@buzlarkralicesi
|
-12- / 1 Yatağında tarlası yanmış köylü gibi otururken oldukça üzgün ve düşünceliydi. Yediği tokadın bir önemi yoktu, hak ettiğinin gayet farkındaydı. Ama sorun şuydu ki, Alara'yı çok kırmıştı. Ona karşı birtakım duyguları olduğunu kendinden gizlemeyi bırakalı uzun zaman olmuştu. Ama iş Alara'ya açılmaya gelince tökezliyordu. Eskiden bir kadına karşı yalanlar söylemek, numaradan aşkını itiraf etmek hiç de zor değildi. Hatta arkadaşları arasında bu konunun eksperi olduğu da bilinen bir şeydi. Şimdi neden bu kadar zorlandığına anlam veremiyordu; Alara'nın tepkisinden korktuğu için mi, yoksa duyguları gerçek olduğu için miydi bu korkusu? Öte yandan aralarında sahte de olsa bir evlilik muhabbeti geçtiği an ürpermişti. Hemen evlilik teklifinin kâğıt üzerinde olacağını açıklamak zorunda hissetmişti kendini. Sanki gerçekte Alara'yla evlenmek istemiyormuş gibi... Doğrusu, bu konuyu daha önce düşünmemişti. Evet, genç kıza karşı bazı duygular beslediği doğruydu ama evlilik bambaşka bir şeydi. İnsanlar yıllardır tanıştığı kişilerle evlendiklerinde bile yürütemiyordu bazen. Nitekim onlar Alara'yla tanışalı daha 1 yıl bile olmamıştı. Evlilik kelimesi onu yeterince korkuturken tüm bunları düşünmek ciddi manada tüylerini ürpertiyordu. Her şey bir kenara, Alara'yı da çok kırmış, üzmüştü. Bu kalp kırıklığını nasıl iyileştireceğini bilmiyordu. Çünkü daha önce hiçbir kadının kalp kırıklığını giderme girişiminde bulunmamıştı, hiçbir kadını bu kadar önemsememişti. Belki de en büyük aptallığı buydu; kadınları bir oyuncak olarak görmek. Allah da kalbini kırdığı tüm kadınların beddualarına karşı onu böyle cezalandırıyor olmalıydı. Hak etmediğini söylerse büyük yalan olurdu. Hak etmişti, kabul. Ama Alara'yı üzüp kırmak istediği son şeydi ve onun kendisi yüzünden şuan ağlıyor olabileceği ihtimali bile yüreğini burkuyordu. Onu çok önemsiyordu. Onun sevinmesi veya üzülmesi hayatında büyük bir yer ediniyordu. Bundan sonra onu hep mutlu etmek istiyordu ama içindeki bu bitmek bilmeyen korkular... Evlilik korkusu, bağlanma korkusu, kısıtlanma korkusu... Korkular, korkular, korkular... Hayatını yöneten bu aptal korkulardan arınmanın bir yolu olmalıydı. Öyle ki, bu korkular sevdiği kadını sonsuza dek mutlu etme isteğine bile engel oluyordu. Bazen kafasını duvarlara vurup kendine gelmek istese de aslında bunun hiçbir faydası olmayacağını biliyordu. Elbette bu durumu kafasının içinde halletmeliydi ancak duvarlara vurarak değil, hangi duygularına daha çok önem verdiği konusunu masaya yatırarak. Yani Alara'yı mı daha çok önemsiyordu yoksa bu saçma sapan korkuları mı? Buna bir karar vermeliydi. En önemlisi olsa da tek derdi bu değildi. Daha ailesine söylediği yalanı temizlemesi gerekiyordu. Ve bu yalanı nasıl toparlayacağına dair en ufak bir fikri yoktu. Ailesi onu "Gelinimizle tanışmak istiyoruz." diye sıkıştırırken mantıklı düşünemiyordu. Onların karşısına çıkarabileceği türden yapışkan olmayan ve işin ciddiyetini kavrayabilecek bir kız yoktu ve şuan bunu düşünecek durumda da değildi. Çünkü bir şekilde Alara'nın gönlünü alması gerektiğinin farkındaydı. O an anladı ki, başkasına ihtiyaç duymaksızın kendi başını belaya sokma konusunda tam bir dünya markasıydı. ♚ ♔ ♚ Eşiyle karşılıkla koltuklarda otururken aniden elindeki gazeteyi indirdi ve karısına baktı yaşlı adam. "Kesin böyle kendi gibi ipe sapa gelmez bir kızı getirecek karşımıza, bak gör!" "Biraz önyargılı yaklaşmıyor musun Orhan? Daha önce bir sürü hatası olmuş olabilir, kabul. Ama onunla telefonda konuşan sensin ve bana çok değiştiğini söyleyen yine sendin. Şimdi niye durduk yere celallendin? Kızı bile tanımıyoruz daha." Kendisi bile söylediklerine karşı tereddüt ederken ikna edici olmaya çalışıyordu. Oğlunu canından çok severdi, ancak itiraf etmesi gerekirse daha önce hiç işe yarayan mantıklı bir karar verip anne babasını gururlandırmamış bir çocuktan bahsediyorlardı. Eşinin böyle kuşkuyla yaklaşması çok normaldi. Yine de gıyabında konuştukları için oğlunu korumak geçiyordu ana yüreğinden. "Belki de bu kız gerçekten aklını başına getirmiştir, oğlumuzu sorumluluk sahibi edip değiştirmiştir. Olamaz mı?" "Söz konusu Burç olunca maalesef olur diyemiyorum Ferhunde, kusura bakma." "Bu defa oğluma güveniyorum ben. Aşk insanı değiştirebilir, bunu biliyorsun. Belki de bu defa Burç gerçekten aşkı tatmıştır ve değişmiştir. O kızla evlendiğine göre..." Karısının sözlerini geçiştirir gibi gözlerini kısıp gelişigüzel başını salladı ve "Biz yine de dereyi görmeden paçayı sıvamayalım." dedi yalnızca. Umutlanıp hayal kırıklığına uğramak istemiyordu Orhan Bey. Öte yandan bu oğlunun yapacağı türden bir şey değildi, farkındaydı. Bir kızla yıldırım nikâhıyla evlenmek... Böyle bir şeye ancak aşk sebep olabilirdi. Ama bu işte şüphe uyandıran bir şeyler de olabilirdi. Açıkçası serseri oğlundan her şeyi bekliyordu yaşlı adam. Ya onları kandırmak adına yalan söylediyse, belki de bir kız bulup yalandan evlenmişti! İşte bunlar tam da oğlunun yapabileceği türden şeylerdi. Belki günahını alıyordu, abartıyordu. Hatta belki de karısını elinden tutup el öptürmek için eve getirdiğinde bu söylediklerinden utanacaktı, kim bilir. Ne de olsa insanların gözünde güvensiz bir babaydı. Ama Burç tüm bunları hak etmek için yeterince zemin hazırlamamış mıydı? Fütursuz olaylara karışıp serserilik yapmış, her gün başka bir kızla çapkınlık yaparak gazetelere çıkmıştı. Orhan Bey ona güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu bir kez daha anladı. Bu yüzden gözüyle görmeden inanmayacaktı. Hatta şüpheli bir durum sezerse gözüyle görse bile inanmayacaktı. Burç'tu bu, her şey beklenirdi. ♚ ♔ ♚ Holde yürürken öyle heyecanlıydı ki, bir ara ayaklarının titrediğine bile şahit olmuştu. Olaylar henüz tazeyken Alara'nın karşısına çıkmak ne kadar doğruydu, tartışılırdı. Ama bu gece rahat uyuyabilmek için onun mutlu olduğunu bilmeye ihtiyacı vardı. Ayrıca kalbinde gezinen bu uslanmaz duyguyu daha fazla içinde tutamazdı. Ona olan duygularını -adı aşk mıydı ya da her neyse işte- genç kıza açmanın vakti gelmişti de geçiyordu bile. Zaten onu kızdıran en önemli şey de bu olmalıydı; kendisinin sürekli duygularını açıklar gibi olup açıklayamayışı, hislerinin arkasında durmayışıydı. Tabiri caizse dönek erkekler, kadınların en nefret ettiği erkek tipiydi. Bunu bilecek kadar kadınları tanımış olmasına rağmen âşık olduğu kişiye karşı böyle toy ve sersemce davranması da ayrı bir ironiydi, bu konuya girmiyordu bile. Usulca çaldı kızın kapısını. Onun "Kimsiniz?" sorusuyla iki saniyeliğine duraksadıktan sonra "Oda servisi." diye seslendi. Burç'un sesini tanıyan Alara ise siniri geçmiş gibiydi ama kırgınlığı hâlâ tam gaz devam ediyordu. "Ha ha ha, çok komik." dedi alaycı bir ses tonuyla. Bu çocuk komik olduğunu mu sanıyordu? Peki ya yakışıklı, karizmatik, mükemmel ve âşık olunası? Eh, o zaman yanılıyor sayılmazdı. Tabi öküz, davar ve camış gibi bilumum hayvanın yapmayacağı türden hayvanlık yaptığı da bir gerçekti ama... "Hadi ama kapıyı açmayacak mısın?" "Açmayacağım!" "Alara, lütfen..." "Defol git buradan!" "Ama konuşmamız gerekiyor. Sana kendimi affettirmek istiyorum." "Konuşacak bir şeyimiz yok." Alara'nın itiraz mekanizmasını aşmak sandığından da zordu. Ama Burç da bu defa göründüğünden daha kararlıydı, bir şekilde kendini affettirip duygularını açmak için gelmişti buraya. "Var! Dev bir öküzlük yaptığımın farkındayım ve sana kendimi affettirmek istiyorum ne olur aç kapıyı hadi." Bir süre hiçbir cevap gelmeyince genç kızın ikna edilmeye hazır olduğunu düşünerek bastırmaya karar verdi. "Alara lütfen bak ben seni ve duygularını çok önemsiyorum ve seninle bu konuyu konuşmak istiyorum. Hadi aç kapıyı da konuşalım, böyle kapı ağzında olmaz çünkü. Anlatacaklarım önemli." İnatçı ve aksi bir ses tonuyla "Seninle ve anlatacaklarınla ilgilenmiyorum, anlasana! Şimdi git buradan." diye bağırdı kapının arkasında bekleyen adama. Öyle kırılmıştı ki, kolay kolay iyileştirilemez bir kırgınlıktı bu. Canına tak etmiş gibi bağırmaya başladı Burç. "Senin için duygularımın hiçbir önemi yok mu, ha? Sana karşı hissettiklerimin önemi yok mu? Uykusuz gecelerimin bir önemi yok mu?" Artık başkalarının onu duyması falan umurunda değildi. İsyan eder gibi çıkmıştı sesi. Alara'ya kendini affettirmeden, ona duygularını anlatmadan buradan gitmeyecekti. İçinden bir şeyler kopsa da "Yok!" cevabını verdi kız. Sesi sert ve umursamaz çıkmıştı. "Hadi, git şimdi." "Gitmiyorum!" Yaklaşık on saniye suskun bir biçimde kapının önünde bekledikten sonra genç kızı ikna edemeyeceğini anladı ve hevesi kırılmış bir biçimde arkasını dönüp gitmeye hazırlandı. Ama yapamadı, yapamıyordu işte. Duygularına arkasını dönüp gidemiyordu. Alara gibi yapmayı, umursamayıp arkasını dönmeyi çok istiyordu ama yapamıyordu. Bu defa olmuyordu işte. Tekrar kapıya döndü ve "Biliyor musun? Sen bir korkaksın!" diye bağırdı. Etraftaki odaların duyup duymadığı umurunda bile değildi. Tek düşündüğü, bu sözleri muhatabının duyup duymadığıydı. "Duygularına sahip çıkamayacak kadar korkaksın! Birinin seni sevmesinden deli gibi korkuyorsun! Kalbinin kırılmasından... Ama şunu bil, hayat korkup bir odaya sinmek için çok kısa! Hayat aşktan kaçmak için çok kısa, anladın mı? Çok kısa! Tamam, ben de korkuyordum ama bu korkularımı yenmeye karar verdim. Korkarak hiçbir şey elde edemeyiz, biraz cesarete ihtiyacımız var. Elbette seveceksin, kalbin de kırılacak, bağırıp çağıracaksın, ağlayacaksın! Ama yaşayacaksın Alara, yaşamak zorundasın! Çünkü hayat bu, her şey olabilir. Sadece şunu bil ki... Ben senin kalbini bilerek kırmam. Asla yapmam bunu! Ben çok değiştim, görmüyor musun bunu? Hiç yapmadığım şeyleri yapıyorum ben! Senin için... Seni mutlu etmek için... Çünkü seni seviyorum." Bir süre suskunluğunda boğuldu ve hiçbir şeyin değişmediğini görünce umutsuzca arkasını döndü. Gitme vakti gelmişti. Karşısında sevmeye cesareti olan biri yoktu, ona da gitmek düşüyordu. İşin en kötü yanı, Alara'yı da suçlayamıyordu. Sonuna kadar haklıydı! Onun gibi bir pisliğe neden güvenecekti ki? O an kızabileceği tek kişi kendisiydi. Belki geçmişinde bu kadar çapkın bir züppe olmasaydı şimdi karşısındaki kadına kendini ispatlayabilirdi. Ama şimdi yalancı çoban gibi ortada kalakalmıştı. Defalarca evim yandı yalanını söylediği için şimdi gerçeğe kimseyi inandıramıyordu. Ne diyebilirdi ki? Ne yapabilirdi? Belki de bu onun ömür boyu çekeceği bir cezaydı. Kırdığı tüm kalplerin ahı çıkıyordu. Arkasını dönmüş bir adım atarken açılan kapı sesiyle olduğu yerde kaldı. Heyecanla dönüp kapıdaki kıza baktı. O korkak gözler aşkla cesaret bulmuş, kendisine bakıyordu. Sahi, başka çaresi var mıydı? Olmadığını biliyordu Alara. İlerde ardına bakıp "Keşke..." dememek için bu riski göze alıyordu. Eninde sonunda pişman olacağını bilse de bir cesaret adım atmıştı. İşin sonunda hep bir pişmanlık vardı zaten, en azından "Neden denemedim? Niçin aşktan kaçtım?" diye pişman olmayacaktı. O an ikisi de nasıl olduğunu anlamadan, hissettikleri çekime meydan okumadan birbirilerine koştular ve âşık dudaklar birbirini buldu. En fazla bir dakika süren bu an her ikisi için de bir ömür kadar uzun sürmüş gibiydi. Dudaklarını adamın dudaklarından çektiği an uzun uzun o yeşil gözlere baktı. "Burç Aksoy, eğer kalbimi kırarsan... İşte o zaman kafanı kırarım anladın mı?" Sevdiği kadının son sözüyle coşan adam "Asla pişman olmayacaksın!" diye haykırdı nefes nefese. Tüm gücüyle sıkı sıkı sarıldı kıza. Kollarından ayrılıp temkinli bir ifadeyle sağ işaret parmağını sallayan Alara'nın "Son derece ağırdan alacağız. Önce güvenimi kazanman lazım." demesi üzerine güldü. Uysal bir biçimde başını salladı. "Tamam. Merak etme... Göreceksin, tüm sınavlarından geçeceğim. Pişman etmeyeceğim seni..." "Bunu zaman gösterecek. Unutma, tek hatanda her şey biter." "İkinci bir şansa ihtiyacım olmayacak, söz veriyorum..." Tekrar doya doya sarıldı kıza. Şuan onun tehditleriyle değil de verdiği şansla ilgileniyordu. Öyle mutluydu ki... O an bir söz verdi kendine, Alara'ya onu gerçekten sevdiğini ispat edecekti ve onu asla üzmeyecekti. Artık bambaşka bir hayat bekliyordu onları. İkisi için de aşkın miladıydı bu gece. ... |
0% |