Yeni Üyelik
6.
Bölüm

İlk kıvılcım

@buyalnizcasitemm

Bu gün iş yerinden aldığım izin sona erdiğinden masama oturmuş, belgeleri temize çekmekle meşguldüm. Tatilde olduğum bir hafta sebebiyle rahata alışan bünyem çalışmayı reddediyordu. Telefonumun melodisini işitince, uzanıp masanın üzerinde ters duran telefonu elime aldım. Tunç arıyordu.

 

“Efendim, Tunç?”

 

Dedim, telefonu omzumla başım arasına sıkıştırırken bir yandan da belgelerle boğuşuyordum.

 

“Vaktin varsa, bu gün buluşabilir miyiz? Birkaç şey öğrendim, belki fikir alışverişi yaparız.”

 

“Olur, 5 gibi işten çıkacağım. Nerede buluşalım?”

 

“İşten çıkınca beni ara, seni alırım.”

 

“Gerek yok, işe arabamla geldim.”

 

Titreyen telefonumu omzumdan alırken, Tunç’a beklemesini söyledim. Arkadan Mert arıyordu.

 

“Efendim, Mert?”

 

Nefes nefese konuşmaya çalıştı.

 

“Abla, ben kimi aramalıyım, bilemedim. Bir şey oluyor, ne yapacağımı bilmiyorum. Abimin evine gelir misin?”

 

Kaşlarım çatılırken yerimden kalktım.

 

“Ne oldu, Armağan iyi mi?”

 

“Bilmiyorum, beni aradı, okuldaydım. Yanına çağırdı, apar topar geldim. Bir sürü içki şişesinin içinde yatıyordu. Uyandırmaya çalıştım ama uyanmıyor, abla korkuyorum, ambulansı arayayım mı?”

 

Panikle montumu alıp, Gaye’ye erken çıkmam gerektiğini söyledim.

 

“Nabzı atıyor mu, kontrol et. Nabzı düşerse, beni beklemeden ambulansı ara, geliyorum.”

 

Mert çağrıyı kapatırken, hat tekrar Tunç’un aramasına düştü.

 

“Seni sonra ararım.”

 

Dedikten sonra, cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım, hızla arabama binip, Armağan’ın evine doğru sürdüm. Umarım ciddi bir şey yoktur, çünkü ben doktor değildim, ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

 

20 dakikanın sonunda, evin önüne arabayı rastgele bırakıp, koşar adım kapıya ilerledim. İlk çalışımda Mert kapıyı açtığında, hızla içeriye girip, salonun ortasında sere serpe yatan Armağan görüş alanıma girdi. Birkaç bira şişesi odanın ortasına saçılmış haldeydi. Hızla yanına diz çöküp nabzını kontrol ettim, normal bir seviyede olduğuna kanaat getirince rahatlayarak bir nefes verdim. Aptal adam, hasta olmasına rağmen alkol almasının intihardan ne farkı vardı? Armağan’ı güçlükle oturur pozisyona getirip, kolunun altına girdikten sonra Mert de diğer koluna girdi.

 

“Abla, ne yapıyoruz?”

 

“Ona banyoya taşıyacağız.”

 

İki metrelik adamı taşımak teoride ne kadar kolay görünse de pratikte öyle olmuyordu. Omuzlarım uyuşmuştu. Neyse ki bulunduğumuz katta küçük bir banyo vardı.

 

Armağan’ı klozetin önüne oturttuktan sonra, Mert Armağan’ın arkasına oturup sırtını ona yaslamasını sağladı. Armağan gözlerini hafif açıp ne olduğunu algılamaya çalışırken, saçlarını alnından geriye attım.

 

“Armağan, merak etme, buradayız. Kendini bırakmaman gerekiyor, şimdi kusturacağım seni, tamam mı?”

 

Zaten ufacık aralanmış olan gözleri kapandığında, bana yardımcı olmayacağını anlamış oldum.

 

Ağzını aralayıp iki parmağımı ağzına yerleştirdim. Neyse ki birkaç denemeden sonra midesinde ne var ne yoksa çıkartabilmişti. Kendimi kusmamak için zor tutsam da direnmeye çalıştım. Bu tabloya ne yazık ki aşinaydım, çocukluk arkadaşım Sarpta sık sık içer, bu saçma duruma düşerdi, onu toplamak genelde bana kalırdı. Düşüncelerimden sıyrılıp, az önceye nazaran rengi biraz yerine gelen Armağan’ı Mert’in yardımıyla küvetin içine oturttum. Suyu soğuğa ayarlayıp duş başlığını Armağan’ın kafasına doğrulttuğumda, irkilerek yerinden kalkmaya çalıştı. Omzundan bastırıp tekrar oturmasını sağladım. Soğuk suyun etkisiyle gözlerini kocaman açıp etrafına bakındı.

 

“Sikeyim, çok soğuk, kapat şunu.”

 

Yüz ifadesi gülmeme sebep olurken, başımı hayır manasında sallayıp suyu yüzüne doğrulttum. Ellerini kaldırıp yüzüne siper etmeye çalıştı.

 

“Bir daha bu kadar içecek misin , koca ayı?”

 

Bana ne saçmalıyorsun der gibi bakıp, küvetten kalkmaya çalıştı. Ne yazık ki ıslak küvet yüzünden ayağı kayıp, boylu boyunca küvete serildi. Gülüşüm kahkaya dönüştü.

 

“Buradan çıktığımda koca ayıyı sana göstereceğim, maşa ! İşte o zaman kaçacak yer arayacaksın.”

 

Omuz silkip duş başlığını küvetin içine bıraktıktan sonra elimi tutması için uzattım.

Elime, sonra da bana baktı. Ne yapacağını anlamıştım fakat çok geçti, elimden tutup beni küvetin içine çekmesiyle dudaklarımdan küçük bir çığlık firar etti. Soğuk su bir kez daha çığlık atmama sebep olurken, kalkmaya çalıştım.

 

“Seni… seni aptal ayı! Ne yaptığına bak! Sikeyim, çok soğuk! Mert, kapat şunu!”

 

Mert birazdan gülmekten ikiye ayrılabilirdi, ihtimal veriyordum. Sinirden ve soğuktan kıpkırmızı olmuş suratımla bakışlarımı Mert’ten çekip Armağan’a çevirdiğimde, tahmin etmediğim kadar yakınımda olması işleri daha da zorlaştırdı. Adamın üstüne düşmüştüm. Baya baya üstüne. Bakışlarım önce alnına yapışan ıslak saçlarını, sonra bal rengi güzel gözlerini buldu. Bu zehirli andan çıkmak istedim… gözlerim bana ihanet edip dudaklarını yokladı. Aceleyle bakışlarımı kaçırdığımda, onun da dudaklarıma baktığını görmek beklediğim, belki de en son şeydi.

 

“Buradan bakınca küvetin içine düşmüş birbirine yapışık iki ıslak fareye benziyorsunuz.”

 

Mert’in sesiyle hayat normal akışına döndü. Mert’in telefonunun flaşı patladığında aceleyle küvetin zeminine ellerimi yaslayıp kalkmaya çalıştım. Elim kaydı ve o saçma klişe an yaşandı: kayıp tekrar Armağan’ın üzerine düştüm. Neyse ki bu kez yüzlerimiz aynı hizada değildi. Armağan’ın boğuk sesiyle doğrulduğumda, adamı az daha göğüslerimle boğacağım ihtimaliyle yüzleşmem gerekti. Yüzümün rengi kırmızıdan mora evrilirken hızla oturur pozisyona gelip küvetten çıktım. Armağan’ın öksürdüğünü duysam da dönüp arkama bakmadan salona gidip ellerimi belime yerleştirdim.

 

“Abla! Adam fenalaştı, yine bir haller oluyor buna.”

 

Mert’i duymamazlıktan gelip, koltuğa oturdum. Nasıl yüzüne bakacaktım şimdi?

 

Armağan’ın boğuk sesini işittim.

 

“İyiyim ben, bir şey yok.”

 

Kısa süre sonra Armağan’la Mert salona geldiğinde, Armağan’ın üzerini değiştirdiğini fark ettim. Üzerime bir havlu atıldığında, şaşkınlıkla kafamı kaldırdım. Armağan birkaç adım ötemde, saçlarını kurularken bakışları dışarıdaydı.

 

Teşekkür etme kısmını ağzımda gevelemeyi tercih edip, havluyla önce saçlarımı kurutup, sonra omuzlarıma sardım.

 

“Gençler, bu kadar surat asmayın, alt tarafı biraz ıslandınız.”

 

Mert’e öfkeyle bakıp, ağzımı oynatarak onu öldüreceğimi söyledim. Bana öpücük attığında,omzumdaki havluyu ona doğru fırlattım. Neyse ki tam suratına isabet etmişti. Memnuniyetle arkama yaslandığımda Armağan’la bakışlarımız kesişti. Bana anlayamadığım bir ifadeyle bakıyordu, sanki bir şeylere anlam vermeye çalışır gibi.

 

Boğazımı temizleyip dizlerimi karnıma çektim.

 

“Neden bu kadar içtin? Ölmeye mi çalışıyorsun?”

 

Acı acı gülümsedi.

 

“O kadar şanslı bir adam değilim, sadece içmek istedim.”

 

Bacaklarımı yere geri indirip iki elimle koltuğa tutundum.

 

“İyi halt ettin! Derdin ne, Armağan, söylesene. Kendini düşünmüyorsun, o kısmı anladık ama Mert’i de mi düşünmüyorsun? Sana daha yeni kavuştu, ölerek mahvetmek istediğin kendi hayatın mı, yoksa onunki mi?”

 

Söylediklerim içinde bir şeyleri uyandırmış olmalı ki kafasını kaldırıp gözlerime baktı, ardından da Mert’e.

 

“Bok gibi bir abiyim, değil mi? Mert, benimle sahip olduğun sayılı anıların çoğunda hasta bir adamım, sızmış, hatta ölmek üzere.”

 

Mert yavaş adımlarla ilerleyip Armağan’ın yanına oturduktan sonra kolunu omzuna attı.

 

“Hiç de değil, sahip olabileceğim en iyi abisin. Bana baktığında gözlerinin içindeki sevgiyi görebiliyorum, bu bana yeter. Ama fikrimi soracak olursan, canlı daha çok işime yararsın. Hangi abi kardeşine araba alır ki? Sen benim en sevdiğim abimsin.”

 

Armağan gülümseyip kaşlarını kaldırdı.

 

“Başka abin olmadığı için olmasın?”

 

Mert ona bilmiş bilmiş bakıp başıyla beni işaret etti.

 

“Diğer abimle daha tanışmadın sen tabi, arada birlikte berbere gidiyoruz, bıyık, sakal, ne varsa toplatıyoruz. Sen de bize katıl.”

 

Utançla kıpkırmızı olurken yanımdaki yastığı Mert’e fırlattım.

 

“Benim bıyığım yok Mert, alık mısın?”

 

Mert attığım yastığı yakalayıp kucağına yerleştirdikten sonra dedikodu pozisyonu alıp omzuyla Armağan’ın omzuna vurdu.

 

“Kör zavallım, göremiyor. Sen de çok üzerine gitme, he, de geç. Ben öyle yapıyorum.”

 

Armağan gülmemek için kendini sıkmaktan birazdan patlayacaktı. Sinirle oflayıp ayağa kalktım.

 

“Kardeş olduğunuz ne kadar belli, ikiniz de akılsızsınız!”

 

Arkamı dönüp banyoya doğru yürümeye başladım. Arkamdan salak saçma gülüyorlardı ve geri dönersem ikisini de öldürmem ihtimal dahilindeydi. Banyoya girip kapıyı arkamdan sertçe kapattım. Lavaboya uzanıp elimi yüzümü yıkayacaktım ki, lavabonun kenarına bırakılmış katlı kıyafetleri gördüm. Armağan üzerimi değiştirmem için bırakmış olmalıydı. Kendime engel olamayıp gülümsedim. Bir anda aklıma gelen şeyle aynanın içine kadar girip dudaklarıma baktım; bıyığım falan yoktu İşte , rahatlayarak bir nefes verdim. Olsaydı rezil rüsva olurdum.

 

Hızla üzerimi değiştirip kendi kıyafetlerimi katladıktan sonra banyodaki rafın üzerine bıraktım, eve giderken unutmamayı umdum. Armağan’ın benim için bıraktığı kıyafetler kendi kıyafetleriydi muhtemelen çünkü içine Mert’le beraber sığmamız muhtemeldi. Neyse ki siyah eşofmanın bilekleri lastikliydi, yoksa arkamdan sürüklenebilirdi. Aynı renkteki tişörtünden bahsetmek istemiyordum bile. Sadece bunu giysem de elbise görevi göreceğine emindim.

 

Umursamayıp banyodan çıktıktan sonra salona ilerledim. Mert telefonundan bir şeyler izliyor, Armağan mutfakta sanırım su içiyordu. Yavaş adımlarla yanına yaklaşıp kalçamı tezgaha yasladım. Gelişimle bakışlarını üzerimde gezdirip gülümsedi.

 

“Yakışmış demek isterdim ama annesinin kıyafetlerini giyen küçük kız çocuklarına benzemişsin.”

 

Ukalaca gülümseyip kollarımı göğsümde bağladım.

 

“Değil mi? Sana katılıyorum ama biraz normal bence. Sonuçta insanlar genelde senin boyutlarında olmaz.”

 

Tamamen bana dönüp oda arkasındaki tezgaha yaslandı.

 

“İnsan olmadığımı mı ima ediyorsun?”

 

Kısılan bakışları ve eğlendiğini belli eden gülümsemesiyle bu kadar yakışıklı görünmesi hiçbir koşulda mantıklı değildi.

 

“İnsan olduğunu mu ima ediyorsun?”

 

Dedim, hafiften öne eğilip. Oda bana ayak uydurup hafiften üzerime doğru eğildi. Aramızdaki boy farkı şimdi daha aşikardı.

 

“Yerinde olsam, ayı benzetmesi yaptığım bir adama kafa tutmam. Senin için sonuçları iyi olmayabilir.”

 

“Yapma ya, öyle mi diyorsun? Ne olacakmış, sonucu bakalım, gel teke tek hadi.”

 

İşaret parmağımı göğsüne vururken, beni tişörtümün ensesinden tutup kaldırdığında şokla küçük bir çığlık attım. Ayaklarımı savurup tekme atmaya çalıştığımda, beni kendinde biraz uzaklaştırdı ama bir şeyi hesap etmemişti ki, ben o şeyde oldukça iyiydim. Ellerimi saçlarına geçirip sertçe çekiştirdiğimde, acıyla inleyip küfür etti.

 

“Saçını başını yolacağım.”

 

“Delimisin sen? Mahalle kavgası mı bu? Bıraksana saçımı!”

 

“Sen bana kenar mahalle kızı mı dedin az önce?”

 

Beni tekrar yere bıraktığında, saçlarını bırakmadığım için kafasını eğmek zorunda kaldı. Gülümsediğini gördüğümde sorgulamam gerekiyordu ama büyük elleri saçlarımı kavradığında vaktim olmadı. Şaşkınlıkla ağzımdan bir nida yükseldi. Sıkı tutuşu canımı acıtmıyordu, aksine sadece saçımın bir ucundan tutmuş gibiydi.

 

“Ne alakası var? Ben öyle bir şey demedim. Savaşmak istiyorsan savaşalım ama kaybeden ben olmayacağım, yazık olacak sarı saçlarına.”

 

Mert’in sesi duyulduğunda ikimiz de aynı anda başımızı ona çevirdik. Mert gülerek bize bakıyordu.

 

“Çocukluğumuz beraber geçseydi nasıl olurdu diye düşünmeme gerek kalmıyor, sayenizde aynen böyle geçerdi.”

 

Merti kale almamaya karar verip tekrar Armağan’a döndüm.

 

“Bırakıyor musun yoksa seni döveyim mi?”

 

Omuz silkti.

 

“Önce sen bırak.”

 

Mert gelip ellerimizi birbirimizin saçından ayırdığında öfkeyle Armağan’a baktım.

 

“Zaten benim gibi bir hanımefendi, senin gibi birinin seviyesine düşmemeliydi. Büyüklük bende kalsın.”

 

Burmumu havaya dikten sonra saçımı savurup koltuklara doğru ilerledim.

 

“Ulan nasıl büyüklük sende kalsın? Saçımı yoluyordun az önce, hareketlere bak, hanımefendiymiş! Pabuçumun hanımı!”

 

Arkamdan geldiğini duysam da onu umursamayıp kendimi koltuğa bıraktım.

 

“Doğru, İrem daha hanımefendi, maşallah.”

 

Dedim kinayeyle. Oda yanıma oturduğunda gözlerini bana çevirdi. Bakışlarına bir hüzün oturduğunda kaşlarımı çattım. Bu halindense saçımı çektiği halini tercih ederdim, en azından o anlarda mutluydu.

 

“İrem karmaşık bir kadın.”

 

Dedi, ellerini boynunun altına koyup bakışlarını tavana çevirirken. Gözlerimi devirmeden edemedim .İrem mi karmaşık bir kadındı? İrem dümdüz karaktersiz bir kadındı.

 

“İrem’in hangi kısmı karmaşık? Bence çözmesi epey basit biri çünkü kısa zamanda ben onun ne olduğunu anlamışken senin anlamıyor olman karmaşık asıl.”

 

Derin bir nefes aldı, daha çok iç çekmeye benziyordu.

 

“Görmediğimi mi düşünüyorsun, Eleni? Aptal bir adam değilim, sadece aşığım ve bu bebek meselesi kafamı kurcalıyor… Neyse, ne boşver.”

 

İlgiyle yerimde doğruldum; istediğim konuya giriyordu yavaş yavaş.

 

“Hayır, neyse deyip bu konuyu kapatamayız. Seni huzursuz eden şey neyse bana anlatabilirsin çünkü ben de huzursuz oldum bu konudan.”

 

İstemeye istemeye o da doğruldu.

 

“Aslında nasıl anlatabilirim, bilmiyorum ama yani İrem’le ben… O şekilde anlarsın işte, hiç o kadar yakınlaşmadık ama İrem aksini söylüyor.”

 

Sert çehresine inat, kızaran yanaklarına baktım. Dışarıdan bu kadar tehlikeli görünen bir adamın içinde böylesine yumuşak bir kalp olması hayret vericiydi.

 

“Madem yakınlaşmadınız, İrem nasıl aksini iddia edebilir ki?”

 

Başını iki yana sallayıp arkasına yaslandı.

 

“Bilmiyorum, Eleni. Kendimde olmadığımı, o yüzden hatırlamadığımı söylüyor ama az önce gördün, kendimde değilken kolumu dahi kaldıramıyorum. Ben böyle bir şey nasıl olmuş olabilir, aklım almıyor.”

 

Sıkıntıyla iç çekti.

 

“Az önce gördüğüm Armağan gözünü bile açamıyordu. Fikrimi sorarsan, bu bebek olayının kenarında kıyısında bile değilsin. Başka bir şey var ve seni de bunun içine dahil etmeye çalışıyor Armağan. Eğer körü körüne ona inanmaya devam edersen, yıllarını kendine ait olmayan bir çocuğa babalık yaparak geçirebilirsin. Bu bir felaket olur.”

 

Başını onaylarcasına salladı. Bir şeylerin farkında olması beni anlamsızca sevindirmişti. Kandırılmasına seyirci kalmak zaten canımı sıkıyorken, bir de her şeye inanıyor olması beni daha da sıkıntıya sokardı. En azından sorguluyordu.

 

“Bence İrem konusunda tetikte olmalısın. Hareketlerini izleyip sana yalan söyleyip söylemediğini anlaman mümkün.”

 

Dedim yumuşak bir sesle. Üzerine gidersem ters tepeceğinden çekiniyordum. Mert, içerden bağırarak telefonumun çaldığını haber verdiğinde, ayaklanıp telefonumu aldım. Tunç arıyordu. Tunç’la buluşma meselesi tamamıyla aklımdan çıkmıştı.

 

“Seni aramayı unuttum, ufak bir işim çıkmıştı.”

 

Dedim, salona dönerken. Armağan kaşlarını kaldırıp elimdeki telefona baktı. Kendimi koltuğa bıraktım.

 

“Aramayınca merak ettim, buluşacak mıyız?”

 

“Buluşabiliriz, saat çok geç sayılmaz. Konum at bana.”

 

“Atıyorum birazdan. Duyacaklarına ne tepki vereceğini çok merak ediyorum.”

 

“Ben de.”

 

Telefonu kapatıp kafamı kaldırdığımda, Armağan’ın çatılmış kaşları görüş alanıma girdi. Ne oldu anlamında göz kırptığımda, boğazını temizledi.

 

“Randevun vardı galiba, alıkoydum seni de.”

 

“Vardı ama sorun değil, telafi edilmeyecek bir şey değil sonuçta.”

 

Ağzının içinde bir şeyler mırıldandı ama anlayamadım.

 

“Tabii telafi edersin, sonuçta ne olacak? Kim bu herif?”

 

Soru biçimi kaşlarımı çatmama sebep oldu.

 

“Tunç oluyor o herif.”

 

Kaşları havalanırken çenesini sıktığını gördüm, sandım ama anlam veremedim.

 

“Tunç, benim arkadaşım olan Tunç mu?”

 

Oflayıp arkama yaslandım.

 

“Kaç tane Tunç var, Armağan? Hem neden sorguya çekiliyorum şu anda, ne mana?”

 

“Sorguya falan çekmiyorum. Tunç pek ilişki adamı değildir, o manada yani senlik bir tip değil. Uzak dur bence.”

 

Dedikten sonra kollarını göğsünde bağlayıp gözlerini kaçırdı.

 

“Öyle ya da değil, farz edelim öyle. Sana ne oluyor, sen bunlara kafa yorma.”

 

Öfkeyle ayağa kalktığında irkilemeden edemedim.

 

“Zaten bana ne? Kızım, Mert’in abisi olduğum için senin de abin sayılırım. Tabii merak edeceğim kiminle görüştüğünü. Başına bir iş alırsın falan, Mert üzülür. Mert üzülürse, ben de üzülürüm.”

 

‘Senin de abin sayılırım’ sesi kafamın içinde yankılanırken, bunun beni neden bu kadar etkilediğini düşünmek istemedim. Neden içimde bir şeyler çatırdamış gibi hissediyordum?

 

“Çok haklısın Armağan abi, uyarını dikkate alacağımdan emin olabilirsin. Tunç’a karşı dikkatli olacağım, çok düşüncelisin.”

 

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Tam konuşmak için ağzını aralamıştı ki, arkamı dönüp portmantonun olduğu kısıma doğru yürümeye başladım. Çantamı alıp ayakkabılarımı giymeye başladığımda, Mert’in sesini duydum.

 

“Hop! Nereye gidiyorsun kız? Bensiz?”

 

Zaten sinirliydim, hiç uğraşamazdım.

 

“Tunç’la buluşacağım, Mert. Bu gece burada kal.”

 

“Ne alaka abla? Zaten kalacaktım, abim iyi olana kadar. Ama sen niye kal diyorsun, işkillenmeme sebep oluyorsun? Tunç’u eve mi atacaksın? O yüzden mi beni istemiyorsun? Bekle beni, ahlaksız kadın. Ben de geliyorum, o dingili bu sefer perişan edeceğim.”

 

Armağan öksürmeye başladığında, yanlış anladığını fark ettim. Eğer duygularımız bir raddeden sonra vücut bulabilseydi, benim içimdeki öfke tam şu an yanımda duruyor olurdu. Sinirle Armağan’ın portmantonun üzerinden ki klasik ayakkabılarından birini elime alıp ağırlığı el yordamıyla ölçtükten sonra, Mert’in kafasını isabet alıp fırlattım, tam on ikiden!

 

“Bana bak, Mert! Seni gebertirim, yettin artık sen. Kes sesini, ben kesersem bir daha konuşamayacaksın, yoksa! Edepsiz, eve gelme, öldürürüm seni, duydun mu beni?”

 

Mert, Armağan’ın arkasına saklanmış bir yandan kafasını ovuşturuyordu.

 

“Tamam ablacım, niye kızıyorsun? İyi eğlenceler sana, öptüm çok.”

 

U dönüşü yapması gözlerimi devirmeme sebep olurken, saçımı savurup evden çıktım.

Tunç’un attığı konuma kısa sürede ulaştıktan sonra konumun gösterdiği kafeye geçip, Tunç’un çoktan gelip yerleştiği masaya ilerledim. 5-6 masanın anca sığdığı küçük, şirin bir yerdi.

Tunç, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle ayağa kalkıp beni sarılarak karşıladığında gerilmeden edemedim. Bana bu kadar yaklaşmamasını, hareketlerimle belirttiğim gibi, sözlü de ifade etsem, adam inatla anlamıyordu.

 

“Ee, Tunç, anlat bakalım neymiş öğrendiğin bu önemli şeyler?”

 

Tunç, boğazını temizleyip konuşmaya başladı.

 

“Bebek kesinlikle Armağan’dan değil, İrem’in ağzını biraz aradım, Armağan’ın da öyle. İkisinin anlattıkları çok tutarsız, İrem bir şeyler çeviriyor.”

 

“Ve? … Zaten bunları tahmin ediyorduk.”

 

“Bebeğin babasının kim olduğunu öğrenmeye çalışacağım—”

 

Elimi masaya sertçe vurdum. Tunç, böyle bir şey beklemediğinden olsa gerek, irkildi.

 

“Tunç, bunu yapma! Ben salak değilim, öyleymişim gibi davranma sakın. Bebeğin senden olduğunu da, İrem’le aranızdaki pislikleri de biliyorum.”

 

Yüzü korkuyla gerildi.Tam konuşmaya devam edecekken çalan telefonumla elimi cebime attım. Mert arıyordu. Çağrıyı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüm.

 

“Abla, abim yine kötü oldu, geri dönebilir misin?”

 

Arkadan Armağan’ın sesini işittim, fısıldayarak bir şeyler konuşuyordu.

 

“Çok kötü de bayıldı, ölüyor galiba de…”

 

Armağan’ın kısık sesi gülmeme sebep olurken, bakışlarımı yerde tutmaya devam ettim.

 

“Domuz gibi, senin abin, hiçbir şeycik olmaz. Gelemem ben , kapatıyorum.”

 

Telefonu kapattıktan sonra, yüzümdeki gülümsemeyi silip sert bakışlarımı Tunç’a çevirdim.

 

“Korkma, Armağan’a hiçbir şey söylemeyeceğim, söyleyemem. Siz umurumda bile değilsiniz, arkasından çevirdiklerinizi duyarsa, ona bir şey olmasından korktuğum için söylemem. Bu yüzden bana oynamayı bırak.”

 

Tunç, boncuk boncuk terliyor, yüzüme bakmaya çekiniyor gibi, başını kaldırmıyordu.

 

“Şimdilik gündemimiz bu. Bebeğe ne olacağı… Bu işin sonunda hayatı kaydığına tek üzüldüğüm o masum bebek olur. O yüzden aklını başına topla ve bir karar ver. Armağan, gerçekleri bir süre bilmemeli ama işin sonunda ona bunları kendin anlatacaksın. O adamın, dostunun, gözünün içine baka baka aşık olduğu kadınla yattığını, ondan bir çocuk yaptığını sen söyleyeceksin. Yaptığın pisliği sen temizleyeceksin.”

 

Tunç, panikle ayaklandığında, kollarımı göğsüme bağlayıp oturduğum yerden ona baktım.

 

“Ne diyeceğim, Eleni? Söylesene! Sen, İrem’den bir kırıntı sevgi beklerken eriyordun, ama ben onunla yatıyordum yıllarca. Seni İrem için teselli ederken arkandan ondan çocuk bile yaptım! Bunları mı söyleyeceğim? Benden her şeyi iste, dünyaları ayaklarına sereyim ama bunu yapamam. Eleni, o benim tek dostum.”

 

Ben de sinirle ayağa kalktığımda, bir iki adım geriledi, histeri krizine girmiş gibi titriyor, gözlerinden yaşlar akıyordu.

 

“Ona hala dostum derken utanmıyor musun? Hiç mi ar yok sende? Söyleyeceğimi söyledim, şimdi ağlamayı kes, otur. Timsah gözyaşlarını İrem’e sakla, o yer belki. Asıl konumuza gelelim.”

 

Elini, kolunu nereye koyacağını bilemez bir halde yerine oturdu. Gözlerime, ona acımamı bekler gibi bakıyordu. Acımazdım, ihanetin affı olmazdı.

 

“Esas konumuz şu, Tunç: Armağan, kalp nakli için sıradaya başvurdu mu?”

 

Tunç başını hayır manasında iki yana sallayıp, koluyla gözlerini sildi.

 

“Onun yerine İrem’le birlikte başvuru yaptık ama o çok kızdı, iptal etti. Nakil ameliyatı olmak istemiyor.”

 

Sıkıntıyla iç çektim. Kalbini paramparça etmek için elinden geleni yapan insanlar ona yeni bir kalp vermek istemişti demek ki , kahpelik parayla değildi. Nasıl olsa, Tunç tekrar konuştuğunda, düşüncelerimden sıyrılıp bakışlarımı ona odakladım.

 

“Latif amca… Onun kalbi Armağan’a uyuyor. Armağan’la felaket bir kavga ettikleri zaman, Latif amca kendi ağzıyla söylemişti: ‘İşlerin başına geçeceğini bilsem, iyi bir evlat olacağını bilsem, seni biraz sevsem, bu kalbi söker sana verirdim.’ Demişti. Bana bile dokunmuştu söyledikleri. Çok net hatırlıyorum.”

 

Kaşlarım hayretle kalktı. Demek Latif Bey’in kalbi Armağan’a uyumluydu…

Loading...
0%