Yeni Üyelik
33.
Bölüm

🂡 KADEH | 32

@buzlarkralicesi

-32-

❝Ece❞

O gün.

Ortadan kaybolduğum gün ne yaptığımı kimseye anlatmamıştım. Zaten sormalarına gerek kalmamıştı, nerede olduğumu öğrenmişlerdi. Bebekten kurtulduğumu.

Ancak herkesin kendine sakladığı sırları vardır.

Carlo'yla olan konuşmamızdan sonra kendimi öyle güçsüz ve değersiz hissetmiştim ki düşünmekten gözüme uyku girmişti ne de tutunacak bir dalım kaldığını hissediyordum. Sabahın erken saatlerinde kendimi dışarı atmıştım. Adımlarım beni nasıl oraya götürmüştü bilmiyordum, farkında bile değildim ama ona ihtiyacım vardı.

Kapının önündeydim. Ayaklarım beni taşımıyor gibi güçsüzdüm. Nefes dahi alamıyordum. Yol boyunca ağlamıştım. Aramızın limoni olduğu zamanlarda bile birkaç kez aramıştı ama dönmemiştim. Ona kızgındım çünkü. Beni bu dünyada koşulsuzca seven tek kişi olduğunu göz ardı ederek.

Sonra bir mail geldi. Evleneceğini, nikâhında beni de görmek istediğini söylemişti. Ama ona o kadar kızgındım ki. Tam o dönem Carlo'nun olayları patlak vermişti. Hâlâ kalbim kırık olduğu ve yanlış izler üzerinde yürüdüğüm için annemin davet ettiği nikâhına gidememiştim.

Şimdiyse buradaydım. Onun kapısının önünde. Zile basarken parmaklarım titriyordu. Nefesimi tuttum. Ona çok ihtiyacım vardı. Ne olursa olsun beni seven, doğuran, ona ait olmasam da onunmuşcasına beni sahiplenen annemin şefkatine ihtiyacım vardı.

Kapıyı uzun boylu, ellili yaşlarda kır saçlı bir adam açtı. Üzerinde mavi kareleri olan beyaz bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Bakışları beni tanıyor gibiydi. Bense onu ilk defa gördüğüm için sersemlemiştim. Hatta aklım yerinde değil de yanlışlıkla başka bir yere geldim sanmıştım. Adam arkasına dönüp seslendi. "Demet! Ece geldi!" Sıcak bir tebessümle bana bakıp "Hoş geldin kızım, geç içeri." dedi. "Kapıda durma."

Beni ilk kez görmesine rağmen babacan bir ifadeyle içeri davet eden adama kısa ve şaşkın bakışlar attıktan sonra usulca içeri girdim. Mutfaktan ellerini kurulayarak koşar adımlarla gelen kadın beni görünce durdu. Birbirimize öyle bir baktık ki, dünyalara bedeldi.

Onu gördüğüm an gözyaşlarımı daha fazla tutamadım. Ağzımı açıp bir şeyler söylemeye çalışsam da hıçkırıklarım boğdu beni. Bir şey söylememe fırsat kalmadan da "Ece!" diye mırıldandı annem. Annem diyordum çünkü benim annem oydu. Demet. Her şeye rağmen beni koruyup kollayan, bir an bile onun öz çocuğu olmadığımı hissettirmeyen annemdi o benim.

Bu uzun ve tehlikeli hayat yolculuğunda aldığım en önemli derslerden biri, bulunmak istemeyen birini aramamak olmuştu. Biyolojik babamı aramaya bu kadar takıntılı olmasaydım belki de başıma bunlar asla gelmeyecekti. Annesinin sözünü dinlemeyip kendine zarar veren çocuklar gibi hissettim o an kendimi. Hani yara alacağımıza dair uyarsa da annemizi dinlemeyip kendimize zarar verdiğimiz, yara alıp yine onun kollarına atıldığımız o anlardan biriydi. Oysa beni uyarmıştı. Yalanlar söylemişti de beni uzak tutamamıştı kaderimden.

Duygularıma hâkim olamadım ve onun kollarında ağlamaya ihtiyacım olduğunu gizlemedim. İçimdeki tüm zehri atana kadar hıçkıra hıçkıra ağladım. Başımı göğsünden kaldırdığımde yorgun düşmüştüm. Penyemin üstünü sıyırıp kalbimi gösterdim. "Anne bak, bana ne yaptılar..." diyebildim sadece acı bir fısıltıyla.

Hayretle yaşlı gözleri açılan kadın "Kızım..." diye sessiz bir haykırış kopardı dudaklarından. Sağ eli ağzına gitti korkuyla. Hızlı adımlarla gelip nazikçe sarıldı bana. "Yavrum benim... Ne oldu sana böyle?"

Ona olan her şeyi anlatmak istiyordum ama gücüm yoktu. Ağlaşarak sarıldık. Gözyaşlarım bitene kadar ağladım. Hangi birini anlatacaktım ki? Öz anne ve babamın beni deneysel bir varlıkmışım, üzerinde deney yaptıkları bir fareymişim gibi kıstırmalarını mı yoksa sevdiğim adamın beni istemeyişini mi? Kalbim her ikisine de çok kırıktı.

Biraz kendime geldiğimde sadece Abraham ve Mari'nin yaptıklarını anlatacak gücü buldum kendimde. Fabri'nin evindeki laboratuvarı görüp bayıltıldığımda kendimi ameliyat masasının üzerinde bulduğumu, bebeği, Carlo'nun beni kurtarışını... Sanki tüm olanları bir nefeste anlatıp annemin onlara yağdıracağı lânetlerle yok olmasını bekleyen saf bir çocuk gibiydim. Olan biten tüm korkunç olaylara rağmen elinden hiçbir şey gelmeyeceğini bilsem de gelip anneme şikâyet etmiştim onları.

Koltukta otururken ellerimi kucağına alan kadın kollarıyla sırtımı sardı. "Yavrum benim, güzel kızım... O küçük kalbinin atması için seni dokuz ay karnımda taşıdım, acılar çektim. Bunun için miydi? Sonra birileri gelip kalbini söksün diye miydi?" Hıçkırıklarına boğuldu. O benden daha kötü durumdaydı. Kucağımdaki ellerimi alıp öptü. Öğrendiklerini hazmedemiyordu. Başımı göğsüne yasladı. "Seni koruyamadım güzel kızım. O kana susamış canavarlardan seni koruyamadım ya, bana da yazıklar olsun."

"Annem..." Ellerim kadının sırılsıklam yanaklarına gitti. "Sen elinden geleni yaptın. Beni onlardan uzak tutmaya çalıştın ama ben dinlemedim. Tüm suç bende." Başımı öne eğdim. "Ben bunları hak ettim."

Öfkeyle kaşları çatılan, hâlâ adını bilmediğim adam "Kim bunlar ya? Düpedüz adam kaçırıp organ çalmaya çalışıyorlar? Ülkenin polisi, adaleti yok mu? Çıldıracağım!" diye söylenmeye başladı.

Annem "Sakin ol Tayfun." dese de öfkesi dinmiyordu.

"Şikâyetçi olalım. Ne gerekiyorsa yapalım onları tıktırmak için."

Başını iki yana salladı kadın. "Hayır, bu o kadar kolay değil. Ben onları hepinizden iyi tanıyorum, onların her yere, herkese eli kolu uzanır. Üç beş çapulcu değil ki bunlar. Koskoca bir birlik."

Gözyaşlarımı silerken "İşte sonra Carlo bazı bağlantılarını kullanıp onları başka yerlere yönlendirmiş. Şimdilik burada saklanıyoruz ama geleceğimiz ne olur bilmiyorum bile." dedim. Mırıltılarım eşlik etti önceki sözlerime. "Arkadaşlarımın da benim yüzümden başı belaya girdi. Okullarından, düzenlerinden oldular. Her şey mahvoldu. Benim yüzümden."

"Güzel kızım." Başımı göğsüne yaslayan kadın ağlamasını durdurdu. "Sen hayattasın ya, başına bir şey gelmeden kurtulmuşsun ya en önemlisi o. Allah Carlo'dan da razı olsun."

Adının Tayfun olduğunu yeni öğrendiğim, annemin kocası usulca mutfağa gitmeden önce "Ben birer çay hazırlayayım, siz de anne kız konuşun." dedi. Bunu bizi yalnız bırakmak için yaptığı belliydi.

Baş başa kaldığımızda titreyen alt dudağıma hâkim olmaya çalıştım. "Anne ben çok yanlış yaptım. Bu hayatta yaptığım doğruların toplamından daha fazla yanlış... Şimdi ne yapacağımı bile bilmiyorum."

Başını hafifçe aşağıya eğip çenemi yumuşakça kavradı ve benimle göz göze geldi. "Bana anlatmadığın başka bir şey mi var?"

"Bebek..."

Ona tam öldürülecekken öğrendiğim sırada bebekten bahsettiğim için şaşkın değildi duruma ama meraklıydı. Kaşları çatıldı. "Yoksa bebeğin bir şeyi mi var?"

"Yok, öyle değil." Kıvrandım söylemeye çalışırken. Annemi gördükçe kendimden tiksiniyordum. Ne ona layık bir evlat olabilmiştim ne de şimdi kendi bebeğime layık bir anne. Ben bu hayatta hiçbir şey olmayı becerememiştim. "Bebeği doğuramam." dedim bir çırpıda.

Donup kaldı kadın. "Ne demek doğuramam?" İlk şoku atlattıktan sonra "Neden?" diye sordu.

"Carlo istemiyor." Bu cümleyi kurduktan sonra aceleyle ekledim "Ve haklı. Şu hayatıma bak. Bir fare gibi gizlenerek yaşıyorum, düzenli bir yaşamımız yok. Yarın ne olacağımız belli değil." Titreyen çenemi dik tuttum. "Ayrıca istemediği hâlde onu zorla baba yapamam. Buna hakkım yok."

O an "İstemiyorsa defolsun gitsin! Biz bakarız bebeğe." diye patladı annem. Az önce teşekkür ettiği adama tavırlarıyla çark etmesi gözümden kaçmamıştı. Ama itiraf etmeliyim, bir kez daha hayran kaldım ona. Keşke onun yarısı kadar cesur olabilseydim. Carlo'nun karşısına dikilip nereye defolursan ol diyebilseydim. Demeliydim de. Ellerimi avuçlarının arasına alan kadın gözlerime baktı. "Asıl önemli olan, sen bu bebeği istiyor musun kızım?"

Buna verebileceğim net bir cevap yoktu. Başıma gelene kadar hiçbir zaman cevabını düşünmediğim bir soruydu bu. Her zaman ön planda başka şeyler olurdu benim için. Okulumu bitirmek, iyi bir iş, başarılı bir yazar olmak gibi. Şimdiyse bu bebek gelmişti. Hem de en çaresiz hissettiğim anda. Bana tutunmuştu. Sanki onun canını gasp ediyormuşum gibi hissediyordum. Ve karşımdaki kadın kararsızlığımın farkındaydı.

"Bak Ece, bu iyi düşünmen gereken bir konu. Bir kere yaparsan geri dönüşü olmaz. Eğer gerçekten onu doğurmak istemiyorsan tamam, bir tanıdık aracılığıyla bu konuyu hâlledebiliriz. Ama... Eğer içinde onu dünyaya getirmek için ufacık bir kıpırtı varsa düşün derim. Sonra çok pişman olabilirsin."

Belli belirsiz başımı sallayarak onayladım. "Ben... İstesem ne olacak ki? Senin kadar iyi bir anne olamam. Babasız bir çocuk büyütmek ne kadar zor, sen biliyorsun. Bu bebeğe de haksızlık olmaz mı?"

O an bizi dinlediğini fark etmediğim adam elinde çaylarla geldi. "Babası olmayabilir ama annesi, anneannesi ve dedesi var." Çaylarımızı sehpaya koyduktan sonra annemin yanına oturdu adam. "Bak Ece, birbirimizi daha birkaç dakikadır tanıyoruz. Daha doğrusu sen öyle tanıyorsun. Ama sen burada yokken bile her gün bizimleydin. Bir gün olsun annenin dilinden düşmedin."

O an bakışlarım utançla yere düştü. Benim gibi şımarık bir sürtük böyle bir anneyi hak etmiyordu. Bu evden çıkıp gittiğim gün geldi aklıma. Kalbini kırdığım gün. Ona kızdığım için kendimden utandım.

Adamın bakışları salonda gezindi. "Şuraya bak, her yerde senin fotoğrafların var." Çocukluk fotoğraflarım, birkaç yıla kadar birlikte çektirdiğimiz fotoğraflar süslüyordu gerçekten büfeyi. "Basit bir küslük, annenin sana olan sevgisini bitirebilir mi sanıyorsun?" Babacan bir ifadeyle ekledi. "Bana ister baba de, ister Tayfun amca. Ama sen benim için bir evlatsın artık. Demet için değerli olan her şey benim için de değerlidir. Sen de benim bir kızımsın artık." Kararlı gözlerini bana dikti. "Ve sen o bebeği istiyorsan kimse size dokunamaz."

Hiç kimseye güvenmemeye yeminli o an ben, kalbimin yumuşamasına engel olamadım. Öz babam dediğim adamın bana yaptıklarından sonra da kaybedecek kuru canım dışında da bir şey kalmamıştı. Bir de doğurup doğurmayacağıma henüz karar veremediğim bu bebek. Şimdi Tayfun amcanın sözlerine inansam ne kaybederdim ki? Kalbimi sökmekten öteye gidebilir miydi yaptıkları?

Kendimi kısa süreliğine de olsa aile sıcaklığında önemsenen biri gibi hissetmiştim. Gitmek için hazırlandığımda annem "Gitme kızım, bu gece burada kal. Hatta hep kal. Olmaz mı?" dese de o eve dönmem gerektiğini biliyordum. Ama bebeği doğurmaya karar verirsem durum değişirdi. Carlo'yla aynı evde kalamazdım. Bunları düşünmek için erken, Ece.

Eve döndüğümde yine o karanlık kasvet çökmüştü üstüme. Bir de Carlo sürekli bir şeyler açıklamaya çalışıp durmuştu. Beynen yeterince yorgundum zaten. Bir de onun gereksiz açıklamalarıyla ilgilenmiyordum. Carlo'ya bebeği aldırdığımı söylemiştim çünkü bunu sorun etmesini istemiyordum. En azından ben karar verene kadar tarafsız düşünmek istiyordum. Bebeği doğurmaya karar verirsem de yalnız olacağımı biliyordum. Carlo'nun bunu öğrenmesine gerek yoktu.

Sonraki gün gözlerimi araladığımda bütün gün uyuduğumu fark ettim. Kendime geldiğimde hava kararmış, akşam olmuştu. Yataktan doğrulup odadan çıktım ve evi dolaştım. Sanki ev bomboştu. Kimsenin sesi yoktu. Kim nereye gitmişti fikrim yoktu. Bildiğim tek şey, dün Aslı'nın ailesini görmeye gideceğini söylemesiydi. Diğerleri neredeydi, hiçbir fikrim yoktu.

Cam sürahiyi doldurup odama çıkarken aşağıda, dış kapının sesini duydum. Usulca odama doğru yürüyüp içeri girdim ama kapıyı tam olarak kapatmadım. Carlo'yu görmüştüm. Bir kadın kolunu boynuna dolamıştı. Sanki sarhoştu da biri diğerini taşıyor gibiydi. Ama hangisi diğerini taşıyordu anlamak güçtü.

Biraz daha yaklaştıklarında kadını tanıdım. Sierra'ydı bu. Carlo'yla katıldığımız sergide gördüğüm kadın. Fabri pisliğinin de eski karısı. Carlo'yla ilgisini, daha doğrusu bu evdeki varlığını çözemedim. Evet, sergide tanışmıştık ve Carlo'yla belli ki bir dostlukları vardı ama Türkiye'ye kadar uzanan ilişkilerini anlayamamıştım. O an kalbime bir ağırlık oturdu. Beni ilgilendirmezdi. Bu yüzden hızla kapattığım kapıma yasladım.

Carlo'yla Sierra. Olabilirler miydi? Olsalardı da bu beni ilgilendirmezdi. İlgilendirmemeliydi. Aramızda hiçbir şey yoktu ve bizi birbirimize bağlayan tek şey bebekti. O da Carlo'nun bildiği kadarıyla artık yoktu. Ama bu Carlo'nun saygısızlık yaptığı gerçeğini değiştirmiyordu. Onu eve kadar getirmişti.

Odanın içinde dolanırken yan odadan boğuk sesle gelmeye başladı. O an olduğum yerde donup kaldım. Duyduğum sesleri bir anlama oturtamadım. Sanki kulaklarım basınçla uğulduyor, yan odadaki garip sesleri buğulu bir tonda kulaklarıma tokat gibi çarpıyordu. Sevişiyorlardı. Carlo, yan odada başka bir kadınla sevişiyordu. Benim bu evde, bu hâlde olduğumu bile bile. O an bunun bana oynanan bir akıl oyunu olduğunu düşündüm ya da öyle düşünmek istedim. Belki de kulaklarım bana bir oyun oynuyor sandım.

Carlo her şey olabilirdi. O gerçekten her şey olabilirdi ama bu kadar iğrenç olamazdı. En azından acıma saygı duymalıydı. Başımı yastığa koyup uyumaya çalıştığımda hâlâ içimdeki bu şoku atlatamıyordum. Ben acılar içinde kıvranırken Carlo kayıtsızca bir başkasıyla olabiliyordu. Beni sevmiyordu, tamam. Hiç sevmemişti de. Ama en azından saygı. Saygısı olamaz mıydı? Yasımıza saygısı olamaz mıydı?

Sıkı sıkı kapattım kulaklarımı. Sanki kapatırsam hiç duymayacakmışım gibi. O gece ağlaya ağlaya uyudum. Belki de kendime acı çektire çektire.

Uyandığımda sabah olmuştu. Gerçi ne kadar uyumuştum o da tartışılırdı ama... Yataktan güçlü bir öğürme hissiyle kalkıp kendimi tuvalete attım. Yiyemediğim her şeyi kustuktan sonra yüzümü soğuk suyla yıkadım. Aynada kendime baktığımda gözlerim kan çanağı gibiydi. Bütün gece yarı uyur yarı uyanık, ancak bu kadar dinlenebilmiştim. Ve sabah kendime gelir gelmez kararımı vermiştim. Bu evden gidecektim.

Biraz ayılıp kendime geldikten sonra dolaptan küçük kahverengi çantamı çıkarıp içine iki parça eşyamı koydum. Fazla bir şeyim yoktu zaten. Carlo'nun evimden kurtardıkları falan. Annemin evinde de eşyalarım olmalıydı. Bir süre onlarla idare edebilirdim. Bunlar önemsiz detaylardı. Bildiğim ve emin olduğum tek şey, artık burada kalamayacağımdı. Gidecektim.

Odamdan çıktığımda Sierra hazırlanmış, merdivenlerden aşağı iniyordu. Carlo odada, yatakta uyuyor olmalıydı. O hızlı bir şekilde çıkış kapısına ulaşıp evden çıkana kadar olduğum yerde bekledim. Sonra çantamı da alıp kararlı bir biçimde merdivenlerden aşağı indim.

Hiç kimseye bir şey söylemeden evden çıkıp gidecekken mutfaktan gelen sesle duraksadım. "Ece."

Dönüp bakmadan onun olduğunu anlamıştım. Sadece sesinin tonundan değil, yaydığı kendine has kokudan. Bakışlarının üzerimde oluşundan bile hissedebiliyordum. Sierra eşikten geçerken aralarında herhangi bir selamlaşma ya da vedalaşma olmadığı için onu burada beklemiyordum.

Carlo'nun bakışları meraklıydı. Elindeki filtre kahve haznesini yerine bırakıp bana döndü. "Nereye gidiyorsun?"

Yüzüne bile bakmak istemiyordum. Midem bulanıyordu. "Burası dışında her yere."

Bahçe kapısından Aslı ve Meredith içeri girerken Carlo'yla başlamak üzere olan tartışmamıza kulak misafiri olmuşlardı.

Carlo ise az önce benden duyduğu cümleyi sayıklar gibi tekrarladı. "Burası dışında her yere..." Kaşları çatıldı. "Bu ne demek oluyor Ece?"

Merdivenlerden aşağı inen Inti "Bu ne gürültü?" diye söylenemeden tartıştığımız için ikimiz de onu görmezden geldik.

Utanmadan bana hesap soran adamın ilk ve son kez yüzüne baktım. "Carlo, hayatımı kurtardığın için teşekkür ederim. Ama ömür boyu seninle yapışık ikiz gibi yaşayacak hâlim yok." Kesin bir dille ekledim. "Seninle aynı evde kalmak istemiyorum. Ve bu benim en doğal hakkım."

Birdenbire böyle bir çıkış beklememiş olacaktı ki gözleri irileşti. "Neden?"

"Bir nedeni olmak zorunda değil. Sadece senin yüzünü görmek istemiyorum."

"Ece, eğer tek sorun buysa ben giderim. Ama sen burası dışında bir yere gidemezsin. Hâlâ Mari tarafından aranıyorsun. Aramızdaki bu kahrolası durum yüzünden seni tehlikeye atamam." Benimle aynı kesinlikte "Yüzümü görmek istemiyorsan görmezsin. Ben giderim." dedi.

Dün geceden sonra onun fedakâr yaklaşımı zerre umurumda değildi ve gözümü boyamıyordu. Bu yüzden gözlerimi kısarak "Carlo senin nerede kaldığın benim umurumda değil, ben kararımı verdim. Gidiyorum." yanıtını verdim. Açıklama borçlu olduğum kişilere döndüm yalnızca. "Kızlar, kusura bakmayın ama daha fazla burada kalamam. Anlayın beni lütfen. Siz de gelmek isterseniz yerleşince konum atarım."

Tek kelime etmeden kararlı bir biçimde bahçe kapısından çıktım. Hızlı adımlarım ilerlerken onun kolumdan tutup beni kendine çevirmesiyle durdum. "Ece bunu neden yapıyorsun? Dünden bugüne ne değişti de bu kadar öfkelisin bana karşı? Sadece bebek konusu mu yoksa-"

"Sorun senin saygısızlığın." diye patladım en sonunda. Onu yüzlemek istemezdim ama beni zorlamıştı. "Benim bu evde olduğumu bile bile başka bir kadını getirmen. Sanki milyonlarca otel yokmuş gibi düzeceğin kadını buraya getirmen." Donup kalan adamın şaşkınlığıyla ilgilenmiyordum. "Beni sevmeyebilirsin, hiç sevmemiş de olabilirsin. Ama bu bir zamanlar ilişkimiz olduğu gerçeğini değiştirmiyor. En azından eskiden ilişki yaşadığın kadına saygı duymanı beklerdim Carlo."

"Ece, bekle."

Kolumu sertçe kurtardım ondan. Bakışlarım alev alevken ona döndüm. "Sus lütfen. Daha fazla sesini duymak istemiyorum."

"Ece, yeni operasyon geçirdin. Bu kadar kısa sürede hem kalbin hem operasyon-"

"Seni ilgilendirmiyor!" Ben o an anlamıştım ki bu evden gitmedikçe, Carlo'dan uzak kalmadıkça iyileşemeyecektim. Sesimi sakin bir tona indirdim. "Artık benimle ilgili hiçbir şey seni ilgilendirmiyor." Kendimden bile beklenmeyen bir sakinlikle tebessüm ettim ve dostça omzuna dokundum. "Hayatımı kurtardığın için teşekkür ederim, Carlo. Ama sen benim bakıcım değilsin. Artık kendi hayatıma dönmek istiyorum. Beni burada zorla tutamazsın. Gidiyorum ve kesin kararım bu."

Tam yanından geçip gidecekken orta boylu, orta yaşlı, küt saçlı bir kadın hırkasına sarınarak meraklı bakışlarla önümüzde durdu. Yanında da genç bir oğlan vardı.

Kadın yapmacık komşu gülüşüyle Carlo'ya hitap ederken gözlerini üzerimde baştan aşağı gezdirdi. "Carlo Bey, merhaba."

Carlo mesafeli bir "Merhaba." yanıtıyla geçiştirdi.

Tam bir kavganın ortasına geldiğini hisseden kadın kaosun kokusunu almış gibiydi. Hani meraklı komşu kadınlar vardı ya, tam olarak öyle bir tipi vardı. "Sizinle tanışmıştık ama eşinizde tanışma fırsatımız olmadı." Beğeniyle süzdü beni. Sanki benim yanımda benim dedikodumu yapıyormuş gibi mırıldandı. "Ay, pek güzelmiş."

Ortadaki yanlış anlaşılmayı düzeltmek için "Teşekkür ederim ama ben-" diyerek araya girdiğim sırada sözümü kollarını belime saran Carlo kesti.

"Evet, güzel bir karım var. Ama mütevazı."

Pörtlemiş gözlerimi Carlo'ya çevirdiğimde öfkeden onu öldürebilecekmişim gibiydi. Hani filmlerde gözlerinden insanları yakan ışınlar çıkan kahramanlar var ya, onlar gibiydim. Beni onunla evli rolü yapmaya zorladığı için onu öldürebilirdim. Gerçekten öldürebilirdim. Öfkem gözlerimden taşıyordu. Kibarca bana sardığı kollarından kurtardım kendimi.

Elini uzattı kadın. "Ben Gülgün." İşaret etmeden önce baygın baygın bana baktığını fark etmediğim genç çocuk ise annesinin onu "Bu da oğlum Çağhan." diye takdim etmesi üzerine başını salladı sadece.

Carlo çocuğa ters ters bakarken ben nezaketen ikisine de gülümsedim. "Memnun oldum Gülgün Hanım."

"Aaa Gülgün de, vallahi darılırım! Hatta müsait olduğunda çaya beklerim. Seni yakından tanımayı çok isterim." Bakışları çantamda kilitlendi. "O çanta ne? Bir yere mi gidiyorsunuz?"

"Carlo değil, ben-"

Carlo hemen atağa geçti. "Ece'nin annesi biraz rahatsızlandı. Onu görmeye gitmişti, yeni döndü."

Adının Gülgün olduğunu yeni öğrendiğim meraklı komşumuz başını sallarken "Çok geçmiş olsun, önemli bir şeyi yoktur inşallah." sözü üzerine başımı iki yana salladım. Carlo'nun bitmek bilmeyen yalanları. Onları savuşturmak için kırk takla attım. Gülgün Hanım yanımızdaki evi gösterdi. "Biz de işte burada oturuyoruz. En kısa sürede oturmaya bekleriz."

Sahiplenici koca tutuşuyla belimi saran adam sevecen komşu rolünü çok iyi oynuyordu. "Elbette, geliriz."

"Yeni eviniz hayırı uğurlu olsun, sonra görüşürüz." Oğlunu kolundan çekiştire çekiştire giden kadın onu azarlarken ben de azarlamam gereken kişiye döndüm.

Kısık sesle "Ne yaptığını sanıyorsun sen? Beni bu şekilde evde tutabileceğini mi sanıyorsun?" diye söylendim.

"Ece, bilmediğin ve anlamadığın çok şey var."

"Ve bilmek de anlamak da istemiyorum."

"Lütfen içeri geçelim, sana anlatacağım."

Bahçemizden çıkmalarına rağmen hâlâ Gülgün Hanım'ın gözleri üstümüzde olduğu için mecburen eve geri girmek zorunda kaldım.

İçeri girer girmez elimdeki çantayı koltuğa fırlatırken çok öfkeliydim. "Carlo, sen kendini ne sanıyorsun? Aptal mı var senin karşında? Ya nasıl komşumuza evli olduğumuzu söyleyebiliyorsun aklım almıyor!"

"Ece, bunu yapmak zorundaydım. Sen kabul etsen de etmesen de bir süre burada kalmalıyız. Ve bu süreçte dikkat çekmememiz gerekiyor anlıyor musun? Normal, sıradan bir aile gibi görünmeliyiz."

"Anlamıyorum Carlo. Ben seninle kader yoldaşlığı yapmak zorunda değilim." İşaret parmağımı öfkeyle ona doğru sallarken tribünlerde bizi izleyen arkadaşlarımız ikimizin de umurunda değildi. "Senin yüzünü görmek zorunda değilim!"

"Üzerine ödül kondu!" diye patladı Carlo. Yüzü kıpkırmızı olana kadar bağırmıştı bunu söylerken. "Her yerde aranıyorsun. Ve seni bulana yüklü miktarda ödül verilecek, bunu biliyor muydun?" Gözlerinin kenarları öfke ve endişeden kırışmış durumdaydı.

Şaşkınca "Ne?" diye inledim sadece. Duyduklarıma anlam vermek o an için güçtü.

"Kalbine eşsiz bir ödül kondu, Ece. Dark Web'de, illegal bir grupta bu iş için yetiştirilmiş kiralık katillerin bulunduğu bir grupta adına ödül kondu. Her yerde seni arıyorlar. Şimdi anladın mı neden burada kalmak zorunda olduğunu? Kiralık katiller seni ararken öylece elini kolunu sallayıp ortalarda dolaşamazsın!" Ne tepki vereceğimi umursamadan kollarımı kavradı elleri. Gözlerimin içine baktı. "Seni kaybedemem anlıyor musun? Tehlikedesin."

Kollarımı kurtardım hâlâ gözlerine bakarken. "Bırak beni." Ona olan öfkem ve kinim gözlerimden okunurken sahte endişesiyle gözümün boyanmasına müsaade edemezdim.

Hiçbir şey söylemeden merdivenleri çıkıp odama gittiğimde bu olanlara inanamıyordum. Kendimi bir anda o vurdulu kırdılı filmlerden birinin içinde bulmam yetmezmi gibi bir de üzerime ödül konmuştu. Öte yandan bu evde kalamayacağımı da biliyordum. Tam anlamıyla kapana kısılmıştım.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Ay, bir şey diyeceğim, size şuan bu bölümü yayınlıyorum ama ben neredeyse 37. Bölüme kadar yazdım ve gitgide finale yaklaşıyorum. Bu yüzden içimde azıcık hüzün var. 🥹 Bir de tabii sizleri tatmin edecek bir son yazma endişesi. ❤️ Her neyse. Buna daha zaman var. Şimcikkk... Bu bölümü hislincisel ve Devilgirl99psycho okurlarıma armağan ediyorum. 💝 Yeni bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz? Bebeğin yaşadığına sevindiniz mi mesela? Buraya yazabilirsiniz. Sizce hikâye nasıl ilerliyor? Eksik bir şeyler hissediyor musunuz ya da kafanızda hangi soru işaretleri var? Onunla ilgili de burada konuşalım derim. Şimdilik pek uzatmayacağım ve bu bölüm favori sahneniz hangisiydi buraya yazın, bitirelim. 😍 Ve bana destek olmak istiyorsanız Instagram hesabımdan takip ederseniz çok sevinirim. Kullanıcı adım buzlarkralicesiofficial bilenler bilir. 🥹 Şimdilik vedalar benden size. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar

Loading...
0%