Yeni Üyelik
27.
Bölüm

🂡 KADEH | 26

@buzlarkralicesi

-26-

Gözlerimi aralarken göğsümün üzerinde bir ağırlık hissettim. Biri başını göğsüme yaslamış öylece duruyordu. Ne olduğunu anlayamadığım için irkildim. Hareket etmeye çalıştığımda kollarımın iki yana doğru bağlandığını anladım. Hiçbir yere kımıldayamıyordum.

Benim uyandığımı fark eden adam hayranlık dolu bir yüz ifadesiyle kalp atışımı dinleme işine bir son verip yüzüme baktı. Ben uyanıkken benimle mesafesini koruyan adamın bu ürkütücü pozisyonu gözlerimi dehşetle açmama sebep oldu.

Benden bir iki adım geriledi. Sanki az önceki hâli normalmiş gibi. Hâlâ kalbimin atışını dinlerkenki yüz ifadesiyle korkmuş durumdaydım. O ürkütücü hobisi hiç garipsenecek bir şey değilmiş gibi sıradan bir sesle konuşmaya başladı. "Kalbin çok hızlı atıyor. Heyecanlısın." Düzeltti. "Ya da korkuyorsun."

Hayretle yüzüne bakarken nasıl bu kadar duygusuz ve insanlıktan uzak olabildiğini düşündüm. Gözlerim faltaşı gibi açıldı. "Beni öldüreceğin için korkuyorum ruh hastası, evet! Her insan gibi!"

Yüzünde farklı bir huzur vardı kalbimin sesini dinlerken. Bu tam olarak bir ruh hastasının yapabileceği türden bir şeydi. "Günler sonra hızla atan bu kalbin benim tatlı Missy'min göğsünde atacağını düşünmek tuhaf hissettirdi. Beni heyecanlandırdı."

"Allah belanı versin!"

Tavrıma karşılık herhangi bir yanıt vermedi. Tüm kontrol onda olduğu için bu kadar rahattı belki. Öfkemden sıyrılıp bulunduğum yere odaklanmam birkaç dakikamı aldığı için bir odada ve sedyeye yatay biçimde bağlanmış olduğumu yeni yeni fark edebiliyordum.

Oda soğuktu. Bense hem üşüyordum hem de sedyeye kurbanlık koyun gibi bağlandığım ve ölüme terk edileceğim için tir tir titriyordum. İşin kötü yanı, kendimi önemsiz hissediyor olmam boş bir his değildi. Beni buradan kurtarabilecek kimse yoktu.

Meredith ve Aslı, Türkiye'ye hastalanan annemin yanına gittiğimi sanıyordu. Oysa ortada ne hasta bir anne vardı ne de ben Türkiye'ye gitmiştim. Öte yandan annemle uzun bir süredir küs olduğum için arasa da ona tavırlı olduğum
için açmadığımı düşünecek ve üstüme düşmeyecekti. Carlo'yla ayrılalı ise çok olmuştu. Yani beni arayabilecek kimse yoktu. Bu insanlar için deşilip bir kenara atılacak türden denekler arasında biçilmiş kaftandım. O an bu durumun gerçekliğiyle irkildim.

Canım acıyacak mıydı acaba? Kalbim söküp alındığında elbette ölecektim ama o zamana kadar bir şey hissedecek miydim? Yok canım, anestezi yaparlardı herhâlde. O kadar da vicdansız değillerdir. Neler düşündüğümü fark edince daha büyük bir dehşete düştüm.

Daha düne kadar sadece biyolojik babasını arayan basit, yaralı bir kızdım. Onunla yüzleşip hesabımı kapatacak ve yoluma devam edecektim. Oysa şimdi bir sedyede, ameliyat masasında yatmayı ve hiç tanımadığım kız kardeşime hayat verilmek üzere kesilip biçilmeyi bekliyordum. Hiç tanımadığım biyolojik babamın hayatımı diğer kızı için feda etmesini. Bu en korkunç kâbuslarımda bile hayalime getiremeyeceğim türde bir korkunçluktu. Ve bundan bir kurtuluşum yoktu.

Hiç kimsenizin olmaması bazen yalnız kalmak istediğinizde nimet gibi görünebilir. Ama bir gün bir sokakta bıçaklanırsanız ya da hocanızın evine gidiyorum diye çıkıp kaçırılmak üzere ortadan kaybolursanız o zaman hayatınızda birilerinin varlığı hiç olmadığı kadar önem kazanır. Akşam eve geç geldiğinde kızıp azarlayan anneniz ya da sürekli nerede olduğunuzu soran mesajlar çeken babanızı ararsınız.

Benim oldum olası beni merak eden bir babam olmadı. Çünkü dedim ya, pratikte babam olmadı. Annem sevgi dolu biriydi. Şefkatini benden hiç esirgemedi. Yazık, yurt dışına okumak için gideceğim zaman babamı arayacağımı söylediğimde kadıncağız bana bu işin peşini bırakmamı söylemişti. Keşke onu dinleseymişim. Belki şimdi burada, soğuk bir sedyenin üstünde çaresizce ölümümü beklemezdim.

Ellerimi sert bir biçimde kurtarmak için çektiğimde bileklerim çok acıdı. Çelikten kelepçelerle ve zincirlerle bağlıydım. Ayaklarım da aynı şekildeydi ve çıplak bileklerim soğuk demirin temasıyla ürperiyordu.

Sessizce beni izleyen adama, dünyaya geliş sebebim olduğu gibi yakında ölme sebebim olacak olan adama düşmanca bakışlar atarken tıklatılan kapıyı aralayıp biri girdi içeri. Uzun boylu, hafif ak saçlı olsa da yüzü gençten bir adamdı bu. Keskin bir çenesi ve kemerli bir burnu vardı, kemikli bir yüz yapısına sahipti. Elinde bazı kâğıtlarla içeri girdi ve babam bile diyemeyeceğim o cellatla saygıdeğer bir biçimde selamlaştı.

Abraham "Nedir?" diye sorduğunda adam başını iki yana salladı.

"Sonuçlar çıktı."

Dudakları düz bir çizgi hâlini alan adam, resmi giyimi ve doktor önlüğüne benzeyen gömleğiyle doktor olduğunu düşündüğüm kişiye meraklı bir bakış attı. "Uyumsuz mu?" Duygudan son derece uzak, sadece pragmatik kurduğu bu cümlenin benimle ilgili olduğunun farkında bir hâlde dinlerken ruhum bedenimden çekiliyordu sanki.

Nefes almaya çalıştım. Alamıyordum. Güçtü. Hayatta kalmaya dair bir fonksiyon gösteremediğim gibi içinde bulunduğum durumda kendi imkânlarımla hayatıma son da veremezdim. Belki elimde olsaydı daha az acı veren bir ölüm yöntemiyle yaşamıma son verirdim ama o hak bile çok görülüyordu bana. Yaşamama da ölmeme de onlar karar veriyorlardı.

Abraham'ın sorduğu soruyla "Kızınız Missy ile uyumlu." yanıtını veren adamın yüzü hiç de verdiği haber gibi pozitif değildi.

Adamın ağzından bakla almaya çalışır gibi boynunu eğen adam gözlerini az öncekinden daha yoğun bir merakla kıstı. "O hâlde?"

"Yolunda gitmeyen bir şey var. Kötü bir sürpriz."

"Nedir?"

Neyim vardı acaba? Ameliyat olamayacak bir hastalığım var desem bu çok saçma olurdu çünkü kalbimi aldıklarında zaten ölecektim. Sağlığımı düşündüklerini hiç sanmıyordum. Ancak doktor sandığım adamın yüzü allak bullaktı.

Dudaklarını büken adam, garip bir yüz ifadesiyle "Kız hamile." dediğinde şok oldum. Duyduğum şeye inanamadım bile. Sanki başka birinden bahsediliyor gibi hissettim. Birinin hayatını uzaktan dinliyor gibiydim. Başka birinin hayatını. Benim olmadığım birinin hayatını.

Karşısındaki adam, babam, düzeltiyorum, maalesef biyolojik babam hiçbir şey yokmuş gibi düz bir suratla "Yani?" dedi.

Aslında Abraham'ın suratından ziyade doktorun bunu sorun etmesine şaşırmıştım çünkü karşımdaki kişiler insan değildi. Dolayısıyla ha bir insanın hayatına son vermişler ha iki insanın, onlar için fark etmezdi. Onlar için anne karnında yeni oluşan bir bebeğin insan yerine konduğunu bile sanmıyordum. Doktor dediğim adamın içinde biraz olsun insanlık kırıntısı kalmışsa demek.

Yabancı adam "Yani... Bilemiyorum. Belki bu gelişme ameliyat hakkında fikrinizi değiştirebilir diye düşündüm." derken duraksadı ve adamın ağzından çıkacak bir cümleyi bekledi. "Bu ameliyat için bir engel değil mi?" diye sorarken Abraham'dan olumlu bir yanıt alamadı. "Siz ne diyorsunuz bu duruma? Yine de operasyonu yapalım mı?"

Mantıksız bir soru duymuş gibi garip ve alaycı bir gülümsemeyle "Ameliyatta kalbe zarar verecek bir risk teşkil ediyor mu?" diye sordu adam.

Başını iki yana sallayan doktor "Hayır." dedi.

"O hâlde?" Doktor kendi sorduğu soruyu beyninde birleştirip kendi yanıtlasın diye zaman tanıdıktan sonra konuşmaya devam etti. "Kız zaten ölecek. Sen hiç kalpsiz yaşayan birini gördün mü?"

Doktor bile bu umarsızlığına şok olmuş olacaktı ki şaşkınlıkla dudakları kıvrıldı. "Bilemiyorum, efendim. Sonuçta o da sizin kızınız. Belki bebeği duyunca fikriniz değişir diye düşündüm. Böyle bir gelişmeyi sizinle paylaşmak zorundaydım. Belki ameliyat için sizin açınızdan bir engel olarak görülür diye-"

"Tabii ki değil." Gözünü kırpmadan hatta doktorun sözünü tamamlamasını bile beklemeden kararlılıkla söyleyivermişti bunu. "Benim kızımın canı her şeyden önemli. Bu yolda duygusallığa yer yok." Sanki basit bir operasyondan bahseder gibi "Hadi yapalım şunu." dedi. Sanki hadi bu haftasonu Uludağ'a kayak yapmaya gidelim ya da hadi şu yeni açılan restoranı deneyelim der gibi. Öyle basit, sıradan. Anlamsız.

Tüm bunlar benim yanımda konuşuluyordu. Bana yapacakları şeylerin hepsi. Sanki ben orada yokmuşum gibi rahatça ve umursamazca. Kanım dondu. Biri hiç tanımasa bile kendisinden bir parça olduğunu bildiği kişiyi, kızını nasıl kor alevlerin içine atardı ki? Geri dönüşsüz bir şekilde hem de.

Öleceğimi biliyordu. Buna kendisinin sebep olacağını da. Karnımda hiç suçu ve günahı olmayan bir bebeği de benimle birlikte götüreceğini, hayatına son vereceğini biliyordu. Ama bunları söylerken gözünü bile kırpmadı. Doktor bile bu duygusuzluk karşısında şaşkındı belki. Bilemiyordum, belki de yalnızca ben bu duruma anlam yüklemiştim. Sonuçta sonlanacak olan benim hayatımdı.

Derin bir nefes aldım. Hamileydim. Ve bunu normal yollarla öğrenmemiştim. Bunu tam olarak kalbim sökülüp alınmadan maksimum birkaç saat önce soğuk bir sedyenin üstünde ölümümü beklerken öğrenmiştim. Bu haberi sindirecek kadar vaktim olmamıştı.

Bu Carlo'nun bebeğiydi. Ve Carlo bunu asla bilmeyecekti, bilemeyecekti. Tıpkı benim öldüğümü bilmeyeceği gibi. Öylece ortalardan kaybolup giden, bir zamanlar takıldığı bir kız olarak kalacaktım zihninde. Ondan bir parçayı taşıdığımı, bu haberi en olmadık yerde en olmadık şekilde alırken hiçbir şey yapamadığımı, hem kendi hayatımı hem de bebeğin hayatını soğuk bir ameliyathanede kaybettiğimi hiç bilemeyecekti.

Hayat ne garipti değil mi? Bir kapıdan girmek, anlık bir hata, birine güvenmek, yanlış bir karar her şeyi mahvetmeye yetebiliyordu bazı zamanlar. İşte ben de öyle bir zamanın arasında sıkışıp kalmıştım.

Carlo bu bebeği ister miydi? Sanmıyordum. Bu konudaki düşüncelerini öğrenmiştim. Bebekler hakkında pek iç açıcı şeyler düşünmediğini biliyordum. Ona göre çocuklar her şeyi mahvederdi.

Merak etme, Carlo. Bu kez bu çocuk her şeyi mahvedecek kadar hayatta kalamayacak. Belki de seni vermek zorunda olduğun bir karardan kurtarıyor karşımdaki celladım. Ama bu kez sadece bir bebeğin hayatı değil, benim aptallığım yüzünden iki insanın hayatı bitiyor. Ben ve bebek.

Tüm bunları düşünürken gözyaşlarım şakaklarımdan süzülüyordu. Dudaklarım büzüldü ve nefes alamayacak kadar gergindim. Sanki ortada bir şey yokmuş gibi odadan çıkan doktora arkasını dönen Abraham bana doğru yürüdü. Önümde başını hafifçe eğdi. "Neden ağlıyorsun?" diye sordu saf bir merakla. Manyak herif. Beni öldüreceğin için olabilir mi acaba?

Allah'ım, delirecektim. Sen benim aklıma mukayyet ol. Ellerimdeki kelepçelerden kurtulamayacağımı bilsem de çırpındım ve anlamsız bir haykırışla kurtulmayı ümit ettim.

"Bağırmayı kes! Bunun sana bir faydası olmaz."

"Bırak beni! Bırak!" Son kez umut ederek "Yalvarırım beni bırak. Ne olur. Yalvarırım." diye yalvardım ona. Eğer ellerim, kollarım, ayaklarım bağlı olmasaydı ayaklarına da kapanırdım.

Başını iki yana sallayan adam "Bu mümkün değil." dedi sakinlikle. "Keşke her önüne gelene bacaklarını açmadan önce bir kez daha düşünseydin." Yüzünde şefkat barındırmayan garip ve yumuşak bir tebessüm vardı. Sahte bir acımaya benzeyen ama asla acıma olmayan. Bu adam tam anlamıyla bir ruh hastasıydı. Tımarhaneye falan kapatılmalıydı. Yo, hayır, bence tımarhane için bile tehlikeliydi. Oradakilere de zarar verebilirdi. Bence direkt yakılmalıydı. Bu adam yakılarak yok edilmeliydi. O an ilk kez eğilip saçımı okşadı. Yine şefkatten uzak bir ifadeyle. Yüzü dikkatle bana bakıyordu. "Babası biliyor mu?"

Kesik kesik nefes almaya çalıştım. Bu soruya nasıl bir yanıt vermeliydim? Eğer haberi var falan dersem kurtulma şansım olur muydu? Carlo'nun gelip beni kurtarma ihtimali onu durdurur mu diye düşündüm. Aslında hiç olmayan bir ihtimal. Ben bunları hesap ederken aralık kapıdan tanıdık bir ses "Onun bir boktan haberi yok." dedi.

Abraham biraz doğrulduğunda kapıdan içeri Fabri'nin girdiğini gördüm. İfadesiz bir yüzle bana uzun uzun baktıktan sonra Abraham'a döndü.

İstediği cevabı alan ihtiyar yılan "Güzel." diyerek usulca kapıya yürüdü ve "Yoksa onu da ortadan kaldırmak zorunda kalırdık." dedikten sonra odadan çıktı.

Sonunda onunla bu odada baş başa kalmıştık. Bacaklarım ve ben tir tir titrerken düşünceli bir ifadeyle bana yaklaştı Fabri. Sadece yüzüme baktı. Ona yalvarmayı düşündüm ama bunun bir faydası olmayacağını anladım. Babam denilen adama bile sökmezken kan bağım olmayan bir adamın bana acıyacağını düşünmek büyük saflık olurdu. Hatta aptallık.

Ona uzun uzun baktım. Gözlerine. Sonra başımı aksi yöne çevirdim. Onun yüzünü görmek istemiyordum. Ondan tiksiniyordum çünkü bu duruma düşmemin asıl sebebi oydu. Beni öleceğimi bile bile kurtların önüne atmıştı.

O ise arkamı dönmüş olmama rağmen bana doğru yürümeyi kesmedi. Bir adım daha attıktan sonra bekledi. Sessizliğinin ardından "Bebek için üzgünüm." diyebildi yalnızca. "Bilmiyordum."

Herhangi bir yanıt vermedim. Gözlerim yeniden doldu. Bir bebek istemedim, hiç bu kadar anaç olmadım. İster miydim onu bile düşünmedim. Ama benim yüzümden, benim aptallığım yüzünden masum bir bebeğin ölmesini de istemezdim. Şimdi kendi ölümümden olduğum kadar bu bebeğin ölümünden de sorumluydum. Benim aptallığım sorumluydu. Alt dudağım titredi. Ben bunu hak etmiştim. Fabri'nin de dediği gibi herkese güvenerek büyük hata etmiştim ve bunu hak etmiştim.

Benden yanıt alamayan adam "Sen biliyor muydun?" diye sordu. Aslında bence bu cevabını bildiği bir soruydu çünkü kısa bir süre öncesine kadar yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyorken hamile olduğumu öğrenseydim ilk paylaşacağım kişilerden olacağını o da biliyordu. Biliyordu ama benimle diyalog kurmak için bu soruyu kullanıyordu.

Bense ona istediğini vermedim. Ne yüzümü döndüm ne de sorularına cevap verdim. Onu yok saydım. Burada kendi rızamla yapabileceğim sınırlı şeyler vardı. Onu ancak bu şekilde protesto edebilirdim.

"Ece, yüzüme bak."

"Git buradan."

"Ece."

Hışımla yüzümü ona döndüm. Gözlerimdeki öfkeyle yüzleşmesine izin verdim. "Bu yüze iyi bak, Fabri. Her zerresini ezberle. Çünkü bu yüz ve karnında hiçbir suçu olmayan bebek senin yüzünden ölecek. Bu gerçek her gece rüyalarına girsin ve uyutmasın seni. Ne kadar iğrenç bir insan olduğun!"

Söylediklerimle yüzü allak bullak olan adam donup kaldı. Bunu beklemediği açıktı. Herhâlde ona yalvarmamı falan bekliyordu. Ama yapmadım. Yapmazdım. Duydukları onu incitmiş gibi yüzüme bakarken bir süre hiçbir şey söyleyemedi. Söylemek istedi, ağzını açtı ama konuşamadı. Zaten ne diyebilirdi ki? Her şeyin onun suçu olduğunu kendisi de biliyordu. Bunu inkâr edebilir miydi? Hayır.

Yüzüme suçlulukla bakan adam "Ben böyle olsun istemedim." dedi yalnızca.

"Sana güvenmiştim." Alt dudağım titrerken yeniden onun karşısında ağlamamak için kendimi zor tuttum. "Güvenmiştim, Fabri. Arkadaşım sanmıştım seni. Hayatımda ilk kez birinin bana değer verdiğini sanmıştım. Bana yardım ettiğini, beni desteklediğini... Arkadaşım olduğunu sanmıştım."

"Ece, ben gerçekten... Buna mecburum anlıyor musun?" Sözlerinde samimi ve çaresiz görünüyordu ama bunlar benim umurumda değildi. "Benim de kaybedebileceğim şeyler var." Yüzünü yere çevirmiş olan adam sadece bunu söylemişti.

"Peki benim hayatım? Benim bebeğim? Benim de kaybedecek çok şeyim var, Fabri! Ve senin yüzünden olacak bunlar. Anlıyor musun?" Tükürür gibi suratına "Sen bir katilsin!" diye bağırdım. "Katil! Bebek katilisin!"

Bunları duymaya daha fazla tahammülü olmayan adam geri geri kapıya doğru adımladıktan sonra arkasını dönüp kaçar gibi çıktı odadan. Bense kaderimle baş başa kaldığımda artık daha fazla dayanamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Henüz isteyip istemediğimi bile düşünecek kadar vaktim olmayan bebeğime ellerimdeki kelepçeler yüzünden belki de ilk ve son kez dokunamamanın verdiği o çaresizlikle bir daha ağladım.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Öncelikle bu bölümü alaTekin678 , 000Cor , NMERVEARGUN , Selmayildiz2 , dildepabucmasallah_ , NurayRstem okurlarıma armağan ediyorum. 💎 Size iyi mi kötü mü olduğunu bilemediğim bir haberle geldim. Merak etmeyin, KADEH kitap olmuyor ve bölümleri yayından kaldırmıyorum. 😂 Bu öyle bir şey değil. Ama 2 bölüm içinde KADEH'in ilk kitabının sonuna gelmiş bulunacağız. Ve sezon finali gibi bir ara verebilirim. Aslında böyle bir düşüncem yoktu ama baktım ilk kitap uzun oluyor, bölmek durumunda kaldım. Bu da benim için kısa soluklu da olsa iyi bir dinlenme fırsatı. İlk kitabın sonunda heyecan dorukta kalırken bu sırada diğer kitaplarıma bölüm yazarım diye düşündüm. Ama tahminim şu yönde ki bu sezon finali gibi dediğim ara pek uzun sürmeyecek. Yine yaz aylarında falan (Haziran, Temmuz gibi) ikinci kitaba giriş yaparız diye düşünüyorum. İkinci kitap için ayrı bir başlık açılmayacak, buradan devam edeceğiz. KADEH 1 - KADEH 2 gibi. Şimdilik duyuracağım şeyler bu kadardı. Ara verecek olsam da bu kitap için sizi fazla bekletmeyi düşünmüyorum, bu yüzden üzülmeyin ve diğer kitaplarımın tadını çıkarmaya bakın. Hem belki KADEH yeniden başladığında ona da haftada 1-2 bölüm yayınlayacak kadar bölüm biriktirmiş olurum, kim bilir. Eğer Instagram hesabımı takip ederseniz ara süreleri ve yeni bölüm geri sayımları gibi birçok konuda orada da duyuru yapıyorum. Instagram kullanıcı adım buzlarkralicesiofficial canlarım, takip edebilirsiniz. Şimdilik benden bu kadar, bol yorumlarınızı eksik etmeyin ve sizleri çok sevdiğimi asla unutmayın. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar

Loading...
0%