Yeni Üyelik
13.
Bölüm

🂡 KADEH | 12

@buzlarkralicesi

-12-

Yeniden New York'a döndüğümde kalbim kırıktı. Annemin... Beni büyüten kadının yalanlarını hâlâ hazmedemiyordum. Benden bu kadar çok ve hayatî şeyler saklayan kadının söylediği herhangi bir şeye nasıl inanabilirdim ki artık? Gerçekten annemmiş, beni bir hastaneden çalmamış. Aman ne güzel. Ortaya çıkan o yalanlardan sonra bu söylediklerinin doğru olduğunu nasıl kabul edebilirdim ki? Güvenimi yerle bir etmişti bir kere. En güçlü kalemi yıkmıştı.

Onun da söylediği gibi biz bu dünyada iki kişilik güçlü bir ekiptik. Uzakta da olsak birbirimize yaslanıyorduk. Şimdi ne olmuştu? Yalanlarıyla bu güven dolu ilişkiyi de sarsmıştı. Artık ona eskisi gibi nasıl güvenebilirdim ki? Tek bir yalan. Yılların güvenini böyle yerle bir edebilirdi işte.

Döndüğümden beri düşünüyordum. Bu yaptıklarını. Nedenlerini. Kendine göre nedenleri olabilirdi. Ama üzerinde karar verdiği hayat benim hayatımdı. Mevzu bahis olan kişi bendim. Ben. Benim hayatım hakkında planlar kurmuştu. Şu veya bu şekilde dünyaya getirmişti beni. Tamam, belki bana fikrimi soramazdı ama ben babasız dünyaya gelmek istiyor muydum acaba? Böyle bir bencilliği yapmaya hakkı yoktu. Yoktu.

Başta boyna öfkelendim ona. Hâlâ daha sinirimin geçtiği söylenemezdi. Ancak zaman zaman onu suçlamakla anlamaya çalışmak arasında kalıyordum. Onun yerine koyuyordum kendimi. Carlo'dan çok hoşlanmıştım. Aramızda kontrolsüz bazı şeyler de geçmişti. Ondan bir çocuğum olsaydı, ben o çocuğu isteseydim, Carlo istemeseydi... Ki istemezdi. O zaman ne yapardım? Yine annem gibi bir bebek üzerinde tek başıma karar vermek zorunda olduğum bir an ne karar verirdim bilemiyordum. Şimdi düşünüyordum da... İyi ki de böyle bir şey olmamıştı. Carlo gibi dengesiz biriyle aramızda koparılamayacak bir bağımız olsaydı ne yapardım bilemiyordum.

Bir süredir onu düşünmüyordum. Düşünmemeye çalışıyordum. Carlo hayatımda beni çok fazla etkileyen erkeklerin başını çekiyordu. Tuhaf bir çekiciliği ve gizemi vardı. Bunun yanı sıra ne istediğini bilmeyen dengesiz hâlleri beni ondan koparsa da onu hâlâ düşünüyordum. Yasak şeyleri düşünürüz, değil mi? Sonuçta ben onu beynimde yasaklı olarak kodlamıştım. Birini düşünmek istemiyorsanız yapmamanız gereken en tehlikeli şey kendinize onu düşünmemeniz gerektiğini söylemektir. Çünkü ister istemez beyniniz bunun tam tersini yapacaktır.

Öte yandan doğmama yardımcı olan doktoru aradığım için başımı kaşıyacak vaktim bile olmuyordu, bu yüzden Carlo'yu daha az düşünür olmuştum. Neydi şu adamın adı? Dr. Abraham L'ETANG. Onu nerede arayacağımı bile bilmiyordum. Başlarda internette arasam da bu isimde o kadar çok kişi çıktı ki karşıma, hangisi aradığım adamdı anlamak zordu doğrusu.

Onu aradıkça, akıntıya kürek çekiyormuşum gibi hissettim. Sanki sonsuza dek arasam da bulamayacağım bir şeyin peşindeydim. Umutsuzluğa kapıldım. Ve bir süre daha arayıp bulamadığım bu adamı aramayı bıraktım. Bu isteyerek yaptığım bir şey olmadı. Aklımın hep bir köşesinde onu aramak vardı ama okulum ve işim yüzünden ne Türkiye'de kalabilmiştim ne de burada onu daha fazla arayabileceğim bir vaktim olmuştu. Çok yoğundum. Sonuçta hayat devam ediyordu. Ve sorumluluklarım vardı.

İnternette doktora dair tatmin edici bir sonuç bulamayınca bunun öyle basit bir aramayla elde edilecek sonuçlardan olmadığını anlamıştım. Daha detaylı bir arama gerekiyordu. Şuan pes etmiş gibi görünsem de vazgeçmeye niyetim yoktu. O adamı bulduğumda babamı bulamayacak olsam dâhi arayacaktım. Tamamen sonuçsuz kalana dek. Kendimi elimden geleni yaptığıma dair tatmin edene dek. Şimdilik yalnızca mecburen rafa kaldırmıştım bu konuyu.

Günlerdir maillerime bakmıyordum. Telefonumla ilişkim de yalnızca Meredith'le konuşup mesajlaşmak ve ders notlarını indirmekle sınırlanmıştı. Normalde ders notları WhatsApp'daki grubumuzdan paylaşılırdı ancak bu kez maillerime gelen bir ders notu için girdiğimde Carlo'nun mail yığınlarıyla karşılaştım.

__________________________________________

Gönderen: Carlo Morte Díaz

Alan: Sofi E. Stern

Özür dilerim.

__________________________________________

Neden özür diliyordu ki? Her şeyi berbat ettiği için mi? Aptal herif. Sanki yeni bir şans versem yine mahvetmeyecekmiş gibi. Üstelik bu mesaj sanki yeni bir şans istemekten uzaktı. Yalnızca günah çıkarmak için yazılmış gibiydi. Ama sanıyorum ki hiçbir şekilde cevap gelmeyince Carlo Morte Díaz'ın egosu zedelenmiş olacak ki başka mailler de atmıştı.

__________________________________________

Gönderen: Carlo Morte Díaz

Alan: Sofi E. Stern

Konuşmak istiyorum.

__________________________________________

Yüzüme karşı sen benim sahibim değilsin, diye kükredikten sonra konuşulacak bir şey bıraktığını sanmıyordum doğrusu. Ne konuşacaktık ki? Öyle demek istemedim, zart zurt. Hayır. Carlo'ya karşı duygularım vardı ama kendimi daha fazla küçük düşüremezdim.
__________________________________________

Gönderen: Carlo Morte Díaz

Alan: Sofi E. Stern

Sana ulaşamıyorum. Evde değilsin.

__________________________________________

Türkiye'de olduğum zamana ait bir maildi bu. Ben yokken de Carlo'yu evin önünde gördüğünü söyleyen Meredith yanılmıyormuş meğer. Biz topluca delirdiğimizi sanmıştık oysa. Kafayı Carlo'yla ve onun yaptıklarına bir neden aramakla bozmuştuk bir ara.

Son mailini açtığımda içimde tuhaf bir his vardı. Bana bu kadar çok yazmasını sanki bana değer vermesine yormaya çok hazırdım. Aptalca, biliyorum. Bana sorarsanız aşk da bir aptallıktı zaten.

__________________________________________

Gönderen: Carlo Morte Díaz

Alan: Sofi E. Stern

Biliyorum, dönmemekte haklısın. Seni çok üzdüm. Ama konuşmak istiyorum. Maillerime dön lütfen.

__________________________________________

Tüm maillerini okuduktan sonra telefonumun ekran kilidini kapatıp cebime koydum. Sanırım ne kadar istersem isteyeyim cevap vermemek en mantıklısı olacaktı. Neyse ki hâlâ aklımda ufacık bir mantık kırıntısı kalmıştı.

Belki de böylesi daha iyiydi.

Dersim olduğu için hazırlanıp evden çıktığımda yetişebileceğime dair kuşkularım vardı çünkü mailleri okuyup üzerine düşünürken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Profesör Fabri'nin dersine de gecikmek istemiyordum. Yeterince sorunlu biriydi zaten.

Yolda Meredith'le konuştuk. Geldiğimden beri Mere'nin eve uğradığı yoktu. Takıldığı yeni bir çocuk varmış, bir süre durumlar ciddiye binince onda kalmaya başladı. Şirketten izinliydi, dersleri de sermişti. Anlaşılan bu kez fırtınalı bir aşkın içine girmişti. Bu yüzden de eve uğramadığı için döndüğümden haberi yoktu.

Meredith'le farklı bir arkadaşlık bağımız olduğu için böyle şeyleri takmazdık. Ben arayıp döndüğümü haber verdim. Telefonda konuşurken sesinin cıvıl cıvıl olduğunu hissedebiliyordum. Sanırım bu kez farklıydı. Belki de arkadaşım âşık oluyordu.

"Evet, döndüm canım. Yolculuğum da rahat geçti."

"Neden haber vermedin? Seni almaya gelirdim. Neler olduğunu çok merak ettim."

"Bir şey olduğu yok ki. Öyle anlatılacak türden bir olay da olmadı yani. Rahatını bozmak istemedim." İmalı bir ses tonuyla "Yeni aşklara yelken açtığın için." derken bu durumdan son derece memnundum.

Mere'nin ilişkilerle ya da ilişki kurmakla hiçbir sorunu olmamıştı bugüne kadar. Benim aksime. Onun daha çok ilişkileri sürdürmekle alakalı sorunları olmuştu. Ama bakın bana, bende ikisi de olmuyordu. Ne ilişki kurmak ne de sürdürmeyi becerebiliyordum. Bence gerçek başarı budur. Her şeyi yapmaya çalışıp hiçbir şey becerememek.

"Bu akşamdan itibaren eve dönüyorum."

"Buna sevindim. Akşam evde görüşürüz o hâlde."

"Görüşürüz Sofi."

Telefonu kapattığımda dersin olduğu binaya girerken yüzü çok tanıdık bir kız tarafından durduruldum. Önce yüz yüze gelip karşılaştık. İkimiz de merakla birbirimize bakarken ilk tanıyan karşımdaki uzun boylu, ince, siyah saçlı kız oldu. "Ece! Beni tanımadın mı?"

Adımın Ece olduğunu ve Türkçe konuştuğunu varsayarsak onu Türkiye'den tanıyor olma ihtimalini gözden geçirdim. "Özür dilerim, çıkaramadım." Yüzü tanıdık geliyordu ama tam olarak tanıyamıyordum.

Sanki aklımı okumuş gibi coşkulu bir biçimde başını salladı. "Evet, Türkiye'den tanışıyoruz. Liseden Nazım'ın kuzeni ben. Hani Yaza Merhaba Partisi'nde tanışmıştık."

Öyle bir parti hatırlıyordum. Kızı da gözüm bir yerden ısırıyordu ama hah, tamam ya şu kız diyemiyordum. Adı hâlâ aklıma gelmiyordu. Öte yandan kabalık etmemek için de "Ah, hatırladım." dedim yalnızca. Sonuçta ben de tanıdığım birini yolda görüp selam versem ve karşımdaki kişi ısrarla beni tanıyamasa bozulurdum herhâlde. Yolda karşılaştığım tanıdıkla başıma gelebilecek en çaresiz durumlardan biriydi bu. Dakikalarca yaptığın şakayı açıklamak kadar can sıkıcı bir durumdu.

Sanıyorum ki karşımdaki kız da nezaketen söylediğimi anlamış olacak ki neşeyle güldü. "Nereye hatırladın şapşik, adımı biliyor musun?" Fazla cana yakın ve sevimli duruşu ister istemez insanı güldürüyordu.

"O kadarını hatırlayamadım ama yüzün çok tanıdık."

"Aslı ben."

"Hah, Aslı!" Sonunda adını öğrenebilmiştim. Nazım'ı hatırlıyordum ama kuzenini neden hatırlamam bu kadar sürmüştü? Sanırım yaşlanıyordum. "Nasılsın?"

"İyiyim, çok şükür. Okula bu dönem geldim ben de."

"Hayırlı olsun. Bir şeye ihtiyacın olursa elimden geleni yaparım."

Saçını kaşıyan kız daha iki dakika önce karşılaşmamızı bile göz ardı edecek kadar samimi ve güleç görünüyordu ancak yüzünde sorunu olduğunu saklamayan bir ifadesi de vardı. "Aslında elinden bir şey gelir mi bilmiyorum ama bana çok acil ev lazım. Eğer ev arkadaşı arayan birileri kulağına çalınırsa..." Aceleyle çantasından kâğıt kalem çıkarıp numarasını yazdı ve bana uzattı. "Beni ararsın."

Sevecen bir gülümsemeyle onayladım. "Tamam, görüşürüz nasılsa." Buraya ilk kez geldiğimde gurbette ne kadar zorluk çektiğimi hatırlıyordum. Böyle yabancı bir ülkedeyken çok samimi olmasan da tanıdık birilerinin olması rahatlatıcıydı. O yüzden hem Aslı'nın hemen benden yardım istemesini anlayabiliyordum hem de onunla karşılaştığıma memnun olmuştum.

"Tabii canım, öptüm!"

El sallayarak yanımdan uzaklaşan neşe dolu, siyah saçlı, kara gözlü bu kızı arkamda bırakıp binadan içeri girdim.

Tüm gün belki de neşeli olmaya en yakın anım Aslı'yla karşılaştığım zamandı. Sonrası kafa karışıklığı, düşünceler, kendi içimde sorgular, hesaplaşmalar, asla ulaşamayacağım insanlarla yüzleşmeler...

Dersi dinlemeye çalışsam da kafamı toparlamam çok zordu. Aklım hep son günlerde yaşadıklarımla ve bu düşüncelerle doluydu. Bir şekilde toparlanmam gerekiyordu, biliyordum. Böyle devam edemezdi. Ama bilmekle yapmak aynı şeyler değildi ne yazık ki.

Ders bittiğinde herkes amfiyi hızla boşaltırken ben bir ihtiyarın bebek adımları gibi yavaşça topluyordum eşyalarımı. Amfi boşaldığında eşyalarımı çantama doldurdum ve çıkmaya hazırlandım.

Kapıya bakarken Profesör Fabri'nin hâlâ çıkmadığını, oradan bana baktığını fark ettim. "Bayan Stern, lütfen gelir misiniz?" diyerek beni yanına çağırdığında gözlükleri sayesinde insanlarla arasına mesafe koyan adamın bana ifadesiz bakışlarından dolayı biraz gerilsem de söyleneni yaptım ve yanına doğru ilerledim.

Tam şimdi azarı yiyeceğim diye düşünürken yanına, kürsünün karşı tarafına geçip gözlerine baktım. Yüzünde her zamanki sert ve belirsiz ifadesi kol gezerken çekingen bir biçimde "Buyurun, profesör." diyebildim yalnızca.

O an hiç beklemediğim bir biçimde yüzü düşünceli ve anlayışlı bir biçimde yumuşayan adam "İyi misin?" diye sordu. "Bir sorun yok ya?"

Ne yalan söyleyeyim, ben daha çok bir daha böyle kafan dağınık gelirsen benim dersime girme tarzı bir azar çekmesini bekliyordum. Bu hazırlıklı olduğum bir tepki değildi. Adamın günahını aldık iyi mi? Şaşkınlığımı gizleyemeyerek kekeledim. "İ-İyiyim profesör. Teşekkürler sorduğunuz için."

"Yardımcı olabileceğim bir şey varsa bana gelebilirsin."

"Teşekkür ederim."

Başını çarpmış olabileceğini düşündüğüm adama öcü görmüş gibi baktığım için adam da ne düşündüğümü anlıyormuş gibi alayla tebessüm etti. "Merak etme henüz aklımı kaçırmadım. Sadece aklının karışık olduğunu görebiliyorum. Belki yapabileceğim bir şeyler vardır diye düşündüm."

"Derslerle ilgili değil, teşekkür ederim." Hâlâ üzerimden şaşkınlığımı atamamış bir biçimde adama bakıyordum. "Geçen günkü sürtüşmemizden sonra şaşırdığımı gizleyemeyeceğim."

Abartılı bir biçimde güldü adam. Belki de ilk defa onu böyle gülerken görüyordum. "Sen buna sürtüşme mi diyorsun?" Biraz güldükten sonra yüzü yumuşak bir ciddiyet ifadesiyle aydınlanırken yeniden söze girdi. "Sadece yetenekli olduklarını düşündüğüm öğrencilerimin o kadar üstüne giderim. O gün olan şey de sadece bir teşvikti."

"Teşvik mi?" Ellerimi iki yana açıp "Beni provoke ettiniz!" diyerek itiraz ettim.

Yüzünde tuhaf bir ifade beliren adam "Onun tam olarak provoke etmekle alakası olduğunu sanmıyorum. Ve biraz abarttığını düşünüyorum." diyerek açıkladı. Tam itiraz edeceğim sırada "Ben de söylediklerimde biraz abartmış olabilirim." diye ekleyince aklımda yapmak üzere olduğum savunmamı geri aldım. Elleri ceplerinde olan adam kaşlarını kaldırdı bir itirafta bulunmak üzereymiş gibi. "Senin kadar yetenekli olan insanların tüm potansiyelini kullanmadığını fark ettiğimde gerçekten sinirleniyorum. Sanırım o gün de buna benzer bir şey oldu."

Hayretle kaşlarımı kaldırırken ağzımın açılmasından çenem yere düşmüştü neredeyse. "Benim yetenekli olduğumu mu düşünüyorsunuz?" Profesör Fabri'nin birini yetenekli bulması demek iltifatların en büyüğüydü. Tahammül edilemez bir eğitmen olduğu gerçeğini göz ardı edersek o işinin en iyisiydi. Yazdığı tüm kitaplar daha ilk haftadan çok satanlara girerdi. Böyle birinin sana yetenekli demesi nasıl bir iltifattır düşünebiliyor musunuz?

Bakışları uyarıcı bir biçimde ışıldadı. "Şımarman için söylemedim." Beni ayıplamaya hazır gibi başını iki yana salladı. "Sadece potansiyelini dışarı çıkar. Yapman gereken bu."

Başımla onaylayıp amfiden çıkarken hâlâ az önce yaşananların şokunu atlatmaya çalışıyordum. Ben rüya mı görmüştüm? Hiçbir şeyi beğenmeyen, mükemmelliyetçi Profesör Fabri bana yetenekli mi demişti? Şaşkındım. Ve tüm gün bunları düşünürken profesör hakkındaki düşüncelerimi gözden geçirdim. Belki Fabri o kadar da kötü biri değildi.

Akşam eve döndüğümde Türkiye'ye dönmeden önceki tüm günlerimiz gibi Meredith yemek hazırlamıştı. Günlerdir yorgunlukla eve gelip hazır makarna yemekten iflahım kurumuştu valla. İyi geldi. Güzel yemekleri görüp iştahla masaya otursam da hiçbir şey yiyemedim. Canım bir şey istemiyordu. Sanki gözlerimle yemeğe bakarak doyurmuştum kendimi. İştahım olmadığını fark ettim.

Meredith ise bu durumuma bakarak "Yemelisin." dedi ve alayla karışık ekledi. "Yemezsen büyüyemezsin."

"Ha ha, çok komik."

"Neler yaptın bugün?"

"Arada bir derse uğrarsan görürsün. Ama nerede..." Şakayla karışık takılmalarıma karşı keyifle güldü Mere. "Zaten bu gidişle Profesör Fabri'nin dersinden de kalacaksın."

Abartılı bir ifadeyle "Çok korktum." diyerek dalga geçti Meredith.

"Bugün Türkiye'den bir arkadaşla karşılaştım. Aslı. Ev arıyormuş. Arkadaşlarından ev arkadaşı arayan olursa haberim olsun. Malûm, sen sosyal kelebeksin. Mutlaka gelir kulağına."

"E söyle gelsin bizimle kalsın."

"Yok daha neler!"

"Ne var canım? Boş odamız var. Arkadaki ek kileri boşalttığımızda ona yeter. Masrafları da paylaşırız."

Başta şaka yaptığını düşündüğüm arkadaşımın ciddi olduğunu anlayınca "Sen ciddi misin?" diye sorma gereksinimi duymuştum.

Omuz silkerek "Neden olmasın?" dedi Meredith.

Aslında yeni bir ev arkadaşı hiç de fena olmazdı. Ama Aslı'yı tam olarak tanımıyordum. Bunun hemen olmasa da sonradan sorun yaratabileceğini düşündüm. "Bak kızı tam tanımıyorum. Kefil falan da değilim, haberin olsun."

"En kötü ne olabilir ki?" Muzır bir ifadeyle ekledi. "Riski severim, bebeğim. Gelsin deneyelim biraz. Hem ben evde olmadığım zamanlarda da sıkılmazsın."

Başımı yana yatırırken "İyi." dedim ağzımın içinden. "Ben numarasını vereyim, sen hallet. Şartları falan konuşursun hem. Benim biraz başım ağrıyor, bunlarla çok uğraşamayacağım."

Geldiğimden beri yüzümün ifadesinden bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayan kız henüz bir şey sormamıştı ama anlayabiliyordu. Beni bu kadar olsun tanıyabiliyordu. "Carlo mu yine?"

"Carlo, annem, herkes."

Uzanıp omzuma dokundu Meredith. "Annene ne kadar kızgın olduğunu anlayabiliyorum. Haklısın da. Ama zamanla düzelecektir."

Bu pek de inanamadığım teselliye karşılık başımı salladım yalnızca. "Elimden geleni yaparım."

Odama geçtiğimde yarın için diğer çantamı kullanmak istiyordum. Bu yüzden çantamı yatağın üstüne boşaltırken telefonum çaldı. Yabancı bir numaraydı. Kısa bir an duraksadıktan sonra açtım. "Alo?" Yanıt yoktu. "Alo, kimsiniz?" Yine sessizlik. Sabrım taşmış bir biçimde yeniden "Kimsiniz?" diye sordum telefonun diğer ucundaki her kimse.

"Benim, Carlo."

Donup kaldım. Carlo mu? Hani şu telefonu olmayan, benimle maille haberleşen Carlo Morte Díaz. İyiymiş.

Bir yanıt vermememin üzerine "Şaşırdın, biliyorum." diyerek söze girdi adam. "Sana başka şekilde ulaşamayacağımı anladım. Bu yüzden telefon almak zorunda kaldım."

Açıkçası şaşırmıştım. Hele ki hu açıklamadan sonra. Sonuçta sen benim hiçbir şeyim değilsin dediğiniz biri için telefon almazdınız. Onun için hiç yapmadığınız şeyler yapmazdınız. Onu bu kadar önemsediğinizi belli etmezdiniz. Garipti. Tepkisiz kaldım. Onca söylediği şeyden sonra telefondan çıkıp boynuna atlamamı beklemiyordu herhâlde.

"Bir şey söylemeyecek misin?"

Benden bir tepki beklediğini gizlemeyen adama "Zahmet etmişsin." demekle yetindim. Ay Carlo, ne kadar romantiksin yaa şapşik şeyy diyecek hâlim yoktu sonuçta. O kırıcı konuşmadan sonra bir çizgi çekmiştim. O an aklıma gelen soru işaretiyle duraksadım. "Numaramı nereden buldun?"

Bu zekâ üstü sorum üzerine "Şirketten aldım." yanıtını veren adamla tüm bağlarımı öylece koparamayacağımın farkındaydım. "Hâlâ temsilcimsin." Ne yazık ki evet. İç geçirdi adam. "Seni görmem gerek."

"Ben seni görmek istemiyorum. Lütfen beni arama."

Az önce yumuşayacağıma emin gibi görünen adama bir şok daha yaşatıp telefonu suratına kapattım. Kırıcı şeyler yaptıktan sonra küçük küçük adımlarla beni şaşırtıp etkileyebileceğini sanıyorsa çok yanılıyordu. Bu oyunu onun kurallarına göre oynamayacaktım. Bunu reddediyordum. Yeniden arasa da ne telefonu açtım ne de aramalarına döndüm.

Yeterince yorucu bir gündü. Çantamı toplayıp dinlenmek için yatağa uzandığım anda aklıma dünyaya gelmeme yardımcı olan doktoru ararken belki de profesör Fabri'den yardım isteyebileceğimi düşündüm. Tamam, bu çok saçma bir fikirdi. Ama sonuçta bir şeye ihtiyacın olursa bana gelebilirsin demişti, değil mi? Onun önemli biri olduğunu, fazlasıyla bağlantıları olduğunu da biliyordum. E neyi bekliyordum o zaman? Ne kaybedecektim ki?

Odamdan çıkmadan WhatsApp'dan Meredith'e yazdım. Gerçekten de sosyal kelebek olduğu için her şeyi bulmama yardımcı olabilirdi. Profesör Fabri'nin numarasını da şak diye bulmuştu. Doğru kişiden yardım istediğimi biliyordum. Sosyal kelebek Mere için bu işten bile değildi. Mere istediği her şeyi bulurdu. Bulmuştu da. Ancak bu bana biraz pahalıya patladı.

Meredith odama geldi ve imalı bir biçimde göz kırptı. "Ne iş?"

İma ettiği şeyin saçmalığıyla gözlerimi devirdim. Profesör Fabri ve ben mi? Bu uzaylılarla ilişki yaşamamdan bile daha imkânsız bir şeye benziyordu. "Öfff... Saçmalama, Mere. Sadece bir şey danışacağım."

"Peki, öyle olsun." Odamdan çıkarken imalı bakışlarını atmaktan da geri durmadı.

Odada yalnız kaldığımda saate baktım. Çok geç değildi ama yine de yabancı bir numara tarafından aranmak için geç sayılırdı. Yine de bu beni yıldırmadı. Fabri'yi aradım. Çok geçmeden telefonu bir erkek sesi açtı. "Kiminle görüşüyorum?"

"B-Ben... Ben Sofi Stern, profesör. Umarım bu saatte rahatsız etmiyorumdur."

Beklediğim gibi ters yanıt almadım ya da azarlanmadım. "Seni dinliyorum, Sofi. Nasıl yardımcı olabilirim?"

"Sizden özel bir konuda yardım isteyecektim." Sonra bir anda kurduğum cümlenin ne kadar yanlış anlamaya müsait olabileceğini düşündüm. Notlar için kıyak yapmasını istediğimi sanmasın diye aceleyle toparlamaya çalıştım. Paniklemiştim. "Yani özel yardım derken, sandığınız gibi bir şey değil. Ben-"

"Ne yani, notlarını yükseltmem karşılığında benimle yatmayacak mısın? Bu çok kötü oldu."

"Ne?"

Çok komik bir şakaya güler gibi gülüyordu adam. "Şaka yapıyorum, Sofi." O kadar ciddi bir ses tonuyla söylemişti ki bir an benimle eğlenmek için söylediği bu cümleyi gerçek sanmıştım. Ve bu yüzden kendimden bir parça utandım. "Elbette özel dediğinde böyle düşünmedim." Yeniden o ciddi Profesör Fabri oldu ve ekledi. "Evet, seni dinliyorum."

"Birini bulmama yardımcı olabilir misiniz diye düşünüyordum." Açıklar gibi ekledim. "Bir doktoru."

"Bir doktor."

"Belki sizin bağlantılarınız vardır diye ben-"

"Hangi doktor bu?" Duraksadı adamın sesi. "Bak ne diyeceğim? Müsaitsen buluşalım. Detayları konuşalım. Anlaşılan bu telefonda konuşulacak cinsten bir konu değil."

Saate baktım. "Sizin için sorun olmaz mı?"

"Sorun olsaydı teklif eder miydim?"

Böyle bir teklifte bulunmasına hayret etsem de sorgulama gibi bir lüksüm yoktu. Etrafımda bana yardımcı olabileceğine inandığım tek kişiydi belki de. "Olur. Tamam, ben hemen hazırlanıyorum."

"Buluşma yerini mesaj atarım."

Sözleştikten sonra telefonu kapattık. İster istemez içimi tuhaf bir güven duygusu kaplamıştı. Bu konuyu emin ellere bırakıyormuşum gibi hissediyordum. Belki de aradığım cevapların sahibini bana Profesör Fabri bulabilirdi, kim bilir?

...

*

YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 30 Bin okunmaya özel yeni bölümümüzle karşınızdayım! Umarım yorumlarınızla bölümü şenlendirirsiniz de mutluluğum ikiye katlanır. Bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz? Carlo ve Ece arasındaki ilişki nereye doğru evriliyor? Ve Profesör Fabri'nin bu hikâyeye dâhil olma amacı sizce ne olabilir? Belki de doktoru bulmamıza yardımcı olacak. Sizler neler düşünüyorsunuz? Buraya yazabilirsiniz. Bölümümüzü beğendiyseniz buraya mavi kalp bırakabilirsiniz. 💙 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar

Loading...
0%