Yeni Üyelik
21.
Bölüm

🂡 KADEH | 20

@buzlarkralicesi

-20-

Acımasız bir avcının elindeki çaresiz, cılız bir av olmama rağmen korku dolu bakışlarımı yatıştıramasam da ''Carlo gelme üstüme dedim.'' sözünü ardından yutkundum. Tabi bunu söylerken onun kollarının arasında olduğumu var sayarsak bu son derece saçma bir cümle kalıbı olmuştu. Hâlâ onun kollarında olmama rağmen geri adım attım onun keskin bakışrından kurtulmak istercesine. ''Beni de mi öldüreceksin?''

Durdu Carlo. Sadece ifadesiz ve soğuk bir biçimde gözlerime baktı. Yüzümü seyretti. Mideye indirmeden önce avını iştahla seyreden bir aslandan çok alakasızdı bakışları. ''Sen...'' dedi yalnızca tane tane konuşacağını hissettiren bir başlangıçla ve durdu yeniden. Birçok şeyi söylemek isterken hiçbir şey söyleyemiyor gibiydi. ''Benimle birlikte olmaya karar verdiğinde bir Rus ruleti oynadın aslında.''

Anlamayan bakışlarla yüzüne bakarken korktuğum adamdan hâlâ ne kadar etkilendiğimi düşündüm. Sanırım ben karşımdaki adamdan daha manyaktım. Çünkü mantıklı bir insan böyle bir durumda kaçıp kurtulmayı düşünürdü. Benim gibi karşısındaki adamın açıklamasını merak edeceğini hiç sanmıyordum.

''Ve sen bu Rus ruletinden sağ çıktığın hâlde ruleti kaybeden ilk kişisin.'' Gözlerini kısarak beni süzen adam ''En çok neye üzülüyorum biliyor musun?'' dedi ve ekledi. ''Beni tanıyamamış olmana.''

Her manyak gibi aniden atarlanıp sinir krizine girmesinden korkmama rağmen cevabımı esirgemedim. Bu da benim intihar şeklimdi sanırım. ''Kendini hiç gerçek manada tanıtmadığın için olabilir mi?'' Bakışları aynı ifadesizlikle üzerimdeydi ama susmadım. ''Gerçek Carlo'yu hiç anlatmadın. Ne zaman hakkında bir şey sorsam geçiştirdin, öğrenmemi istemedin. Ve geldiğimiz nokta bu.''

''Anlatsam anlar mıydın?'' Yüzü yüzüme bu kadar yakınken ifadesizliği bir milim ötemdeydi. Etkisinden kurtulamayacağım kadar baskındı ve başını iki yana salladı kendinden emin bir ifadeyle. ''Sanmıyorum.''

''Anlatmadığın için bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.'' Bakışlarım neyine güvenerek ona meydan okuyordu bilmiyordum ama geri adım atmadım. Biraz daha sakin durmaya çalışarak söze girdim. ''Carlo-''

Ancak konuşmama fırsat vermeden kollarımdan tutarak beni sürüklemeye başladı adam. Acaba beni tavan arasındaki gizli bir yere kilitleyip kırbaçlayarak öldürecek miydi? Saçmalama Ece. Öldürmek istese tercih edeceği yol neden kırbaçlamak olsun? Ben nereye sürüklendiğimi bilmeden karşı koymaya çalışırken arkamdaki kapıyı açtı Carlo. Kapının önüne geldiğimizde kollarımı serbest bırakan adam ''Git.'' dedi sadece.

Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Öğrendiklerime rağmen beni serbest bırakıyordu. Evinden kovuyordu. Ya polise gitseydim? Gerçek kimliğini açık etseydim? Yine saçmalıyorsun Ece çünkü gazete kupülerindeki adamın aslında Carlo olabileceği sadece senin düşüncen. Carlo belki böyle düşünmeni istedi. Velev ki gerçekten böyle olsun, yine de elinde kanıt niteliğinde bir şey var mı? Yok. Aptal birkaç gazete kupürü, o da Carlo'nun evinde kaldı zaten. Elinde avucunda hiçbir şey yok.

Yine de karşımdaki adamın beni öylece kapının önüne bırakmasına bir anlam verememiştim. Bana zarar vermemesine mi şaşırmıştım yoksa alelen beni evinden kovmasına mı içerlemiştim bilmiyordum. Ama bir süre yüzüme baktıktan sonra suratıma kapıyı kapatan adama şaşkınlık beslediğim bir gerçekti. Ne düşüneceğimi bilemez hâlde çıkıp gittim oradan.

Uzun uzun yürüdüm. Nereye yürüdüğümü bile bilmeden. Ne yani, şimdi her şey bitmiş miydi? Herhangi bir açıklama yapmadan, bir şey söylemeden, üzerine konuşmadan öylece bitmiş miydi? Ne olmuştu böyle? Biz ne yaşamıştık bu gece? Onca yaşananların ardından böyle bir son muydu hak ettiklerimiz? Carlo'nun tek kelime etmeden beni terk etmesi miydi? Bu muydu yani?

Bana deseydi ki ben o kişi değilim, aslında durum şöyle şöyle, ne kadar saçma olursa olsun inanırdım ben ona. Açıklamasının ne kadar saçma olduğuyla ilgilenmiyordum. İnanırdım. Ancak o bana bir açıklamayı bile çok görmüştü. Beni kaile bile almamıştı. Belki de ona bunu yakıştırdığım için kızmıştı. Hayır, Ece bunu yapma. Sakın bir suçluyu kafanda aklama. O bir suçlu. Eğer suçlu olmasaydı kaçmazdı, açıklardı her şeyi. O kötü biriydi. Genç bir kızın ölümüne sebep olan ya da ölümüne sebep olmuş biriyle bağlantılı kötü biriydi. Bu çok netti artık gözümde. Bunu kabullenmek benim için ne zordu.

Yürüyerek Fabri'yle daha önce buluştuğumuz yerin önüne geldiğimin farkında bile değildi. Başımı kaldırıp baktığımda önümde duran arabayı yeni fark etmiştim. Fabri'nin arabasıydı bu. Önümde durmuştu ve arabadan indi. Anlamsız bir şeyler konuştuğunu uğultu hâlinde duyabiliyordum. Kafamın içindeki sesleri susturmam birkaç saniyemi aldı.

''Ece, sen iyi misin?''

Yalan söylemek için fazla yorgundum. ''Hayır.'' dedim bir çırpıda.

Kollarımdan yumuşakça tutup beni daha önce buluştuğumuz o mekâna yönlendirirken ''Gel şöyle.'' dedi. ''Sana sıcak bir şeyler ısmarlayayım. Biraz da konuşuruz.''

Ne kabul ne reddettim. Zaten karar ya da karşılık verebilecek bir durumda da değildim. Oturup bir şeyler içtik. Fabri kendine sert bir kahve söylerken ben sıcak çikolata tercih ettim. İçeceklerimizi yudumlarken ortamda sessizlik hâkimdi. Ben konuşmaktan çok uzaktım. Zaten ne konuşacaktım ki? O da ayrı bir konuydu.

Aramızdaki sessizliği Fabri'nin ''Anlatmak istersen dinlerim.'' sözü bozdu.

''Konuşmak istemiyorum.'' Ne anlatacaktım ki? Bu anlatılabilir türden bir şey miydi sanki? Konuşmak, birilerinden akıl almak için yanıp tutuşuyordum ama yapamazdım. Bu birilerinden akıl almak için fazla gizli bir konuydu. Fazla ağır bir yük. Hem ne olduğunu bile bilmezken, içinden ne çıkacağını dahi bilmezke birine anlatmam ne kadar doğruydu ki?

Carlo bunları düşünememiş miydi? Benim birilerine anlatma ihtimalimi. Bnei kovarak ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Utanmasam beni neden öldürmedin diye yakasına yapışacaktım adamın. Ben de bir tuhaftım doğrusu. Ama anlam veremiyordum. Mantıklı bulmuyordum. Kafamdaoturmayan bazı şeyler vardı. Çözemiyordum.

Aklımdaki karmaşık düşüncelerden habersiz ''Peki, biz de susarız o zaman.'' diye karşılık verdi her zamanki ağırbaşlı ifadesiyle Profesör Fabri.

Gerçekten de sustuk. Fabri beni hiç darlamadı, ısrar etmedi. Hatta normalden daha şefkatli geldi gözüme. Anlayışlı bir biçimde başka konular açtı. Buranın kahvelerinin ne kadar güzel olduğundan tutup da eskiden çalıştığı yayınevlerinde yaşadığı anılara kadar kafa dağıtacak bir sürü şey anlattı. Normalde son derece suskun ve ağırbaşlı biri olmasına rağmen beni çocuk eğler gibi oyaladı. Ben de anlattıklarını dinledim. Gerçekten dinledim çünkü onu dinliyormuş gibi yapıp kafamda garip düşünceler barındırdığımda karşımdaki adam bunu anlıyordu. Ve Carlo'yla ilgili düşünüp durmak beni de yoruyordu. Bu yüzden düşünmemeye çalıştım. Bitti dedim kendi kendime. Nedeni ne olursa olsun olan uydu çünkü Bitmişti. Ne yapabilirdim ki?

Fabri beni evime bıraktığında hiç konuşmadık. Teşekkür edip yanından ayrıldım ve eve girer girmez odama kapandım. Kimseyle bir şey konuşacak durumda değildim. Günlerce teme ihtiyaçlarım dışında odamdan çıkmadım. Okula gitmedim, derslere katılmadım, telefonlara bakmadım. Annem bile defalarca aramıştı ama açmadım. Zaten hâlâ pek konuştuğumuz söylenemezdi. Son görüşmemizden sonra ipleri koparmıştım. Aslı ve Meredith okula giderken evde yalnızdım. Yemek yemek bile istemedi canım. Hep uykum vardı. Bir gün hiç yemek yemezken başka bir gün aşırı yiyordum. Televizyonda asla izlemeyeceğim saçma programları açık tutup aklımı meşgul ettim. Sanırım bir tür depresyondaydım. Bunun böyle gitmeyeceğinin farkındaydım ama gittiği yere kadar kendimi bu boşluğa bırakmıştım.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum, takvimleri takip etmiyordum, umurumda da değildi ama bir sabah Meredith kapıyı çalıp içeri girdi. Günlerdir odama kahvaltı getirse de pek yediğim söylenemezdi. Zaten yeme ataklarım geldiğinde dışarıdan pizza, noodle gibi fazla yediğinde zararlı olacak türden şeyler tüketiyordum. Ancak bu kez ellerine baktığımda boştu, Meredith'in yemek getirmek için gelmediğini anlamıştım.

''Profesör Fabri geldi, kapıda seni bekliyor.'' İmalı tavrını gizlemeye çalışarak eklese de ben anlamıştım. ''Seni merak etmiş.''

Hiçbir şey söylemeden giyinip kapıya çıktım. Fabri her zaman olduğu gibi şık görünüyordu. Benim paspal hâlimin aksine. Gri keten bir ceket ve pantolon ile beyaz bir gömlek. Jilet gibiydi. Bakışlarındaki merakı bastırarak ''Merhaba.'' dedi Fabri.

''Merhaba, gördüğün üzere ölmedim, hayattayım. Merak ettiğin için teşekkürler.'' Sesim istemsiz de olsa bıkkın ve bezgin çıkmıştı ve bununla ilgilenmemiştim. Karşımdaki kişiler tarafından nasıl göründüğüm umurumda değildi pek.

''Derslere gelmiyorsun.''

Düşünmekten çok uzak ''Hastaydım.'' diye bariz bir yalan söyledim.

Karşımdaki adamsa her şeyin farkında bir biçimde ''Hasta değilsin.'' dedi. Bunu söylerken yalanımı yüzüme vuran, gayet kendinden emin bir ifade hâkimdi yüzünde. Profesör Fabri acımıyordu. ''Sadece depresyondasın.'' Hafife alan sıradan bir ifadeyle ekledi. ''Muhtemelen aşk acısı çekiyorsun. Ve hayat bunun için çok kısa.''

Karşımdaki adamı kandıramayacağımı anlayınca ''Biliyorum.'' deyip sustum. Yine bir sessizlik. Hayatın kısa olduğunu, kafamıza takmamamız gerektiğini herkes söylüyordu ama kimse bunu nasıl yapabileceğimize dair bir akıl vermiyordu. Nasıl unutabilirdik ki? Cevapsız sorular.

Aramızdaki sessizlikten rahatsız olan profesör, kısa bir an düşündükten sonra ani bir kararla ''Hazırlan, çıkıyoruz.'' dedi. Öylece. Nereye gideceğimizi bile söylemeden.

''Nereye?''

''Kahvaltıya gidiyoruz.'' Ballandıra ballandıra anlatmaya başladı. ''Önce güzel bir kahvaltı yaparız, sonra kitabının son hâli ne durumdaymış yayınevine gidip bakarız ne dersin?'' Benim kararsız duruşuma karşın kaşlarını çattı. ''Ne o, kitap çıkarmak, başarılı bir yazar olmak artık hayalin değil mi?'' Yargılar gibi baktı bana. ''Aşk hayatında işler yolunda gitmedi diye her şeyi bir kenara mı bırakıyorsun?''

''Hayır da...''

''O zaman?''

Dosyayı teslim ettiğimden beri ilgilenecek gücü kendimde bulamamıştım. Carlo'dan sonra yaşadığım yıkıma saplanıp kalmıştım. Ama Profesör Fabri haklıydı. Hayat bunlar için çok kısaydı. Bu yüzden onu dinledim ve üzerimi değiştirip geri döndüm.

Manhattan'da daha önce görmediğim güzel bir yere gittik. Kahvaltı masasında bir kuş süt eksikti. Her şey harikaydı. Benim moralim dışında. Merak ediyordum doğrusu, Profesör Fabri hiç benim gibi bir şey yaşamış mıydı? Terk edilmiş miydi ya da ait olmadığı birine müthiş bir tutku hissetmiş miydi? Ait olmadığı bir kalpte esir düşmüş müydü? Elbette bunu sormadım. Tüm sessizliğimle kahvaltımı yapmaya devam ettim.

Kahvaltı boyunca ağzımı bıçak açmadığının ben de farkındaydım ancak ne konuşacağımı bilmediğimdendi bu. Bir de konuşmak pek içimden gelmiyordu doğrusu. Ağzımın kilidini açmak ister gibi ''Güzel bir yer, değil mi?'' sorusunu yönelten Fabri, beklediğimden de fazla ilgileniyordu benimle ve derdimle. İLk tanıştığımız Fabri olsaydı muhtemele aşk acısı çekmeyi aptalca bulurdu ve beni de aptal gördüğü için muhatap olmazdı. Demek ki her insanın bir de iç yüzü oluyordu.

''Hı hı, evet. Uzun zamandır buradayım ama böyle bir yer olduğunu pek bilmezdim doğrusu.''

Masanın üzerinde ellerini birleştiren adam bana bakıyordu. ''Neler olduğuna dair en ufak bi fikrim yok, Ece. Beni ilgilendirmediğinin de farkındayım. Bu yüzden tekrar tekrar sormuyorum. Ama bilmeni istediğim bir şey var, o da hayatın başımıza gelenlere uzun uzun üzülmek için çok kısa olduğu. Ve senin kendini bırakmak için fazla güçlü bir kız olduğun.'' Öğü verir gibi devam etti. ''Her ne olduysa bir an önce ayağa kalk ve devam et. Hayat senin iyileşmeni beklemeyecek kadar acımasız. Hayallerini başkaları gerçekleştirdiğinde üzülüp pişman olmanı istemem.''

Söylediklerinin her kelimesinde haklıydı. Keşke bunu nasıl yapabileceğimi de söyleseydi. ''Carlo'yla ayrıldık.'' dedim öylece. Bunu söylemeli miydim ya da hocamla askerlik arkadaşım gibi sohbet etmek, dertleşmek etik miydi, Fabri bu sözlerin muhatabı mıydı diye düşünmeden söyleyivermiştim işte. ''Bu sefer kesin olarak bitti. Yani geri dönüşsüz bir şekilde.''

Sessizlikle başını önüne eğdi adam. Benim üzüntüme üzülmüş gibi görünüyordu. Tıpkı sadık bir arkadaş gibi. ''Üzüldüm.'' Bakışları bana döndüğünde yumuşak bir ifade hâkimdi. ''Bu konuda yapabileceğin bir şey var mı?''

Başımı iki yana salladım umutsuzca. ''Hayır, yok.''

''O zaman bu kadar üzülmen yeterli bana kalırsa.'' Ne demek istediğini daha yeni yeni anlayan ben az önceki soruyu öylesine sordu sanmıştım. Meğer üzülmemin yersiz olduğunu söylemek içinmiş. ''Seyrini değiştiremeyeceğin şeyler için gereğinden fazla üzülme. Bu vakit kaybı olur.''

''Peki, bunu nasıl yapacağımı da söyleyin tam olsun. Herkes üzülme, takma diyor zaten. Farklı bir şey söyleyen yok.'' Aniden saldırıya geçtiğimin farkında olmaksızın ''Siz hiç böyle bir şey yaşadınız mı? Nereden biliyorsunuz bunun gelip geçici bir acı olduğunu? Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?'' diye sordum adama. Sanki hesap sorar gibi.

Sert çıkışmasını ya da bozulmasını beklediğim adam komik bir şey duymuş gibi başını öne eğip güldü. karizmatik ve kendinden emin bir gülüştü bu. Biraz da alaya alır gibiydi. ''Ece, sen aşk acısını hayatta ilk defa kendin mi yaşadın sanıyorsun? Elbette benim de imkânsız aşklarım oldu. Hatta belki daha kötüleri.'' Omuz silkti. ''Hayat böyle bir şey zaten. Sana her zaman çiçekli bahçeler vaat etmiyor.''

''Bunu biliyorum. Ama iki kişi de birbirini severken her şeyin nasıl berbat olabildiğini anlayamıyorum sadece.''

Kaşlarını kaldıran adam boş vermiş bir biçimde dudak büktü. ''Aşk her zaman yetmiyor. İnan bana yetseydi çok az mutsuz insan olurdu dünyada.'' Yaslandığı yerden ağır ağır doğrulurken iç geçirdi. ''Bunu nasıl atlatacağına gelecek olursak.. Her insanın atlatma türü farklıdır. Tıpkı acı eşiğinin de farklı olduğu gibi.'' Yüzü aydınlandı. ''Ama bununla ilgili iyi bir fikrim var.''

''Nedir?''

''Önce yayınevine gitmeyecek miydik?''

Açıkçası kafam bu kadar doluyken gitsem de hiçbir şekilde faydalı olamayacağım gibi kendimi kitabın hazırlıklarına veremeyecektim. Bu yüzden başımı iki yana salladım. ''Bugünlük gitmeyelim. Konsantre olabileceğimi sanmıyorum.''

Üstelemeden ''Pekâlâ.'' dedi adam. ''Kahvaltın bittiyse kalkalım o hâlde.''

Hesabı bırakıp kalkan adamın peşine takıldım heyecanla. Yüzümde eğreti de dursa beynimi kandırıp mutlu eden bir gülümsemeyle ''Nereye gidiyoruz?'' diye sordum ama yanıt vermedi.

Yol boyunca sorsam da ser verip sır vermiyordu. Sabırsızlanıyordum ama uzun yol boyunca bu konuda tek kelime etmedi adam. En sonunda geldiğimizde doğayla iç içe bir yerdeydik. Buranın neresi olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Sadece yolun çok uzun geldiğini biliyordum.

''Burası çok güzel.'' Yeşillikler arasındaki bu yeri görünce bile içime sebepsiz bir mutluluk dolmuştu. ''Neden geldik buraya?''

''Arabada bekle.''

Hiçbir şey söylemeden arabadan inen Fabri, karşıdaki yaşlı adamın yanına gittiğinde ne yapmak üzere olduğunu anladım. Adamın bir sürü bisikletleri vardı ve onunla kısa bir süre konuştuktan sonra iki bisikletle yanından ayrıldı. İki adım attıktan sonra bana gel dercesine elini salladı.

Heyecanla arabadan inip yanına gittim. ''Bisiklet mi süreceğiz?''

''Evet, bir sakıncası mı var?''

Bisiklet sürmek için heyecanlı olsam da memnuniyetsiz bir ifadeyle ''Evet, var.'' dedim. Hevesim kursağımda kalmıştı. ''Ben bisiklet sürmeyi bilmiyorum.'' Güldü adam. Mızmız bir çocuk gibi kollarımı göğsümde bağladığımda onun gülüşü benim için sinir bozucuydu. ''Ne? Herkes bilmek zorunda mı?''

Nadir bir biçimde güldüğünü gördüğüm ve gülünce ilk tanıştığım o musibet adamdan farklı birine dönüşen Fabri onaylayarak başını salladı. ''Merak etme, ben sana öğretirim.''

Kaçan hevesim yerine geldiğinde aydınlanmış yüzümle ona baktım. ''Sahiden mi?''

''Tabii, çok kolay. Gel bakalım.''

Bisiklete binmeme yardım ettiğinde daha önce hiç olmadığımız kadar yakındık. Pahalı parfüm kokusu burnuma oluyordu. Ellerini ellerimin üstüne koymuş, nasıl süreceğimi anlatıyordu. Anlattığı gibi pozisyon aldığımda beni arkamdan tutmaya başladı. İlk iki denememde düşe kalka bisikleti ayakta tutmayı başarsam da üçüncüde kendime pek güvendiğim söylenemezdi. Hazır olduğumu düşünen adama ''Bak sakın beni bırakma.'' dedim uyaran bir ifadeyle.

''Hazırsın. Ama bırakmıyorum, merak etme. Buradayım. Hadi.''

Onun arkamda olduğunun verdiği güvenle sürerken hızlandım ve bu beni çok heyecnlandırdı. Bu hıza nasıl yetişiyor diye düşünerek arkama döndüğümde beni çoktan bıraktığını fark edip korktum. O an dengemi kaybedip düşmeseydim aslında pekâlâ kendi başıma sürebiliyordum. Hızlı gittiğim için sert bir düşüş yaşadım. Dizlerimin üstüne düştüm.

Endişeyle yanıma koşan adamın kaşları çatıldı. ''İyi misin?''

''İyiyim.'' Dizlerim kanamıştı ve çok acıyordu. Dizlerime üflerken sinirimi bir yerden çıkarmam gerekiyordu, ben de gerekeni yaptım. ''Sana beni bırakmamanı söylemiştim! Düştüm işte!''

Her şeyin gayet farkında olan adam ''Arkanı dönüp benim olmadığımı görene dek gayet iyiydin. Yapamadığın için değil, arkanda benim olmadığımı görüp paniklediğin için düştün.'' yanıtını verdi hazırcevap bir ifadeyle.

''Aman, her şeyi de bil! Öğretmensin ya! Her boku bil!''

Gülerek bana bakan adama karşı mahcup bir bakış attığım sırada ''Kalkabilecek misin?'' diye sordu adam. Bundan pek emin değildi. Kısa bir düşünme anımın ardından yanıt beklemeden kucakladı beni. Arabaya bindirdi. Bisikletleri iade ettiğimizde bakışlarım ciğerci kedisi gibi onlarda kalmıştı. Ne güzel sürüyorduk. Coşkulu ve mutlu hissetmiştim bunu yaparken. Sanki eski yaşama sevincmi geri kazanmış gibi. Profesör Fabri'nin yöntemi işe yaramıştı sanırım. Hayata dönebilmiştim. En azından biraz havam değişmişti.

Akşam olmak üzereyken bir evin önünde durduk. ''Burası neresi?'' diye sordum bugünün favori sorusu olduğunu fark etmeden.

''Evim.'' Yanlış anlamamam için olsa gerek ''Yaralarını temizleyip seni evine bırakacağım.'' dedi hemen. Zaten aksi bir şey düşünmemiş olsam da bu açıklama içimi rahatlatmıştı. Neden bir hastaneye ya da eczaneye gitmediğimizi sorgulamamıştım çünkü ikisinden de nefret ederdim. Böyle küçük bir yara için gidilmesini de gereksiz buluyordum doğrusu.

Onun yardımıyla kapının önüne kadar geldiğimizde camlarla kaplı lüks bir ev karşıladı beni. Profesörler bu kadar kazanıyor muydu ya? Neyse, MASAK değiliz sonuçta, bunu da biz araştıracak değiliz. İçeri girdiğimizde siyah, kasvetli bir hava karşılamıştı beni. Evin camlarının kenarlarına kadar siyahtı. Ancak garip bir biçimde evdeki diğer renklerle güzel bir uyum yakalamıştı bu baskın siyah hava. Koltuklar krem rengiydi mesela. Ben hayatta bu renk almazdım. Pasaklı da biriyimdir zaten. İkinci güne kirlenirdi mazallah.

Koltukların köşesindeki kiremit rengi bir berjere yönlendirdi beni. Başta tereddüt etsem de en az koltuk kadar konforluydu. Bir berjerden daha fazlası. Bence satanlar bu sloganı kullanabilirlerdi. Sırıtmazdı yani. Fabri beni oturttuktan sonra ''Ecza dolabından malzemeleri alıyorum, sen keyfine bak.'' diyerek başka bir odaya gidip bir süre gözden kayboldu.

Büyük salonda yalnız kalınca merakla etrafı incelemeye başladım. Tüm öğrencileri tarafından korkulu rüya olarak görülen o huysuz, sıfırcı hocanın evindeydim. Hiç de öyle biri gibi görünmüyordu. Zaten evinden nasıl anlayabilirdik ki sıfırcı olduğunu, çarpım tablosu falan mı asacaktı duvarlarına? Saçma. Ama ne bileyim, hafif lüksü göz önüne almazsak basit, sıradan, kendi hâlinde bir adamın evine benziyordu. Bu eve gelmeden önce onu sadece Profesör Fabri olarak tanırken evli olduğunu hatta evliliği yolunda gitmediği için sinirini öğrencilerinden çıkaran tiplerden biri olduğunu düşünmüştüm ama salona bakınca bir eşe, bir aileye dair hiçbir şey göremedim. Aksine, yalnız yaşayan birinin sakin evine benziyordu. Yalnız ve bekâr bir adamdı.

Elinde pansuman malzemeleriyle geri gelen adam sakinlikle önümde diz çöktü ve önce dizlerimdeki yaraları temizlemeye başladı. Canım yandığı için gayriihtiyari bir ses çıkardığımda geri çekildi. ''Acıttım mı?''

''Yok, hayır iyiyim.'' Onaylayan sözüm üzerine beklemediğim bir biçimde yaklaşınca burun buruna geldik. Delici gözleriyle bana baktı. Tehlikeli bir yakınlığın kıyısından dönerken geri çekildim. Pansumana devam ettiğinde kendimin de beklemediği bir anda ''Eviniz hiç size benzemiyor.'' deyiverdim.

Anlamayan bakışlarla gözlerini kısan adam ''Nasıl yani?'' diye sordu hâliyle. Ben de olsam ben de sorardım. Merak ederdim yani.

''Ne bileyim diğerlerini bilmem ama ben evli falan olduğunuzu düşünmüştüm. Evinizin daha resmi bir kimliğe sahip olabileceğini falan. Malûm, hakkınızda pek bir bilgiye sahip değiliz.''

''Hayatımı gözler önünde yaşamayı sevmiyorum. Ve paylaşılmaya değer bir hayatım olduğu da söylenemez.'' Her iki dizime bandajlarını yapıştırdıktan sonra ayağa kalktı ve kollarını iki yana açıp evini gösterdi. ''İşte burası benim evim.''

Hadi burası da benim fakirhane falan de de neşemizi bulalım be Fabri. Bu şık evi ancak bu kadar haksız bir şekilde tanıtabilirdin. Bakışlarım etrafta gezinirken iç sesimin aksine uslu bir öğrenci gibi karşılık verdim. ''Gerçekten güzel bir eviniz var.''

''Yalnız yaşıyorum.''

''Evet, incelediğimde benim için en şaşırtıcı detaylardan biri oldu.''

İlgiyle ''Neden?'' diye sordu.

Bu sorunun cevabını kendim bile bilmezken omuz silktim ve içimden geldiği gibi yanıtladım. ''Bilmem, dışarıdan bakıldığında fazla aile insanı gibi görünüyorsunuz.''

Bir sen bir siz diye hitap ettiğim adam açık yüreklilikle ''Doğru, öyleyim aslında.'' yanıtını verdi.

Şaşırdım bu cevap üzerine. ''Nasıl?'' Sanki açıklamasında bir mantık hatası bulmuş gibi ''Ama evli değilsiniz. Ve yalnız yaşıyorsunuz? '' dedim sorarcasına.

''Ben aile insanıyım dedim. Henüz doğru insanı buldum demedim.'' Hazırcevaplığıyla bu sorumdan da sıyrılmayı başarmıştı. ''Kısa ve yorucu ilişkiler bana göre değil. Kısmen ne istediğini bilen de bir insanım. Doğru insan karşıma çıktığında onu hissedeceğime, tanıyacağıma ve onunla güzel bir aile kuracağıma inanıyorum.'' Bakışları bana dönen adam oldukça net cümlelerle kendini ifade etmişti. Sanırım beni büyüleyen ve kendi hayatıma dair feyiz almamı sağlayan özelliği de buydu. Ne istediğini net bir biçimde bilmesi.

Bakışları uzun süre yüzümde gezinince ne konuşacağımı bilememenin verdiği şapşallıkla usulca yalpalayarak ayağa kalktım. Bunu gören adam kolumdan tutup yardım etti. ''Ben artık gitsem iyi olacak, evdekiler merak etmiştir.'' Bakışlarım beni yeniden hayata döndürmek için elinden geleni yapan adama döndü. ''Bugün için gerçekten teşekkür ederim. Güzel bir gündü. Bir an gerçekten her şey normalmiş gibi hissettim, eğlendim.''

Arabaya bindiğimizde ''Rica ederim.'' diye karşılık verdi adam. ''Mutlu olmayı hak ettiğini sık sık kendine hatırlatırsan ben yanında yokken de bugünü tekrar etmeyi başarabilirsin. Çünkü daha fazlasını hak ediyorsun.''

Bugün gerçekten hayata dair dersler aldığım, eğlendiğim, yaşadığımı ve mutlu olduğumu hissettiğim bir gündü. Dizlerimi yaralamam bile sanki bana yaşadığımı hissettiren bir armağan gibi gelmişti. İnsan olduğumuzu, hatalar yapabileceğimizi, yalpalayarak da olsa kalkıp hayata devam edebileceğimizi, yeniden mutlu olmayı hak ettiğimizi öğretmiş gibiydi. Bunları düşünürken ne ara evin önüne geldiğimizi anlamamıştım. Yeniden Fabri'ye döndüm. ''Bugün için tekrar teşekkür ederim. Haklı çıktınız, sayenizde biraz olsun hayata döndüm. Ve hayatın üzülmek için çok kısa olduğunu biraz olsn hatırlatacak gücü topladım.''

Onaylayarak başını ağır ağır sallayan adam her zaman derslerde kullandığı o bilmiş ifadeyi takınarak '' Gördün mü? Hayat devam ediyor.' dediğinde bu kez derslerdeki gibi itici değildi. ''Düş ama kalk. Yenil ama pes etme. Yaşamaya devam et. Her şeye rağmen. Hayat buna denir.''

Söylediklerinin anlamlı oluşunu her zerremde hissederken başımı salladım. Ama bu kez geçiştirircesine değil, her kelimesine hak verir gibiydim. Gerçekten iyi gelmişti.

Arabadan inip eve girdiğimde arabada içeri girmemi bekleyen adam veda edercesine el salladı. Ben de aynı şekilde karşılık verip içeri girdim. Birkaç ay öncesine kadar Profesör Fabri sayesinde yaşama sevincimi kazanacağımı söyleselerdi... Herhâlde onlara şöyle söylerdim... Ha siktir oradan.

❝Carlo❞

Arago'da olmanın en tehlikeli yanı nedir bilir misiniz? Altında yasadışı bir kumarhane işletilmesi değil. Bu kumarhaneyi işleten mafyavari tipin en yakın arkadaşım Inti olması da değil. Inti'yle oturup özel hayatım hakkında konuşmak. Evet, sanırım en tehlikeli yanı bu. Çünkü kendisinin kadın erkek ilişkilerine oldukça garip bir bakış açısı olduğu gibi aşka karşı bile çok akılcıl yaklaşan biriydi. Oysa aşkın mantıkla ya da akılcılıkla uzaktan yakından alakası yoktur.

Oturduğumuz özel locada dışarıdaki gürültülü müziğin sesi uğultulu da olsa geliyordu. Önümüzdeki alkollü kokteylleri yudumlarken ben son gelimelerden Inti'ye bahsetmek zorunda kaldım. Çünkü kendisi Ece'yle olan ilişkime karşı kendi hayatından bile ilgili yaklaşıyordu. Sürekli mantıklı mantıklı konuşup sinirlerimi bozuyordu. Evet, doğru duydunuz. Mantıklı konuşması sinirlerimi bozuyordu. Tıpkı ona Ece'den ayrıldığımı söylediğimde ''Sen en doğru olanı yaptın.'' dediğinde haklı olduğunu bilsem de öfkelendiğim gibi. Gözümün içine baktı ve ekledi. ''En başından beri yapman gerekeni.''

Onun akıl veren tavırlarına dayanamadığım için ''Bitti işte, önemli olan da bu.'' diyerek kestirip attım. Benim için ne kadar zor olduğunu bilmiyordu. Bunun nasıl bir şey olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu.

Rahat bir biçimde arkasına yaslanan adam aniden aklına gelen bir düşünceyle şüpheli gözlerini kıstı. ''Peki polise gitmeyeceğini nereden biliyorsun?''

Kendimden ein bir ifadeyle ''Gitmez.'' dedim. Çünkü gitmezdi. ''Ece'yi tanıyorum.''

Yeniden arkasına yaslanan Inti bu kez gerçek anlamda rahatlamış görünüyordu. ''Zaten gitse bile elinde herhangi bir kanıt yok.'' İçkisinden bir yudum alırken bizim için çağırdığı dans eden kadınları dalgın bakışlarla seyretmeye başladı. ''Peki o hâlde. Biz işimize bakalım.''

Boş vermek, umursamamak. Inti'nin çok kolaylıkla yapabildiği şeylerdi bunlar. Ama sanırım ben bu konuda onun kadar başarılı değildim. Hem de Ece gerçek kimliğime ve bana ait olan sahici yaşantıma bu kadar yaklaşmış olmasına rağmen bana duyduğu tutkusundan bir şey kaybetmemişken. Beni her hâlimle seven belki de tek kadındı o. Katil olmama rağmen. Ama ben onu yine onun iyiliği için kendimdemn uzaklaştırmıştım. Onur kırıcı bir biçimde evden kovmuş, onu terk etiştim. Tek bir açıklama dahi yapmadan.

Onu tamamen kaybetmiştim. Ve Inti bana işimize bakmamız gerektiğini söylüyordu. Kolaymış gibi. Ancak ona da kızamıyordum. İnce bir buz kütlesinin üzerinde, kaygan bir zeminde yürüyorduk. Kimliğim açığa çıkmamalıydı. En azından elde etmeye çalıştığımız şeyleri tehlikeye atmamamız gereken şu dönemde. Bu yüzden Ece'ye olan duygularımı rafa kaldırmalıydım. Gerekirse sonsuza dek unutmalıydım.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Bu bölümü seno_rita1 , unaviola , sherlockym okurlarıma armağan ediyorum. 💝 Bölümde yazım yanlışları varsa affola, kitaplarımı yazmak için yeni tablet ve bluetooth klavye aldım ve klavyeme alışmaya çalışıyorum. Artık rahmetlik bilgisayarımla devam edemiyordum ve kitaplarım için yatırım yapmaya karar verdim. 😂 Yeni bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Fabri hakkında neler düşünüyorsunuz? Onu da buraya yazabilirsiniz. Sizce yeni bölümde neler olacak? Duygu ve düşüncelerinizi, teorilerinizi buraya yazabilirsiniz son olarak. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar

Loading...
0%