Yeni Üyelik
7.
Bölüm

⚝ Halikarnas'ta Bir Gece | 3/2

@buzlarkralicesi

-3/2-


❝Valentino❞


Kuzenlerim Luigi ve Pietro ile sessiz, huzurlu bir kahvaltı yapıyorduk. Hatta biraz fazla sessiz. Genelde Luigi sessizliğini korusa da Pietro bol bol konuşurdu ama anlaşılan gece biraz geç saatlerde bitmişti ve oldukça yorulmuş olmalıydı. Uykusuzluktan gözlerinin altı çökmüş gibiydi. "Ah, Pietro." dedim sessizliği bozmak istediğimi gizlemeksizin. "Gidip biraz dinlen, berbat görünüyorsun."


Genellikle kahvaltıda iş mevzuları konuşup bizi meşgul eden Luigi'nin de pek konuşası yoktu. Ta ki ben küçük kuzenime dinlenmesi için nasihat verene dek. Muhtemelen benim en ufak bir hareketimi bekliyordu saldırmak için. "Hayır, uyuyamaz. Çünkü bazılarımızın gördüğü rüyalardan uyanıp gerçek dünyaya dönmesi, işlerle ilgilenmesi gerekli."


Sinirden çarpık bir gülüşle yanıt verdim. "Yine aynı mevzu, ha?"


"Sen uyanana kadar diyelim."


"Luigi."


"Valentin."


Bizim kapışmak üzere olduğumuzu ve birbirimize ölümcül bakışlar attığımızı gören Pietro yüzünü buruşturup sözümüzü kesti. "Tanrı aşkına, yapmayın artık. Kafamda filler tepişiyor." İki saniye sonra abisine dönüp hesap sorarcasına "Söylesene, hiç mi aşka saygın yok senin?" demekten çekinmedi. "Kuzenimiz yıllardan beri ilk kez âşık olmuş."


"Bu aşk değil Pietro, takıntı. Anlıyor musun beni? Takıntı!" Parmağıyla şakağını işaret ederek "Ne varsa burada yaşıyor lanet olası!" diye söylendiğinde bende sabır tükenmişti.


"Luigi, benim hayatım seni hiç ilgilendirmez. Sen kendi yaşamına bak!"


"İşlerin başında sen olduğun için bal gibi de ilgilendirir! Koskoca bir imparatorluğu yönetmek öyle kolay değildir Valent. Bir kadının bacak arasına emanet edemeyiz, anlıyor musun?"


Ayaklanıp üstüne yürüdüğümde beni engellemeye çalışan Pietro olmuştu fakat pek başarılı olduğu söylenemezdi. Bakışlarımı büyük kuzenimden ayırmaksızın dişlerimin arasından sertçe mırıldandım. "Sözlerine dikkat etsen iyi olur Luigi. Andrea benimle gelecek, konu kapanmıştır."


O ise "Ya da adı her neyse!" diyerek bana sataşmaktan geri durmadı. "Bakalım kız senin ona saplantılı bir şekilde isim taktığını öğrendiğinde bir dakika yanında duracak mı?"


"Daha fazla ileri gitme Luigi, yoksa kötü olur."


Gözlerimden çıkan alevlere hayretler içerisinde bakan Luigi, çok şey söylemek ister gibi durup hiçbir şey söyleyemeden çekip gitmişti. Böylece huzurlu olarak nitelendirdiğim kahvaltı da bu şekilde son bulmuştu.


Pietro omzuma dokunup "Ah, hadi ama." dedi sıradan bir tonda. "Takma onu kafana. O hep böyledir, bilirsin." Abartılı bir edayla kaşlarını kaldırarak devam etti. "Deli gibi çalışalım, yiyip içelim ama âşık olmayalım! Mantık, iş, mantık! İşkolik işte." Öfkelendiğimde ne kadar tehlikeli ve yıpratıcı olduğumu bildiği için sakinleştirmek için elinden geleni yapıyordu kendince. "Hadi, lobide birer kahve içelim."


Belli belirsiz başımı sallarken hâlâ öfkeyle burnumdan soluyordum. Eğer Luigi o an çekip gitmeseydi bu iş bir yumruklaşmayla sona erecekti. Lobide kahvelerimizi yudumlarken biraz daha kendimdeydim. Öfkeme hâkim olmak pek kolay değildi benim için. Hele ki değer verdiğim şeyler söz konusu olduğunda. Normal şartlarda ne kadar aklı selimsem, değer verdiğim şeylere el veya dil uzatıldığında o kadar deliydim.


Pietro kahvesini içerken heyecanla omzuma vurdu. "Eee anlat bakalım, nasıl bir kız bu?" Merakla ekledi. "Gerçekten rüyalarının tıpkısı mı?"


Sadece başımı sallamakla yetindim. Gerçekten tıpatıp aynıydı. Saçları, gözleri, dudakları, dokunuşu bile. Tuvalette öpüştüğümüz sırada elleri omuzlarımda amaçsızca gezinirken dokunuşları tüylerimi ürpertmişti. Hâlâ bir rüyanın içinde gibi hissettirmişti. "Rüyalarımdan bile güzel."


"Peki, biliyor mu?"


İmalı bakışlarından neyi kast ettiğini anlamıştım. Elbette henüz ona böyle bir şeyi söylemem mümkün değildi. "Bilmese daha iyi olur. Takıntılı bir manyak olduğumu düşünsün istemiyorum." Eninde sonunda öğrenecekti ama şimdi değil. "Önce beni tanısın, bana alışsın. Sonra."


"Orası öyle tabii." Olayla ilgili oluşu hoşuma gitmişti aslında. En azından aileden biri duygularımı anlamaya çalışıyor, hislerimle ilgileniyordu. "Peki, nasıl tanıştınız bu kızla?"


"Anlatsam inanmazsın dostum." Onun dudaklarıma yapıştığı bar gecesini düşünürken iç geçirdim. "Bir barda çıktı, deli gibi dans edip şarkı söylüyordu. Birdenbire sahneden indi ve dudaklarımı öptü." Kaşları havalanan ve kendisine hayretler içinde bakan kuzenine gülerek ekledi. "Evet, sana yemin ederim böyle oldu. Geldi ve dudaklarımdan öptü. Herhangi biri değildi, o kadındı. Bir bar dolusu adamın içinde ben... Sence bunun anlamı nedir?"


Kahvesini yudumladıktan sonra dizime vurarak güldü Pietro. "Dostum bu aşkın dik âlâsı. O kadın senin kaderin, sakın bırakma. Luigi'yi falan da dinleme. Kalbinin sesini dinle. İnan bana bir saniye bile pişman olmazsın."


Güldüm. "Sence beni durdurabilir mi?" İddialı yüz ifademe başını iki yana sallayarak yanıt verdi.


"Ah, Valent! Asla dostum! Ve eminim ki o kadını da iki güne kendine âşık edersin. Sana deli olmayacak kadın tanımıyorum."


Kendimden emin bir biçimde gülerek kahvemi yudumlarken telefonum çaldı. Arayan Lâl'i takip etmeleri için görevlendirdiğim adamlarımdan biriydi. Hemen yanıtladım. "Evet." Kısa bir konuşmanın ardından pansiyondan çıktığını ve nerede olduğunu öğrenince "Fark ettirmeden takibe devam edin. Birazdan geliyorum." diyerek telefonu kapattım. Acaba bu gece için planı neydi? Onun gibi bir kadın asla öylece kabul edip normal bir akşam yemeği yemeye gelmezdi. Yine bir planı olmalıydı. Yine gelmeyecek miydi acaba? Kafasının içinde neler döndüğünü anlamak mümkün değildi. Tam çözdüm derken yanlış yanıtı bulduğun bir soru işareti gibiydi bu kadın. "Gitmem gerek Pietro."


"Tabii dostum, lafı bile olmaz. Kadın denen o nükleer santrallere dikkat et!"


Son sözüne güldükten sonra vakit kaybetmeden yola koyuldum. Aracıma binip şoföre gerekli talimatı verdim ve camdan dışarıya daldı bakışlarım. Kadınlar konusunda geçici heveslere sahip kuzenim Pietro'nun bile beni desteklemesi ama her zaman düzenli yaşamın temsilcisi gibi gezen Luigi'nin Andrea'ya bağlanmamam gerektiğini söylemesi çok tuhaf geliyordu kulağa. Tam tersi olması gerekmez miydi?


Ne olursa olsun, kararımdan dönecek değildim. Pansiyonun biraz ilerisinde aracımdan indim ve adamlarım köşe başındaydı. Onlara bir bakış attıktan sonra ilerledim. Birkaç dakikalık yolun ardından telefon kulübesinde arkası dönük kızı görmüştüm. Kulübede hararetli bir şeyler konuşuyordu. Sessizce yaklaşıp kapıyı araladım. Ne konuşuyordu merak ediyordum. Belki de abartılacak bir şey yoktu. Ailesiyle konuşuyordu, onlara iyi olduğundan bahsediyordu. Hayır, bu saçmaydı. Tanrı aşkına, cep telefonunuz dururken anne babanızı telefon kulübesinden mi arardınız? Her açıdan saçmalıktı bu. Konuşmaları dinledim.


"Hayır, nerede olduğumu söylemeyeceğim. Gelmeyeceğim de. O hayata daha fazla devam edemem. Benimle görüştüğünü kimseye söyleme. Beni öldü bilin."


Bu tuhaf değil miydi? Bu hikâyede karanlık ve gizemli taraf ben olmalıydım. Oysa karşımda arkası dönük bir biçimde panikle konuşan kadının sözleri yeterince gizemliydi. Kolay kolay hiçbir şeye şaşırmayacak kadar her şeyi görmüştüm. Buna da şaşırmıyordum ama ilginçti ve merakıma engel olamıyordum. Bu kız ailesinden, evinden kaçacak kadar ne yaşamıştı? Ne yapmıştı? Bir insan ailesinden neden kaçardı? Bizim kültürümüzde aile çok önemliydi, sanırım en çok bu konuda Türklerle benzerlik gösteriyorduk. Durum böyle olunca en mantıklı teori, Lâl'in bir suç işlemiş olmasıydı. Ancak kaçak bir suçlu olursa ailesini arkasında bırakıp kaçması mantıklı bir hâl alırdı bana göre. Şuan için başka bir ihtimal gelmiyordu aklıma.


Telefon konuşması bittikten sonra kulübe camına yaslanıp öylece durdu. Düşünüyordu. Bir şeylerden kaçmaya çalıştığı belliydi. Neden kaçtığına dair ise hiçbir fikrim yoktu. Kimseyi hayatına dahil etmeyen biri olduğuna bakılırsa başında her ne bela varsa benden de bu yüzden kaçıyor olabilirdi. Bir suçlu, başka bir suçludan neden kaçardı ki? Boşluklar vardı teorimde. Başka şeyler olabilirdi. Bir süre düşündükten sonra kulübeden çıkmaya çalışan kadınla yüz yüze geldik. İrkildi. "Senin ne işin var burada?"


Tarçınlı kakao gibi ilginç bir kokusu vardı ve buram buram burnuma doluyordu. Yalan söyleme gereksinimi duymadım. "Seni takip ediyordum."


"Ha utanmıyorsun da yani bunu söylerken."


"Ben utanmam için bir sebep göremiyorum." Gözlerim kadını baştan ayağa süzerken üzerindeki kıyafete takılı kaldım. Bej rengi, üzerinde narçiçekleri olan güzel bir elbiseydi. İçindeki güzel taşıdıktan sonra tüm elbiseler güzeldir, bilirsiniz. Kıyafetin vücut hatlarını ortaya çıkarması biraz canımı sıkmıştı. Gösterişli bir vücudu vardı, her erkeğin gözü takılabilirdi. Bir kıskançlık dalgası içimi sarsa da şuan daha mühim bir konu olduğunun farkındaydım. Kuşkuyla gözlerimi kıstım. "Kırmızı bültenle aranan bir suçlu musun?"


"Ne?"


"Gizemli tavırların var. Telefondaki konuşmaların da şüphe uyandırıcı. Bunu bilmem gerekir. Bir suç mu işledin, bu yüzden mi kaçıyorsun?"


Umursamaz, cesur ve rahat bir ifade takınarak cama yaslandı. "Evet canım, arkamda yedi leş bıraktım. Seri katilim ve özellikle uzun boylu, esmer ve biraz da mafya olan erkekleri seçiyorum. Başka soru?"


Güldüm. "Çok komikmiş." Espritüel kadınlar zekidir. Duygusal zekâları gelişkindir. Hem zeki hem de seksi. Bu güzel. Benim hayalimdeki Andrea muhtemelen hiç konuşmadığı için daha sessiz biriydi ama düşününce böylesi daha iyiydi. Sıkılmazdım.


"Kırmızı bültenle aranan bir suçlu olduğumu öğrenmen neyi değiştirecek ki? Sen de azılı bir mafyasın." Tek kaşını kaldırarak bana meydan okuyordu.


Gülerken nedense içimden konuşmak gelmemişti. Hazırcevaptı ve ben bunu seviyordum. Şunu itiraf etmeliyim, hayalimdeki Andrea'dan etkilenmiştim, onu sevmiştim. Ama sanırım karşımdaki Lâl'e ise âşık oluyordum.


"Çok işim var, beni rahat bırak."


"Akşamki yemek için mi hazırlanacaksın? Kuaför, alışveriş?"


"Romantik komedi filmi mi çekiyoruz burada?"


"Umarım bu akşam da kaçmazsın." Tek temennim buydu. Çünkü zamanım daralıyordu ve onu ardımda bırakamazdım.


"Ben kaçmadım, sen emrivaki yaptın. Bu kez geleceğim dedim, gelirim. Böylece sen de birbirimize uygun olmadığımızı kendi gözlerinle görmüş olursun."


"O kadar emin olma istersen." Bu kez tek kaşını kaldırıp kendinden emin bir ifade takınan ben olmuştum.


"Şimdi izninle, akşam görüşürüz. Muhtemelen bir daha görüşmemek üzere tabii..."


Geçmesi için önünden çekilirken "Unutma küçük hanım, çok bilen çok yanılır." dedim. Hâlâ sakladığı sırları merak ediyordum. Araştırabilirdim. Ama şimdilik böyle bir şey yapmak istemiyordum. Belki her şeyi bana anlatacak kadar güvenirdi bir gün, kim bilir.


"Senin gibi mi?" Tehlikeli bir cazibesi vardı, bu konuda Luigi'ye hak vermemek elde değildi. Güzellik başka bir şeydi. Bu ise bambaşka. Tüm dünyaya kafa tutabilecek kadar güçlü ve cesur, küçük bir rüzgârla savrulabilecek kadar narin ve kırılgan... Anlatmak çok güçtü ama cezbedici bir aurası vardı. Çekiciydi.


Önümden çekip gittikten birkaç dakika sonra aracımla uzaktan takip etmeye başladım. Araçların durduğu yerde öylece durmuş etrafa bakıyordu. Bir taksi çevirip bindi. Şoförüme baş işaretiyle "Takip et." dedim. Uzun bir yolda gidiyorduk. Nereye gittiğine dair en ufak bir fikrim yoktu.


Lâl taksiden indiğinde ıssız sayılabilecek çorak bir yerdeydik. Bir uçurum kenarında. Neden buraya gelmişti? Anlam vermek güçtü. Uzaktan seyretmeye devam ediyordum. O uçuruma doğru yürürken ben merakla araçtan indim. Ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Çantasını yere bıraktı ve uçurumun başında gözlerini kapayıp derin bir nefes aldı. Kendi kendine konuşuyordu. Sonra bağırmaya başladı. Biraz uzakta olduğum için ne dediğine dair bir fikir edinmem zordu. Ama bağırdığını hâl ve hareketlerinden anlayabiliyordum. Uçuruma çok yaklaşmıştı. Endişelenmiştim. Sezdirmemeye çalışarak biraz daha yaklaştım. Ne yapmaya çalışıyordu bu deli? Çıldırmış mıydı? Ayağı kaysa düşecekti. Hızlı adımlarla yanına yaklaşırken duraksadım.


Gözlerini kapayıp uçurumdan atladı. Uçurumdan atladı! Bağırarak hızla yanına koştum! "Andrea! Andrea!" Delirmiş gibiydim. O an kafam durmuştu. Aklımı kaybetmek üzereydim ve olanlara inanamıyordum. Aşağıya bakamazdım. Parçalanmış cesedini görmeye dayanamazdım. Neden intihar etmişti? Neden? O an telefon kulübesindeki sözleri gelmişti aklıma.


"Benimle görüştüğünü kimseye söyleme. Beni öldü bilin."


Derin nefesler almaya çalışsam da ciğerlerimin yandığını hissediyordum. Dolmuş gözlerimin kızardığına yemin edebilirdim ama kimin umurundaydı ki? Beni öldü bilin, demişti.


Tanrım, hayır.


...


Loading...
0%