@buzlarkralicesi
|
-15- Yeni başlangıçlar. Her zaman heyecanlı olduğu kadar korkutucu gelmiştir bana. Carlo'ya yeni bir şans verdiğim için pişman olacak mıydım bilmiyordum. Ama içimden bir ses bunu yapmazsam ömür boyu içimde kalacağını söylüyordu. Keşke deneseydim diye düşünüp duracağımı. Ciddi ilişkimize başlayalı çok olmamıştı. Carlo'yla birbirimizi yeniden keşfediyor gibiydik ve yanımdaki adam oldukça uyumluydu. Çabasının farkındaydım. Bir şeyleri düzeltmeyi, uyum sağlamayı, orta yolda buluşmayı amaçladığı açıktı. Bakalım başarabilecek miydik? Birbirimize hissettiğimiz güçlü duygular bunun üstesinden gelmemize yardımcı olacak mıydı? Zaman gösterecekti. O gün Carlo Morte Díaz'ın devasa güzel tablolarının sergilendiği galeriye gelmiştik. Etraf çok büyüleyiciydi. Birbirinden renkli, anlamlı tablolarla bezeliydi. Burası bana huzur veriyordu. Büyük salondan içeri girdiğimizde ince, uzun boylu, esmer bir adam karşıladı bizi. Yanımdaki adama gösterdiği özen ve ihtimam da gözle görülür cinstendi. "Hoş geldiniz, Bay Díaz." "Hoş bulduk, P. Yeni sergi için hazırlıklar nasıl gidiyor?" P diye hitap ettiği ve gerçek adını bilmediğim adam "Efendim, bugün sanatçılara sergiden önce son rötuşlarını yapmaları için verilen sürenin son günü." yanıtını verdi. "Eserlerinizi gözden geçirmek isterseniz-" Carlo'nun bakışları tahmin ettiğim gibi kendi tabloları üzerinde değil, kadeh tablosunun yanındaki yabancı bir tabloda geziniyordu. Şemsiyeli bir kadın resminde. Elleri ceplerinde, özeniyor mu yoksa aşağılayıcı bir tavır mı takınıyor anlaşılmayan bir bakışla süzdü tabloyu. "Willy buraya gelmiş ve silahını ateşlemiş." P'ye bakıp göz kırptığında ikisi de benim Fransız kaldığım bir konu hakkında bakışıp gülüştüler. Her zamanki meşhur merakımla "Ne oluyor?" diye sordum P yanımızdan ayrılırken. "Aramızda bir espri." yanıtını verdi Carlo. Sessiz merakıma karşılık açıklamakta gecikmedi. "Constable ve Turner arasındaki rekabeti duymuş nuydun?" Bahsettiği iki ressamı da tanıyordum, eserlerini biliyordum ama rekabete gelince açıkçası işin magazin kısmından habersizdim. Bu yüzden sudan çıkmış balık gibi baktım yüzüne. "Hayır." "Kibar ve gelenekçi Constable, edepsiz ve kaba Turner iki rakip ressamdır. Rekabetleri, eserlerini aynı galeride sergiledikleri dönemde kızışır. Yine böyle son rötuşları için ayrılmış bir günde Constable'ın Turner hakkında kullandığı bir tabiri alıntıladım." Hafif bir gülüşle ekledi. "P ile aramızda bir espridir." Güldüm. "Garip bir rekabet anlayışın var, Carlo." Bir diğer merak ettiğim konuyu kısaca sormaktan çekinmedim. "O adamın adı gerçekten P mi? Yani π sayısı gibi?" Benzetmem üzerine başını öne eğip güldü adam. "Hayır, adı Philip. Ama bana uzun geldiği için P diye hitap ederim. Aslına bakarsan o kadar uzun zamandır böyle hitap ediyorum ki neredeyse gerçek adını bile unutum." Keyifli bir sohbetin ardından yine yüzümüzde güller açıyordu. Böyle gülmeyi özlemişim. Carlo "Ben son rötuşlar için tablolarıma bir göz atayım ha, ne dersin?" diyerek yanımdan ayrılmaya hazırlanırken başımı salladım. "Tabii, ben buradayım. Resimleri inceliyorum." "Çok gecikmem." "Anlaştık." Carlo gittiğinde ister istemez ona bir şans verdiğim gün eve döndüğümde ve bu haberi verdiğimde evde kopan kıyamet aklıma gelmişti. Carlo'ya yeni bir şans verdiğimi söylediğimde Meredith beni çok fena fırçalamıştı. Karşısındaki koltukta suç işlemiş bir ergen gibi dururken o odada bir sağa bir sola yürürken beni azarlamaktan geri durmamıştı. "Bu adamın sana yaptıklarını ne çabuk unuttun? Tanrım, delirmek üzereyim!" Belki de haklıydı. Bunu yapmamalıydım. Ama kendimi tanıyordum. Ve biliyordum ki eğer bu son şansı vermeseydim içimde hep bir ukte kalacaktı. Mere bunu anlamıyordu. Çünkü o benim bir kez daha üzülmemi istemiyordu. İşin mantık tarafındaydı. Aşkın ise mantıkla zerre alakası yoktu. Ben bir risk almıştım. Duygularıma ve sezgilerime güvenerek yeni bir hatayı göze almıştım. Belki Meredith haklı çıkacaktı, belki de Carlo göründüğünden daha farklı ve değişime açık biriydi. Biz gerçekten güzel bir ilişki yaşayacaktık. Kim bilir, denemeden bilemezdik ki. Bir adım ilerleyip ünlü ressam Carlo Morte Díaz'ın Kadeh tablosunu inceledim. Beyaz bir zemine devrilmiş bir kırmızı şarap ve kadehinin resmedildiği eser. Ben bunu hayatın kargaşasını ve kaosunun dışa vurumu olduğunu düşünüyordum. İçimden tabloyu böyle yorumlamıştım. Carlo hangi duygularla fırça darbelerini dokundurmuştu bu esere? Benim için bir gizemden ibaretti. Tıpkı âşık olmak üzere olduğum adam gibi. Daha önce de görmüştüm bu eserini. Ancak bu kadar detaylı inceleme fırsatım olmamıştı. Zira onu sanattan anlamayan sığ biri gibi yargılayıp farkında olmadan ona kendisini övmekle meşguldüm. Biraz utanç verici ama komik bir yeniden tanışma anısıydı doğrusu. Bu kadar güzel ve anlamlı olduğunu düşündüğüm bu eserin hâlâ nasıl oldu da satılmadığını düşünmekten kendimi alamadım o an. Bunları düşünürken belime sarılan kollarla irkilip heyecanlandım. Nefesimi tuttum ve arkamdaki adama döndüm. "Ah, Carlo! Beni heyecanlandırdın!" "Amacım da buydu zaten." yanıtını verdi belime sarılan adam. Bir adım daha yaklaştı dudaklarıma. "Seni heyecanlandırmak. Sonsuza dek." Sözlerinden büyülenmiş bir biçimde gözlerinin içine bakarken "Böyle konuşmanızı hiç tavsiye etmem, Carlo Morte Díaz." diyerek uyarıda bulundum. "Umutsuz bir biçimde size âşık olabilirim." Aynı derin ve anlamlı bakışlarla karşılık verdi adam. "Bence bir sakıncası yok." Dudaklarımız birbiriyle buluştuğuna son derece memnun bir biçimde birbirini yoğurmaya başladı. Tutkuyla ve bastırılmış bir şehvet duygusuyla. Gerçek olamayacak kadar yoğun ve kalp atışlarımı hızlandıracak bir coşkuyla öpüşüyorduk. Bu kadar hızlı attığına göre kesinlikle duracağına inandığım kalbime içimden susmasını söylesem de faydasızdı. Ayrıldığımızda "Bu gece bende kalmanı istesem çok mu şey istemiş olurum?" dedi Carlo. Dosdoğru. Lafı evirip çevirmeden. "Carlo Morte Díaz ne zaman azıyla yetindi ki?" "Soruma cevap alamadım." Lafı değiştirmeye çalışmak bana bir fayda sağlamayınca alt dudağımı ısırdım. Bakışlarının dişlerimin çiğnediği dudaklarımda birleştiğini görünce bu hamlemden hemen vazgeçtim. Koca sanat galerisine bir skandalla imza atalım istemezdim doğrusu. "Iı... Şey... Ama yarın sabah erken dersim var." "Seni ben bırakırım." Tek kaşını şüpheyle kaldırarak ekledi. "Tabii tek bahanen buysa." Kısa bir an tereddüt ettikten sonra Meredith'e ne hesap vereceğimi bile henüz bulamamışken "Tamam." dedim. Sonuçta Mere de özgür bir kadın olduğumun farkındaydı ve tıpkı onun yaptığı gibi erkek arkadaşımın evinde kalabileceğimi biliyordu. Yalnızca beni korumaya çalışıyordu ama onu da çözebilirdim sanırım. "O zaman ben Meredith'i arayıp haber vereyim." Başını salladı adam. "Sonra bir süpermarkete gidelim. Sana kendi ellerimle güzel bir yemek yapacağım." "Vay, Carlo Bey! Sizin biyle şeyleriniz de mi var?" İmalı bakışlarıyla karşılık vermekten çekinmedi ateşi beş metre öteden beni yakan şehvet prensi. "Daha nasıl şeylerim var, bir bilsen..." Yanaklarımın ısındığını hissettiğim an başımı öne eğdim. Ancak karşısında utanmış ve savunmasız görünmekten kurtulamadım. Bakışlarını yere indirip bana bakan adam "Utandığında ayrı bir güzel oluyorsun." diye mırıldandı. Süpermarkete gittiğimizde her şey bir romantik komedi filmi gibiydi. Carlo market arabasını göstererek "Atlayın, bayan." dedi. "Sizi gideceğiniz yere kadar bırakayım." Başımı öne eğip güldüm. Bu komik duruma gülmem bittiğinde tek kaşımı kaldırdım sahte bir kuşkuyla. "Siz böyle yolda her gördüğünüz kızı evine mi bırakıyorsunuz?" "Hayır, sadece adı Ece olanları." Bana bir adım daha yaklaştı. Sağ eli bir tutam saç uçlarımla oynuyordu. "Ve çok güzel olanları." O an bir süredir farkında olmadığım bir detay aklımı kurcaladı. Carlo'ya ne zaman gerçek adımı söylediğimi hatırlamıyordum. Oysa bir süredir Carlo bana Ece diye hitap ediyordu. "Ben sana ne zaman gerçek adımın Ece olduğunu söyledim?" Duraksayan adam bir müddet yüzüme baktıktan sonra omuz silkti. "Bilmem. Ece diye hitap ettiğime göre bir ara söylemişsindir." Hâlâ hatırlayamasam da üstünde durmadım. Belli ki bir ara söylemiştim ama hatırlamıyordum. Carlo süpermarkette beni market arabasına atmış çocuklar gibi eğlenerek bir o yana bir bu yana giderken benim eğlenmekten yüreğim ağzıma geliyordu. En son ne zaman bu kadar eğlenmiştim ya da eğlenmiş miydim, hatırlamıyordum. "Şimdi pesto sosu için malzemeleri almalıyız." Her şeyi soran meraklı misafir çocukları gibi "Direkt pesto sosu alsak olmuyor mu?" diye sordum. "Hayır, sosu kendim yapacağım." Keyifle güldüm. Tavuk sote pişirince kendini aşçı sanan erkekler gelmişti aklıma. "Sayın Carlo Morte Díaz, pesto sosunu kendiniz yapınca Masterchef olmuyorsunuz ne yazık ki." Dudakları kıvrılan adam kaşlarını kaldırdı. "Öyle mi küçük hanım?" Yanıtımı bile beklemeksizin aramızdaki mesafeyi kapattı ve dudak dudağa yaklaştık. Elim ayağım birbirine dolanınca "Carlo, marketteyiz." diyebildim yalnızca. "Yani?" Anlamamazlığa vuran adama gülerek açıklama yaptım. "Etrafta insanlar var." "Farkındayım." "Farkındaysan dikkatli ol." Benim için zor olsa da ona karşı koyup geri çekildim. "İnsanlar umurumda mı sanıyorsun?" Bana laf sokma fırsatı veren adamı geri çevirmedim. "Bunu iki gün öncesine kadar buluşmak için beni gizli yerlere götüren adam mı söylüyor?" Kaşlarımı kaldırarak cevap bekledim. "O sandığın gibi bir şey değildi." Hazır Carlo bu kadar açıksözlüyken fırsattan istifade "Nasıl bir şeydi o zaman?" sorusunu yönelttim. Attığım oltaya gelmeyi reddeden adam ise bir süre yüzüme rahat bir bakış attıktan sonra sorumu duymazdan geldi. "Ben çok acıktım, aldıklarımızla güzel bir ziyafet çekelim." Üstelemedim. Alışverişi yapıp çıktığımızda ellerimiz kollarımız market poşetleriyle doluydu. Eve geldiğimizde Carlo söylediği gibi pesto soslu makarnayla ilgilenmeye başladı. Ben de boş durmak istemedim ve sofraya güzel bir katkım olsun diye tavuklu salata hazırladım. Güzel bir masa hazırlamıştık. Harika bir ziyafet çektik gerçekten de. Salatadan biraz daha alırken "Eee Willy ile aranızda ne tür bir rekabet var?" diye sordum laf arasında. "Mesleki." Net bir yanıt veren adama kaşlarımı kaldırarak "Hepsi bu kadar mı?" diye sordum. Aksini düşünmem için bir şey olmamıştı ya da gözüme öyle ciddi bir ipucu çarpmamıştı ama hayatı hakkındaki detayları merak ettiğim için sormaktan çekinmedim. En yakın arkadaşından rakibine kadar her şeyi yavaş yavaş öğreniyordum. Carlo Morte Díaz'ın iç dünyasına giriyordum. Yavaş ve emin adımlarla. Ben bu konudan ekmek çıkmaz diye düşünürken Carlo sıradan bir ifadeyle "Ha, bir keresinde sevgilisini elinden almıştım. Sayılır mı?" dediğinde şaşırdım. "Ne?" Alayla "Ne alaka canım, nereden çıkarıyorsun? Tabii ki sayılmaz." dedim gülerek. O da başını öne eğmiş karizmatik tebessümünü gözler önüne seriyordu. Gülüşmeye başladığımızda ekledim. "Tabii ki sayılır, Carlo deli misin?" Onun gülüşü, aydınlıktı. Sanki karanlık bir odanın aydınlığa açılan kapısıydı. Ve karanlıkta oturan ben, bu aydınlığa doğru yürüyordum. Gözlerim kamaşıyordu ve daha da kötüsü, bu aydınlığa alışıyordum. Bunun ne kadar erken ve zamansız olduğunu bilsem de engel olamıyordum. Ona kapılıyordum. Biraz düşündükten sonra "Hep böyle çapkın mısındır?" diye takıldım ona. "Bilmem. Aslında pek sayılmaz. Sadece..." Yeni bir bombanın patlamak üzere olduğunu fark edince bunun etkisine kendimi hazırladım. Ya da en azından hazırlamaya çalıştım. "Evet?" Tatsız bir şeyden bahsedecekmiş gibi yaslandığı sandalyede sırtı dikleşti Carlo'nun. "Ece, seninle çok güzel bir uyum yakaladık. Bu yüzden sana karşı dürüst olmak istiyorum." Kalbim ağzımda atıyordu sanki. "Dinliyorum." Heyecanlı mıydım yoksa korkuyor muydum anlamlandıramıyordum. Belki de ikisi birden. Bunu berbat edecek kadar korkunç bir şey söylememesi için dua ettim. Carlo nefes alırken sıkıntılı olduğunu gizlemiyordu. Ve gerçekten tadımızı kaçırabilecek bir şey söyleyeceğini. "Seninle ayrıyken..." Başını sallayarak hızla düzeltti. "Daha doğrusu henüz bir ilişkimiz yokken başkasıyla birlikte oldum." Aramızda havayı soğutacak cinsten bir sessizlik oluştu. Buz gibi bir sessizlik. Tehlikeli bir sessizlik. Böyle bir durumda ne diyeceğimi bilemiyordum. Bu nahoş bir olaydı. Olmasını hiç istemezdim. Biriyle tanışıyorsunuz, o kişiyi tanıdığınız ve ona karşı bir şeyler hissettiğiniz hâlde başkasıyla oluyorsunuz. Bu üzücüydü. Ancak işin gerçek boyutuna bakarsak ona hesap soramazdım. Yakasına yapışıp sen nasıl böyle bir şeyi yaptın diyemezdim. Belki de kusura bakma ama ben bu şekilde bir ilişkiye başlayamam diyebilirdim, böyle bir hakkım vardı ama bunu yapmak istemezdim. Sırf ilişkimiz başlamadan önce olan bir şeyden dolayı belki de ilerleyen zamanlarda güzel bir ilişki yaşayabileceğim biriyle yollarımı ayırmak istemezdim. İçime sinmezdi. Belki de bir aptaldım. Çünkü Carlo bunu bana söylediği anda içimde bir kırıklık vardı ve bunu sessizce yine kendi içimde tamir etmeye çalışıyordum. Sessizliğime ve tepkisizliğime karşılık aceleyle ekledi Carlo. "Tek gecelik bir şeydi. Sandığın gibi değildi." Sakin kalmaya çalışarak sorduğum "Ne sandığımı nereden biliyorsun ki?" sorusu buz gibi çıkıvermişti dudaklarımdan. "Bir anlamı yoktu. Duygu yoktu." Dudaklarından sessiz bir mırıltılı gibi çıkan cümleler içimdeki kırgınlığı onarmasa da belki serin bi su serpiyordu. Koca bir yangının içine serpilen bir kova su gibi. "Seni unutmak, etkinden kurtulmak için yaptım. Biliyorum, bahane olamaz ama..." Yutkundum. Şarabımdan bir yudum alırken sakin kalmam gerektiğini içimden kendime tekrar edip durdum. Seyrini değiştiremeyeceğim bir şey için aşırı tepki vermenin bir anlamı yoktu. "Tamam, sorun değil." dedim zoraki bir biçimde. "Sonuçta bir ilişkimiz yoktu. Ve sen de dürüstçe gelip bana söyledin." Belki karşımdaki kişiye söylemekten çok kendimi ikna etmeye çalışır gibiydim. Hissi bile garipti. "Senin için sorun olacaksa ben..." "Gerçekten sorun yok." Kendine güvenen bir kadın gibi davranmak isterken aptal gibi mi görünüyordum bilmiyordum ama merakımı gidermeye ihtiyacım vardı. Bu yüzden "Hâlâ görüşüyor musunuz peki?" diye sordum. Kati suretle "Hayır." dedi Carlo. "Dediğim gibi tek gecelik bir şeydi. Daha önceden tanıdığım biri değildi. Birbirimizin adını bile bilmiyorduk. O gece, bir barda tanıştık ve... O kadar." Devamını sansürleyen adama bir teşekkür borçluydum. Allah razı olsun. Sonuçta bir barda tanıştık ve onu bir güzel hallettim diye de anlatabilirdi. Çok çirkin. Korkunç. Sanki bu yaptığı şeyi hafifletecekmiş gibi. Birine kızmak isterken kızamamak, buna hakkınızın olmaması güç bir durumdu. Kimsenin bu duruma düşmesini istemezdim. Ama ben düşmüştüm ne yazık ki. Benim için çok geçti. "Sadece o gecelik bir şeydi." Bizim ilişkimiz de garip bir geceyle başlamıştı. Kumarhanenin önünde karşılaşıp üzerine kusmam, sarhoş olup evimi bile hatırlamadığım için onun evinde gözlerimi açmamla başlamıştı. O gece o yatakta birlikte olmuştuk. Şimdiyse Carlo başka bir kadınla başka bir gece o yatakta... İçim tuhaf bir hisle sarsıldı. Bir mide bulantısı ya da midemde bir şeylerin kımıldaması. Garip bir biçimde kendimden bağımsız işaret parmağım havaya kalkıp yukarıdaki yatak odasını gösterdiğinde başını iki yana salladı adam. "Hayır, burada olmadı. Evde olmadı." Rahatlasam mı yoksa ne yapsam, ne hissedeceğimi bilemedim. Allak bullak olmuştum. Az önce midemde bir şeylerin kımıldaması olarak tanımlamaya çalıştığım şey tam olarak buydu. Allak bullak olmak. Yine de ağırbaşlı bir ifadeyle başımı salladım. "Tamam, peki. Bana karşı dürüst olduğun için teşekkür ederim, Carlo." Bir sonuç ya da benden gerçek bir karşılık bekleyen adam, söylediklerimden sonra durdu. Bekledi. Benden gerçek bir tepki bekler gibi bekledi ancak herhangi bir ekleme yapmadığımı görünce yüzüme dikkatle baktı. Hakkında karara varılmasını bekleyen bir mahkûm gibi bakarken "Ece, bana bakışın değişti. Belki hakkındaki düşüncelerin haklı olarak-" diyebildi yalnızca. Gerisine müsaade etmeden sözünü kestim. "Hayır, Carlo. Öyle olmadı. Gerçekten." Hakkındaki düşüncelerim değişmemişti. Sadece dumura uğramıştım. Böyle bir itiraf beklemiyordum. Çoğu kadının da herhangi bir erkekten böyle bir itiraf beklediğini sanmıyordum. Erkekler bunu yapabiliyordu, dürüst olmak gerekirse çoğu zaman da yapıyordu ama dümdüz karşısındakine söylemiyordu. Hangisi daha iyiydi, söylemek mi yoksa söylememek mi bilmiyordum ama bu itirafın benim ayarlarımı bozduğu kesindi. Bu yüzden içimdeki duyguları en şeffaf şekilde ifade etmeye çalıştım. "Evet, hoş bir durum değil. Ama aramızda bir ilişki yoktu, birbirimize karşı bir sorumluluğumuz yoktu. Sadakat yeminimiz yoktu. Tıpkı seninle tanışmış olmama rağmen Meredith'in bana ayarladığı o çocukla buluşmam gibi." Tabii ben onunla yatmamıştım. Olaya farklı bir boyuttan bakan Carlo "Ama ben kıskanmıştım." dedi. Buni sen neden kıskanmıyorsun diye hesap sormaktan çok kıskandığı için utanır gibi bir ifadeyle söylediği açıktı. Ancak içimden bir his, kıskanmadığımı düşünüp rahatsız olmuş olabileceğini de düşündürüyordu. Gözlerimi devirerek "Ben de skorun için seni tebrik etmedim, Carlo." diye söylendim. Kendimi korur gibi verdiğim bu yanıta ikimiz de güldük. Artık gülünecek hâl kaldıysa. Güleriz ağlanacak hâlimize. Ciddileştiğimizde yeniden konuya girme gereği duydum. Bu öyle üstü kapatılabilecek bir şey değildi. "Bak, ilişkimiz yoktu ve sen buna rağmen bana karşı dürüst oldun. Bu benim için anlamlı." Hayretle kaşları havalanan adam "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" diye sordu. "Evet." Uyarır gibi araya girdim. "Ama bu ilişkimiz varken de aynı tepkiyi vereceğim anlamına asla gelmiyor, Carlo. Bunu asla affetmem, bilgin olsun." Carlo ise kendinden emin bir ifadeyle söz verir gibi yanıtladı. "Seninleyken asla böyle bir şey yapmayacağıma emin olabilirsin." Bakışları dürüst ve içtendi. "Seni kaybedecek bir şey yapmam. Hem de yaşananlardan sonra." "Buna sevindim, Carlo Morte Díaz." "Hakkında yapabileceğim diğer şeyleri de merak ediyor musun, Ece?" Avına yaklaşan sinsi bir aslan gibiydi imalı bakışları. Ben merakla kaşlarımı kaldırıp bir yanıt beklerken adamın vereceği yanıtın gelip beni kucaklayıp dudaklarıma yapışması olacağını hiç düşünmemiştim. Kalbim heyecandan hopladı. Kucağında benimle merdivenleri çıkan adamın dudakları dudaklarımda ve çenemde dolanırken vücuduma gösterdiği tatlı sert sevginin özlemini ne denli çektiğimi hatırladım. Bedenlerimizin karanlık tutkularımızla perçinlendiği yatağa gelmiştik. Yatak odasına. Beni aynanın önündeki yüksek komodine oturttuğunda ne olduğunu anlamadığım hızlı hamlelerle düğmelerini çözüp altımdaki pantolonu çıkardı. Ben de onun işini kolaylaştırmak için kazağımı çıkardım. Sadece iç çamaşırlarımla kaldığımda karşımdaki adam bana göre fazlasıyla giyinikti. Ve bakışları çapkın bir imayla vücudumu süzüyordu. Vücudum beklentiyle titrerken bakışlarım pantolonunun üzerinden bile görünen şişkinlikte gidip geldi. Bakışlarımı bir dedektörü fark ediyormuş gibi daha da büyüdü. İç çamaşırlarımdan arta kalan çıplaklıklarıma dokunurken parmakları belimi kavradı. Beni kendine yaklaştırıp sertliğiyle yüzleştirdiğinde heyecanla gözlerimi kapattım. Ellerim pantolonunun kemerine uzandı ve çözdü, fermuarını indirdiğimde gözleri çakmak çakmaktı. Yüzüm alev alev yanarken yüzüne bakmadığım adamın karşısında sanki ilk kez çıplak kalmışım gibi utanmıştım. "" diye mırıldandım. Carlo "Miel... Miel..." diye sayıklarken başını iki yana sallıyordu usulca. "Mío miel..." Dudakları tatlı bir homurtu eşliğinde bana yaklaştı. Islak öpücükleri köprücük kemiğimden iç çamaşırımın örttüğü göğüslerime doğru iniyordu. Sıcak, şefkatli ve sıradan bir sevişme olacağını düşünürken beklediğimin aksine şeyler olmaya başladı. Bakışları vücudumda ve göğüslerimde olan adam iç çamaşırım üzerindeki dudaklarını uzaklaştırıp beni seyretti. Geri çekilen adam yerdeki kemerini aldı ve bir ucunu sol el bileğime bağladı, diğer ucunu aynanın arkasındaki sert halkaya. Donup kalmış ve bir şey söyleyemez hâldeyken itiraz edemeyecek kadar merak içindeydim. İki parmağını bana uzattı. "Em." Kısa bir an baktıktan sonra ciddiyetini fark ettiğim an emrini gerçekleştirdim. Parmaklarını ağzıma sokarken onun yönlendirmesiyle emmeye başladım. Ağzıma sokup çıkardığı parmağının ıslaklığı usulca göbeğimden kasıklarıma indi. Dudakları geçtiği yerleri üflüyordu. Islaklığın bıraktığı yerler nefesinin temasıyla ürpermeme sebep oluyordu. Külodumun içine soktuğu parmakları ıslaklığımı yaladı. İki parmağının ucunu içime ittiğinde nefesim kesildi. Alt dudağımı ısırıp iniltimi baskıladım. Kendimi tuttuğumu gören adam parmaklarını geri çıkardı ve bu kez pervasızca içeri itti. Daha derine. Bunu öyle ani bir hamleyle yapmıştı ki kendimi kontrol altına almama fırsat dahi kalmamıştı. Dudaklarımdan kontrolsüz bir inilti yükseldi. Bu durumdan keyif aldığını gizlemeyen Carlo'nun dudakları sinsice kıvrıldı. Boşta kalan elimle gömleğini çözmeye çalışırken parmakları içimden çıkan adam bana yardımcı oldu ve soyundu. Bir elim kemerle bağlıyken içimde parmaklarının bıraktığı elektriklenmenin etkisiyle heyecanla nefesimi tuttum. Neler olabileceğine dair en ufak bir fikrim yoktu. İlk kez seks yapmıyordum. Onunla yaptığım ilk seks de değildi bu. Ama farklıydı. İlk gibiydi. Bu şekilde ilkti. Ve ne olacağını asla kestiremiyordum. Çenemi tutarak hiçbir şey sormadan bekledim. Bu anın büyüsünü bozmak istemedim. Planını tamamıyla üzerimde uygulamasına izin verdim. Boştaki elim tıpkı meraklı bakışlarım gibi istemsizce ve merakla bacaklarının arasındaki patlamaya hazır bombaya gitti. Bundan rahatsız olup olmayacağını düşünmeksizin beni oturttuğu yerde hafifçe kaykıldım ve ona yaklaştım. Elimi boxerının içine soktum ve çamaşırını sıyırıp saatli bombasını serbest bıraktım. Avcumu içindeki varlığını kavrayacak şekilde daraltıp sertliğini sıvazlamaya başladım. Buna fazla dayanamayan elimi sertçe tuttu ve geri çekti. Bakışları alevlenen Carlo tehditkâr bir edayla "Bu yaramazlığının bedelini ödemelisin." diye homurdandı. Az önce planladığı şeyler her neyse hepsini çöpe attığım için beni bakışlarıyla kınadı. Çekmeceden çıkardığı prezervatifi yırtıp açtı ve taktı. Kalçalarımı avuçlayıp kaykıldığım yere beni geri itti ve çıkarmaya dahi tenezzül etmediği külodumu kenara çekip bombasının pimini çekti, içime girdi. Nefes nefese plansızca içime giren sertliğinin doluluğuyla sarsılırken aklımı kaybetmemeye çalıştım. Carlo Morte Díaz'la restleşmenin sonucu buydu. Aklını kaybetmek. Nefes almaya çalıştım. Sadece nefes almaya. Ancak içimde gitgide büyüdüğünü hissettiğim varlığı duvarlarımı aşarken içim tatlı bir zevkle parçalanacakmış gibi hissediyordum. Hâlâ bir elim kemerle bağlıyken hiçbir yere kaçamayacağımı biliyordum. Ve kaçmak istemediğimi de. Sanki sertliğinin varlığı yetmezmiş gibi bu kez içimde hareket etmeye başladı. Önce yavaş, kısa bir süre sonra sert ve hızlı bir biçimde. Acımasız bir sertlikle içimde uyandırdığı zevk dalgasından habersizdi. Bacaklarımı kontrolcü bir biçimde iki yana sabitleyen adam gidip gelişlerini öngörülemez şekilde hızlandırdı. Bunu durduramazdım. Durdurmaya kimsenin gücü yetmezdi. Gürültülü bir biçimde boşalana kadar kadınlığımın kıyılarında varlığını sürdürmeye devam etti. Son ana kadar. En derinlerimde. Ve en acımasız hâliyle. Ağzından çıkan boğuk, hayvani sesiyle beraber başını omzuma yasladı. Bir süre bu orgazmın etkisinden çıkamayan ben, aynı sessizlikle ona eşlik ettim. İkimiz de konuşmuyorduk. Yalnızca hızlanan kalp atışlarımız ve birbirine karışan nefeslerimiz konuşuyordu. Birkaç dakika sonra kendine gelen adam, az öncekinin tam aksi bir kibarlıkla uzanıp bileğimdeki kemeri çözdü. Çekmeceye uzanıp yeni bir prezervatif çıkardığında planını gizlemiyordu. Bir şey söylemedim. O da konuşmadan beni kucakladı ve yatağa yatırdı. Sütyenimi kopçalarından çıkardı. Dudaklarındaki ıslak ve sert öpüşler vücudumun her zerresinde gezindi. Tıpkı az önce olduğu gibi zevkin doruklarına tırmanana kadar vücuduma iyi davrandı, her parçasına tutkuyla dokundu. Avuçları göğüslerimi okşadı, yoğurdu ve harekete geçirdi. Dudakları, dili ve dişleri her ikisinin uçlarıyla özenle ilgilendi. Pembeleşip sızlayana kadar. Bu kez ikimizin de zevk suyuyla nemlenmiş iç çamaşırımı özenle bacaklarımın arasından sıyırıp çıkardı ve çırılçıplak kalmamı sağladı. Yeniden içimle buluşmaya hazır olduğunda ben de pek farklı sayılmazdım. Kondomu taktı ve aletini az önceki şoktan çıkamamış, zonklayan nemli kadınlığımdan içeri kaydırdı. Hiç zorlanmadan içime doğru ilerlediğinde avuçlarım yatağın çarşaflarına tutunuyordu. Sanki ıslak bir zeminde kaymaktan korkuyordum. Ya da çok yüksek bir yerden düşüp aşağı çakılmaktan. İçimdeki iriliği gidip gelirken hissettiğim şey tam anlamıyla buydu. Ne kadar süreceğini dahi anlamadığım bu hareketin ardından kısa bir an içimden çıktı ancak hiçbir şey bitmemişti. Beni yüzüstü yatırıp kaldığı yerden devam etti. Yeniden giriş kapımı sertliğiyle zorladı. İstemsizce kendini korumak ve kontrol altına almak isteyen ellerimi tek eliyle kalçamın üzerinde sertçe birleştirdi. Hareket etmemi tamamen engellerken içimdeki hareketleriyle yakaran iniltilerim ona zevk veriyordu. Tıpkı az önce aynanın önünde bana yaptıklarının zevk verdiği gibi. Bu daha kaç kere tekrarlandı bilmiyordum ama seviştik. Sabaha kadar. Yorgunluktan bitap düşene kadar. Onun seks yaparken sevişmenin de ötesinde bir ciddiyetle işini yapması hem ürkütücü hem de heyecan vericiydi. Onu tanımaya başladığımı sanırken içinden yeni benlikleri çıkıyordu sanki. Her defasında. Matruşka bebek gibi. Ne zaman uykuya daldım bilmiyordum ama sabaha karşı olduğunu çok iyi biliyordum. Kısa bir uykunun ardından banyo kapısı ve su sesiyle uyandım. Carlo banyodaydı. Islık çalarak keyifli bir biçimde duş aldığına göre keyfi yerindeydi. Benim için de keyifliydi. Sağa kıvrılan dudağımla tebessüm ettim ve vücudumdaki tüm yorgunluk emarelerine rağmen yataktan kalktım. Carlo'nun dolabın kenarındaki füme rengi tişörtünü geçirdim üstüme. O banyodan çıkana kadar evi üstünkörü keşfe çıktım. Bu kez gizlilik ihlali yapmadan. Bir kez daha bu evden kovulmayı kalbim kaldırmazdı çünkü. Yatak odasından çıktığımda koridor boyunca yürürken karşıda dışarıya bakan kare şeklindeki cama bakıyordum. Ağaçlar, yeşillik ve kuş cıvıltıları. Ne kadar huzur vericiydi. Carlo'ya ilham veren güzelliklerden biri olduğuna emindim. Koridor bitiminde aralık duran kapıdan içeri girdim. Burası Carlo'nun çalışma odası olmalıydı. Bitmiş, yarım kalmış, üzerinde çalışılan bir sürü tablo vardı burada. Kadın çizimleri. Bazıları yerde, duvara yaslanmış bir biçimde duruyordu. Küçük bir sergiye katılmış gibi ilgiyle seyrettim hepsini. Gerçekten başarılı tablolar vardı. Ve rahatsız edici tablolar. Üzerinde çalıştığı portrelerdeki kadınlar biraz tuhaftı. Yüzlerindeki huzursuz ifade dikkatimi çekmişti. Kumral bir kadın, bir duvarın köşesine sinmiş, kendisine doğru korkmuş denebilecek bir ifadeyle bakıyordu. Tüyler ürpertici. Tabloya hipnotize olmuş gibi bakarken çalan zilin sesiyle irkildim. Carlo duştaydı. Bakıp bakmama konusunda ikileme düşsem de onun evinde kapıyı açmamın sorun yaratıp yaratmayacağını düşünecek kadar vaktim olmadı. Kapıdan çıktığımda Carlo belinde havluyla merdivenlerden aşağı iniyordu. Kapıyı açtı. Kapıdaki Inti'ydi. Trabzanların kenarından onları seyrederken Carlo'nun Inti'yi görünce tedirginliğini hissettim. Temkinli bir biçimde arkasına baktığında gizlenme gereği duydum. Belli ki benden gizlemek istiyordu. Tekrar kapıdaki arkadaşına döndü ve kısık sesle konuştu. "Ne var? Ne işin var burada?" Kinayeli bir ses tonuyla "Sence de konuşmamız gerekmiyor mu dostum?" diyerek karşılık verdi Inti. Bakışları ara ara arkasına dönen Carlo "Şimdi olmaz. Ece burada." dedi. "Tabii ya." Sağ eliyle yüzünü avuçlayan adam bıkkın görünüyordu. "Ne yaptığınla ilgili bir fikrin var mı Carlo?" "Inti, sonra dedim." Kısa bir an durduktan sonra "Arago'ya uğrarım." diye ekledi. Ancak gitmeye pek niyeti olmayan Inti arkadaşının onu kovmasından hiç de gücenmiş durmuyordu. Üzerine kapanmak üzere olan kapıyı sağ eliyle durdurdu ve ciddi bir yüz ifadesiyle Carlo'ya baktı. "Peki, o biliyor mu?" "Kapa çeneni." "Ne olursa olsun gerçeği bilmeye hakkı var. Daha ne kadar böyle sürer sanıyorsun, ha?" Bir dakika, bir dakika. Bu iki adam, benden mi bahsediyordu? Yoksa benden haberi olması gereken başka birinden mi? Neler oluyordu? Aklım iyice karmakarışık bir hâl almıştı. Çözemiyordum. Neyi bilmem gerekiyordu? Neyi bilmeye hakkım vardı? Carlo arkadaşının söylediklerini reddetti. "Buna gerek yok. Bilmesi gerekmiyor. Ona zarar vermiyorum." "Saklamaya devam edersen en büyük zararı vereceksin, bunun farkında mısın?" Inti'nin uyaran ses tonu arkadaşça çıkmıştı. Ancak temkinli bir biçimde duyup duymadığımdan emin olmak isteyen adam arkasına doğru bakarken bunu umursuyor gibi değildi. Bana zarar verecek o şey neydi? Kafam karışmıştı. Inti ise arkadaşına buruk bir şekilde baktı. "Carlo, buna başlama. Sonra durması zor olur." Uyaran ses tonu biraz da rica eder gibiydi. Carlo ise oralı değildi. "Daha sonra konuşacağız sözümün neresini anlamadın? Kaybol buradan." Uyarıda bile bulunmadan arkadaşının suratına kapıyı kapattı Carlo. Neler olduğunu asla anlamıyordum ama burnuma kötü kokular geliyordu. Öyle garip bir sarmalın içine düşmüştüm ki çıkmak için çok geçti. Bu yüzden çözmek zorundaydım. Belki de tek yolu buydu. Ama önce yüzümdeki bu tuhaf ifadeyi silmeliydim. Carlo'ya hissettirmeden hem de. Normal göründüğüme emin olunca merdivenlerden aşağı üzerimde onun tişörtüyle indim. Carlo'nun yüzünden bir şeyler çözümleyebileceğimi düşündüm ama o da benimle aynı maskeyi takıyordu. Hiçbir şey olmadı ki maskesini. Sanki bir şey görmemiş ve duymamış gibi "Kimdi gelen?" diye sordum. Bana ne cevap vereceğini merak etmiştim sadece. "Inti." En azından kim olduğu konusunda yalan söylememişti. "Bir şey bırakmak için gelmiş." "E alsaydın ya içeri." "Olmaz." Bakışları üzerimde gezinirken aramızdaki mesafeyi kapatan adamdan ürküp ürkmeme konusunda kararsızdım ancak bu ürkekliği bedenime yansıtmamaya çalıştım. "Bu anlar sana özel olmalı." Kolları vücudumu sardığında çapkın bakışlarının arkasındaki maskenin sahibini tanımaya çalışıyordum. Kimsin sen, Carlo? ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Bu bölümü privvryn , aysegulos10 , gece_m00 okurlarıma armağan ediyorum. 🎁 Geldik sonunda işin kızıştığı bölümlere. 🔥 Heyecanlı mısınız? Peki, sizce nelwr oluyor? Bu konudaki tahmin ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Carlo ve Ece bir şarkı olsaydı sizce bu hangi şarkı olurdu? Onu da buraya yazabilirsiniz. ✨ Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA |
0% |