Yeni Üyelik
25.
Bölüm

🂡 KADEH | 24

@buzlarkralicesi

-24-

Kendime geldiğimde sağ ayağımda bir ağırlık hissettim. Hareket etmek öyle zordu ki. Gözlerimi bile açamayacak kadar yorgun ve bitap düşmüşken kendime gelmeye çalışmak, gözlerimi açtığımdaysa kendimi yakalandığım odanın sanki o odaya ait değilmiş gibi ıssız, eşyasız ve terk edilmiş bir mahzeni andıran köşesinde ayağından zincirlenmiş bir biçimde bulmak. Bu en kötü kâbuslarımda bile böyle olamazdı. Bu kadar korkunç olamazdı.

Burası bir bodrum katıydı. Bir kısmı lüks bir oda, bir laboratuvar gibi tasarlanmışken benim zincirlendiğim kısım aksi gibi soğuk duvarlarla kaplıydı. Hareket etmeye çalıştığımda ise ayak bileğimdeki acının sebebi zincirin beni kendine çekmesiyle geriye düştüm. Yeniden denemeye çalıştığımda beni odanın sıcak görünümlü tarafından ayıran otomatik bir parmaklık devreye girdi. Çarpmaktan kıl payı kurtulduğum parmaklıklar hızla şangırt diye aşağı inerek beni bir kafese hapsetti.

Gözlerim beni yarı yolda bırakacak gibiydi. Kapanmak üzereydi, yorgundu. Neler olup bittiğine anlam verememiş etrafa bakınırken kendimden beklenmeyen bir biçimde gözlerim kapandı ve yeniden uykuya daldım.

Yeniden uyandığımda üzerinden ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Kendime gelene kadar hapsedildiğim kafeste, parmaklıkların diğer ucunda sandalyeye ters oturmuş beni izleyen adamın varlığını fark etmem zaman aldı.

Kıvırcık saçları ıslak, duştan yeni çıkmış gibiydi. Hiçbir şey olmamış gibi bana bakıyordu. Profesör Fabri. Ya da her neyse.

"Uyandın demek."

Burnumdan soluyarak "Yok, hâlâ uyuyorum." dedim alaycılıkla. Sinirim öyle bozulmuştu ki kendimi soktuğum bu duruma inanamadım. Profesör Fabri'yi hayatıma sokan, onunla arkadaşlık kuran, iyi biri olduğunu düşünen bendim. Bu akşam defterimi ille de alacağım diye tutturan, bu laboratuvardan bozma yeri kurcalamaya koyulan da bendim. Kendim kaşınmıştım. Bu yüzden en çok kendime kızgındım.

Alaycılığımı ifadesizce karşılıksız bırakan adam duvar gibiydi. Meraklı bakışları üzerimde gezinirken "Nasılsın?" diye sordu. Bir de utanmadan.

"Tuzağa düşürülüp kaçırılan biri olarak çok iyiyim gerçekten!"

"Sakin ol. Sana zarar vermeyeceğim. " Yüzünde merhamet kırıntısı aradım ama yoktu. Güven veren bir ifade de olmadığı gibi. "En azından bunu ben yapmayacağım." Sözlerindeki kelime oyunu beni dehşete düşürüyordu. Tanıdığım, inandığım, arkadaş olarak gördüğüm adam bu adam olamazdı. Aptal Ece.

"Ne istiyorsun benden?"

Sorumu yanıtsız bıraktı. O an telefon çaldı ama öncesinde yüzü öyle dümdüz bir ifadeye bürünmüştü ki telefon çalmasaydı da sorumu yanıtlamaya pek istekli görünmüyordu.

Telefonu yanıtlamadan önce sandalyeden kalkıp benden iki adım geriye doğru ilerledi. "Evet." Hattın diğer ucundaki her kimse dinledi. "Kız yanımda, sağlıklı. Her şey kontrolüm altında. Merak etmeyin. Adamları alması için ne zaman göndereceksiniz?" Dinledikten sonra başını aşağı yukarı salladı. "Tamam. Tamam, herşey hazır olana kadar burada, güvende."

Kapattığı telefonu arka cebine atan adam yeniden bana geldi. Bu kez yavaş adımlarla. Sanki bir hesaplaşma gibi gözlerimin içine bakarken o hoca gibiydi. Ders vermeye hazır Profesör Fabri. "Hayatta bazen içinde bulunduğun durumda hiçbir suçun yoktur, Ece. Sen de biraz böyle bir durumdasın." Bana acıdığını ama bunu duygusuz bir biçimde yaptığını gizlemiyordu. "Senin belki de tek suçun insanlara çok güvenmen. Herkesi iyi sanman, hayatına alman."

Onun sakin duruşuna karşın bana sahte de olsa gösterdiği merhametten ötürü umutlandım. Yalvarır gibi baktım gözlerine. "Beni bırak lütfen. Ben kimseye bir şey yapmadım."

"Biliyorum. Ama yine de seni istiyorlar."

"Kim istiyor? Neden istiyor?" Delirmek üzereydim. Sesli bir biçimde soluk alıp verdim. Yeniden şansımı denemek istedim. "Bak, eğer beni bırakırsan kimseye bir şey söylemem."

"Söylesen de bir şey değişmez."

"Meredith ve Aslı... Buraya, senin yanına geleceğimi biliyordu." Onlara bahsettiğimden bile emin değildim. Bahsetmişsem de hatırlıyorlar mıydı? Beni ararlar mı? Başıma bir şey geldiğini düşünüp polise falan haber verirler miydi? Hiçbirinden emin değildim ve bunlar beni delirtmeye yeterdi. Yine de karşımdaki adamın gözünü korkutmak için blöf yapmaktan çekinmedim. O her ne kadar gözü korkmuş gibi görünmese de.

"Onları merak etme, hiçbir şeyden haberleri yok." Elleri ceplerinde parmaklıkların ardında odayı arşınlarken bana bakmaktan çok uzaktı. "Senin telefonundan bir mesaj attım. Şöyle diyordu..." Hatırlamaya çalışır gibi gözlerini kısıp devam etti. "Annenin rahatsızlandığını ve acilen Türkiye'ye dönmen gerektiğini falan. Bu tür bir şey işte." Açılayıcı bir biçimde ekledi. "Yani senin için endişelenmeyecekler, merak etme."

Her şeyi düşünmüştü pislik. Planlamıştı. Başımı iki yana sallarken gözlerim dolmuştu. Elim kolum bağlı, çaresizdim. O an buraya, ölmeye mahkûmmuşum gibi hissettim. Buradan hiç kurtulamayacakmışım gibi hissediyordum. Hayatımın burada son bulacağını. Üstelik bunun neden olduğunu bile bilmiyordum. Benden ne istediklerini. Kime ne zarar verdiğimi. Hiçbir şey bilmiyordum. En ufak bir bilgi bile bana çok görülüyordu.

Hırıltılı bir nefes aldım. Düşmanca baktığım adamın yüzünde bir merhamet kırıntısı aradım. Her şey yalan mıydı? Oteldeki konuşması, bana olan hisleri, itirafları. Her şey mi? Kafamı karıştırmak için miydi hepsi? Ona merhamet duymamı sağlaması da mı planın bir parçasıydı?

Öfkeli gözlerim anlık da olsa gözlerini bulduğunda sordum. "Hepsi yalan mıydı?" Merakla neyi kast ettiğimi sorar gibi baktı. Oysa çok açıktı. Bana gösterdiği arkadaşlığın, dostluğun, şefkatin, beni yeniden hayata döndürme çabasının yalan olup olmadığını soruyordum ona. Yanıtı gözümün önünde olmasına rağmen. Bir de tokat gibi suratıma çarpsın istiyordum sanırım. "Benimle arkadaşlık kurman, Carlo'dan ayrıldığımda beni teselli etmen, hayata döndürmen." Acı acı güldüm alaycılıkla. "Bana olan duyguların." Hepsi gerçek olamayacak kadar güzeldi ve içimi ısıtmıştı. Gerçek bir dost gibi hissettirmişti. Meğer ne aptalmışım.

"Hepsi değil." Açıklamak ister gibi rahat bir ifadeyle devam etti. "Yani hepsine yalan denilemez." Parmaklıklara yaklaştı ve dürüstçe yüzüme baktı. "Senden etkilendiğim yalan değildi." İtiraf eder gibi başını sallarken duygusuzdu. "Evet, seninle yakınlık kurmak bana verilen görevin bir parçasıydı ama duygularım işin içinde yoktu."

Tıksırırcasına sırıttım. "Güldürme beni! Sen hoşlandığın tüm kızları evinin bodrum katına mı kapatırsın?"

"Bu büyük bir iş, Ece. Duygularla mahvedilemeyecek kadar ciddi bir iş." Yüzünü parmaklıkların arasında yüzüme yaklaştırmaktan ve gözlerimin içine bakmaktan çekinmedi. "Sen gerçekten güzel, etkileyici bir kızsın. Neşelisin. İnsanın kanını coşturuyorsun. İnsan seninleyken kendini genç, toy bir delikanlı gibi hissediyor. Bu heyecan verici. Seninleyken bu duyguları hissettim. Ve itiraf etmeliyim ki senden etkilendim." Söylediklerini doğrular nitelikte aşağı yukarı salladı başını. "Sana duygularım olduğu yalan değildi."

"Bu yüzden mi beni ne olduğunu bilmediğim bir şeye feda ediyorsun? Bu nasıl bir sapkınlık böyle?"

"Bu benim insiyatifimde olan bir şey değil."

Karşımdaki adam açık konuşmamak için yemin etmiş gibiydi. Sabırlı olmaya çalışarak yineledim sorumu. "Benden ne istiyorsun?"

Omuz silkti Fabri. Gayet rahattı. "Ben senden bir şey istemiyorum. Daha önce de dediğim gibi, ben bu işin bir parçasıyım ama en önemli parçası değilim. Tüm bunları organize eden en tepedeki kişi değilim."

"Kim peki bu en tepedeki kişi?" Kelimeler abartılı bir kinayeyle çıkmıştı dudaklarımdan. "Benden ne istiyor?"

"Tanımak istemeyeceğin biri. Ve tanırsan büyük hayal kırıklığına uğrayacağın biri."

Nefes almaya çalıştım. Odadaki oksijen çekiliyor gibiydi. Duymak, öğrenmek istediğim o kadar çok şey varken boynum uyuşuyordu, bu beden bana ait değil gibiydi sanki.

Gözlerim kapanmak üzereyken bana yaklaşan adam "Sakin ol." dedi yalnızca. Ondan sonra söylediği her şey bulanıklaşıyordu. "Şuan yeni geliştirdiğimiz bir uyuşturucunun etkisindesin. Ara ara kendini kaybedip uyumanı sağlayan bir uyuşturucu. Bu seni rahatlatıyor. Vücudun ve kasların gerilsin istemeyiz." Önüme doğru eğildi ve gözlerime baktı. "Merak etme, ölmüyorsun." Can alıcı bir şekilde ekledi. "Henüz."

O an kendimi güçsüz, değersiz bir böcek gibi hissettim. Kimse tarafından değer verilmeyen, merak edilmeyen, burada ölüme terk edilen zavallı biriydim. Beni seven bir avuç insan bile burada olduğumu bilmiyordu. Belki de ben öldükten çok sonra fark edeceklerdi yokluğumu. Bu ne tür bir çaresizlikti? Kendimden geçerken hep bunları düşündüm.

Gözlerimi araladığımda bambaşka bir yerdeydim. O zincirlerden kurtulmuştum ve daha küçük başka bir odadaydım. Oda lacivert duvarlarıyla karanlık bir örtü gibiydi. El ve atyak bileklerim uyuşmuş durumdaydım ve vücudum jöle kıvamında gibiydi. Güçlükle ayağa kalktığımda uyuşan bileklerimi ovaladım çaresizce.

Bir süre odayı inceledikten sonra bir sürü kilidin açılma sesini art arda duydum. Kısa süre sonra içinde hapsedildiğim odanın kilidi açıldı. İçeri Fabri girdi. Neredeydim, hâlâ onun evinde miydim yoksa başka bir yere mi getirilmiştim bilmiyordum ama kapıyı aralık bıraktığında kapının arkasında başka bir kapı olduğunu görmüştüm. O kapı kilitliydi. Kaçamayacağımı anlamıştım. Bu yüzden aptal bir hareket yapıp başarısız bir kaçma girişiminde bulunmadım.

Yanıma gelen adam hiçbir şey söylemedi. Baştan aşağı süzdü beni. "Nasılsın, iyi misin?" diye sordu alay eder gibi. "Kendini nasıl hissediyorsun?"

"Kandırılıp dolandırılmış." Kaşlarımı abartıyla kaldırıp ekledim. "Ve kaçırılmış."

"Fiziksel olarak sormuştum."

"Senden nefret etmem dışında bir şey hissetmiyorum."

Kollarını kısa bir an kavuşturduktan sonra "Şimdi senden bazı örnekler alınacak." dedi Fabri. Bir yanı anlayışla açıklarken diğer yanı üzerimde hâkimiyet kurmak ister gibiydi. "Uslu durursan canın yanmaz." Bu kez kaşlarını tehditkârca kaldıran Fabri'ydi. "Bunu sen kendinde değilken de yapabilirdik ama ben insan haklarına ve mahremiyete saygı duyan biriyim, bu yüzden kendini şanslı saymalısın."

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun orospu çocuğu?"

Küfürlerimle ilgilenmeyen adam bir adım geri çekildiğinde odaya önce takım elbiseli iki adam girdi. Fabri bir duvara sırtını yaslamış, sağ eli çenesinde gezinerek beni izlerken adamlar beni iki kolumdan sertçe tuttu. Sıkı sıkı tutulduğum için bir yere kaçamazken elinde bir çantayla orta yaşlı bir kadın girdi. Çantasından şırınga falan çıkardı. Kollarımdan birini sıyırırken önce debelenmeye çalıştım ancak bunun bir faydası olmadığını anladığımda pes etmek zorunda kaldım.

Etrafıma bakındım. Cam, pencere, hiçbir şey yoktu. Buradan kaçamazdım ve benden örnek almalarını da engelleyemezdim. Onlara karşı tamamen savunmasızdım. Karşı çıkmak beni ancak yorar ve canımı acıtırdı. En kötü ihtimalle iğne orama burama batardı ama Fabri'nin de dediği gibi, bunu beni bayıltarak da yapabilirlerdi. Bu yüzden daha fazla karşı çıkamadım. Kurbanlık koyun gibi ne için aldıklarını bile bilmediğim örneği almalarına izin verdim.

Turnikeyi bağladıktan kısa süre sonra damarı buldu kadın. İğne girdiğinde biraz acıttı ama yüzümü ekşitmek dışında bir şey yapmadım. Kan aldıktan sonra örneğimi ismimin yazdığı bir tüpe koyan kadın da kollarımı bırakan adamlar da hiçbir şey söylemeden çıkıp gittiler. Örneğimle nereye gittiğine ve ne yapacağına dair en ufak bir fikrim yokken Fabri'yle odada yalnız kaldım.

Sanki tüm bunların sorumlusu o değilmiş gibi doğrulduğu yerden bana doğru yaklaşan adam kollarını kavuşturup "Canın acıdı mı?" diye sordu ilgiyle.

"Senden kazık yerken acıdığı kadar değil."

"Yapma, Ece. Bu duygusal bir şey değil. Duygularla uzaktan yakından alakası yok. Bu sadece işti."

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun, it? Bana ne yapmaya hazırlanıyorsunuz onu bile bilmiyorum!"

Benim aksime sakinlikle yanıtladı adam. "Zamanı geldiğinde öğreneceksin." Göz ucuyla bana bakıp "O zamana kadar burada dinlenmene bak." dedikten sonra usulca ilk kapıya doğru yürüyüp odadan çıktı. Sonra ardı ardına kapanan bir sürü kilit sesi.

Odada yalnız kaldığımda çaresizce etrafa bakınırken tekli koltuğa ve tek kişilik yatağa baktım. Koltuğa oturup dizlerimi karnıma çektiğimde kaderime razı gelmek hiç bu kadar zoruma gitmemişti. Asıl korkunç olan, tüm bunların benim başıma neden geldiğini bile bilmiyordum. Bir organ mafyasının eline mi düşmüştüm ya da daha farklı bir manyaklığın ortasında mıydım kestirmek güçtü.

Ne kadar süre öyle kaldığımı bilmiyordum ama boşluğa bakan düşünceli ifademin sürekliliğini kapının açılma sesi böldü. Önce dışarıdaki kapının açılma sesini duydum, sonra benim kapım açıldı usulca.

Kapının gıcırtılı sesi kulaklarımı tırmalarken başımı kaldırdım. Siyah, parlak ve tertemiz bir çift ayakkabı içeri girerken başım ayakkabının sahibine doğru yükseldi. Elinde yılan işlemeli bir bastonla öldürücü bir yavaşlıkla içeri giren adam tam önümde durdu. Baston sanki yılanın ağzından çıkan fantastik bir figürmüş gibi duruyordu. Adamsa ayakkabılarından da anlaşılacağı üzere jilet gibi giyinmişti. Ellerinde siyah deri bir eldiven, parmaklarında birbirinden korkutucu yüzükler vardı.


Onun azameti karşısında donup kalmış bir durumdayken yerimden kalkıp ona döndüm.

Sesindeki sinir bozucu sakinlikle "Beni arıyormuşsun." diyen adam öylece yüzüme baktı. "Geldim işte."

...

*

YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Bölümü geciktirdiğim için üzgünüm çünkü eve yeni ayak basabildim. 🥺 Her şeyden önce bu bölümü LeylaKumru , blacksun100 , CrystalBrightness , Nesligiller , haymanasho okurlarıma armağan ediyorum. Bölümü nasıl buldunuz? Sizce gelen kimdi? Buraya yazabilirsiniz. Yeni bölüm hakkındaki tahmin ve yorumlarınızı da buraya alabilirim. Bol yorumlarınızı beklediğimi bilmenizi isterim. 😍 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar

Loading...
0%