@buzlarkralicesi
|
-30- ❝Carlo❞ Tüm gece uyumadığım ve iki saatlik uykunun ardından araladığım gözlerim yorgundu. Yüzümü yıkayıp giyindim ve odamdan çıktığımda Ece'yi görüp görmeme konusunda kararsızdım. Onunla geçen konuşmamızdan çok etkilenmiştim. Aslında uzun zamandır kendimde değil gibiydim. Onun hamile olduğunu öğrendiğim andan beri. Daha önce bir bebek hakkında hiç düşünmemiştim. Ben baba olamazdım. Ama Ece'yi de kaybetmek istemiyordum. Onu kurtarmak için çok kritik bir zamanda bunu öğrendiğim an neye uğradığımı şaşırmıştım. Ve Ece kendine geldiğinde bebek hakkında ne düşüneceğini de bilmiyordum. Tabii her şey bir kenara, onun iyi olmasıydı önceliğim. Her şey biraz da olsa yoluna girdiğinde öyle ya da böyle bu konunun açılacağını biliyordum. Ve bu bebek hakkında düşüncelerim açıktı. Bu bebeğin doğması felaketimiz olurdu. Bunu söylediğimde Ece'nin benden nefret edeceğini biliyordum. Bile bile söyledim. Doğurmak isterse onu zorlayamazdım. Onu kaybetmek istemiyordum. Ece benim için değerliydi. Bunu ona nasıl anlatabilirdim ki? Karmaşık bir durumdu bu. Odasının önüne gelmiştim bile bunları düşünürken. Ece'yi görmek istiyordum. Onunla konuşmak istiyordum ama beni görmek istemeyeceğini tahmin edebiliyordum. Her şeye rağmen tüm cesaretimi toplayıp kapısını çaldım. Bir cevap gelmedi. Tekrar çaldım ama yine ses yoktu. Meraka kapıldım. Bir şey olabileceği ihtimali zihnimi meşgul edince kapıyı aralayıp içeri baktım. Yoktu. Önce banyoya ve odanın her köşesine baktım. Odada olmadığına emin olunca tüm evi aradım. Hiçbir yerde yoktu. Neredeydi bu kız? Hâlâ tam olarak iyileşmediği için telaşlanmıştım. Aşağıda, mutfakta kahvaltı eden Inti ve kızları görünce bir şey biliyor olabileceklerini düşündüm. "Ece'yi gördünüz mü?" diye girdim içeri. Inti "Sana da günaydın, Carlo." diyerek bana laf çarpsa da umursamadım. Merakımı gizlemeden sorumu yineledim. "Aranızda Ece'nin nerede olduğunu bilen var mı?" Belki Meredith veya Aslı biliyordur diye düşündüm ama onlar da benim gibi haberdar değildi. Bakışları bunu gösteriyordu. Inti "Ece mi?" diye sorguladı. O da benim gibi meraka kapılmışa benziyordu. Bakmadığımı düşünmüş olacaktı ki "Odasında değil mi?" diye sordu Aslı. Başımı iki yana salladım. "Hayır, değil." Onun bu şekilde dışarıda dolaşması çok tehlikeliydi. Hem henüz iyileşememişti hem de onun için tehlike hâlâ geçmiş sayılmazdı. Düşmanları dışarıda onu ararken en az tehlikeli yer olsa bile burada yalnız başına sokaklarda olması son derece tehlikeliydi. Meredith endişesini gizlemeksizin "Nasıl değil?" diye sorduğunda sabrım tükenmişti. "Değil işte!" diye sesimi yükselttim bağırırcasına. Inti boş bakışlarla yüzüme bakarken "Ben dokuzdan beri ayaktayım. Onu görmedim." dedi. Bu da demek oluyordu ki sabahın erken saatlerinde evden çıkmıştı ve kimsenin nerede olduğundan haberi yoktu. Güzel. İşte şimdi daha da telaşlanmıştım. Öfkeyle çenemi kaşımaya başladım. Masaya tutundum. "Ece evden çıkıyor, hiçbiriniz fark etmiyorsunuz. Gerçekten mi?" Benim ciddi anlamda öfkelendiğimi fark eden Inti oturduğu yerden kalkıp beni yatıştırırcasına omzuma dokundu. "Dostum, sakin ol. Belki hava almaya çıkmıştır-" "Ortalıkta dolaşmak onun için bu kadar tehlikeliyken ne dolaşmasından bahsediyosun sen Inti?" "Biliyorum, haklısın ama-" Öfkeden ve meraktan deliye dönmüşken telefonum çaldı. Asla olmayacağını bildiğim hâlde Ece'nin arıyor olabileceğini ümit ettim ve cebimden çıkardığım telefona baktım. Elbette arayan o değildi. Gizli numaraydı. Ve ben kim olduğunu tahmin ettiğim için bekletmeden açtım. "Evet." "Siparişlerin hazır." "Tamam." dedim kısaca. "Her zamanki yerde." "Anlaşıldı." Telefonu kapattığımda bize Türkiye'ye gelmemiz için geçici sahte kimlik ve pasaport hazırlayan bağlantımla sözleştiğimiz yere gitmeye hazırdım. Ece ortalarda olsaydı daha hazır olabilirdim. En azından aklım onda kalmazdı. Bağlantımın burada kalıcı olarak hayatımızı sürdürmemiz için hazırladığı iz sürülemez yeni, farklı kimlik ve pasaportlarına ihtiyacımız vardı. Bununla ilgili daha önce konuştuğumuz gibi istediklerimi halletmiş olmalıydı. Onu görmeye gitmeliydim ama aklımın Ece'de kalacağını biliyordum. Inti'ye döndüm endişemi gizlemeksizin. Uyaran bir ifadeyle işaret parmağımı salladım. "Ben geldiğimde Ece'yi bulmuş ol." Bunun ne demek olduğunu Inti de en az benim kadar iyi biliyordu. Biz bir ekiptik ve birimizin kaybolması demek domino taşlarından birinin diğerlerini devirmesi demekti. Elim alnıma gitti. Ece'nin güvende olduğunu düşünmek istiyordum. Inti onaylar gibi başını salladığında onu nasıl bulacağını gerçekten merak ediyordum. İşlerimi hızlı bir şekilde halledip eve dönmeyi planlayarak evden çıktım. Bağlantım Murat'la her zaman buluştuğumuz o sahildeki seyyar satıcının yerine gittim. Et kokularının arasında bir iki kişinin köfte, kokoreç yemek için oturduğu dikkat çekmeyen bir yerdi. Bazen gizlenmek için çok ortada olmak işe yarıyordu. Beni görünce oturduğu alçak tabureden hareket dahi etmeyen Murat "Çabuk gelmene sevindim." dedi ağzının kenarıyla. Karşısına oturdum. Göz teması kurmadık. Dudaklarım kısa süreliğine ince çizgi hâlini aldı. "Evde işler biraz karıştı. Hemen dönmeliyim." Elimi uzattım. "Siparişler?" Kısa bir bakışma sonrası iç cebimden ona para dolu zarfı uzattım. Adam da önce pasaportların olduğunu tahmin ettiğim zarfı verdi. Sonra iç cebine uzanıp cüzdanını çıkardı. Cüzdanının içinde kıvrık ve daha küçük bir zarfı çıkarırken duraksadı. Gizlemekten çok uzak olduğu için gevşeyen elindeki cüzdandan bir kız bebeğin fotoğrafına sevgiyle baktığını görebiliyordum. Ben sormadan söyledi. "Kızım." "Evli olduğunu bilmiyordum." Bilmem de gerekmiyordu zaten. Biz sadece iş yapıyorduk. İçimden geçenlere benzer şekilde "Bilmen gerekmiyordu da ondan." dedi düz bir sesle. Ailesi söz konusu olduğunda ne kadar korumacı olabileceğini hissetmeme yetmişti bile söyledikleri. İç geçirdi. "Senin çocuğun yok mu?" Karmaşık zihnimdeki düşünceleri yok sayarak "Yok." yanıtını verdim. Kendime bile yalan söylediğimi anca o zaman fark ettim. Benim aslında şuan doğmayı bekleyen ve anne babası tarafından yolu kesilen bir bebeğim vardı. Ama bunu düşünmek beni duygusallığa sürükleyeceği için düşünmemeyi tercih ediyordum. Belki de yok sayıyordum. "Ben o tür biri değilim." diyerek kestirip attım. Sanki karşımdaki adama değil de kendime bunu hatırlatır gibiydim. Kafamın karışık olduğunu anlamış olacaktı ki üstüme geldi tek kaşını kaldıran adam. "Ne tür biri? "Aile kurup evlenecek türden biri değilim." Kararlı tavrımı korudum. "Çocuklarla işim olmaz." Olmamalıydı da. "Bulaştığın işlere bakılırsa... Belki de doğru olanı yapıyorsun." Karşımdaki adamın ise benim gibi düşünmediği açıktı. Çocuk sahibi olduğuna göre. İç geçirdi. "Çoğu erkek aksini söylese de doğru kişiyi bulduğunda evli olmak, hele baba olmak dünyanın en güzel şeyi. Babalık, dünyanın en güzel duygusu." Bunu öyle aşkla söylemişti ki. Biriyle evli olmaktan çok baba olmayı sevmiş gibiydi. Gururla ekledi. "Senin ayak izin gibi. Bu dünyada bir zamanlar var olduğunu gösteren bir miras." Beni ikna etme kaygısı taşımayan sıradan sözleri düşüncelere dalmama sebep oldu. Acaba herkes için aynı mıydı baba olmanın tanımı? Ben de bebeğim doğsa böyle hisseder miydim? İçimdeki katı kalbi yeniden en yumuşak hâliyle harekete geçirebilir miydi? Ece'yle aramızda farklı bir bağ vardı. Hayır, bebek değil. Bu daha farklı bir şeydi. İlişkimiz boyunca beni gelgite sürükleyen, onu olduğu gibi beni de yıpratan bir şey. Ona olan bağlılığım ve bu duyguyla savaşan mantığım. Belki de beni korkutan şey, Ece'ye bu zamana kadar kimseye hissetmediğim türden şeyler hissetmiş olmamdı. Yeniden. Dalia'dan sonra ilk kez. Hem de imkânsız olduğunu düşünürken. Ancak bu sadece basit ve sapıkça bir saplantı mıydı yoksa yarım kalmış umutların yeni bir bedende yeşermesi miydi açıkçası emin değildim. Şimdiyse söylediklerimle onu tamamen kaybettiğim hâlde baba olma duygusu içimde garip duygular uyandırmıştı. Yeniden kararsız kalmamı sağlayan değişken duygular. İsmini koyamadığım bir duygu. O an bunun neden olamayacağını yeniden hatırladım. Dalia'nın cinayet olayı patlak verip de hapse girdiğimde beni kurtarması karşılığında Esteban Ferreiro Sanchez'le, babamla bir anlaşma yapmıştık. Acımasız bir anlaşma. "Eğer bir çocuğun olur da günün birinde mirasa, soyadımıza ortak olmaya kalkarsa Carlo; onu yok ederim, seni değil." Zihnimde canlanan ve beni her seferinde dehşete düşüren bu sözler nefesimi kesmeye yeterdi. Sevdiklerimi kaybetme korkusunun filizlerini ekmişti kalbimde babamın sözleri. O an bu anlaşmayı kabul etmek kolaydı. Sevdiğim kadını yeni kaybetmiştim, istesem de bir daha sevemezmişim gibi geliyordu. Sevdiğim kadını sonsuza dek kaybettiğime göre yeniden birini sevemem, baba olup aile kurmak istemem diye düşünmüştüm. Ece'yle karşılaşacağımı nereden bilebilirdim ki? Şimdiyse belki sevdiğim kadınla birlikte olmanın, bir bebeğim, bir ailem olmasının o kadar da kötü bir şey olmadığını düşünürken buluyordum kendimi. Hiç istememem gereken şeyleri isterken buluyordum. Ve bu tehlikeliydi. Benim şuan için odaklanmam gereken tek şey Ece'nin iyi ve güvende olmasıydı. Bebeği öğrendiğim ilk andan beri bu iyimser duyguların zihnimi ve kalbimi zehirlemesini engellemeye çalışsam da bunu kaybedersem bir daha elde edemeyeceğimi biliyordum. Bunu bir kez kaybedersem bir daha sahip olamayacağımın farkındaydım. Bebeği istemediğimi söylediğimde bunu anlamıştım. Bir insan hayatta kaç kere âşık olabilirdi ki? Ece benim bu dünyada aynı duyguları hissedebileceğim tek kişiydi. Ondan sonra yeniden birine âşık olmak mı? Bu mümkün değildi. Kalp bu kadar basit bir organ değildi. Herkese atacak ya da kandırılabilecek türden bir organ değildi. Benim bu hayatta sevebileceğim, aile kurmak isteyeceğim kişi Ece'ydi. Ama şartlarımız buna hiç uygun değildi. Elimin tersiyle ittiğim o aile kurma fırsatının yeniden ellerimin arasına gelmeyeceği gerçeği acı acı varlığını gösteriyordu. Ece öyle gururlu biriydi ki ben istemediğim hâlde o bebeği doğurmazdı. Belki de çabalarsam sevdiklerimi kaybetmeden onlarla mutlu olabilmenin bir formülünü bulabilirdim. Bebek konusunda acele etmememiz bizim yararımıza olurdu. Sonuçta doktor henüz erken olduğunu söylemişti. Ancak şimdi çözmem gereken daha büyük bir sorun vardı. Ece'yi bulmak. Eve döndüğümde yol boyu düşündüklerim kafamda farklı pencereler açmıştı. Belki de bazı şeyleri çözebileceğime dair inancım daha da artmıştı. Cesaretlenmiştim. Onunla savaşacak kadar güçlü değildim. Esteban Ferreiro Sanchez beni ezer, paramparça ederdi. Yok ederdi. Ama onunla aramızda bir ortak nokta vardı, ikimiz de ailemiz için savaşıyorsak yeterince güçlüydük. İçeri girdiğimde ev sessizdi. Inti telefonda birileriyle konuşuyordu. Beni görünce telefonu kapattı. Gözlerim Ece'yi arıyordu. Herkesin yüzündeki panikten hâlâ eve gelmediğini anlamıştım. Ceketimi çıkarıp koltuğa attığımda daha çok endişelenmiştim ve bu öfkeye dönüşmüştü. "Gelmedi mi hâlâ?" Inti başını iki yana sallayarak karşılık verdi. "Aramadığım yer kalmadı. Adamlarım arıyor." Salonda hızlı adımlarla dolaşırken kendimi öyle çaresiz hissetmiştim ki. Dayanamıyordum. Öfkeyle masaya vurdum. "Delireceğim! Dışarısı onun için çok tehlikeli, bunu anlayamıyor mu?" Inti imalı bir baş işaretiyle "Acaba o konuşmanızdan dolayı gitmiş olabilir mi?" diye sordu. Bebekle ilgili konuşmamız yüzünden evden kaçtığını düşünüyordu. İmkânsız diyemezdim. Ama olmadığını düşünmek istiyordum. Aslı kaşlarını çatarak "Ne konuşması?" diye girdi araya hesap sorar gibi. Cesaretimi koruyarak "Bebekle ilgili konuşmuştuk, ondan bahsediyor." dedim. Gözleri kısılan kız "Bebeği istemediğini söyledin, kurtul o bebekten dedin, o da evden kaçtı yani. Doğru mu anladım?" sorusunu sorarken vereceğim yanıttan o kadar emindi ki. Bu da bana saldırmaya hazır beklemesine sebep oluyordu. "Tam olarak öyle değil." Bebeği istemediğimi söylediğim doğruydu. Ama diretken bir biçimde bebekten kurtulmasını söylememiştim. Yine de Aslı haklıydı. Ece bu yüzden gitmiş olabilirdi. Inti Aslı'ya dönerek beni savunmaya başladı. "Ne yani, yanlış bir şey mi söylediğini düşünüyorsun?" Ellerini iki yana açtı. "Şu hâlimize bak, bir bebek için uygun şartlar mı bunlar?" Bir köşede kollarını kavuşturmuş olan Meredith ise sessizlikle dinlediği konuya girme kararı almış gibiydi. "Doğru söylüyor." diyerek Inti'yi haklı buldu. Aslı öfkesini gizlemiyordu. "Madem şartlar uygun değildi, arkadaşın bu bebeği yaparken aklı neredeydi?" sözleriyle bana saldırsa da sessiz kalmıştım. Çünkü o an zihnimi meşgul eden çok fazla şey vardı. Öncelik olarak Ece'yi bulmak gibi. Onun tehlikede olduğu gibi. Onun ortadan kaybolmuş olması beynimde kırmızı bir alarmı aktive etmişti. Ne düşüneceğimi bilmiyordum ama bebek konusunda eskisi kadar katı sayılmazdım. Ece'yle konuşurken bile açık bir kapı bırakmıştım ama bebek hakkındaki düşüncelerimi sorduğunda ona yalan söyleyemezdim. Söylediklerimden sonraysa her şey tersine dönmüştü. Ece öyle gururlu biriydi ki ben istemediğim hâlde o bebeği doğurmakta diretmezdi. Onun içindeki küçücük umudu bile öldürmüştüm aslında. Ona olan duygularımı, onun bana olan duygularını... Her şeyi. Şimdiyse beni terk etmiş olabilirdi. Hayatı tehlikede olmasına rağmen. Onu arayarak geçirdiğimiz saatler sonucunda hiçbir yerde bulamadığımız Ece'yi elimiz kolumuz bağlı evde beklemek zorunda kalmıştık. Ben bulabileceğim yerleri, bazı adamlarımı devreye sokmuştum ama henüz bir haber yoktu. Evin içinde delirmiş gibi dolaşırken kapı anahtarla açıldı ve içeri hiçbir şey olmamış gibi sessizce Ece girdi. Hepimiz onu gördüğümüzde derin bir nefes alsak da ben heyecan içindeydim. Kimseye konuşma fırsatı vermeden oturduğum yerden kalkıp Ece'nin karşısına dikildim. Burnumdan soluyordum. "Neredesin sen saatlerdir?" Benim aksime gayet sakin ve yorgun bir sesle karşılık verdi Ece. "Seni ilgilendirmiyor." Yüzüme bile bakmadan söylemişti bunları. "Bunun bir oyun olmadığının farkındasın değil mi?" Benim gibi bağırmaktan uzak bir ifadeyle "Tartışmak istemiyorum, Carlo. Lütfen. Çok yorgunum." diye mırıldandı sadece. Onun umursamaz olduğu kadar bitkin hâlini görünce merakım öfkemin önüne geçti. "Sen... İyi misin?" "İyiyim. Şimdi de odama çıkıyorum. Tamam mı? Bitti mi sorgun?" Merdivenlerden çıkarken hızlı adımlarla onun peşinden gittim. Diğerleri aşağıda kalmışken biz yukarıya, onun odasının önüne gelmiştik. "Biraz konuşabilir miyiz?" dedim koluna dokunarak. Onunla birlikte odasına girmiştim. O ise kolunu benden kurtarırken yüzüme bakmadı. "Çok yorgunum, Carlo. Dedim ya, sonra." "Seni çok merak ettim." "Niye?" İlk defa yüzüme baktı ve burnundan soludu. "Neyiz ki biz seninle? Neyimi merak ediyorsun?" "Bana öfkelisin, biliyorum." Başımı onaylayarak salladım. "Bana tepkili olmana da hak veriyorum." Gözleri kapanır gibiydi. Yorgunluğu bakışlarından okunuyordu. "Sana öfkeli falan değilim, Carlo. Ben kendime öfkeliyim sadece. Kendimi bu duruma düşürdüğüm için." "Ece yanlış düşünüyorsun." "Ona da mı sen karar veriyorsun?" Onu ne kadar kırdığımı görebiliyordum. Bugün Ece'yi öyle merak etmiştim ki onu kapıdan içeri girerken görene kadar nefes aldığımı bile hissetmiyordum. Şimdiyse hakkında böyle yoğun duygular hissettiğim kadın, yabancı gözlerle bana bakıyordu. Sanki hiç tanışmamışız gibi. "Bak, ben bebek hakkında konuşmak istiyorum. Dün biraz aceleye geldi." Kaybettiğim kalbini geri kazanmak için belki de o kadar geç değildi. İttiğim o güzel şeyleri geri almak istedim. Zamanı geri almak gibi. Ece ise konuşmaya istekli görünmüyordu. "Konuşacak bir şey yok, Carlo. Sen dün dürüstçe duygularını söyledin ve bunun için de teşekkür ederim. En azından eveleyip gevelemedin." "Ece, ben çok düşündüm. Bebek konusunda yani." Heyecanla nefes alırken söyleyeceklerimi aklımda toparlamaya çalışıyordum. "Hâlâ aynı fikirdeyim. Ama benim yüzümden bebeği aldırmanı istemiyorum. Kendimi bu fikre alıştırmam için bana biraz zaman verirsen-" Sözlerimi tamamlamama gerek kalmadan yorgunlukla kesti Ece. "Zaman falan yok, Carlo." Kısa bir an durup devam etti. "Her şey için çok geç, bebeği aldırdım ben bugün." Donup kaldım o an. "Ne?" Dudaklarım mühürlenmişti sanki. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Etrafımda deprem oluyormuş da her şey yavaş çekimle baş aşağı düşüyormuş gibi hissettim. O an zaman durmuştu benim için. Bebeği aldırmıştı. Öylece. Hemen. Ben istemediğim için ondan kurtulmuştu. Benim yüzümden. "Evet, niye bu kadar şaşırdın? Bebeği istemiyorum diyen sen değil miydin? Ayaklarına kapanıp yalvarmamı beklemiyordun herhâlde." "Elbette beklemiyordum Ece, ben... B-Ben... Ama..." Kekeledim ve o an konuşmayı unutmuşum gibi hissettim. Zırvaladım. Kendimi biraz şoktan kurtulmuş hissettiğimde yeniden toparladım. "Nasıl yani? Bu kadar çabuk mu?" "Babasının istemediği bir bebeği doğurup seni babalığa zorlayacağımı düşünmedin herhâlde değil mi?" Babasının istemediği bir bebek. Gözlerimin içine bakarak söylediği bu sözler beni en tehlikeli silahtan bile acı şekilde yaralamıştı. Ölümcül bir yarayla. Haklıydı. Ona kızamazdım. İçimde yanan bu ateş, öfke ve üzüntünün hiçbir zerresi yüzünden ona kızamazdım. Çünkü hepsi benim yüzümden olmuştu. Ece benim yüzümden kurtulmuştu bebekten. O an ne diyeceğimi gerçekten bilemedim. Gözlerimi kapayıp "Ben..." diye geveledim sadece. Bunun bir kâbus olmasını istedim ama değildi. Yeniden gözlerimi açtığımda anladım. "B-Ben ne diyeceğimi bilemiyorum." "Bir şey söylemen gerekmiyor Carlo." Bakışları kapıyı işaret etti. "Çıkar mısın? Biraz uyuyup dinleneceğim. Yalnız kalmak istiyorum." Bizi boğan derin bir sessizlik. Donup kalmış durumdaydım. Vücudum kaskatı kesilmiş hâldeyken hareket etmeye çalıştım. "T-Tabi." Yavaş adımlarla odadan çıkarken kendimi hiç bu kadar kötü hissetmediğimi hatırlıyordum. Neyi kaybettiğimi artık daha iyi anlıyordum. İkinci şansımı ve diğer tüm şanslarımı kaybetmiştim. Dönüşü olmayan bir kayıptı bu. Sevdiğim kadına çektirdiğim acıyla birlikte dönüşü olmayan bir kayıp. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Eveeet, yeni bölümümüzle karşınızdayım. Bu bölümü nasıl buldunuz? Beklediğiniz ve beklemediğiniz, şaşırdığınız gelişmeler var mıydı? Biraz bunları konuşalım burada. Peki, sizce bundan sonra Carlo ve Ece arasındaki ipler bu kadar gerilmişken neler olacak? Tahmin ve teorilerinizi de buraya yazabilirsiniz. Bu arada okurlarımızdan chatoyantebelle KADEH'e özel bir çalışma yapmış. Kendisine burada yeniden ellerine emeğine sağlık diyorum. 💖🪽 
••• SOSYAL MEDYA |
0% |