@busrauzun
|
Yeni bölümle karşınızdayım beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum :) Keyifli okumalar :) Dersin bitmesi için dakikaları sayıyor, gözüm sürekli duvar saatine takılıyordu. Miras paylaşımının nasıl yapıldığı asla ilgimi çekmiyordu. Hocanın tahtaya çizdiği soy ağacını anlıyormuş gibi başımı sallıyordum. Aklım maketini mahvettiğim çocukta kalmıştı. Ne yapmıştı acaba? Jüriye yetişebilmiş miydi? Kaçar gibi gitmiş, birden ortadan kaybolmuştum. Burslu olduğunu söylemişti. Ya bursu yandıysa? Of ya... Aferin sana kızım! Tam Neva YILMAZ'a göre bir hareket! Hoca, ''Kalan kısımları kitabınızdan okursunuz arkadaşlar. Bugünlük bu kadar. Çıkabilirsiniz.'' dedi sakince. Dersin bitirmesiyle hızla çantamı toparlamaya başlamıştım. Yanımda oturan Ali, beyni yanmış bir şekilde tahtaya doğru uzun uzun bakıyor, kendine gelmeye çalışıyordu. ''Of resmen yüz elli sayfa kilitledi bize ya... Gel de oku şimdi!... Sen nereye gidiyorsun Neva?'' dedi merakla. Telaşımın farkına varmış, yorgun bakışlarla bana bakıyordu. ''Ufak bir işim var. Sonra görüşürüz tamam mı?'' dedim aceleyle. Çoktan amfinin kapısına doğru yeltenmiştim. ''Hani kahve içecektik Neva! Sen de bırak beni... Kimse bu Ali kuluna acımasın zaten!...'' dedi arkamdan söylenerek. Dudaklarını büzmüş başını sıraya koymuştu. Dokunsam ağlayacak bir çocuk gibiydi. ''Hemen gelirim, siz Müge'yle gidin. Aranıza sonra katılırım.'' dedim sesli bir şekilde. Müge amfinin ön tarafında oturuyordu. Beni duyup arkasını hızla dönmüş, Ali'ye heyecanla bakıyor, adeta ondan onay bekliyordu. Neyse ki Ali'nin göz devirdiğini sadece ben görmüştüm. Amfiden hızla çıktım. Mimarlık Fakültesi'ne doğru koşar adım ilerliyordum. Motor kullanmayı göze alamamıştım. Bu sabah yaptığım kazadan sonra bir süre kullanamaya cesaret edemeyecektim. Nefes nefese vardığım binadan, Baran'ın maketini bıraktığım yere doğru yöneldim. Sabahki yoğunluk azalmış, etrafta sadece birkaç öğrenci kalmıştı. Acaba gitmiş olabilir miydi? Seslerin geldiği yöne doğru başımı çevirdim. Karşımdaki odadan Baran'ın tok sesi geliyordu. Karakteristik bir sesi vardı. Onu bir defa görmüş olmama rağmen unutamayacağım bir sesti bu. Fark edilmeyeceğimi umarak yavaş adımlarla kapıya doğru yaklaştım. Yanılmamıştım. Baran gerçekten de sunum yapıyordu. Bugün ilk defa şansım yaver gitmişti. Baran, panoda astığı çarşaf boyutundaki çizimlerin önünde durmuş, hocalara yaptığı havalimanı projesini anlatıyordu. Altı kişiden oluşan jüri yuvarlak masa etrafında sıralanmıştı. Eleştirel gözlerle çizimleri inceliyor, sessizce dinlemekle yetiniyorlardı. Baran'ın heyecanını kapı eşiğinden ben dahi hissedebiliyordum. Yine de takılmadan düzgünce konuşuyor, bütün cazibesiyle yaptığı çizimleri savunmaktan çekinmiyordu. Fırsat bulmuşken rahatça onu baştan aşağı süzmeye başladım. Ne de olsa beni görmüyordu değil mi? Atletik yapısına bakılırsa sporu seven birine benziyordu. Boyu fazla mı uzundu? Kesinlikle benim klasmanımda uzun sayılırdı. Dağınık kumral saç kesimi onu daha da çekici yapıyor, insanın dokunası geliyordu. Giydiği beyaz bol keten gömlekle mavi gözleri daha da ortaya çıkmıştı. Gömleğinin açık düğmelerinden hafif dövmeleri belli oluyordu. Tam olarak görememek sinir bozucuydu. Kendine gel Neva! Sana ne adamın dövmesinden! Gözlerim en sonunda fularımla sardığım kolunda takılı kaldı. Hiç yaralanmamış gibi kolunu serbestçe kullanabiliyordu. Bir an içim rahatlamış, derin bir nefes vermiştim. Maket de gayet iyi bir şekilde masada duruyordu işte. Belli ki yaptığı son dokunuşlar etkili olmuş, eski haline getirmeyi başarmıştı. Jürideki kadın hoca eleştirel bir tavırla ''Acil çıkış yönlendirmelerin yetersiz. Herhangi bir yangın çıkarsa insanları nasıl tahliye etmeyi düşünüyorsun? Bu durumda tasarımın eksik.'' dedi. Duvara asılı çizimleri gözlerini kısmış detaylıca inceliyor, bir yandan da elindeki deftere notlar alıyordu. Karamsar kıyafetleri, gözlüklerinin altından bakışı ve orta yaşıyla tam anlamıyla despot insanlara benziyordu. ''Bence yönlendirme tabelalarıyla bunu halledebilirim hocam.'' dedi Baran. Yüzüne yerleştirdiği sevimli ifadeyle karşısındaki hocayı ikna etme çabalıyordu. Jürideki diğer hocalar Baran'ın cevabını komik bulmuş, ciddi duruşlarını bir kenara bırakarak tebessüm ediyorlardı. Buna rağmen kadın hocanın mimiklerinde değişme olmamıştı. Yüzündeki sert ifade hala aynıydı. ''Sence tabela yeterli olur mu Baran?'' dedi acımasız bir sesle. Baran'ın ortamı yumuşatma çabası bu kadında kesinlikle yeterli olmuyordu. ''Olmaz mı hocam?'' dedi Baran. Son çırpınışları yapıyor, asla pes etmiyordu. ''Sen bir daha ki jüriye kadar bir düşün bakalım olur mu olmaz mı? Evet, sıradaki öğrenciyi alalım.'' dedi. Hoca elindeki defteri sertçe kapatmış, Baran'ın kalemini bir çırpıda kırıvermişti. Baran'ın omuzları aşağıya çökmüş ve yüzü düşmüştü. Çizimlerini hızla panodan alıp rulo şeklinde sarmaya başladı. En son maketini masanın üstünden kucaklayıp yerini sıradaki öğrenciye bırakmıştı. Çıkışa doğru yürümeye başladığı anda benimle göz göze geldi. Sunum boyunca onu izlediğimi fark etmemişti. Yüzündeki üzüntülü ifade yerini şaşkınlığa bıraktı. Heyecanla yanıma yaklaşmasını bekliyordum. Nasıl tepki vereceğinden çekinsem de yaptığım kazanın sorumluluğunu almalıydım. Yanıma vardığında ''Sen ne zaman geldin?'' dedi sakince. Beni gördüğünde olumsuz tepki vermemesi biraz olsun içimi rahatlatmıştı. ''Jürinin nasıl geçeceğini merak ettim. Bir de maketin son halini tabi ki.'' dedim mahcup bir ifadeyle başımı yere eğmiş, göz teması kurmaktan kaçınıyordum. Koridorda yan yana yürüyor, aynı zamanda benimle konuşuyordu. ''Her zamanki gibi bol eleştirili.'' dedi omuz silkerek. ''Biraz bekler misin? Yine ortadan kaybolma ama. Tamam mı?'' başımı evet anlamında salladım. Baran, beni arkasında bırakıp koridorun sonuna doğru koşar adım gitti. Elindeki devasa maketi bir anda çöp kovasına attı. Tüm gücüyle maketin dışarıda kalan kısmını kovaya sığdırmaya çalışıyordu. Bense şaşkın bakışlarla hareketlerini izliyordum. Baran, hızlıca yanıma tekrar geldi. Jüriden çıktığı halinden eser yoktu. Etkileyici gülümsemesiyle bana bakıyor, merakla yüzümü inceliyordu. ''Sen az önce o çok önem verdiğin maketini çöpe mi attın?'' dedim. Yanlış görmemiştim. Sabah çarptığım maket çoktan çöp kovasında yerini almıştı. Hayretler içerisinde Baran'dan cevap bekliyordum. ''Jürideki hocanın yorumları gördün. Projem baştan sona değişti. Maalesef tekrar maket yapmam gerekiyor. Mimarlık işte... '' dedi. Bu durumlara alışık olduğu her halinden belliydi. Yine de aniden değişen duygu durumuna şaşırmamak elimde değildi. Elimdeki telefonun titremesiyle gelen mesaja gözüm takıldı. Mesaj Ali'den geliyordu. ''Neva neredesin sen ya? Müge ile oturmuş seni bekliyorum. Bizim kafedeyiz. Çabuk gel yoksa ben kalkıp gideceğim. Arkadaşına da gerekli açıklamayı sen yaparsın artık...'' yazıyordu. Ali'yi tamamen unutmuştum. Müge çocuğun üzerine çok mu gitmişti acaba? Geç olmadan yanlarına varsam iyi olacaktı. Telefonumun ekranına telaşla bakarak ''Benim acil gitmem gerekiyor.'' dedim. Ali'nin neler yapabileceğini az çok tahmin edebiliyordum. Belli ki Müge'yle işler iyi gitmemişti. Baran, ''Kötü bir şey yoktur umarım.'' dedi endişeyle. ''Yok yok bir arkadaşım beni bekliyor. Gitsem iyi olur. Senin işler de yolunda gibi duruyor. İçim rahat gidebilirim artık.'' dedim. Yarım bir tebessümle Baran'a bakmış çıkışa doğru yönelmiştim. Benimle birlikte yürüyerek ''İstersen seni ben bırakayım. Daha çabuk gidersin. Hem sen motor kullanma. Hatta uzun süre hiçbir şey kullanma.'' dedi. Espri yapıp yapmadığını anlamak için bakışlarımı ona çevirdim. Baran, gayet ciddi bir şekilde seri adımlarla bana eşlik ediyordu. ''Peşin hüküm veriyorsun. İlerde motorda iyi olacağıma eminim. Sadece biraz daha zamana ihtiyacım var.'' dedim. Ön yargılı davranması sinir bozucuydu. Başımı dikleştirmiş kedimi ezdirmemeye çalışıyordum. Elbette bir gün bende iyi araç kullanacaktım. Sadece alıştırma yapmaya ihtiyacım vardı. ''Tabi tabi.'' dedi. Gülmemek için kendini tutuyor, kendince beni avutmaya çalışıyordu. Fakültenin dışına çıkmış, bahçede yan yana yürüyorduk. Baran aniden park halindeki son model Range Rover önünde durdu ve ''Arabama geçelim istersen'' dedi. Lüks arabanın bagajını açarak çizimlerini yerleştirmeye başlamıştı. Bu araba onun muydu yani? Bursluyum dememiş miydi bu çocuk? Yaptığım kazadan sonra bursu yanacak diye endişelendiğim çocuğun Range Rover'ı vardı yahu! Arabayı işaret ederek ''Sen ''Ben bursluyum, maketimi yetiştiremezsem bursum yanar.'' dememiş miydin?!'' dedim. Baran, sürekli beni şaşırtmaya devam ediyordu. ''Evet tam bursluyum. Zengin ailelerin çocukları zeki olamaz mı?'' dedi sırıtarak. Karşımda resmen özgüven patlaması yaşıyordu. Bagajın kapağını kapatarak arabanın kapısını benim için açtı. ''Buyurun hanımefendi.'' dedi. Yüzündeki tebessüme bakılırsa keyfi yerindeydi. Arabada sessiz kalıp daha fazla egosunu tatmin etmemeye karar verdim. Onunla göz temasından kaçınıyor, camdan dışarıyı izliyordum. Baran bakışlarını yol boyu üzerimden çekmemişti. Beni incelemekten asla çekinmiyordu. Arabayı kampüs içerisindeki kafenin önünde yavaşça durdurdu. ''Teşekkür ederim.'' diyerek hızla arabanın kapısını açtım. Kolumu tutarak beni yerime tekrar oturtmuştu. ''Bir şey unutmadın mı?'' dedi. Yüzünü bana doğru eğmiş, gözlerimin içine bakıyordu. ''Sanmıyorum.'' dedim. Aklım bu yakınlıkta düşünmeyi reddediyordu. Arabanın içi fazla mı sıcaktı? Baran hala kolumu tutuyordu. Bakışlarım beni tutan eline kaydı. Kalbim hızla atıyor, karnıma sancı giriyordu. Heyecandan avuç içlerim dahi terlemişti. ''Adın mesela... Hala adını bana söylemedin güzelim...'' dedi kısık bir sesle. Baran'ın nefesini yüzümde hissedebiliyordum. Bu çocuk dengemi alt üst ediyordu. Onda beni çeken bir şey vardı. ''Neva...'' dedim heyecanla. Karnıma saplanan sancıya rağmen konuşabildiğime seviniyordum. ''Bir daha görüşeceğiz Neva. Bende sana ait olan bir şey var.'' dedi gülümseyerek. Bakışları fularımla sarılı kolundaydı. ''Neden olmasın.'' dedim. Bu kadar hevesli olduğunu belli etme kızım ya! Azıcık ağır başlı olsana... İç sesimle kavga ederken Baran'a çaktırmamaya çalışıyordum. Kendimi toparlayıp sonunda arabadan inmeyi başarmıştım. Kafeye doğru ilerlerken arkamda bıraktığım bir çift mavi gözün beni izlediğini hissedebiliyordum. Ali ve Müge cam kenarındaki masada oturuyordu. Ali, bıkkın bir ifadeyle kollarını kavuşturmuş sessizce duruyordu. Geldiğimi ilk gören o olmuş, elini kaldırarak bana işaret vermişti. Hızla yanlarına doğru ilerledim. ''Selam çocuklar nasılsınız.'' diyerek Müge'nin yanındaki sandalyeye yerleştim. Müge bakışlarını Ali'den çekmiş, gelişimi ancak fark etmişti. Ali, ''Seni bırakan kimdi Neva?'' dedi. Hala camdan dışarıya bakıyor, arabanın kafeden uzaklaşmasını izliyordu. Baran'ın arabasından inerken beni görmüş olmalıydı. ''Bir arkadaş yani sanırım. Sen tanımazsın zaten boş ver... Eee. Ne içiyorsunuz bende sipariş vereyim. '' dedim elime menüyü alarak. Baran ile arkadaş mıydım? Bir daha onu görür müydüm? Bilmiyordum... ****** Seminer sandığımdan güzel geçmişti. Öğrencilerin sorularıyla sohbet ortamı oluşmuş, verimli bir eğitim olmuştu. Avukat olarak deneyimlerimi genç insanlarla paylaşmak güzeldi. Peki, içime oturan bu sıkıntı da neyin nesiydi? Üniversiteye gelmek bana iyi gelmemiş miydi yani? Sabah çarptığım genç çocuk bana Baran'la tanıştığımız günü hatırlatmıştı. Sanki onu hatırlamak için sebepler arıyordum. Ah Neva ya... Ne zaman iflah olacaksın acaba? Trafik yüzünden akşam saatinde ancak evime varabilmiştim. Beykoz'da müstakil bir evde yaşıyordum. İstanbul'un çilesini çekiyorsam tek sebebi bu evdi. Evimi çok seviyordum. Bahçemle ilgilenmek kesinlikle bana iyi geliyordu. En azından ailemin bana tek katkısı olan bu evde huzurluydum. Dış kapıdan içeri adımımı attığımda arka bahçedeki verandanın ışığının yandığını fark ettim. Sabah ışıkları kapattığımdan emindim. Evden çıkmadan önce her şeyi kontrol eden takıntılı insanlardandım ben. Kesinlikle sabah ışıkları kapatmıştım. Arka bahçeye doğru yürürken telefonum çalmaya başladı. Birkaç dakika boyunca çantamda telefonumu aradım. Sonunda bulmuş, kapanmadan aramaya yetişmiştim. Arayanın kim olduğuna bile bakmadan ''Alo'' dedim. ''Alo Neva, ben Müge. Kusura bakma bu saatte arıyorum bugün çok yoğun bir gündü. Sana iyi bir haberim var canım.'' dedi. Telefonla konuşurken verandaya doğru yürümüş, ışığın kapatma düğmesine dokunacakken masanın üstündekini görmüştüm. Yavaşça yaklaştım. Masanın tam ortasında duran fuları titreyen elimle aldım. Bir elimde telefonu diğer elimde fuları tutuyordum. Bedenim kaskatı kesilmiş, sanki ruhum çekilmişti. ''Baran tahliye oldu canım. Hepimize geçmiş olsun.'' dedi telefonun ucundan Müge. ''Görebiliyorum... '' dedim sessizce. Karanlık bahçeye doğru telaşla bakıyor, etrafa göz atıyordum. ''Müge ben seni sonra arayayım mı?'' diyerek hızla telefonu kapattım. Verandanın yetersiz ışığı altında elimdeki fuları dikkatle incelemeye başladım. Yanılmıyordum. Bu Baran'a yıllar önce verdiğim fulardı. Sevgili olduğumuzda dahi bana geri vermemiş, ilk tanıştığımız günün hatırası olarak saklamak istemişti. Yoksa... Baran gerçekten de burada mıydı? ''Neva...'' Arkamdan gelen sesle irkilmiş korkuyla elimdeki fuları yere düşürmüştüm. BÖLÜM SONU Evet arkadaşlar bölüm nasıldı? Beğeni ve yorumlarınızı eksik etmeyin yazarınızı mutlu edin :) Seviliyorsunuz :)
|
0% |