Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm - Kalbe İnen Hançer

@busraerogu

Kelimeler insanı kırabilir ama eskisi gibi onaramaz.

İnsanları kırmaya ve onlar tarafında kırılmaya çok alışmıştım. İnsanların kelimeleriyle kalbime bir hançer saplamalarına ve hiç düşünmeden beni yok etme çabalarına öyle bir alışmıştım ki kalbim taşa dönmüştü. Taşa dönen kalplerin korkusu olmazdı ve ben bunu kendimden öğrenmiştim. Kimseyi kaybetmekten korkmuyordum, insanların sözleri artık kalbime inen bir hançer değildi.

Zaman geçmişti ve ben kırılan bir kız çocuğundan, insanları sözleriyle kıran birine dönüşmüştüm. Dönüşmekten korktuğum kim varsa aynaya baktığımda gördüğüm kişi onlardan biri olmuştu. Düşünmüyordum; insanları kelimelerimle öldürüyor, karşılarına geçip onları nefessiz bırakana kadar ağlamasına neden oluyordum. Ben, yargılanmaktan korkan bir kız çocuğundan, yargılayan insanlardan biri olmuştum ve bundan pişman değildim. Çünkü büyüdükçe öğrenmiştim ki bazen insanın kendini koruması için korktuğu şeylerden biri olması gerekiyordu. Kendimi korumak için korkularıma dönüşmek zorunda kalmıştım. İnsan kendini koruduğu için pişman olur muydu?

Ben, sadece bana yapılanları diğer insanlara yapıyordum çünkü bana kimse başka bir şey öğretmemişti acıdan ve acıtmaktan başka.

Ama içimden bir his en başa geri döndüğümüzü söylüyordu. Zaman beni büyütmüştü ama buraya geldiğimden beri tekrar yirmi yaşındaki kız çocuğuna dönüşmeye başlamıştım. Korku fidanları yıllar sonra tekrar içime düşmüş ve yeşermeye başlamıştı. O kıza geri dönemezdim, kalbimde öldürdüğüm o kıza tekrar dönüşmek bir nevi intihar olurdu ve ben kendi intiharıma neden olmayacak kadar akıllı biriydim.

Karşı çıkmam gerekiyordu, karşımda dikildiklerinde kendimi korumam gerekiyordu ama bunu yapmak için en ufak bir çaba sarf etmiyordum. İçimden bir ses bırakmamı ve ne kadar dibe batacağımı görmemi istiyordu. İçten içe merak ediyordu; tarih tekerrür ettiğinde en başa geri döneceğini mi yoksa yoluna bu sefer daha kolay mı devam edeceğimi mi? Bende merak ediyordum ama biliyordum ki hayat bize bir şeyler öğretse de geçmiş karşımıza dikildiğinde o günkü insandan daha farklı biri olamıyorduk. Acı acıydı, büyüsek de değişsek de şiddeti ve etkisi her zaman aynıydı.

Ne yapacaktım ne yapmalıydım bilmiyordum ama aklımda bir fikir vardı. Biliyordum o yolu tercih ettiğim anda eski Berçil'e geri dönecektim ama karşımda dikilen insanları da iyi tanıyordum. Artık iki tarafta birbirini alttan almayacaktı çünkü ne onların bana ne de benim onlara karşı sabrım vardı. Kavgaysa kavga edecek, birbirimizi sonuna kadar kıracaktık. Dibi görecektik ama bu sefer yüzeye çıkmamız daha kolay olacaktı. Çünkü artık birbirimizi sevmiyorduk.

Sert adım sesleri evin içinde yankılandı. Hemen ardından Doğu, "Sen ne bok yediğini sanıyorsun?" diyerek bağırdı evin içinde ve sesi her yerde çınladı. O kadar gür şekilde bağırmıştı ki kulağım çınladı. Oturduğum balkondan kalkıp odamın kapısına doğru yürüdüm. Kapadığım ve kilitlediğim kapıyı açtığımda Doğu'yla yüz yüze geldim. Doğu'nun yüzü sinirden kıpkırmızıydı. Bütün damarları ortaya çıkmıştı ve yüzü sinirden dolayı gerilmişti. Çatık kaşları, öfkeyle büyüyen burun delikleri onu korkunç gösteriyordu. "Sen," diyerek bağırdı evin içinde, tekrardan. "ne yaptığını sanıyorsun?"

"Neyden bahsediyorsun?" diye sordum. Ne anlatmak istediğini biliyordum ama bununla yüzleşmeyi bir saniye bile olsa geciktirmek istiyordum ama Doğu bunu istemiyordu. Onun istekleri bu sefer benimkilerin önüne geçmişti.

"Sen ne hakla Kaya'yla öyle konuşursun?" diyerek bağırmaya devam etti. "Sen nasıl Kaya'ya öyle şeyler söylersin?" öfkeliydi, çok öfkeliydi. Ve öfkesini bana göstermekten çekinmiyordu. Bir kez daha anladım; hiç düşünmeden birbirimizin kalbini paramparça edecektik ve kırıkların arasında yok olan tek kişi ben olacaktım. Kırıklar arasında parçalanan tek ben olacaktım aynı geçmişte olduğum gibi.

Hayır, hayır. Geçmişteki gibi olmayacak, o kız gibi parçalanmayacağım. Bu sefer değil.

Kendi öfkeme sahip çıkmayı ve hislerimi bastırmayı denedim. Ateşe körükle gitmeyecek kadar akıllıydım. "Sakin ol." dedim yararsızca. "Ses tonunu alçalt."

"Kes sesini." dedi, bir şimşeğin yarattığı etkinin aynısını ruhumda yaratarak. Arkasında kalan Beril'e baktım. Aynı öfke onun da gözlerinde vardı. Bana, benden nefret ettiklerini haykırmak istiyormuş gibi bakıyorlardı.

"Sen buraya gelip de kimsenin huzurunu bozamazsın, anladın mı?" Doğu'nun öfkesi yumuşamıyor, her saniye artarak devam ediyordu. "Senin, kimsenin huzurunu kaçırma gibi bir hakkın yok. Ne Kaya'nın ne de bizim mutluluğumuza gölge olmana izin vermem." kelimeleri bir cinayete sebep olabilecek kadar sivriydi ama bilmiyordu ki onun kırmaya çalıştığı kalbi ben çoktan söküp atmıştım. "Kötülüğünü bize bulaştırmana izin vermem."

Kötülüğüm zehirli bir sarmaşık gibiydi, anlamadan boğazına dolanır ve öldürürdü insanları.

Ona bir karşılık vermeden suratına bakmaya devam ettim. "Öyle bir niyetim yok." derken bile sesim içime kaçmış gibi çıkıyordu.

"Hadi ya." diyerek alaya aldı beni. "Ben sana doğruyu söyleyeyim mi Berçil?" üzerime doğru bir adım attı, öfkesi vücudumdan elektrik akımı geçmesini sağladı. Doğu'dan normalde korkmazdım ama öfkeli hali korkulmayacak gibi değildi. "Sen o yemeğe bizim moralimizi bozmak için geldin. Bizi üzebileceğini düşündün, mutluluğumuzu çalmak istedin." yüzüme doğru eğildi. "Ama ben sana söyleyeyim mi? Sen ne bizi üzebilir ne de mutlu edebilirsin. Sen bizim için hiçbir anlam taşımıyorsun." Beril onu kolundan tutup geri çekmeye çalıştı ama Doğu hareket etmedi. "Sen bizim için yoksun Berçil. Sen bu mahalledeki kimse için değerli değilsin, hepimiz seni yok sayıyoruz, umursamıyoruz. Seni annen bile..."

"Doğu yeter. Tamam, dur artık." diyerek girdi aramıza Beril. Beni geriye doğru iteklemiş ve Doğu'dan uzaklaştırmıştı. Kalbimin atışları duraksadığında kaşlarım çatılmıştı. Son söylediği sözleri ne anlama geliyordu? Annem bile olan şey neydi? Sadece bir saniye önce susmasını isteyen ben şimdi susmadan devam etmesini istiyordum.

"Annem bile ne?" önüme geçen Beril'i kenara itekledim ve bu sefer daha güçlü şekilde dikildim Doğu'nun karşısında. "Devam et, susma." bende aynı onun gibi öfkeyle solumaya başlamıştım. "Devam et." diyerek bağırdım.

Doğu bir saniyeliğine gözlerini Beril'e çevirdi. Beril başını iki yana salladığında ortada hiçbir şeyden haberi olmayan Emrah gibi durmak öfkelenmeme neden oldu. "Sana bir şey dedim Doğu." dikkati tekrar üzerime çektiğinde gözlerinin içine en cesur ifademle baktım. "Son cümleni tamamla."

Doğu sessiz kaldı ve hemen ardından beni şaşırtarak geriledi ve bana umursamaz bakışlarından birini attı. "Değmezsin." dedi aşağılayıcı bir sesle. "Senin için harcayacağım hiçbir nefesime değmezsin." öylesine söylemiyordu, gerçekten hissederek söylüyordu. Kızgınlığım kumdan bir kale gibi dağıldı ve geriye sadece hissizlik kaldı. "Buraya nasıl bir amaçla geldin Berçil bilmiyorum ama seni son kez uyarıyorum; eğer kardeşlerimden birinin canı senin yüzünden küçük bile olsa yanarsa senin kalbini kırmaktan çekinmem."

Tehdidi ruhumda büyük bir zelzele yarattı ama sanki hiçbir şey olmamış gibi gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Ruhum parçalara ayrılırken insanlara gösterdiğim yüzüm duygusuz rolünü çok iyi oynuyordu.

Dudaklarımdan bir gülüş kaçtı. Şimdi arkasını dönüp gidecekti ve ben öylece kalacaktım. O, öfkesini kustuğu için rahat hissedecekti, ben beni attığı öfkenin içinde yanacaktım. Tek başıma sönüp, biteceğimi düşünüyordu. Yanılıyordu, çünkü bu sefer beni attıkları öfke de tek başıma yanmayacaktım.

"Sen kimsin de beni tehdit ediyorsun Doğu?" sesim öyle yükseldi ki ben bile şaşırdım içimden çıkan sese. "Sen ne hakla benimle böyle konuşursun? Siz kendini çok mu önemli zannediyorsunuz? Ne sanıyorsunuz Allah aşkına, size kötü hissettirmek için efor sarf edeceğimi mi?" üzerine doğru bir adım attım, aşağılayıcı sesle konuşmaya devam ettim. "Siz benim hiçbir uğraşıma değmezsiniz. Hissettikleriniz umurumda da değil ya da altından ne anlam çıkardığınız. Ben sadece kendim için hareket ederim. Geçmişte kalan, zerre önemsemediğim insanların duygularını incitmek ya da kalplerini kırmak için hareket etmem." nefes sesleri bile kesilmişti, sadece yüzüme bakabiliyorlardı. "Bir daha Doğu karşıma geçip beni tehdit etmeye kalkarsan sana yeminim olsun ki seni kimsenin yüzüne bakmayacak hale getirir, istediğimde ne kadar kalp kırıcı biri olduğumu çevreni, paramparça ederek gösteririm. Sakın bir daha üzerime yürüme yoksa sana etrafındaki herkesi yok etmeni sağlarım. Ben yapmam," elimle onu işaret ettim. "sana parçalatırım." Doğu'nun gözleri kocaman açıldı, bir adım daha üzerine gittim. "Bir daha asla beni tehdit etmek, eziklemek suretiyle karşıma geçme Doğu yoksa nefret ettiğin geçmişin uğruna bile önemsemem kalbini, yok ederim, ezip geçerim. O zaman kötülüğüm neymiş görürsün." arkasında kalan Beril'e baktım. "Acımam."

İkisinden de ses çıkmadı bir süre boyunca. Beklemiyorlardı böyle bir şeyi, bende kendimden beklemiyordum ama bunu yapmayacaktım artık. Biri karşıma geçip, beni ayakları altında ezmeye çalıştığında susmayacaktım.

Doğu hiçbir şey demeden son kez gözlerimin içine baktıktan sonra arkasını dönüp odadan çıktı ve yanımızdan hızla ayrıldı. Beş saniye sonra duyduğum dış kapının açılıp kapanma sesinden evden gittiğini anlayabilmiştim. Gözlerimi odanın içinde duran Beril'e çevirdiğimde göz göze geldik. Yüzünü buruşturduktan sonra, "Keşke hiç gelmeseydin." dedi. "O zaman bu geceyi eğlenerek ve gülerek geçirebilirdik." Kendi kırılmış gibi bakıyordu bana. Canı yanmış gibi bakıyordu. "Sen her şeyi bozan bir yapboz parçasısın Berçil. Senin bizim hayatımızda yerin yok." Geriye doğru bir adım attı ve yalandan gülümsedi. "Umarım hatanı anlamışsındır ve umarım bir daha karşımıza asla çıkmazsın."

"Umarım Beril," dedim, gülümseyerek. "sende benim dediklerimi anlamışsındır. Çünkü ben sizin aksinize şov yapmam, dediğimi zamanı geldiğinde aynen yaparım."

Beril korkuyla bir adım geri gittiğinde öfkeyle arkasını döndü ve odadan çıkarken kapıyı sert şekilde kapadı. Kapının sesi bütün evin içinde yankılanırken yutkunmaya çalıştım.

Canım kendini hatırlatmak istermiş gibi alevler içinde yanarken titremeye başladım. Ayaklarım daha fazla beni taşıyamadığı için yere oturdum. Titrek nefeslerim içine dolmaya başladığında, ağlamamak için bütün bedenimi kastım. Ağlayamazdım, o zaman sesim duyulurdu. Gözlerimden yaşlar akmaya başladığında elimi yüzüne götürüp akan damlaları sildim. Ağlayamazdım çünkü ne Doğu'ya ne de Beril'e kırılmıştım. Ben onlara kırılacak kadar değer vermiyordum. Ben kimseye beni üzecek kadar değer vermezdim.

Gözyaşlarımı sildim ve bana bütün söylediklerini göz ardı ettim. Ben iyiydim, onlar beni kıramazlardı.

Ben iyiydim.

Hep öyle olmuştum, yine olurdum.

Berçil Ayvaz hep iyiydi.

Kafamı çevirdiğimde aynadaki kendimle göz göze geldim. Bütün çabama rağmen gözümden akan yaşları, saçlarımın dağınıklığını, gözaltlarımın morluğunu aynadaki yüzle karşılaştığımda gördüm. Aynadaki görüntümle daha çok ağlamaya başladım. Yere çökmüştüm ve bu en kötüsüydü. Bir insanın başına gelebilecek diğer en kötü şeyse dağıldığını kendi gözleriyle görüp, anlamasıydı.

Kırılmış mıydım? Evet.

Bunun bir önemi var mıydı? Hayır.

Kırılıp, parçalanmamın bir önemi yoksa kendime işkence etmeye de gerek yoktu. Kimsenin önemsediği bir şeyi ben önemseyip kendimi zora sokmayacaktım. Akacak olduğunu bilmeme rağmen gözyaşlarımı sildim ve oturduğum yere uzandım.

Az önce yere attığım sigara paketini gördüğümde gülümsedim. Gözyaşlarım dudaklarımın arasına sızdı. Paketten bir tane sigara çıkardıktan sonra ucunu ateşledim ve dudaklarıma götürdüm. Az önce yaşadıklarımı sigaranın ucunda yaktım ve küllerini öylesine bir yere savurdum.

Gözyaşlarımı kulağımın içine girip huylanmamı sağlasa da umursamadan tavana bakıp sigara içmeye devam ettim.

Gece boyunca yaptım bunu.

İlk önce gözyaşlarım durdu, sonra kalbimin eskisi kadar hızlı atmadığını fark ettim. Vicdanıma oturan yük silindi ve sadece ben kaldım. Düşünceler zamanla terk etmişti bedenimi. Öylece tavana bakmıştım saatlerce.

Sakindim, o kadar sakindim ki sanki bütün o lafları yiyen kız ben değildim. Üzerinde ölüm sakinliği vardı. Hiçbir şey yapasım yoktu, burada yatmaya devam edebilirdim.

Ses bile duymamıştım. Sadece bir ara annemlerin eve geliş sesini duymuştum, bir şeyler konuştuklarını da anlamıştım ama dinlememiştim. Annemin sesinden birini bir şeyler için suçladığını anlamıştım. Sanırım bu yüzden dikkat etmemiştim.

Saatin kaç olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Tahmin edecek kafaya da sahip değildim. Dışarıdan sesler geliyordu. İnsanlar güne yine pozitif başlamıştı anlaşılan. Onların kafa yapısına bende ulaşsam şu an daha dertsiz olabilirdim.

Yattığım yerden kalkmam gerekiyordu çünkü bugün halletmem gereken işler vardı. Babamla konuşmalıydım, almam gereken birkaç şey vardı. Hepsini bugün halletmem gerekmiyordu ama ben halletmek istediğim için yapacaktım.

Kendime birkaç motive edici şey söylemeye çalıştım ama kendi söylediklerimi kendim umursamadım. En son kendime buna zorunlu olduğumu söylediğimde başımı yerden kaldırabildim. Başımı yerden kaldırdığım an yok edici baş ağrısı kafamın içinde dolanmaya başladı. Acıyla inledim elimde olmadan. Vücudum yerde yatmaktan tutulmuştu ve her yerim ağrıyordu. Güne daha kötü başlayamazdım, bunun bir üstü yoktu.

Başımı ellerimin arasına alıp ovmaya başladım ve içimden geçmesi için dilek diledim. Oturduğum yerde kalkarken mide bulantım şiddetlendi. Ekstra kötü hissediyordum artık. Kendimi kesmek ve bir toprağın altına gömmek için neler vermezdim.

Yerde duran çöpü alıp odamdaki çöp kutusuna attıktan sonra gerildim ve vücudumu esnetmeyi denedim. Spor yapabilirdim ama şu an bunu hiç istemiyordum. Halime bakmak için aynaya döndüğünde hafif kızarmış gözlerimi görmek yüzümü ekşitmeme neden oldu. Bir bu eksikti zaten.

Yatağımın yanında duran dolabın kapağını açıp içinden ağrı kesici ve mide bulantı ilacı aldıktan sonra ikisinden de içtim. İlaç içmekten nefret ediyordum ama ilaç içmeden de geçmiyordu. Kocaman yudumlarla su içerken etrafıma bakındım. Toplamam gereken bir yer yoktu. En azından onla uğraşmayacaktım.

Gözlerimdeki kızarık aklıma geldiğinde su şişesini dudaklarımdan çektim. Kızarıklığı nasıl yok edeceğimi bilmiyordum. Gözlerimdeki kızarıklığı çözmeden odadan çıkamazdım. İnsanlar dün için üzülüp, ağladığımı bu yüzden gözlerimin kızardığını düşünürdü.

Bahane bulmam gerekiyordu. Herkesin inanacağı bir yalana ihtiyacım vardı. Yalan söyleme konusunda mastır yapmıştım. Elbet yine gerçeğini aratmayacak bir yalan bulurdum. Bir şeyler bulmak için etrafıma bakınmaya başladım. Aradım ama odanın içinde gözlerimin kızarmasını tetikleyecek bir şey bulamadım. En sonunda çözümü makyaj yapmakta buldum ama ona da aşırı üşendiğim için yapmadım.

El mecbur odadan çıktım ve banyoya doğru yürümeye başladım. Yapacak bir şeyim yoktu artık. Annem sorarsa ayaküstü uydururdum bir şeyler. Kilitlediğim kapıyı açtıktan sonra hızla odadan çıktım ve kimseye görünmeden banyoya attım kendimi. Soğuk suyu açtıktan sonra kendime gelebilmek için yüzüme birkaç defa su attım. Gözlerimin kızarıklığı önemli derece azalsa da hâlâ belli oluyordu. Belki sabun iyi gelir diye düşünüp yüzümü bir defa da sabunla yıkamaya başladım ama dikkatim birden banyoya kaydığında sabun gözümün içine girdi.

"Hay edeyim." sabun ellerimin arasından kayıp düşerken hemen yüzüme birkaç defa su attım ama sabun giren sağ gözüm çoktan yanmaya başlamıştı. "Of ya," suyu gözüme vurdum. "bir bu kalmıştı zaten."

"Berçil kızım," annemin sesini duyduğumda su atmayı bıraktım ve musluğu kapadım. Gözüm hâlâ yanıyordu. "İyi misin? Neler oluyor orada?"

Kapıyı açıp karşımda duran anneme baktım ve sağ gözümü gösterdim. "Gözüme sabun girdi." dedim beş yaşındaki çocuklar gibi sızlanarak. "Su attım ama yanıyor gözüm."

Elimle gözümü ovalamaya başladığımda annem elimi tutup beni engelledi. "Ovalama kızım zaten kızarmış sen daha kötü yapacaksın." kızarmış, tabii ya. Gözüme sabun girdiği için kızarmıştı. "Gel hemen gözüne çay koyalım."

"Olur." itiraz etmeyecektim çünkü koyması işime geliyordu. Birlikte beyaz renklerle kaplı oturma odasına girdiğimizde annem beni koltuğa yatırıp gözüme çay getirmek için mutfağa gittiğinde gözlerimi kapayıp beklemeye başladım.

"Anne ben çıkıyorum." oturma odasının kapısının önünden gelen Beril'in sesiyle ona doğru baktığımda göz göze geldik. Beni gördüğünde yüzü düştü. Beni görmeyi istemediği her halinden belliydi. Üstünde mavi kot pantolon, üstünde beyaz düz yarım üst vardı. Makyaj yaptığı belli oluyordu ve itiraf etmeliyim ki gayet güzel görünüyordu. Yanımıza doğru gelmeye başladığında, "Günaydın." dedi isteksiz bir sesle. Başımda durduğunda gözüme dikkatle baktı. "Gözüne ne oldu? Kızarmış gibi duruyor."

Sesinde engel olamadığı keyif vardı. Ağladığımı ve bu yüzden gözlerimin kızardığını düşündüğüne kalıbımı basabilirdim. Böyle düşünmesin izin vermeyecektim. Düşüncelerinde bile güçsüz biri olmayacaktım. "Gözüme sabun girdi." dedim bahane olarak.

"Nasıl yani?"

"Sabunla gözümü yıkayayım derken yanlışlıkla sabunu gözüme soktum." başımı ondan tarafa çevirdim. "Uyku sersemi olduğum için biraz dikkatsizdim." morali bozulmaya başladığında bana inanmak istemiyormuş gibiydi. Onu tamamen inandırmak için, "Senden bir şey rica etsem yapar mısın?" diye sordum.

"Ne istediğine bağlı." dedi somurtarak.

"Sabunu refleksle yere attım. Onu yerden kaldırabilir misin?" nazik bir gülümseme takındım. "Annem üzerine basıp düşmesin."

Artık bana tamamen inanmış gibi görünüyordu. "Tamam." hayal kırıklığı sesine de yansımıştı. Birinin istediğini elde edemeyince oluşan yüz ifadesini izlemeye bayılıyordum. "Neyse." annem içeriye girdiğinde gözlerini benden çekti. "Ben çıkıyorum."

Annem bunu bilmiyor olsa gerek meraklı bakışlarını Beril'e yönetti. "Nereye gidiyorsun?"

"Çocuklarla kahvaltıya gideceğiz." dediğimde bakışlarımı ondan çektim ve gözlerimi kapadım. Başımı yastığa rahat edeceğim gibi yerleştirdikten sonra ellerimi karnımın üzerinde birleştirdim. Onların ne yapacakları beni ilgilendirmezdi. "Okan kapı da bekliyor, almak için."

"Neden bana şimdi haber veriyorsun?" diye sordu kızarak annem.

"Çünkü bizde şimdi kararlaştırdık." dedi bıkkın sesle Beril. Annem bazen sorularıyla karşısındaki kişiyi sıkabiliyordu. Bu huyunun farkındaydı ama inatla vazgeçmiyordu. "Artık gidebilir miyim?"

"Siz ikiniz dışarı çıksanıza." annemin ani lafıyla gözlerimi açtığımda ikimizde ona inanmayan bakışlar attık. "Bayadır ikiniz bir yerlere gitmediniz. Birlikte zaman geçirmiş olursunuz."

Beril bir şey demek için ağzını açtığında ben ondan önce davranıp, "Olmaz." dedim. Tüm gün boyunca Beril'le uğraşamazdım.

"O nedenmiş?" diye soran annemin sorusunun cevabını Beril de merak ediyor olmalıydı. Bakışlarını bana çevirmiş, saldırmaya geçmeyi bir kaplan gibi beklemeye başlamıştı çünkü.

"İşlerim var." dedim kısa bir yanıt vererek. Bir yandan yalandı ama bir yandan kesinlikle doğruyu söylüyordum. İşlerim vardı ama bu gece yoktu. "Birkaç gün doluyum."

"Sanki ben senle dışarı çıkmak için yalvarıyorum." dedi Beril, sinirle. Kızgınlığını hâlâ koruması saçmaydı. Ben kimseye bu kadar uzun süre kızgın kalamazdım. "Seninle dışarıya çıkmak isteyen kim zaten?"

Başımı yastıktan kaldırıp Beril'e baktım. İkimiz de birbirimize öldürecek gibi bakıyorduk. "Ben deliriyorum çünkü." dedim, karşılık vermeden edemedim.

"Çocuklar," diyerek aramıza girdi annem. "Kavga etmeyin iki dakika da. Ben size gider misiniz diye sormadım, gidin dedim ve gideceksiniz." tam itiraz etmek için ağzımızı açtığımızda ellerini kaldırıp ikimizi konuşmadan susturdu. "Bu akşam birlikte dışarıya çıkacaksınız, bitti." Ellerini birbirine vurdu. "Daha fazla tantana istemiyorum."

"İyi." dedi Beril ve ilk kabullenen o oldu. "Ama şimdiden söyleyeyim ben senin o büyük kız tavırlarına katlanamam."

Duyduğum şeyle koltukta doğrulup, tamamen ona doğru döndüm. Annem de şaşırmış, hiçbir şey anlamamıştı söylediğinden. "Anlamadım?" diye sordum.

Beril derin bir nefes aldıktan sonra, "Kontrolcü bir anne gibi davranıyorsun." dedi en dürüst sesiyle. "Ben eğlenmeye çalışırken sen kesin bana nasihat verirsin. Eğer öyle yapacaksan beni öldürseniz gitmem."

Ben öyle yapmıyorum demek istedim ama yapardım. Zamanla kabul etmek istemesem de büyümüştüm ve zaman beni değiştirmişti Yirmi yaşında olan Berçil içindeki çocuğu hala saklayan ve ona göre hareket eden biriydi; yirmi beş yaşındaki Berçil ise içindeki çocuğa sırtını dönmüştü. Artık ona göre kararlar almıyor, ona ayak uydurmaya çalışmıyordu, büyümüştü. Olgun kararlar alıyor, adımlarını olması gerektiği gibi ezbere atıyordu. Heyecan aramak yerine, ezberlenmiş adımlara uyuyordu. Hayatının heyecan dolu noktalarına ilgisini yitirmiş, ezbere bildiği düzenden çıkan her şeyi düşmanca bir his beslemeye başlamıştı. Hayatın mucizeleri ile değil artık gerçekleri ile ilgileniyordu.

Sanırım bundandı bütün davranışlarım.

Ona herhangi bir cevap vermedim ama o istediği çoktan almış gibi gülümsedi. "O zaman ben akşam geliriz gideriz." dediğinde kabul etmekten başka çarem olmadığı için başımı salladım.

Annem yatmamı işaret ettiğinde geri yattım ve gözlerimi kapadım. Annem gözlerimin üzerine çay koyduğunda derin nefesler almaya başladım.

"Konuşmamız bittiyse ben artık gidebilir miyim?" diye sordu Beril sabırsız sesle. Annem ne yaptıysa Beril bize doğru yaklaştı ve yanımda duran annemi yanağından öptü. "İzin verdiğin için teşekkür ederim en sevdiğim anam." dediğinde gülmeden edemedim ama hemen kendimi durdurdum.

Annem buna gerek kalmadan güldükten sonra, "Başka annen mi var Beril?" diye sordu annem sırtına vurarak. "Ne demek en sevdiğim anam?"

"Bilmem, belki." dedi dalga geçmeye başlayarak Beril.

"Sen gitmiyor muydun kızım?" annemin elini kovar gibi salladığını hissettim. "Hadi git artık."

"Gerçekten, gideyim ben artık yoksa beklemekten ağaç olacak çocuk." bir adım attıktan sonra yine yanıma eğildi Beril. "Akşam erken gelirim, çıkarız." dedikten sonra neredeyse koşarak odadan çıktı.

Bir saniye sonra kapının açılıp, kapanma sesi kulaklarıma dolduğunda güldüm. Beril'in tez canlılığını kaybetmemesi güzel mi yoksa kötü bir şey miydi anlayamamıştım. Her gün bir şeyler yapmak için hevesi vardı. Bu kadar enerjiyi nereden buluyordu, anlamıyordum.

Ev sessizleştiğinde annem ile benim nefes seslerimiz duyuluyordu artık. Gözüm yanmayı bırakmıştı, çay iyi gelmişti. Tekrardan uykum gelmeye bile başlamıştı. Uyusam bir şey olur muydu? "Berçil," annemin sesiyle boğazımdan garip bir ses çıkardım. "senin babana söyleyeceğin şey neydi?"

İçime yine bir bıkkınlık çöktüğünde gözlerimdeki çayları kaldırıp yattığım yerde doğruldum ve anneme baktım. "Anne sanırım babam bana çok kırılacak."

Kaşlarını hafif havaya kaldırdı. "Ne oldu kızım?" dedi telaşın hâkim olduğu sesiyle.

"Hani ben sana dedim ya dün gece Aziz Bey aradı diye." dedim hatırlatma yaparak. Annem hatırlar gibi başını salladı. "İşte aradı ve bir süre daha onunla çalışmam gerektiğini söyledi." annemin havalanan kaşları çatışmaya başladı. "Bir dava üzerinde yine birlikte çalışmamız gerekecekmiş."

"O nedenmiş?" diye sordu hiddetlenerek.

"Aslında yeni bir dava değil. Eski bir dava ama," nefesimi verdim, elimde tuttuğum çay bezlerini masanın üzerine koydum. "yeniden açıldı. Üç sene önce ben stajyerken Aziz Bey ile çalışmıştım o dava için."

"Şimdi dava yeniden açıldığı için senin onunla birlikte çalışmanı istiyor değil mi?" anında anlaması beklenmedik bir şey değildi. Babam da avukat olduğu için beni anladığını biliyordum.

"Evet." dedim.

"Bu yüzden de bir süre daha babanın yanında çalışmayacaksın." diyerek tamamladı kendi cümlelerini. "Baban buna çok kırılacak Berçil." boğazıma bir yumru oturduğunda gözlerimi annemden kaçırdım. "Ona yalan söylediğini, yanında çalışmamak için bahaneler uydurduğunu düşünecek."

"Ama öyle bir şey yok ki." kendimi savunmaya geçtim hemen. "Ben gerçekten dinlenmek istiyordum ama Aziz Bey bizzat arayıp, yardım istediğinde de reddedemedim."

"Baban için bu ikisinin bir önemi yok Berçil." içim parçalandı, babamın hayal kırıklığına uğramış yüzü gözlerimin önünde belirdi. İçim şimdiden suçluluk duygusuyla dolup taşmaya başlamıştı

"Bu iş bittikten sonra hemen yanında çalışmaya başlarım." Kendi kafamda kurduğum planları anneme anlatmaya başladım, kendimi savunmak için. "Hiç ara vermeden, gece gündüz demeden yanında çalışırım."

"Kırılan kalbini bunlarla onarabileceğini mi düşünüyorsun?" annem acımasız biri değildi ama gerçekleri hiç saklamaz, yüzümüze vururdu. Bu huyundan nefret ediyordum. "Kalp senin sandığın kadar basit bir şey değil Berçil. Sen kırılan her kalbin onarabileceğini düşünüyorsun kızım ama yanılıyorsun. Yaralar onarılmaz, izleri kalır."

"İzler de tedavi edilebilir." dedim soğuk bir tınıyla.

"İzler kalıcıdır annecim, tedavisi yoktur." gözlerinde şefkat silindi, yerini soğukluk aldı. "Senin, insanlar da açtığın yaralar elbet bir gün geçecek ama izleri hep orada kalacak. Yarayı tedavi edebilirsin ama izleri geçirmezsin."

Bunları sadece babam için söylemediğini anlamam beş saniyemi aldım. İçimde anneme karşı kırgınlık peydahlandı ama belli etmemeye çalıştım. "Ne kastetmek istiyorsun anne?" anneme karşı sinirlenmek istemiyordum ama kimseden, annem bile olsa bu konu hakkında bir şey duymak istemiyordum. Kimsenin bu konuya karışma gibi bir hakkı yoktu.

"Kaya'nın haklı olduğunu kastediyorum." hiç sekmeden, tereddüt bile etmeden söylemişti. O kadar emindi ki benim suçlu, Kaya'nın suçsuz olduğundan söylediklerinin şiddetini umursamamıştı bile. Kelimeleri bir hançer gibi taştan olan kalbime saplandı ve taşa dönüşmüş kalbim bir damla kanını kaybetti. Akacak bir sürü kanın ilk habercisi annem olmuştu fark etmeden. "İnsanların haklı, senin ise haksız olduğunu kastediyorum Berçil. Kaya'ya karşı o şekilde davranmayacağını kastediyorum."

"O, bana orada bağırdı anne." sesimin yükselmesine mâni olamadım. "Kaya, bana orada bağırdı ve ne sen ne de babam kalkıp buna hakkı olmadığını söylemediniz."

"Haklıydı çünkü."

Tekrar konuşacakken sustum. Araladığım dudaklarımı kapadım, yutkundum. Annemin nefretle kısılmış gözlerinin içine baktım hiçbir duygu barındırmadan. Konuşsam bile bir şey değişmeyecekti. Onlar asla beni anlamayacaklardı. Zaten ben neden onlardan bunu anlamasını nasıl beklemiştim ki? Beni, ben anlamıyordum bazen. Onların anlaması saçmalık olurdu.

"Tamam." uzattığım ayaklarımı kendime doğru çektim ve ayağa kalktım. Annem biraz bile pişmanlık göstermeden gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu. "Haklısın, hepiniz haklısınız."

"Evet." Her söylediği kelime beynimin içinde yankılanıyor bana işkence ediyordu. Bir saniye içinde annemle arama kocaman bir buzdağı girmişti ve o bana karşı olan sinirinden bunun farkında bile değildi. Anladığında pişman olmayacaktı, biliyordum. Yine haklı olduğunu düşünecek yine üstüme gelecekti. "Öyleyiz."

"Ben babamın yanına gidiyorum." duvarlar karabasan gibi üzerime çöküyor, beni nefessiz bırakıyordu. Gitmek istiyordum. Neresi olduğu önemsizdi. Sadece çıkmak ve gidebildiğim kadar uzağa gitmek istiyordum. "Sana haklı günler."

Oturma odasından doğruca kendi odama geçtim. Girer girmez üzerimdeki kıyafetleri değiştirdim ve üstüme daha şık şeyler giydim. Artık yaza giriyorduk ve havalar gittikçe sıcaklıyordu. Sıcaktan nefret eden bir yapım olduğu için yüzümü buruşturmadan edemedim. Hep kışta filan kalsaydık ne güzel olurdu.

Üzerime lila hırka modelinde olan üst giydikten sonra altıma kot biraz bol pantolon geçirdim. Saçlarımı aynada düzelttikten sonra kızaran gözlerimi kapatmak için makyaj yaptım. Şirkete gitmek için taksi de çağırdıktan sonra odamdan çıktım. Anneme seslenme ya da bakma gereği duymadan beyaz spor ayakkabılarımı giydim ve evden çıktım.

Güneş direkt olarak gözüme girmeye başladığında artık tamamen uyandığımı hissediyordum. Hava yaz mevsimine girmiş olmamıza rağmen esiyor, insanları bunaltmıyordu. Ne kadar kışı sevsem de bu havaları göz ardı edemiyordum. Yaz akşamlarının verdiği hissi hiçbir şey vermiyordu.

Güneşin altında taksiyi beklemeye devam ederken cebimden telefonumu çıkarıp bakınmaya başladım. Annem ile çıkan tartışma hala kalbimde bir yük gibi dururken onu görmezden gelmeye çalışıyordum.

Haklı değildim. Bunu diğer herkes gibi iyi biliyordum. Haksızdım ama bu Kaya'ya bana bağırma hakkını vermezdi. Dün gece en azından annemin ya da babamın beni savunmasını beklemiştim ama yapmamışlardı. Dün akşam Kaya'nın arkasında bir ordu varken benim arkamda kimse yoktu. Kaya düşerse onu tutup kaldıracak bir sürü kişi varken ben düşersem tutunabileceğim kimse yoktu. Çoktan yenilmiştim ama dün akşam bunu kabullenmek istememiştim. Karşı çıkmaya çalışmış ve tekrardan yenilgimle karşı karşıya gelmiştim. Bir daha bunu kendime yapmayacaktım.

En başından beri bir başkasının beni savunmasını ya da arkasına almasını beklemek saçma bir fikirdi. Ben insanların arkasına alıp sakladığı değil karşısına geçip nefret ettiği kişi olmuştum. Kendimi, kendim savunmuş, kendi hakkımı ben aramıştım. Başkasının arkasına geçip saklanma lüksüm olmamıştı. Hayat bir mücadeleyse ben en çetin savaşı vermiştim. Tek başıma savaşmıştım ve ölene kadar da savaşmaya devam edecektim.

Kendi başımaydım ama bu korkutucu gelmiyordu artık. Arkasına saklanacağım birinin olmaması bana gerçek gücü göstermişti; düştüğümde kaldıracak birinin olmaması her şeye rağmen dik durmayı ve yıkılmamayı, yıkılsam bile kalkmayı öğretmişti. Ben zayıflıklarımla güçlenmiştim. Bir zamanlar zayıflıklarım olan şeyler şimdi beni gücümdü.

Yalnız kalmama neden olan herkese uzaktım ama artık hiçbirine kızgın değildim. İlk başta bana kötülük yaptıklarını düşünmüştüm. Beni yalnız bırakarak, beni dipsiz bir kuyuya iterek bana yapabilecekleri en büyük kötülüğü yaptıklarını sanmıştım. Onlar da öyle düşünmüştü ama düşünceleri ters tepmişti. Onların bana kötülük olarak yaptıkları şeyler benim bugün olduğum kişi olmamı sağlamıştı. Geçmişimi sevmiyordum, hatalarımdan nefret ediyordum ama yaptığım ve yaşadığım her şeye minnettardım. Onlar olmasaydı ben olmazdım. Geçmişte yaşadığımız bütün olaylar bugün olduğumuz kişi olabilmemiz içindi aslında. Hiçbir yanlışımız boşa değildi, yaptığımız hatalar sonumuzu getirmiyordu. Aksine bizi eskisinden daha güçlü biri yapıyordu.

Keşke bunu daha önce anlasaydık, dedi iç sesim. Bunu anlamam uzun zamanımı almıştı ve anladığımda tamamen harabe olmuştum. Harabe olmaktan çıkmak kolay olmamıştı ama çıktığımda bir daha asla öyle olmamak için kendime sözler vermiştim. İlk defa kendime verdiğim sözleri tutmuş, kendi içimdeki mahkemede kendimi suçsuz bulmuştum. Bu hayatımı bambaşka bir yöne çevirmişti.

Bugün olduğum kişi olabileceğim son kişiydi. İlk olduğum kişi ile bugün olduğum kişi arasındaki farkları artık daha iyi görüyordum. Ne kadar kabul etmesem de ben sadece değişmekle kalmamış bambaşka biri olmuştum. Ben ilk halime o kadar yabancıydım ki eğer bugün ilk olduğum kişi karşıma geçse onu tanıyamazdım. Tanıdığımda ise onu yerin altına saklardım. Hiç kimsenin erişemeyeceği bir yere koyar, camdan bir bebek gibi saklardım. Kırılacaktı çünkü öyle bir kırılacaktı ki canından can çıkacaktı.

Başımı iki yana sallayıp düşüncelerimden kaçınmaya çalıştım. Dışarıya nefesimi verdim ve geri aldım. Düşünmem gereken başka şeyler vardı. Babama nasıl söyleyecektim hiçbir fikrim yoktu. Nasıl söyleyecektim ki ben? Şak diye söylesem kalbine iner miydi acaba?

Omzuna dokunan bir elle irkildiğimde gözlerimi yerden çekip bana gülümseyerek bakan kişiye çevirdim. "Berçil kızım," dedi Nova teyze. "nasılsın?" Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarken içimden kısa bir lanet okudum. Nova teyze her mahallede olan güvenlik kamerası gibi olan biriydi. Her şeyi bilir, her şeye burnuna sokardı. Özel olup olmamasının bir önemi yoktu. Bilse yeterliydi. "Görüşmeyeli uzun zaman oldu."

"Ne özlemişsindir sen şimdi beni." dedim hoşnutsuzluğumu gizlemeden. Nova teyze asla sevip, ısındığım biri olmamıştı. Bunu o da biliyordu. Hatta bir kere yüzüme, "Senin beni sevmediğin gibi bende seni sevmiyorum." demişti. Yüzüne bakıp gülmüştüm sadece o gün. "Özlemimden yataklara düşmüşsündür kesin."

Nova teyze gülmeye başladığında ben ona ciddi gözlerle bakmaya devam ettim. O da biliyordu ciddi olduğumu ama anlamazlıktan geliyordu. İşine nasıl geliyorsa bana karşı öyle davranıyordu. "Kendinden hiçbir şey kaybetmemişsin kızım." dedi gülmeyi bırakarak. "Yine çok şakacısın."

"Ciddiydim aslında." dedim duyamayacağı tonda mırıldanarak.

"Berçil kızım ben bu sabah ne duydum bak?" zurnanın zurt dediği yer tam olarak burası oluyordu sanırım. Nova teyzeden tam beklediğim bir hareketti bu. Birinden dün Kaya ile kavga ettiğimi öğrenmiş ve tescillemek için beni arıyordu büyük ihtimalle. O birilerini yakında suda boğacaktım.

"Ne duydun yine Nova teyze?"

Uzaktan bize doğru gelen sarı taksiyi gördüğümde rahat bir nefes verdim. "Sen dün Kaya evladım ile kavga mı ettin bakayım?" diye sordu kızarak. "Kaç yaşında çocuklarsınız yakışıyor mu size kavga etmek? Tamam anlıyorum sizi. Sonuçta eski sevgilisiniz siz,"

"Ay," dedim yüksek sesle. Taksi gelip hemen önümüzde durduğunda elimle taksiyi işaret ettim. "Benim gitmem lazım Nova teyze." yanından geçip taksinin kapısını açıp hemen içeriye girdim ve onun arkamdan konuşmasını umursamadan taksici amcaya, "Abi bas gaza gidelim." dedim.

Amca sağ olsun hemen gaza basıp mahalleden ayrıldı. Sırtımı koltuğa atıp nefesimi dışarıya verdim. Nova teyzeden gerçekten korkuyordum. Kadının her yerde gözü ve kulağı vardı resmen. Gerçi ne kulağı ne gözü vardı. Haberci kuşları vardı. Kanatları kopardı inşallah o haberci kuşlarının.

"Nereye gidiyoruz?"

"Ayvaz Avukatlık Bürosuna." dedim hemen. Amca başına salladıktan sonra arabayı yola soktu ve bende dışarıyı izlemeye başladım. "Amca," dedim birdenbire. "sana bir şey sorabilir miyim?"

"Tabii kızım sor."

"Amca bak şimdi," koltukta daha rahat oturmak için çantamı kucağımdan yana bıraktım. "benim babama bir şey söylemem lazım tamam mı?" Amca anladığını belirtmek için başını salladı. "Ama ben bunu babama söylersem babam bana çok kırılır. Söylemezsem de olmaz ama. Ben bunu babama kırmadan nasıl söylerim?"

"Hım," gözlerini yola çevirip bir süre düşünmeye başladı. "nedenlerin kuvvetli mi?" diye sorduğunda başımı hayır anlamında iki yana salladım. "O zaman kırılmasını engelleyemezsin." Ne yaparsam yapayım üzülmesini asla engelleyemeyecektim. "Kırıklar iyileşir ama." dedi benim moralimi düzeltmek için.

Annemin söyledikleri tekrar aklıma geldiğinde başımı silikçe iki yana salladım. "İzleri kalır her zaman ama." dedim annemin bana söylediğini bende taksiciye söyleyerek.

"İzler acıyı hatırlamak isteyenler içindir." dedi bir anda. Anlamamış gibi ona bakmayı sürdürdüm. "Eğer gerçekten birini seviyorsak onun bizde bıraktığı izlere bakmayız, bizde bıraktığı kötü anılarla ilgilenmeyiz."

"Nasıl yani?"

"Yaraların ardında kalan izlere bakıp karşısındaki kişiye hüküm biçen insanlar acıyı hatırlamak isteyen kişilerdir." dedi sesini yumuşatarak. "Dün olduğumuz kişi ile bugün olduğumuz kişiler arasında her zaman fark vardır. Karşındaki kişiyi düne bakarak yargılamak sadece korkakların yapacağı bir şeydir. Dün yaptıklarımızdan bugün pişman olabiliriz. Dün kırdığımız kalpleri bugün onarmak için bütün dünyaya karşı meydan okuyabiliriz."

"İzlere bakarak insanları yargılamak korkaklık mı?"

"Evet." kendinden o kadar emindi ki sesinde en ufak bir tereddüt yoktu. "İzlere bakıp karşısındaki insanın hükmünü veren insanlar yaşamaktan korkan kişilerdir."

"Nasıl bu kadar eminsiniz?" bu kadar net olmasının bir nedeni olmalıydı. Sadece düşünerek bu kadar emin olamazdı.

Dikiz aynasından gözlerimin içine baktı. "Ben zamanında bana dünyanın en büyük kötülüğünü yapan kişiyi affettim, kızım." dedi tek nefeste. Sonra sağ elini kaldırıp yüzük parmağındaki alyansı gösterdi. "Onun, kalbimde bıraktığı izleri umursamadan, geçmişe değil, bugün olduğu kişiye bakarak bir karar aldım ve bundan hiç pişmanlık duymadım." sıcak bir tebessüm etti. "Eskiden bütün dünyamı başıma yıkan kişi bana dünyaları verdi. Bana bir aile verdi."

"Tereddüt etmediniz mi?"

"Ettim." kırmızı ışıklar da durduğumuzda arkasını dönüp doğrudan bana baktı bu sefer. "Etmez olur muyum? Ama şimdi o gün tereddüt ettiğim için pişmanım." yeşil ışık yandığında siyah rengi gözlerini üzerimden çekip tekrar yola baktı.

Aklıma ister istemez o geldiğinde gözlerimi taksici amcadan çıkarıp yine dışarıyı izlemeye başladım. Amcanın anlattıkları boğazıma bir yumru otururken gözlerimi kapadım. Amcanın karısı; bendim. Yıllar önce taksici amcanın karısının yaşadığı şeyleri şimdi ben yaşıyordum. Peki o ne yaşıyordu?

"Ne hissettiniz?" diye sordum gözlerimi tekrardan amcaya çevirip. "Karınız dünyaya başınıza yıktığında ne hissettiniz?"

Bir cevap vermesini bekledim ama amca sadece dikiz aynasından bana bakıp gülümsedi. O zaman yaşadığı duygularının ona kalmasını istediğini anladığımda daha fazla sormaya devam etmedim. Duygular dile gelmezdi. Dünya üzerinde milyonlarca kelime vardı ama hiçbiri insanın ne hissettiğini anlatmaya yetmiyordu. Milyonlarca kelime vardı ama hiçbiri içindeki acıya karşılık gelmiyordu. Sorduklarında acı bir tebessüm edebiliyordun sadece. Ne garipti içimizi yakıp, kavuran acı biri sorduğunda sadece gülümsemekle anlaşılabiliyordu. Gülümsemek her zaman mutlu olduğumuzu göstermiyordu demek ki.

Şirketin önüne geldiğimizde adama parayı uzatıp, "Teşekkür ederim, her şey için." dedim. Kapıyı açıp hemen ardımdan kapattım ve büyük dört katlı binaya doğru baktım. Taksi bana korna çaldıktan sonra geldiği gibi gitti.

Beyaz renginde dört katlı bir yerdi burası. İçeride bir sürü odası bulunuyordu. İkinci kat tamamen camlarla kapalıydı. Babamın odasının orada olması gerekiyordu. Daha fazla kapıda dikilmek yerine siyah giriş kapısından içeriye girdim.

İçeriye girer girmez büyük bir salon karşılıyordu gelenleri. Salonun girişinin hemen karşısında görevli kız duruyordu. Salonun içi yine beyaz renkleriyle boyanmıştı ve pencerelerden giren güneş ışığı burayı daha ferah gösteriyordu. Fazla eşya yoktu sadece annemin yerleştirdiği çiçekler vardı. Hafta da üç kere buraya gelip binadaki bütün çiçeklerin bakımıyla ilgilendiğini biliyordum.

Görevli kıza yürümeye başladığımda göz göze geldik. Siyah masasının önünde durduğumda kollarımı masasına yasladım. "Buyurun kime bakmıştınız?" dedi nazik sesiyle. Gözleri kahverengi ve saçları sarıydı. Saçlarının yapay sarı olduğunu anlamak gelen saç diplerinden ötürü zor değildi. Normalde sevmediğim bu görüntü ona yakışmıştı.

"Berçil Ayvaz ben." dedim kendimi tanıtmaya başlayarak. "Dinçer Ayvaz'ın kızıyım."

"Kimliğinizi görebilir miyim rica etsem?" çantamdan hemen kimliğimi çıkarıp önüne koydum. Kızın beni tanımaması gayet normaldi. Kimliğe kısa bir süre baktıktan sonra, "Dinçer Bey yukarıda." dedi.

"Müsait değil mi?" bir toplantının ortasında ya da çalışırken huzurunu bozmak istemezdim. Zaten adamı sinirlendirecektik. Bir de onu rahatsız edip delirtmeye gerek yoktu.

"Evet Berçil Hanım, müsait."

"Teşekkür ederim." dedikten sonra hemen sağında kalan merdivenlerden çıkmaya başladım. İkinci kata geldiğimde hemen babamın odasına doğru ilerledim. Koridorda biraz ilerledikten sonra sağ da kalan son odanın önüne geldim. Derin bir nefes alıp, saçlarımı düzelttikten sonra kapıyı iki kere peş peşe çaldım. İçeriden gelen herhangi bir ses duymadığım da bir daha çalma gereği duymadan kapıyı açtım ve küçük aradan başımı uzattım.

Tahmin ettiğim gibi babam başını dosyalara gömmüş, dikkatini başka hiçbir yere vermeden onlarla ilgileniyordu. O kadar odaklanmıştı ki benim içeri girip arkamdan kapıyı kapattığımı bile duymadı.

Krem rengi ile boyalı olan odayı tamamlayan siyah masa ve sandalyesi; arkasına aldığı şehir manzarası ile odası muhteşem kalıyordu. Odasını ondan kapma gibi hayallerim vardı bile bir ara. Hemen sağ arka köşesinde yine annemin koyduğu bir bitki vardı. Annemin elinin değdiği hemen belli oluyordu.

"Baba," dedim dikkatini çekmek için. "baba," Beni yine duymadığında masasının önünde durup tekrar seslendim ama yine sonuç alamadım. Bu sefer sesimi yükseltip, "O gelen babaannem mi?" dediğimde hemen başını dosyadan kaldırıp korkmuş gözlerle bana baktı.

"Babaannen mi?" diye sordu başını etrafa çevirip. "Hani nerede?"

"Evinde, odasında uyuyordur." anlamamış gözlerle bana baktığında gülümseyip kendimi masanın önünde duran siyah tekli koltuğun üzerine attım. "Dikkatini çekmek için öyle söyledim."

"Yine mi dalmışım?" diye sorduğunda dudağımı içe doğru kıvırıp başımı salladım. Önündeki dosyaları toplayıp bir kenara koyduktan sonra bana baktı. "Bu ziyaretinizi neye borçluyuz küçük hanım?" diye sordu gülerek.

"Küçük Hanım olmak için yeterince büyük değil miyim sence baba?"

"Sen benim gözümde her zaman küçük hanım olacaksın." dediğinde yapacak bir şeyim olmadığını anladığım için sustum. "Berçil bu sebebi ziyaretini neye borçluyuz acaba?"

"İyi bir şeye değil." konuya direkt giriş yapmaktan başka çarem yoktu. Uzatmak babamın kırılmasını engellemeyecekti sonuçta.

"Bir şey mi oldu kızım?" diye sordu endişeli çıkan sesiyle.

"Endişe edilecek bir şey yok." korkmasını ya da endişelenmesini istemiyordum. Zaten benim yüzümden kırılacaktı. Daha fazla benim için bir şeyler hissetmesini istemiyordum.

Sinirle sırtını yasladığı sandalyesinden doğruldu. "Berçil şunu doğru düzgün söylesene kızım."

Gözlerimi birkaç saniyeliğine ondan çektim ve ellerime baktım. Stresten ötürü ellerimle oynamaya başlamıştım. "Baba," öksürdüm, babam içmem için önündeki suyu uzattı. Nedensiz hareketi daha da suçlu hissettirdi kendimi. "sana bir şey söyleyeceğim ama bana alınmadan ya da kızmadan önce beni iyice dinle olur mu?" onay vermesini bekledim ama o gözlerini bile kırpmadan benim konuşmamı bekledi. "Dün gece beni Aziz Bey aradı." bir anda bütün vücudumu sıcak basmaya başlamıştı. Avuç içlerimin terlediğini hissediyordum. "Benden," nefes aldım. "onunla çalışmamı istedi."

Babamın kaşları çatıldı, masanın üzerinde ellerini birleştirdi ve nefesini dışarıya verdi. Yüzünün sinirden an be an kızardığına tanık oldum. "Sen ne dedin?" sesindeki sinir bütün vücudumdan bir elektrik dalgasının geçmesine neden oldu.

Yok olup gitmek istiyordum. Karşısında ufalıp, yok olmak istiyordum. Tam şu an yerin dibine girmek ve sürekli olarak orada kalmak istiyordum. Yutkunmak istedim ama onu bile yapamadım. Gözlerimi kaçırmak istedim ama tepkilerini görmek isteyen yanım beni engelledi. Dik durmam gerektiğini biliyordum ama duramıyordum. Babamın karşısında her zaman kamburum çıkıyordu. "Kabul," ellerim titredi. "kabul ettim."

Kulaklarımı sağır eden bir sessizlik oldu. Babamın yüzü düştü, gözlerine hayal kırıklığı oturdu ama yüzünde hayal kırıklığı değil bana karşı duyduğu öfkesi vardı. Gözlerine yansıyan duyguyu mimikleriyle yok etti. "Neden?" sesi buz gibiydi. İçim üşüdü sesinden ötürü. Bu sefer soğuktan titredim. "Neden benim yanım da değil de daha birkaç yıldır tanıdığın biriyle çalışmak istedin?"

"Hep onunla çalışmayacağım. Sadece tek bir iş." kendimi ona anlatmak istiyordum ama dilim düğüm gibi dolanmış gibiydi. Nasıl açıklayacağımı ne diyeceğimi bilmiyordum. "Tek bir seferliğine çalışmak için anlaştık. Devamı olmayacak."

"Berçil bana yalan söyleyip durumu hafifletmeye çalışma." sesi yüksek çıkmıştı. Sanki hakkımmış gibi bana bağırmasına kırıldım. "Bana yalan söyleme kızım."

"Yalan söylemiyorum gerçekten." kendimi kanıtlamam gerekiyordu ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. "Aziz Bey dün beni arayıp geçen sene kapanan bir dosyanın tekrar açılacağını söyledi. Soruşturma için benden yardım istedi, sadece bu kadar."

Söylediklerimin doğruluğundan emin olmak için gözlerimin içine baktı. "Baba," gözlerimin dolmaması için kendimle savaştım. "yalan söylemiyordum."

"Madem çalışmak için hevesliydin neden sana ilk teklif ettiğimde benimle çalışmak istemedin Berçil?"

"Çünkü gerçekten ara vermek istiyordum." diye bağırdım kendime engel olamadan. "Çünkü gerçekten ara vermiştim ama Aziz Bey bizzat arayıp yardım istediğinde hayır diyemedim."

"Karşında ben olunca kırabiliyorsun ama." biliyordum, bana bununla geleceğini biliyordum. Anlamamak için benimle savaşacağını biliyordum.

"Baba," dedim. "öyle bir şey yok. Ben burada çalışmaya en geç iki gün sonra başlayacaktım." yalan değildi, böyle yapacaktım. "Ama,"

"Aması umurumda değil Berçil." ses tonu hala öfkeliydi ama artık bağırmıyordu. "Sen burada çalışmak istemediğin için o adamın teklifini kabul ettin."

"Alakası yok."

Bazen onlarla konuşurken duvarla konuşuyormuş gibi hissediyordum. Sanki duvara anlatıyordum, duvarı ikna etmeye çalışıyordum. Sevdiğim insanların gözümde bir duvara dönüşmesinden nefret ediyordum. "Sen dememiş miydin ayağınıza kadar gelen fırsatları elinizin tersiyle sakın itmeyin diye. Bende öyle yaptım işte." sorgular gözlerle ona baktım. "Öyle yapmadım mı baba?"

"Aynı şey değil." dedi hiddetle. "Sen kaçmak için o adamın teklifini kabul ettin." gözünde düştüğüm durumdan iğrendim. Ben babama göre ondan kaçan, onunla çalışmak istemeyen biriydim. Bilmiyor muydu benim en büyük hayalimin onunla çalışmak olduğunu? Bilmiyordu, duruma bakılırsa da asla öğrenmeyecekti.

"Baba bak," koltukta ona doğru döndüm, son kez çabaladım. "Aziz Bey ile bakacağım dava onun stajyeriyken birlikte ilgilendiğimiz bir dosyaydı. Dosya üç yıl önce kapanmıştı ama yine açılmış. Bunun için Aziz Bey beni aradı ve yardım istedi. Aziz Bey insanlardan yardım isteyen biri olmadığı için benden yardım istediğinde de kabul ettim. Bunun seninle çalışmak isteyip istememle alakası yok."

Babam alay dolu bir gülümseme kondurdu dudaklarına. Yine bana inanmadı, gözlerinden anladım. "Daha iyi bir yalan bulamadın mı kızım?" en acısı da buydu. Onlara bir süre boyunca hiç durmadan yalanlar söylemiştim ve onlar bütün yalanlarımı gerçek olarak kabullenmişti. Yalan olduğunu anlamamışlardı, bugün bile o yalanlarımı gerçek sanıyorlardı. Şimdi ise gerçeklerle karşılarına geçiyordum ve yalancı damgası yiyordum. Ailem artık gerçeklerimi ve yalanlarımı ayırt edemiyordu. "Nasıl istersen öyle yap." dedi, babam birden. "Sana ve kararlarına artık karışmıyorum." ümitsiz gözleri içimdeki bütün dengeleri sarstı. "Ama bu saatten sonra benimle çalışmanı da istemiyorum. Ayvaz Büro da benimle birlikte çalışmanı yasaklıyorum Berçil. Benim bürom da ben ölene kadar çalışmayacaksın."

Kapı dışarı edildim, evim bildiğim yerden kovuldum ve beni kovan kişi babam oldu. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Ağlamayı sevmiyordum ama tam şu an hiç durmadan ağlayıp, haykırmak istiyordum. Kapı yine üzerime kapandı ve kapının dışında bir başıma kaldım. Aile sıcaklığı bile yoktu artık. Ben yine kapı dışı edildim ve bunun nedeni onların karşısına yalanlarıma değil gerçeklerimle geçmemdi.

Bir daha asla onların karşısında gerçeklerimle durmayacaktım. Bir daha asla onlara gerçeklerimi söylemeyecektim. Yalanlar sıralayacaktım, gerekirse kukla gibi oynayacaktım ama bir daha gerçekleri asla bilmeyeceklerdi. Nasıl bir gerçek olduğu önemsizdi, gerçekler yoktu. Karşımda kim olursa olsun, beni ne kadar severse sevsin bir daha gerçeklerimi kimseye açmayacaktım. Niyeti ya da sevgisi umurumda değildi, sonuç hep aynı olacaktı. Ben yine kapı dışarı edilecektim.

Kalbimden kan akmasını bekledim ama kalbim tekrar bir taşa dönüştü. Ne hızlandı ne de yavaşladı atışları. Nefesim bile kesilmedi. Alışkanlık mı oluyordu bunun adı?

Dik durdum, yüzüme herhangi bir ifade kondurmadım. "Öyle mi?" diye sordum meydan okurcasına.

"Öyle." dedi katı sesle.

"Baba sen ne sanıyorsun?" dedim birden çatarak. Kırılması ya da üzülmesi gram umurumda değildi. "Ben sana mecbur muyum?" gözlerimi ofisin içinde gezdirdim. "Benim bu binaya mecbur olduğumu mu sanıyorsun?" güldüm. "Ne komik." masanın üzerinden ona doğru eğildim. "Ne sen ne de bu iş yeri umurumda değil. İstanbul'daki tek avukatlık bürosu sen değilsin, tek değilsin, özel değilsin." çatılan kaşları havalandı, siniri arttı ama ondan daha büyük bir duygu sinirini gölgeledi. "Buradan çok var aynı senden çok olduğu gibi. Ki ben zaten Ankara'nın en büyük bürosunda çalışıyordum hatırlarsan." meydan okuyarak yüzüne baktım. "Seni her seferinde ezip geçen bürodan iş teklifi aldım ben ve üç yıl boyunca oranın en iyi avukatından staj aldım."

"Ne kastediyorsun Berçil?" sesindeki sinir ilk defa beni korkutmadı, aksine keyiflendirdi.

"Buraya gelmeden önce birinden iş teklifi aldım." babam yutkundu. Bu kadar çabuk buradan vazgeçeceğimi beklemiyor gibiydi. "Hani seni şu geçen seni ezen şirketten." yüzü soldu. "Seninle çalışacağım için reddetmiştim ama onlar bana bu haftanın sonuna kadar süre vermişti ve bildiğim kadarıyla daha haftanın sonuna iki gün var." cebimden telefonumu çıkardım. "Seninle de bir daha asla," kelimelerin üzerine baskı yapıyordum. "çalışmayacağıma göre teklifi daha süre bekletmenin bir anlamı yok. Kabul etmemde de bir sorun yok artık." oturduğum yerden kalktım ve neşeyle gülümseyip babama baktım. "Sana iyi günler baba. İyi çalışmalar dilerim."

Bir şey demeden inanmaz gözlerle yüzüme bakarken ben arkamı dönüp odadan çıktım. Telefonumun ekranını açıp rehbere girdim. Hiç düşünmeden Acar'ı aradım.

Yanlış yapıyordum. Sırf babamdan intikam almak için nefret ettiğim birinin teklifini kabul ediyordum ki Acar'la aramızda olanlar zaten zorken onun yanında çalışmayı kabul etmek ve sırf bunu hırs uğruna yapmak daha zordu. Yapmama gerek yoktu, pişman olacağımı da gayet iyi biliyordum ama ben babamın pişman olmasını istiyordum ve babam ancak bu hareketimle pişman olurdu.

Babamın söyledikleri sakladığım bütün öfkemi ister istemez gün yüzüne çıkarmıştı. Babamı tanıyordum. O da söylediklerinden pişman olmayacaktı. Olsa bile bana bu saatten sonra asla söylemeyecekti. Babam benim kaybettiğimi sanmıştı ama asıl kaybeden oydu. Bunun farkına varması için elimden geleni yapacaktım. Onun elinin tersiyle ittiği kızı, bir süre ne kadar istese bile onunla çalışmayacak biri olacaktı.

"Alo?" Acar'ın sesi kulağıma dolduğunda bir süre duraksadım. Kendi gururumu ayaklar altına alıyordum. "Orada mısın?"

"Evet, buradayım." dedim net sesle. Koridorda yavaş adımlarla ilerlemeye başladım. "Ben sana bir şey sormak için aradım." dedim direkt konuya girerek. "Bana yaptığım teklif hâlâ geçerli mi?"

Onunla çalışmam teklifini o bana böyle bir amaç uğruna teklif etmemişti ama ben bu amaç için kabul edecektim.

"Evet, hala geçerli." o kadar hızlı cevap vermişti ki gülmeden edemedim. Gülümsediğini anlayabiliyordum. Arkadan sesler geliyordu. İş yerindeydi sanırım. "Kabul etmeye mi karar verdin yoksa teklifimi?"

Merdivenlerin başına geldiğimde yavaşça inmeye başladım. İçimde hala şüphe vardı ama babama olan kızgınlığımdan ötürü onları umursamıyordum bile. Şu an tek hissettiğim babama karşı olan öfkemdi. "Evet," durmadım, verdiğim kararın peşinden gittim. "kabul etmeye karar verdim."

Merdivenlerin başında karşılaştığım kişi ile duraksadım. Gencay ile göz göze geldik. Söylediklerimi duymuş olacak ki anlamayarak bana bakıyordu. Kaşları havadaydı ve birazdan çatılacaklardı. Sert ifadesi beni delip geçmek istermiş gibiydi. Onu umursamadan yanından geçmek istedim ama önüme geçti. "Çok sevindim bu kararına Berçil." dedi Acar telefonun diğer ucundan mutlulukla. "Bunu kutlamalıyız."

"Kutlamaya gerek yok." tekrar geçmek için hamle yaptım ama yine Gencay beni durdurdu. "Çekilsene be önümden." dedim mırıldanarak.

"O ne demek?" sesi alınmış gibiydi. "Bu kutlanması gereken bir şey." Gencay birden elimden tutup beni geri çevirdi ve beni tekrar yukarıya doğru çıkarmaya başladı.

"Acar bu konuyu sonra konuşabilir miyiz acaba?" kolumu Gencay'dan kurtarmaya çalıştım ama o buna izin vermedi. "Şu an pek müsait sayılmam da." tekrar yukarı kata çıktığımızda Gencay beni koridorda ilerletmeye başladı.

"Tamam Berçil." sesindeki zevk tonunu hissettiğimde yüzümü buruşturdum. "Aramanı bekliyorum." demesiyle telefonu hemen kulağımdan indirip kapadım.

Gencay sağdan üçüncü kapıyı açtıktan sonra beni içeriye sokup hemen arkamdan kendisi girdi ve kapıyı kapadı. "Ne yapıyorsun sen ya?" diye sordum öfkeyle. Gencay beni umursamadan yanımdan geçip masasına oturdu. "Gencay sana soruyorum." diye bağırdım hafif sesle.

"Asıl sen ne yapıyorsun?" diye sordu soruyu bana yönelterek. Kızdığını düşünmüştüm ama sesinde beni gram umursamadığını anlayabiliyordum. "İnat yüzünden başkasının iş teklifini kabul eden sensin." Babamın söylediklerini bilmeden sadece benden duyduklarına bakarak yargılıyordu beni. Dıştan bakıyordu ve ona göre konuşuyordu. "Ne yapmayı amaçlıyorsun Berçil?" sinirle güldü. "Yoksa sen bizimle çalış diye peşinde mi gezeceğimizi mi düşünüyorsun?"

"Of," dedim yalan bir üzüntüyle. "bütün planımı çökerttin şu an." ellerimi birbirine vurdum. "Gitti güzelim plan."

"Ciddiyim." dedi.

"Ben de." dedim. Tekrar ağzını açıp konuşacakken, "Bilmediğin şeylere burnunu sokma Gencay." diyerek susturdum onu. "Beni kendi kafanda kurduğun şeylerle itham etme." daha fazla konuşabilirdim ama onun da karşımda duran bir duvar olduğunu bildiğimden daha fazla bir şey demedim. "Neyse sen kafanda kurmaya devam et benim gitmem lazım." ona asker selamı verdikten sonra girdiğim odadan hızla çıktım ve bu sefer kimsenin beni engellememesi için koşarak iş yerinden ayrıldım.

Sağa dönüp ilerlemeye başladım. İş yerinin olduğu sokaktan neredeyse koşarak uzaklaştıktan sonra ne yapacağımı bilmeden, nereye gideceğimi bilmeden dolu sokaklarda ilerlemeye başladım. Varacağım yer hakkında en ufak fikrim bile yoktu. Sadece yürüdüm, insanları izledim.

Babama kırılmıştım. Babama öyle bir kırılmıştım ki bir daha hiç düzelemeyecekmiş gibi hissediyordum ama bu akşam sanki hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğimizi de biliyordum. Hep böyle yapmıştık. Gün içinde ne kadar birbirimizi kırsak da akşam aynı sofraya oturduğumuzda hiçbir şey olmamış, sanki hiç birbirimize kırılmamış gibi davranıyorduk. O gün yaşanan bütün kırgınlıkları halının altına süpürüyor, her şey iyiymiş gibi davranıyorduk. Bu eskiden kötü bir şeymiş gibi gelirdi ama şimdi bunu yaptığımız için iyi hissediyordum. Eğer o masada susup otursaydık şu an bir ailemiz olmaz gibi geliyordu. Yaşanan bütün kırgınlıklar akşam yemeğinde unutulup gitmişti. Yine öyle olacaktı ama unutulmayacaktı.

Kırgınlıkları halının altına itip onları görünmez hale getirebilirdik ama onların yok olmasını sağlayamazdık. Görmediğim için unutacaktım ama halıyı kaldırdığım anda bütün kırgınlıklarım gün yüzüne çıkacaktı. Daha ne kadar görmezden gelmeye devam edeceğimizi merak ediyordum açıkçası.

Aslında buraya gelirken bütün bunları yaşayacağımı biliyordum. Buraya gelirken bütün her şeyi göze almıştım. Ben giderken arkamda bir enkaz bırakmıştım ve geri döndüğümde herkesin bıraktığım enkazdan bir ev inşa ettiğini görmüştüm. Beni o evin içine almayacaklarını iyi biliyordum. O eve girmeyi hak etmediğimi biliyordum ama yaşadıklarımızı bilen iki kişi o evin içinde benim de bir yerim olduğunu söylüyordu. Onlara göre bende en az arkamda bıraktığım kişiler kadar haklıydım.

Ne kadar haklı olduğum tartışılırdı ama bildiğim bir şey varsa arkamda bıraktığım insanlarım tamamen haklı olmamasıydı. Bana dedikleri ve yaptıkları her şeyde haklıydılar. Giderken arkamda bıraktığım yıkımın aynısını bana yaşatmak istemelerini anlıyordum. Bildikleri kadar bilmedikleri kadar çok şeyde vardı ama. Bilmedikleri için umurlarında değildi. Merakta etmiyorlardı. Onlar için tek önemli olan kendi acılarıydı.

Düşüncelerim her zaman onları haklı çıkarıyordu. Düşüncelerim bana işkence ediyor, ihanet ediyordu. Düşünmek istemiyordum ama düşünmek benim için nefes almak gibiydi. Düşünceler ne kadar anımı yaksa da onlar olmadan yapmıyordum.

Gururuma ve hırsıma yenildiğim düştü bu sefer aklıma. Babamın söyledikleri bütün hırsımı harekete geçirmişti. O öyle söylediğinde kendime engel olamamış Acar'ın teklifini kabul etmiştim. Babamın tek sözüyle hayalime arkamı dönmüş ve normalde kabul etmeyeceğim bir teklifi kabul etmiştim. Hayallerimi babam için kurmuştum ve yine onun söyledikleri yüzünden bir çırpı da çöpe atmıştım. Babam ilk önce hayalimi ellerimin arasına koymuş sonra da acımasızca onu çekip almıştı.

Buruk bir tebessüm ettim. Hayat önüme engeller koymaya devam ediyordu geçmişteki hatalarım yüzünden. Hepsinin üzerinden gelmeye çalışıyordum ama bazen tökezlememek imkânsız oluyordu. Yürüyordum ama çoğu kez de yere düşüyordum.

Buraya gelirken sadece bu hayale tutunmuştum. Buraya geldiğimde kendimi dış dünyaya kapamak için tek hayalim olan babamın yanında çalışmaya tutunmuştum ama o da yerle bir olmuştu. Buraya gelirken uçurumdan aşağıya atlamıştım ve düşerken tutunduğum dal babamın yanında çalışmak olmuştu. Tutunduğum dal bugün aniden kırılmış ve ben yine düşmeye başlamıştım. Yere çakılmamı sağlayan darbenin ne olacağını merak ediyordum.

Boş dolanmak en az diğer insanlar kadar garibime gitmeye başladığında önüme çıkan ilk kafeye girdim. Kırmızı ve siyah renginin hâkim olduğu kafenin cam kenarında kalan bir masaya oturdum ve sokaktan geçen insanları izlemeye başladım.

Masalar siyah ve kırmızı rengindeyken duvarlar da uyması için yine siyah rengine boyanmıştı. Benim oturduğum masa kırmızı renginde iki kişilik bir masaydı. İki kattan oluşuyordu ve üst kat teras şeklindeydi. Çoğu giren direkt yukarıya çıkıyor benim gibi sakinlik isteyen kişiler burada duruyordu. Kafe ne kalabalık ne de boştu. Fazla ses yoktu.

Kahverengi gözleri ve saçları olan benim yaşlarımdaki garson yanıma gelip başımda dikildi. "Ne istersiniz?"

"Kahve alabilir miyim?" diye sordum nazik olmaya çalışarak.

Başını salladıktan sonra yanımdan hızla uzaklaştı. Başımı yine dışarıya çevirip insanları izlemeye başladım. Kimileri koşuyor, kimileri yavaşça yürüyordu. Bazıları tek başınayken; bazıları o kadar kalabalık gruplar halinde geziyordu ki saymaya üşeniyordum.

Beş dakika sonra kahvem önüme geldiğinde yine teşekkür ettim ve bu sefer kahvemi yudumlayarak izlemeye başladım. Bir şeyler düşünmek istemiyordum sadece durmak ve tüm bildiklerime rağmen anın tadını çıkarmak istiyordum. Düşüncelerime kısa bir ara verdim ve güneşin altında gezen insanları izlemeye başladım.

Koluma birinin vurmasıyla gözlerimi camdan çekip odağımı karşımda duran kişiye çevirdim. Karşımda en fazla yedi yaşında bir kız duruyordu. Üstünde pembe tüllü elbisesi vardı. Sarıya çalan bukleli saçları ile ona çok yakışan kahverengi gözleri vardı. "Merhaba," dedi gülümseyerek. "Benim adım Selin."

Elini bana uzattığında uzanıp küçük elini tuttum ve sıktım. "Merhaba Selin, ben de Berçil." elini benden çekti ve karşımdaki sandalyeye oturdu. Etrafa bakındım ailesini görürüm umuduyla ama kimseyi göremedim. Alt katta sadece ben ve sevgili olduğunu düşündüğüm iki genç vardı. "Ailen nerede senin?"

"Sen kimle geldin o zaman buraya?" diye sordum telaşla. O, benim aksine hâlâ gülümsüyor ve saçlarıyla oynuyordu. Buklelerinin içine parmağını sokuyor sonra çıkarıyordu.

"Abimle geldim." küçük işaret parmağıyla yukarıya çıkmakta olan kişiyi gösterdi. "O benim abim." jeton düştüğünde gülümsedim bende. Az önce bana kahve getiren garson onun abisiydi. "Bana pasta alır mısın?" diye sordu bu sefer.

"Alırım." garson görmek için etrafa bakınırken bu sefer başka bir garsonla göz göze geldim. Garson bir şey istediğimi anlamış gibi bana doğru gelmeye başladı. Masanın önünde durduğunda, "Biz iki tane pasta ve bir tane süt alabilir miyiz acaba?" diye sordum.

"Nasıl pasta istersiniz?"

Selin hemen, "Çilekli pasta." diye atladığında bende aynısından istedim. Garson bize pastalarımızı getirmek için yanımızdan uzaklaşırken Selin mutlulukla ellerini birbirine vurdu. "Yaşasın!" dedi yerinde heyecanla zıplarken.

Onun neşesi beni de sararken pastalar gelene kadar onunla sohbet ettik. Abisi burada çalıştığı için evde canı sıkılıyormuş. O da bazen abisiyle buraya geliyormuş. Normalde pasta yemesi yasakmış ama buraya geldiğinde bir kere olmak şartıyla pasta yediğini anlatmıştı. Pastası önüne geldiğinde ise beni unutup yemeye başlamıştı. Bende onu izleyerek pastayı yemiştim.

"Selin," arkamdan gelen sesle irkildiğimde çatalı tutan elim duraksadı. Kalbim irkilip gümbürtüyle atmaya başladığında dudaklarımı ısırdım. Böyle bir şey olması milyonda bir yerken şu an yaşanması olanaksız değil miydi?

Selin çatalı elinden bırakıp, "Kaya ağabey." diye bağırdı ve oturduğu yerden kalkıp koşup onun yanına gitti.

Dudaklarımı ısırmaya devam ederken derin bir nefes aldım. Ben ondan uzaklaşmak için her şeyi yaparken o neden bir anda gelip yine dibimde bitiyordu? Dudaklarım acımaya başladığında onları serbest bıraktım. Beni tanımamış olabilir miydi acaba? Eğer öyleyse hemen kaçıp gidecektim çünkü.

"Senin tanımadığın insanların masasında ne işin var?" dedi sert bir sesle.

"Tanımadığım biri değil ki." diyerek kendini savundu Selin hemen cevap vererek. "Adını biliyorum. Berçil adı."

Arkamı dönmem lazımdı. Kendime gelmek için derin bir nefes aldıktan sonra oturduğum yerden kalkıp onun yüzüne doğru döndüm. Göz göze geldiğimizde şaşırmasını bekliyordum ama o hiçbir tepki göstermeden bana bakıyordu. Kucağında duran Selin ona bakarak, "Kaya ağabey bu Berçil abla."

Kaya yine bana dün akşamki gibi bakmaya başladığında gülümsemem yüzümden silindi. Yeniden onunla kavga edecek enerjim yoktu. Kaya, Selini kucağından indirdikten sonra onun boyuna ulaşmak için yere doğru eğildi. "Selin hadi sen git bana ağabeyini çağır." diyerek onu yanımızdan yolladı. Selin onun söylediklerinin üzerine bana bakmadan karşısında duran merdivenlere yöneldi ve sekerek merdivenlerden çıkmaya başladı. Kaya eğildiği yerden kalkıp birkaç adım attı ve önümde durdu. "Senin burada ne işin var?" sesi hemen katılaşmış, sertleşmişti.

"Burası halka açık bir yer Kaya. Burada olmam kadar normal bir şey yok." dedim kendimden taviz vermeden. Karşısında ezilip büzülmeyecektim.

"Selin'le de tanışman normal yani?" dedi kaşlarını yukarıya doğru kaldırıp. Neyden şüpheleniyordu? Gerçekten onu takip edip, nerelere gittiğini mi öğrendiğimi sanıyordu?

"Tesadüf." dedim umursamazca. "Ne sanıyorsun Kaya seni takip edip gittiğin mekanlara geleceğimi mi?" bu sefer sesim biraz kızgın çıkmıştı.

"Belki de moralimi bozmak istiyorsundur." aramızdaki mesafeyi bir adım geriye doğru atarak çoğalttım. Ona yakın olmak istemiyordum. Kaya bu hareketime güldü. "Karşıma çıkıp mutluluğumu bozmak istiyorsundur belki." gözlerinde düştüğüm durumdan nefret ettim ama bunun yüzüme yansımasına izin vermedim. "Beni üzmek istiyor olabilirsin Berçil."

"Sana dün gece de söylemiştim Kaya. Ben seni en küçük bir efor sarf edecek kadar bile umursamıyorum." dedim lafımı sakınma gereği duymadan.

Kaya yüz ifadesini bozmadan bana bakmayı sürdürdü. "O zaman bugün neden buraya geldin?" diyerek sorgulamaya başladı beni.

"Babamın yanına gelmiştim. Oradan çıkınca da yürümeye başladım. Burayı görünce de es geçmek istemedim."

"Ben kahve içerken birden yanıma geldi. Pasta isteyince de kıramadım." diyerek cevapladım onu. Kaya başka bir şey bulamamış olacak ki bir şey sormadı. "Bilerek karşına çıkma gibi ya da karşına çıkıp senin huzurunu bozmak gibi bir niyetim yok. O bana yönelttiğim ithamların birini yapacak kadar da umursamıyorum seni." son kez ona karşı kendimi savunuyordum. Aklında bunun için ufak bir şüphe bulunsun istemiyordum. "Ben buraya ne senin ne de bir başkasının huzurunu bozmak için geldim Kaya. Ben buraya annem için geldim."

"Anneni gördün. Şimdi geldiğim yere geri dön." dedi büyük bir öfkeyle. Bana karşı olan öfkesini saklama gereği duymuyordu. "Eskiden böyle yapıyordun yine aynısını yap."

"Şimdilik öyle bir niyetim yok Kaya." gülümsemeye çalıştım. Yüzü düştü, gitmediğime üzüldü. Bütün kanım çekilmiş gibi hissettim. Yutkunmakta zorlandım.

"Son kez söylüyorum sana Berçil," dedi, beni tehdit etmeye başlayarak. "sakın karşıma çıkma. Beni umursayıp, umursamaman gram umurumda değil. Karşıma çıkarsan seni yerin dibine sokarım." elini kovar gibi salladı. "Şimdi kaybol gözümün önünden."

Her şeyi anlıyordum. Kızgınlığını, bana olan öfkesini anlıyordum. Bana olan davranışlarının sebebini de anlıyordum ama ben bir insandım. Onun gözünde saygı duyacak kadar değerim olmayabilirdi ama insanların gözü bizi izlerken ve kulakları bizi duyarken bana böyle davranması her şeyden önce kendine saygısızlıktı. İnsanların gözünde kendi saygısını azaltıyordu.

"Öncelikle," dedim bir anda. "sinirini anladığım için bana olan ithamlarına bir şey demiyorum ama Kaya haddini bil." insanlar birden çoğalmış herkes bizi izlemeye başlamıştı. "Sen bana el kol hareketleri yaparak beni bir yerden kovamazsın."​​​​​​​

"Kes sesini beni dinle." Kendi savunuşunu duymak istemiyordum, haklıydım bu yeterliydi. "Bana el kol hareketi yapamazsın, insanlar içinde benimle bu tonda konuşamazsın. Kendine gel, haddini bil."

"Ne yapayım?" dedi iğneleme yapacağını belli ederek. "Senin gibi arkamda bir bomba bırakıp, siktir olup mu gideyim?"

Söyledikleri içimde yankılanırken ifadesiz kalmak zordu. Siniri bir saniyeliğine silindi ve yerini kırgınlık kapladı. Ela gözleri bu sefer bana olan kırgınlığı ile parladı. Bunu fark ettiğinde kırgınlığını gözlerinden silmeye çalıştı. "Konumuz bu değil." karşıma bununla geçtiğinde tamamen savunmasızdım. "Konumuz,"

"Gençler," az önce bana kahve getiren garson aramıza girip görüş açımı kapadı. "sakin olun, kavgaya lüzum yok." Kaya'yı hafif geriye doğru ittirdi. "Kaya sende lütfen sakin ol, gereksiz biriyle kavgaya girişme."

Selin şaşkın gözlerle bizi izlerken rezil olduğumuzu kavradım. Herkes bizi izlemeye ve arasında konuşmaya başlamıştı. Masanın üzerine koyduğum çantamı aldıktan sonra insanlara doğru dönüp, "Özür dilerim." dedikten sonra yanlarından ayrılıp kasaya gittim. Yediklerimizin parasını ödedikten sonra son kez sinirli gözlerle beni izleyen Kaya'ya bakıp mekândan ayrıldım.

Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken, sinirden bütün kaslarımın sıklaştığını hissediyordum. Üstüme hep geçmişle geleceğini bilmek sinirlerimi daha çok bozuyordu. O her üstüme bununla geldiğinde sessiz kalmaktan başka bir şey yapamamak sinirlerimi yok ediyordu.

Eve gitmek istemiyordum ama gidebilecek başka yerim de yoktu. Çaresiz bir nefes verdim. Önüme gelen ilk taksiye binip evin adresini verdim. Yarım saat içinde eve geldiğimde yine bana dönen gözleri umursamadan içeriye girdim. Arkamdan kapıyı istemsizce fazla sert kapadığımda annem mutfaktan kafasını uzattı. "Berçil sen mi geldin?" diye sordu yüzüme bakarak. Bunu sorması mı yoksa yüzüme mi bakması daha saçmaydı anlayamıyordum.

"Yok, Beril geldi." dedikten sonra ayağımdaki ayakkabıları çıkarıp yerine koydum.

Annem yanıma kadar geldiğinde karşı karşıya durduk. Yüzünde her zamanki gülümsemesi vardı. "Ne oldu? Baban ne dedi?"

Ağzımı açıp yaşananları anlatacakken bir el beni durdurdu. "Babamın yanında çalışmama kararı aldım ve bunun üzerine bana Ankara'da İstanbul'daki bürosu için iş teklifi yapan kişinin teklifini kabul ettim."

Bir dakika boyunca öylece durup yüzüme baktı. Bu sefer gülümseyen ben; somurtan annemdi. "Ne," dedi konuşmaya başlayabildiğinde. "ne yaptın?"

"Anlamadın mı annecim?" diye sordum dudaklarımı büzüp. "Dur yine anlatayım hemen."

Ben konuşmaya başlamadan beni susturup, "Anladım kızım." dedi. Gözleri kocaman açılmıştı ve bana kızdığını yüz ifadesinden anlayabiliyordum. "Sadece neden böyle bir şey yaptığını anlamadım."

"Babama sor, o sana anlatır." Bütün yükü babamın omuzlarına bıraktım. Ben onun yüzünden bu kararı almıştım. Birilerine bir şeyi açıklaması gerekiyorsa açıklayacak olan kişi oydu. "Neyse ben bahçeye çıkıyorum."

Yanağına bir öpücük kondurduktan sonra koşar adımlarla bahçeye geçtim. Bahçeye çıkmadan önce mutfaktan atıştırmalık bir şeyler aldım. Ağzıma açtığım çikolata keki atarken aynı zamanda bahçeye geçip kendimi hemen bahçede bulunan salıncağın üzerine attım. Üstü kapalı bahçe salıncaklarından biriydi. Mavi rengindeydi ve fazlasıyla rahattı.

Anemin üstüne koyduğu yastıklarından birini baş kısmına yerleştirdikten sonra sırtımı yaslayıp ayaklarımı salıncağın üzerine uzattım. Mutfaktan aldığım kekleri kucağıma koyarken beyaz çantamın içinden suyumu çıkardım.

Küçük boydaki kekleri sırayla ağzıma atarken gülümseyerek etrafı izliyordum. Bahçenin bir kısmı tamamen çiçeklerle kapalıydı. Her renkten çiçek vardı. Bunun annemin değil de babamın işi olduğunu anlamak kolaydı. Annemin çiçeklere alerjisi olduğu için uğraşmazdı fazla. Yan evimizde oturan kişiyle göz göze geldiğimizde ona el salladım. Şaşırsa da o da bana el salladı. Kadını tanımıyordum, yeni taşınmış olabilirdi ama umurumda değildi. Tanımadığım insanları daha çok seviyordum ben.

Havada kuşlar ötmeye başladığında saçlarımı geriye doğru atıp bu sefer meyveli keklerden birini ağzıma attım. Tatlı yemeyi geçen seneler de fazla sevmezken şu iki yıldır yemeden duramıyordum. Tuzlu çocukluğumdan beri tercihim olurken artık eskisi kadar sevmiyordum. Tatlı artık yeni zevkimdi. Keşke bir baklava olsaydı tam şu an da onu yeseydim.

Kafama geriye doğru atıp ağzımdakini yuttuktan sonra bu sefer ağzıma çikolata attım. Onu çiğnerken gülmeden edemedim. Bu dünya da tatlı yemekten başka insanı bu kadar tatmin eden bir şey yoktu. Başımı kaldırdığımda camdan beni izleyen annem ve yengemle göz göze geldim. Ne ara bu kadın bizim eve gelmişti? Çikolatayı yuttuktan sonra onlara da el salladım. Yengem aynı şekilde bana karşılık verdikten sonra anneme dönüp bir şeyler dedi. Kesin delirdiğimi düşünüyorlardı şu an. Delirmiş olabilirdim. Bu da bir ihtimaldi. İhtimallerin dünyasında yaşıyorduk.

Gözlerimi onlardan çekip keklerimi yemeye devam ettim. Kimin ne düşündüğünü kafaya takacak kadar umursamıyordum hayatı. İsteyen istediğini düşünürdü. Kimsenin kafasına girip düşüncelerini değiştirebilecek değildim sonuçta. Onların düşündüklerini değiştirmeye çalışmak insanları dünyanın düz olduğuna ikna etmek kadar anlamsız ve boşunaydı. Zamanım değersiz insanlarla uğraşmak için fazlasıyla değerliydi.

Kekleri bitirene kadar yemeye devam ettim. Bütün hepsini yedikten sonra şişedeki bütün suyu içtim. Tatlı insana iyi geliyordu ama fazla susatıyordu.Gülü seven dikenine katlanırdı ve bende tatlı için buna katlanabilirdim.

Çöpleri bir kenara koyduktan sonra gözlerimi kapadım. Bir anda fazla yediğim için karnım ağrımaya başlamıştı ve içtiğim suyun içimde hareket ettiğini anlayabiliyordum. İnsan bir anda kendine bu kadar yüklenmemeliydi. Dudaklarımı oynatmadan bir şarkı mırıldanmaya başladım bu sefer. Şarkının ne olduğunu bilmiyordum ama günlerdir aklımda bu melodi çalıyordu. Hareketli bir şey değildi ama tam anlamıyla da hüzünlü bir şarkı olduğu söylenemezdi. Hangi şarkı olduğunu bilmeden mırıldandığım bütün melodiler bana yaşıyormuşum gibi hissettiriyordu. Hangi şarkıya ait olduğunu bilmediğim dizeler bana kendimi hatırlatıyordu. Bir şarkıya, bir yere aittiler ama nereye ait olduklarını bilmiyorlardı. Aynı benim yaşadığım durum gibi.

Bahçe kapısının açılma sesini duyduğumda bana doğru yaklaşan kişi, "Delirdiğini düşünmeye başladılar haberin olsun." dediğinde sesin sahibini anında tanıdım. Beril eve girmiş ve doğruca yanıma gelmişti. Sabaha göre daha neşeli çıkıyordu sesi.

Gözlerimi açmadan, yerimden doğrulma gereği duymadan, "Düşünsünler." diyerek yanıtladım onu. Şarkıyı mırıldanmayı bıraktığım için biraz üzülmüştüm. "Belki o zaman benden uzaklaşırlar."

Başımda dikildiğini bedenimin üzerine düşen gölgeden anladım. "Sanmam." dedi ümitsiz sesle. "Bir süre peşini bırakmayacaklar gibi." cevap vermemi beklemeden yanımdan uzaklaştığında ne yaptığını görmek için gözlerimi hafif araladım. Sandalyelerden birini alıp tekrardan yanıma yürümeye başladı. Sandalyeyi önüme koyduktan sonra gözlerini gözlerime odaklandı tekrar. "Yengem az önce senin hakkında anneme bir şeyler soruyordu."

Gerçekten öylece oturup muhabbet mi edecektik? Bir saniye duraksayıp düşündükten sonra ona uymaya karar verdim. "Ne gibi sorular?" dedim merakla. Kafalarında ne kurduklarını merak ediyordum açıkçası.

"Hayatında biri olup olmadığını soruyordu." içimden bir ses bunu en az yengem kadar diğerlerinin de merak ettiğini söyledi. Beril vereceğim cevabı bekledi ama ben sadece gülümsemekle yetindim. Hayatımda öğrendiğim bir şey varsa o da özel hayatının sadece ve sadece sana özel kalması gerektiğiydi. İki kişi arasında yaşanan bir şey ne kadar yakın olursa olsun üçüncü kişiye geçtiğinde bir şeyler bozulmaya ve sarsılmaya başlıyordu. Gizli hayat gerçekten gizli kalmalıydı.

"Kendim varım." dedim yeterli bir cevap vererek. Beril cevabıma karşılık güldüğünde ben ciddi yüzle ona bakmaya devam ettim. Hayatımda kendim vardım ve bu bana fazlasıyla yetiyordu. "Ciddiyim Beril."

"Anladım, sakin." dedi gülmeyi bırakıp. "Neyse sen onu bırak da ne zaman çıkacağız onu söyle." dediğinde şok içinde ona baktım. Şaşırdığımı anladığında daha çok güldü. "Bunu annem istediği için soruyorum." dedi bir bahane söyleyerek. "Kendim için değil."

"Bak Beril," oturduğum yerden doğruldum ve ciddileştim. "annem için benimle zaman geçirmek zorunda değilsin." o da ciddileşmeye başladı aynı benim gibi. "Kimse için sevmediğin birine vakit ayırmak zorunda değilsin."

Biraz durduktan sonra, "Biliyorum." dedi. "Ama ben annemi kırmak istemiyorum." yine aynı şeyi önüme sunması gözlerimi devirmeme neden oldu. "Eğer gitmezsek annem çok kırılır."

İnadından vazgeçmeyeceğini anladığımda başka bir çare düşünmeye başladım. "İyi, o zaman birlikte evden çıkarız." dedim çare üretmeye başlayarak. "Ben seni istediğin bir yere bırakırım sonra kendim giderim. Sende o zaman zarfında ne yapmak istersen onu yaparsın. Aynı anda da eve geliriz. Annem de böylece birlikte zaman geçirdiğimize emin olur."

Beril gözlerini kocaman açmış bana bakarken, aklından nelerin geçtiğini anlayabiliyordum. Çok kısa bir süre de ona böyle bir teklif sunacağımı düşünmemişti. O benimle zaman geçirmeyi kabullenmiş olabilirdi ama ben kabullenmemiştim. Dün gece söylediklerini sineye çekmiş olabilirdim ama o konuşmadan sonra onunla kardeş ilişkisi yaşayacak kadar da salak değildim.

Öksürdü ve ne diyeceğini toplamaya çalıştı. Diyecek bir şeyler arıyor gibiydi ama bulamadığı belliydi. Onun üzerinden yükü almak için, "Olmaz mı?" diye sordum. "Hem böylece ikimiz de birbirimize katlanmak zorunda kalmayız. Günümüz kötü değil, güzel geçer."

"Olur." dedi kuru sesle. Sesinden planımın pek hoşuna gitmediğini anlıyordum ama umurumda değildi. Onunla kötü bir gece geçireceğime kendi başıma huzurlu vakit geçirirdim. "Annem sorarsa ne diyeceğiz?" dedi endişeli sesle. "Ya bizden gecemizi anlatmamızı isterse?"

"O işi bana bırak." dedim hiç düşünmeden. "Ben ona bir şeyler anlatırım."

Kaşları havaya kalktı. "Nasıl annemin arkasından bu kadar rahat iş çevireceksin?" diye sordu, öfkelenmeye başlamıştı.

"Beni istemediğim bir şeye zorunlu bırakan kişiye yalan söylemek beni o kadar da üzmez." dedim laflarımı törpülemeden. Beril söylediğim şeyle duraksadı. Bu kadar sert çıkmamı ve anneme karşı bu kadar sert olacağımı düşünmemişti. "Annemi seviyorum Beril ama beni bir şeylere zorladığında ona yalan söylemekten çekinmem."

"Bu haksızlık." dedi.

Güldüm. "Evet, annem bana haksızlık yapıyor ve bende karşılığında ona haksızlık yapıyorum." dedim, tekdüze sesle. "Bu hayatta her şeyin bir karşılığı var Beril ve bunu en iyi sen bilirsin." dedim geçmişe bir atıfta bulunarak. Hep onlar bana geçmişle gelecek değildi ya?

Buna karşılık hiçbir şey diyemedi bende daha fazla zorlamadım. Bir süre sessizlik olduktan sonra oturduğum yerden kalktım ve Beril'in karşısına dikildim. Telefonumdan saate bakıp biraz düşündükten sonra, "Bir saat sonra filan çıkarız." dedim. Beril sessizce kabullenip başını salladı. Bana bakarken bir şeyler anlatmak istiyor gibiydi gözleri. Ama şu an gözlerindeki anlamı anlamak için fazla düşüncesizdim. Yine de dayanmayıp, "Neden bana öyle bakıyorsun?" diye sordum.

"Babamla," diyerek başladığında sorduğuma pişman olmuştum. "kavga mı ettiniz?"

Zaten bildiğinden saklama gereği duymadım, "Evet." dedim.

"Onu alttan almalıydın." bana ne yapmam gerektiğini söyleyen insanlardan nefret ediyordum. Ben zaten nerede ne yapması gerektiğini bilen bir kızdım ve hep buna göre davranırdım. Babamı alttan alsaydım hiç susmadan konuşmaya ve hiç umursamadan beni kırmaya devam ederdi. Buna izin veremezdim.

"Almadım." dedim. "Bundan da pişman değilim." kaşlarım çatıldı ama hemen düzelttim. Beril'in bunu nereden bildiğini soracaktım ama son anda aklıma ona Gencay'ın anlatma ihtimali geldi ve sustum. Postacı güvercinleri gibi laf taşıyorlardı birbirlerine.

Bir şey demden yüzüme bakıp gözlerini kıstıktan sonra alayla güldü. "Doğru, sen kimseyi alttan almazsın." diye mırıldandı, elini saçlarından geçirip. Ellerini dizlerine vurdu. "Neyse ya," Bir şeye gücenmiş gibiydi ama neye gücendiğini anlamamıştım. "Ben artık gidip hazırlanayım." yerinden kalktı ve sandalyenin üst kısmını eliyle kavradı. "Sende hazırlan artık." sandalyeyi tuttuğu gibi havaya kaldırıp aldığı yere geri koyduktan sonra mutfak kapısına ilerlemeye başladı. Tam kapıyı açıp içeriye girecekken bana doğru dönüp, "Bu arada kendim için alıp stok yaptığım bütün çikolata ve kekleri yediğin için bana aynılarından iki paket alacaksın." dediğinde omuz silkip baş parmağımı havaya kaldırdım. Hemen ardından parmağımı yere doğru çevirdim. Yüzü anında düştüğünde ben gülümsemeye devam ettim. Gerçekten böyle bir şey yapacağımı düşünüyor olamazdı.

Somurtarak eve girdiğinde arkasından ona baktım. Tamamen gözden kaybolduğuna emin olduktan sonra rahat yerimden ayrılıp bütün çöplerimi ve eşyalarımı aldıktan sonra bende Beril gibi bahçeden çıkıp annemlerin bana seslenişlerini umursamadan odama geçtim.

Odama girdikten sonra kapıyı arkamdan kilitledim. Dolabımın kapaklarını açıp içeriye kısa bir süre gezdirdikten sonra elimi kıyafetlerin arasında gezdirmeye başladım. Gözlerimi kapayıp elime ilk gelen elbiseyi kendime doğru çektim ve gözlerimi açtım.

Uzun, kırmızı üzerinde küçük çiçek desenleri olan bir elbiseydi elime gelen. Sağ ayağında yırtmacı vardı ve kolları omuzlarımı açık bırakacak şekilde modellenmişti. Göğüs kısmında bağcık deseni vardı ama fazla göze batmıyordu. Bunu nereden aldığımı hatırlamıyordum ama bunu bana zorla aldıran kişinin Gökçe olduğunu iyi biliyordum. Geçen yaz görünce zorla bana denetmiş ve yine zorla aldırmıştı. O zaman beğenmediğim elbise şu an gözüme güzel gelmeye başlamıştı.

Üzerime elbiseyi geçirdikten sonra saçlarımı yapmaya başladım. Dalgalı olan kahverengi saçlarımı kendi haline bıraktım. Saçımı yapmak sadece iki dakikamı almışken makyajımı yapmak on beş dakikamı almıştım. Sadece bir makyaj tercih etmiştim. Dikkat çekmek hiç bana göre bir şey değildi. Makyaj yaptıktan sonra dağıttım kıyafetlerimi topladıktan sonra küçük siyah çantamı yanıma aldım.

"Berçil," kapımın önünden gelen Beril'in sesiyle yatağımdan kalktım. "hazır mısın?" Ona cevap niteliğinde kapının kilidini açıp ardına kadar açtım. Gözlerim anında onu süzmeye başlarken hayranlıkla dudaklarım aralandı.

O da benim gibi kırmızılara bürünmüştü. Üzerinde kırmızı üzerinde benim gibi çiçek desenleri olan yarım gömlek modelinde olan üst varken altında kısa kırmızı yine üstüyle aynı desende olan etek vardı. Eteğin sağ tarafında yine bağcık vardı. Bana göre onun bağcığı göze batıyordu ama bu kötü anlamda değildi. Ayağında ise yine kırmızı renginde topuklu ayakkabıları vardı. O benim aksine saçlarını yarım toplamayı tercih etmişti ve yüzünde makyaj yoktu. Beril'in her zaman duru bir güzelliği olmuştu. Ona herkes hayran kalırdı aynı benim kaldığım gibi.

Sanırım o da bu gece için gürültülü bir yere gidecekti.

"Çok güzel olmuşsun." dedim onu baştan aşağıya bir kez daha süzerek. "Baya iyi olmuşsun." ondan bunu saklamayı düşünmüştüm ama içimde tutmak da istemiyordum. Yalan söyleyip günaha girmeye de gerek yoktu.

Beril mutlulukla gülümsedi. Gülümsemesi onu daha da güzelleştirdi. "Teşekkür ederim." dedi, sonra o da beni süzdü tekrardan. "Sende çok güzel olmuşsun."

Sanırım bir saniyeliğine bile olsa maskelerimizi bir kenara bırakmış, tekrar eskisi gibi davranmaya başlamıştık birbirimize.

"Yenge," merdivenlerin oradan gelen sesle ikimizde korkuyla yerimizden zıpladığımda sesin sahibine baktık. Doğu merdivenlerin başında durmuş, bize kızgın bakışlarından atıyordu. "yenge hemen buraya gel."

"Geri zekalı," diyerek bağırdı Beril, Doğu'ya. "ödümü kopardın. Neden mahalle karıları gibi bağırıyorsun?" sırtını bana dönmüş, ok gibi gözlerini Doğu'ya saplamıştı.

Doğu üzerinde durduğu son basamağı da çıkıp karşımızda durdu. Çatılmış kaşlarını üzerimizde gezdirdi. "Neden süslendiniz siz bu kadar?" diye sordu bizi sorguya çeken bir polis gibi. "Nereye gidiyorsunuz?"

Hepsi birden dün akşamı aklından silmiş olabilir miydi? Çünkü şu an takındığı tavır mümkün olamazdı.

"Sana süslenmediğimize göre sence neden süslenmiş olabiliriz Doğu?" diye sordu Beril, sanki Doğu'nun söylediklerine inanamıyormuş gibi.

"Dışarı çıkıyorsunuz?" dediğinde ikimizde onu onayladık. Doğu beni es geçip Beril'e odaklandı tamamen. "Okan'ın bundan haberi var mı?" Beril başını aşağı yukarı salladı. "Haberi var ve gitmene izin verdi öyle mi?"

Beril'in yüz ifadesini daha iyi görebilmek için yanına doğru geçtim. Çatık kaşlarla Doğu'ya bakıyordu. "Ondan izin almama gerektirecek bir durum yok ortada. Ben istediğimi yapmakta özgür biriyim. Okan benim özgürlüğümü kısıtlayan biri değil; özgürlüğü benimle birlikte paylaşan biri. İkisi çok farklı şeyler, bunu öğren." dediğinde Doğu fazla bir şey diyemedi. Lafını yemiş ve susmuştu. Beril haklıydı. İnsanlar bu zamanlar da sevgililik olaylarını yanlış anlıyorlardı. Sevdikleri kişi özgürlüklerini bir odaya sıkıştırdığına bunun adına kıskançlık; onun hayatına müdahale ettiklerinde ise buna sevgi diyorlardı. Özgürlüklerini sevgi sandıkları kavramların altında kısıtlamasına izin veren herkes gözünde siyah bir bantla yaşıyordu. Sevgi kısıtlamaz, bir odaya kapamayı gerektirmezdi. Sevgi özgürlüğün kısıtlanması değil; birlikte daha özgürce yaşayabilmekti.

"Nereye gideceksiniz? Tek başınıza mı gideceksiniz?"

Beril gözlerini bana çevirdi ve benim cevap vermem için beklemeye başladı. "Evet, ikimiz gideceğiz." diyerek ben yanıtladım Doğu'yu. Annem gibi o da benim gözümde söylediğim yalanları hak eden biriydi. "Korkma Doğu ikimiz de çocuk değiliz. O yaşları çoktan geçtik." diyerek avutmaya çalıştım ama içim onu istemsizce çoktan alaya almaya başlamıştı.

Beril, ona yalan söylememi beklemiyormuş gibi kaşlarını havaya kaldırdı. Doğruyu söylemek için ağzını açtığı sırada sırtına vurdum. Bu evden çıkana kadar uydurduğum yalan ikimizin arasında kalacaktı.

"Çocuk olmayabilirsiniz ama dünya hâlâ şerefsiz kaynıyor Berçil." dedi hoşnutsuz sesle. Gözlerinden bizim için korktuğunu anlayabiliyordum. Beril söylediklerini haklı bulmuş gibi omuzlarını düşürdü.

"Bunun ilk sırasında da sen yer alıyorsun." dedim. Doğu bunun karşısında güldü. Gülünecek bir şey söylememiştim gayet ciddiydim. Bunu boş verip, "Kendimizi koruyabilecek kadar büyüğüz." dedim. Saçlarımı elimle geriye doğru attım ve yüzüme gerçekçi bir gülümseme yerleştirdim. "Merak etme biz başımın çaresine bakabiliriz." gözlerim Beril'e kaydı. Şüpheli gözlerle bana bakıyordu ve kendinden emin olmadığı apaçık belliydi. "En azından ben koruyabilirim." elimle Beril'i gösterdim. "Onu da koruyabilirim."

Beril anında gülümsemeye başladığında Doğu anlamadığım gözlerle bana bakmaya başladı. Gözlerinde bir sürü duygu vardı. Hangi duyguyla bana baktığını görmek ya da anlamak istemedim. İnsanların bana bakarken gözlerinde oluşan duygular hep moralimi bozmuştu. Bende bunun için insanların gözlerindeki duyguyu anlamaktan vazgeçmiştim. Artık diğerleri gibi sadece bakıyordum, görmüyordum.

"Öyle olsun." dedi Doğu kabullenerek. Önümüzden çekildi ve geçmemiz için kenara kaydı. "Gidin bakalım, gezin."

Ona son kez başımla selam verdikten sonra merdivenlersen aşağıya indim. Arkamdan Beril ve Doğu'nun bir şeyler konuştuğunu duysam da umursamadım. Ayakkabılarımı giymeden önce çıktığımızı haber vermek için annemlerin yanına geçtim.

Beni ilk fark eden kişi yengem oldu. Beni gördüğü gibi bir ıslık öttürdü. Onun sayesinde annemin de gözleri bana döndüğünde hayran bir ifadeye büründü gözleri. İkisi de uzun uzun beni süzdü. "Vay be," dedi yengem ilk konuşan olarak. "görmeyeli baya güzelleşmişsin sen Berçil."

Ona gülümseyip anneme çevirdim bakışlarımı. Gözleri hala üzerimde geziniyor, aklına kazımak istermiş gibi her parçamı inceliyordu. Onun beni daha iyi görebilmesi için bir adım daha öne doğru geldim. Aslında pek bir süslenmemiştim, sadece kıyafetimi değiştirmiştim bu kadar. Daha güzel hazırlandığım ve giyindiğim günler vardı. Ama onların yanında birkaç yıl sonra ilk defa böyle giyindiğim için bu kadar şaşırmışlardı. Mesela şu an burada Gökçe olsa beni daha güzel kıyafetlerim olduğuna ikna etmeye çalışır, yüzüme daha farklı bir makyaj yapardı. Onlardan o kadar uzak kalmıştım ki en ufak hareketim onları şaşırtıyordu. Normal hareketlerim onlar da büyük izler bırakıyordu.

"Çok güzel olmuşsun." dedi annem gözlerini gözlerime dikip. Açık kahverengi gözleri parıldamaya başlamıştı.

"Senin güzelliğin o." annemi gören ve tanıyan herkes anneme çektiğimi söylerdi. Hareketlerim ne kadar babamın kopyasıysa dışım annemin kopyasıydı. Beril ile ikimiz görünüş olarak ona çekmiştik. "Ne aldıysam senden aldım sonuçta."

"Ben neyim, eşek başı mı?" Babamın arkamdan sesini duyduğumda gözlerimi devirdim. Şu an onun sesini duymak istemiyordum. Kavgamızın üzerinden saatler geçmesine rağmen söyledikleri hâlâ tazeydi. Annem sinirlendiğim fark etmiş olacak ki arkamda kalan babama uyarır bir bakış attı. Babam bunu umursamadan, "Benim de katkım var." diyerek devam etti konuşmaya.

"Yani Dinçer abi tabi ki senden de bir şey almışlardır ama," eliyle beni gösterdi. "Bu güzelliğin gerçek sahibi Ahu yengem." dedi yengem.

Babam yanıma kadar geldiğinde bir saniyeliğine bana baktı ama ben bakışlarımı ona çevirmedim. Huysuzca, "Benden ne aldı o zaman bu kızlar?" diye sordu.

Beril ve Doğu merdivenlerden aşağıya inip yanımıza geldiklerinde gözleri tedirginlikle bir benim bir babamın üzerinde geziniyordu. Dudak kenarıyla gülümsemeye başladığımda gözlerimi ona çevirdim. Babam ona baktığımı fark ettiğinde o da bana baktı. Gözlerinde bir gram pişmanlık aradım ama bulamadım. İçimdeki ateş daha da körüklendi. Ona doğru yaklaşıp fazla sesli olmayan bir sesle, "Bütün kötü huylarımı senden aldım. Hiçbir iyi huyun geçmedi bize." dedim.

Sessizlik oluştuğunda babamın gözlerinde kırgınlık belirdi. Bana kırıldığını biliyordum ama bu sefer sabahki gibi umursamıyordum kırılmasını. O da beni kırmıştı. Bir yerde eşitlenmiştik. Arkamda kalan Beril'e baktığımda Doğu'nun bana ümitsiz bakışlar attığını fark ettim. Onun da bana olan bakışlarını umursamadan Beril'e baktım doğruca. "Çıkalım mı artık?"

Bir an önce buradan çıkmak ve biraz olsun uzaklaşmak istiyordum. Beril başını olumlu anlamda salladığında anneme bakıp gözünü kırptıktan sonra yanlarından ayrıldım. Hafif topuklu siyah ayakkabılarımı giydim ve evden dışarıya çıktım. Hafif esen meltem rüzgârı yüzüme çarpmaya başladığında kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Sinirlenmek bana hiçbir şey kazandırmayacaktı. Sadece sinirlendiğim ile kalacaktım. Bana hiçbir şey kazandırmayan her duyguya arkamı dönmek en doğrusuydu.

Mahalle de duran birkaç gencin gözü bana doğru döndüğünde onlarla göz teması kurmadım. Benim hemen arkamdan Beril de çıktığında yanıma gelip araba anahtarını bana uzattı. "Babam verdi." dedikten sonra elimi tutup avucuma anahtarı bıraktı. "Taksiyle gidelim istemedi."

El mecbur kabul ettikten sonra evin önünde duran beyaz arabaya bindik. Beril araba sürmeyi biliyordu fakat gerekmedikçe pek kullanmayı sevmezdi. Ben ise onun aksine araba kullanmayı çok severdim. Hatta arabam bile vardı ama bir süreliğine arkadaşıma vermiştim. Birkaç hafta daha onda kalacaktı.

Yan koltuğumda oturan Beril'e doğru baktığımda telefonuna gömülmüş biriyle konuşurken gördüm. "Seni nereye bırakayım?" diye sorduğumda telefonunun ekranını kapatıp bana baktı.

Beril başını telefonundan kaldırdı ve yüzüme baktı. Cevap vermek yerine yüzüme bakmaya başladığında nefesimi dışarıya verdim. Bunu hiç düşünmemişti bile. Arabayı mahalleden çıkardıktan sonra biraz daha ilerledim ve sonra arabayı kenara çektim. "Düşünmedin değil mi?" diye sordum kısık sesle.

"Evet." dedi.

"Kızları ara ve onlara buluşmak istediğini söyle." dedim ona yol önermeye başlayarak. "Birlikte takılın akşam boyunca."

"Anneme yalan söylemek istemiyorum." dedi ve koltukta arkasına yaslandı. Bu durum onu ölesiye rahatsız ediyor olmalıydı.

Düşüncelerini ve vicdan azabını umursamadan, "Ben istiyorum." dedim sert sesle. Bakışlarımı ona çevirdim ve kaşlarımı çattım. "Bütün gecemi seninle mahvetmeyeceğim Beril." Ani itirafım karşısında Beril'in nefesleri yavaşladı. Yüzü düştü, gözleri kısıldı. Dudağını ısırdı ve sanki koltukta yok olmak istiyormuş gibi içine çekildi. Bu halini umursamadım. "Bütün gece boyunca bana laf sokmalarına, geçmişten alıntı yapmana ve" sesim yükseldi. "bana durmadan hakaret edici bakışlar atmana katlanmak istemiyorum ben."

Bütün her şeye karşı sabrım vardı ama bir yerden sonra alttan almak can sıkıcı olmaya başlıyordu. Onlara karşı sabırlı davranabilirdim ama onların gözlerimin önünde karşıma geçip bana hakaret etmesine izin veremezdim. Onları kendi ellerimle karşıma geçmelerine izin veremezdim.

"Size ve o saçma laflarınız beni gram ilgilendirmiyor ama," dedim uyarır bir sesle. Ona doğru döndüm. "çizgiyi geçtiğiniz anda benim size karşılık vereceğimi unutmayın Beril. Sizin laflarınız beni üzmez, aklıma takılmaz ama eğer ben size karşılık verirsem sizi yerin altına gömmeden durmam. Sonra ne siz o yerin altından çıkabilirsiniz ne de ben sizin için vicdan azabı duyarım." nefesimi verdim, onun gibi arkama yaslandım. "Sonuçta geçmişte hatalar yapan ve insanlara acı çektiren tek kişi ben değilim."

Beril benden gözlerini kaçırdı ve kucağında duran elleriyle oynamaya başladı. Titrek nefesinden benden çekindiğini anladım ve bu beni çok iyi hissettirdi. Korkusuzca üstlerine yürüdükleri biri olmaktansa çekindikleri kişi olmayı tercih ederdim.

"Şimdi," ellerimle direksiyonu tuttum ve doğruldum. "seni nereye bırakmamı istersin?"

"Sen nereye gidiyorsan oraya git, ben orada karar vereceğim." dedi duru sesle. Bıkmış bir nefes verdim duygularımı saklama gereği duymadan. Arabayı tekrar yola soktuktan sonra ikimizde konuşmadık. Ne hissettiği umurumda değildi. Benim ne hissettiğimi ve kırılıp kırılmayacağımı önemseyen insanların hiçbir hissi benim umurumda olmazdı. Biri bana nasıl gelirse bende ona öyle giderdim ve onlar bana böyle gelmişlerdi. Aynı karşılığı benden aldıklarında beni suçlamaları da, beni kötü biri olarak kabullenmeleri de pek taktığım bir şey olmazdı. Herkes kendi kalbinin ekmeğini yerdi sonuçta.

Hayat felsefem; kim sana ne yaparsa sende ona aynısını yap ve olacakları izleydi. Bu yüzden birkaç kere dibe batmışlığım vardı ama hiçbirinde aşırı üzülmemiştim. Karşılık vermek sadece cesurların yapabileceği bir şeydi ve ben korkak değildim. Biri size bir şey yaptığında sineye çekmek sadece aptallık olurdu. Karşımızdaki kişi ona karşılık vermemizden güç alır ve üzerimize oynamaya devam ederdi ama ona karşılık verdiğimizde bir daha üzerimize oynayacak cesareti bulamazdı. Bazen karşımızdaki kişiyi bastırmak için onun oynadığı gibi adice oynamamız gerekiyordu ve bu benim en iyi olduğum konulardan biriydi.

Yarım saatlik yolun sonunda büyük ve gürültülü bir mekâna giriş yaptığımız da Beril yüzünü ekşitti. Bu haline içim acıdı ama bunu isteyen kendisi olduğu için takmadım. Beril oldum olası gürültülü ve kalabalık yerleri sevmezdi. Bende bayılmazdım ama rahatsızlık duymazdım.

Arabayı park ettikten sonra, "İşte geldik." diyerek mırıldandım. Arabanın motorunu kapadıktan sonra emniyet kemerimi çıkardım ve kararsız gözlerle dışarıyı izleyen Beril'e baktım. "Ne yapacaksın?" diye sordum.

Ona sinirli olabilirdim, ondan bir anlığına bile nefret edebilirdim ama onu silip atamazdım. Beril yıllar önce dünyaya geldiğimizde benim elimden tutan ilk kişiydi. Bütün olanlar yaşanmadan önce bana hep destek olmuştu. Şu an ona dayanıyorsam bu zamanında beni kimsesiz hissetmekten kurtardığı içindi.

"Bilemiyorum." dedi ve gözlerini camdan çekip bana çevirdi. "Burası pek tekin bir yere benzemiyor." sesinde hafifte olsa korku vardı. Bunu duymak ona karşı duyduğum kızgınlığı azalttı istemeden. "Buraya daha önceden gelmiş miydin?" diye sorduğunda başımı evet anlamında salladım. Bir yıl önce birkaç arkadaşımla küçük bir kaçamak yapıp İstanbul'a gelmiştik. Burayı o zaman keşfetmiştim. "Güzel bir yer mi?"

"Güzel." dudaklarımın kuruduğunu hissediyordum. O, buraya girmek istediğinde onu yalnız başına bırakamazdım. Beril belayı doğrudan üstüne çeken biriydi ve kötü şeyler hep onu bulurdu. Yine aynısı olabilirdi ve onun yanımda böyle bir şey yaşamasını istemiyordum. "Seninle bir anlaşma yapalım." dediğimde meraklandı. "Annemin istediğini yapalım ve birlikte duralım," heveslenmeye başlayacakken, "ama kurallar olacak."

"Ne kuralı?" diye sordu anlamamış gibi dudaklarını bükerek.

"Bana geçmişten bahsetmeyeceksin, geçmişin konusunu açmayacaksın." dedim kararlı sesle. "Gözlerinde bile geçmişten izler görmek istemiyorum Beril."

Bir saniye kadar durduktan sonra, "Anlaştık." dedi, sesinden bir şeylerden şüphe ettiğini anladım. "Bu gece sadece şu an var, dün ve geçmiş yok." dediğinde başımı salladım.

"Aynen öyle." dedim. "Artık içeri girelim mi?" diye sorduğumda bana cevap niteliğinde emniyet kemerini çıkardı ve bende kapımı açıp arabadan indim. Arkaya koyduğum çantamı da aldıktan sonra camı açtığımdan dolayı birbirine karışan saçlarımı düzelttim. Arabanın önünde dolandıktan sonra Beril'in yanına gittim ve birlikte ilerlemeye başladık.

Siyah renklerle boyanmış içeriden yüksek müzik sesi gelen binaya girdiğimizde dümdüz ilerlemeye başladık. Beril bir anda elimi tuttuğunda beni kendisiyle birlikte yürütmeye başlamıştı. Böyle ortamlarda istemsizce gerildiğini biliyordum. Onu rahatlatmak için elini sıktım. Bana bakıp, sıcak bir tebessüm ettiğinde bende ona gülümsedim. Gerilmesini veya korkması istediğim son şeydi.

Biraz ilerledikten sonra karşımızdaki kapının önünde duran iki görevliden daha büyük olanı bizim için kapıyı açtı ve biz içeriye girdik.

Yüksek müzik sesi kulaklarımı patlatmak istermiş gibi bangır bangır çalarken, müziğe eşlik edip çığlıklar atan insanlar kulaklarımı patlatmak için müziğe yardım ediyor gibiydi. Bazı insanlar deli gibi eğlenip dans ederken, bazı insanlar sakince oturuyor ve ellerinde içeceklerle etraftaki insanları izliyorlardı. Kırmızı renkleriyle süslenmiş olan mekân tavandaki rengarenk ışıklarla uyum içindelerdi. Her saniye ışığın rengi değişiyor, başka bir ruha bürünüyordu. Ortalarda küçük ve yüksek masalar varken; kenarlarda anladığım kadarıyla premium insanlar için ayrılmış koltuklar vardı. Çoğunun üzerindeki rezerve yazısına bakılırsa gece daha bazılarımız için başlamamıştı.

Beril'in elini bırakmadan onu biraz arkama aldım ve ortalarda sahnenin biraz uzağında olan masaların birine götürdüm. Ayakta durmayı seven biri olmadığım için saatlerce ayakta duracağım için biraz üzülsem de bunu görmezden gelip Beril'e odaklandım. Gözleri etrafta dolanıyor, etrafı tanımaya çalışıyordu. Dudaklarını ısırmıştı ve elimi hala sıkıca tutuyordu. Onu rahatlatmak için çalan şarkıya eşlik etmeye başladım. Gözleri bana döndüğünde düz olan dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve benimle birlikte o da çalan şarkıya eşlik etmeye başladı. Çalan şarkının ne olduğunu iyi biliyordum. Sevdiğim bir şarkıydı ve aynı benim gibi Beril de biliyor olmalıydı. O açılana kadar şarkıya eşlik etmeye devam ettik.

Garsonlar yanımızdan hızla geçiyor ve akıp giden geceye ayak uydurmaya çalışıyordu. Beril'e doğru eğilip yan tarafından kulağına, "Ne içeceğiz?" diye sordum bağırarak. Müzik sesinden ötürü birbirimizi duymamış zorlaşmıştı. Zaten normalde de birbirimizi duyan biri değildik.

Bana konuşarak cevap vermek yerine cebimden telefonunu çıkarıp not bölümünü açtı. Bir şeyler yazdıktan sonra telefonu önüme doğru getirdi. "Sen seç." yazmıştı. Okuduktan sonra başımı salladım. Tam o sırada telefonuna bildirim geldi. İstemsizce gelen mesajı okudum. Okan ona konum atmasını istemişti. Beril hemen telefonumu önümden çekti ve bana kusura bakma der gibi bir bakış attı. Ona omzumu silktim ve yanımızdan geçen garsonu durdurup kulağına bir şeyler söyledim. Garson bana sıcak bir tebessüm ettikten sonra yanımızdan aynı geldiği gibi ayrıldı. Garsonları istemsizce karıncalara benzettim. Aynı onlar gibi hızla çalışıyorlardı.

Müzik bittiğinde Beril derin bir nefes aldı. "Alışabildin mi biraz daha?" diye sorduğumda evet manasında başını salladı. "İyi." dedim ve gözlerimi kalabalığa çevirdim.

"Neler yapıyorsun görüşmeyeli?" diye sorduğunda benimle konuşmak istediği apaçık belli oluyordu.

Cevap vermemeyi düşündüm ama bundan vazgeçtim. "Hiçbir şey yapmıyorum." yüksek sesli şarkılardan biri yeniden çalmaya başladığında bu sefer şarkı Türkçeydi ve sevdiğim bir şarkıydı. Bengü'den kuzum çalıyordu. "Çalışıyorum sadece."

Hayatımdaki son yılların özetini geçecek olsaydım bu kesin çalışmak olurdu. Son birkaç yıldır kendimi öyle işe vermiştim ki başka hiçbir şeyle ilgilenmemiştim. Kafamı dağıtmak için bir şeylere ihtiyacım vardı ve işim buna olanak tanımıştı. Hayatımı tamamen durdurmuş ve işimde yükselmeye odaklanmıştı. Bugün o günlerin meyvelerini topluyordum.

Beril cevabım üzerine yüzünü buruşturdu. Kusar gibi yaptığında ben ona ciddi ifadeyle bakmayı sürdürdüm. "Yani sadece çalışıyorsun öyle mi?" diye sordu hayret eder gibi. "Ne kadar kötü bir hayat."

İnsanların anlamadığı şey de tam olarak buydu. Onlara bunu söylediğimde hepsi benim için üzülüyormuş gibi yapıp, bunun bana kötü bir şey olduğunu ifade etmeye çalışıyordu. Oysa ben işimi seviyordum. Ben dosyaları incelemekten ve uğraşmaktan zevk alıyordum. İşim, benim için sadece çalıştığım bir şeyden ibaret değildi. Sevdiğim ve zevkle sarıldığım bir şeydi. Ben yapmam gerekenleri yaparken çalışıyormuş gibi değil de hobimi yaparken eğlendiğim gibi eğleniyordum. Sadece dışa bakarak önyargı ile yaklaşan insanlardan nefret ediyordum.

"Sen avukatlığı sevmediğin için öyle gelebilir Beril ama bana öyle gelmiyor." dedim en ciddi ses tonumla. Eğer şu an bu saçma şeye nokta koymazsan herkesin yanında böyle konuşacağını biliyordum. "Sen nasıl yemek yaparken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor ve zevk alıyorsan bende kendi işimi yaparken öyle hissediyorum. Avukatlık benim için sadece bir meslek değil, hobi. Senin için kötü hayat gibi gözükebilir ama ben bundan zevk alıyorum." yalandan bir gülümseme takındım. "Söz hakkının olmadığı konular da yorum yapmazsan sevinirim. Öyle ne ben seni kırmış olurum ne de sen üzülmüş olursun."

Berilin yüzü düşer gibi oldu ama kendini toplamaya çalıştı. Bana kızdı ama bunu yansıtmamaya çalıştı. "Doğru." dedi sanki hiç sorun yokmuş gibi. "Hayat senin hayatın istediğin gibi yaşa. Bana söz hakkı düşmez."

"Kimseye düşmez." dedim parantez ekleyerek. Ben kendi hayatımdan memnundum. Bir başkalarının hayatım için ne düşündüğünün ve hissettiğinin benim için gram önemi yoktu. Sonuçta onlar benim hayatım hakkında sadece konuşacak ben ise bu hayatı öldüğüm güne kadar yaşayacaktım.

Az öncekinden farklı garson yanımıza gelip içeceklerimizi önümüze bıraktıktan sonra yanımızdan ayrıldı. Önümde duran buzlu içeceğe baktım. Beril önündeki içeceğe baktı ve ne olduğunu seçmeye çalıştı. Dudaklarına götürüp bir yudum aldığında bende aynısını yaptım.

Şarkıya eşlik etmeye başladığımda Beril de bana katıldı. Ortamı neşeli bir hava sardığında bizde ona ayak uydurmaya başladık. Birbirimize bakıp deli gibi şarkıyı söylerken kendime engel olamayıp kahkaha attım. "Senin o gelmelerini, gitmelerini," diye bağırdım kendime engel olamayıp.

"Ölmelerini, bitmelerini, Ölmelerini, küsmelerini severim severim." diyerek tamamladı beni Beril. "Senin o gelmelerini, gitmelerini, ölmelerini, bitmelerini, bal damlayan dillerini, yerim, yerim." diyerek tamamladık aynı anda şarkıyı. İkimizde aynı anda gülmeye başladığımızda insanlar zıplamaya ve eğlenmeye devam ediyordu.

Beril yanıma gelip dans etmeye başladığında bende ona eşlik ettim. Karşılıklar dans ederken hem gülüyor hem de eğleniyorduk. Kimsenin bizi umursadığı yoktu, herkes kendi aleminde takılıyordu. Bunu fırsat bilip eğlenebildiğimiz kadar eğlendik. En son bunu yaptığımızda ikimizde yirmi yaşındaydı. Aradan beş yıl geçmişti karşılıklı böyle eğlenmeyi. İtiraf etmek gerekirse bunu bu kadar özlediğimi hiç tahmin etmemiştim. Beril de özlemiş olacak ki yorulduğum anda bile durmama izin vermemiş beni zorla dans ettirmişti. Şu şekil delirmeye uzun zamandır ihtiyacım vardı.

Şarkı bitip bir yenisi başladığında yine sevdiğimiz bir şarkı olduğu için dans etmeye devam ettik. Bu sefer Bengü'nün Sığamıyorum şarkısı çalıyordu. "Özledim onu çok, iyi mi kötü mü, benim kadar acı çekiyor mu?" diyerek bağırdık aynı anda. Arkasından ise güçlü bir kahkaha attık. Ne kadar değişikti. Normalde bu şarkı sözlerinde durup üzülecekken arkasından eğlenceli bir melodi geldiği için deli gibi eğleniyordum. "Aradım, kapalı," derken Beril elini telefon gibi kulağıma götürmüştü. Gülmekten öksürmeye başladığımda içeceğimden birkaç yudum aldım. O da aynısını yaptı ama o sonuna kadar içti. Ondan gaza gelip bende hepsini bitirdiğimde garson hemen yenilerini getirdi. Getirdiğini de hemen kafaya diktik.

"Of, çok iyi hissediyorum şu an." dediğinde bende anlamında elimle kendimi gösterdim. Beril bununla öyle büyük bir tebessüm etti ki sanki bana karşı olan bütün kırgınlıkları bir anlığına silindi. "O zaman dansa devam."

Bir saat boyunca hiç durmadan deli gibi dans edip, şarkılara eşlik ettik. O kadar gülmüştüm ki karnıma ağrılar girmeye başlamıştı artık. Şarkılar değişmişti ama ortam hep aynı kalmıştı. Dans ederken birkaç kişiyle tanışmıştık hatta ama bir süre sonra onları umursamadan sadece Beril'le eğlenmeye devam etmiştim. Beril bunu yaptığımda yanağıma bir öpücük kondurmuştu.

Sonunda yorulup kendimizi zor durduğumuzda bozulan nefeslerimi düzene sokmaya çalıştım. İki dakika sonunda ikimizde nefeslerimizi düzene soktuğumuzda birbirimize bakıp tekrar güldük.

Alkolden olsa gerek kafam biraz dönüyordu. İçtiğimiz şeylerde az bile olsa alkol olduğunu söylemişti Beril. O yüzden ben ikiden sonra içmeyi bırakmıştım ama o devam etmişti. Birinin arabayı sürmesi gerekiyordu sonuçta.

"Çok yoruldum." diyen Beril'in sesinden yorgunluk akıyordu. Konuşsam benden de akardı ama yorgunluktan konuşmaya mecalim yoktu. İlk baştaki çekingenliği gitmiş yerini eğlenmek için can atan kız gelmişti. "Aylar sonra birden bu kadar eğlenmek hiç mantıklı değildi."

"Bir de bana sor." masanın üzerinde duran soğuk sulardan birini kendime alıp diğerini Beril'e uzattım. Beril elimden suyu aç kaplan gibi kaptı ve tek yudumda bütün suyu içti. Bende açıp suyu yarısına kadar içtim. Ayakta durmaktan ve dans etmekten ayaklarım ağrımaya başlamıştı. On sekiz yaşımda bunların aynısını yaptığımda bu kadar yorgun hissetmezdim. Yaşlanmıştım sanırım ya da o günler de hissettiğim duygulardan ötürü aklım bulanmışta olabilirdi.

Beril masanın üzerinden çantasına olup kulağıma, "Ben bir tuvalete gidip geliyorum." dediğinde başımı salladım ve ona benim de gelip gelmemi istediğini sordum. Burada beklememin daha doğru olduğunu söylediğinde itiraz etmedim ve o gözden kaybolana kadar onun arkasından baktım.

Gözden tamamen kaybolduğunda gözlerimi sahneye çevirip şarkı çalan insanı izlemeye başladım. Benim yaşlarımda bir çocuk sahnede durmuş müzik aletleriyle ilgileniyordu. Buradan gördüğüm kadarıyla kahverengi gözleri ve sarıya çalan saçları vardı. Yüzü kusursuz görünüyordu. En fazla bir seksen beş boyundaydı ve teni buğday rengindeydi. Üzerine vuran renkli ışıklar onu daha da ilgi çekici gösteriyordu. Buradaki kızların yüzde sekseninin gözlerini ondan çekemediğine ve ilgisini çektiğine ve bunu bildiğine emindim.

Başını ilgilendiği elektro gitardan kaldırıp etrafına bakınmaya başladığında göz göze geldik. Dudakları anında yukarı kıvrılmaya başladığında bende tebessüm ettim. Bakışlarımı o çekmeden çekmeyecektim. Elindeki gitarı bırakıp sahnenin yanına doğru gittiğinde neler olacağını merakla beklemeye başladım.

Çocuk sahne merdivenlerinden aşağıya indikten sonra bana doğru gelmeye başladı. Yüzüme gerçekçi bir gülümseme kondurdum. Yanıma gelip hemen karşımda durduğunda kollarını masaya dayadı. "Merhaba güzel bayan." dedi nazik ses tonuyla. Yakından daha yakışıklıydı ama ne yazık ki ben bunu gram umursamıyordum. "Tanışabilir miyiz acaba?"

Bir saniye kadar düşündükten sonra elimi ona uzattım. "Berçil ben." hiç düşünmeden elimi tuttu ve sıktı.

"Bende Gökhan. Tanıştığımıza memnun oldum." elimi geri çektim ve ona gülümseyerek bakmayı sürdürdüm. "Az önce seni sahneden görünce selam vermeden geçmek istemedim." gözlerindeki ifadeden niyetini anlayabiliyordum. "Bu güzelliği nasıl es geçebilirdim sonuçta, değil mi?"

Önüme gelen saç tutamlarını geriye doğru attım. "Evet." mütevazilik yapmayacaktım. Öyle biri değildim. "Gitar çalacak mısın bu gece yoksa sadece kızlara şov yapma peşinde misin?"

Güldü ve başını iki yana salladı. "Çalıyorum." dedi basit bir yanıt vererek. "Oradan bakınca şov yapmak için mi çalıyor gibi gözüküyorum?"

"Evet." düşündüklerimi saklayan biri değildim. Görüyorsam ve saklamam gerekmiyorsa içimde tutmaz insanların yüzüne söylerdim. "Şov yapmayı seven bir tipin var."

"Başarılı oluyor muyum bari?" diye sordu dalga geçerek.

Gözlerimi ondan çekip mekânın içindeki insanlara baktım. Düşündüğüm gibi kızların çoğunluğu bu yöne bakıyor ve beni umursamadan Gökhan'ı izliyorlardı. Kızların içinde gerçekten güzel olanları vardı. "Başarılı olmuş gibisin."

Benim bakmamla o da etrafına baktı ve sanki hiç fark etmemiş gibi onu izleyen gözleri görünce şaşırdı. O kadar yapay hareketleri vardı ki bir saniyeliğine ondan nefret ettim.

"Hiç fark etmemiştim." söylediği şey ayrı beni kandırabileceğini düşünmesi ayrı komikti. Bana karşı rezil oluyordu ama kendini o kadar zeki sanıyordu ki bunu fark etmiyordu bile. "Ama ben onları değil seni fark ettim. Onlar değil bunu konuşalım lütfen." dedi aynı yavşama tınısıyla.

"Beni gördüğün için teşekkür filan mı etmeliyim?" ciddi değilmiş gibi söylemek istemiştim ama sesim benden bağımsız ciddi çıkmıştı.

Gökhan bunu fark ettiği gibi güldü ortamı yumuşatmak için. "Hayır tabii ki de." çabası komiğime gittiği için güldüm. "Asıl ben sana bugün buraya geldiğin için teşekkür etmeliyim. Buraya geldiğin ve beni bulduğun için teşekkür ederim Berçil."

Gram etkilenmemiş, mutlu olmamıştım. Yüzümdeki gülümsemem silindi kaşlarım çatıldı. "Sana kötü bir haberim var Gökhan." müzik yüzünden beni daha iyi duyabilmesi için ona doğru eğilmek zorunda kaldım. "Ne senden ne de kızlara yavşamak için kurduğun bu süslü edebiyat cümlelerinden gram etkilenmiyorum." Onun da gülümsemesi soldu ve bozuldu. Kızardığına emindim ama renkli ışıklar yüzünden bunu net göremiyordum. "Git bu laflarını senden etkilenmek için bekleyen kızlardan birine söyle. Bana hiçbir etki etmeyecek çünkü."

"Sen beni yanlış anladın." diyerek kendini savunduğunda gözlerimi devirdim.

"Salağa yatmayı bırak Gökhan. İkimizde seni doğru anladığımı biliyoruz." En nefret ettiğim insan tiplerinden biriydi salağa yatmayı huy edinmiş insanlar. "Şimdi," elimi kovar gibi salladım. "uzaklaş benden."

Onun da benim gibi kaşları çatışmaya başladığında gülümseyen yüzünün yerini benim gibi sinirli ve gergin yüz hatları aldı. Reddedilmek onu kızdırmış gibi görünüyordu. "Sen," dedi müziğin sesini bastıran daha gürültülü sesle. "benimle nasıl böyle konuşursun?"

İnsanların gözü yavaşça bize dönmeye başladığında ben sakinliğimi bozmadan, "Kendine gel. Senin karşısında azarlayabileceğin bir çocuk yok." dedim. Kimse bana bağırıp, azarlayamazdı.

"Bana bak sen kimle konuştuğunun farkında bile değilsin."

Müzik sesi tamamen kesilmiş, tek ses onun bağıran sesi kalmıştı. Kahkahalarla gülmeye başladığımda o daha da sinirlendi. "Kimle konuşuyormuşum? Dur ben sana kimle konuştuğumu söyleyeyim." dedim alay ederek. "Kendini zirvede gören normalde yerden bir gram bile yüksekte olmayı bırak yerin dibinde olan ama kendini diğer herkesten üstün gören bir geri zekalı ile muhatap olup Allah'ın bana verdiği sınırlı ve değerli vaktimi onunla kavga etmeye harcayan ama normal de buna bile değmeyen biri ile konuşuyorum." Herkes ağzı açık bana bakmaya başladığında ben ona öldürücü bakışlar atıyordum. "Kim olduğunu ve işlevini iyi anlatabilmişimdir umarım."

"Seni," deyip üstüme atılacakken birkaç garson onu tuttu.

Sinirlerim Allah katına çıkmaya başladığında korkmadan ona doğru bir adım attım ve üstüne yürüdüm. "Bana bak köpek herif ben senin gibi basit biri değilim." üstüne doğru bir adım daha attım. Kolunu garsonlardan kurtarmaya çalıştı ama bunu o kadar zayıf bir şekilde yaptı ki garsonlar güç uygulamadan bu hamlesini durdurdu. "İstersem tam şu an senin kariyerini bitirip, bir avukatın üstüne yürüyüp tehdit etme suçundan seni mahkemeler de süründürüp en sonunda hapishaneye sokacak biriyim." gözleri korkuyla fal taşı gibi açıldığında korkuyla yutkundu. "Kimin üzerine yürüdüğüne ve laflarına dikkat et. Ben senin gibi basit insanlarla uğraşacak kadar işsiz biri değilim ama eğer biraz daha damarıma basmaya devam edersen seni mahvedene kadar peşini bırakmam." uyarırcasına işaret parmağımı ona doğru salladım. "Bu saatten sonra sakın karşıma çıkma, beni gördün mü yolunu değiştir. Seni bir kez daha karşımda görürsem laflarımın gerçekliğiyle tanışırsın ve emin ol bu senin için hiç iyi olmaz." elimi yere doğru indirdim ve zafer kazanmışçasına gülümsedim. "Anladın mı?"

Yüzü bu sefer utançtan kızardığına etrafın bakındı ve onunla dalga geçermişçesine bakam gözleri gördüğünde yerin dibine daha çok girdi. Az önce ona hayranlıkla bakan kızlar şimdi ona acıyarak bakıyordu. Başkalarının ona gösterdiği ilgiyle yaşayan biri olduğu için bunu fark ettiğinde hayat enerjisi soldu. "Anladım." sesi o kadar zayıf çıkmıştı ki ben bile ona acıdım. "Özür dilerim. Bir daha olmaz."

Kolunu onu tutan kişilerden kurtardıktan sonra arkasını dönüp ilerlemeye başladı. İnsanlar bununla birlikte son kez bana baktıktan sonra herkes işine geri döndü. Yüksek sesteki müzik tekrar çalmaya başladığında masama geri döndüm ve orada beni şaşkınlıkla izleyen birkaç yüzle karşılaştım.

İstemeden irkildiğimde gülümsemeye devam etmeye çalıştım. Beril'in yanımda olmasını anlıyordum ama Evsa, Akasya ve Çisil'in burada olmasını anlamıyordum. Hani bu kız kimseyi çağırmamıştı?

"Berçil," Evsa'nın şaşırmış sesini duyduğumda düştüğüm durumu hatırlayıp derin nefesler aldım. Bir geri zekalı yüzünden bir de bunlara hesap verecektim şimdi. "İyi misin sen?"

"Evet." dedim emin sesle. "Oradan bakınca farklı mı gözüküyor?"

"Sinirli gibi duruyorsun." diyerek cevapladı beni Çisil. Arkamda duran bedene doğru kaydı gözleri. "Bir çocukla kavga ediyordun geldiğimizde."

"Bir şey mi yaptı sana yoksa?" diye sordu Akasya sinirle. Sanki yaptı desek gidip çocuğun ağzını yüzünü kıracak gibiydi.

"Sence yapmış olsa buradan tek parça halinde ayrılabilir miydi?"

"Ayrılamazdı." diyen Evsa kendinden emin bir şekilde konuşmuştu. "Neyse masaya geçelim artık."

Hepsi az önce Beril'le bizim durduğumuz masaya geçtiğimizde ben sorar gözlerle Beril'e baktım ve bana açıklama yapmasını bekledim. Beril yanıma gelip kulağıma, "Gelmek istediler, kıramadım." diyerek fısıldadığında ona gözlerimi devirdim.

Beni kolumdan tutup masaya çekiştirdiğinde onla, Akasya'nın ortasında durmaya başladım. Bütün neşem birden çekilmiş, yok olup havaya karışmıştı. Kızlar da bunu fark etmiş olacak ki sessiz kalıp birbirlerinin yüzlerine baktılar. Bende onları incelemeye başladım.

Evsa görüşmeyeli yıllar olsa bile onu son gördüğümden beri çok değişmemişti. Gözleri yine aynı bakıyordu. Bütün pozitif enerjisini yine dünyaya gönderiyordu. Mavi gözleri ve kızıla çalan saçları onu olduğundan daha tatlı gösteriyordu. Boyu bana göre biraz kısa kalsa bile uzun gösterdiği için bunu problem yapmıyordu. Dalgalı saçları omuzlarından aşağıya dökülüyor ve ona çok yakışıyordu. Benden nefret ettiğine adım kadar emindim ama o bana bakıp gülümserken şüpheye düşmeden edemedim.

Gözlerim yanımda duran ve sahneye bakan Akasya'ya kaydı. Sarı saçları ışığın altında parıldarken, yeşil gözleri ona hava katıyordu. Dıştan ne kadar sakin biri gözükse de içten dünyanın en çılgın insanı gibi davranırdı. O fazlasıyla değişmişti. Eskisinden daha güzel ve katı biriydi. O, Evsa gibi değil direkt bana olan nefretini gözüme sokarak davranıyordu. Kaya'yı parçalara ayırdığım için bana büyük bir kin besliyordu. Bunu dün akşam anlamıştım. O masada beni öldürmek istermiş gibi bakan insanlardan biri de Akasyaydı.

Beril ve Çisil kendi aralarına muhabbete daldıklarında ben sessiz kaldım. Onların yanında nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Ne konuşacağım hakkında da bir fikrim yoktu. Konuşmaya başladığımız anda büyük bir yıkım başlar diye korkuyordum açıkçası. Kimsenin kalbini kırmak istemiyordum ama sinirlendiğimde söylediklerime engel olamıyordum.

"Berçil," adımı söyleyen Evsa'ya baktım. Yüzünde gülümseme vardı ve samimi gözüküyordu. "özlemiş misin buraları? Nasıl hissediyorsun?"

"Buraya gelir gelmez başını belaya sokup, milleti kışkırttığına göre özlemiş olmalı Evsa. İnsanların rahatlarını bozmayı sevdiği için burası onun için lunapark gibi bir yer. Kim olsa böyle bir yere düştüğüne sevinir." Akasya gözlerini bana çevirmiş, nefret dolu gözlerle yüzüme bakmaya başlamıştı. Oklarını çıkartmış, bana isabet almış ve okları bana göndermeye başlamıştı ama bilmediği bir şey vardı. Ben onun oklarından daha yaralayıcı şeylerle mücadele etmiştim. Onun okları benim için dikenden farksızdı. Beni yaralamayı umuyordu ama başarısız olmuştu.

"Sen kendi huzurunu kendin bozuyormuşsun gibi geldi bana Akasya." dudaklarımı büzdüm. "Sonuçta sana dün yemeğe, bugün buraya gelmeni söyleyen ben değildim. Sen iki yere de kendi isteğinle geldin. Seni ben çağırmadım ya da gelmen için tehdit etmedim." Beril arkamdan susmam için koluma vurdu ama onu gram umursamadım. "Huzurunu çok önemsiyorsan ve benim onu bozacağımdan eminsen tam şu an burayı terk edebilirsin. Sen gitmek istediğinde kimse seni tutamaz sonuçta."

"Sen de gidebilirsin Berçil." diyerek Akasya'nın yerine konuştu Çisil.

"Burada benim huzurumu bozup, gitmeme neden olacak kimse yok Çisil. Huzuru bozulan da rahatsız olan da sadece sizsiniz." onlar gerilerken ben gülümsedim ve koluma taktığım saate baktım. Saat çoktan gece yarısını geçmişti. Yarın işlerim olduğunu düşünürsek bu kadarı benim için fazlasıyla yeterliydi. Geriye doğru bir adım attım. "Neyse daha fazla kudurmanıza gerek yok." masanın üzerine bıraktığım çantamı aldım ve omzuma astım. "Ben sizin kadar boş insanlar olmadığım için yarın yapacak işlerim var." yalandan nazik bir gülümseme sundum onlara. "Size iyi akşamlar."

Yüzlerine bakmadan arkamı dönüp mekândan ayrılmaya başladım. Yüksek müzik sesi son kez kulaklarıma dolarken gülümseyen yüzüm soldu. Tepkisiz gözlerle geldiğim gibi mekânın kapısından dışarıya çıktım ve arabayı park ettiğim otoparka ilerlemeye başladım. İnsanlar akın akın mekâna girerken benim gecem çoktan son bulmuştu.

Otoparka girdiğimde gördüğüm görüntüyle donakaldığımda dudaklarım aralandı. Gözlerim anında fal taşı gibi açılırken bana dönen gözlerden korkunun geçtiğine şahit oldum. Gözlerim bana bakan Kayaların üzerine dolanırken Doğu'nu neredeyse boğazına yapıştığı kişiye baktım. Gökhan elinde beyzbol sopası tutuyordu ve arkasında duran babamın arabasının pencereleri aşağıya inmişti. Elinde tuttuğu sopayla arabama saldırmıştı ve zarar vermişti.

Az öncekinden daha büyük öfke vücudumu kapladığında Gökhan'ın gülümseyen yüzüne baktım. Pişkince sırıtıyor ve öfkeyle yüzüme bakıyordu. İçime derin bir nefes çektim ve onlara doğru yaklaşmaya başladım.

Loading...
0%