@busraerogu
|
"Son kez yüzlerine bakmak için yalvardığım insanlarla karşı karşıya geldiğimde gözlerimi kaçırmanın hüznü var içimde; öyle çaresiz, öyle kırgın." Kaçtığım insanlar vardı. Yüzünü görmemek, seslerini duymamak için şehir değiştirdiğim ve kendimi onlara hatırlamamak için yemin ettiğim tonla insan vardı. Onlardan en ağır basan sadece tek bir kişiydi ve ben kendime onu düşünmeyi bile yasaklamıştım. Sadece bir anlığına bile onu göreceğim düşüncesi kalbimin yok olmasına, bütün her şeyi çökertmeye yetmişti. Onu görmekten korkmuyordum ama karşı karşıya geldiğimiz andaki gerilim beni korkutuyordu. Sanki onunla karşı karşıya gelip gözlerinin içine bakarsam kıyamet kopardı. Sanki bana bakarsa yıllar önce terk ettiğim mezarıma geri girermişim gibi hissediyordum. Biliyordum o karşıma dikildiğinde bunları yapmayacak, karşısında dimdik durup, korkusuzca gözlerinin içine bakacaktım ama bazen hissettiklerim elbet bir gün yaşayacağım şeyleri geciktirmeme neden oluyordu. Hislerime daima arkasını dönen ben şimdi bazen onlara kapılmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Bu bir başkasına göre normal bir şey sayılırken mantığına göre davranan benim için kötülükten başka bir şey değildi. Hisler aldatıcıydı ama mantık bizi her zaman bir adım öne götürürdü. Hisler yolumuzdaki çukurlarsa; mantık engebesiz yolda yürümemi sağlayan yardımcımdı. Beynim bu düşünceyle alnının ortasından vurulmuşa döndü ve birkaç saniyeliğine yutkunmakta zorlanmadım. Ama hemen arkasından duyduğum nefes sesinin sahibinin sesi hızlanan kalbimin atışlarının normale dönmesine neden olmuştu. Şükür ki ses onun sesi değildi ama benim için yabancı bir ses de değildi. Karşılaşmak istemediğim ama karşılaşsam da sorun olmayacak insanlardan birinin sesiydi bu. Onunla karşılaşmaktansa onu karşımda görmeyi tercih ederdim. Son kez göz alıcı İstanbul manzarasına baktıktan sonra derin bir nefes verdim. Böylesine güzel bir manzarayı onun yüzünden daha uzun bakamayacak olmak canımı sıkmıştı ama yapacak bir şeyim yoktu. Onunla durup bu manzarayı izleyemezdim sonuçta. Gözlerimi İstanbul manzarasından alıp arkama doğru döndüm yavaşça. Göz göze geldiğim kişinin gergin ve kızgın yüz hatlarını görmek beni etkilemedi. "Nasılsın Gencay?" diye sordum rahat bir tavırla. Ellerinde tuttuğu poşetlere baktım. İçinde atıştırmalık bir şeyler vardı. Sanırım onlar burada toplanacaktı. "Sana burada ne işin olduğunu sordum." dedi öfkeli sesle. "Sana bunu sorması gereken kişi benim." dedim, en özgüvenli sesimle. Saçlarımı hafif hareketle geriye doğru attım ve kollarımı birbirine doladım. "Benim bulduğum bir yerde asıl senin ne işin var Gencay?" Bu hallerim onu daha da sinirlendirdi. Gencay eskiden arkadaşımdı ama şu ana bakarsak düşmanım olmuştu. Kendi kendine bana düşman olmaya devam edebilirdi. Bu zamana kadar bana olan nefretlerini gram önemsememiştim, hâlâ da önemsemiyordum. "Neden geri döndün?" diye sordu, hesap soran sesle. Yalandan düşünür gibi yaptıktan sonra omzumu kaldırıp indirdim. "Canım istedi." dedim basit bir yanıt vererek. "Bir sorun mu var?" "Evet." dedi hiç düşünmeden. Kaşları gittikçe daha çok çatılıyor, yüz hatları kaskatı kesiliyordu. Beni karşısında görmenin onu sinirlendireceğini biliyordum ama bu kadar sinirlendireceğini tahmin etmemiştim. Bana tahminimden daha çok öfkelilerdi. Zaman biraz bile olsa öfkelerini dindirir sanmıştım ama görüyordum ki zaman içlerindeki öfke ateşini harlamaktan başka bir şey yapmamıştı. Düşüncelerimi yok saydım ve hiçbir şey yokmuş gibi rahat davranmaya devam ettim. "Benim yok." dedim ve ona doğru yaklaştım. "Senin sorunların da beni ilgilendirmez." Gencay ona yaklaşmamla dikleşti ve bana beni öldürecekmiş gibi baktı. "Neyse, biraz daha seninle vakit kaybetmeyeceğim." dedim ve yanından geçip omzuna hafifçe vurduktan sonra ilerlemeye başladım. Adımları hızlanırken esen rüzgâr yüzüme vurmaya başladı ve gözlerim rüzgârın etkisiyle doldu. Gencay oradaysa diğerleri de oraya geleceklerdi. Oraya toplanacak olmalılardı ve ben buna maruz kalmak istemiyordum. Hepsiyle birden başa çıkamazdım. Teke tek onlarla savaşabilirdim ama hepsi karşıma geçip bana suçlayıcı bakışlarını attıklarında onlarla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Üstelik o oraya geldiğinde ne diyeceğimi de bilmiyordum. Zaten yarın görüşmek zorunda kalacaktım. Bunu erkene çekmeye gerek yoktu, bu son istediğim şey bile olamazdı. Adımlarımı mümkünmüş gibi daha çok hızlandırdım ve gelirken yavaşça yürüyüp seyrettiğim yerleri sanki bakmak beni öldürürmüş gibi yere bakarak geçtim. Gelirken ki sakinliğim gitmiş yerini büyük bir karanlık almıştı. Ne yapacağını bilmeyen adımlarım, dolan gözlerim beni çaresiz bırakıyordu ve buranın sınırları içinde çaresiz kalmak her geçen saniye daha çok zayıflamama neden oluyordu. Kimse görmesine diye, anlamasınlar diye başım eğik yürüdüm hep. Eve gelişim daha az zamanımı aldığında kapıyı yine sessiz hareketlerle açtım ve içeriye girdim. Kimse uyanmamıştı, tehlike yoktu. Bebek adımlarıyla merdivenlerden çıktım ve yine bebek hareketleriyle odama girdim. Kıyafetlerimi çıkarıp pijamalarımı giydim ve giydiğim kıyafetleri dolabımın içine tıkıştırdım. Şimdi sanki hiç evden çıkmamış gibiydim. Tehlike yoktu. Saat gecenin üçü olmuştu. Zamanın ne ara o kadar geçtiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ama zamanın bu hızını seviyordum. Garip bir şekilde hoşuma gidiyordu. En azından beni bilinmezliğe terk eden hayat bana zamanın hızlı geçmesini sağlayarak iyilik ediyordu. Aslında olaya iyi yanıyla baktığımda burası sandığım kadar kötü geçmiyordu. Gerçi daha hiç kimseyi görmemiştim bundan dolayı da olabilirdi. Ama gördüğüm kişiler o kadar kötü de sayılmazdı. Ben sana saldırmayan kimseye saldırmazdım. Onlar benim üstüme gelmezse bende onların üstüne gitmezdim. Büyük ihtimalle beni her gördüklerinde üstüme oynayacaklardı. Birbirimizi sinirlendirip duracaktık. Günün sonunda onlar da vazgeçecek ve kendi hayatlarına döneceklerdi. Bir gün bütün bu kavga son bulacaktı. O zamana kadar nelerin olacağını merak ediyordum. Daha fazla düşünmek yerine başımı yatağa koydum ve gözlerimi kapadım. Yorgundum ve bunu yeni yeni hissetmeye başlamıştım. Biraz uyusam kimse için sorun olmazdı. Gözlerimi kaparken dışarıda duyduğum sesler benim için fısıltıdan başka hiçbir şey değildi. ***** "Berçil," kafamda duyduğum sesle örtüyü başıma kadar çektim. "hadi uyan artık babacım." babam en az on dakikadır uyanmam için bana telkinler veriyordu ve ben onu en az on dakikadır duymazdan geliyordum. Uyanmak konusunda kesinlikle çok kötüydüm. "Bak kahvaltı hazır olacak birazdan." Elimi havaya kaldırıp beş parmağımı birden gösterdim. "Beş dakika daha lütfen." o kadar çok uykum varmış gibi hissediyordum ki şu an yataktan kalkmak eziyet gibi geliyordu. Hangi geri zekâlı acaba sabahları uyanmamız gerektiğini söylemişti ve biz ona neden uymuştuk? İnsanlar olarak böyle anlamsız şeylere ayak uydurmayı bırakmalıydık. "Babacım annen bekliyor ama." ısrarlarına daha fazla dayanamayıp yüzümü gömdüğüm yastıktan başımı kaldırdım. Ona yalvarır bir bakış attım ama o ciddiliğini bozmadı. Onu ikna edemeyeceğimi anladığımda el mecbur yataktan kalktım. "Beş dakika içinde aşağıda ol. Bahçede yapacağız yine kahvaltıyı." odadan çıktıktan beş saniye sonra yine kendimi yatağa attım. "Berçil kalk, yatma." babamın merdiven taraflarından gelen sesiyle gülümsemeden edemedim. Beni hala ezbere biliyordu. Yataktan zorla kendimi kaldırdıktan sonra ilk önce banyoya gidip elimi ve yüzümü yıkadım. Uykum tamamen yok olurken üzgünlükle dudaklarımı büktüm. Allahtan her an her yerde uyuyabilme gibi bir özelliğim vardı yoksa her şey benim için daha zor olabilirdi. Dün gece aklıma geldiğinde düşünmemeye çalıştım ve düşünceleri görmezden geldim. Düşünmeye değecek bir şey yoktu. Tuvaletten çıkıp odama geri girdim ve elime telefonumu aldım. Birkaç arama vardı. Onları görmezden gelip Gökçe'nin günaydın mesajına cevap verdim. Aynada dağılmış olan saçlarımı düzelttikten sonra aşağıya inmek için odamdan çıktım. Merdivenlerden aşağıya sekerek inip doğruca bahçeye çıktım. Dışarıda babam ve benden başka kimse yoktu. Birazdan Beril ve annemin geleceğini bildiğimden ses etmeden babamın karşısındaki yere oturdum. Babam bütün dikkatini önündeki dosyalarına vermiş dikkatlice inceliyordu. Babamın hukuk şirketi vardı. Yirmi yaşında kurmuştu ve bu zamana kadar bütün emekleriyle orayı büyütmüştü. Çok çalışmış, çok çabalamıştı ve sonunda bütün hedeflerine ulaşmıştı. Hatta geçen sene ödül bile almıştı ama ben onu izlemeye gidememiştim. İçimde ukde olarak kalmıştı ama bir dahakine ona yanında olacağıma dair söz vermiştim. O da beni affetmişti. İçimde ukde olarak kalmıştı ama pişmanlığa dönüşmemişti. Bu iyi bir şeydi. Küçükken hep babama imrenirdim. Ne zaman evde çalışma odasına kapansa ben de yanına gider ne yaptığını merakla izlerdim. Büyüyünce tek hedefim babam gibi olmaktı ve ben bunu başarmıştım. Aynı babam gibi avukat olmuştum bende. Tek hayalim babam gibi olmaktı ve ben bunu başarmıştım. Kendimle gurur duyduğum tek konu buydu. "Berçil," babam elindeki dosyaları bırakıp bana odaklandı. Ciddi bir şey konuşacağımızı yüz ifadesinden anladım ve bende en az onun kadar ciddileştim. "elindeki dosyaları hallettin mi?" Üç yıldır avukatlık yapıyordum. Babam ilk bu işe giriştiğimde onun yanında çalışmamı istese de ben bunu reddetmiş ve Ankara da başka bir şirkette stajyerlik yapmaya başlamıştım. Stajyerliğin sonuna geldiğimde başka bir şirkete geçmiştim. Şu an oradan ayrılmıştım ve duraklama dönemine girmiştim. Birkaç hafta daha dinlendikten sonra babamın yanında çalışmaya başlayacaktım. En azından planlarım şu an bu yöndeydi. Başımı olumlu anlamda salladım. "Evet." dedim. Babam anladığını belirtir gibi başını salladıktan sonra ellerini masanın üzerinde birleştirdi ve bana kararsız gözlerle baktı. "Kaç hafta içinde şirkette çalışmaya başlayacaksın peki?" babam ciddi iş adamlarından biriydi. İşlerini hep disiplin içinde yürütürdü. Bu konuda kimseye taviz vermezdi. Sadece anneme taviz verirdi. "Bir hafta içinde başlarım diye düşünüyorum." masanın üzerinde duran peynirden bir tane ağzıma attım. Babamın benden ne istediğinin farkındaydım. Ona kalsa hemen bugün işe başlardım. Birkaç yıldır zaten hayatım fazla yorucuydu. Bir haftalığına bile olsa nefes almak istiyordum. Babam bana yine nutuk çekmek için dudaklarını araladığında, "Baba, lütfen." diyerek lafını kestim. "Sadece biraz dinlenmek istiyorum. Sonra zaten gelip şirkette işe başlayacağım. Lütfen baskı yapma." "Dinçer," annemin arkamızdan gelen sinirle sesiyle babam yerinden zıpladığında güldüm. Annem elinde çaydanlıkla babamın başına dikildiğinde ona kızgın bakışlar atıyordu. "ben sana kıza baskı yapma demedim mi?" babam anneme göz devirirken önüne geri döndü. "Başlayacak işe, korkma." "Korkmuyorum hayatım." babam, annem çayları doldursun diye bardakları onun önüne doğru koydu. "Ben sadece detayları öğrenmek istiyorum." Annem ince belli çay bardaklarına çayı doldurmaya başladı. "Eğer bir daha kızın işine burnunu sokmaya çalışırsan detay metay dinlemem yakarım seni sıcak suyla Dinçer." babam annemin sert uyarısıyla bana bakıp gözünü kırptı. Annemin tehdidi korkutucuydu ama babam bunu umursamıyordu. "Beril nerede?" diye sordu babam. Beril sanki anıldığını anlamış gibi koşarak dışarıya çıktığında bir elinde düzleştirici bir elinde telefonunu vardı. Düzleştirici mi, gerçekten mi? "Beril kızım," dedi babam şaşkınlıkla bir ona bir elindeki düzleştiriciye bakarken. "neden elinde düzleştirici var?" Nefes nefese kalmıştı ve koştuğu belli oluyordu. Gözleri elindeki düzleştiriciye kayarken onun da elinde tuttuğunun farkında olmadığını anlamak için aptal olmak gerekirdi. Kaşları çatıldı ve "Benim elimde bunun ne işi var?" diye sordu mırıldanarak. Bazen bu kıza hayret ediyordum. "Bizde sana onu soruyoruz?" diyerek konuya dahil olduğumda Beril bana baktı ve elindeki düzleştiriciyi bahçeye inen basamağa koydu. Boş ver gibi elini salladıktan sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi gelip yanıma oturdu. Bu hareketleri onun için fazla normaldi artık. "Günaydın sevgili ev halkı." diyerek neşeyle şakıdığında ben onun aksine ruhu emilmiş gibiydim. Her zaman neşeli ve mutlu olan taraf o oluyordu zaten. Birbirimizin tam tersiydik. "Nasılsınız, neşeler nasıl?" bu kız her seferinde bu kadar enerjiyi nasıl buluyordu? "Hayırdır ne bu neşe?" diye sordu annem yerine otururken. Babam hepimize çaylarını dağıttığında çayıma şeker attım ve dudaklarıma götürdüm. Çayı seven biri değildim ama sabah kahvaltıda güzel gidiyordu. Ben daha çok kahve insanıydım. Beril tabağına kahvaltılıklarından koyarken, "Her zamanki halim babacım." dedi. Tabağına bol kahvaltılık koyarken ben ona göre daha az doldurdum tabağımı. Annem elinde tuttuğu zeytini bana doğru uzattığında istemiyorum manasında kafamı salladım. Annem bunu umursamadan tabağıma birkaç tanen zeytin koydu. "Okan sabah gelip beni uyandırdı demiyor da." diyen babamla Beril öksürmeye başladığında önümde duran su bardağını hemen ona uzattın. Elimden alıp küçük bir yudum içerken babam onu gülümseyerek izliyordu. Annem gülmemek için kendini zor tutarken ben umursamadan güldüm. Beril bana sert bir bakış attı. "Söyle Okan'a kızım sabahları eve girdiğinde daha sessiz olsun. En sonunda yakalayıp kulaklarından tavana asacağım yoksa." Beril durumu toparlayamayacağını bildiğinden kızararak yemeğiyle ilgilenmeye devam etti. İnsan az dikkatli olurdu. Babamın en küçük sese uyandığını bilmeyecek kadar aptal olamazlardı. Kaç yıllık sevgililerdi hala bu işleri gizli saklı yapmayı beceremiyorlardı. Ben hala gülmeye devam ederken Beril susmam için alttan ayağıma bir tekme attı. Onu dikkate aldım ve gülmeyi bırakıp kahvaltıma odaklandım bende. Beril'in gözleri bana döndüğünde birbirimize baktık. Acaba dün geceden haberi var mıydı? Pek varmış gibi durmuyordu ama içimden bir ses bildiğini söylüyordu. "Berçil kızım," annemin sesiyle odağımı ona verdim. "bu akşam amcanlar gelecek." bildiğimi anlamasın diye yalandan şaşırmış taklidi yaptığımda annem olumsuz bir tepki almadığı için gülümsedi. "Hep berber burada toplanacağız." "Akasyalar da gelecek." diyerek küçük bir dipnotta bulundu Beril. Bana bakarken aynı anda tabağındaki peyniriyle oynuyordu. "Herkes burada olacak kısacası." bunu ayda bir kez yaparlardı. Bütün herkes bizim evin bahçesi büyük diye bizde toplanır ve birlikte yemek yerdik. Herkes elinde farklı bir çeşitle gelirdi. Normalde bu tür etkinlikler insanları sıksa da bizim hoşumuza gidiyordu. Eğlenceli oluyordu. "Anladım." Beril merakla vereceğim tepkiyi beklerken ben sanki sorun yokmuş gibi gülümseye devam ettim. Moralim bozulmuştu ama bunu dışarıya yansıtmadım. "Yardım edilecek bir şey var mı?" "Üçünüz markete gideceksiniz." dediğinde kaşlarım havalandı. Ben ve Beril'i kastettiğini anlamıştım ama üçüncü kişinin kim olduğu konusunda bir fikrim yoktu. "Doğu'dan bahsediyorum." kaşlarım düzelirken tamam manasında başımı salladım. Doğu bizimle yaşıt olan kuzenimdi. Amcamın tek oğlu olurdu kendisi. Bizden sadece bir ay kadar büyüktü. Annem onu kendi oğlu gibi görürken, Doğu da annemi annesi gibi görüyordu. Aralarındaki bağı seviyordum. "Oğlumu da bayadır görmedim, özledim." "Daha iki gün önce görüştünüz anne." dedi isyan ederek Beril. O bana göre bu konuda kıskançtı. Ama asla aşırıya kaçmaz, aralarına girmeye çalışmazdı. Annemle Doğu'yu sinir etmek için kıskanırmış gibi yapardı. "Beni görmesen bu kadar özlemezsin." "Her gün dibimde olan birini neden özlesin?" diyerek anneme destek çıkan babama kırgın bakışlar attı Beril. Dudaklarını beş yaşındaki çocuklar gibi büktükten sonra ikisine dil çıkarıp kahvaltısını yapmaya devam etti. Kahvaltı yapmaya devam ederken çalan kapının sesiyle annem hemen ayaklandı ve neredeyse koşarak kapıya doğru gitti. Doğu'ya karşı olan bu sevgisine gerçekten anlam veremiyordum artık. "Geldi anamın biriciği." diyerek söylendi Beril bana bakarak. "Çok seviyorlar birbirlerini." dediğimde ümitsizce başını salladı. İçeriden annemin ve Doğu'nun sesleri gelmeye başladığında ne yapacağımı bilmeden öylece önümdeki tabağa baktım. Doğu ile iki yıl önce görüşmüştük aslında. Ankara'ya gelmiş, kalmak için bana gelmişti. Üç gün boyunca bende kalmıştı. O üç gün boyunca konuşmuştuk ama ikimizde uzaktık birbirimize. O zaman eski Doğu olsa benimle her gün şakalaşır, deli gibi eğlenirdik ama iki yıl önce bende kaldığında birbirimizin yüzüne bile bakmamıştık. Aynı evin içinde iki yabancı rolünü oynamıştık. Üç gün sonunda gittiğinde ona alıştığımı fark etmiştim. Benimle sadece 72 saat kalmıştı ama ben sanki ona bir ömür benimle kalacak gibi alışmıştım. İnancım yetmiş üçüncü saate girdiğimizde tükenmişti. O günlerin devamı aklıma geldiğinde nefes bile alamadım, duraksadım. Boğazıma bir yumru oturdu kaskatı kesildim. Geçmiş bana iyi gelmiyordu. Beni her seferinde hazırlıksız yakalamayı nasıl beceriyordu bilmiyordum ama bunun yaşanmasından nefret ediyordum. Geçmiş her an tetikteydi ama ben değildim. Geçmişime her seferinde gafil avlanıyordum. Geçmişimin beni gafil avlamasına neden olacak kadar zayıf olmaktan nefret ediyordum. Sürekli böyle anlar yaşamaktan nefret ediyordum. "Berçil," yan tarafımdan gelen sesle düşüncelerimden bir saniyeliğine bile olsa sıyrıldım. Beril anlamamış gözlerle beni inceliyordu. Gözlerimde ne gördüyse dudakları aralandı. Anlamaması için gözlerimi kaçırdım. Geçmişimi benden başka kimsenin bilmesine gerek yoktu. Öğrendiklerinde bana nasıl bakacaklarını biliyordum. İnsanların bana öyle bakmasından nefret ederdim. Acizmişim gibi bakarlardı, benim için üzülmüş gibi bakarlardı. Hepsi yalandı. Şu beş yılda öğrendiğim bir şey varsa o da insanların gerçekten ne düşündüğünü ayırt etmekti. İnsanlar; yalan söyler ve ne hissettikleri hakkında yalan söylerlerdi. Kendileri hariç başka kimseye acımaz veya üzülmezlerdi. Herkes için önemli olan tek şey kendi menfaatleriydi. Başka hiçbir şey önemli değildi. Bahçeye annem ve Doğu girdiğinde gülümseye çalıştım. Her şey yolundaymış rolü yapmayı biliyordum ve bu konu da ustalaşmıştım. Yine aynısını yapmam gerekiyordu sadece. Doğu beni gördüğünde gülümseyen yüzü solar gibi oldu ama hemen gülümseye devam etti. Onu son gördüğümden beri daha da olgunlaşmıştı. Esmer teninde hafif sakalları çıkmaya başlamıştı ve kendisine bunu bile yakıştırmıştı. Koyu kahverengi saçları ve yeşil gözleriyle gayet yakışıklı gözüküyordu. Çocukluğundan beri sporla uğraştığı için yapılı ve dinç bir vücudu vardı. Boyu benden uzundu ama Okanlara göre biraz kısa kalıyordu. Yüzük parmağında hâlâ duran yüzükle sevindim. Çisil ile nişanlanmışlardı. Aile arasında bir nişan yapmışlardı. Her şeyi değişmişti ama gözlerinde duran parıltı hâlâ aynıydı. Onun böyle olduğunu görmek beni huzurlu hissettiriyordu. "Doğu otur yavrum." annem eliyle kendi yerini işaret ettiğinde Doğu oturmadı. Onun yerine boş olan sandalyeye oturdu. "Otur sen Ahu Sultan." şen şakrak sesi annemi gülümsettiğinde onun gülümseyen yüzünü izledim. Annem ile ilgili hiçbir detayı kaçırmak istemiyordum artık. Bütün hallerini beynime kazımak istiyordum. "Ben burada iyiyim." "Öyle olsun." annem yerine oturduktan sonra yedek olarak getirdiği tabağı Doğu'nun önüne koydu. "Ahu'm, ben evde kahvaltı yapıp geldim." Doğu her seferinde anneme farklı şekillerde hitap ederdi. Annem ise her seferinde onun hitap şekillerine gülerdi. Söylemeye dilim varmıyordu ama Doğu tam bir beyefendiydi. Suyu ağzıma doğru götürürken karşımda duran ve bana ifadesiz gözlerle bakan babama göz kırptım. "Çocuğa bak ben karıma bu kadar güzel hitap etmiyorum ya." diye homurdanan babamla içtiğim su güldüğüm için boğazımda kalırken diğerleri de babamın söylediğine gülmeye başladığında hepimiz kahkahaya boğulduk. "Amca," Doğu gülmekten kızarırken benim gözlerimden yaş geliyordu. "sakin ol." gerçekten babam öyle bir söylemişti ki bunu sanki birazdan kalkıp dövecek gibiydi. "Çalmayacağım karını." eliyle saçlarını savurdu ve egoyla, "Nişanlım bana yetiyor." dedi. Çisil ve Doğu'nun ilişkisine sadece bir yıl şahit olabilmiştim ama ilişkilerinin çok güzel olduğunu biliyordum. Her durumda birbirlerine destek oluyorlar, ellerini bırakmıyorlardı. Onlara bakmak bile birini tekrardan aşka bağlayabilirdi. Ama ben çoktan aşk duygusuna arkamı dönmüştüm. İnancımı kaybetmemiştim ben sadece aşk duygusunu unutmuştum. Karanlıkta kaybetmiştim ve bir daha onu bulmamak için hiç aramamıştım. Aşk mantığa ters düşüyor ve insanın kalbini dinlemesine neden oluyordu. Ben bir daha kalbimi dinlememeye yemin etmiştim. Yeminlerimi çiğnemezdim. "Tek güvencem o zaten." diyen babamla daha çok güldük. Bir iki dakika daha güldükten sonra durulduğumuzda hepimiz birbirimizin yüzüne bakıyorduk. Bir anlığına kendimi yine o eski mutlu günlerimiz de gibi zannettim. Sanki hiçbir şey değişmemişti. Ben hiç gitmemiştim, Beril ve Doğu asla benden nefret etmemişti. Sonra aklıma o tablonun paramparça olduğu geldi. Ben gitmiştim, Doğu ve Beril benden nefret etmişti. Zaman değiştiremeyeceğini sandığım her şeyi tek bir çarpıda değiştirmiş, parçalarımızı bir köşeye savurmuştu. Rüzgâr da uçuşan yapraklar gibi farklı yönlere savrulmuştuk. Yollarımız kesişmek için fazla dikenli, çok engebeliydi. Bizim yollarımız bir daha asla kesişmez, karşı karşıya getirmezdi benliklerimizi. Biz, bizim için sahnelenen oyunun sonuna çoktan gelmiştik. Oyun bitmiş, herkes evine dağılmıştı. Ben, yıkılan tiyatro binasının altında kalmıştım. Ama ben ne artık o enkazın altında kalan kızdım, ne de onlar benim bir parçamdı. Sanırım Doğu da aynısını düşünmüş olacak ki gülümseyen gözleri, hırçın bir ifadeye bürünmüştü. Gözlerini kırpmadan beni izliyordu. Benim ona yaptığım gibi o da beni süzüyordu. İnadına gülümsemeye çalıştım. Ben iyi olmalıydım çünkü giden taraftım. Giden kişiler terk ettikleri evler ve insanlar için üzülmezlerdi, üzülemezlerdi. Böyle bir hakkı yoktu. İnsanlar neden hep giden kişileri suçluyordu ki? Neden hiç kimse giden kişinin neden gittiğini sorgulamıyordu? Herkes sadece arkada kalan kişiyle empati yapıyordu. Gidene bunu reva bile görmüyorlardı. Doğu bana bakarken düşündüklerimle bir kez daha sinirlendim onlara. Beni hiç anlamak istemiyorlardı. Sinirim boğazıma kadar yükselirken Doğu'ya onu öldürmek istermiş gibi baktım. Sinirlenmekte haksız olduğumu bildiğim için daha çok sinirlendim. Bir an önce duygularıma mâni olmayı öğrenmem gerekiyordu. Gözlerimi Doğu'dan kaçırıp anneme baktım. "Annecim benim bir yukarı çıkmam gerekiyor." burada durdukça iyice sinirlenirdim. Sinirlenince kendime engel olabilen biri değildim ne yazık ki. Annem tamam manasında gülümsediğinde oturduğum yerden kalktım. "Gelirim on dakikaya yine yanınıza." "Kuzen," tam gitmek için adım atacakken Doğu'nun bana seslenmesiyle duraksadım. Gözlerimi ona çevirdim ve ne var manasında başımı salladım. "beş dakika sonra alışverişe gitmek için çıkmış oluruz." bir de bu vardı değil mi? Ben onlardan uzak kalmak için her yolu deniyordum ama hayat onları burnumun dibine sokuyordu. "Beş dakika sonra kapının önünde ol." "Tamam," dedim itiraz etmeden. "olurum." gülümsedikten sonra koşar adımlarla bahçeden çıktım. Kendi odama çıkmak için sekerek indiğim merdivenlerden yine koşarak çıktım. Odam hemen merdivenin sağındaki odaydı. Uzanıp kapının kolunu aşağıya indirdikten sonra odaya girip arkamdan kapıyı kapadım. Sırtımı kapıya yaslarken aşağıya doğru kaydım. Hadi ama Berçil, yine duvar dibine çökmeyeceksin değil mi? iç sesimin sorduğu soruyla sessiz kalırken sıkıca yumdum gözlerimi. Ağlamayacaktım, ben güçlü biriydim. Geçmişimin beni ele geçirmesine izin vermeyecektim. Dünlerimin bugünümü yönetmesine izin vermeyecektim. Sen güçlü bir kızsın. Ben güçlü bir kızdım. Çöktüğüm yerden ayağa kalkıp boy aynamın karşısında dikildim. Kendimi incelemeye başladım. Açık kahverengi saçlarım ve yine aynı renk olan kahverengi gözlerim vardı. Kısa biri değildim, boyum uzundu. Aile bağlarımızdan ötürü hiçbirimiz kısa değildik. Bir yetmiş boylarındaydım. İnsanların ön yargılarından geçemiyordum ama kendimi beğeniyordum. Soğuk bir kişiliğim olduğu için insanlar genellikle beni sevmez benden kaçarlardı. Bundan nefret etmiyordum çünkü bende onlardan kaçıyordum. Oldum olası insanları sevmezdim ben zaten. Dağılmış olan yüzüme hafif bir makyaj yaptıktan sonra saçlarımı açık bıraktım ve üstüme siyah yarım bir tişört geçirdim. Yaz ayında olduğumuzdan ötürü altıma da şort geçirdim. Havalar gittikçe bunaltıcı olmaya başlamıştı. Sıcak havaları sevmiyordum. Terlemeyi veya sıcaklaşmayı sevmezdim ben. Daha çok kış insanıydım. Üşümek daha bana göreydi sanırım. Çantama gerekli malzemeleri koyduktan sonra saate baktım. Beş dakika dolalı iki dakika olmuştu. "Berçil hadisene." aşağıdan bağıran Doğu'nun sesiyle çantamı aldıktan sonra odadan çıktım. Merdivenlerden daha sakin bir şekilde indikten sonra dış kapıya yöneldim. Beril ve Doğu çoktan hazırlanmış ayakkabılarını giymiş beni bekliyordu. "Sonunda gelebildin." dedi Doğu mızmızlanarak. Ayakkabılıktan giyeceğim spor ayakkabılarımı alıp yere koydum. "Kusura bakmayın." dedim üzgünlüğümü belirterek. "Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım." ayakkabıları tamamen giydikten sonra karşılarında dikildim. "Çıkalım mı artık?" Doğu son kez annem ve babamla vedalaştıktan sonra kapıdan çıktıktan sonra Beril ve bende onun peşinden ilerledik. Doğu'nun beyaz arabasına bindiğinde Beril öne; bende arka koltuğa oturdum. "Tamam mısınız?" diye sordu Doğu bana bakarak. Evet manasında başımı salladım. Doğu bir kere kornaya bastıktan sonra evin önünden ayrıldı. Arabada sessizlik oluştuğunda gözlerimi cama çevirdim. Vuslat mahallesi güne yine hatırladığım gibi enerjik başlamıştı. Küçük çocuklar sabah olur olmaz hemen dışarıya çıkmış ve koşturmaya başlamıştı. Onlara bakmak için sokağa inen aileler ise bir araya gelmiş muhabbet ediyorlardı. Havanın sıcaklığına aldırmadan ellerinde tuttukları çay eşliğinde gülerek muhabbet ediyorlardı. Dükkânlar açılmış, müşterilerini ağırlamaya başlamıştı. Vuslat Mahallesi geçen beş yıl içinde hiç değişmemişti. Beril radyoyu açıp arabanın içindeki sessizliği bozdu. İçeriye dolan müzik kulağıma dolarken Beril sevinçle ellerini birbirine vurdu. "En sevdiğim şarkı." dedi arkasını dönüp bana bakarak. Bu haline tebessüm ettim. Çalmaya başlayan şarkıyı bende seviyordum. "Sen biliyor musun bu şarkıyı?" "Biliyorum, severim." gülümsemesi büyürken önüne dönüp sesi yükseltti ve eşlik etmeye başladı. Bir şarkıyı açmak ile ona denk gelmek farklı şeylerdi. Sevdiğimiz bir şarkıya denk gelmek onu açmaktan daha zevk verirdi. Radyoda çalan şarkılar insanlara daha farklı hisler tattırırdı. Doğu da şarkıya parmaklarını direksiyona vurarak eşlik etmeye başladığında bende Beril gibi şarkıyı mırıldanmaya başladım. Lia Shine'nın şarkısı olan Ben Gibi Bakmaz çalıyordu. Neden bilmiyordum ama bu şarkıda geçmişimi daha çok anımsıyordum. Bu şarkıyı her dinlediğimde sanki o bana söylüyormuş gibi hissediyordum. Sanki o karşıma geçiyor ve gözlerime bakarak bu şarkıyı söylüyordu. Böyle olsun istemedim ama mecbur gibiyim, şarkıda geçen her söz kalbime işliyordu ama bu dize daha fazla acı veriyordu. Seni tanıyamıyorum hiç, önceden bir kalbe sahiptin. Kalbimi hissetmiyordum artık. Çekip giderken arkamda bıraktığım tek şey onlar değildi. Ben giderken kalbimi de onlarla bırakmıştım. Bu gece ölebilirim, tutmadı tanrı hiç sözlerini. Dikiz aynasına doğru baktığımda Doğu ile gözlerimiz kesişti. Gözlerinde alay vardı ve tebessüm ediyordu. Sanırım bu dizede bir şeyler anımsayan sadece ben değildim. Şarkıyı mırıldanan dudaklarım kapanırken ölüm sessizliğine gömüldüm. Gözlerimi kaçırmak istedim ama kaçırdığımda korktuğumu düşüneceğini bildiğimden yapmadım. Benim kaçırmayacağımı anladığında o kaçırdı. Beril eğlendiği için aramızda geçen bakışmayı fark etmedi bile. Yolun geri kalanında Beril ve Doğu şarkıları bağırarak söyleyip eğlenmişken ben düz gözlerle onları izlemiştim. Beril benim eğlenmediğimi fark ettiğinde bir söner gibi olmuştu ama sonra umursamadan devam etmişti. Market'in önüne geldiğimizde Doğu arabayı park ettikten sonra arabadan indik. "Annem sana liste verdi mi?" diye sordum Beril'e. Güneş o kadar çok parlıyordu ki onu görebilmek için ellerimle kendime gölge yapmam gerekmişti. Beril olumsuz anlamda başını salladığında cebimden telefonumu çıkardım. Anneme liste alakalı bir fotoğraf atmasını söyleyen bir mesaj attıktan sonra onun cevap vermesini bekledik. Annem liste yerine sadece yapacağı yemeklerin ismini söylediğinde gözlerimi devirmekten kendimi alamadım. Kendince bize sorumluluk veriyordu. "Ne oldu, neden gözlerini devirdin?" diye sordu merakla Doğu. Gözlerimi telefondan çekip güneşin tepesinde dikilen ona baktım. Biz neden üç akıllı güneşin beyninde dikilmek yerine gölgeye geçmiyorduk ki? "Annem liste yerine yapacağı yemeklerin ismini atmış." anlamamış gözlerle bana bakmaya devam ettiğinde, "Biz malzemeleri biliyor muyuz diye test ediyor işte." dediğimde he dedi. "Arkadaşlar unuttunuz mu bilmiyorum ama," dedi egoyla Beril. "ben gastronomi okudum." çocukluğumuzdan beri Beril yemek yapmayı çok severdi. Daha on yaşındayken çoğu kişiden güzel tatlı yapmışlığına şahit olmuşluğum vardı. Ben daha çok işin yeme kısmını severdim ama şu beş yıl içinde bir şeyler yapmayı öğrenmiştim. "Sıkıntı yapmayın, rahat olun." Doğu ile onun bu haline güldük. "Hadi daha fazla geç kalmadan yapalım alışverişi." Dışarıdan Beril'in emirleriyle iki tane alışveriş arabası alıp içeriye girdiğimizde Beril önden ilerlemeye başladı. "İlk önce tatlı malzemelerini alalım." bir reyona yöneldiğinde Doğu ile onun peşine takıldık. Ona annemin ne yapacağını söylememe gerek yoktu. Beril zaten biliyordu. Büyük ihtimalle menüyü o yapmıştı. Çikolataların olduğu reyona girdiğimizde Doğu yanıma geldi ve çikolata seçen onu izlemeye başladık. Bu işlemi fazlasıyla ciddiye alıyor olacak ki çikolataların hepsini süzüyordu. Arkasındaki yazıları okuyor ve onu bırakıp eline başka çikolatayı alıyordu. Alt tarafı bir tane sütlü ya da bitter çikolata alacaktı. Bu kadar titizliğe gerek var mıydı? Doğu da benimle aynı şeyi düşünüyor olacak ki sıkkın bir nefes verdi. Gözlerinin bana döndüğünü hissetsem de ben Berili izlemeye devam ettim. Bir anda, "Nasılsın?" diye sorduğunda şaşkınlıkla duraksadım ama sonra bunun öylesine bir soru olduğunu, nasıl olduğumu gram umursamadığını fark ettiğimde yalandan ona tebessüm ettim. "İyiyim." dedim yıllardır ezberimde olan kelimeyi söyleyerek. Nasıl olduğumu ben bile önemsemezken bir başkasının umursaması saçma kaçardı zaten. İnsan kendinde önemsemediği hiçbir şeyi bir başkasının önemsemesini ümit etmezdi. "Sen nasılsın?" diye sordum bakışlarımı ona çevirip. "Ne kadar umurunda?" diye sordu hafiften sinirlenerek. Benim aksime Doğu asla bu soruyu geçiştirmez, ezberden ilerlemezdi. Karşısında duran kişi ona bu soruyu sorduğunda soran kişiyi seviyorsa dürüst davranır; sevmiyorsa cevap vermez duymazdan gelirdi. İğnelemesi ya da siniri beni şaşırtmadı, hiçbir tepki vermedim. Gülümsemeye devam ettim. "Benim nasıl olduğum senin ne kadar umurumdaysa senin nasıl olduğun da benim o kadar umurumda." dediğimde bana bakıp dudak kenarıyla gülümsedi. O an birbirimize bakarken iki yabancı gibiydik. Sanki hiç tanışmamışız, birlikte büyümemiş gibiydik. Dışarıdan bakan biri neredeyse aynı evde büyüyen iki çocuğu değil; birbirlerini hiç tanımayan iki kişiyi görürdü. Haksız değildi çünkü biz onlarla hiç tanışmamıştık. Ben onlara tamamen yabancıydım. "Doğru," başını aşağı yukarı salladı. "benim ilk başta sormamam lazımdı." son kez gözlerime bakıp yanımdan ayrıldı ve çikolata seçmeyi sürdüren Beril'in yanında durdu. Beril onun yanına gitmesiyle bir bana bir ona baktı ve kaşlarını çattı. Benim duymayacağım şekilde ona bir şeyler dedi ama Doğu onu hiç umursamadan reyondan beş paket sütlü çikolatayı alışveriş arabasına attı. "Hadi, devam edelim." dedi bana doğru. Beril ve Doğu önden ilerlemeye başladığında ben arkalarından baktım. Gerçekten artık buraya ve herkese tamamen yabancı hissediyordum. Sanki hiç burada büyümemiş gibiydim. Sanki hiç onlarla tanışmamış, birlikte gülmemiş gibiydim. Doğduğum eve ve tanıdığım insanlara ne ara bu kadar yabancı olmuştum? Kendi sorumu kendim yanıtladım. Aklımda beş yılım döndü. Hiçlikle ve kendi başıma geçen beş yılda geçmişime dair olan her şeyi söküp atmıştım ben. İnsanları, doğduğum evi, her şeyi. Bir çöp gibi geçmişimi kapının dışarısına koymuş ve onun ezilip gitmesini izlemiştim. Bunu durdurabilirdim ama yapmamıştım. Biraz daha durursam heykele dönüşeceğimi fark ettiğimde onların peşinden ilerledim. Bu sefer tatlı malzemelerinin olduğu reyona girmişler Beril önden alışveriş arabasına gerekli şeyleri doldururken Doğu hemen onun arkasından ilerliyordu. Bu halleri komikti. Normalde Beril ve Doğu pek anlaşabilen karakterler değillerdi. Sürekli küçük çaplı kavgalar eder, birbirlerini deli ederlerdi. "Berçil senden bir şey rica etsem yapar mısın?" diye soran Beril'e evet manasında kafamı salladım. Doğuyu arkasında bırakıp benim yanıma geldikten sonra yanımda durdu ve telefonunu gösterdi. Telefonunda bir liste vardı ve bu liste pek anneme ait gibi durmuyordu. "Benim bunları almam lazım ama annemin istediklerini alırken pek vakit kalmayacak gibi." benden çekindiğini sesinden anlayabiliyordum. "Sen benim için alır mısın?" "Bana at listeyi, alayım." mutlulukla yerinden zıpladı ve hemen listeyi bana yolladı. "Teşekkür ederim." dedi minnetle. "İyi ki varsın." durdu, tuhafına gitti. Yüzü düştü, az önceki halinden eser kalmadı. Öksürdü ve durumu toparlamak için bir şey söyleyecek oldu ama ne söyleyecekse onu duymak istiyordum. "Sorun değil Beril." attığı listedeki ilk ürünü almak için alışveriş arabasını hemen yandaki reyona doğru çevirdim. "İşimiz hemen bitsin, gidelim." Bir şey demesine beklemeden yanından ayrılıp yan reyona geçtim. Telefonumdan listeye bakıp onun istediklerini almaya başladım. Beril zaman içerisinde daha da sağlıklı beslenmeye başlamıştı. Yulaf yiyordu resmen kız. Daha sağlıklı yaşayamazdı. Bende yiyordum ama benimki zorunluluktandı. Bir şeyler yapmaya üşendiğim zamanlar da yerdim ben sadece. Başka bir reyona geçip bu sefer abur cubur istediklerini almaya başladım. Sağlıklı beslenmeye çalışıyordu ama abur cuburdan da vazgeçemiyordu garibim. Bütün istediklerini aldıktan sonra kendi başıma reyonlar da gezinmeye başladım. En sevdiğim aktivite ne yapacağımı ne alacağımı bilmeden reyonların arasında gezinmekti. Ne alacağımı bilmeden, canımın istediğini almaktan çok hoşlanıyordum. Garip miydim? Büyük bir sürü kahvaltılık gevreklerin önünde durduğumda içinden bir tanesini alıp arkasını okumaya başladım. Evet bu arka okuma işlemini de fazla seviyordum. Okumaya dalmışken cebimde titreyen telefonumu çıkarıp kutudan gözlerimi çekmeden aramayı yanıtladım. "Efendim?" "Hani bizim baktığımız en son dosya var ya onun nerede olduğunu biliyor musun?" Baha'nın telaşlı ve sabırsız sesini duyduğumda kaşlarım havalandı. "Senin çalışma odandaki gri rengindeki dolapta. En üst çekmecesinde." rahatlamış gibi nefesini verdiğinde ben telaşlanmaya başlamıştım. "Bir şey mi oldu? Bir şeyler ters mi gidiyor?" "Yok kuzum." sesi artık normale dönmüş, rahatlamıştı. Baha çok eski bir arkadaşımdı. Aynı üniversitede, aynı bölümü okumuştuk. Uzun süredir devam eden nadir arkadaşlarımdan biri de oydu. "Her şey yolunda." "Emin misin Baha?" işim konusunda fazlasıyla titiz biriydim. Her detay üzerine fazla düşünür, bütün her şey mükemmel ilerleyene kadar sürekli ilerlerdim. "Bir pürüz yok, değil mi?" "Hayır Berçil, yok." elimdeki mısır gevreğini sepete atıp ilerlemeye devam ettim. "Sen neler yapıyorsun, müsait misin?" "Marketteyim ve fazla müsait olduğum söylenemez." dedim açıkça. Elime bu sefer başka bir mısır gevreğini aldığımda onu incelemeye başladım. Bu sefer elimde tuttuğum çikolatalıydı. "Nasıl gidiyor?" sesinden benim için endişelendiğini anlayabiliyordum. Ben ne kadar kendim için kaygı duymazsam Baha benim için bir o kadar duyardı. "Bu akşam yolundan çıkacak." içimde bir karıncalanma olduğunda elimde tuttuğum paketi alışveriş arabasının içine attım. Sol elimle kavradığım alışveriş arabasının tutma yerini sıkmaya başladım. "Öyle bir çıkacak ki duvarla nasıl buluştuğumu anlamayacağım." Bu geceden korkuyordum; görmek zorunda kalacağım yüzler, duymak zorunda kalacağım kelimeler beni korkutuyordu. Onlar elinde tuttukları silahla karşıma geçeceklerdi. Ağızlarından çıkan her kelime bir kurşun gibi kalbimi delecekken ben idamını bir mahkûm gibi bana kestikleri cezayı sessizce kabullenecektim. Kelimeler onların en büyük silahıydı ve beni hedef almaktan bir saniye bile çekinmeyeceklerdi. "Asla geri dönmemeliydin." dediğinde burukça gülümsedim. Bahayla çoğu zaman düşüncelerimiz uyuşurdu. Ne düşündüğümü sesimin tonundan anladığını söylemişti. Bunun nedeni bütün çektiğim dertleri kendi dertlerinden daha çok bilmesiydi. "Artık geri dönemem." "Eğer tam şu an buraya gelebilsen gelir miydin?" diye sorduğunda hazırlıksız yakalandım. Ne cevap vereceğimi bilmediğim için sustum ve o da bunu anladı. Aramızdaki sessizlik büyüdü ve bizi yakınlaştırdı. Sessizliğim hiçbir zaman Bahayla arama mesafe koymamış aksine bizi daha da yakınlaştırmıştı. Sessizlik araya giren bir dağ değil; bizi yakınlaştıran bir çekimdi. "Bunun cevabını vermek için şu an daha çok erken." dedim kaçamak bir cevap vererek. "Ben buraya kendim için gelmedim Baha, ben buraya Beril içinde gelmedim." Neden bilmiyorum ama içimde bir öfke peydahlandı. "Ben buraya o mahalledeki kimseyi görmek için gelmedim. Ben buraya annem için geldim." "Ve yine sadece onun için gidersin." diyerek tamamladı beni. Benim buraya gelme nedenim Beril ya da bir başkası değildi. Sadece annemdi. "Kızgınlığın geçmeyecek mi?" diye sorduğunda kimi kastettiğini bilmek canımı yaktı. Görmeyeceğini bilsem de kafamı iki yana salladım. "Geçmeyecek." dedim emin sesle. Baha derin bir nefes verdiğinde bende verdim ve tekrardan gülümsedim. "Neyse," daha fazla bu konu hakkında konuşup kendimi yormak istemiyordum. "şimdi kapamam lazım." "Görüşürüz Berçil." hemen ardından, "Gece sonunda beni ya da Gökçeyi aramayı unutma." diyerek ekledikten sonra benden cevap beklemeden telefonu kapadı. Gecenin sonunda yaşayacağımdan bile emin değildim ben. Kendime gelmek için birkaç derin nefes aldıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi rafların arasında dolanmaya devam ettim. Ekstra birkaç şey daha aldıktan sonra mağazanın içinde Berili aramaya başladım. Çok geçmeden denk geldiğimizde koşarak yanıma geldi. Arkasından gelen bir Doğu yoktu, tek başınaydı. "Çok yoruldum Berçil." dedi nefes nefese. "Ay," yere doğru eğildi ve hiç düşünmeden yere oturdu. Pis yere oturmuştu gerçekten. "bittim." "Ne yaptın?" diye sordum alaya vurarak. "At arabasının arkasından mı koştun?" "Geç tabii dalganı sen." ciddiliğine daha çok güldüm. Beril benim aksine hiç ciddi biri değildi. Sürekli gülümser, ciddi durmaya çalıştığı zamanlarda kahkaha atardı. Çok zıt kutuplardık ve birbirimizi çekmemiz gerekirken biz uzaklaşıyorduk. "Sonuçta eve gidince sen yatacaksın." Önüme gelen saçlarımı arkama doğru atıp alışveriş arabasına doğru yaslandım ve bilmiş bir tavırla gülümsedim. "Sana kim dedi gastronomi oku diye?" diye sordum burnum havada. "Madem okudun şikâyet etmeyeceksin." "Gastronomi okuyunca illa her zaman yemek mi yapmamız gerekiyor?" diye sordu sinirli tınıyla. "Kimse sana illa yemeği sen yap demiyor Beril." ukala biri gibi gözükmek istemiyordum ama onun bu tavırları sinirimi bozuyordu. "Sen, ben yapacağım diye götünü yırtıyorsun." "Ben öyle bir şey yapmıyorum." dedi kendini savunarak. Acaba hafıza kaybı gibi bir sorunu mu vardı? Biz aynı geçmişi mi yaşamıştık? Tek kaşımı havaya kaldırdım. "On sekiz yaşımızda yemekleri yapmak için ağlayan, en son geldiğimde annemle yemek yaptığı için kavga eden kişi ben miydim?" diyerek sıraladım buna neden olan bütün davranışlarını. Sustu, hiçbir şey diyemedi. "Kızlar," Doğu dolu olan alışveriş arabasıyla bize yaklaşırken gülümsüyordu. Neşesi az öncekine göre kat be kat daha fazlaydı. "bakıyorum hemen tükenmişsiniz. Ne bu düşüklük?" "Asıl senin bu neşen neden?" diye sordu Beril az önce konuştuklarımızı unutarak. Sanki hiç konuşmamışız gibi davranacaktı. "Nişanlımla konuştum." dedi Doğu sanki ona dünyanın en saçma sorusunu sormuşuz gibi. "Başka neden olacak? Benim ondan başka neşem mi var?" Doğu sevince tam seven tiplerdendi. Sevgili olalı aradan yedi yıl geçmesine rağmen hala ilk günkü gibi seviyordu Çisil'i. Çisil'in de onu hâlâ ilk günkü sevdiği gibi sevdiğine emindim. "Haklısın." diyerek onayladı onu Beril. Hemen sonra oturduğu yerden kalktı ve üstünü düzeltti. "Gidelim mi artık? Annem daha fazla beklemesin." anlaşmış gibi üçümüz aynı anda hareket ettiğimizde Beril benden alışveriş arabasını alıp, "Biraz da ben süreyim." dediğinde itiraz etmeden arabayı ona verdim. Malzemelerin parasını ödedikten sonra birlikte arabaya taşıyıp yerleştirdik. "Berçil senden bir şey isteyeceğim." diyen Doğu'ya meraklı gözlerle baktım. Arabanın anahtarını bana doğru uzatıp, "Arabayı bu seferlik sen sürer misin?" dedi en nazik şekilde. "Benim bir Çisil'le konuşmam lazım." "Önemli bir şey mi var?" diye sorduğumda endişelenmeden edemedim. Doğu hemen başını iki yana salladı. Nedenini söylemek istemediğini anladığımda daha fazla ısrar etmedim. El mecbur elinden araba anahtarını aldım. Araba kullanmayı on sekizime bastıktan bir ay sonra hemen almıştım. İyi bir sürücü olduğumu söylüyordu herkes. "Teşekkür ederim Bal," durdu, bende durdum. Bal'ım diyecekti ama tamamlamadı kelimesini. Eskiden bana adımla değil Bal'ım diyerek seslenirdi. Çocukken adımı söyleyemediği için Bal'ım demeye başlamıştı. Öyle de kalmıştı ta ki ben gidene kadar. Ben gittiğim gün onun için Berçil olmuştum. Bal'ım gitmiş, Berçil gelmişti. "Binelim artık." dedim ifadesiz suratımla. Onları beklemeden kendimi sürücü koltuğuna atmış ve arabayı çalıştırmıştım. Hemen arkamdan ikisi bindiğinde arabayı park ettiği yerde çıkarıp yola sokmuştum. Sadece müzik ve Doğu'nun kahkahaları olduğu bir araba yolculuğu sonunda eve geldiğimizde malzemeleri aynı hızda içeriye taşıdık. Annem bizi bu kadar çabuk beklemiyor olacak ki bizi karşısında gördüğünde baya bir şaşırmıştı. Annem ve Beril mutfakta yemekleri yapmaya başlarken Doğu ve ben mutfak masasına oturmuş onları seyretmeye başlamıştık. "Herkes bahçeye mi toplanacak?" diye sordu sonunda elinden telefonu bırakan Doğu. "Evet, yengecim." diyerek yanıtladı onu elindeki yeşillikleri yıkayan annem. "Bahçeye gideceğiz." Bahçe denilen yer normalde insanların gelip gittiği büyük bir çay içme yerlerinden biriydi. Vuslat mahallesinin gözde yerlerinden biriydi. Büyük bir yeşillik alanı vardı. İçinde futbol sahası bulunuyordu. Gençlerin gözde yeriydi. Mahallenin bütün gençleri orada toplanır ve muhabbet ederlerdi. Mahallenin en büyük parçasından biriydi Berta Bahçesi. "Bütün mahalle olarak mı toplanacağız?" diye sordu Beril. Gözünden biraz korktuğunu anlayabiliyordum. O kadar yemeği nasıl yapacağını düşünüyordu büyük ihtimalle. "Yok kızım biz bize olacağız." Biz bize dediği kişiler en az yirmi kişiydi. Biz biraz kalabalık bir aileydik. Birimiz olmadan diğerimiz eksik kalıyordu. Bunun iyi bir şey olduğunu sanırdım ama olmadığını bir süre sonra anlamıştım. "Herkes bir şeyler yapıp getirecek." "Çisil yardıma geleyim diyor." dedi Doğu. "Yok," deyip itiraz edecek oldu annem ama Doğu onu susturdu. "Çok geç Ahu sultan çoktan gelmesini söyledim." Annem ona kızgın bir bakış attı ama sonra yapacak hiçbir şeyi olmadığını bildiği için elindeki yeşilliklerle ilgilenmeye devam etti. Yaklaşık on dakika sonra içeriye Çisil girdiğinde gözleri hemen beni buldu. Karşılıklı olarak birbirimizi süzdük. Çisil onu son gördüğümden beri neredeyse hiç değişmemişti. Sadece biraz daha olgunlaşmıştı o kadar. Uzun kahverengi saçları ve yeşil gözleri eskisi kadar güzeldi. Saçlarına şekil katmak için ona uzantılar atmıştı ve eskisine göre daha dalgalıydı saçları. Boyu bana göre biraz daha uzundu ve fiziği boyuna göre çok iyi kalıyordu. Hâlâ mahallenin en sevilen gençlerinden biri olduğunu tahmin ediyordum. Bütün çocuklar ona bayılıyordu. "Hoş geldin gönlümün baharı." dedi Doğu. Heyecanla yerinden kalktı ve ona sarıldı. Çisil sarılmasına anında karşılık verdi ve kollarını boynuna doladı. Saçlarına öpücük kondurduktan sonra, kokusunu içine çekti ve ardından, "Özlemişim kız seni." dedi. "Daha dün gece görüştünüz Doğu." dedi Beril. Doğu onu duymazdan gelip dudaklarını bir kez daha saçlarına bastırdı. Annem hafif bir gülümseme eşliğinde onların mutluluğunu izliyordu. Annemle göz göze geldiğimizde gülümsemesi soldu ve gözlerini benden kaçırdı. Ne düşündüğünü anlamam zor olmadı. Umursamadım, görmezden geldim. Çisil, Doğu'dan ayrılıp annemin yanına gitti bu sefer. "Nasılsın Ahu teyze?" diye sordu neşeyle. Yıllar sadece onu güzelleştirmemiş, neşesini de arttırmıştı. "Yine çok güzeliz bakıyorum." Annem sesli bir şekilde güldükten sonra elindekileri bırakıp Çisil'e sarıldı. "Hoş geldin kuzum." sırtına bir kere vurduktan sonra ondan ayrıldı. "Ne iyi ettin de geldin." Çisil eşyalarını Doğu'ya doğru uzattı. "Yardım için geldim." üstüne giydiği kısa tulumun üzerine Beril'in ona uzattığı siyah mutfak önlüğünü giydi. "Ne yapayım ben?" Annem biraz düşündükten sonra, "Tatlıyı yapmaya yardım et kuzum sen." dedi. "Çikolatalı kurabiye yapacağız. Onun hamurunu yap." "Tamamdır." Çisil hemen tezgâhın üzerinde duran malzemelerden gerekli olanları alıp kurabiye yapmaya koyulduğunda Doğu da ona yardım etmek için masadan kalktı. Masada sadece ben kaldığımda onları izlemeye devam ettim. O kadar kişi yapıyorlardı bana gerek yoktu. Çisil arada bana kaçamak bakışlar atıyor çoğunlukla benle göz teması kurmamaya çalışıyordu. Varlığım onu diken üstünde gibi hissettiriyor olmuş olacak ki sadece arada bir Doğu ile konuşuyor çoğunlukla sessiz kalıyordu. Beril bir yandan adını bilmediğim bir yemek yaparken annem tarhana çorbası yapıyordu. "Annecim," annemin bana bakarak konuşmasıyla gözlerimi kurabiye hamurunu yoğuran Doğu'dan çekip ona baktım. "sen neden boş oturuyorsun?" çorbayı karıştırmayı bırakıp ellerini beline koydu. "Sen prenses biz hizmetçilerin miyiz?" "Estağfurullah annecim o ne demek?" diye sordum gülümseyerek. Çisil cevabıma güldüğünde Beril bana onaylamaz bakışlar atıyordu. "Madem öyle neden yardım etmiyorsun?" diye sordu annemin hareketini taklit ederek Doğu. Bu hali beni güldürdü ama hemen ciddileştim ve çokbilmiş bir ifade takındım. "Yemek yapmayı bilmiyorum." dedim aklıma gelen ilk bahaneyi söyleyerek. Annem şaşırdığında diğerleri de en az onun kadar şaşırmıştı. Yemek yapmak gerçekten ilgimi çeken bir şey değildi. "Sen beş yıl boyunca ne yedin ne içtin?" diyerek konuya dahil oldu Çisil. Sesinden söylediklerime hayret ettiği belli oluyordu. "Dışarıdan sipariş ettim." sadece şaka yapıyordum ama onlar bunu anlamamıştı. İnanmaz gözlerle yüzüme bakıyor, birazdan bana kızacak gibi duruyorlardı. İnsan istemeden de olsa bir beş yıl kadar yalnız yaşayınca yemek yapmayı öğreniyordu. "Böyle arıyorsun," telefonu yalandan kulağıma götürdüm. "sonra ne istediğini söylüyorsun onlar da sana getiriyor." Bir saniye kadar sessizlik oldu. Hemen ardından annem ayağındaki terliği çıkarıp havaya kaldırdığında büyük bir kahkaha attım. "Sakin ol." diyerek bağırdım anneme. Elimle terliği yere indirmesi için işaret ettim. "Yapmadım öyle bir şey, sakin." Annem elindeki terliği yere indirmeden, "Doğruyu söyle Berçil." dedi. "Kendim üzerine yemin ederim ki yapmadım." dedim daha inandırıcı olmak için. Annem elindeki terliği yere atıp tekrar ayağına giydiğinde derin bir nefes aldım. Bir terlikten daha kıl payı kurtulmuştum. "Ne yaptın peki annecim?" dedi en sabırlı ses tonuyla. Beriller gülerek bizi izliyordu. "Madem yemek yapmayı bilmiyorsun o zaman ne yedin?" "Yemek yapmayı öğrendim." annem rahat bir nefes verdiğinde diğerleri kaytarmak için söylediğim yalandan ötürü kaşlarını çattılar. "Şerefsiz, madem biliyorsun neden bize yardım etmiyorsun?" diye soran Doğu'ya şerefsiz gülümsemelerinden birini attım. "Çünkü ben kendimi doyurabilecek kadar yemek yapmayı biliyorum." elimle onları gösterdim. "Herkesi doyurabilecek kadar değil." "Mantıklı." dedikten hemen sonra tekrardan kurabiye hamurunu yoğurmaya devam etti Doğu. Eski kişiliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. "Ben mantık bilmem." annem elindeki leğenle bana doğru geldi. "Salatayı sen yapacaksın." ardından tezgâhın üzerinden salata malzemelerini alıp önüme koydu. "Anlaşıldı mı Berçil Hanım?" "Anlaşıldı Ahu Hanım." dediğimde bana gülümsedikten sonra yeniden yerine gitti. Saçlarımı masanın üzerindeki tokayla bağladıktan sonra önümdeki malzemeleri kesmeye başladım. Akşama kadar her şeyi hallettiğimizde saat gece yedi olmuştu ve sekiz de orada olmamız lazımdı. Annem hazırlanmak için yukarıya çıkarken Beril ve Çisil yukarıya çıkmıştı. Doğu yarım saat önce yengem çağırdığı için gitmek durumunda kalmıştı. Mutfakta sadece ben kalmıştım. Tezgâhın üzerini son kez silip malzemeleri yerlerine yerleştirdikten sonra temiz mutfağın içine son kez baktım. Bahçe kapısından içeriye batan güneşin ışıkları sızarken açık kapıdan içeriye giren serinlik bedenimi rahatlatıyordu. Daha fazla mutfakta beklemek yerine kendi odama çıkmaya başladım. Beril'in odasından gelen gülüşüme seslerini duymazdan gelip sessiz odama girdim ve arkamdan kapıyı fazla sert bir şekilde kapadım. Aslında öyle kapamak istememiştim ama kapı bir anda elimden kaymıştı. Gülüşme sesleri anında kesildiğinde ev tamamen sessizleşti. Üzerimdeki kıyafetleri değiştirip yerine daha güzellerini giydikten sonra zamanın gelmesini beklemek için kendimi yatağımın üzerine attım. Yatağımın hemen yanında duran küçük gri bavulum gözüme çarptığında aklıma gelen şeyle gülümsedim. Bu bavulu benim için Gökçe hazırlamıştı. Giderken bana içine birkaç şey koyduğunu ama koyduklarını sadece kötü hissettiğim zamanlar da açmanı söylemişti. Şu an kötü ve kapana sıkışmış hissediyordum. İçinden bir tane almamım zamanı gelmişti. Bavulu baş kısmından tutup yatağımın üzerine çektikten sonra fermuarını açtım. İçine benim koyduğum eşyalarımı görmezden gelip Gökçe'nin benim için koyduğu şeyleri aramaya başladım. Elimi bavulun içine sokup elime gelen şeylere bakmaya başladım. İlk elim gelen şey benim içime koyduğum makyaj fırçam oldu. Onu yatağımın üzerine atıp tekrar aramaya başladım. Bu sefer elime kâğıt benzeri şey geldiğinde hemen onu üste doğru çektim. Beyaz bir zarf ellerimin arasında dururken şefkatle gülümsedim. Zarfın üzerine mavi renkli kalemle, "Benim Güçlü Kızıma," adlı bir başlık atılmıştı. Zarfı salladığımda içinde iki şey oynadı. Yırtmamaya çalışarak zarfı açtığımda içinde gördüğüm çikolata beni güldürdü. Zarfın içinde bir tane Coco stars ve beyaz bir kâğıt vardı. İçinden çikolatayı alıp yanıma koyduktan sonra içindeki dörde katlanmış olan kâğıdı çıkardım. Zarfı öylesine bir yere koyduktan sonra katlanmış kâğıdı yavaş hareketlerle açtım. Gözlerim tam ortaya yazılmış olan cümleye kaydığında dudaklarımda hafif bir tebessüm oluştu: "Hayatının gidişatı tamamen sana bağlı. Işık olmadığı için karanlığa saklanmak ya da ışığı aramaya çalışmak sadece senin ellerinde. Hayatına yön veren sensin, başkaları değil." Işığı göremiyordum, ışık yoktu. Işık olmadığı için nerede yürüdüğümü bilmiyordum, önümdeki engelleri bilmiyordum. Önümü görmediğim için yürümekten vazgeçmek istiyordum. Ben en kolay yolu seçiyordum; ben vazgeçiyordum. Oysa ışığı arayabilir ve yolumu aydınlatabilirdim. Herkes gibi kolay yoldan gidiyor ve vazgeçiyordum. Oysa kendi ışığımı kendim yaratıp korkmadan yolumdan ilerleyebilirdim. Bir başkasının benim için ışığı açmasını beklemek bana göre bir şey değildi. Ben kimseye muhtaç değildim, kendim başarabilirdim. Sırtımı dikleştirdim, elimdeki kâğıdı daha sıkı kavradım. Kâğıt elimde buruştu ve küçüldü. Aslında ışığa bile ihtiyacım yoktu kendimden emin olduğumda. Ben kendime güvenirsem yürümekten korktuğum yolda karanlıkta koşarak ilerleyebilirdim. Sadece kendime güvenmem gerekiyordu. Gözlerimi zarftan çektim ve karşıma diktim. Boy aynasından kendimle göz göze geldiğimde kendimi süzdüm. Zayıf bir değildim ve öyle de gözükmüyordum. Artık aynada gördüğüm kız on sekiz yaşındaki Berçil değil; yirmilerine girmiş güçlü Berçil'di. Aynada gördüğüm kıza gülümsedim. Felakete mi yürümem gerekecekti? Korkmadan yürüyecektim. İnsanların karşısına çıkıp kendimi mi savunmam gerekecekti? Susmadan, vazgeçmeden kendimi savunacaktım. Ben bir başkasının benim sesim olmasını beklemeyecektim. Ben kendi sesimi kendim keşfedecek ve herkesin duymasını sağlayacaktım. Ben bu mahalleden kaçmıştım ve şimdi bütün gücümle geri dönmüştüm. Onların sözlerinden, bakışlarından korkmuyordum. Ben buraya kimse için dönmemiştim. Onların sözlerini duymak için de dönmemiştim. Ben buraya annem için dönmüştüm ve birileri bana bir şey söyleyecekse bu kişi sadece annem olacaktı. Diğer kimsenin bana bir şey deme hakkı yoktu. Elimde sıktığım kâğıdın karışan yerlerini elimle düzelttikten sonra katlayıp yatağımın üzerine attığım zarfa geri koydum. Bavuluma koymak yerine yatağımın yanında duran çekmecenin içine kitaplardan birisinin arasına koydum. Zarfın içinden çıkan küçük çikolatayı ağzıma atıp tek seferde yedikten sonra bavulumu kapatıp geri yerine koydum. Elime telefonuma alıp Gökçe'ye mesaj atmak için adının üstüne bastım. Kendimden emin şekilde ona kısa bir mesaj çektim. "Işığa ihtiyacım yok. Karanlıkta da koşabilirim." Ne demek istediğimi anlayacağını biliyordum, hep anlamıştı. Kapı vurulduğunda, "Gelebilirsin." diye bağırdım. Normalde şak diye odaya dalarlardı ama artık bunu yapmıyorlardı. Açıkçası bu hoşuma gidiyordu. Odaya birden giren hiçbir insandan hoşlanmıyordum. Kapı açılıp içeriye giren Çisil'le hafifçe kaşlarımı yukarıya kaldırdım. Yüzünde küçük bir tebessüm vardı ama beni gördüğüne o kadar da mutlu sayılmadığını biliyordum. "Ahu teyze çıkacağımızı söylememizi istedi de o yüzden geldim." "Tamam, geliyorum şimdi." dedim yataktan kalkarak. Zaman yine düşündüğümden hızlı akmıştı. "Teşekkür ederim söylediğin için." Başını sallayıp arkasını döndüğünde bende eşyamı almak için masama yönelmiştim ki o birden tekrardan arkasını döndü ve az öncekine göre daha gerçekçi bir gülümsemeyle gözlerimin içine baktı. "Hoş geldin Berçil." samimi sesi içimde tuhaf bir his oluştururken istemeden gülümsedim. Bunu söylemesini beklemiyordum. Ne Beril'den ne de ondan. Şaşırmıştım ve şaşırmaya devam ediyordum. Arkasını dönüp koşar adımlarla odadan çıktığında öylece arkasından baktım. Kalbim durmuş gibiydi, düşüncelerim buz tutmuştu. İkisi de farklı bir şeyi bağırdığı için susma kararı almışlardı. Seçim benimdi, sahneyi benim almamı bekliyorlardı. Sahne almak yerine geri durdum ve olacakları izlemeye başladım. Dikilmenin bana bir fayda sağlamayacağını anladığımda odamdan çıkıp merdivenlerden aşağıya indim. Aşağıdan gelen sesleri duyduğumda gülümsemeye ve sorun yokmuş gibi davranmaya çalıştım. "Babacım," babamın arkamdan bana seslendiğini duyduğumda arkamı döndüm. Elinde tuttuğu dosyaları gördüğümde gözlerimi devirmeden edemedim. İşkolikliği beni yıldırıyordu artık. "buldum seni sonunda." "Çok mu aradın?" "Odana baktım ama orada değildin, neyse." elinde tuttuğu dosyaları bana doğru uzattığında dosyaların bana ait olduğunu anlamam zor olmadı. Dosyalar çantamın içindeydi. Babam nasıl bulmuştu? "Bu dosya dikkatimi çekti. Bana detaylarını anlatabilir misin?" Hiç bakma gereği bile duymadan babamın elinden nazikçe dosyayı çekip aldım. "Dosya kapandı, hallettim baba." dedim umursamaz ve biraz da iğneleyici sesle. "Detaylarını bilmek sana bir şey kazandırmaz." kızdığımı anladığında onun da kaşları çatıldı. "Şu an bununla uğraşmak istemiyorum." "O ne demek?" diye sordu babam kızarak. "Ne zaman anlarsın bilmiyorum baba ama ben çalışmaya bir süreliğine ara verdim." dedim her kelimeme baskı yaparak. "Bana sürekli dosya getirip, ne zaman işe döneceğimi sormaktan vazgeç." merdivenlerden inen Beril ve Çisil şaşkın gözlerle bizi izliyordu. "Ben sana iyilik yapmaya çalışıyorum." diyerek gereksiz bir savunma yaptı babam. Ne sanıyordu sürekli bana dosya gösterip baskı yaparak iyilik edebileceğini mi? Bu iyilik değildi. Baskı yapmak iyilik anlamına gelmiyordu. "Baskı uygulayarak mı?" düşüncelerimi saklamadım, babama karşı çıkmaktan vazgeçemedim. Babam olması önemli değildi. Kimse, kimseye böyle davranamazdı birinci derece yakını bile olsa. Kimsenin, kimseye baskı yapma hakkı yoktu. "Senin iyilik kelimen başkalarına baskı yapmak anlamına geliyor?" "Berçil karşında baban var, söylediklerine dikkat et." yanlışlarını yüzüne vurduğumda bana bu savunmayı yapmasından nefret ediyordum. Ne zaman yapılan bir yanlışın karşısındaki kişinin derecesini önemsemediğini fark edeceklerini merak ediyordum. Yanlış, yanlıştı işte. Karşımda duran kişinin bir önemi yoktu. "Karşımda senin olman önemli değil, baba." içimde yükselen öfkeyi bastırmaya çalıştım. Sakinleşmek adına derin bir nefes aldım ve kısa bir süreliğine gözlerimi kapadım. "Ben senin yaptığın yanlışı söylüyorum, sen bana karşımda babam olduğumu söylüyorsun." kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım. Babamla kavga etmekten nefret ediyordum ama kendime de engel olamıyordum. "Bana yanında çalışmaya başlamam için baskı yapman," "Ben öyle bir şey yapmıyorum." dedi cümlemi yarıda keserek. Burnundan soluyordu ve sinirden yüzü kızarmaya başlamıştı. Boşuna onunla kavga ediyordum. Ne dersem diyeyim beni anlamayacaktı yine kendi bildiğini okuyacaktı. Babam iyi biriydi ama insanları anlamakta çok kötüydü. Empati yeteneği o kadar azdı ki bazen bu yüzden ondan soğurdum. "Tamam baba." daha fazla kendimi yormamın anlamı yoktu. Zaten anlayacak olsa geçmiş yıllar da anlardı. Merdivenlerinden önünden ayrılıp dış kapıya doğru gittim. Annemi kapının önünde bulduğumda dudaklarım aralandı. Gözlerinde üzgün bir ifade vardı, yüzü düşmüştü. "Kızım," diyecek oldu ama elimi kaldırıp susturdum onu. "Boş ver annem." önemsemiyordum artık ben babamla olan bu kavgalarımı, normal geliyordu. "Çıkalım mı artık?" diye sorduğumda başını salladı. Beril ve Çisil de yanımıza geldikten sonra eşyaları elimize alıp arabanın bagajına koyduk. Normalde yürüyerek gidecektik ama Beril eşyaları taşımama konusunda ısrar edince arabayla gitme kararı almıştık. Yürüyerek on dakika da varacağımız yere arabayla iki dakika da gideceğimizi düşünüyordum. Arabanın hızına bağlıydı biraz. Babam bizden sonra geleceği için arabayı ben kullanacaktım. Annem yanıma; Beril ve Çisil de arka koltuğa yerleştikten sonra arabayı çalıştırdım.
Annem kendi tarafındaki camı tamamen açtığında kızlar da aynısını yaptı. Neden bilmiyorum ama ben yapmadım. Camdan biriyle göz göze gelmek istemiyordum. "Berçil heyecanlı mısın?" diye sordu Beril. Dikiz aynasından ona bakıp, "Neden heyecanlı olayım?" diye sordum. Heyecanlı değildim sadece biraz gergindim ama bunu da yansıtmıyordum. Duygularımı saklama konusunda ustalaştığımı düşünüyordum. "Beş yıl sonra görüşeceksiniz ya?" dedi hatırlatma yaparak Çisil. Yüzünden merakını okuyabiliyordum. "Gayet normalim." dediğimde karşılık vermediler. Beril yememiş gibi yüzüme bakarken ona sahici bir gülümseme gönderdim. Dört dakikalık yoldan sonra bahçenin önünde durduğumuzda arabayı park ettim. Tam annemlerle arabadan inerken çalan telefonumla herkes duraksadı. Ekranın üzerinde yazan Aziz Bey yazısını gördüğümde anneme baktım. "Benim bunu açmam lazım." dedim mecbur olduğumu belli eden sesle. "Aç sen kızım." annem onay verdiğinde telefonu elime aldım ve birlikte arabadan indik. Onlar eşyaları alsın diye bagajı açarken ben aramayı yanıtladım. "Alo, Aziz Bey?" dedim en kibar ses tonumla. Beril şok içinde bana bakarken dudaklarını büktü. İlk defa beni bu kadar kibar konuşurken görüyor olabilirdi. Normalde de kibar bir insandım ama tanıdığım insanların yanında kibarlık etmediğim su götürmez bir gerçekti. "Berçil, merhaba. Kusura bakma bu saate aradım ama işim önemli." dedi kalın ve tok sesle. Sesi bana hep korku filmlerini andırırdı. Kötü adamların sesine benzetirdim. "Yok, önemli değil söyleyin lütfen." annemlere yardım için bahçeden üç tane genç erkek çocuk geldiğinde annemlerin elinden poşetleri aldılar. Üçü bana bakıp onaylamaz bir bakış attıktan sonra içeriye geri girdi. "Geçen yıl seninle baktığımız dosyayı hatırlıyor musun?" Aziz Bey yanında sekreterlik yaptığım kişiydi. Bana bu mesleği o öğretmiş ve bana nasıl ilerleyeceğimi de o anlatmıştı. "Hatırlıyorum Aziz Bey." güçlü bir ezberim vardı. Ezberlediğim her şeyi beynimin içinde saklıyor ve kullanmak için hazırda bekletiyordum. "Hala ezberimde." Gülümsediğini hissettim. "Güzel." annem eliyle içeriye gösterdiğinde başımı salladım. Üçü birlikte içeriye girdiğinde onları yaklaşan Okan'ı gördüm. Beril, Okan'ı görür görmez ona doğru koşmaya başlamıştı. "O dosya ile ilgili senden bir şey rica etmek istiyorum." Aziz Bey kolay kolay insanlardan bir şey isteyen biri değildi. Bunu demesi kalbimi hızlandırırken mutluluktan yerimde zıpladım. "Tabii," dedim sesimin heyecanlı çıkmasını engelleyemeden. "ne isterseniz yaparım." "Sana birkaç gün içinde o dosyayı yollayacağım. Benim için o dosyayı inceler misin?" "Dosya kapanmıştı?" dedim anlamayarak. Zamanında baya zaman harcamıştık bu dosya için. Sonunda mahkeme tarafımıza uygun bir karar vermiş ve dosya kapanmıştı. Neden yeniden bakıyordum ki? "Karşı taraf tekrar dava açmayı düşünüyor." dedi soğukkanlı kalarak. Dava'nın ayrıntıları aklıma geldiğinde içim ürpermeden edemedim. "Anladım Aziz Bey." Benden bunu isteyeceğini düşünmemiştim. "Size konumumu atarım dosyayı bana gönderirsiniz." "Tamam Berçil, bekliyorum." "Aziz Bey, bu tekrardan sizinle çalışmam anlamına geliyor değil mi?" diye sormadan edemedim. Mesleğime bir sürelik ara verdiğimi bilmiyordu. Ona söyleme fırsatım olmamıştı daha. Duruma bakarsa da asla söyleyemeyecektim. "Evet Berçil, bu anlama geliyor." babam bunu duyduğunda bana çok kırılacaktı. Onun yanına gitmemek için mesleğime ara verdiğimi düşünecekti. "Dosyayı iki gün içinde göndermiş olurum. İyi akşamlar Berçil." "Size de iyi akşamlar." aramanın sonlandığını belirten ses kulağıma dolduğunda telefonu yere indirdim. Aziz beyle tekrar çalışacağım için mutluydum ama babamın kafasında kuracağını bildiğim için mutluluğum sönmüştü. Dosya eve gelip, babam durumu kavramadan ona konuyu en dürüst şekilde benim anlatmam gerekiyordu. Evet, bunu yapacaktım ama bu akşam olmazdı. Yarın akşam söyleyecektim. Akşam babam daha da sakin olurdu. Kahve yapar, ona verir ve o sakinliğin doruklarına yükselirken ona anlatırdım. O zaman beni kesin yanlış anlamaz ve kafasında kurmazdı. "Evet, kesin böyle yapayım ben." dedim kendi kendime. Başımı yerden kaldırıp girişe doğru baktığımda gördüğüm kişiyle duraksadım. Nefesim durdu, kalbim yavaşladı. Göğüs kafesimin altında saklanan kalbim onu gördüğü an ilk önce duraksadı ve sonra birden beş yıldır atmadığı kadar hızlı atmaya başladı. Gözleri üzerimde gezinirken ben ne bir adım atabildim ne de nefes alabildim. Zaman akmayı bıraktı, yıldızlar sönmeye başladı. Yutkundum ve onu incelemeye başladım. Koyu kahverengi saçları ayın ışığı altında parıldıyordu. Ela gözleri duygusuz ifadeyle benim gözlerime odaklanmıştı. Yüz hatları olgunlaşmış ve gerçekten yirmi yaşlarında birine dönüşmüştü. Ona baktığımda çocuk olan ruhunu göremiyordum artık. Bunun nedeni büyümesi değil de benden nefret etmesi olduğunu bilmek... Boyu uzamış ve eskisinden daha yapılı birine dönüşmüştü. Büyümüştü ve büyürken benden nefret etmeye başlamıştı. Yanında kız kardeşi vardı ve onun koluna girmişti. .Gözlerimi daha fazla ona dikmeye cesaret edemediğim için kız kardeşine baktım. Duru, büyümüş ve genç kız olmuştu. Gittikçe abisine daha çok benzemeye başlamıştı. O da abisi gibi benden nefret eden bakışlarını bana gönderiyordu. Kaya sinirle bana doğru bir adım atmaya çalıştığında Duru onu zorla içeriye doğru götürdü. İkisi içeriye girip gözden kaybolduğunda kendime gelmek için çabaladım ama kalbim buna izin vermedi. Ellerimin titremeye başladığını hissettiğimde kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Şimdi olmaz. Burası ne sırası ne de yeri Berçil." Gözlerimi kapayıp derin nefesler aldım. Kendime süre tanıdım ve kalp atışlarımın düzene girmesini bekledim. "Berçil," arkamdan gelen sesle yerimde zıpladığımda korkuyla gözlerimi geri açtım. Çisil büyük bir gülümseme ile gözlerime bakıyordu. "İyi misin?" sesindeki iğnelemeyi fark ettiğimde herkesin Kaya ile karşılaştığımı anladığını fark ettim. Bozuntuya vermemeye çalıştım. "Bir şey mi oldu?" "Evet." aksini iddia etmem onları daha da mutlu ederdi. Kötü olduğumu kabul ettiğimde gözlerinden bir ifade geçti. Üzgün olmamdan memnun olmuştu. "Bir şey mi oldu?" yalandan olan ilgisi midemi bulandırmaya başlamıştı. "Yardım edebileceğim bir şeyse yardım etmek isterim." "Bana yardım edebileceğini sanmıyorum Çisil." Ona doğru bir adım atıp, yaklaştım. Aramızda neredeyse beş adımlık bir mesafe vardı. "Bildiğim kadarıyla avukatlık okumadın ve insanları tanıma konusunda çok kötüsün." yüzündeki gülümseme silinir gibi oldu. "Sen bana bu konu da yardım edebilecek son insan bile değilsin." Söylediklerimin doğruluğunu sorguladığını fark edebiliyordum. Ona kötü olduğumu söyleyebilirdim ama gerçek neden sadece bana özel kalmalıydı. Yalan da söylemez sayılmazdım sadece bir diğer nedeni saklamıştım. "Doğu yardım edebilir belki?" dedi. Kanmış gibi değildi ama eskisi kadar şüpheli de bakmıyordu. "Ona sorabilirsin seni reddetmez." Yalandan gülümsedim. "Kendi başıma halledemezsem belki bir ihtimal ondan yardım alabilirim." Aslında fikri gerçekten iyiydi. Dosya da Doğu'dan yardım değil ama fikir alabilirdim. "Fikrin için teşekkür ederim." ışıkları yanan Berta bahçesine doğru baktım. "İçeri girelim mi artık?" "Arabada çantam kalmış onu almak için gelmiştim aslında." dediğinde arabanın kapısını açtım. Yanımdan geçip arabadan mavi küçük çantasını aldıktan sonra birlikte içeriye yürümeye başladık. İlerlemeye başladığımızda içeriden gelen konuşma ve gülme sesleri kulağıma dolduğunda buranın mutlu ruhu benim de içime işlemeye başlamıştı. Berta Bahçesi her zaman bana mutluluk getiren bir yer olmuştu. İçimden hep öyle olması için kısa bir dua ettim. Burasının büyüsünü kaybetmesini istemezdim. Büyük bahçeye giriş yaptığımızda bir kez daha nefesim kesildi. Boylamasına uzun bir masa ve masanın her iki tarafında oturan insanlar nefesimi kesmek için yeterliydi. Masanın üzerine beyaz ışıklar asılmıştı. Karanlık olmasını tercih ederdim. Gülen yüzler, kahkaha sesleri ilk defa içime huzuru değil büyük bir korku bıraktı. Hepsi bir taraftan tanıdıkken bir taraftan yabancıydı. Gözler yavaşça bana dönmeye başladığında kahkahalar kesildi ve yerini tebessüme bıraktı. Kendimi gülümsemeye zorladım. Hiçbir duygunu açığa vurma, dedi içimden bir ses. Vurursan saldırırlar ve kaybedersin, yeniden. Kaybetmek istemiyordum, kazanmak istiyordum. Bütün tanıdık yüzlere kocaman gülümsedim ve onlara doğru yürümeye başladım. Korkmadım ya da yok olmayı dilemedim içimden. Sadece yürüdüm ne olacağını umursamadan. Bu yolun beni nereye götüreceğini bilmiyordum, hâlâ karanlıktaydım ama umurumda değildi. Karanlıkta da koşabilirdim. "Merhaba gençler," gözlerim mahallenin gençlerinin üzerinde gezindi. "ve genç kalanlar." dedim bu sefer annemlere bakarak. "Nasılsınız bakalım?" Herkes beni incelerken yengem, "Hoş geldin kuzum." dediğinde ona öpücük attım. Herkes bu hareketine gülerken annemin sağında kalan boş yere oturdum. Benim sağ tarafımda Beril varken annem sol tarafımda kalıyordu. Annemin bana göre sol tarafına da babam oturacaktı. Aile boyu dizilmiştik resmen. Amcam hemen karşımda oturuyordu. Göz göze geldiğimizde bana göz kırptı. Ona tebessüm etmekle yetindim. "Berçil kızım," karşımdan gelen sesle gözlerimi sesin sahibine çevirdim. Sare teyzeyle göz göze geldiğimizde o da en samimi gülümsemesiyle bana bakıyordu. Bir yanında Akasya diğer tarafında Gencay vardı. Eskiden yakın arkadaş olduğum ama şu an bana nefretle bakan bir diğer iki insan. "ne güzelleşmişsin sen böyle." "Sende bir güzelleşmişsin Sare abla." baştan aşağıya onu süzdüm. Sare abla şık bir kadındı. Kızıl saçları ve uzun güzel bir fiziği vardı. "Yaş almış değil de daha çok vermiş gibisin." Sare abla utangaç küçük bir kahkaha attı. "Teşekkür ederim Berçil'im." Akasya annesine bakıp sert bir bakış atmaya çalıştı ama Sare teyze onu gram umursamadı. Annem arkadan bana destek vermek istermiş gibi sırtımı sıvazladığında ona bakıp gerçekten gülümsedim. Herkese sahte gülücükler saçabilirdim ama anneme yapamazdım. Annem sahte gülücüklerimi gerçek sanmayı hak etmiyordu. "Kim aradı seni?" diye sordu kulağıma eğilerek. İnsanlar tekrardan muhabbet etmeye başlamışlardı ama gözleri hala üzerimde hissedebiliyordum. "Aziz Bey." dedim saklamadan. Annem kaşlarını çattıktan sonra tekrardan kulağıma doğru yaklaştı. "Önemli bir şey mi olmuş?" diye sorduğunda kafamı evet manasında kafamı salladım. "Kapanan bir dosyayı tekrar açmamız gerekecek." dedim onu daha da meraklandırmadan. Hiçbir şey anlamamış gibi bana baktığında konunun daha fazla uzamaması için, "Eve gidince anlatırım." dedim. Gözlerini kırpıştırdıktan sonra ikimizde önümüze döndük. Amcam, "Bir şey mi oldu kızım?" diye sorduğunda yanında oturan yengem de dikkatini bana vermişti. "Hayır, amca." insanların kafasını meşgul etmeye gerek yoktu. Ben kendi meselemi kendim çözebilirdim. Amcam daha fazla kurcalamayıp tekrardan Tarık amcayla muhabbet etmeye başladığında derin bir nefes verdim. Şu anlık bir sorun yoktu. Gözlerim masanın üzerinde oturan insanların üzerinde gezindiğinde onların gözlerinin benim üzerimde olduğunu fark ettim. Gözlerini kırpmadan yüzlerine bakıyorlar, beni yerin dibine sokmaya çalışıyorlardı. Akasya, Ege, Gencay, Evsa, Kaya gözlerini dikmiş nefretle bana bakıyorlardı. Kaya hemen sağ çaprazımda Beril'in karşısında oturuyordu. Yanında kız kardeşi Duru vardı. Gözlerimizi ona çevirmedim, bakmaya cesaret edemedim. İnsanlar konuşmaya devam ederken ben sadece onları dinledim. Gözlerim asla onlardan birine dönmüyordu. Dikkatim hep başka birilerindeydi. Bunları onlarda fark etmişti ve bana alay dolu bakışlar atıyorlardı. Babam on dakika sonra yanımıza geldiğinde bana özür dileyen bakışlarından birini attı. O an yapabildiğim tek şey ona sorun olmadığını söylemek oldu. Muhabbet uzadı ve dakikalar akmaya başladı. "Berçil," adımı birinin ağzından duymamla kendimi bir yerden atma isteğim giderek artmaya başlamıştı. Bana seslenen Sude teyzeye baktım. "Kızım sen anlat neler yapıyorsun?" "Sahi neler yaptın beş yılda?" diyerek onu devam ettirdi Buse teyze. "Avukatlık yapmaya başladın mı?" Kafamı silikçe salladım. "Evet, Buse teyze başladım." yanında oturan Ege bana alayla güldüğünde ona herhangi bir tepki vermedim. Kaya silik ama alay dolu tebessümle gözlerini kaçırmadan beni izlemeye devam ediyordu. "Şimdi babanın yanında çalışmaya başlayacaksın değil mi?" dedi Çiğdem teyze. "Planlarım o yönde." babamla göz göze geldiğimde bana bakıp gururla gülümsediğini görmek içimdeki bütün korkuyu sildi. Yengem Doğu ve Gencay'a bakıp, "Üçünüz aynı yerde çalışacaksınız." dediğinde ikisinin de yüzü düşer gibi oldu. Benim gibi yalandan gülümsemeyi denemediler bile, hislerini maskeleme gereği bile duymadılar. "Ne güzel." dedi yengem onların tepkisini umursamadan. "Aynen," dedi Gencay ilk defa konuşarak. "çok güzel." sesindeki alayı herkes fark etmiş ve bana kaçamak bir bakış atmıştı. Yine görmezden geldim. "Ne zaman başlayacaksın?" diye sordu Beril. Bunu söylerken yüzünde engel olamadığı bir öfke belirmişti. Beni zor duruma sokmak için soruyordu. Babama baktığımda üzgünlükle dudaklarımı büktüm. "Bir hafta içinde başlamayı düşünüyordum ama olmayacak gibi." Babamın kaşları havaya kalkarken o da diğer herkes gibi anlamayarak bana baktı. "Evde anlatırım." Babam sessiz kalarak dediklerimi kabullendi. "Berçil," Akasya'nın beni iğneleyeceğinden emin olduğum sesi bana yöneldiğinde gerilim gittikçe atmaya başlıyordu. "sen tam olarak neden gitmiştin?" Kaya'nın yüzünden şeytani bir gülümseme belirdiğinde diğerleri de onunla aynı tepkiyi verdiler. Kimse gitme nedenimi doğru düzgün bilmiyordu. Daha doğrusu Kaya ben gittikten sonra ona söylediğim şeyin kimseye yayılmadan herkesin sesini kestiğiydi. Mahallenin yaşlı kesimi neden gittiğimi ve neden onlarla arkadaşlığı bıraktığımı bilmiyordu. Beriller kimseye gitmemle ilgili bir açıklama yapmamışlardı. "Kızım gerçekten neden sen bir anda çekip gittin?" diye sordu Buse abla merakına engel olamayarak. Bir açıklamam yoktu, verecek cevabım yoktu. Soracakları her soruya hazırdım ama buna hiç hazırlanmadığımı yeni fark ediyordum. Neden gitmiştim ben gerçekten? Herkes vereceğim cevabı bekledi, annem bile bekledi. Kaya'ya bakmaya ilk o an cesaret ettim. Ela gözleri benim gözlerime buluştuğunda o gece gerçekten ilk defa tebessüm ettim. Gözlerindeki nefretin büyüklüğü tüylerimi diken diken etti ama kendime benim gücümün onun nefretinden daha üstün olduğunu vurguladım. Gözlerimi ağır ağır Buse ablaya ve diğerlerine çevirdim. "Öyle olması gerekti." dedim onlara hiçbir neden göstermeyerek. "Gitmek istedim ve gittim." Sessizlik oldu, kimse beni anlamadı ve bana karşı ördükleri duvarları hiçbir duygu gizlemeden ilk defa yüz yüze geldim. Öfke ve bana karşı duydukları nefret duygusu hepsinin gözlerindeydi ve gizlemek için en ufak bir çaba sarf etmiyorlardı. Dudakları düz çizgi halindeydi, kaşları çatıktı ve onların bu duruşlarına karşılık benim dudaklarımda soğuk bir tebessüm vardı. Benden nefret eden bütün herkes bu gece buraya gelmişti, beni yıkmak için. Ama bilmiyorlardı ki benim yıkılmam için tekrardan bir bütün olmam gerekiyordu. Benim parçalarım bir bütün değildi, her yerdeydiler ama asla bir bütün değildiler. Alayla ve nefretle güldü biri. Gözlerimi ağır ağır onun üzerine doğru çevirdim. Onun nefreti diğerlerine göre daha büyük ve şiddetliydi. "Sadece gitmek istediğin için gittin," derken öfkeyle soluyordu Kaya. "öyle mi?" Öfkesinden korkmadım. "Evet, öyle." dedim kendimden emin sesle. Yangına körükle gidiyordum ama umurumda değildi. Bir kere yandığım ateşte ikinci defa kül olamazdım. "Kaya oğlum sakin ol." dedi biri ama kimin dediğini anlamadım. Kaya yüksek sesle güldü. Göğüs kafesi hızla inip kalkıyordu. "Canın gitmek istedi ve sende gittin öyle mi?" dedi daha gür bir şekilde, neredeyse bağırarak. Öfkesi bütün masayı dolduracak ve beni yutacak kadar güçlüydü ama umursamadım. "Tam olarak öyle oldu." dedim en sakin ses tonumla. "Keyfim ve kahyası gidelim dedi bende gittim." "Berçil, sus." dedi annem dişlerinin arasından. "Yangına körükle gitme." "Hayır, hayır." dedi Kaya hemen. Doğu oturduğu yerden kalkmış bize doğru gelmeye başlamıştı. "Konuşsun da herkes gerçek yüzünü görsün." dediği şeyi kavramam saniyelerimi aldı. Elimle kendimi gösterdim. "Gerçek yüzümü, benim?" "Evet." dedi bağırarak. "senin." "Ya Kaya bir siktir git." dediğimde annem bana bağırdı ama onu gram umursamadım. "Gece gece uğraştırma beni." Birden ayağa fırladığında oturduğu sandalye geriye doğru düştü. Doğu koşarak onun yanına gittiğinde Duru da ayağa fırlamıştı. "Bana bir daha sakın ama sakın hakaret etmeye kalkışma Berçil." dedi sesini giderek yükselterek. "Hadi ya olur tabi sen istedin ya hemen yaparım bende." oturduğum yerden ayağa kalkmadan onunla alay etmeye devam ettim. Sakin kalacaktım, sakin kalmalıydım. Bu tavrım onu daha da sinirlendirdi. Doğu onu tutup geriye doğru çekerken bir şeyler söyledi. "Ne demek sakin ol Doğu." diye bağırdı onun söylediklerine karşı Kaya. Gencay ve Ege de ayağa kalkıp onun yanına doğru gittiler. Bir adamı üç kişi tutuyorlardı resmen. "Huzursuzluk çıkarmaktan başka bir bok yaptığı yok." "Ben değil de" etrafa bakıp gözlerimi yine ona çevirdim. "huzursuzluk çıkaran kişi senmiş gibi görünüyorsun. Dışarıdan bakan biri benim değil senin olay çıkardığını düşünür." "Berçil, sus." diye bana uyarıda bulunmaya çalışan Beril'e bakıp, "Beni susturmaya çalışmak yerine olay çıkarmaya çalışan arkadaşını sustur Beril. Benim bir şey yaptığım yok zaten." dedim. Beril anında kızarmaya başlarken Kutay amca, "Çocuklar kendinize gelin." diyerek uyarıda bulundu. Kaya aramızda olan masayı umursamadan bana doğru yaklaşmaya çalıştı. Masa şiddetle sarsıldığında geri adım atmamak için bütün bedenimi zorladım. "Bana bak Berçil seni insan gibi uyarıyorum sakın karşıma çıkma anlıyor musun?" sinirden boynundaki damarlar ortaya çıkmış, gözleri kocaman açılmıştı. Ellerini masaya yasladı. "Beni gördüğünde yönünü değiştir, benim olduğum yerden kaç ama sakın karşıma çıkma. Bir daha seni gördüğümde bu kadar sakin kalmam." "Ne zamandır Vuslat mahallesinin başına geçip içindeki insanları yönetmeye başladın Kaya?" Ne söyledikleri ne de uyarıları umurumdaydı. Bana söyleyebileceği hiçbir şeyden korkmuyordum. Bende ayağa kalkıp aramızda duran masaya rağmen karşısında dikildim. "Oradan bakınca nasıl duruyor bilmiyorum ama inan bana gram umurumda değilsin." Herkes nefeslerini tutmuş, söylediklerimin devamını bekliyordu. "Seni bir yerde görsem bırak yolumu değiştirmeyi görmezden gelecek kadar umursamıyorum seni." masanın üzerinden ona doğru eğildim, öfkeli nefeslerini umursamadım. "Seni bir yerde gördüğümde tanımazdan gelme rolünü bile oynamam ben. Sen benim o eforuma bile değmezsin." Kaya durdu, göğüs kafesi eskisinden daha yavaş inip kalkmaya başladı. Gözlerinden bir saniyeliğine bile olsa kırgınlık geçtiğini gördüm ama hemen kendini toparladı. Birkaç saniye boyunca gözlerini dahi kırpmadan ifadesiz olmaya zorladığı gözleriyle yüzüme baktı. Hemen ardından tekrar öfkelenir gibi yaptı ama bu sefer öfkesi bana göstermeye çalıştığı bir yalan gibi sönük ve etkisizdi. "Ben diyeceğimi dedim." dedi benim gibi umursamaz sesle. "Beni ne kadar umursayacağın sana kalmış." "Gram umursamayacağımdan emin olabilirsin." dedim, net sesle. "Kaya, Berçil yeter." diyerek aramıza girdi Evsa. İkimizde ona baktığımızda çevremizde bizi izleyen ailelerimizi gösterdi. "Bu burada tartışılacak bir konu değil." Kafamı sallayarak, "Haklısın." dedim, Kaya'nın gözlerinin içine bakarak; korkmadan, çekinmeden. "Bu hiçbir yerde tartışılacak bir konu değil." Kaya nefesini dışarıya verdiğinde kendini kolunu tutan Doğu'dan kurtarıp ilerlemeye başladı. Berta bahçesinden kendinden emin adımlarla dışarıya çıktığında Duru hemen onun arkasından ilerlemeye başladı. Herkes bana bakmaya başladığında bir saniyeliğine gözlerimi kapadım ve açtım. Herkese doğru konuşarak, "Kusura bakmayın." dedim. Onlara bir özür borçluydum. "Gece böyle devam etsin istemezdim." oturduğum sandalyeden eşyalarımı aldım. "Ben gideyim artık." derin bir nefes aldım. Boğazıma kadar yükselen duygularımı engellemeye çalıştım. "İyi geceler hepinize tekrardan." Kaya gibi arkama bakmadan Berta Bahçesinden emin adımlarla çıktım ve uzaklaşabileceğim en hızlı şekilde uzaklaştım oradan. Ne düşüneceğimi bilmiyordum ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Yıllardır aklımda onunla karşılaşmamız hakkında her türlü senaryoyu kurmuştum. Bugün yaşadığımız da bir seçenek olarak aklımın içinde hep bulunmuştu ama düşündüğüm gibi ilerlememişti. En azından herkesin içinde böyle bir kavga edeceğimizi düşünmemiştim. İnsanlara rahatsızlık verdiğimiz yetmemiş gibi herkesin diline de düşmüştük. Yarın herkesin ettiğimiz kavgayı öğreneceğine emindim. İnsanlar konuşacaklardı ve konuşurken kötüledikleri kişi ben olacaktım. Bunu bilmek canımı acıtmadı, herhangi bir duyguyu hissetmemi sağlamadı. Ne konuştukları ne dedikleri umurumda değildi. Ben kendimi biliyordum, onların söyledikleri bunu değiştirmeyecekti. Gerçek yüzüm... Böyle demişti, bırak herkes gerçek yüzünü görsün demişti. Asla ikinci bir yüzüm varmış gibi davranamamıştım ben. İnsanlardan nasıl biri olduğumu saklamıştım ama asla ikinci yüzümün arkasına saklanmamıştım. Kimsem, öyle davranmıştım. Akıllarında nasıl biri olduğumu merak ediyordum. Gerçek yüzümden bahsetmişti. Ona göre benim gerçek yüzüm nasıl biriydi? Acımasız, duygusuz, kendinden başka kimseyi sevmeyen Berçil miydi yoksa onu sevmeyen, herkesi kandıran biri miydi? Vuslat Mahallesi ilk defa sessizdi. Sokakta kimse yoktu, açık olan pencerelerden ilk defa gülme ya da konuşma sesleri gelmiyordu. Sanki herkes beni dinlemeye çalışıyormuş gibi hissettim istemeden. Susmuş, benim ağlamamı bekliyorlardı. Ağlamaya başladığım an herkes yine sokağa dökülecek ve beni zayıflıklarımdan vurmaya başlayacaktı. Düşüncelerime inat dik durdum, zayıflık belirtisi göstermedim. Ağlamayacaktım, susmadan ağlamak isteyen tarafıma rağmen ağlamayacak dik bir şekilde yürümeye devam edecektim. Boğazıma kadar yükselen duygularımı engellemeye devam ettim. Duygularımın beni ele geçirip, mantığımın önüne geçmesine izin vermeyecektim. Duygularım gereksizdi, beni yönettiklerinde yok olacak gibi olacağımı biliyordum. Zonklayan ve canından can giden kalbim hüsranla atarken; mantığım benim için en iyisinin bu olduğunu söylüyordu. Ev görüş açıma girdiğinde adımlarımı hızlandırdım ve koşarak evime girdim. Karanlık oda beni karşıladığında hiç düşünmeden doğrudan odama çıktım. Evin sessizliği benim kafamın içinde çıkan sesleri bastırmak yerine daha da kötüleştirirken duygularım bütün direnmelerime rağmen ortaya çıkmıştı. Az önce kesilmeyen nefeslerim şimdi kesilmiş, durmuş gibi atan kalbim hızlanmaya başlamıştı. Odama girdiğimde arkamdan kapıyı kilitledikten sonra kendimi yatağa attım. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başlarken ağzımdan küçük hıçkırıklar kaçmaya başlamıştı. Duygularım önüne geçemeyeceğim kadar büyümüş ve beni yutmaya başlamıştı. Elimle yatağın örtüsünü sıktım ve sesimi kimsenin duymaması için içime hapsettim. Burada beni duyabilecek kimse yoktu ama ben yine de yaptım. Alışkanlık olmuştu ağlarken kendi sesimi içime hapsetmek artık. Yarın geçecek, diye düşündüm kendi kendime. Yarın bütün bunlar geçecek ve izleri bile kalmayacak. Unutacaksın ve yaşamaya devam edeceksin. Ağzımdan daha büyük bir hıçkırık kaçtı. Kendimi teselli etmeye çalışmak, başımı okşayacak birine bile sahip olmamak acıyan canımı daha fazla acıttı. Yarın geçecek, hep geçti. Dünden ümidi kalmayanların herkesin hayata tutunma nedeni yarın değil miydi zaten? Geçecekti. Yarın bütün bu izler geçecek ve sanki hiç yaşanmamış gibi bugünden hiçbir iz kalmayacaktı. Dün bitti, bugün idam masasına çıktı ve kendi ölümüne kendi karar verdi; yarın büyük bir ümit ile yeniden başlayacaktı. Yarın; dün ile bugünün bütün kötü izlerini silecek ve yerini güzelliklere bırakacaktı. Yarın olduğu sürece hep umut vardı. Ben yaşamaya devam ettim ve bütün dünlerim öldü. Yarınlardan umudumu kesemezdim. Yok olmak istedim ama bunu yapamadığım için sadece balkona çıkmakla yetindim. Yanıma aldığım sigara paketinden bir sigara çıkardım ve ucunu ateşledim. Kimse görünmüyordu, herkes yemek yemeye ve eğlenmeye devam ediyor olmalıydı. Sigaradan küçük bir nefes aldıktan sonra gözlerimi tertemiz gökyüzüne çevirdim. Huzurunu kıskanmış gibi sigara dumanını ona doğru üfledim. Birkaç yıl önce başladığım alışkanlığımdan gurur duymuyordum ama bırakamıyordum da. Kötü bir alışkanlıktı, biliyordum ama vazgeçemiyordum. Bir gün elbet bırakırdım. Gözlerimi gökyüzünden çekip mahalleye doğru çevirdiğimde gördüğüm yüzlerle kaşlarım çatıldı. Doğu ve Beril kaşlarını çatmış, onaylamaz gözlerle bana bakıyordu. İkisi de sert adımlarla içeriye girdiğinde birazdan yaşanacak olan fırtınanın farkına vardım. Fırtına hepimiz yıkacak ve sonunda son kalan kalıntıları da beraberinde götürecekti. Bu sefer ne kadar yara alacaktım bilmiyordum ama şiddeti eskisi kadar güçlü olmayacaktı. Açılan ve hemen arkasından sert şekilde kapanan kapının sesini duyduğumda nefes almayı bıraktım ve saniyeleri saymaya başladım. Adım sesleri yaklaşırken soğuk bir gülümseme yayıldı dudaklarıma. Başlıyorduk, yeniden. Bir daha başlamamak üzere. |
0% |