@buzlarkralicesi
|
-6- /2
Gözlerini araladığında inanılmaz derecede başı dönüyordu. Ağzında iğrenç bir tat vardı ve biran öğürme isteği duydu. Odasında kalan son içki kırıntılarını da içerek kafayı bulmuştu dün gece, o anları saniye saniye hatırladı. Öfkeyle çarşafı tekmeleyerek yataktan kalktı. Oda savaş alanına dönmüştü. Banyoya gidip yüzünü yıkadı. Aynada kendine baktığında, bir kadın için neden bu kadar canını sıktığını anlayamıyordu. İlk defa bir kadına karşı bu kadar kuvvetli şeyler hissediyordu. Ama bu, ona âşık olduğu anlamına gelmezdi. Gelmezdi, değil mi? "Umarım gelmiyordur." diye mırıldandı. Bir kadına bağımlı kalma hissi onu nefessiz bırakacak kadar etkiliyordu. O daha önce hiçbir kadın hakkında "O olmazsa olmaz, yaşayamam." dememişti ki! Nereden çıkıyordu bu kıskançlık nöbetleri? Bir saniye bile gözünün önünden gitmiyordu o adamın Alara'ya sarılma anı. Sağ elini ensesinde gezdirdikten sonra çaresizce saçlarını karıştırdı. Düşünmesi gereken daha önemli şeyler varken o Alara'nın yanındaki adamın sırrını çözmeye çalışıyordu. Daha sinirden dağıttığı bu odanın parasını bile ödeyemiyordu, artistliği kimeydi acaba? Kendi kendine ayar verdikten sonra üzerini değiştirip odasından çıktı. Aşağı indiğinde, o adamı tekrar bahçede Alara'nın yanında gördü. Dişlerini sıkarak sinirlerine hâkim olmaya çalışırken Alara'nın hiçbir şeyi olmadığını hatırlatıp duruyordu kendine. Bunu defalarca tekrarlamasına rağmen hiçbir tesiri yoktu işte, halâ o adamın ağzını burnunu dağıtmak istiyordu. Burç, "Hay Allah'ım ya, şu hale bak!" diye söylenirken buldu kendini. Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştı. İçinden yirmiye kadar saydı. Bu derin derin nefes alma ve içinden yirmiye kadar sayma yöntemi bir işe yaramıyordu. Burç halâ kırmızı görmüş boğa gibi sinirliydi, tıpkı çizgi filmlerde olduğu gibi beyninden hayali dumanlar çıkıyordu. Kızın bakışları kendisine doğru dönünce arkasına bile bakmadan, duraksamadan hızlı adımlarla yürümeye başladı. "Bana ne senin sevgilinden be! Bana ne!" diye söylendiğinin farkında bile değildi. Öfkeden kudurmuş küçük bir erkek çocuğu gibiydi tavırları.
♚ ♔ ♚
"Anladım Sinancığım, haber verdiğin için teşekkür ederim." Telefonu kapattığında birkaç saniye hiç konuşmadan derin derin düşünmeye başladı yaşlı adam. Yanına gelip "Ne oldu Ahmet Hamit?" diye soran karısına bir süre baktıktan sonra "Bizim mozaikçilerden Sinan aradı. Bodrum'daki otelde kalmış dün gece, iş için gitmiş oraya. Ve bil bakalım kimi görmüş?" diye söylendi. Bu aslında cevap verilmesi gereken bir soru değil, cevabını bildiği sorulardandı.
"Kimi görmüş?"
"Dün gece eve gelmeyen oğlumuzu!"
Afitab Hanım biran boş bulunup merakını saklayamayan bir ifadeyle "Öyle mi?" diye sorsa da, aynı saniyede tavrını değiştirmeyi başardı. Onu, kendisine hak vererek sakinleştiremeyeceğini öğreneli yıllar olmuştu. Özellikle evlatları söz konusu olduğunda adeta kaplan kesiliyordu bu yaşlı kurt. Oğlunun değimiyle yaşlı bir kurttu o; tepelerde tek başına asaletle uluyan yaşlı bir kurt. Kimseye minnet etmemiş, kendi gücüyle ayakta kalmayı başarmıştı. Bu yüzden çocukları karşısına geçip ona meydan okuyunca kaplan kesiliveriyordu, gözü hiçbir şeyi görmüyordu. İstifini bozmayan ve rahat ifadesini takınan kadın "Ne olmuş canım, kaç yaşında adam. Gider de, gelir de."
"En azından babasına haber verebilir değil mi? Ben şuraya gidiyorum, beni merak etmeyin diyebilir! Büyüdü de ailemizden sayılmadı mı yani? Afitab, söylemeyeyim diyorum ama hep sen yüz veriyorsun bunlara! Meydanı boş bulunca neler yaptıkları da ortada işte! Biri sözümü çiğneyip kendi düğününden kaçtı, diğeri orada burada fink atıyor ama bana bir alo bile demiyor."
"Abartıyorsun Ahmet Hamit. Bahsettiğin çocuk neredeyse 30 yaşında, bir de gelip dışarı çıkmak için senden izin mi istesin? Vallahi ayıp." Arkasını dönüp mutfağa doğru yürürken kocasının huysuz söylenmeleriyle gülmemek için kendini çok zor tuttu. O adamın gözünde çocukları hiçbir zaman büyümeyecekti, bunu biliyordu. Ama Ahmet Hamit Gürtap'ın da bilmesi gereken bir şey vardı; havalanmayı öğrenen evlatları bir gün yuvadan uçup gidecekti. Ve onlar artık kanatlarını kullanmayı öğrenmişti, uçmak için izin isteyecek değillerdi.
Mutfağa girdiğinde Kıymet Hanım yine birbirinden enfes yemekler yapıyor olacak ki, tüm mutfak leziz kokulara bulanmıştı. "Kolay gelsin Kıymet."
"Sağ olun Afitab Hanımcığım."
"Ne pişiriyorsun bize bugün?"
"Valla Mete'nin en sevdiği yemeği yapıyorum. Karnıyarıkla Pirinç Pilavı. Acaba yanına çoban salata mı yapsam, yoksa cacık mı?"
"Salata yap, ama Ahmet Hamit'inkine yağ koyma. Malûm, kolesterolüne dikkat etmesi gerekiyor. Kendisi dikkat etmiyor, bari biz edelim."
Onaylarcasına başını salladı kadın. Diğer yandan içi içini yiyen kadını "Sor hadi, sor!" diye yüreklendirmeyi de ihmal etmedi. Hanımını ondan bile iyi tanıyordu. Mete'yi çok merak etmişti belli ki. Neden Bodrum'a gittiğini sormak istiyordu. "Mete'yi soracaksın değil mi?"
Dayanamadı ve "Vallahi evet!" diye haykırdı. "Ahmet Hamit'e belli etmeyeyim diye göbeğim çatladı ama içten içe çok merak ediyorum. Mete oraya niçin gitmiş, sana bir şey söyledi mi?" Birkaç saniye düşünüp "Kız meselesi falan mı?" diye sorsa da, bunun çok ufak bir ihtimal olduğunu savundu kendince.
Afitab Hanımın dibine sokuldu ve "Söyleyeceğim ama Ahmet Hamit Bey bilmeyecek." diye fısıldadı.
"Tamam, söz!"
"Alara kalıyormuş o otelde. Onu görmek için gitti. Beni de sıkı sıkı tembih etti, kimseye söyleme sakın dedi. Ama size söylemeseydim olmazdı. Sonuçta anne yüreği bu, merak eder. Bizim Mete sıpası anlamaz ki!"
"Doğru dedin valla!" Durdu ve köşeye sıkışmış bir ifadeyle "Bu çocuklar bir gün öldürecek beni vallahi! Kendi başlarına iş yapıyorlar." diye söylendi. Öte yandan küçük kızının nasıl olduğunu deli gibi merak ediyordu. "Nasılmış Alara, iyi miymiş? Kilo vermiş mi?"
"O kadarını bilmiyorum, detaylı konuşmadık. Ama Mete gelince sorarız." Başını iki yana sallayarak yemeğini karıştırdı. "Evlat işte, başına bin türlü dert açar ama yine de düşünmekten kendini alamazsın."
"Onlar da evlatları olunca anlayacaklar. Bak ben burada Ahmet Hamit'i sakinleştireceğim diye dokuz doğuruyorum. Biri de gelip sormuyor sen nasılsın, iyi misin diye! Vallahi düşüncesiz bunlar Kıymet, zerre düşünce yok."
Mutfak duvarından ayrılıp salona geçtiğinde duyması gereken her şeyi duymuş, öğrenmesi gereken her şeye vakıf olmuştu. Camın karşısında oturduğu her zamanki koltuğa kuruldu ve gazetesini okumaya başladı. Demek Alara Hanım Bodrum'daki otelde keyif sürüyor, Mete'yse bunu bile bile sessiz kalıyordu öyle mi? "Siz görürsünüz..." diye mırıldanırken buldu kendini Ahmet Hamit Bey. O ne yapacağını çok iyi biliyordu. Her zaman bir b planı vardı ve bu defa da ava giden çocuklarını avlayacak bir fikirle aydınlandı. Mutfakta yemek yapan kadına "Kıymet Hanım, bana bir kahve lütfen!" diye seslendikten sonra keyifle arkasına yaslandı. Başını "Siz görürsünüz!" edasıyla sallarken "Oyun öyle oynanmaz, böyle oynanır." diye söylenmeyi de ihmal etmedi.
♚ ♔ ♚
Önündeki tabağı karıştırsa da tek lokma almadı, alamadı. Canı istemiyordu işte, midesi almıyordu. Keyfi kaçmıştı. Ağabeyinin öğle yemeğinden sonra gideceğini bilmek iştahını kapatmış, canını sıkmıştı. Kendisini şefkatli bakışlarla izleyen adam "Hadi ama yapma böyle." dese de boştu. O gidince Alara yine burada yalnız kalacak, sıkıntıdan patlayacaktı. Şımarık bir çocuk gibi dudak büküp omuz silkti.
Onun bu haline gülümseyen Mete, "Ben tekrar seni görmeye geleceğim. Boş vakitlerimde hemen buraya kaçacağım, söz." diyerek üzgün kardeşini teselli etti. "Ama böyle yapma, bak beni de üzüyorsun. Ben de seni bırakmak istemiyorum ama şu aşamada dikkat çekmemiz çok doğru bir adım olmaz. Sonuçta bizimkilerden saklanıyorsun, öğrenirlerse biteriz."
"Haklısın ama... Bilemiyorum ağabey, sizi çok özlüyorum. Babamı bile özlemeye başladım, düşün artık."
"Hadi ya, durum o kadar vahim mi?" Kahkahalarının ardı arkası kesilmiyordu fakat o da en az Alara kadar burulmuştu. Kardeşini burada bırakıp gitmek istemiyordu ama başka çaresi de yoktu. Burada bir günden fazla kalamazdı. Zaten şu bir gün bile öyle dikkat çekmişti ki, sabahtan beri telefonları susmamıştı. Babasından 37 cevapsız arama ve İstanbul'daki arkadaşlarından sayısız mesaj gelmişti. Alara'yla kahvaltıya oturduğunda telefonunu sessize almış, bir daha da açmamıştı. Şimdiyse son yemeklerini yiyorlardı, bu öğle yemeği bittikten sonra toparlanıp yola çıkacaktı. Ve gözünün arkada kalacağını bile bile gitmek zorundaydı. Şirkette biriken işler ve hesap sormak için bekleşen aile fertleri onun dönmesini bekliyor olmalıydı şu sıralar. Annesi meraktan deliye dönmüş bir köşede Kıymet'i sıkıştırıyor, babası salonda sinirden saçlarını yoluyor olmalıydı. Babasının o manzarası gözünün önüne gelince istemsizce gülmeye başlamıştı. Bunu fark eden kardeşi "Neye gülüyorsun sen, benden kurtulacak olmana mı?" diye bozuk atınca kahkahaları büyüdü. "Tabi ki hayır... Sadece, şuan babamın salonda meraktan ve sinirden saçlarını yolduğu sahneyi hayalimde canlandırdım da."
Ağabeyinin kahkahalarına eşlik ederken masalarının yanından Burç'un geçtiğini gördü. Elini uzatıp "Burç!" diye seslense de onun gergin yüz ifadesiyle karşılaştığında duruma anlam veremedi. Neden kendisine düşmanıymış gibi bakıyordu? Onun kadar komik ve kendisine laubali davranan birinin ilk defa bu kadar ciddi baktığını görüyordu. Yine de bu durumun üzerinde fazla durmadı. Ağabeyine "Bir arkadaşı gördüm, az sonra dönerim." dedikten sonra ayağa kalkıp iki adımda Burç'un yanında oldu. "Burç, n'aber?"
Umursamaz bir tavırla "İyilik, senden n'aber?" diye sordu.
"Ben de iyiyim. Bak, seni kiminle tanıştıracağım. Gel..."
Duyduğu cümleyle kaskatı kesilen adam ağzından çıkan "Yok artık! Bu kadarına da pes yani!" cümlesine mani olamadı. Bir de onu sevgilisiyle mi tanıştıracaktı yani? Bu durum karşısında sakin kalabileceğini hiç sanmıyordu.
Onun bu tuhaf tavrına bir türlü anlam veremeyen Alara "Ne oluyor?" diye mırıldansa da karşısındaki adamdan yanıt alamadı. "Ya ne oluyor Burç?" diye sordu tekrar. Kendisine cevap dahi vermeden yanından uzaklaşıp giden adamın arkasından bakakaldı. Yine neler oluyordu böyle? Durduk yere niye heyheylenmişti ki? Belki ona iş bulma konusunda yardımcı olur diye Burç'u ağabeyiyle tanıştırmak istemişti ama gördüğü muameleyle sinirden neredeyse saçlarını yolacak kıvamdaydı şuan. Hiçbir şey olmamış gibi ağabeyinin yanına döndü ve yemeklerine devam ettiler. İlerleyen saatler ona ölüm gibi geliyordu. Öğle yemeği bittiğinde ağabeyi odasına çıkıp toparlanmış, aşağı inmişti. Vedalaşmak için boynuna sarıldığında "Hiç ayrılmak istemiyorum senden." dedi.
"Hadi ama abartma. Ben yine geleceğim." Kız kardeşinin kollarından ayrıldığında "Kendine dikkat et." diyerek gülümsedi. Onun varlığı, dünyayı yaşanılır kılan tek şeydi Mete için. Kardeşlik onun için çok önemli bir kavramdı. Onun mutluluğu için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdı. Nitekim yapmıştı da. Yıllardan sonra sırf o mutlu olsun diye babasının karşısında durmuştu ve pişman değildi. "Bak, bol bol besleniyorsun tamam mı? Bu gelişimde epey zayıflamış gördüm seni, Afitab Hanım duymasın bence." Tehditkâr bir biçimde göz kırptı.
Gülerek başını salladı kız. "Tamam, tamam merak etme." Onun için her ne kadar zor olursa olsun "Hadi, artık git." diyebilmeyi başardı. "Geç kalacaksın yoksa."
"Tamam, kovma gidiyorum."
Son kez ağabeyine sarıldıktan ve el sallayarak onu uğurladıktan sonra odasına çıktı. Koridorda yürürken üzerindeki o hüzünlü havayı atmak için elinden geleni yapıyordu. O an masadan kalktığında saçma sapan davranan Burç geldi aklına. "Neymiş şunun derdi, bir bakalım." Söylene söylene Burç'un odasının önüne kadar gelmişti. Kapıyı çaldı ve bekledi. Bir türlü kapıyı açmayan adamın odasında olduğuna neredeyse emindi. Bu durum onu daha da sinirlendirmişti. "Burç! Aç şu kapıyı, içeride olduğunu biliyorum!" Birkaç dakika sonra kapıyı bornozuyla açan adam ciddi bakışlarını üzerinde gezdirdiğinde buz kesti.
"Açtım, ne olacak?"
"Ne bu tavırlar Allah aşkına?" Odaya girmeye çalışan kız, Burç'un kendisini durdurmasıyla şok olmuştu. Alara, "Ya, çekil şuradan!" diye iterek içeri girdiğinde öfkeden deliye dönmek üzereydi. "Böyle kapı ağzında mı konuşacağız, hayret bir şey ya!" İçeri girdiğinde odanın dağınıklığında boğulacakmış gibi hissetti. Yere serilen çarşaf ve yastıkların üzerinden dikkatlice geçerken "Niye böyle saçma sapan davranıyorsun Burç, söyler misin?" diye söylendi.
"Ben mi saçmalıyorum?" Kurumuş alt dudağını diliyle ıslattıktan sonra "Senin beni sevgilinle tanıştırman saçmalığın hangi Level'ı oluyor acaba?" diye söylenirken saçlarıyla kuruladığı havluyu yatağa fırlattı.
"Ne sevgilisi be, manyak mısın? Ne içtin sen?" Durumu yeni kavrayan kız sinirden çığlık atacak duruma gelmişti artık. "O benim ağabeyimdi, salak! Seninle de belki iş bulma konusunda yardımcı olur diye tanıştırmak istedim. Ama suç bende! Sana iyilik yapan şu salak kafam var ya, suç onda işte." Adamın önünden geçerken öfkeden kızarmıştı.
Genç kızı kolundan tutup durdururken beyni durmuştu. "Bir dakika, o senin ağabeyin miydi?"
"Ya ne sandın?"
Karizmatik bir biçimde gülümseyerek "Sen şimdi ben iş bulayım diye mi çırpındın, beni mi düşündün?" diye sorduğunda gururu okşanmıştı.
"Ne çırpınacağım be, salak!" Kolunu tutan adamı yatağa iterek kapıya doğru yürüdü. Yatağa savrulan adamın arsız kahkahalarla "Sen de az değilmişsin ha, iki dakikada yatağa attın beni çapkın kız." demesi üzerine gülse de belli etmemeye çalıştı. Arkası dönük bir biçimde odadan çıkıp koridorda yürürken kahkahalarıyla burayı çınlatmamak için kendini zor tutuyordu. Alara, "Bu çocuk gerçekten salak ya..." diye mırıldanırken sıcacık gülümsüyordu. Bunu fark eder etmez yüzü mahkeme duvarına döndü. "Ne oluyor be?" Bu şımarık çocukla ne ara bu kadar yüz göz olmuştu, anlayabilmiş değildi.
Tembelce yatağa yayıldığında tavana daldı bakışları. Alara'nın yanındaki adamın sevgilisi değil ağabeyi olduğunu öğrenmesiyle öyle rahatlamıştı ki... Öte yandan Alara'nın onu düşünmesi, ona iş ayarlamak için uğraşması sebepsizce mutlu etmişti. Alt dudağını ısırarak memnuniyetle güldü. Sonra içinde bulunduğu duruma uzaktan bakma imkânı buldu ve "Sanırım ayvayı yedim!" diye mırıldandı. Ev et, ayvayı yemişti. Bir kadına âşık olmuştu! Bu, hayatta yaptığı en çılgınca şeydi.
...
|
0% |