Yeni Üyelik
39.
Bölüm

۝ B: BTBP || 28

@buzlarkralicesi

-28-

Yaşananların ardından günler geçmiş olmasına rağmen genç kız içindeki öfkeden bir türlü kurtulamıyordu. Kızlara ve Burak'a biraz bozuk atmıştı ama asıl kızdığı kişi onlar değildi. Hem Burç'a, hem de kendine kızıyordu. En çok da kendine. Neden onca yaşanan kalp kırıklıklarına, onca acı çekişlerine rağmen Burç'un söyleyeceği her şeye inanmak için hazırdı? Neden onu bu kadar çok seviyordu. Bunlar sinir küpü olması için yeterli bir sebepti onun için. Bu kadar iradesiz biri olamazdı o, aptal bir âşığa dönüşemezdi. Dönüşmemeliydi. Ani bir kararla abisini aradı. Bu boşanma işinin saklanacak tarafı kalmamıştı zaten. "Alo, abi..."

"Deli kız, ne yapıyorsun bakalım?"

"Abi ben boşanıyorum."

Telefonun diğer ucunda derin bir nefes veren Mete bir süre sessizliğini koruduktan sonra "Niye diye sormuyorum. Bu işin uzun sürmeyeceği belliydi." yanıtını verdi.

"Bana bir avukat bulur musun? Boşanma işlemlerine hemen başlamak istiyorum."

"İyi düşündün mü, emin misin?"

"Evet, düşündüm. Yeterince vakit kaybettim zaten."

"Tamam, Yalçın'la konuşayım sana dönerim."

"Sağ ol abi."

Sıcacık gülümseyen adam şefkatli bir ses tonuyla "Saçmalama bir tanem, benim senden başka kimim var? Elbette hep yanında olacağım. Sen benim tek kardeşimsin, en kıymetlimsin." dedi Mete. Kardeşinin ses tonundaki üzüntünün farkındaydı ama içinden bir ses bunun evli olduğu için değil, daha çok boşanacağı için olduğunu söylüyordu. Ne yani, evlendiği adama âşık mı olmuştu? İyi de o zaman niçin boşanıyordu? Burç mu istemiyordu. Kafasında sayısız soru işareti belirse de hiçbirini sormadı.

"İyi ki varsın abi."

"Sen de iyi ki varsın güzelim. Hadi sen bunları düşünme şimdi. Ben avukatı sana yönlendiririm."

"Tamam, görüşürüz." Telefonu kapattı. İçinde tüm enerjisini yok eden bir duygu kol geziyordu. Yanlış mı yapıyordu acaba? Belki de Burç tüm söylediklerinde samimiydi, yoksa o gün sayıp döktüğü onca şeye neden o kadar kırılmış olsundu ki? Belki de onu dinlemeliydi, onu anlamaya çalışmalıydı. Böylece gerçekten samimi olup olmadığını anlardı. Ama o ne yapmıştı, her zamanki gibi lafları adamın ağzına tıkmıştı. Öte yandan içinde kavgaya aç başka bir ses de haklı olduğunu söylüyordu. En doğrusunu yapmıştı o sese göre. Gerçekten seven insan baştan kaybetmeyi göze almazdı. Ama Burç göze almıştı.

Bu ikilemlerin arasında kaybolup giderken zil sesiyle yerinden sıçradı. Kapıyı açtığında kendisine gelen resmi zarfı imza atarak teslim aldı ve görevliye teşekkür edip telefonu kapattı. Merakla zarfa baktı. "Ne ki bu?" Zarfı muntazam bir şekilde olması gereken yerden açtı ve içinde dörde katlanmış kâğıdı çıkarıp okumaya başladı. Üzerinde hukuki terimler geçiyordu ama davacı kısmında Burç Aksoy ismini görünce neye uğradığını şaşırdı. Ne demekti bu şimdi? Burç ona boşanma davası mı açmıştı? İyi de neden? Yani evet, boşanmak istediğini söyleyen kendisiydi ama bu kadar acele etmeye ne gerek vardı? Elindeki zarfı ve kâğıdı bir kenara fırlattıktan sonra salonda volta atmaya başladı. Şuan hiçbir şey sinirlerini yatıştırabilecek gibi değildi.

"Bana boşanma davası açmış ya! Boşanma davası açmış! Hiç vakit kaybetmemiş!"

Oysa neler düşünmüştü. Ona haksızlık ettiğini, onu dinlemesi gerektiğini düşünüyordu beş dakika öncesine kadar. Ne kadar saftı, ne kadar aptaldı böyle. Burç'un umurunda bile değildi ki affedilmek! O tam da yüzüne karşı söylediği gibi babasının sağladığı imkânlara bağımlı, çapkın bir serseriydi hepsi bu! Alara'yı önemsediği için konuşmaya, kendini açıklamaya çalışmıyordu. Elindeki imkânları kaybetmemek için harcıyordu onca çabayı. Görünüşe göre açıklamaya çalıştığı gibi biri de değildi. İçinde iki kişilik taşıyordu ve bunlar asla eski Burç ve yeni Burç değildi, yalancı Burç ve daha yalancı Burç olarak ikiye ayrılıyordu.

Alnına vurarak "Aptal Alara! Salak Alara! Bir de hata mı ediyorum diye düşünüyordun! Al işte, al sana hata! Senin en büyük hatan bu adamla evlenmek geri zekâlı!" diye azarlıyordu benliğindeki o pamuk şeker, saf Alara'yı. Aniden aldığı kararla üzerine trençkotunu geçirdi ve çantasını aldı. "Ama ben ona gösteririm şimdi. Canına okuyacağım senin Burç Aksoy! Sen beni boşayamazsın, ben seni boşarım! Öyle boşanılmaz, böyle boşanılır!" Hazırlanıp evden çıkarken öyle öfkeliydi ki, önüne geleni dövebilirdi. Öfkesi yine kendi aptallığınaydı. İçinde savaşıp durduğu o aptal âşık Alara'ya.

♚ ♔ ♚

Burç ise şirketteki odasında camdan dışarıyı seyrederken Alara'yla boşanacakları gerçeğine alışmaya çalışıyordu. Böyle bir şeye nasıl alışılırdı ki? İnsan sevdiği kişiyi göz göre göre kaybetmeye nasıl alışırdı? Ancak teknede söylediği o sözler nasıl da cam parçaları gibi saplanıp kalmıştı kalbine, unutmuş muydu? O da unutulacak bir şey değildi. İnsan en ağır darbeleri yine en sevdiklerinden alıyordu işte. Sevdiği kadının onun hakkında neler düşündüğünü hatırlayıp bir kez daha öfkelendi, üzüldü, hayal kırıklığına uğradı. Aynı yerden bir kez daha kırıldığını hissetti. Her hatırladığında da böyle olacaktı bu. Sanki ona hiç kendini tanıtamamıştı. Ambalajının içinde yatan kişiyi asla gösterememişti. Ya da o görmek istememişti, bilmiyordu. Gerçekten hatanın kimde olduğunu düşünmekten yorgun düşmüştü.

Aniden açılan kapısıyla neye uğradığını şaşıran Burç, içeri karısının daldığını, peşinden de asistanının girdiğini görünce hayal görüp görmediğine dair ikilemde kaldı. Alara'nın burada ne işi vardı? neden bu kadar öfkeliydi, istediği olmamış mıydı?

Asistan "Efendim hanımefendiye beklemesini söyledim ama durduramadım." dese de oldukça mahcup görünüyordu.

Alara yırtıcı bir kaplan gibi "Ben onun karısıyım, karısı! Ne bekleyecekmişim?" diye cırlarken kendini ne denli kaybettiğini fark edip toparlandı. Şimdi adam hâlâ kendisini unutmadığını anlayıp gerim gerim gerinecekti. Oysa böyle bir şeye hiç gerek yoktu.

"Affedersiniz, ben eşiniz olduğunu bilmiyordum Burç Bey."

"Tamam, sorun yok. Sen çıkabilirsin." Asistan çıkarken genç adam yüzündeki hafif tebessüme engel olmaya çalışsa da Alara'nın "karısıyım" kelimesine takılıp kalmıştı işte. Madem karısıydın da, niye bu cillop gibi çocuğu boşuyorsun diye sormazlar mıydı adama? Soramıyordu işte. Kendisinin de yediği birtakım haltlar vardı ve suçunu inkâr edecek değildi. Işıltılı gülümsemesi soldu. Çok hevesli görünmemeliydi. Alara için ne demek olduğunu teknede yeterince açık bir biçimde öğrenmişti. Onun gözünde nasıl olduğunu en dürüst, en yalın, en dobra biçimde açıklamıştı karısı.

Üstünü başını düzelten kadınsa vakit kaybetmeksizin "Yani... Şimdilik karınım demek istemiştim." diyerek açıklamaya koyuldu.

Soğuk ve mesafeli bir ifadeyle başını salladı ve masanın karşısındaki koltuklardan birini gösterdi. "Oturmaz mısın?" Hiç Burç Aksoy gibi değildi. Onun gibi neşeli, keyifli, şakacı, eğlenceli.

"Oturmayacağım! Bir küçük hesabım var halledilecek."

"Neden geldin buraya, istediğin olmadı mı?"

"Boşanma davası açmışsın bana!"

"Bunu istememiş miydin?"

Alara "Hayır!" diye patladı bir an. Öyle dürüst ve samimi bir cevaptı ki, içinde saklamış olduğu duyguları açığa çıkarabilecek kadar güçlü çıkmıştı dudaklarından.

Hâliyle içi umutla dolan Burç sonunda beni dinleyecek herhâlde, diye geçirdi içinden. O an sevinçten yeşil uzaylı dansı bile yapabilirdi ama öncelikle bunu karısının ağzından duymalıydı. Daha önce böyle ümitlenip yere çakıldığı çok olmuştu. Bu da öyle bir an olabilirdi. Artık her şeye hazırlıklıydı. Alara'dan bir yumruk daha yemeye hazırdı. "Ne yani, boşanmak istemiyor musun?"

Kem küm ederek "Hayır, istiyorum!" diye kıvrandı kız. Şu saatten sonra itiraf edecek değildi herhâlde, değil mi? "Ama sen beni boşayamazsın anladın mı? Biri boşayacaksa ben seni boşarım! O davayı iptal et, ben açacağım davayı." Kendine bile itiraf edemediği bir şey vardı ki, bu da boşanmayı gerçekten istemediğiydi. Hatta davanın iptal olmasını bile egosundan istemiyordu, bu evliliği kurtarmak için zaman kazanmak istediğindendi hep. Ama bunu kocası olacak kibirli egoiste söyleyip gururla kabarmasını seyretmeyecekti elbette.

Keyifli bir ifadeyle elleri ceplerinde "Üzgünüm, ben önce davrandım." yanıtını verdi Burç.

"İptal et o davayı, ben açacağım!"

"Avcunu yalarsın." Çocuk gibi anlamsızca didiştiklerini ilk fark eden Burç olmuştu. Kendine çeki düzen verdi ve kavga sırasında yakınlaşıp burun buruna geldiği karısına uzun uzun baktı. "Boşanıyoruz Alara, çocuk oyuncağı değil bu. Eğer gerçekten boşanmak istemiyorsan böyle aptal oyunlara başvurma, bana söyle. Ben kendimi affettirmeye hazırım."

"Affettirsen ne olacak ki? Yine aynı hatayı yapacaksın."

Kadının bir milim ötede duran gözlerine ve dudaklarına bakarak "Hayır, yapmayacağım." derken saniyeler içinde birbirilerine yaklaştılar. Tam o anın büyüsüyle dudakları birleşecekken telefon sesiyle ikisi de uykudan uyanır gibi kendilerine geldiler.

Burç kendi telefonunun çaldığını fark edince arayanı da, telefonu da, ona bu oyunu oynayan evreni de beddua yağmuruna tuttu. İnşallah evrenden sekip tüm bedduaları kendisine dönmezdi, çünkü hayatı yeterince mahvolmuşken yeni felaketlere ihtiyacı yoktu. İçinden bir küfür savurarak telefonunu yanıtladı.

O sırada Alara da kendisine kızmaktaydı. "Kızım kendine gel, ne oluyor sana böyle?" İçindeki o âşık ve işe yaramaz kızı azarlıyordu çaresizce. Söz dinleyecek gibi değildi, kalbinin küt küt atış seslerinden kendisini duymuyordu anlaşılan.

Burç telefonu kapattığında yüzündeki sert hatlar yumuşamıştı. Herhâlde yaşanan o anın büyüsüyle vücudu da, beyni de, kalbi de pelteye dönüşmüştü. "Ailelerimiz akşam yemeğe geliyorlarmış."

"Eee, gelmeyin diyemedin mi?"

"Diyemedim tabi Alara, nasıl diyeyim? Ayrıca zorla davet ettirdiler kendilerini. Emrivaki yaptılar." Sağ elini ensesinde gezdirirken "Ne yapacağız? Ben o evde bile kalmıyorum." diye söylendi.

"Tabi ki mutluluk oyunu oynayacağız, ne yapacağız başka?" Gözlerini devirerek kinayeli ses tonuyla "Senin için zor olmasa gerek, oyunlar oynamayı seversin. Özellikle âşık rolünde Oscar ödülü alırsın gibi." diyerek laf sokmayı ihmal etmedi.

Abartılı bir ifadeyle ellerini iki yana açarak "Aaa kendini küçümseme canım, sen de âşık edip terk etme ve duygularla oynama dalında Altın Palmiye ödülünü açık ara farkla kaparsın. Yapmadığın şey değil nasılsa." diye karşılık verdi Burç.

"Bana bak!"

"Asıl sen bana bak!"

Yeni bir kavganın başlangıcı kapının çalışıyla bölünmüştü. İçeri giren yine Burç'un asistanıydı. O uzun bacaklı kırmızı kafaya da acayip uyuz olmuştu zaten. Kocasına "Ay karınız olduğunu bilmiyodooom!" derken takındığı ifadeyi hatırladıkça saçından tutup duvardan duvara çarpmak istiyordu. Hem bu kadar kısa etek, bu kadar dekolteyle ne yapmaya çalışıyordu ki bu şıllık? Hayır yani dosyaları gösterme bahanesiyle Burç'a dekolte ve frikik vermeye mi çalışıyordu ne yapıyordu yani?

"Efendim, Burç Bey ve yanında iki hanımefendi geldiler."

"Al içeri."

Ağzının kenarından "Şirket değil Fashion Tv mübarek. Dışarıdan bakan David Beckham sanır, içerde bir Fısfıs İsmail yattığını anlamaz." diye mırıldanarak söylendi.

Duyduğu ve hatta gizlide güldüğü hâlde belli etmeksizin "Bir şey mi dedin?" diye sordu Burç. Belli ki birileri hâlâ onu kıskanıyordu.

"Diyorum ki, yine ne yaptın? Burak ve çetesiyle bir olup beni kandırmak için yeni planlar mı kurdun?"

"Hiç işim gücüm yok, beni sevmeyen bir kadını elde etmek için oyun kuracağım öyle mi? Yönetmem gereken koskoca bir şirketim yok çünkü çam ağacıyım ben!"

"Bilemiyorum, senden beklenmeyecek şey değil."

İyi olacak hastanın ayağına gelen doktor gibi içeri bir şovmen edasıyla dalan Burak bir melodi tıngırdatırcasına ritimli bir şekilde "Gençler, sakin!" diye şakıdı. Yeni bir kavgaya müdahale etmenin tam sırasıydı. Yoksa bu tartışma da öncekiler gibi büyür giderdi. "Kimse kimseyle bir olup oyun çevirmiyor. Ayrıca ben çeteme sizin gibi IQ'su düşük kişileri almam. Özel olarak oluşturulan bir ekibiz biz."

Burç dostuna tehditkâr bir biçimde "Senin ağzını bir yamultayım da gör kimin IQ'su piston gibi nasıl aşağı düşüyor." dedi dişlerinin arasından.

Tehditleri hiç de umursuyormuş gibi görünmeyen adam sözlerine kaldığı yerden devam etti. "Biz sizinle konuşmaya geldik. Alara'nın buraya geldiğini Nilüfer söyledi. Biz de sizi birlikte bulunca fırsatı kaçırmayalım dedik. Hadi bir yerlerde oturup şu konuyu konuşalım."

"Konuşulacak ne kaldı ki?"

Baştan mızıkçılık yapacağını belli eden Alara'ya ikna edici bir ifadeyle karşı çıktı Taçmin. "İtiraz kabul etmiyoruz. Bakın şu karşıdaki kafede oturalım. Konuşularak çözüme kavuşmayacak hiçbir şey yok. Yeter ki inatçılık yapmayın."

"Cidden uzattıkça uzattınız yani. Gelin çözelim şu işi." diyerek onayladı Burak. Bu çocuk ruhlu iki inatçı keçinin pek laftan anlamayacağını düşünse de son kez çabalamaya karar vermişlerdi. Yoksa bu evlilik yok yere yitip gidecekti.

Bir şekilde ikna edilen çift kafeye geldiğindeyse birbirilerine öldürecekmiş gibi bakıyordu. Üstelik çıt yoktu. Konuşmaya dair hiçbir çaba görünmüyordu ortada. Belki Burç karşısında dinleyecek birini görse biraz ılımlı olabilecekti.

Bu duruma bir son vermek isteyen Nilüfer "Konuşun diye getirdik sizi buraya, susup gözlerinizle birbirinizi dövün diye değil." dedi kesin bir dille.

Burak onaylarcasına "Evet, bu iş çok uzadı." diye ekledi. Her zamanki umursamaz tavrını takınırken çok da ciddiye alınması mümkün değildi aslında. "Hayır, bana göre hava hoş. Ben bekârlıktan yanayım ama..." Son sözlerin masadaki barışçıl konsepte pek de uygun olmadığını fark etmesi gecikmedi. Sağından Taçmin, solundan Nilüfer sıkıştırıp dirsek atınca dayanamadı ve konuşmasını "Ya barışın işte, bokunu çıkarmayın." sözleriyle bağladı.

Hiç gecikmeksizin "Tabi bekârlıktan yana olursun Burak Efendi, nasılsa kankacığın Burç'la birlikte organ mafyası gibi yaşamaya alışmışsınız. Kızların kalbini çalıp çalıp kaçıyorsunuz." dedi gözlerini kısarak.

Taçmin yengesinin sözünü "Haklı." diyerek doğrulasa da buraya toplanmaktaki asıl maksatlarını unutmamaları gerektiğini fark edip toparlandı. Eğer yine kızlar ve erkekler olarak gruplaşırlarsa barışmak şöyle dursun, yeni bir kavgaya sebebiyet verirlerdi.

Alara desteklendiğini görünce "Hayır keşke biraz olsun adamlık modasına uysanız da sevmek nedir öğrenseniz." diye devam etti. Tabi kocasının ciddi bir yüz ifadesiyle karşılık vereceğini beklemiyordu.

"Niye, tekrar tekrar kalbimi kır diye mi?"

"Kim kimin kalbini kırdı acaba?"

"Sen benim!"

"Hayır, sen benim! Burç, Sen bana yalan söyledin! Beni kandırdın ya."

"Sen de beni terk ettin, anlamadan dinlemeden..."

"Ne yapsaydım, madalya mı taksaydım?" Sesini yükseltip kafedeki diğer müşterilerin bakışlarını üzerinde hissedince sakinleşmeye çalışarak devam etti. "Sana bir şans verdim, son bir şans. Sordum. Yine yalan söyledin. Ne yapsaydım?"

"O dakikadan sonra yalanımı açığa çıkarmak seni kaybetmekten ve daha çok kırmaktan başka işe yaramayacaktı. Sen de arkamdan iş çevireceğine oturup dürüstçe konuşabilir, benden bir yanıt ya da bir açıklama bekleyebilirdin." Duraksadı bir an. Öfkeyle "Ya ben san evlenme teklifi ettim be!" diye patladı aniden. "Hiç kimseye yapmadım bunu. Kimseyi buna değer görmedim."

"Sonra ne yaptın? Yalan söyledin!"

"Sen de terk edip gittin! Silip attın yaşanan her şeyi bir çırpıda."

"Neden acaba?"

Burak "Ya bir sakin olun." diye araya girse de olan olmuştu bir kere. Çift aynı anda "Sen sus!" diye bağırınca oturduğu yere sinmekte buldu çareyi. "İyi be, yiyin birbirinizi. Al işte, evlenince böyle oluyor. Sonra vay efendim evlilik şöyle muazzam bir olay, bekârlık neden sultanlık bilmem ne..."

Kollarını kavuşturup gözlerini devirerek "Sen de evliliği kötülemek için bahane arıyorsun. Kimse size evliliğin Rio Karnavalı gibi olduğunu söylemedi." yanıtını yapıştırdı Taçmin.

Bu çenebaza laf yetiştiremeyeceğini anlayınca çözümü "Sus kız." demekte buldu Burak. Zaten bu kadınların muazzam çenelerine ulaşmak mümkün değildi ki! Hem bu kadar hızlı ve anlamlı hem de böylesine etkili ve ikna edici konuşmayı nasıl başarıyorlardı anlamış değildi doğrusu.

Alara ani bir kararla "Ya ben gidiyorum, bu meselenin çözülür yanı yok." diyerek ayağa kalktı. "Bitmiş bir olay bu." Nilüfer ve Taçmin'in engellemeleri hiçbir şey ifade etmiyordu artık.

Hele ki Burç "Bırakın gitsin. Kimseyi zorla tutamayız, bittiyse bitmiştir." dedikten sonra genç kadını burada tutan ne olabilirdi ki?

Göz pınarlarına kadar dolan gözyaşlarını itmeye çalışırken "Sana d gün doğdu zaten, istediğin buydu." dedi kadın. Onun gözünde güçsüz görünmek, istediği son şey bile değildi.

"Beni terk eden sendin!"

"Boşanma davasını açan da sen!"

Delirmenin eşiğinde olan adam "Bunu da sen istedin!" dedi çaresizce. Yüzündeki ifade karısının çift kişiliğine anlam verememenin şaşkınlığını taşıyordu. Bu kadını anlamak mümkün değildi.

"Sen de pek meraklıymışsın!" Ayağına kadar gelen fırsatı değerlendirmekten kaçınmadı Alara, kızlara döndü hışımla. "Yememiş içmemiş, gitmiş davayı açmış. Sabah evime kâğıt geldi ya!"

"Ya biz neyi tartışıyoruz şuan?"

"Neymiş benim burcum Alara Hanım?"

Her zamanki hazırcevaplığıyla "Öküz! Senin burcun öküz burcu!" diyerek çekip gitti. Daha fazla burada kalmanın bir anlamı yoktu çünkü ikisi bir araya geldiğinde konuşup bir şeyleri çözmekten ziyade kavgaya tutuşuyordu.

Burç da genç kadının gidişiyle olduğu yere yığıldı ve Burak'ın "Nasılsın?" sorusuna açıkça "Asfalta yapışmış sakız gibi." diyerek ayağa kalktı ve dağılmış bir hâlde mekândan çıkıp gitti.

Yine o efsane barıştırma planları yapan çete baş başa kalmıştı anlaşılan. Arkadaşının mutsuzluğunu gözlerinden okuyan Burak sıkıntıyla oflayarak elini saçlarının içinden geçirdi. "Mahkeme kararıyla mutluluğa erişimimiz mi engellendi ne oldu anlamadım ki! Bu ne biçim hayat ya?"

Ekip masada öylece kalakalmıştı. Herkesin enerjisi düşmüştü, yeni bir barıştırma planı yapmaya adeta korkuyorlardı. Fayda sağlamaktan çok zarara uğrattığı kesindi çünkü.

Kızların sessizce oturmuş düşündüğünü görünce "Farkında mısınız bilmiyorum ama boşanmaya çalışan çiftin velayetimiz kimde kalacak diye endişelenen çocukları gibi kaldık yine ortada." dedi mahzunca. Kızların gözlerine baktığındaysa plan kuran ışıltılardan ziyade çabalamaktan yorulmuş ve enerjisi tükenmiş iki insan görüyordu.

...

Loading...
0%