@buzlarkralicesi
|
-2/1- ❝Lâl❞ Kendime malın iyisinden anlıyorsun derken bunu kast etmemiştim. Ama belli ki bütün manyakları kendime çekme gibi gizli ve hiç kimseye faydası olmayan bir yeteneğim vardı. "Delirdin herhâlde. Tabii ki hayır." Aracın kapı koluna uzanırken adamın sesiyle duraksadım. "Akşama hazır ol, gelip seni alırım." Ben görünmez miydim acaba? Söylediğim hiçbir şey duyulmuyor muydu? İçimden mi konuşuyordum? Belki de karşımda tamamıyla hayır kelimesinden anlamayan biri vardı. Harika. Macera istiyordun güzelim, al sana macera. Bundan alâ macera mı olur? Her şeyi arkanda bıraktın. Geçmişini, eski yaşantını, her şeyini. Otostop çekerek geldiğin yerde başına mafya gibi bir bela aldın. Koca bar dolusu adamın içinde onu bulup dudaklarından öptün. Bir gangsteri peşine taktın. Daha nasıl bir maceraya atılabilirdin acaba. "Canım sen beni duymadın galiba? Hayır demiştim ben." Söylediklerimi duymuyormuş gibi devam etti adam. "Önce güzel bir akşam yemeği yeriz. Konuşuruz." dedi. "Belki seni ikna ederim." Kendine öyle güveniyordu ki hayır kelimesine tahammülü bile yoktu. Cazibesinin farkındaydı yani. Kim bilir ne kadar çok kadının kalbini çalıp peşinden koşturmuştu. Çoğu kadın siyah gömleğini dolduran kaslarına ya da kalbe atılmaya hazır bir ok gibi bakan gözlerine âşık olabilirdi. Evet, abartmıyordum bunu yapabilirdi. Ama ben değil. Hayır, ben olamazdım. "Bak canım benim, yakışıklısın anladık. Senin meraklıların da vardır şimdi. Mafyalardan, sert erkeklerden hoşlanan çok bu coğrafyada. Hadi tatlım bak sen onlarla ilgilen. Bir kere öptük diye de bu kadar yapışma rica edeceğim." Araçtan indim ve pansiyona geri dönerken adam "Akşam sekizde buradayım, hazırlan." diye emrederek yanıtımı bile beklemeksizin şoföre "Gidelim." talimatı verir vermez hızla yok oldu. Adamın yüzündeki ve sesindeki otoriterlik şaşırtmıştı. Neye şaşırıyorsam... Bana ne yapmam gerektiğini söyleyen insanlardan nefret ederim. Bu yüzden elbette onunla yemeğe falan çıkmayacaktım. Hiçbir güç beni onunla yemeğe çıkaramazdı. O gün Bodrum'u didik didik edip gezmek yerine bütün gün pansiyonda oturup kitap okudum. Sürekli saate bakıyordum. Acaba dediğini yapabilir miydi? Tabii ki yapabilirdi, deli misin Lâl? Peki, bu benim ne kadar umurumdaydı? Gözümü saatten ayırmadığımı sayarsak, tamamen umurumda olmadığını söyleyemezdim. Belki birazdan biraz çok umurumdaydı. Saat altıya geldiğinde hazırlanıp çıktım. Dün geceki gibi bir bara girdim ve eğlenmeme baktım. Manyak bir adam yüzünden günümü berbat edecek hâlim yoktu herhâlde, değil mi? Desem de inanmayın. Tabii ki onu düşünüyordum. Aklım hâlâ onun pansiyona gelip beni bulamadığında sinirlenme sahnesini perde arkasında canlandırıp duruyordu. Defalarca. Her bitişinde tekrar canlanıyordu zihnimde. İki bira içtiğimde biraz gevşemiştim neyse ki. Yanıma oturan adamın yirmi dakikadır gözlerini bana diktiğini fark etsem de dönüp kendisine bakmadan barmene döndüm. "Bir tane daha." "Sıradaki içkini ben ısmarlayabilir miyim?" "Hayır." Kısa bir an baktıktan sonra önüme döndüm. Bu tür yerlerde hep böyle gereksiz cesarete sahip adamlar bulunurdu. İçki, dans, yatak. Hiç şaşmazdı. "Hadi ama bebeğim, uzun etme." "Hayır kelimesinin hangi kısmını anlamadın söyler misin bana?" Ona laf yetiştirmeye çalışırken çantamdaki telefonuma bakıp duruyordum. Saat çoktan sekiz olmuştu. Kıyamet kopuyor olmalıydı. Bense burada benden sonrası tufan dercesine içkimi yudumluyordum. Tam yanımdaki adamın içki bardağıma kendi bardağını hafifçe dokundurup şerefe hareketi yapmasıyla kendisini haşlayacaktım ki aniden arkasında o belirdi. Kendisini Valentino diye tanıtan adam. Yine yas varmış gibi siyahlara bürünmüş, en sert ve tehlikeli hâliyle karşımızdaydı işte. Sert bakışlarını adama dikip "Sana gitmeni söyledi." dediğinde kendimi asıl kıyamete şuan hazırlamam gerektiğini düşündüm. Şu tür adamları da anlamak mümkün değildi. Kendisine hayır dediğimde asla dinlememesine rağmen söz konusu başkası olduğunda istinat duvarı gibi koruyordu. Acaba kafamın üstünde neon ışıklarla bu hayır aslında evet demek falan mı yazıyordu? Karşımdaki tehlikeli adam evet anlamındaki nazlı hayır ile gerçek anlamdaki hayır kelimesini ayırt edebilecek kadar ermiş biri miydi? Yabancı ve canının kıymeti olmayan adam ayağa kalkıp bir adım attı Valentino'ya doğru. "Gitmezsem ne olacak?" Bu kadar diklendiğine göre cidden canının bir kıymeti yoktu. Acaba karşısındaki adamın tehlikeli bir İtalyan mafya olduğunu bilseydi yine böyle meydan okur muydu? Bilirsiniz işte, her yerin bir şeyi meşhurdur. Bursa'nın kestanesi, Adana'nın kebabı, Afyon'un kaymağı ve İtalya'nın mafyası. Valentino denen adam ise hiç çekinmeden kemerine sıkıştırdığı silahı gösteriverdi. "Ne olacağını bilmek istemezsin. Hadi şimdi kaybol." Şükürler olsun ki fazla uzatmadan çıkıp giden adamın ardından konu fazla uzamadı. Bense sinirli bakışlarımı bu inatçı adama diktim. "Ne diye peşimde dolanıyorsun?" "Neden olduğunu çok iyi biliyorsun." "Git başımdan." Bar tuvaletine doğru yürüdüğümde onun da peşimden geldiğini hissedebiliyordum. Ben kapıyı kapattığımda arkamdan gelen adam kapının arkasındaki adamına yabancı dilde bir şeyler söyledi ve dan diye içeri girdi. Ellerimi yıkarken aynadan adamla bakıştım kararlı bir ifadeyle. "Ne yaptığını sanıyorsun sen? Anlaşılan benden de deli çıktın!" Birkaç adımda bana yaklaşıp "Aksini iddia etmedim." dedi. Bakışları gözlerimin derinliklerini delip geçiyordu sanki. Öyle sert, kararlı ver bir o kadar cesur. "Hayır cevabından hoşlanmam. Beni diğer erkeklerle aynı kefeye koyma." "Seni istemiyorum." "Emin misin?" Onun gözlerine bakarken bunu söylemek biraz zordu. Çünkü gerçekten etkileyici bakışları beni tehlikenin göbeğine çağırıyordu. Gözlerimi kaçırıp yutkundum. "Uzak dur benden." Neredeyse burun burunaydık. Nefes alış verişlerini yanağımda ve boynumda hissedebiliyordum. Dudaklarını dudaklarıma sertçe bastırdığında önce kendimi geri çekmeye çalışsam da bu akışa kendimi bırakmam çok sürmemişti. Önceki öpüşmeden çok daha farklıydı bu. Daha gerçek. Daha tutkulu. Ve daha tehlikeli. Beni duvarla kendi arasında sıkıştırmış adamın varlığını tüm vücudumda hissedebiliyordum. Dudağıma hafif bir ısırık bırakırken "Aramızda çok farklı bir çekim var, sen de bunun farkındasın." diye fısıldadı. Az önceki tutkulu öpüşmeden sonra bunu nasıl inkâr edebilirdim bilmiyordum. Çünkü istemsiz de olsa ona karşılık vermiştim. İçgüdüsel olarak. Kendime engel olamamıştım. Bu da bir çekim olduğunu göstermez miydi? "Beş günüm var. Beş günümüz. Sonra buralardan gidiyorum." Elleriyle yüzümü avuçladı ve gözlerimin içine bakarak "Sadece bir yemek. Ve sadece bir gece." dedi. "Halikarnas'ta bir gece." Boynuma bir öpücük bıraktığında ekledi. "Sonrasına sen karar vereceksin." "Sadece bir akşam yemeği." Ağzını açıp bir şey söyleyecekken "Şansını fazla zorlama." diyerek sözünü kestim. "Sonra peşimi bırakacaksın." Onaylar gibi bir hareket ya da ona benzer bir karşılık vermedi. Peşimi bırakacağına dair bir söz veremiyordu. Belalı bir adama çatmıştım. Ve onun dudaklarına karşı koyamadığım için kendime kızıyordum. Bu nasıl olmuştu? Hani hiçbir güç beni onunla yemeğe çıkaramazdı? Kararlılık seviyemi sorgulamak istemiyordum. Çünkü yoktu. Sanırım belalı tiplere ayrı bir ilgim vardı. Delirmiş olmalıydım. Yoksa bu yaptığımın başka mantıklı bir açıklaması olamazdı. Usulca kapıya yürürken beni yavaşça duvara dayadı ve "Sadece bir akşam yemeği." diye mırıldanırken dudağıma bir öpücük bıraktı. Eller sırtımda ve kalçalarımda gezinirken gerilmiştim. Dokunuşlarından etkileniyordum. Aramızda tensel bir çekim olduğu açıktı. Ama ona bağlanmak istemiyordum. Ben kimseye bağlanmak istemiyordum. Geçmişte yaşadıklarım bana bir ders vermişse bunlardan en büyüğü de kimseye körü körüne bağlanmamaktı. Ailene, sevgiline ya da herhangi bir başkasına. Bu senin sonun olurdu. Kendimi ani bir hamleyle dışarı attığımda Valentino'nun adamları hâlâ tuvaletin önünde nöbet tutar gibi bekliyordu. Hızlı adımlarla yürürken onun, yani öpüşüyle beni çıldırtan adamın "Kaçabilirsin ama saklanamazsın. Bir daha deneme. Beni tanımıyorsun." dediğini duyar gibiydim. Nereye kaçabilirdim ki? Ben ancak ve ancak eski yaşamımdan kaçmak istiyordum hepsi bu. Geri kalanlarla sanırım baş edebilirdim. Bu mafyacılık oynayan yakışıklı ve belalı tiple de başa çıkabilecek kadar gücüm vardı. Yakışıklı. Belalı. Tutkulu. Tehditkâr. Ve tehlikeli... Ah, fena hâlde seksi olduğunu da söylemiş miydim? ... * |
0% |