kulaklığım da çalan şarkı bütün duygularımı zorlarken onu değiştirmeyi düşündüm ama yapmadım. Bunun çalmasını ben istemiştim. Ne hissedeceğimi bilerek açmıştım bu şarkıyı.

Gözlerimi gökyüzünden çekip mahallenin içinde dolandırmaya başladım. Bütün dükkanlar kapanmıştı, ışıklar sönmüştü. Gözümden akan bir damla yaş dudaklarımın arasına sızdığında çaresizce gülümsedim.

İnsan yapacak hiçbir şeyi olmadığında hep geçmişe dalıyordu. Hatalarını düşünüyor aslında ne yapması gerektiğini daha iyi kavrıyordu. Geçmiş; hatalarımızı görmemizi sağlayan en önemli dersti ve ben yıllar önce bu dersten kalmıştım. Geçerli not alamamış ve yerimde saymaya başlamıştım. O günden beri pek fazla ilerleme kaydettiğim söylenemezdi.

Geçmişimi arkamda bırakmaktan bahsediyordum ama ne zaman boş kalsam onu düşünmeden edemiyordum. Geçmişim her zaman boş anımı kolluyor ve beni yakalıyordu. Geçmişimden kaçtıkça ona daha çok yakalanıyormuş gibi hissediyordum. İnsan neyden kaçarsa onla daha çabuk yüzleşiyordu.

"Garip değil mi?" arkamdan gelen sesle gözyaşlarımı hızlıca silip çalan müziği kapadım ve gelen kişiye doğru baktım. Beril gelmişti ve balkon kapısının pervazına yaslanmış bana bakıyordu. Ne ara gelmişti? Geldiğini görmemiştim, duymamıştım da. Düşüncelere dalıp yine gerçeklik algısını yetiştirmiştim. Bunu kontrol etmeyi kesinlikle öğrenmeliydim.

"Garip olan şey ne?" diye sordum anlamayarak.

Alayla güldü ve gözlerini devirdi. Anlamamış ayağına yattığımı düşünüyordu. "Senin hâlâ ağlayıp bir şeyler için üzülebilmen."

Onun gibi alayla güldüm ve gözlerimi ondan çektim. Anlamasını ya da başka bir şey demesini beklemiyordum zaten. Kapıdan içeriye girip yanımda duran tekli koltuğa oturdu ve gözlerini bana kilitledi. "Neden?" diye sordum duygusuz kalarak. "Ben insan değil miyim?"

Cıkladı, "Değilsin." dedi net sesle. Tek ayağını koltuğun üzerine koydu rahat bir tavır takındı. Benimle uğraşmak ona zevkli geliyordu. Benim hakkımda ne düşündükleri umurumda değildi ama söylediklerine kırılmamayı başaramıyordum. "Sen insan filan değilsin Berçil."

Gözlerimin dolmaması için verdiğim çaba beni yavaşça tüketiyordu. Beril o kadar sinirliydi ki bunu fark etmedi bile. "Boş düşüncelerini kendine sakla Beril." Onlar bana yumuşak davranmadığı sürece bende davranmayacaktım. Kendimi ezdirecek kadar aptal değildim. "İnan söylediklerin gram canımı sıkmıyor."

Yalandan ölünse kesin mezardaydım şu an. Gerçekleri bilmelerine gerek yoktu. Gereksiz bir ayrıntıydı gerçekler. "Ne sıkıyormuş canını?" derken öfkeyle nefesini verdi.

"Siz ya da bu mahalledeki herhangi biri canımı sıkmıyor." topladığım saçlarımı açtım. Toka canımı yakmaya başlamıştı. "Umurum dışısınız." Beril söylediklerimle sustu. Gözlerimi ona çevirmekten korkuyordum. Beril tek bakışta ne düşündüğümü ne hissettiğimi anlayabilen biriydi. Gözlerimi ona çevirdiğimde hissettiklerimi anlayabilme ihtimali beni korkutuyordu.

İnsanların beni anlamasını ya da görmesini istemiyordum. Gördüklerinde nasıl olduğumu soracaklardı ama nasıl olduğumu asla umursamayacaklardı. Umursanmamaktansa anlaşılmamayı tercih ederdim. Anlaşıldığımda gözden gelindiğimi fark etmek çok canımı yakardı çünkü. Daha fazla canımın acımasını istemiyordum.

"Duygularımız karşılıklı." gözlerini sonunda benden çekip gökyüzüne doğru çevirdi. Yıldızların görüntüsü onu da etkilemiş olacak ki hafif tebessüm etti. "Güzel bir gökyüzünün altında durmak insana iyi hissettiriyor." kötü mü hissediyordu? Bakışlarımı gökyüzünden çekip ona çevirdim. Kötü hissediyor gibi gözükmüyordu. Aksine gözleri mutlulukla parlıyordu. Onun iyi hissettiğini bilmek içimi ferahlattı. Birimizin iyi olduğunu bilmek kalbimdeki yüzü biraz da olsa azalttı. "Özellikle de bu gökyüzünü Vuslat Mahallesinde izlemek ayrı bir zevk veriyor." gözlerini gökyüzünden çekip bana çevirdi. Kaşları biraz çatılır gibi oldu. "Başka bir yerde gökyüzü bu kadar güzel gözüküyor mu?"

Beş yılımı geçirdiğim evde çoğu kez dışarıya çıkıp gökyüzünü izlemiştim ve itiraf etmem gerekirse gökyüzü orada güzel gözükmüyordu. Vuslat mahallesi bütün gökyüzünü gözlerimin önüne sererken oturduğum yer gökyüzünü izlememi kolaylaştırıyordu. "Gözükmüyor," dediğimde zevkle gülümsedi. Cevabım onu çok mutlu etmişti. "buradan bambaşka gözüküyor gökyüzü."

"Vuslat mahallesi farkı." dediğinde ikimizde güldük. Vuslat mahallesi gerçekten çok farklı bir mahalleydi. Diğer yerler gibi samimiyetsiz ya da sönük değildi. Aksine burada herkes birbirini tanır ve severdi. Bazen arada sürtüşmeler yaşansa bile konu her zaman tatlıya bağlanırdı. Ruhsuz değildi her zaman mutluluk doluydu. Birinin morali bozuksa diğeri onun moralini yerine getirmek için çabalardı. Bu mahalledeki herkes bir diğerinin ailesiydi. Kimse yalnız ya da ailesiz değildi. Sarılacak kol çoktu ama ben hepsini reddetmiştim. Aptaldım. "Berçil,"

Tam bir şey söyleyecekken vazgeçti. "Boş ver." dedi mırıldanarak. Diğer ayağını da kendine doğru çekti ve koltukta arkasına yaslandı. Bana baktı ve düşünmeye devam etti. Kafasının içinde ne döndüğünü merak ettim ama ağzımı açıp soramadım. Telefonum bir kez daha titredi ama ne olduğuna bakmadım. Gökçe'nin ne yazdığını az çok tahmin edebiliyordum. "Yarın Doğular bize gelecekler." içimden kısa bir lanet okudum. "Amcamlar filan gelecek, toplanacağız." eliyle beni gösterdi. "Senin için." gözlerini devirdi. "Sanki gerek varmış gibi."

 

Gerçekten ben onlardan kaçmaya çalıştıkça onlar bana daha çok yaklaşıyordu. Kaçtığımız şeylerle daha çabuk yüzleşmemiz gerçeği doğruydu. Neyden kaçarsak onunla daha çabuk yüzleşirdik. "Tamam." kabul etmekten başka bir çarem yoktu. İtiraz ettiğimde bir şey değişmeyecekti. Boş yere ağzımı yormaya gerek yoktu.

"Hani sen artık geceleri erken uyuyordun?" konuyu değiştirmesi gözümden kaçmadı ama umursamadım. Onunla böyle konular hakkında konuşmak istemiyordum. "Saat ikiye geliyor."

Saatin bu kadar geç olduğunu fark etmemiştim bile. Zaman akıp geçmişti ve ben yine ona ayak uyduramamıştım. Ritmini hep kaçırıyordum. Düşüncelerime dalıyor onları silip atana kadar zaman kavramını kaybediyordum. "Uyurum şimdi." dedim onu geçiştirerek. Uyumak istiyordum ama gözlerim kapanmıyordu. "Ya da bir ara, bilemiyorum."

"Baya koymuşsun ya uykunu düzene." dedi beni alaya alarak. Söylediğine tebessüm edip gökyüzünü izlemeye devam ettim. "Değişmişsin." dedi birden. Cevap vermek yerine onun konuşmaya devam etmesini bekledim. Konuşmak istemiyordum, konuşursam taviz vermekten korkuyordum. "Sadece dışın değil içinde değişmiş gibi."

Ne demek istediğini anlamadım. Daha geleli saatler olmuştu ve o hemen değiştiğimi anlamış mıydı? Değişmiştim ama bazen hala eski Berçil kalmış gibi hissediyordum. Değiştiğimi biliyordum ama bu değişimin ne olduğunu bilmiyordum. "Nasıl bir değişimden bahsediyorsun?" diye sordum kendimde bulamadığım cevabı onda bulmak için.

"Katı biri olmuşsun, bakışların sertleşmiş."

"Eskiden de böyleydim." dedim savunmaya geçerek.

"Eskiden bize bakarken tebessüm ederdin artık sadece bakıyorsun." dedi savunmamı yerle bir ederek. "Anneme bakarken gülümserdin en azından ama onu bile yapmadın." bunu yaptığımın farkında bile değildim. Beril bana bunu söylemese farkına bile varmayacaktım. "Eskiden katı biri gibi gözükürdün ama için farklıydı şimdiyse sadece dışın değil içinde katılaşmış."

"Ben hiç yumuşak biri olmadım." eskiden de insanların yaklaşmaktan korktuğu biriydim. İnsanlar benden hoşlanmaz, sinir olurlardı. Hatta bir süre Beril dışında beni kimse sevmezdi. Onun sayesinde insanlar beni sevmeye başlamıştı. "İnsanlardan benden kaçtılar her zaman."

"Çünkü dışın sert biriydi ve insanlar seni her zaman dışına bakarak yargıladı." bunu bilmesine şaşırdım. Geçmişte bunu bilmediğini düşünüp kendimi yalnız hissettiğim zamanlar olmuştu. Beril o zamanlar bunu bilerken neden böyle hissetmeme neden olmuştu? "Ama için böyle değildi." kafasını iki yana salladı. "İçin her zaman dış görünüşün tam aksiydi."

"Ama şimdi dışımla içim bir."

"Neden?" diye sordu bana bakarak.

Ona verecek tonlarca cevabım vardı ama o hiçbirini bilmeyi hak etmiyordu. Bu sefer ben sustum, cevap vermedim. Bütün suçu hayata atabilirdim ama onu bile yapmadım. Bugün böyle biriysem bunun suçlusu hayat değil bendim. Suçu hayata atanlar başına gelenleri kabullenmek istemeyenlerin bahanesiydi. Benim bir bahaneye ihtiyacım yoktu. Bahaneler üretmek yerine susmak daha iyiydi. Bahaneler ürettiğimi nedenlerini merak edebilirdi. Köşeye sıkışabilir, durumu daha da zorlaştırabilirdim ama sustuğumda soracağı hiçbir şey olamazdı.

Derin bir nefes verdim dışarıya. "Uyumak istiyorum." dedim yorgun bir sesle. Gökyüzünü izlemeyi bırakıp oturduğum yerden kalkıp Beril'in karşısında dikildim. "Odamdan çıkar mısın?"

"Tamam." Beril oturduğu yerden ayağa kalkıp üstünü düzelttikten sonra bana baş selamı verip balkonumdan çıktı. Üç saniye sonra odamdan da tamamen çıktıktan sonra kendimi geri koltuğun üzerine bıraktım. Uyumayacaktım, uyuyamazdım. Düşünceler etrafımı dört bir yandan sarmışken gözlerimi kapayamazdım.

Her şeyin bittiğini düşünmüştüm. Sadece bir yıl önce kötü günlerin gerçekten eskide kaldığını düşünmüştüm ama hayat önüme daha kötüsünü koymuştu. Tam yeşerdiği yerden kesip atmıştı hayat tüm umutlarımı. Mutlu olacağımı sanmıştım ama hayat bunu engellemişti. Geri dönmek asla planlarımın içinde yoktu. Gittiğim gün bir daha geri dönmemeye yemin etmiştim. Kendime verdiğim sözü yalnızca beş sene tutabilmiştim. Annem arayıp ısrar ettiğinde kendimde değildim. Bir anlık gaflete düşüp kabul etmiştim. Hemen sonraki gün arayıp anneme gelmeyeceğimi söylediğimde büyük bir kavga etmiştik. Annem bir hafta boyunca benimle konuşmamak konusunda ısrar edip, bana küstüğünde olayın daha fazla uzamaması için teklifin yeniden kabul etmiştim. Kendi isteğimle terk ettiğim yere beş sene sonra annemin zoruyla geri dönmüştüm.

Annemin neden beni buraya getirmek için bu kadar çırpındığını anlamıyordum. Buraya gelmem için deli gibi uğraşlar vermişti resmen. Bana hakkını helal etmeyeceğini, gelmezsem bir daha asla benimle konuşmayacağını söylemişti. Baskısına dayanamayıp kabul etmiştim ve şu an buradaydım. Kafasında neler kurduğunu merak ediyordum ama zamanla öğreneceğimi bildiğimden öğrenmek için çaba da göstermiyordum.

Oturduğum koltuktan kalktım ve içeriye geçtim. Yarın dinç olmam gerekiyordu çünkü kaçtığım insanlarla yüzleşecektim. Yarın buraya sadece amcamlarım gelmeyeceğini biliyordum. Annem herkesi davet etmişti ama beni strese sokmamak için söylemiyordu. Annem bütün mahalleyi bize davet etmişti çünkü benim geldiğimi herkesin bilmesini istiyordu. Zaten herkesin bildiğinin o da farkındaydı ama sadece resmileştirmek istiyordu. Neden böyle bir şey yaptığını gerçekten anlamıyordum.

Annem ben gittiğimde neden gittiğimi ve ne yaptığımın farkındaydı ama buna rağmen bana kızmıyor ya da tavır almıyordu. Nedenini merak ediyordum ama bunu ona soracak yüzüm yoktu. Belki bir beş yıl sonra sorardım. Yatağımın üzerine kendimi atıp iyice yayıldım. Ama bundan hemen vazgeçtim ve yatağımdan doğruldum.

Uykum yoktu ve uyumak istemiyordum. İçimi sıkıntı basarken uyuma konusunda iyi değildim ve bu evde daralmaya da başlamıştım. Nefes almak istiyordum ve bunu burada uzaktayken yapmak istiyordum. Biraz dışarı çıkmaya ve nefes almaya ihtiyacım vardı.

Yavaş hareketlerle yatağımdan çıkıp üzerimde ki pijamalardan kurtuldum ve yerine daha düzgün kıyafetler giydim. Yanıma telefonumu, kulaklığımı ve evin anahtarını aldıktan sonra odamın kapısını açtım. Gıcırdamaması için yavaş hareketlerle dokundum. Kapı ses çıkarmadan açıldı ve yine ses yapmadan kapandı. Merdivenlerden bebek adımlarıyla inmeye başladım. Ses yapmamak için nefesimi bile tuttum. Babam ses duyarlı biriydi ve en küçük sese uyanıyordu. Bu yüzden ölüm sessizliğini sağlamaya çalıştım.

Merdivenleri ses yapmadan indiğimde tuttuğum nefesimi verdim. Derin birkaç nefes aldıktan sonra tekrardan nefeslerimi tutmaya başladım. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atarken dış kapıya yürüdüm ve ayakkabılıktan ayakkabılarımı alıp dış kapıyı açmaya çalıştım.

Kapı açılmadı, bir kez daha denedim ama yine açılmadı. Sessizce küfür mırıldandıktan sonra cebime koyduğum anahtarı çıkardım ve kilit kısmına soktum. Yavaşça anahtarı çevirdim ve sesi olabildiğince azaltmaya çalıştım. Tam bir tur döndürmüştüm ki kilidin açılma sesi bütün evde yankılandı. Gözlerim kocaman açıldığında hareket etmeyi kestim. Bütün bedenim buz tutmuşa döndü. Birkaç saniye birinin uyanmasını ve kapıya gelmesini bekledim ama kimse gelmedi. On saniye sonra tekrar hareket etmeye başladım ve kapının kolunu aşağıya doğru çektim. Kapı açıldığında zaferle güldüm ve elimi yumruk yapıp, yukarıdan aşağıya doğru çektim. Kendimi savaşta zafer kazanmış bir asker gibi hissediyordum.

Açılan kapıdan dışarıya çıktım ve kapıyı sessizce arkamdan kapadım. Yirmi beş yaşındaydım ve hâlâ evden çıkarken suç işliyormuş gibi geriliyordum.

Sokakta tek başıma olduğumu görmek içime su serperken evden hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladım. Kulağıma kulaklığımı taktım ve kendimi bütün dünyadan soyutladım.

Adımlarımın beni nereye götüreceğini merak ettim. Fazla uzağa götürmeyeceğini biliyordum ama buradan koşup kalmak isteyen yanım her an ağır basıp beni buradan uzaklaştırabilirdi.

Hislerime göre yaşayan biri değildim. Bütün kararlarımı mantığımla alır, duygularımı işin içine karıştırmazdım. Mantığımla yaşayan, duygularımı önemseyen biriydim ve buraya gelmek tamamen kendime ters düşmem demekti. Buraya gelirken mantığımı duymamış, hislerimin beni yönetmesine izin vermiştim. Duygularımla geldiğim bu şehirden duygularımla gidecektim ve bunun her zerresi bana yanlış hissettirecekti. Duygularım bana hata yapmışım gibi hissettiriyordu. Duygularımı dinleyince ölecekmişim gibi geliyordu. Sanırım hep bu yüzden mantığımın sesine sığınmış ve diğer şeylere arkamı dönmüştüm. Bütün hayatımı hata yapmışım gibi hissederek geçirmek istemiyordum çünkü. Mantığım benim yolumu aydınlatan ışığımken, duygularım beni uçuruma sürükleyen hatalarımdı.

Vuslat Mahallesinden çıktığımı etrafıma baktığımda anladım. Adımlarımın beni nereye getirdiğini karanlık yoldan anladım. Bayırdan yukarıya çıkmaya başladım ve başımı öne eğip adımlarımı izledim. Burada ışık yoktu, yanmamıştı bu gece ışıklar. Koskoca yer karanlığa ve sessizliğe gömülmüştü. Bunun bile benim hatam olduğunu düşünecek kadar değişmişti bir şeyler.

Bayır bittiğinde düz ilerlemeye davam ettim. Kulaklığımda aynı şarkı dönüp durmaya devam etti ama ben onu bir kez bile dinleyemedim. Düşünceler bütün sesleri bastıracak kadar ağır bir sessizlik içindeydi. Onların içindeyken kalp atışı bile duyulmazdı. Düşünceler bizi gerçek dünyanın kibrinden ve güzelliklerinden ayırıp kendi kötü dünyasına hapsederdi.

Karanlık bir yerden sonra daha da kötü bir hale büründüğünde az yolum kaldığını anladım. Bu yoldan beş yıldır yürümüyordum ama her adımı hâlâ kafamın içindeydi. Hangi adımı atacağım önceden kafamın içinde canlanıyordu. Buraya kaç adımda geldiğim, yolun ne kadar sürdüğü kafamın içinde kazılıydı hâlâ. İnsan yaşadığını hissettiği hiçbir yeri unutmuyordu. Bu yüzden bu sokak ve o manzara kafamın içinde saklıydı.

İki tarafımın da yeşillikle kaplı olduğu yere girdiğimde adımlarımı hızlandırdım. Son elli adım kalmıştı yıllardır hasretini duyduğum yere kavuşmama. Adımlarım daha da hızlandı ve ne kadar hızlı yürüyebilirsem yürüdüm.

Sonunda geldiğimde duraksadım ve gözlerimin önüne dökülen manzaraya büyülenmiş gibi baktım. Yutkunmakta zorlandım, nefesim kesildi. Çok ama çok güzeldi. Aynı hatırladığım gibiydi ama eskisinden daha güzeldi. Güzelliği boyut değiştirmişti.

İstanbul manzarası gözlerimin önündeydi. Işıklar küçük noktalar gibi görünüyordu, gökyüzü lacivert rengine boyanmıştı. İnsanların sesleri duyulmuyordu. İstanbul bir tablo gözlerimin önüne serildiğinde kendimi sanki o tablonun içinde hayat bulan insanlar gibi hissettim. Gerçek olmayacak kadar güzel, akla sığmayacak kadar büyüleyiciydi.

İstanbul ona uzaktan bakıldığında daha güzel bir yer gibi gözüküyordu. Yakınlaştıkça güzelliği de küçülüyor, büyüleyici özelliği yok oluyordu. İstanbul uzaktan mükemmel bir yerdi ama yakınlaştığımızda ve bu mükemmel tablonun içine daldığımızda cehenneme dönüyordu. Kusurlar uzaktan belli olmayacak kadar iyi bir oyuncuydu. Yakından bakılınca fark edilirlerdi sadece.

Gözlerim her yere dokundu ve buraya geldiğim andan itibaren kendimi ilk defa bu kadar rahat hissettim. Buraya son gelişimin üzerinden yıllar geçmişti ama bana hissettirdikleri hiç değişmemişti.

Çocukluğumdan itibaren ne zaman yalnız kalmak istesem buraya gelirdim. Ne zaman insanlardan ve bu şehrin yoruculuğundan kaçmak istesem buraya saklanırdım. Burayı on iki yaşımda yanlışlıkla bisiklete binerken keşfetmiştim. Kendime bilmeden yaptığım en büyük iyilik burayı bulmak olmuştu.

Kulaklıklarımı çıkarıp etrafı dinlemeye başladım. Sessizlik dinlenmesi bilindiğinde en güzel şeydi. Kendimden başka dinleyebileceğim hiçbir şeyin olmamasını seviyordum. Beş yıl boyunca yalnız başıma yaşamıştım ve fark etmeden sessizliğe alışmıştım.

Beş yılı tamamen yalnız geçirmemiştim, arkadaşlarım olmuştu. Gülmekten karnıma ağrılar girdiği günler de olmuştu ama bir başka duygu çoğu zaman daha ağır basmıştı. O duyguyu hep görmezden gelmeye çalışmıştım, yok saymıştım ve bunda başarılı da olmuştum.

Bir aile edinmiştim kendime ve bu benim en büyük şansım olmuştu. Ama geride kalan ailemi hiç unutmamıştım. Onları özlemiştim ama bunu söylememiştim. Biz uzak kalmış ve birbirimize duvarlar örmüştük. Bu artık canımı yakmıyordu.

Arkamdan gelen bir adım duyduğunda huzurdan duran kalbim korku ve heyecanla birden atmaya başladı. Kalbim göğüs kafesimi parçalamak istercesine şiddetliyken nefes sesleri duymak bu hissi bin katına çıkardı.

Burayı ondan başka kimse bilmiyordu. Kimseye söylememiştim böyle bir yer olduğunu. Sadece o ve ben biliyorduk. Adım sesleri yaklaşmaya başladığında nefesimi tuttum.

O burada olamazdı, değil mi?

"Burada ne işin var?"

---1---

Kitap wattpad platformunda tamamlanmış olduğu için bölümler hızla gelecektir. Umarum burada da wattpad ortamında sevildiği kadar sevilir.

Hepinize keyifli okumalar dilerim şimdiden.

Kitabıma hoş geldiniz.

 

Loading...
0%