@buyalnizcasitemm
|
İrem gideli 25 dakika kadar oluyordu. Tunç, Armağan’ı koltuğa yatırmış, ilaçlarını içirmişti. Karşı koltuğa oturmuş, Armağan’ın biraz kendine gelmesini bekliyordum. Sonunda gözlerini araladı; az önceye nazaran bakışları daha canlı gibi duruyordu. Beni görünce yüz hatları yumuşadı.
“Sen… hâlâ gitmemişsin,” dedi boğuk çıkan sesiyle.
Başımı sallayıp ayağa kalktım. Yanına yaklaşıp anlamsızca ateşini kontrol ettim. Adam grip olmamıştı ki, kalbi rahatsızdı. Saçmaladığıma karar verip elimi alnından çekerken yüzüne bakmamaya çalıştım. Kaşları şaşkınlıkla kalkmıştı, bakışları önce elime, sonra yüzüme değdi.
“Ben… Eğer sana bir şey olursa Mert çok üzülecek, o yüzden. Yani iyisin galiba maşallah! Ben artık gideyim,” dedim.
Arkamı dönüp utançla gözlerimi kapattım. Ne oluyordu bana? Armağan’ın güldüğünü işittiğimi sandım, bilmiyorum. Çantamı almaya çalışırken ona doğru bakmamaya özen gösteriyordum. Sert sesiyle olduğum yere çakıldım, şokla ona doğru döndüm.
“Beni savunmaya çalışman çok düşünceli bir hareketti ama İrem’e söylediklerin kabul edilemez. En kısa zamanda ondan özür dilemeni istiyorum.”
O anda Tunç terastan içeriye girdi.
“Eleni yanlış bir şey söylemedi, özür falan da dilemeyecek!”
Tunç’un koruyucu tavrıyla hayal kırıklığıyla karışık bir şaşkınlık hissettim.
“Boş ver Tunç, haklı. Özür dilemeliyim. Savunulmayı değil, yerin dibine sokulmayı hak eden birinin önünde siper olmaya gerek yok,” dedim.
Öfkeyle arkamı dönüp oradan ayrıldım. Aptal ben, ne diye insanların işlerine burnumu sokuyordum ki? Öylece verirlerdi ağzının payını işte. Telefonumdan navigasyonu açıp yakınlardaki taksi duraklarına baktım. Rastgele birini arayıp taksi istedikten sonra ayağımla ritim tutarak beklemeye başladım.
“Eleni! Bekle, seni ben bırakırım eve.”
Tunç’un buraya doğru koştuğunu görünce ona doğru döndüm.
“Gerek yok, taksi çağırdım, sağ ol.”
Kaşlarını çattı.
“Saçmalama, ben getirdim, ben geri götüreceğim. Hem Armağan’a kızma, kalp yetmezliğinin etkilerinden biri… Arada geçici unutkanlık yaşıyor. İrem’in ona yaşattıklarını anlık unutabiliyor.”
Öfkem geçmese de başımı olumlu anlamda salladım. Arabasına bindikten sonra oturduğum semte doğru sürmeye başladı.
“Hasta da olsa yaptığı saçmalık! Gidip o kızdan özür dilememi istedi. Hâlâ inanamıyorum,” dedim, kollarımı bağlayarak.
“Haklısın. İrem’in düşüncesizce sarf ettiği kelimeler onu öldürebilirdi. Buna rağmen böyle davranması anlamsız.”
Aklıma gelenlerle tekrar Tunç’a döndüm.
“Madem bu kadar hasta, o gece nasıl o kadar alkol alabilir ya da içtiği sigara? Bunlar durumunu kötüleştirmez mi?”
Başını onaylar anlamda salladı.
“Katiyen kullanmaması gerekiyor, her ikisini de. Fakat çok umursadığını söyleyemem. Ölmek umurunda değilmiş gibi yaşıyor. Bu yüzden, birlikte alkol aldığımız gece seni eve bıraktıktan sonra onu hastaneye götürmem gerekti. Ama inan, o senden benden daha az düşünüyor kendini.”
Yolun geriye kalanında konuşmadık. Eve geldikten sonra hızlı bir duş alıp kendimi koltuğa bıraktım. Biraz dizi izlemek iyi olurdu; epeydir bir şey izlememiştim. Birkaç saatimi televizyonla geçirdikten sonra Mert eve geldi.
“Abla, neler yaptın bugün?”
Omuz silkip göz ucuyla televizyondaki diziye baktım. Konu epey heyecanlı seyrediyordu.
“Hiçbir şey. Dışarıda biraz zaman geçirdik ve eve döndüm.”
Mert gelip yanımdaki boşluğa oturdu.
“İsabet olmuş, anlamıştır dingil sizden olmayacağını.”
Göz devirip dizi izlemeye devam ettim.
“Abimle konuştuk. Yarın onun evinde doğum günümü kutlayacakmışız.”
Kaşlarım çatılırken oturduğum yerden doğrulup ona doğru döndüm.
“Ne münasebet? Neden orada kutluyormuşuz?”
Mert gülüp yanaklarımı sıkınca yüzümü buruşturdum.
“Kıskanma ablacığım. Birden söyleyince kıramadım. Bu seferlik böyle olsun, ne olacak?”
Keyifsizce arkama yaslandım. Diziye odaklanmaya çalışıyordum ama mümkün değildi. Mert’in doğum günü olduğunu unutmuştum. Son zamanlarda hayatımız öyle hareketliydi ki tamamen aklımdan çıkmıştı. Mert ders çalışacağını söyleyip odasına çekildikten sonra telefonumu alıp banka hesabıma girdim. Bir miktar parayı, ileti kısmına Doğum günü hediyen yazdıktan sonra Mert’in hesabına gönderdim. Yıllar içinde ona almadığım hiçbir şey kalmamıştı. Hediyesini nakit olarak almak istediğini söylediğinden beri böyle ilerliyorduk.
“Ablaaaa! Teşekkür ettim şekerim. Her sene miktarı artırmanı iyi bir abla oluşuna veriyorum!”
Kapalı kapısının ardından bile bağırışının bu kadar net duyulabilmesi, erkeklerin gorilden evrildiğinin bir kanıtıydı.
Sonraki gün, vakit geldiğinde abartı olmayacak, kısa ve sade detaylara sahip beyaz bir elbise giyip hazırlandım. Mert kullanmak istediği için yan koltukta oturup, trafikte geçen bir saati, dalgalandırmak için iki saat uğraştığım saçlarımı bozmamaya çalışarak uyumakla geçirdim. Büyük villanın önüne geldiğimizde sıkıntıyla iç çektim. Dün geceden sonra ne İrem’le ne de Armağan’la karşılaşmak istemiyordum, ama Mert için katlanmak zorundaydım. Mert kapıyı çalarken rahatsızca yerimde kıpırdandım. Umarım kapıyı Tunç açardı, yoksa dün, kendi sevgilisinin evinden kovduğum İrem açarsa hoş bir an yaşanmayacaktı. Şanslı günümde olmalıyım ki kapıyı gülen yüzüyle Tunç açtı. Hep birlikte içeri geçtiğimizde süslenmiş salonda gezdirdim bakışlarımı; epey uğraşılmış görünüyordu. Salonun ortasına çekilen yemek masasının üzeri pasta ve başka yiyeceklerle donatılmıştı. Armağan’ın bakışları Mert’teydi. Aniden ışıklar kapatılıp, perdeler çekilince içerisi pastanın mumlarından yayılan loş ışıkla aydınlanmaya devam etti. Herkesten uzak bir köşede durup, Mert’in mumları üfleyişini uzaktan alkışladım. Bana baktığı her an gülümsememi koruyup keyfini kaçırmamak için elimden geleni yaptım. İlerleyen saatlerde onlar muhabbet edip eğlenirken ben, masanın üzerindeki şarap kadehlerinden birini almış, terastaki koltuklarda bundan sonrayı düşünmekle meşguldüm. Mert’in sonradan bulduğu abisiyle arasının bu kadar iyi olması belki de bir tık beni üzüyordu; kabul, epey dışlanmış hissediyordum. Hayatımız yeniden eski haline dönsün istiyordum, sadece ikimizin olduğu, sakin, olaysız haline… Pek mümkün olduğunu zannetmiyordum. Tunç’un sesiyle kapıya doğru döndüm.
“Eleni! Seni arıyorum 5 dakikadır. Mert hediyelerini açmak üzere, hadi!”
Tunç’a ayak uydurup, salona geri döndüm. Mert hediyelerle dolu bir masanın arkasında durmuş, muhtemelen beni bekliyordu. Bakışlarımız kesiştiğinde rahatlayan yüz ifadesinden bunu anlamak zor değildi. Ona genişçe bir gülümseme sunup, Tunç’un yanındaki yerimi aldım.
“Hadi Mert, açmaya başla! Önce benim aldığım.” dedi İrem. Kızın sesinden dahi hinlik akıyordu.
Mert, istemese de İrem’in yönlendirmesiyle büyük mavi ambalajlı kutuyu açtı. İçinden çıkan son model, pahalı bir markaya ait bilgisayar, Mert’in bu model için uzun zamandır para biriktirdiğini biliyordum. Sinirle dudağımı ısırdım. Mert’in gözleri heyecanla parladı. Bilgisayar kutusunu bir o yana, bir bu yana çevirdi.
“Ciddi olamazsın! Uzun zamandır bunu almak istiyordum. Teşekkür ederim İrem…”
İrem, sahteliği her halinden belli olan, kocaman bir gülümseme kondurdu yüzüne.
“Abla diyebilirsin hayatım, ne de olsa Armağan’ın kardeşi, benim de kardeşim sayılır.”
Sinirle yumruklarımı sıktım. Armağan yetmezmiş gibi, kardeşime bir ortakçı daha çıkmıştı. Derin bir nefes alıp sakin kalmaya çalıştım. Mert, Tunç’un aldığı hediyeyi açtıktan sonra sıra Armağan’a geldiğinde, Armağan hepimizi dışarıya yönlendirdi. Villanın garajının önünde durduk. Garajın kapısı açılırken, içeride bekleyen gece mavisi, son derece şık bir spor arabayı gördük. Siyah bir kurdele, kaputunu süslüyordu; bakışlarımı karanlık gökyüzüne kaldırıp derince bir nefes aldım. Ben bunlara nasıl yarışayım ya?
Mert heyecanla Armağan’ın boynuna atladı. Erkeksi bir şekilde kucaklaşıp, bir birlerinin sırtına vurdular.
“Abi benim mi bu yani? Rüya görüyorum galiba…”
Armağan samimiyetle gülümsedi.
“Senin aslanım… Güzel günlerde kullan, bu yaşına dek kaçırdığım doğum günlerini nasıl telafi edebilirim bilemedim. Bundan sonra daima yanındayım, nice yaşların olsun.”
Mert heyecanla Armağan’a tekrar sarıldı. Bu seferki kısa sürdü çünkü Mert hızla yeni arabasını incelemek için garajın içine koşturdu. Tunç omzuyla omzuma vurduğunda, irkilip ona baktım.
“Durgunsun, canın mı sıkıldı?”
Başımı hayır manasında sallayıp hala arabanın orasını burasını kurcalayan Mert’e diktim bakışlarımı.
“Hayır… Keşke canım sıkılsaydı. Kardeşim ellerimin arasından kayıyor gibi hissediyorum.”
Bakışları yumuşarken kolunu omzuma attı, şaşkınlıkla tepki veremezken rahatsız olduğumu anlaması için yerimde kıpırdandım.
“Kardeşinin hiçbir yere gittiği yok. Yıllardır yanında sen vardın, Armağan ya da bir başkası değil. Eminim sen onun için çok özelsindir, yalnızca yeni bir abisi oldu ve bunu deneyimliyor. Kendine acı çektirmeyi bırak.”
Tunç gibi birinin bu kadar mantıklı konuşmasını hiç beklemiyordum. Başımı onaylar anlamda sallayıp, bakışlarımı tekrar Mert’e çevirdim. Garajda göremeyince etrafa bakındım, nereye gitmişti? Kolumdan çekilince şaşkınlıkla dudaklarımdan küçük bir nida kaçtı.
“Abla! Gelsene arabama bakalım beraber.”
Hayretle Mert’e baktım, sesi olmaması gerektiği kadar öfkeliydi. Cevap vermeme bile fırsat vermeden beni arabaya sürükleyip, arabanın yanına ulaştıktan sonra belimden tuttuğu gibi kaldırıp, oyuncak bir bebek gibi arabanın içine oturttu. Hayretle oturuşumu düzelttim, o da sürücü koltuğuna oturduğunda gülüşünün ardından nasıl yapabildiğini anlamadığım şekilde konuştu.
“Abim bakıyor, gül.”
Şokla komutuna itaat edip, beceriksizce gülümsedim. Armağan bakışlarını çekmiş olmalı ki kafama attığı şaplakla yerimde sarsıldım.
“Ne arıyor o dingil senin yanında yine? İki mutlu oluyorum, bir bakıyorum, ibne yanında bitmiş. Bütün modum düşüyor! Ne akılla kolunu omzuna atabiliyor ya? Onun o kolunu koparırım, kulağını ısırırım, mahvederim onu. O dingili önce pataklayıp sonra üzerine işeyeceğim, görürsün!”
Kafama vurduğu için gelen sinirim, saçma tehditleriyle aklımdan çıkarken, kendimi tutamayıp kahkaha attım.
“Mert delirdin mi sen? Üzerine mi? Boşversene, seninle laf dalaşına girmeyeceğim, seviyemi düşürüyorsun. Hem ben mi dedim çocuğa, ‘gel kolunu omzuma at’ diye?”
Saçımı çekince, sinirle eline vurdum.
“De bir de istersen! Yeni arabamla onu ezeyim de gör sen şimdi.”
Arabayı çalıştırınca, panikle direksiyonu tutup engel olmaya çalıştım.
“Ablacığım, salaklaşma! Onu ezeceksin diye arabana zarar mı gelsin? Ayrıca mağaradan çıkmış gibi davranıyorsun!”
Dedim sakinleştirmeye çalışarak.
“Zarar gelirse gelsin, gözümün önünde ablama yürüyor şerefsiz! İnşallah onu ezerken tekerlek kopar da, yerine Tunç dingilini kullanırım. Şekil olarak farkı yok nasılsa.”
Adama yaptığı top imasını görmezden gelip, kontak anahtarını çekip aldım. Hayal kırıklığıyla bana baktıktan sonra kollarını göğsünde bağladı.
“Tunç, onunla aramda hiçbir şey olamaz. Sen kafanı bunlara yorma, gecenin tadını çıkart .“
Yanağına bir öpücük kondurup araba anahtarını avucuna koyduktan sonra arabadan indim. Gecenin geri kalan kısmı sakin geçmişti, herkes koltuklara yayılmış, elindeki kadehlerden bir şeyler içiyor ve sohbet ediyordu. Armağan ve Mert dışında. Onlar büyük ekran televizyonun karşısına oturmuş, Tunç’un hediye ettiği oyun konsolunda maç yapıyorlardı.
Etrafıma baktığımda İrem ve Tunç’u göremedim. Merak, dünyanın en kötü şeyiydi ama insan yenik düşüyordu işte. Yerimden kalkıp evi yavaşça dolaştım. Onları bulamayınca vazgeçip üst kattaki oturma odasına girdim. Balkonuna çıkıp kollarımı demirlere yasladım. Gökyüzünü süsleyen yıldızlara bakmaya başlamıştım ki aşağıdan Tunç’un sesi geldi. Korkuyla irkildim, öyle ki elimdeki yarısı dolu şarap kadehi az kalsın aşağıya düşüyordu.
Tunç ve İrem şu anda, üzerinde durduğum balkonun çaprazında, kafa kafaya vermiş bir şeyler konuşuyorlardı. Ses çıkarmamaya özen gösterip aşağıyı görmeye çalıştım. Bir yandan da telefonumun kamerasını açıp videoya almaya çalışıyordum. Beni görmemeleri için içimden dua etmeye başladım.
“Tunç! Armağan’la konuşmamız gerekiyor, kabul et, yolun sonuna geldik. Bundan ötesi yok, artık birlikte olmamıza hiçbir şey engel olamaz.”
Gözlerimi devirip, istemsizce elimdeki telefonu sıktım.
“İrem, son kez söylüyorum, vazgeç bu işten. Ben yokum. Kendi başına ne halt yiyorsan ye, ama beni bulaştırma!”
Tunç arkasını dönüp eve girmeye niyetleniyordu ki İrem, kolundan sertçe çekip onu durdurdu.
“Aptalsın, kocaman bir aptal, hem de! Hamileyim diyorum sana, bebeğimiz olacak diyorum… Bizden nasıl vazgeçersin?”
Şokla gözlerimi açarken, dudaklarımı birbirine bastırdım. Armağan’a çok yazık oluyordu ama bana neydi, sonuçta? En son onu kolladığımda bana, berbat davranmıştı. Tunç, kolunu silkeleyip İrem’in elinden kurtulduktan sonra omzunun üzerinden ona baktı.
“Kimden peydahlandığı belli olmayan piçini bana yamamaya çalışma, İrem… Bence sen sokak sokak gezip o çocuğun babasını aramaya başla, yoksa işin zor!”
İrem duyduklarıyla şoke olmuş olmalı ki yerinde sendeledi. Onu sevmesem de üzülmeden edemedim; şu kısacık zamanda tanıdığım kadarıyla İrem, takıntılı şekilde Tunç’a aşıktı. Bebeğin ondan başkasının olması ihtimali sıfırdı.
Video kaydını durdurup yavaş adımlarla içeriye attım kendimi. Feci şeyler oluyordu ve bunları en çok Armağan’ın bilmesi gerekirken, bir tek o bilmiyordu. İşin kötü tarafı, söyleyemezdim de çünkü söylersem, duydukları kalbine ağır gelebilirdi. Bu yüzden ona bir şey olursa, kendimi affedebileceğimi zannetmiyordum.
Aşağı inip koltuklara oturdum. Armağan ve Mert kendilerini oyuna kaptırmıştı. Beş dakika sonra Tunç geldi, hemen ardından İrem göründü. İrem salona girmeden durduğunda merakla ona baktım.
“Beyler, bir dakikalığına oyunu bırakıp beni dinleyebilir misiniz?”
Geliyor, gelmekte olan kesin söyleyecekti. Armağan ve Mert oyun kollarını bırakıp İrem’e döndü, Tunç’a dönüp kontrol ettim, stresten kıpkırmızı olmuştu, haklıydı, ben yerinde olsam morarırdım bile.
“Armağan, aşkım, yanıma gelir misin lütfen?”
Kaşlarım derince çatıldı. Bebeği söyleyecek olsa, Armağan’a aşkım demezdi sanırım. Armağan, oturduğu yerden tek hamlede kalkıp İrem’in önünde durdu. Anlayamadığı bakışlarından belliydi. İrem, iki eliyle Armağan’ın ellerini tuttu.
“Bir bebeğimiz olacak… Baba oluyorsun!”
Derken anlık olarak Tunç’a kaydı bakışları, gözünden bir damla yaş yanağına süzüldü. Bozuntuya vermeden bakışlarını Armağan’a çevirdi.
Şokla, önce İrem’e, sonra Tunç’a bakıp sinirle bir nefes aldım. Armağan mutluluktan çıldırmıştı. İrem’i kucaklayıp etrafında döndüğünde içim acıyla paramparça oldu. Az önce İrem, Tunç’a olan öfkesi ve hırsı yüzünden Armağan’ı diri diri gömmüştü. Kendisine bile ait olmayan bir bebeğe baba yapmıştı. En acısı, bebeğin asıl babası, Armağan’ın en yakın dostuydu. Tunç, bahsettiğim mor renge dönerken, Mert şaşkın görünüyordu.
“İrem, bizim bir bebeğimiz olacak… Biz aile olacağız.”
Armağan’ın heyecanlı, mutlu sesi içimi acıttı. Tam şu an bağıra bağıra gerçeği söylemek istedim.
İkisinin yaşadığı bu sahte, büyülü anı geride bırakıp nefes almak için kendimi hızlı adımlarla bahçeye attım. Yüzümü sıvazlayıp etrafa bakındım. Olacak iş değildi, bu iş düzeltilemez bir yere gidiyordu ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu.
Arkamı döndüğümde, benim gibi bahçeye çıkan Tunç’u gördüm. Sinirle yanına adımladım.
“Ne oldu Tunç, hava almaya mı çıktın?”
Kinayeli sesim ona işlemiyor gibiydi. Bakışları bomboş, ifadesi donuktu.
“Yani, Armağan’ın baba olması imkansız…”
Kaşlarım çatıldı, zaten bebek senden aptal demek istedim.
“Nasıl yani?”
Başını kaldırıp delirmiş gibi duran gözleriyle bana baktı.
“Armağan’ın kalbi zayıf. Tedavilerle kısa süre idare ediyor. Bu yüzden küçük bir heyecan dahi kalbini durdurabilir.”
“Olabilir, normal bunlar. Hastalığının getirileri. Bunun Armağan’ın baba olmasıyla alakası ne?”
Bana anlama eksikliğim varmış gibi baktı.
“İrem ona farklı yaklaştığında dahi kalbi tutuyor, Armağan’ın! Sence çocuk yapacak kadar ileriye gidebilir mi? Muhtemelen İrem, öylesine yakınlaştıkları bir seferde, Armağan’ın kalbinin tuttuğu anda bilincini kaybetmesi olayından yararlanacak. Bebeğin o zaman olduğunu söyleyecek! Buna izin veremem, göz göre göre kendisinin olmayan bir çocuğu büyütmesini izleyemem.”
Bebeğin kendisinden olduğuna artık ihtimal veriyordu sanırım. Hem Tunç’un söylediklerine dayanarak, Armağan’ın bu bebek yalanına inanması, saçmalığın daniskasıydı. Ama ne yazık ki, İrem’in söylediği her söz, Armağan için senetti.
“İrem’in Armağan’ı kandırdığını mı ima ediyorsun yani? Ya söylediğin gibi değilse?”
Başını iki yana salladı, bakışları hızla bana döndü.
“Böyle bir şey olsa sence Armağan bahsetmez miydi? Bunu Armağan’a söyleyemeyiz, elimizde hiç kanıt yok. Bize asla inanmaz.”
Söylediklerini mantıklı buldum.
“Bunun doğrusunu nasıl öğrenebiliriz ki? İrem’in bize anlatacak hali yok herhalde. Sen, Armağan’ın ağzından laf alabilir misin?”
Doğrusunu ikimiz de biliyorduk fakat onun bundan haberi yoktu. Bu işin içinden nasıl çıkacağını düşündüğünü tahmin edebiliyordum. Eller titriyor, soğuk soğuk terliyordu.
“Deneyeceğim, bir şeyler öğrenirsem seni ararım.”
Onaylayıp içeriye yürüdüm, arkamdan geldiğini duyabiliyordum.
Sevinçten yerinde duramayan Armağan’ı isteksizce tebrik edip, Mert’in yanına geçtim. Mert’in isteğiyle kısa süre sonra evlere dağıldık; ben önden, Mert yeni arabasıyla arkadan eve döndük. Yatağıma uzandığımda tüm gün olanları düşündüm. Armağan için ne kadar üzülürsem üzülüyordum, elimden bir şey gelmezdi. Öğrendikleri, Armağan’ın sonunu dahi getirebilecekken susmaktan başka bir seçeneğim yoktu.
|
0% |