Yeni Üyelik
38.
Bölüm

۝ B: BTBP || 27

@buzlarkralicesi

-27-

Burada ne aradığını hâlâ bilmiyordu Alara. Dün Nilüfer'i arayıp kibar bir ret cevabı aldığında yalnız kaldığını düşünmüştü. Bir süre de öyle olacağını. Ancak akşam kızlardan beklenmedik bir telefon almıştı. Yarın eğlenmek için ona bir tekne gezintisine çıkmayı önermişlerdi.

Nilüfer "Dün seninle ilgilenmediğimiz için kızmıyor muydun? Taçmin bugün tekneyle açılıp kız kız kafamızı dinleyelim dedi. Ben de seni yalnız bıraktık diye biraz şenlenirsin dedim, fena mı? Hadi hazırlan, sabah erkenden gelir alırız seni." diyerek emrivaki yapmıştı. Zaten o emrivaki yaptığında Alara'nın hayır demesi pek de mümkün olmuyordu.

Ağzı çok iyi laf yapan Taçmin "Hem düşünsene, denizin ortasında huzurlu bir tatil. Maviliklerin arasında tüm derdini unutursun valla. Sessiz, sakin... Huzur bulursun." gibi büyülü sözlerle kendisini kandırmayı başarmıştı. Adeta müşterisine tur satmaya çalışan bir personel gibi süslü süslü dil döküyordu. Esasında şüphelenip "Hani senin sınavın vardı?" diye sormuştu. Çünkü daha o günün sabahında Nilüfer işleri olduğunu, Taçmin de sınavlarının başladığını söylüyordu. Birdenbire üzerine üşüşen bu ilgi biraz şüphe uyandırmış olsa da hem Taçmin'in "Sınavlarım senden daha önemli değil. Hem daha 1 hafta var, çalışırım. 1 günden bir şey olmaz." dediği için, hem de yalnız kalıp Burç'u daha fazla düşünmek istemediğinden bu teklifi daha fazla reddedememişti.

Ve buradaydı işte. Kızlarla teknede oturup sohbet ediyordu. İşe de yaramıştı aslında. Şimdiden huzur bulmaya başlamıştı. Açık hava, güneş, oksijen... Dalga seslerinden başka bir şey duymuyordu. Gerçi hâlâ tuhaf bir şeyler olduğunu sezinliyordu ama bunun bir paranoya olduğuna kendisini ikna etmeyi başarmıştı sonunda. Ne de olsa her şeyi abartmakta üstüne yoktu.

Nilüfer hayranlıkla etrafı seyrederken "Ne iyi ettik de geldik, değil mi Alara?" diyerek burada bulunmalarının ne kadar keyifli olduğunu vurgulayarak genç kıza teklifi kabul ettiğine pişman olmayacağını hissettirmeye çalıştı.

"Evet, ne yalan söyleyeyim başta biraz şüphelenmiştim ama bu hava değişikliği bana da iyi geldi. Ne zamandır ihtiyacım vardı böyle bir şeye."

Bozguna uğramış bir yüz ifadesiyle "Aşk olsun," dedi Taçmin. "Bize de mi güvenmiyorsun? Hem bunda şüphelenecek ne var?" Biraz daha zorlarsa çarpılacaktı. Sonuçta öncesinde de, şuan da çevirdiği entrikalar ortadaydı.

"Özür dilerim ama iyi ki boşanıyorum partisini Burak'a hangi kuşlar söyledi acaba?"

Taçmin hafif tereddütlü bir ifadeyle "Canım, o öylesine ağzımızdan kaçmıştı." diyerek savunmaya geçiverdi hemen. Kaş göz işaretiyle Nilüfer'in ayaklanmasını sağladı. Planın asıl bomba kısmına gelmişlerdi. "Neyse, sen içecekleri hazırla biz geliyoruz."

"Nereye?"

"İçeride birkaç şey almıştık yemek için. Onları getirelim."

"Tamam."

Genç kız Nilüfer'in kolunu kavradığı gibi içeri girdi. Zekice planlarını gerçekleştirmek için son bir adım kalmıştı, mesaj attıkları Burak'ın cevabı gelir gelmez ayaklandılar, merdivenlerden yukarı çıktılar. Burç'a görünmeden suç ortaklarını alıp dışarı çıkmalıydılar.

♚ ♔ ♚

Burç ve Burak da o esnada dümenin başındaydılar. Burç, henüz başına geleceklerden habersiz bir biçimde yakın arkadaşıyla sohbet ederken biraz havasının değiştiğini, rahatladığını hissedebiliyordu. Başta reddetse de tüm o stresli günlerin ardından bu gezinti çok iyi gelmişti.

Burak ise olaya emek verdiği başarılı bir plan olarak bakıyordu. Bu yüzden akşam aklına gelen ilk parlak fikirle önce kızları arayıp telekonferans yapmış, planın detaylarını kararlaştırmıştı. Sonra da Burç'u arayıp "Yarın erkek erkeğe tekneyle açılalım, ne zamandır yapmıyorduk valla. Hem ikimizin de kafası bozuldu bu son yaşananlardan sonra." diye teklifte bulunmuştu.

Melankolinin zirvesinde gezen arkadaşı başta "Hiç havamda değilim Burak ya." tarzı itirazlarda bulunsa da Burak'tan kurtulmak o kadar kolay değildi.

Arkadaşını suçlayıp kendisine borçlu hissetmesini sağlayarak bu işi kolayca çözebileceğini bilen adam. "Ya hadi ama!" diye ısrar etmekten çekinmedi. Onun yumuşak karnını, nelere hayır diyemeyeceğini biliyordu en nihayetinde. "Senin yüzünden nezarethanelere düştük. Bana bunu borçlusun."

Sonunda zoraki de olsa bir "İyi be, tamam." onayını almıştı. Tartışmaya da gücü yoktu zaten.

Zafer yine Burak'ındı. Ona hayır denmesi mümkün değildi zaten. Plan ise gayet basitti. Bu iki inatçı keçi bir şekilde ikna edilip tekneye getirilecek, sonrasında bomba planı kuran ekip sessiz sedasız buluşup tekneden inecek. Çift, gerçeği fark ettiğinde ise çok geçtir çünkü tekne çoktan açılmış olacak. Eğer bir aksilik çıkmazsa denizin ortasında bir teknede baş başa kalan bu iki inatçı keçi sonunda konuşmak zorunda kalacaktı.

Neyse ki planın ilk aşaması yolunda gitti, telefonu kapattıktan yarım saat sonra kızların müjdeli mesajını almıştı. Alara başarıyla ikna edilmişti. Kendisi de Burç meselesini kolaylıkla hallettiğine göre planın ikinci aşamasını eksiksiz uygulamalıydılar. Hiçbir pürüz olmamalıydı.

Kızlardan beklenen mesaj gelince Burç'a "Sen tekneyi çalıştır, ben bir aşağı inip geleceğim." dedi. Şansı yaver gelmişti ki dostu nereye diyerek üsteleyip kendisini bahane uydurmak zorunda bırakmamıştı. Kızlarla sözleştikleri yerde buluşup tekneden tam vaktinde indikleri an rahat bir oh çektiler. Arabaya giderlerken Taçmin'in "Sence bu plan işe yarayacak mı?" sorusuyla alaycı bir ifadeyle güldü. Kendinden oldukça emindi. "Benim kurduğum bir plan nasıl işlemez Allah aşkına?"

"İşte zaten sen kurduğun için tedirginim ya."

"Sen portakalda vitaminken biz bu işlerle uğraşıyorduk bıcırık."

"Bana bıcırık deme Burak!"

Keyifle kahkaha atarak "Hadi binin arabaya." dedi. Kendini her şeye hazırlamıştı. Hatta tekneden indikten sonra en yakın arkadaşı Burç'un kendisini döve döve öldürüp ayağına taş bağlayarak denize atmasına bile. Yeter ki şu boşanma saçmalığı bir an önce ortadan kalksındı.

♚ ♔ ♚

Aradan epey bir zaman geçmişti. İçecekleri hazırladıktan sonra telefonda işle ilgili göndermesi gereken mailleri aradan çıkardıktan sonra telefonuna baktı.

Burak da aynı merakı yaşıyordu o an. Burak'ın ben bir aşağı inip geleceğim demesinin ardından yarım saatten fazla zaman geçmişti.

Tekne denize açılmıştı. Evli çift kendilerini ekip giden arkadaşlarını nerede diye düşünerek aramaya karar verince tam kamara girişinde karşılaştılar.

Alara şaşkınlıkla "Senin ne işin var burada?" diye sorarken bile karşısındaki adamdan cevap beklemiyor gibiydi. Çünkü o an bunun gerçek olmadığını, hayal gördüğünü düşünüyordu. Burç'u fazla düşündüğünden olsa gerek, onun hayalini görüyor olmalıydı. Fakat beklediği olmadı, kocası cevap verince şok oldu. Şuan koca bir gerçeğin içindeydi.

Burç ise "Asıl senin ne-" demesine kalmadan genç kadın tarafından sözü kesildi.

"Önce ben sordum!"

"Bu tekne bizim."

"Kimin diye sormadım, ne arıyorsun burada?"

İlgisiz bir ifadeyle göğsünü havalı bir biçimde kabartarak "Kendi tekneme gelirken sana mı soracağım?" diye söylendi adam. "Asıl sen ne arıyorsun burada, beni mi takip ediyorsun."

"Hoşt, sen kimsin? Niye takip edeyim ben seni? Taçmin ve Nilüfer'in davetlisiyim ben. Kafa dinlemeye geldik buraya... da onlar şeye gitti. Şeye..."

Tüm olayı o an anlayan Burç elleri ceplerinde "Anlaşıldı." diye mırıldandı. Demek ki Burak Efendi arkasından planlar kurmuş, onu satmıştı. Esasında buna kızması gerekiyordu ama istediği fırsatı ayağına getirdiği için sevinmişti bile. Hatta bunun için dostuna borçlanmıştı.

Olaydan şüphe duymakta ne kadar haklı olduğunu anlayan kadın olayı çözümlemeye çalışıyordu. Kocası ise içinde bulundukları karmaşıklığı çözme konusunda kendisinden önce davranmışa benziyordu. İfadesizce suratına bakan adama "Ne?" diye sordu. Ne olduğunu az çok tahmin edebiliyordu ama konduramıyordu kızlara. Hele Taçmin'in kendini savunuşunu hatırlayınca...

İkisi de aynı anda "Oyuna geldik." dedi. Anlamaları biraz geç olmuştu ama... Tekne çoktan açılmıştı.

Alara ise etrafına öfke saçıyordu. Aşağı yukarı volta atarken "Bunu bana nasıl yaparlar ya?" diye söyleniyordu. Kendi kendini dolduruyordu o an. "Gösteririm ben onlara."

Karşısında oturan Burç ise daha akılcı davranıyordu. Parmaklarını birbirine geçirmiş "Belli ki oturup salim kafayla konuşmamızı istemişler." derken öfkeyle kendisine dönen Alara'nın hışmından korunmak için dua etmekten başka çaresi yok gibiydi.

"Konuşacak bir şeyimiz yok bizim. Geri dön."

"Ne?"

"Tekne kullanmayı biliyorsun değil mi?"

"Tekneyi buraya ben getirdim, elbette biliyorum."

"Tamam, geri dön o zaman."

Alaycı bir ses tonuyla "Emredersiniz majesteleri!" dedi Burç genç kadının inadını kırıp duvarlarına erişmek çok zor görünüyordu. Üstelik öyle kalın duvarlar örmüştü ki tüm bunları aşıp ona ulaşsa bile onu ikna edebileceğini sanmıyordu.

"Dalga geçme Burç, hadi geri götür bizi."

O an ısrar etmek, konuşmak için fırsat yaratmak istiyordu ama Alara'nın tavırları öyle kırıcıydı ki, kendini açıklamaya ne hâli vardı ne de isteği kalmıştı. Karşısında dinlemeye açık biri yoktu ki. Sürekli suçlayan, bağırıp çağıran, tüm açıklamalara sağır olan kırgın bir kadın vardı. Bu yüzden genç adam da "Ben de sana meraklı değilim." diyerek kestirip attı.

Burç geri dönmek için gerekli hazırlıklarla ilgilenirken biraz rahatlamışa benziyordu kız. Burada daha fazla onunla mahsur kalmayacaktı. Kalmamalıydı da zaten. Çünkü sürekli onu düşündüğüne göre biraz ikna etmeye çalışsa söylediği tüm saçmalıklara inanmaya hazırdı. Koruma mekanizması kırılmak üzereydi. Ancak bir şeylerin ters gittiği, hazırlıklarla uğraşan adamın yüzüne yansıdığında endişeyle "Ne oldu?" diye sordu çekinerek.

"Yakıt bitti."

"Nasıl yani?"

"Öküz Burak, davar Burak yakıt doldurmayı unutmuş demek!"

Ellerini beline yerleştiren kız Burç'u ezmek için bulduğu bir fırsatı daha gecikmeden kullandı. "Tekne benim diye caka satmasını biliyorsun, yakıtını doldursaydın!"

"Açılma fikri Burak'tan gelmişti, ne bileyim ben doldurdu sandım! Hep onun yüzünden!"

"Başkalarını suçlamaya bayılırsın zaten, suçu hiçbir zaman kendinde aramazsın."

"Bu olayda ne suçum var şimdi?"

Alara ise "Ben genel olarak konuşuyorum." diyerek lafı ustalıkla çevirmeyi başardı. Belki kaçak dövüşmek yerine iki dakika oturup akıllı uslu bir biçimde konuşsalardı bu durumda olmazlardı. Ama ikisi de öyle inatçıydı ki, en çok da Alara.

"Arkadaş terk edilen benim, trip yiyen yine benim! bu ne yaman çelişki?"

"Neden terk edildin acaba?"

Kollarını iki yana açarak "Ha onun suçlusu da benim yani!" diye söylendi Burç. Bu kadınlardan korkulurdu doğrusu. Olayları kendi bakış açıların göre evirip çevirmeyi, kendi menfaatlerine göre şekillendirmeyi nasıl da güzel başarıyorlardı öyle. "Terk edildim, çünkü suçluyum öyle mi?"

"Aynen öyle!"

"Bence olay öyle olmadı küçük hanım. Olay tam olarak şöyle oldu, terk edildim çünkü duygularımla oynandı."

Alaycı bir ses tonu eşliğinde Alara "Hah, aferin! Gerçekten bravo!" diye alkışladı kocasını. "Oyna, oyna! Yine mağduru oyna! Yapmadığın şey değil nasılsa!"

"Mağduru oynamıyorum, ben zaten mağdurum!"

"Eğer bir boklar yemeye çalışmasaydın, arkamdan işler çevirmeseydin ve gözün dışarıda olmasaydı terk edilmezdin. Hatayı biraz da kendinde ara derim ben."

"Ne saçmalıyorsun kızım sen? Gözüm dışarıda falan değildi benim!" Onu kaybetmemek için söylediği ufacık yalanın çarpıtılıp bu duruma getirilmesi oldukça sinirlerini yıpratıyordu. Oysa o kızla gizli ilişki yaşayıp Alara'yı aldatmak için yalan söylememişti ki, o yalnızca yeni başlayan ilişkileri böyle saçma bir sebepten bitsin istememişti, hepsi bu. "Aramız iyiyken yok yere yine ilişkimiz bozulmasın diye söyledim ben o yalanı, keyfimden değil!"

"Yalan söyleyen herkesin bir bahanesi vardır zaten. Şimdi her şey çok daha iyi oldu çünkü değil mi, hiç aramız bozulmadı." Hayatında böyle saçma bir savunma duymamıştı Alara. Bunlarla daha fazla uğraşmak istemediği için kestirip atmayı tercih etti. "Neyse daha fazla tartışmayacağım seninle bunu. Hadi ara Burak'ı da gelsin alsın bizi buradan."

Sağ eli çaresizce ensesinde gezinirken karşısında kapı duvar bir biçimde duran karısına derdini anlatamayacağını anlamıştı. Henüz kendisini dinleyip sağlıklı bir biçimde konuşabilecek kadar sakinleşmemişti. Belli ki yeterince geçmemişti siniri. Telefonu eline aldı bezgince. Burak'ı arasa da bir türlü ulaşamıyordu. Mesaj atmayı denedi.

Kime: Orti

"Yakıtımız bitti Burak! Gel bizi al!!!"

Birkaç dakika sonra Burç'a gelen mesaj kanın beynine sıçramasına sebep olmuştu.

Kimden: Orti

"Kusura bakma abicim, sorunlarınızı çözmeden o tekneden inmek yok. Hadi gazanız mübarek, kılıcınız keskin olsun. ;)"

Dalga geçiyordu! Başına açtığı onca işe rağmen hâlâ dalga geçiyordu. Burç delirmesin de ne yapsındı? Öfkeyle tuşlara basarak yeni bir mesaj yazdı.

Kime: Orti
"Şu saçma olaya bir son ver ve gel bizi al yoksa bu tekneden indiğimde kan çıkacak."

Dakikalarca mesajına bir yanıt gelmesini bekledi ama yok, o yanıt asla gelmedi. Elinde telefonla sinirden sağa sola volta atma sırası ona gelmişti şimdi. "Ulan Burak, ulan Burak!" diye söylenmeye başladı öfkeden. Başta bu fırsatı ona sunduğu için sevinmişti hatta ona borçlandığını hissetmişti, kabul. Ama Alara asla onu dinlemiyordu ki, kendisine açık bir kapı bile bırakmıyordu. Bu onun için bir fırsat değil işkenceydi şuan. "Bile bile yakıtı az koymuş."

Kocasının öfkeli homurdanışlarına Alara'nın yanıtı gecikmedi. "Senin arkadaşından da böyle şeyler beklenir anca." Ona olan öfkesi böyle ufak tefek laf sokmalarla geçmiyordu ama ona karşılık vermeden de duramıyordu. Sanki onunla hiç konuşmamaktansa kavga ederek iletişim kurmayı tercih ediyordu. Tamamen onsuz kalmaktansa onunla kavga etmek daha eğlenceliydi kadın için.

Her zamanki alaycı ifadesiyle karısını alkışlarken kinayeli bir ses tonuyla "Bana laf sokmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun ya, helal olsun gerçekten!" dedi yalnızca. Bu tartışma böyle uzayıp giderdi.

Kollarını kavuşturmuş bir biçimde "Hak etmediğini iddia edemezsin." diyerek omuz silkti Alara. Neyse ki bu konuda vicdanı rahattı. Söylediklerini kelimesi kelimesine hak ediyordu züppe kocası.

Gözlerini karısının gözlerine dikti. "Eski Burç olsaydı..." Ona yaklaştı ve sahici bakışlarıyla sevdiği kadını süzmeye devam etti. "Hak ederdi." Aralarında bir nefeslik mesafe kalmışken "Yeni Burç, içinde aşk fırtınaları koparken böylesi bir cezayı asla hak etmedi." diye mırıldandı yalnızca. "O cezasını yeterince çekiyor."

Gözleri o büyüleyici bakışlarda kilitlenen kadın neredeyse kanacaktı söylediği her şeye. O kadar hazırdı ki... Tüm kalkanlarını indirmişti. Ona sarılmak istiyordu, onu öpmek ve onun kollarında huzur bulmak istiyordu. Ama tam bunları gerçekleştirmek istediği sırada yine aklına yaşananlar geliyordu. Burç'u baştan uyardığı hâlde onun göz göre göre yalan söyleyişini, ondan boşanacağı için parti yapışını, boşanma işlemlerini hızlandırmak isteyişini ve bunun gibi bir sürü şeyi... Tüm bunları aklından çıkarması mümkün olmuyordu ne yazık ki. Bir adım geriledi kontrollü bir tavırla. "Kaç kadına sıraladın Allah bilir bu yalanları." Ne de olsa o profesyonel bir playboydu, neden olmasındı ki? Kadınların kalbiyle top misali futbol oynamak onların ata sporu olmalıydı.

"Sana neden yalan söyleyeyim? Zaten evlendik, seni elde etmek gibi bir gayem olamaz."

Dürüstçe "Çünkü benden boşanırsan baban yine para musluklarını kesecek." dedi acımasız, duygusuz bir ifadeyle. Alara'nın her şeyi doğrudan söyleme gibi bir huyu vardı işte. Karşısındakinin kırılıp incineceğini düşünemiyordu o an için. "Ve sen de rahat rahat çapkınlıklarına devam edemeyeceksin. Hem karnım doysun, hem pastam dursun istiyorsun. Sen hem benimle evli kalıp hem de gününü gün edip çapkınlıkların tam gaz devam etmek istiyorsun. Bunu kendine itiraf et artık Burç. Sen tek bir kadına âşık olamazsın, sen kadın varlığına âşıksın."

Bu defa hiç olmadığı kadar kırılmıştı kalbi. Sevdiği kadının gözünde Burç Aksoy böyle biriydi demek? Aslında haksız da sayılmazdı. İlk tanıştıkları günü şöyle bir hatırlıyordu da... Eskiden çapkın, para için babasının sözünden çıkmayan bir zengin serserisi olduğu doğruydu. Ama bunca zaman âşık olduğu kadın onu tanıyamamış mıydı, değişimini fark edememiş miydi gerçekten? Onun gözünden böyle görülmek ölümden beterdi. "Demek senin gözünde bu kadar ikiyüzlü, bu kadar aşağılık bir adamım..." O an öfkeyle Burak'a son bir mesaj attı.

Kime: Orti
"Eğer yarım saat içinde bizi almaya gelmezsen babana söylediğin tüm yalanları anlatırım. Beş parasız ortada kalmak istemiyorsan elini çabuk tut."

İstese Burak'ı tek cümlesiyle geri getirtebileceğini başından beri biliyordu ama bir ümit, içinde cılız bir ümit bekle diyordu. Sabret. Seni dinler, seviyorsa anlamaya çalışır. Ama olmamıştı işte. Olmuyordu. Daha fazla burada durmanın ikisine de faydadan çok zararı vardı. Git gide kırıyorlardı birbirilerini. Üstelik sevdiği kadın hiç tanımamıştı onu, anlamamıştı. Bu hepsinden daha öldürücü bir darbe olmuştu. Galiba en doğrusu gerçekten bitmesiydi. Birbirini anlamayan iki insan aynı yolda nasıl yürüyebilir, birbirilerinin hayatlarına nasıl dokunabilirdi?

Kocasının bakışlarındaki kırgınlığın parçalarını kendi yüreğinde hissediyordu. Bu acı bitmek bilmeyen bir acıydı. Kalbine cam kırıklarının batışı gibiydi, tarifi olmayan bir acıydı bu. Kırdığı yalnızca sevdiği adam değildi aslında, bu hamleyle kendi canını da yakmıştı.

Yarım saat boyunca hiç konuşmadan ayrı köşelerde yardım gelmesini beklerlerken ikisi de bu evliliğin bitmesi konusunda çaresizce hemfikir olmuştu. Daha fazla devam etmek demek, daha fazla acı çekmek demekti. Sonunu bildikleri bir kitabı tekrar okumak gibiydi bu.

...

Loading...
0%