Yeni Üyelik
9.
Bölüm

⚝ Halikarnas'ta Bir Gece | 5

@buzlarkralicesi

-5-


Her şey, bir kazayla başladı. İki kişiyi birbirine bağlayan kötü bir tesadüf...


❝Lâl❞


7 yıl önceydi. En deli çağlarımdı diyebilirim. Deli gibi âşıktım. Çılgındım. Asiydim. Ailemin burnundan getiriyordum. Onunla birlikteyken her şeye kafa tutabilirdim.


Batur...


İlk olmasa da en büyük aşkımdı. Onun için her şeyi yapabilirdim. O da benim için... Ya da ben o zamanlar öyle sanıyordum.


Eğlenceli üniversite hayatımızda dört kişilik bir müzik grubumuz vardı. Acar, Çağın, Batur ve ben. Grubun tek kızıydım. Batur ve ben grubun iki solistiydik. İki yıldızı. Yan yana parlıyorduk. Bazı şarkıları o, bazılarını ben, çoğunu ise ikimiz birden seslendiriyorduk. Tanıdık bir arkadaşın mekânında sahne alıyorduk. Eğlencenin dibine vuruyorduk. Amacımız bu olmamasına rağmen kısa zamanda şöhrete kavuşmuştuk. Hem de hiç beklemediğimiz şekilde... Ünlü bir yapımcıdan teklif geldi. Şarkılarımızı albüm yapmak istiyorlardı. Bu harika bir haberdi. Ailemle bu konuda çok tartıştık, ters düştük ama bu konuyu çok deşmek istemiyorum. Zira onlarla anlaştığımız konular bir elin parmaklarını geçmez.


Her şeye rağmen -ailemin itirazlarına bile- yapımcının teklifini kabul ettik. Grubun adını Acar buldu. Çağın da beğendiği için bozmak istemedik. Bizim için ismin bir önemi yoktu, müziğimizin kalitesiydi mühim olan. Ortak kararla grubun adını Kaos koyduk. Ama bu isim bize hiç iyi gelmedi.


Zamanla müzik dünyasında parlayan bir yıldız gibi ün kazanmaya devam ettik. Hepimizin ayrı ayrı hayranları vardı. Acar ve Çağın besteci olarak çok ön planda olmasa da -ki bundan memnunlardı- Batur ve ben oldukça popülerdik. Müziğimiz daha çok genç kitleye hitap ettiği için genç toplumda bizi tanımayan neredeyse yoktu. Hakkımızda çeşitli dedikodular çıktı. Güya Acar bana âşıkmış, Çağın'la benim yüzümden kavga etmişler. Yok efendim ben Batur'a platonik âşıkmışım, onun gizli sevgilisinin saçını başını yolmuşum. Medya seviyordu böyle uydurmaları. Her hafta birini gazeteden okuyup gülüyorduk.


Gel zaman git zaman Batur'la aramızdaki ilişkiyi saklamanın manasız olduğunu düşünüp kameralardan kaçmayı bıraktık. Zamanla grubun iki solisti olarak gazetelerde yıldız gibi parlamaya başlamıştık. Yeni albümler, yeni şarkılar. Şehir şehir turneler, konserler... Her şey o kadar güzeldi ki.


Tabii bu yoğunluğun üzerine biz okullarımızı dondurmak zorunda kalmıştık. Konser ve turne gibi etkinlikler bizi yeterince oyalıyordu. Derslere ayıracak vaktimiz yoktu. Bu durum ailemin daha çok canını sıktığı için para musluklarını kesmişlerdi. Neyse ki konserlerden ve albümden iyi kazanıyorduk. Grup olarak aynı evde kalmaya başlamıştık.


Bir gün sebebini anlamadığım bir kavga çıktı Acar ve Batur arasında. Kapalı odalarda konuşulan ve asla bize aksettirilmeyen. Fakat Çağın bir şeyler biliyor da gizliyor gibiydi. Ben her sorduğumda "Acar Batur'un bu kadar ön planda olmasından, kendinin de arka planda kalmasından rahatsız hepsi bu." deyip duruyordu.


Bir süre sonra anladım. Meğer aptal olan benmişim. Herkes her şeyi biliyormuş. Prova yaptığımız bir gün yine böyle domine olmuş bir ortamda Acar ve Batur arasında büyük bir tartışma koptu. Arayı bulmaya çalışarak kendimi ortaya attım kendimi. "Acar, Batur! Siz çok iyi iki arkadaşsınız! Hepimiz bu işten çok iyi kazanıyoruz, neden gereksiz konuları dert ediniyorsunuz?" Acar'a döndüm. "Batur'un ön planda olması seni rahatsız etmemeli! Siz ezelden beri çok iyi arkadaşsınız, böyle basit konulardan-"


Sözümü bitirmeme bile gerek kalmadan "Ne arka planı kızım?" diye bağırmaya başladı Acar. O an eteğindeki tüm taşların döküleceğini anlayıp derin bir nefes almıştım. "Aç gözünü artık, aç! Bu adam seni aldatıyor!"


O an beynimden vurulmuşa döndüm. Çağın kınayan bakışlarla Acar'a ne yapıyorsun der gibi bakarken benim dolmuş gözlerim Batur'a kilitlenmişti. İnkâr etmesini bekliyordum. Ne bileyim, Acar kıskançlıktan uydurdu demesini falan. Yalan da olsa bir şeyler söylemesini. Ama hiçbir şey demedi. Pişmanlıkla gözlerime öylece bakıyordu. Sadece bakıyordu.


Batur hayranlarından biriyle kırıştırıyordu. Her şey bitmişti. Kapıyı çarpıp çıktım nereye gideceğimi bile bilmeden. Böyle bir hayal kırıklığını yaşayabilecek kadar güçlü hissetmiyordum. Çok yorgundum. Sırtımı dayadığım koca ağaç üzerime yıkılmıştı sanki. Öyle derin bir üzüntüydü yaşadığım.


Günlerce kayboldum ortalıktan. Döndüğümde ise ben eski ben değildim. Batur çok özür diledi, kendini affetirmeye çalıştı ama nafileydi. Öte yandan bu olayın gerçekleşmesini bekliyormuş gibi her şey tersine dönmeye başladı. Bu yıkımın ardından parçaları yetiştiremediğimiz için ya yapımcıya tazminat ödememiz gerekiyordu ya da bir an önce albümün eksik parçalarını tamamlamalıydık. Bunun sorumlusu ise elbette Batur ve benim aramdaki bu olaydı. Ancak profesyonel olmak zorundaydım. Onun yüzünü bile görmek istemiyordum ama grubu yüzüstü bırakamazdım. Sonuçta Acar ve Çağın'ın hiçbir suçu yoktu.


Son parçanın provasından sonra kapıdan çıkıp arabama yürüdüm. Sürücü koltuğunda o vardı. Batur. Aracın kapısını açtım. "Senin ne işin var burada? İn arabamdan." Aracın yedek anahtarı onda olduğu için girmesi zor olmamalıydı.


"Sadece konuşmak istiyorum. Lütfen, bin."


"Seninle konuşacak bir şeyim yok benim. Rahat bırak!"


Gözlerimin içine baktı ve ikna edici kararlı bir ifadeyle "Lütfen, bin." dedi.


Bunun son yolculuğumuz olduğunu bilmeden öfkeyle bindim ön koltuğa.


Yolda tartışmaya başlamıştık.


"O kadının benim için hiçbir anlamı yok, sadece bir hataydı! Hata! Ben seni seviyorum, inan bana. Sadece seni."


"Batur bunları konuşacaksan artık hiçbir anlamı yok. Sana karşı içimde hiçbir şey kalmadı. İyi veya kötü hiçbir duygu kalmadı, duydun mu beni? Artık benim için yoksun, öldün!"


Dolu dolu baktı gözlerime. Ağlıyordu. Anlamıyordum, bir hata yaptıktan sonra ağlamanın ne anlamı vardı? O hatayı yapınca beni kaybedeceğini biliyordun, neden yaptın? Delirmek üzereydim ve kızarmış gözlerindeki öfkeyle birebir tanıştım. "Madem senin için ölüyüm," Gaza bastı. Aniden hız sınırını zorlamaya başladı. "Ben de ölürüm o zaman!"


"Batur saçmalama!"


"Ben seni kaybettim!"


"Yavaşla, Batur! Dur!"


"Sen hayatımın en değerli şeyiydin ama ben... Ben kıymetini bilemedim!" Bağırışlarımı duymazdan geliyor gibiydi. Her dur ihtarımda daha da hızlanıyordu. "Ben seni hiç hak etmedim, hem de hiç!"


"Batur dur bak bu işin şakası kalmadı." Kendimi öyle çaresiz hissediyordum ve öyle korkuyordum ki... "Ya dur diyorum artık, lütfen! Dur!"


"Benden kurtuluyorsun artık. Elveda sevgilim."


"Batur saçmalama, Batur! Dur! Yapma!" Direksiyonu ele geçirmeye çalışsam da artık çok geçti. Frene basmaya çalışsam da Batur bunu engelliyordu. Karşıdan gelen arabayla tokuştuğumuz an öyle bir çarpışma gerçekleşti ki, havada toz bulutu halinde havalanan ve uçan cam parçalarını görebiliyordum. Gözlerimi açtığımda sarsıntıdan çok daha fazlasını yaşıyorduk. Bayılmak üzere hissediyordum. Güçsüzdüm. Bugünün son günüm olduğuna neredeyse emindim. Nefes alamıyordum. Göğsümde inanılmaz bir acı vardı, sanki her nefes aldığımda cam kırıkları batıyor gibiydi. Başımı eğip baktığımda kanlar içinde olduğumu görüp daha da korktum. Göğsüm ve geri kalan yerler. Kanlar içindeydi. Batur'a döndüm. Birkaç kere sarsıp seslendim. "Batur! Batur, uyan! Kaza yaptık Batur, uyan! Aç gözlerini!" Ses yoktu. Ölü gibi yatıyordu. Hareketsizdi. Nabzına bakmaya çalıştım. Atmıyordu. Çığlıklar atıp bağırıyordum. Canımın kalan son damlasını yardım çığlıklarına harcıyordum. Ama sesimin duyulacağına olan inancımı yitirmiştim.


❝Valentino❞


O gece çok içkiliydim. Biraz da madde almıştım. Tehlikeli bir ikili. Ne yaptığımı bile bilmiyordum. O zamanlar sevdiğim kadın beni ailem ve yaşam tarzım yüzünden yargılıyordu. Zor günler geçiriyorduk. Ondan ayrılmak istesem de yapamıyordum. Ona bağlanmıştım.


Bu kez şoförümü yanıma almamıştım. Deli gibi hızlı gidiyordum. Durdurak bildiğim yoktu. Arada bir gözlerim kararıyor, bulanıklaşıyordu. Önümü net göremiyordum, her şey fluydu. Türkiye'de geçirdiğim son günümde vukuat çıkıp çıkmaması umurumda değil gibiydi. Birden karanlıkta parlayan bir çift ışık gördüm karşımda. Önümdeki arabayı fark edene kadar çok geçti. Direksiyonu kırmaya çalışsam da hiçbir anlamı yoktu, muhteşem çarpışmayı engellemem mümkün olmamıştı. Benim durumum kötüydü ama karşımdakilerin durumu felaketti. Kaç takla attıklarını bilmiyordum. Legolar gibi birbirimize girmiştik ve çarpıştığım arabanın ters durduğunu kısık gözlerimle görebiliyordum. Dizlerimden itibaren bacaklarımı hissetmiyordum. Başım zonklarken şakaklarımdan kanlar süzülüyordu. Bulanık da olsa önümü görebiliyordum. Karşımdaki ters duran arabada bir kadın çığlıkları geliyordu kulağıma. O zamanlar Türkçem o kadar iyi değildi ama sadece yardım kelimesini algılayabiliyordum. Yardım istiyordu. Kısa bir an kadının yüzüne odaklanmaya çalıştım. Yanındaki adam kanlar içindeydi ve kadının dehşetle bakan birkaç saniyenin sonunda çığlık atıp kendinden geçtiğini görebiliyordum. Kısa bir an sonra ben de kendimden geçmiştim.


Ambulans sirenlerini duyduğumda sedyeler gelmişti. Araçtaki adamı ceset torbasına yerleştirirken kadın nazikçe sedyeye yerleştiriliyordu tıpkı benim gibi. Ben hâlâ kendimde olduğuma göre şanslı sayılırdım. Bir kişinin öldüğü ve diğer kişinin de ağır yaralı olduğu bir kazadan kurtulmuş sayıyordum kendimi. Kendi ağır yaralarımı görmeksizin. Ya da yalnızca dayanıklı olduğum için kaza yerinde olanlara şahitlik edebiliyordum. Ve işin kötüsü, hâlâ ayaklarımı hissetmiyordum. Yan yana sedyelerde götürülürken kapanmak üzere olan gözlerim sedyedeki diğer kadına çevrildi. Ambulansa değil özel siyah bir araca yerleştiriliyordu. Masum, güzel bir yüzü vardı ama ölü gibiydi. Yaşadığına dair tek bir emare yoktu. Tıpkı az sonra bana da olacağı gibi...


...

Loading...
0%