@buzlarkralicesi
|
-2- Uyandığımda yuvarlak, geniş bir yatakta yatıyordum ve başım çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Yatakta tek başımaydım. Uyanmış olmalıydı. Belki de gitmişti. Bilemiyordum. Bildiğim tek şey dün geceyi hatırladığımdı. Ve dün geceyi benim başlattığım. Tehlikeyi sevdiğimi daha nasıl anlatabilirdim ki? Tanımadığım, adını bile bilmediğim bir adamla geçirmiştim geceyi. Üstelik onun üzerine atlayan ben olmuştum. Hırlı mıdır hırsız mıdır sormadan yapmıştım işte. İstemiştim ve yapmıştım. İçimden geldiği gibi davranmıştım. Seri katil bile çıkabilirdi ama dün gece onu öperken ve benimle sevişmesini isterken bu umurumda bile olmamıştı. Yataktan kalktığımda karşıdaki koltukta dün gece kusmuğa bulanmış kıyafetlerim temizlenmiş bir biçimde asılıydı. Külotumu bulamasam da umursamadan kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Saate baktığımda asıl paniğe kapılmam gereken durumu -yabancı bir erkeğin yatağında uyanmamdan bahsediyordum- es geçip işe geciktiğim gerçeğiyle yüzleştim ve aceleyle giyinip kendimi odadan dışarı attım. Merdivenlerden aşağı inerken nefis bir omlet kokusu burnuma dolunca midem guruldadı. Geceyi birlikte geçirdiğim yabancı ve gizemli adam mutfakta harikalar yaratıyordu. Filtre kahvesini yudumlarken kuş sütünün eksik olduğu masaya pişirdiği omleti koydu. Bakışlarını yukarı kaldırıp beni gördüğünde ise "Günaydın." demekle yetindi yalnızca. Ben Issız Adam gibi tuhaf triplere girip bak dün geceyi unutalım diye göt korkusuyla hareket edeceğini düşünürken gayet kafa adam gibi davranıyordu. Karmaşık bir ses tonuyla "Günaydın." diye karşılık verdim. En azından nezaketen "Kahvaltı hazır." demesi bile rahatlatıcıydı. Meredith birlikte olduğu bazı adamlardan bahsederken Deccal'i tarif ediyor gibiydi. Aralarından birisi evli çıkmış, karısı görmesin diye kızı kolundan tutup apar topar yangın merdiveninden kovarcasına göndermişti. Ah, Meredith ve korkunç ilişki maceraları. Kekeleyerek "Y-Yok, teşekkür ederim benim vaktim yok. İşe geç kalıyorum, daha eve uğrayacağım." diye yanıtladım. Görmemiş gibi davranmak istemem ama görmemiştim işte. Benim pek sevgilim ya da gönül maceralarım olmamıştı. Öncesinde bir sevgilim olmuştu, o da yeterince anormaldi zaten. Böyle incelikler düşünecek tipte biri değildi. Ertesi sabah e-düzüştük-daha-benden-ne-bekliyorsun bakışını atarak kibarca uğurlardı beni. Kibarca. Evet, ilginç bir kibarlık anlayışıydı doğrusu. Hem kendi tecrübem hem de Meredith'in anlattıklarından sonra adama uzaylı gibi bakıyordum doğrusu. Neyse ki kendisi çok da ısrarcı olmamakla birlikte "Sen bilirsin. New York'un en iyi omletini kaçırıyorsun." diyerek kaşlarını kaldırmasını ve kahvaltıya oturmam için açık kapı bırakmasını hayranlıkla seyrettim. Omlet de ne güzel kokuyordu. İlk defa adam gibi biri çıkmıştı karşıma, bense işe geç kaldığım için bunu değerlendiremiyordum bile. Lânet olsun. "Taksi çağırmamı ister misin?" Sanırım bu kadar kibarlık benim bünyeme bile fazla gelmişti. Biraz daha burada durursam daha dün gece tanıştığım bu adama sırf nezaketi yüzünden âşık olabilirdim. "Gerek yok, ben hallederim. Her şey için teşekkür ederim, hoşça kal!" Dış kapıdan çıkarken adamın arkamdan "Hey, en azından tanışabilirdik! Adını..." dediğini duysam da duraksamadım, duymazdan gelip yoluma devam ettim. Belki de tanışmasak daha iyi olacaktı. Tek gecelik bir şey olarak kalması her ikimiz için de en iyisiydi. Bir intikam davası peşinde koşarken bir de aşk acısıyla uğraşamayacaktım sanırım. Buna ne vaktim ne de gücüm vardı. Bir daha kendi kendime dönüp gelemeyeceğim bu evden uzaklaşıp anayola çıktığımda taksi çevirdim ve adresi verdim. Çok uzakta olduğumu şoförün yüz ifadesindeki memnuniyetsizlikten anlamıştım. Hâlbuki uzak olması benden sağlam bir ücret koparmasına sebep olacaktı ve mutlu görünmesi gerekirdi ancak sabahın köründe onu silah zoruyla evime götürmesi için tehdit etmişim gibi bakıyordu. Eve girer girmez bir duşa girdim. Oradan aceleyle ayrıldığım için duş alamamıştım. Kabine girip suyu açtığımda kendime geldiğimi hissettim. Duş jelini sürdüğüm lifi vücudumda dolaştırırken aklıma dün gecenin gelmesini engelleyemiyordum. Lif vücudumda onun ellerinin, dilinin dolandığı yerlerde tembelce gezinmesiyle kendimi hayal dünyasında buluyordum. Dün gecenin hayali bile tahrik olmama sebep oluyordu. Duştan çıktığımda bunu tekrar düşünmemek üzere hazırlanmaya koyuldum. Kıyafet dolabımdan işyeri için uygun, sade bir şeyler ayarladım. Tam giyinirken kapım çalındı ve daha yanıtımı bile beklemeden içeri Meredith girdi. "En azından yanıtımı bekleyebilirdin, değil mi?" dedim gücenmiş bir biçimde. "Sen de en azından arayıp bir katil tarafından deşilmediğini haber verebilirdin! Tanrım, hangi cehennemdesin sen ha?" "Her şeyi anlatacağım ama önce bir giyineyim. İşe giderken konuşuruz nasılsa." "Pekâlâ. İyisin ama değil mi?" "İyiyim, merak etme. Sadece biyolojik baba müsveddesini kovalıyordum." Güven veren bir ifadeyle başımı salladım. "Anlatırım yolda." Benden anlatacağıma dair söz aldıktan sonra ikna olan kız memnun bir biçimde odadan çıkarken arkasından baktım ve giyinmeye devam ettim. Ah, dün gece... Onu nasıl anlatabileceğimi bile bilmiyordum. Tarif edilemez bir geceydi ama sürekli o anları düşünüyor olmak bana bir şeyleri tehlikeli hissettiriyordu. Hayatımda uzun zamandır biri olmadığı için Meredith bunu duyduğunda delirecekti. Sonunda şansın benim de yüzüme güldüğünü falan düşünecekti. Yazık. Bilmiyordu ki bu öylesine bir geceydi işte. Öylesine. Fakat en azından kendime itiraf etmeliydim ki öylesine bir gece için fazlasıyla ateşli ve büyülüydü. Yoksa hâlâ o geceyi düşünüyor olmazdım. Vücudumda dokunduğu yerleri yeniden hissediyor ve istemsiz de olsa dün gecenin hayalini kurarken buluyordum kendimi. Hazırlandıktan sonra Meredit'in kırmızı Audi A3'üne bindik. Babasının rüşvet hediyesi de diyebilirdik. Annesini başka bir kadınla aldattığını görünce babasının rüşvet olarak bu arabayı alması, Meredith'in bunu kabul ettikten sonra yine de gidip annesine her şeyi anlatması gerçekten çok özel. Hâlâ hatırladıkça bu konuyu konuşur ve üzerine güleriz. Yolda dün geceyi üstünkörü Meredith'e anlattım. Kumarhaneye o adamı bulmak için gittiğimi, birkaç el oynadığımı, onu takip edeyim derken başıma gelen rezillikleri ve yabancı, gizemli adamla yollarımızın kesişmesini, birlikte bir gece geçirmemizi falan. Detaylara girmek istemedikçe Meredith beni çapraz sorguya almaktan vazgeçmiyordu. Çok meşgul görünmek için proje çantamın içindeki dosyaları zaten düzenli olmasına rağmen tekrar düzenlerken "Gerçekten anlattıklarım dışında çok önemli bir şey olmadı. Olsa anlatırım zaten sana, biliyorsun." dedim sıradan bir ses tonuyla. "Nasıl biriydi peki bu gizemli yakışıklı?" "Kumral, uzun boylu. Gözleri değişik bir renkti, mavi desen mavi değil, ela desen ela değil. Değişikti yani. Her neyse işte... Çok kibardı. En azından üzerine kusmuş olmama rağmen misafirperver davrandı bana." İmalı bir ses tonuyla kaşlarını kaldırıp kıvrılmış dudaklarıyla güldü. "Oldukça misafirperver olduğunu görebiliyorum. Gözlerin ışıl ışıl." Yakın arkadaşımın sözleri üzerine yüzüm alev alev oldu. Yüzümün kızardığını ancak o "Utanılacak bir şey yok canım, sonuçta senin de hayatında uzun yılların sonunda biri olacaktı." dediğinde anlamıştım. Meraklı bir ifadeyle arabayı sürerken bana laf yetiştirmeyi nasıl başarıyordu anlamıyordum doğrusu. "Peki yatakta nasıldı?" Gözlerini kısarak ifade alan bir polisle dergisine saçma anket ve testler hazırlayan kafayı kırmış bir editör arasında gidip geliyordu tavırları. "Bir aygır gibi miydi yoksa bir kaplan gibi miydi? Belki de bir sincap?" "Sincap dışında her ikisi de olabilir." Tam not vermiş gibi memnuniyet dolu bir yüz ifadesiyle "Bu harika!" dedi keyifle. "Meredit, son kez söylüyorum bu tek gecelik bir şeydi. Üzerine bu kadar konuşmamız bile absürt, yarın unutacağız bu olayı. Devamı olmayacak." "Bebeğim, inan bana bu işler hiç belli olmaz." Birlikte çalıştığımız, daha doğrusu Meredith'in babasının bağlantılarıyla bize ayarlamış olduğu reklam şirketindeki işimize döndüğümüzde bizi bir dosya yığını bekliyordu. Tarihlerine göre ayırmaya başlasam muhtemelen akşama kadar sürecekti. Ben dosyaları ayıklamaya çalışırken Meredith her ikimize de birer filtre kahve kapıp getirmişti. Ah, şuan belki de ihtiyacım olan tek şeydi bu. Filtre kahveden bir yudum aldığımda vücudumun uyandığını hissettim. Bizden sorumlu şefimiz Agnes içeri girdiğinde elinde bir dosya vardı. Sonradan bize açıkladığında bunun bir sözleşme olduğunu öğrenmemiz çok sürmemişti. "Genç bayanlar, uzun zamandır peşinde olduğumuz bir sanatçı var. Çok başarılı bir ressam. Carlo Morte Díaz. Onunla anlaşma sağlamaya çalışıyoruz. Eserlerinin haklarını satın alıp en iyi teklifi veren firmaya satmak istiyoruz. Böylece satın alan firmanın ürünlerinde Díaz'ın imzası olan eserlerin baskıları yer alacak. Kendisiyle görüşüp sözleşmesi incelemesi için teklif göndermek istedik ama hiçbir iletişim bilgisi bulamadık. Kendisi telefon bile kullanmıyor." Ben yine sabırsız bir biçimde dilimi tutamayıp ortaya atladım. "Kendisinin yaşadığından emin miyiz?" Agnes gülerken bile ciddiyetini bozmayanlardandı. O yüzden kısa bir an tebessüm ettikten sonra ciddiyetini korudu. "Ne ev adresi ne de telefon numarası yok. Eserlerinden birini satın alan arkadaşımın rivayetine göre telefon bile kullanmıyormuş. Onun hakkında bildiğimiz tek şey, eserlerini sergilediği mekânın adresi." Meredith'e dönen Agnes kısa ve öz bir biçimde sözleşmeyi ona uzattı. "Bu işle senin ilgilenmeni istiyorum." Bakışları beni işaret ederek "Sofi'nin her ne kadar ikna yeteneği olsa da sen daha tecrübelisin. Senin ilgilenmen daha doğru olur." diye ekledi. Evet, Sofi. Aslında kimliğim de dâhil olmak üzere her yerde Ece olarak anılsam da New York gibi bir yerde, özellikle burada Türklere karşı fazlasıyla önyargı vardı. Bu yüzden uzun zamandır ev arkadşım Meredith dışında herkesle görüşmemde kendimi Sofi olarak tanıtırdım. Bu işe girerken bile Türk olmam sorun olacak gibiydi ve biz de gerekeni yaptık. Şu ressamı ben de çok duymuştum aslında. Ve inanılmaz derecede merak ediyordum çünkü eserleri çok iyiydi. Nasıl biriydi acaba? Meredith'e nasıl biri olduğu konusunda çokça soru soracağıma emindim. Şimdiden bir sürü soru biriktirmeye başlamıştım bile. Meredith heyecanla sözleşmeyi kapıp yollara düşerken arkasından güldüm. Ne kadar da heyecanlıydı. Gerçi Carlo Morte Díaz'la tanışmayı kim istemezdi ki? Kendisi çok gizemli bir sanatçıydı. Hem eserleriyle çok ünlü biriydi hem de kendisiyle yüz yüze tanışan çok az kişiler vardı. Kaymak tabaka dışında tabii. Özel, elit insanlarla ilişkisinin çok iyi olduğuna emindim çünkü eserleri bu sınıftan kişiler tarafından kapış kapış gidiyordu. Çatlak ev arkadaşım New York'un en ünlü ressamlarından birini kovalamak üzere çıktıktan sonra ben kahvemi yudumlayıp ölene dek bitmeyeceğini düşündüğüm dosyaları tarihlerine göre sıralamaya devam ettim. Araya birkaç tane ayak işi yüzünden çağırılmam karışınca saat öğleni bulmuştu. Meredith hâlâ gelmemişti ve ben kurt gibi açtım. Üstelik tek başıma yemek yemekten de nefret ederdim. Neredeydi bu kız, nerede kalmıştı? Tam merak edip dosyaların arasında kaybolmuş telefonumla onu aramayı düşünürken ev arkadaşım benden önce davranmıştı. Telefonu merakla açtım. "Neredesin sen?" "Sana kötü bir haberim var." derken inliyor gibiydi. Müşkül bir durumda olduğunu sezebiliyordum ses tonundan. "Ne oldu?" "Kaza yaptım. Ah, benim kırmızı Audi'm... Tanrım..." "Ne? İnanmıyorum! Sen iyi misin peki?" "Ben iyiyim ama arabam..." "Kaza geçirdin ve tek derdin araba mı şuan?" Sakinleşmeye çalışarak yutkundum. "Çabuk arabanı çektir ve hastaneye git. Bir baksınlar sana. Yaralandın mı?" "Hayır, korkulacak türden bir şey yok." "Neredesin peki? Hemen gelip seni taksiyle alıyorum." "Hayır, hayır gerek yok buna. Senden daha önemli bir şey isteyeceğim, Ece." Kısa bir es verdikten sonra durumu açıkladı. "Arabam kullanılacak bir durumda değil, tutanak tutuluyor şuan. Bitince servise götüreceğim ve ünlü ressamla görüşmeme gecikiyorum. Benim yerime görüşmeye sen gider misin? Agnes'dan sözleşmenin kopyasını istersen sana yardımcı olacaktır, kendisine haber verdim." "Tamam, tabii... Ben hemen çıkıyorum." Telefonu kapattığımda hâlâ şaşkındım ve beynim dönmüştü resmen. Kaza, görüşme, bir sürü şeyin aniden üst üste gelmesine uyum sağlamaya çalışıyordum. Çantamı kaptım ve şeften sözleşmenin kopyasını alıp yola koyuldum. Allah'tan Agnes şirket araçlarından birini ayarlamıştı da taksilerde falan sürünmeyecektim yoksa işim daha uzundu. Sergi mekânına zamanında yetiştiğime şükrediyordum çünkü yoldayken bir ara durumlar son anda değiştiği için görüşme saatine yetişemeyeceğimi düşünüp endişelenmiştim. İçeri girdiğimde kocaman bir tesisin içinde yok olup gitmiştim sanki. Birbirinden anlamlı, büyüleyici resmin arasında kayboluyordum. Eserleri inceleye inceleye içeri girerken elinde dosyalarla dolaşan bir kadına Carlo Morte Díaz'la bir görüşmem olduğunu söyledim ve kadın tuhaf İspanyol aksanıyla beklemem gerektiğini söyledi. Ben de içeri girdim ve bekleme odasına girmeden holdeki resimleri incelemeye başladım. En büyük hayallerimden biri gerçekleşiyormuş gibi hissediyordum çünkü daha bir saat öncesine kadar bu ünlü ve yetenekli ressamla tanışabilmek için can atıyordum hatta bu kaza mevzusundan dolayı kendimi bile suçlamıştım. Acaba görev kızcağıza verildiği için gözüm mü kalmıştı da bunlar olmuştu, diye düşünmeden edememiştim. Şimdiyse buradaydım işte. Onun inanılmaz eserlerinin arasındaydım. Heyecanla nefesimi bıraktım. Nasıl biriydi acaba? Kırklı yaşlarında, uzun boylu, karizmatik bir adam mıydı? Yoksa kısa boylu, gözlüklü, tıknaz bir adam mı çıkacaktı? Kadın çıkma ihtimalini bile düşünmüştüm ama bu çok düşük bir ihtimaldi. Zira Carlo isminde bir kadınla henüz tanışmamıştım. Tabii Türkiye'de bunun gibi örneklere de sık sık rastlanmıyor değildi. Adı Yüksel, Fikret olan kadınlar tanıdıkça hiçbir şey öyle çok da inanılmaz gelmiyordu doğrusu. Beyaz bir arka planda yere düşmüş bir kadeh tablosunu incelerken heyecanla kendimi resmin içinde kaybolmuş gibi hissetmiştim. Kadeh doğal bir biçimde beyaz bir zemine devrilmiş, içindeki kırmızı şaraptan çok kana benzeyen sıvı yere düşüp estetik bir biçimde etrafa dağılmıştı. Normalde çok ilginç bulunulacak bir eser olmayabilirdi ama resme baktığımda bunu çok farklı birinin yine benzersiz düşüncelerle resmettiğini hissedebiliyordum. Resmeden adamın neler düşündüğünü hayal ederken kendimi resmin derinliklerinde unutmuştum. Bu sırada yanıma gelip sağ çaprazımda biraz ileriye giden ve kadeh tablosunun yanındaki resmi elleri ceplerinde inceleyen arkası dönük takım elbiseli adam yüzüme bakmadan "Carlo Morte Díaz." diye mırıldandı düşünceli bir ifadeyle. Bense hayranı olduğum ressamı övme fırsatı bulduğum için hemen atladım. "Çok yetenekli bir ressamdır. Tam bir duayen. Her eserinde farklı çizgiler, birbirinden muhteşem detaylar." "Bence çok basit bir tarzı var." Elleri ceplerinde adam hafifçe bana döndüğünde bu adamın dün gece yattığım gizemli yabancı olduğunu fark etmem uzun sürmedi. "Sen..." Derin bir nefes aldım. "Senin ne işin var burada? Beni takip mi ediyorsun?" Kaşlarımı çatarak dur durak bilmeyen sorularıma bir yenisini daha ekledim. "Tek gecelik ilişki yaşadığın kadınları takip edip kaçıran bir sapık mısın sen ne boksun?" Ellerini sakin ol dercesine hareket ettirirken istifini hiç bozmuyordu. "Hey, biraz sakin ol." Gözlerini kısarak "Her şey seninle ilgili olmak zorunda mı? Sadece sergiye gelmiş olamaz mıyım?" diye sordu. Kollarımı kavuşturarak ona yukarıdan baktım ve ön yargının dibine vurdum. "Carlo Morte Díaz'ın eserlerini basit bulan biri olarak sanattan çok da anladığını düşünmüyorum, git gözlerine bir baktır istersen." Elleri ceplerinde olan yabancı ve gizemli yakışıklı başını öne eğerek güldü ve bana biraz yaklaşıp kulağıma mırıldandı. "Dün gece altımda zevkle inlerken sanat anlayışımı sorgulamıyordun." Kıpkırmızı olmuştum, çaprazımdaki boy aynasından bunu görebiliyordum. Derin bir nefes alıp ona laf yetiştirecekken arkamdan gelen ve her hâlinden varlıklı biri olduğu belli olan uzun boylu, kırklı yaşlarındaki diz hizasında siyah elbiseli, kısa siyah saçlı kadın flörtöz bir biçimde karşımdaki adama elini uzattı. "İyi iş, Carlo. Bu harika sergi için teşekkürler!" Karşımdaki adam nazik bir biçimde baş eğerek kendisine uzatılan eli ağırbaşlı bir biçimde sıktı ve "O zevk bana aitti." dedi. Kadın yanımızdan adama kendini beğendirmeye çalışan bir ifadeyle çalım atarak gittikten sonra baş başa kalmıştık. Ben şaşkındım. Dilim tutulmuştu. Carlo Morte Díaz. Sözleşme imzalamak için ikna etmem gereken, hayranı olduğum ünlü ressam dün gece yattığım gizemli adamdan başkası değildi. Özgüvenli bir gülüşle elini uzattı, "Carlo Morte Díaz." diye sakin bir ifadeyle kendini tanıttı. "Ve siz de benimle görüşmek için ricacı olan Bayan Meredith Wilson'sınız." Hâlâ o kadar şaşkındım ki. Önce yutkundum ve diğer elimle sağ elimi tutup adamla el sıkıştım. Kendimi faka basmış, büyük bir çam devirmiş gibi hissediyordum. Çok tuhaf bir tesadüfün ortasındaydım. Başımı iki yana sallayarak "Sofi Stern." diye mırıldandım yalnızca. "Bayan Wilson'ın başına küçük bir talihsizlik geldiği için sözleşme için ben şey yaptım..." Başımı öne eğdim utanarak. "Ah, kahretsin." diye mırıldandım ağzımın içinden. Hayranı olduğum ve şirketimizin bünyesine katmam gereken ressamla onun deyimiyle dün gece altında inlediğim adam aynı kişiydi. Allah'ım, hemen şuan yerin dibine girebilir miyim? Mümkün müdür böyle bir şey? Tebessüm ederek başını salladı. "Pekâlâ, belli ki uzun sürecek bir iş görüşmesi söz konusu. Sen bugünün şokunu atlat, benim çıkmam gerekiyor." Beni görmezden gelir gibi tepeden bakarken keyifli bir gülümsemeyle yapıyordu bunu. "Yarın gel, teklifini sun." Bir adım atıp yanımda duraksadı ve gözlerime baktı. Kulağıma fısıldadı. "Evimi biliyorsun." Yanımdan geçip giden adamın arkasından şoke olmuş bir biçimde bakarken kendime gelmemin zaman alacağını anlamam zor olmamıştı. Bakışlarındaki durumdan zevk alan, beni mat ederken haz alan sadist, şeytani ve bir o kadar da çekici ifade gözlerimin önünden gitmiyordu. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Yeni bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Ece ve Carlo için ilginç bir tesadüf oldu. Bakalım bundan sonra neler olacak? ✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmek isterseniz aşağıdaki hesaplardan bana ulaşabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA |
0% |