@buzlarkralicesi
|
-34- ❝Ece❞ Carlo gittikten kısa süre sonra kızlar da mutfağa, yardıma gelmişti. Bir çay koyup börekleri tabaklara koymanın nesi yardım istiyordu ki? Onların asıl amacı dedikodu yapmak ve Carlo'yla ne konuştuğumuzu öğrenmekti. Biz kızların mutfak dedikodusu meşhurdur. Aslı da bunun hakkını verecek sorular soracaktı, eminim. Meredith tezgâha yaslanırken çatkapı misafir gelmesine biraz şaşırmış görünüyordu hâliyle. "Davetsiz misafir burada çok yaygın anlaşılan. Bizde kimse böyle haber vermeden gelmez." Hatırı sayılır bir süre Amerika'da kaldığım için az çok biliyordum. Davetsiz misafir bizde olduğu kadar yaygın değildi. Davetsiz gidilmezdi genelde. Gidilse de ev sahibi kibarca reddederdi. Bizim kültürümüzdeyse bu ayıp karşılanırdı. Ha bana sorulacak olursa habersiz gelinmesi de ayıp sayılan bir şeydi ama bu biraz da samimiyete bağlıydı sanırım. Gülgün Hanım gibi dün bir bugün iki, yeni tanıştığım birinin gelmesini garipsemem normaldi. Ama canım ciğerim Meredith ya da Aslı gelse pekâlâ sorun etmezdim. Sonuçta aynı evde kalmışlığımız bile vardı, o denli samimiydik. Mere'nin garipsediği durumu son derece anladığım için "Evet, bizim kültürümüz biraz böyle. Artık sıcak, samimi mi denir yoksa başka bir şey mi bilemedim ama..." dedim dudak bükerek. Aslı ise aynı kültüre mensup olduğumuzdan bu duruma yabancı değildi, bu yüzden çok başka şeylere takılmıştı. "Komedi filmi aileleri gibiler ya." dedi gülerek. "Şu moralsiz anımda bile güldüm hâllerine." Bu duruma katılan Mere "Cidden ya, o nasıl gelişti öyle?" derken Aslı'dan daha sessiz bir gülüşle karşılık verdi. Aklına yeni gelmiş gibi tıksırarak güldü Aslı. "Bir de koltuğunun altında kutu oyunuyla gelmiş, çıldırırsın." Bu durum Aslı'nın pek bir hoşuna gitmişe benziyordu. Aniden bana döndü. "Bana bak o tüyü bitmemiş ergen sana abayı yakmış haberin olsun." Meredith onun son cümlesinden zerre anlamamış biçimde bize bakıyordu. Bense elimi salladım umursamazca. "Aman, çocuk o daha." Meredith ise merakla gözlerini kısarak "Carlo ne konuşmaya geldi mutfağa?" diye sordu sakince. Aynı soruyu Aslı soracak olsaydı bu kadar sakin olmazdı, ona oy birliğiyle eminiz. Bense gerçekten umursamıyordum. Artık onun söylediği şeyleri ciddiye bile alamıyordum. "Aman bacak kadar çocuktan kıskanmış. Umurumda bile değil." Aslı ise sanki bu anı bekliyormuş gibi "Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye deseydin." dedi elini sallayarak. "Sence Carlo bu cümleden bir şey anlar mı?" Doğru der gibi başını salladı Aslı. "Salak bu ya, yemin ederim." Her konuda fikrini beyan etmeyen, daha ılımlı davranan Meredith bile bu kez duygularını gizleyemedi. "Aksini kimse iddia edemez." diye karşılık verdi başını iki yana sallayarak. İlişkiler konusunda çok fazla tecrübesi varmış gibi bilge bir edayla kaşları havalandı Aslı'nın. "Ama erkekler biraz öyledir. Hep kaybedince akılları başına gelir." Dudağımın kenarıyla güldüm. Ergen bir çocuğa karşı kaybedince mi? Gerçekten komikti. Carlo'nuki böyle bir durum değildi. "Aklının başına geldiği falan yok." dedim kendimden emin bir biçimde. "Bebek olsaydı kaçacak delik arardı yine." Bunun ardından ikisi de bir şey söylemedi. Daha fazla oyalanmadan börek ve çaylarla salona döndük. Gülgün çayını alırken "Ellerin dert görmesin hayatım." dedi gülümseyerek. Aslında böyle aniden gelen münasebetsiz biri olmasa ve meraklı biri olmasa iyi birine benziyordu bence. Herkese iyi biri demekten ne zaman vazgeçecektim acaba? Kalbimin üstündeki dikiş izini hep iyi biri dediklerim açmıştı. Bense arsızca hâlâ tam anlamıyla tanımadığım insanlara iyi diyebiliyordum. Gerçekten akıllanmazdım. Nazik ve mesafeli bir tebessümle karşılık verdim. "Sizin de elinize sağlık." Aslı benden daha sıcakkanlı bir edayla "Valla mutfakta tırtıkladım, müthiş! Tarifini istiyorum, ona göre." diyerek Gülgün'le sohbet kurmuştu bile. Böreğinin beğenilmesinden ötürü gururu okşanan Gülgün ise "Veririm canım, ne var onda." diyerek güldü. Bense tadına bir şey diyemezdim ama kokusunu bir garip bulmuştum. Yumurta kokusu garip bir biçimde iştahımı kesmeye yetmişti. Ancak anladığım kadarıyla Aslı benim gibi düşünmüyordu. Ağzı yeterince büyük olsa tek lokmada hüpletecek gibiydi böreği. Denemek için bir parça aldığımda "Bunun püf noktası, bol yumurta çırpıp koymak." diyerek açıkladı Gülgün ikimize de bakarak. "İyice çırpmak önemli tabii. Bir de üstüne yumurta sarısı sürdün mü... Çıtır çıtır oluyor valla." O kadar çok yumurta kelimesini kullanmıştı ki aldığım parçada saf bir yumurta kokusu duydum ve midem bulandı. Midemden yukarı tırmanan kesif tadın korkusuyla elimi ağzıma götürdüm. Bunu fark eden Carlo ise "Ece, iyi misin?" diye sordu merakla. Her haltı merak etmesini gereksiz bulan ben, iyiyim der gibi geçiştirerek başımı salladım. O an gerçekten çok münasebetsiz bir şey oldu. Gülgün Hanım hiç haddi olmayarak "Aaa, acaba misafir mi yolda?" dedi. Yüzünde esrarengiz bir gülümseme vardı. Bunu bilerek mi yapıyordu bilmiyordum ama iyi niyetle bile yapsa öfkelendiren türden bir patavatsızlıktı bu. Özellikle saklamam gereken küçük bir sır varken. Elbette ne Carlo, ne Inti ne de Meredith söylediği cümleden hiçbir şey anlamamıştı. Hatta sözü ciddiye alan Meredith "Misafir mi?" diyerek bakışlarını kapıya bile dikti. "Kapıda kimse yok." Gülgün elini Meredith'e doğru sallayarak kahkahalara boğulmadan önce "Ay ne hoşsunuz!" deyiverdi. Gülüşü biraz olsun son bulduğunda açıklamaya koyuldu. "Canım onu mu diyorum ben?" Eliyle karnını şişirerek gösterdi bakışları bana dönerken. "Hamile misin acaba Ece? Bebek falan yolda olabilir mi?" Neyse ki kocası Cevdet Bey, Gülgün Hanım'dan biraz daha nezaket sahibiydi de bunun ayıp bir şey olabileceğinin bilincindeydi. "Ne biçim konuşuyorsun sen Gülgün ya. Herkesin içinde." İnsanların özel hayatına bu kadar teklifsizce dalınmasını ve fikir beyan edilmesini pek hoş karşılamıyordum. Özellikle de bizim toplumumuzda yaygın bir şeydi bu. Bazı münasebetsiz tavırlar samimiyet kisvesi altında bize yedirilmeye çalışılıyordu ya, deliriyordum. Tabii misafir olduğu için sert çıkışmadım ama çok şükür kocası duruma el atmıştı. Ancak huylu huyundan vazgeçer miydi? Asla. Kocasının uyarısı bile Gülgün'ü durdurmaya yetmiyordu. "Canım ayıp değil bir şey değil." sözleriyle kendini savundu. "Evli barklı insanlar, olamaz mı?" Belki de biz gerçek bir evli çifttik ve bir sebepten çocuğumuz olmuyordu. Şimdi bu durumda Gülgün'ün yaptığı ayıp olmuyor muydu? Cevdet Bey de benim kafadan olacak ki "Sana ne, bize ne?" diyerek karşılık verdi. Onlar sessiz sessiz tartışırken biz Carlo'yla göz göze gelmiştik. Bakışlarımdan ya da tavırlarımdan şüphelenecek diye ödüm kopuyordu. O an daha iyi anlamıştım, bu oyunu daha fazla sürdüremezdim. Hadi şimdi saklamıştım, yarın öbür gün karnım belli olmaya başlayınca ne yapacaktım? Ne yapıp edip annemin evine dönme olayını hızlandırmam gerekiyordu. Carlo'nun hemen peşimi bırakacağını düşünmek hayaldi belki ama onun beni takip etmeye ve rahatsız etmeye hakkı yoktu. Sınırlarımı çizecektim. Midem iyiden iyiye kötüleştiği için izin isteyip kalktım. "Ben bir lavaboya gideyim, izninizle..." Merdivenleri çıkarken Carlo'nun da peşimden geldiğinin farkındaydm. Belki de beni sorguya çekecekti. Hiç hakkı olmamasına rağmen. Merdiven bitiminde ona döndüm. "Hayırdır sen? Yolculuk nereye? Göbeğimiz bir mi kesildi?" "Seni merak-" "Beni merak etmeye hakkın olduğunu mu sanıyorsun?" Bu alev alev öfke kokan cümleyi sırf aşağıda misafirler olduğu için sessiz ve sakin bir tavırla dile getirmiştim. Carlo ise hiçbir utanma belirtisi göstermeden karşılık verdi. "Miden kötü, Ece. Bir doktora-" Aniden "İyiyim ben, bir şeyim yok." diyerek sözünü kestim. Doktora gitmem demek her şeyin açığa çıkması demekti. Ve Carlo beni zorla doktora götüremezdi. Beni merak etmeye bile hakkı yoktu. Yine de ikna edici bir bahane buldum. "Midemi üşütmüşüm." İkna olmadığını görünce meraklı bakışları üzerimde gezinen adama sert çıkıştım. "Ayrıca da senden gelecek hayır Allah'tan gelsin." Tuvaletten çıktığımda Carlo yoktu. İyi ki. Çünkü yediklerimi kusamadığım gibi bir sürü öğürmüştüm ve bu çok iğrençti. Eğer dursaydı bu durumdan kesin yine şüphelenirdi Sherlock. Salona döndüğümde ise Cevdet Bey'le koyu bir sohbete girişmişti Carlo. Bu kadar derin ne konuşuyor olabilirdi acaba Allah'ın İspanyol ressamı? Hayatının en büyük aksiyonu Bim'den yarım yağlı süt almak olan adama sürreal çalışmalarından bahsediyor olamazdı değil mi? Yerime oturduğumda Çağhan hevesli bir çocuk gibi koltuğunun altında getirdiği kutuyu gösterdi. "Hadi Tabu oynayalım." Konuyla zerre alakası olmayan Cevdet Bey ise "Çocuk muyuz evladım biz?" diyerek reddetti. "Ayrıca Tabu mabu bilmem ben." Elindeki oyuna oldukça hevesli olan çocuk ise diretti. "Çocuklar oynamıyor ki baba. Yetişkin oyunu bu. Üstelik de çok kolay." Eteğine yapışmış küçük, yaramaz bir çocuğu uslandırır gibi kaşlarını çattı Gülgün. "İnsanları bıktırma Çağhan." Aslı ise sanki mutfakta o kadar lafını edip dalga geçmemiş gibi "Aslında ne zamandır oynamıyorduk. Fena fikir de değilmiş." diyerek olumlu baktı Tabu fikrine. Odada Carlo'yla arasında yüksek gerilim hattı olan ben, bir anda kendimi Tabu oyununun içinde bulmuştum. Ve hiç o havada değildim. Bir an önce gitsinler de odama çıkıp yatayım diye insanların gözünün içine bakıyordum. Dört kişiden oluşan iki gruba ayrıldık. Ben, Carlo, Inti ve Meredith bir grup, Cevdet Bey, Gülgün Hanım, Çağhan ve Aslı ise diğer grup olmuştuk. Gülgün Hanım Cevdet Bey'in aksine oyundan daha zevk almaya istekli, öğrenmeye hevesli görünüyordu. Bense bir an önce bitmesi için dua ediyordum. Gülgün Cevdet Bey'e bir şeyler anlatırken öyle heyecanlı ve coşkulu anlatıyordu, Cevdet Bey de ısrarla o kadar anlamıyordu ki bu oyunun sonunda ilişkilerini gözden geçirirlerse şaşırmazdım. Onların bu hâlini izlemek bile keyifliydi. Ben bu çılgın evli çiftin varlığından zevk mi alıyordum? İnanamadım. Sıra ben ve Carlo'ya gelmişti. Anlatma sırası bendeydi ve elimden geldiğince tüm kelimeleri anlatmaya çalıştım. Carlo Tabu konusunda iyiydi. Bir iki kelime hariç hepsini bilmişti. Her konuda bu kadar bilgili ve başarılı olması sanırım onun gibi biri için fazlaydı ve ben buna biraz gıcık olmuş olabilirdim. Sıradaki kelime omurgaydı. Yasaklı kelimeler arasında sinir, iskelet ve sistem kelimesi olduğu için anlatmak ya da çağrışım yaratmak zordu. "Vücudumuzda olan bir şey." dedim başlangıç olarak. Hiçbir kelimeyi anlatırken bu kadar zorlandığımı hatırlamıyordum. Carlo da kaşlarını kaldırarak bakınca hiç yardımcı olmuyordu. "Kalp, böbrek, organ?" Başımı iki yana salladım. "Sağlıklı bir tarif vermiyorsun." Sağlıklı bir tarif verebilirdim ama onu yerin dibine sokmak istemedim. Ama kendi kaşınıyordu. Öyle bilmiş bilmiş kaşlarını kaldırarak bana üstünlük taslaması falan. İyice sinirlerim bozuluyordu. Aynı üstünlük göstergesiyle "Bir noktada ayakta durmamıza yardımcı olan bir şeyin parçası." diye tarifte bulundum ve bakışlarım dümdüz ona yönelikti. "Bazılarında olmayan bir şey." Sende yok mesela. Çünkü omurgasızsın. Bunun kendisine yönelik bir saldırı olduğunun farkındaydı artık. Aslı ise "Ben bile anladım. Şeref." diyerek araya girdi ve sonra yüzünü buruşturdu. "Aaa ama vücudumuzda olan bir şeydi değil mi? Tamam, o zaman başka." Süremiz dolduğunda kartı kendisine uzattım ve sessizce "Kelime omurgaydı." dedim gözlerine bakarak. Carlo'nun yüzü ifadesizliğini korurken gözlerindeki dumur olmuş ifadeyi görebiliyordum. Farkında olmadan bu akşam aramızda geçen tartışmayı ona yansıtıyordum. Ve bundan rahatsızlık duymuyordum. Aslı'nın el çırpmasıyla birlikte kazanamadığımız puanın nesine sevindiğimizi bile düşünmeden aynı şekilde ellerimi çırparak karşılık verdim arkadaşımın neşesine. Cevdet Bey ise geldiğinden beri ilk kez keyifle gülüyordu. "Ne yalan söyleyeyim, başta pek ciddiye almamıştım evliliğinizi. Hani yeni evlisiniz diye. Ama bu didişmelerinizi görünce emin oldum. İşte şimdi evliliğiniz tam anlamıyla oturmuş, gerçek bir evlilik olmuş. Biz de Gülgün'le kaç yıldır evliyiz, birbirimizle didişmeden, birbirimize laf sokmadan duramayız. Başka türlü zaman geçmez. O cicim ayları geçince başka ne zevk veriyor ki insana?" Avrupai insanlar olarak bulduğu bizlere evliliklerinin son derece aşka dayalı, modern bir ilişki olduğunu kanıtlamaya çalışan Gülgün Hanım ise "Neler söylüyorsun sen Cevdet?" diye mırıldandı sinirle. "E yalan mı? Evlilik biraz da böyledir." Karısına bakarak "Bak, sen demiştin ya evli çift gibi görünmüyorlardı diye, yanılmışsın." dediğinde pot kırdığından habersizdi. Biz de onun sayesinde Gülgün'ün toplama ailemiz hakkında neler düşündüğünü öğrenmiş olduk. Gülgün ise dişlerini sıkarak "Saçmalamaa..." derken kocasını susturmaya çalıştığı açıktı. Ve biraz da utanmıştı. Sonuçta evde hakkımızda yaptığı tüm dedikodulara vakıf olmuştuk. Konuyu biraz dağıtmak adına "Siz Carlo'yla nasıl tanıştınız Ece?" sorusunu yöneltti. "Çünkü sen Türk, Carlo Bey yabancı. Yollarınız nasıl kesişti merak ettim ben." Sonradan aklına gelmiş gibi "Nereliydiniz Carlo Bey?" diye sordu. "İspanya'da doğdum." Kaşları havalanan kadın bu kez bana yöneltmiş olduğu soruyla ilgilendiğini bakışlarıyla hatırlattı. "Nasıl tanıştınız peki?" Sıradan bir şeymiş gibi "Yurt dışında okudum ben. O sırada tanıştık." dedim dümdüz. Anlatılacak pek de bir şey yoktu doğrusu. Kumarhanenin önünde tanıştık, tek gecelik ilişki yaşadık, sonra da kırmızı bültenle aranan bir katil olduğunu öğrendim şeklinde anlatamayacağımın bilincindeydim. Daha olayın tek gecelik ilişki kısmında bizi bütün İstanbul'a reklam edeceğini bilmemek için aptal olmak gerekiyordu. O yüzden daha salt bir hikâyeye indirgedim tanışmamızı. Yalan da değildi. Sadece detay vermemiştim. Çağhan'ın bana olan bakışlarını yakalayan Carlo mendeburu ise fırsat bu fırsat, yapışıverdi elime. Avuçları elimi yumuşakça kavrayıp tuttu. "Bana ait bir sergiye gelmişti." Gözlerime baktı aşkla. Sahtekâr herif. "Görür görmez âşık oldum ona." Dalia'ya diyecektin herhâlde. O an o kadar uyuz oldum ki müdahale etmeden duramadım. Sessizce ona doğru dönüp "Ne yapıyorsun?" diye mırıldandım. Bahanesine sığınan Carlo ise aynı ses tonuyla karşılık verdi. "İnandırıcı olsun diye." Onun bana dokunuşundan akan sıcak histen nefret ediyordum. Beni kırıp dökmesine rağmen içime kattığı duygulardan. Ondan nefret ediyordum ve hâlâ onu seviyor olmaktan da nefret ediyordum. Bu yüzden ondan uzak durmaya çalışıyordum. Beni daha fazla ezemesin, kırıp dökemesin diye. "Yeterince inandırıcı oldu bence." diyerek elimi çektim. Bizim aile saadetimize dair aklında hep soru işaretleri olduğuna inandığım Gülgün sorularını sormakta gecikmedi. "Peki siz böyle ailecek mi yaşıyorsunuz?" Tek ayak üstünde kırk tane yalan söyleme konusunda tecrübeli olan Carlo ise "Evet. Inti ve Meredith benim kardeşim. Aslı da Ece'nin kardeşi." yanıtını verdi hızla. Bir Türk ailesi için bile böyle komün şeklinde yaşamamız bakışlarına dikkat edilirse garip karşılandığı için açıklama gereği duydum. "Bizim birbirimizden başka kimsemiz yok. Bu yüzden bir arada yaşamaktan mutluyuz." Hikâyemde mantık hatası aramaktan hiç vazgeçmeyen Gülgün ise sorar gibi "E hasta annem var demiştin." deyiverdi. Bir gün yalandan çarpılacağım diye korka korka Carlo'nun başımıza açtığı oyuna destek oldum. "Onun akıbeti belli değil." Carlo benden farklı olarak su içer gibi yalan söylemeye devam etti. "Şimdilerde durumu ciddileşti. Yanına kimseyi almıyorlar." Hayatı boyunca sahte bir kimlikle yalan hayat yaşayan birinin profesyonel olmasına neden bu kadar takıldıysam. Gülgün dizlerini döver gibi "Vah vah, Allah şifa versin." dedi. Üzüntüsünde samimiydi. Ama yanıt alma umuduyla "Nesi var bilmiyorum ama..." diye eklemeyi de ihmal etmedi. Tabii bizim açıklama yapma gibi bir niyetimiz yoktu. Daha çok sorgulamasın diye boş bardağını işaret ettim. "Bir çay daha?" O sırada içimden ne olur bu kadar yeter deyin de kalkın ifadesiyle baktığıma neredeyse emindim. Ama Gülgün Hanım durmuyordu. Ben bakışlarımla Allah Muhammed aşkına bana acı diyordum da acımıyordu. Başını yana yatırıp çok yalvarmışım gibi "E olur." diye karşılık verdi. Cevdet Bey sıkılmış olacak ki oradan cankurtaran gibi yetişti bana. "Biz kalkalım artık Gülgün. Yarın erken kalkacağım." Bir an sen git ben biraz daha oturacağım falan diyecek diye ödüm koptu ama isteksiz de olsa kocasını ikiletmeyen kadın "Eh, iyi bari." diyerek ayaklandı. "Her şey için teşekkür ederim Ececiğim, çok güzel ağırladın bizi." "Ne demek." Tam kapının ağzına geldiğimizde sessizce bakışlarını karnıma dikti kadın. "Bence sen yine de bir test yaptır. Benim gözümden kaçmaz öyle şeyler." Kafaya koymuştu, illa beni hamile bırakacaktı. O esnada zaten hamile olmam dışında bir sorun yoktu. Carlo'yla göz göze geldik. Hayır, bakışlarından adamın ne düşündüğünü de anlamıyordum ki. Şüpheleniyor muydu yoksa başka bir şey miydi bilemedim. Bu kadının ağzını büzüp bir kenara atmak istiyordum ama dişimi sıkarak tebessüm etmeye çalıştım. "Biz çocuk düşünmüyoruz." diyerek konuya son noktayı koyduk. Ama Gülgün Hanım'dı bu, kısa zamanda tanımıştım onu. Asla durmak nedir bilmiyordu. "Aaa neden? Çocuk evin neşesi." Evin neşesi dediği çocuğuna misafirlik boyunca dirsek attığını göz önünde bulundurursak bu kadar neşenin bize fazla geleceğini düşündüm gülmemek için kendimi zor tutarken. "Ay sizin çocuğunuz da ne güzel olur böyle sarışın, renkli gözlü!" Konuşmalarımıza kulak misafiri olan Cevdet Bey dışarıdan kaşlarını çatarak uyarmayı ihmal etmedi. "Hadi hanım!" Karısının uzatmayı gelenek hâline getirdiği kapı sohbetlerinden usandığı yüz ifadesinden açıktı. Anne ve babasından sonra çıkmak üzere olan Çağhan ise bilmiş bilmiş "Ece sen anneme bakma, çocuk ayakbağı. Bak bana." derken kendini yakma pahasına da olsa çocuk yapma mantığını kötülüyordu. Yanımda Carlo olmasını umursamadan utangaç bir bakış attı bana. "Bu arada sıkılırsan istediğin zaman bize gelebilirsin. Benim Playstation'ım var, oynarız. Bir şeyler içer, sohbet ederiz." Bu komik cümleyi öyle karizmatik hissederek söylemişti ki asla onu bozmak istemedim. Masum bir çapkınlıktı onun yaptığı ve dediğim gibi, henüz çocuktu. Onu yetişkin bir erkek olarak görmem mümkün değildi. Bu yüzden şefkatli bir tebessümle "Olur canım, teşekkür ederim." dedim sadece. Elbette gidecek hâlim yoktu. Başta Gülgün'ün çenesini ve meraklı sorularını çekemezdim. Ama çocuğu kırmamak için de geçiştiriverdim işte. Kapıyı kapattığımda ise Carlo tam arkamda vicdan azabı gibi dikiliyordu. Bakışları az önce çıkıp giden Çağhan'ı kesermiş gibiyken kollarını kavuşturup "Inti, diyorum ki eve Playstation alalım." dedi. Inti arkadaşının söylemeye çalıştığı şeyi anlamadığı için "E var zaten." yanıtını verdi ama Carlo onu duymazdan gelir gibi direkt bana bakıyordu. Anlasam da Carlo'ya "Söylediklerinden hiçbir şey anlamadım." diye karşılık verdim. "Bir gün elimde kalacak bu çocuk." diye söylendi. "Çocuk o daha, dedim sana. Ayrıca senlik bir durum yok, işine bak. Kaç defa konuşacağız bunları ya?" Misafirler gider gitmez herkes odasına dağılmıştı. Onlar da tıpkı benim gibi meraklı komşudan yana doz aşımına uğramıştı. Ben de odama çıkmaya hazırlanırken "Özür dilerim." dedi arkamdan gelen adam. İfadesiz bir yüzle neyi kast ettiğini anlamaya çalıştım. "Sana bunları yaşattığım için. Her şey henüz çok yeniyken, bebek konusundaki hassasiyetine rağmen maruz kaldığın bu şeyler için." Başımı salladım. "En kötü ihtimal çocuğumuz olmuyor falan deriz, işin peşini bırakırlar." O kadar rahatsız olmuştum ki bu meraklı komşu durumundan. Bunu da Carlo sarmıştı zaten başımıza. Merdivenlere yöneldiğim sırada yeniden onun sesiyle durdum. "Biraz konuşabilir miyiz?" Bunun bir sonu olmasını istiyordum. Sürüncemede kalmasındansa tüm iplerin bir anda kopmasını. Carlo bana Dalia'yı seviyorum, sen ona benzediğin için zaafım oldun sadece dedikten sonra her şey bitmişti aslında. Konuşacak ne kalmıştı ki geriye? Bu beni, bedenimi, kalbimde ona olan duygularımı alenen kullandığı anlamına geliyordu. Bunun neyini konuşacaktık artık? Bilmiyordum. Ama kaçarak kurtulamayacağımın da farkındaydım. Beklentiden uzak, düz bir bakışla "Ne konuda?" diye sordum. "Sana söylediğim yalanlarla ilgili." Yutkundu. Suçlu bir çocuk edası vardı ya da gözlerinde garip bir pişmanlık. "Sana söylemem gereken önemli şeyler var." "Daha ne konuşacağız?" Bıkkınlığım yüzüme, umudunu kaybetmiş gözlerime yansımışken içimdeki burukluğu daha fazla gizleyemezdim. "Bak Carlo, ne istiyorsan yaptım. Bebek yok artık. Başına dert olmadım." "Sen hiçbir zaman başıma dert olmadın ki Ece." Söylediği sözün samimiyetinden içim sıcak bir duyguyla sızlarken mesafemi korumak zordu ama bunu yaptım. "Artık aramızda bir bağ kalmadı. Ben bunlardan çok yoruldum." "Biliyorum. Ama bu Sierra konusu-" "Beni incittin." Sözünü keserken ne söyleyeceğimi planlamamıştım ama duygularım o an aktı gitti. Onu suçlamaktan çekinmedim çünkü suçluydu. "Ve incitmeye devam ediyorsun." Gözlerimi kapadım kısa bir an. Bunu itiraf etmek benim için acı vericiydi ama ben Carlo gibi sahtekâr olamazdım. "Seni sevdim, Carlo. Gerçekten sevdim. Sana değer verdim sadece. Bir kötülük yapmadım. Sense bana sanki dürbünle evini gözetleyip seni takip eden hastalıklı bir sürtükmüşüm gibi davranıyorsun. Peşini bırakmayan bir sapıkmışım gibi..." "Ece, hayır. Yemin ederim ben-" Aceleyle anlatmaya çalıştığı şeylerle ilgilenmiyordum. "Sen kimsin Carlo?" diye hesap sormaktan çekinmedim. "Bana böyle hissettirmeye ne hakkın var senin? Birlikte iki tarafın da rızası olan bir ilişki yaşadık. Hataysa ikimizin hatası. Yakana yapışmadım, benimle yatmaya zorlamadım seni. Arkandan oyunlar çevirip zorla hamile kalmadım senden. Bir hataysa ikimizindi bu. Kimsin de benim gururumu incitme cesareti bulabiliyorsun?" Istırap dolu bir bakışla "Ece..." diye mırıldandı ve bana doğru bir adım attı ama izin vermedim, geri adım attım. "Sana bu cesareti ben mi verdim? Seni sevdiğim için mi yapıyorsun bunları? Ben bunlarla neden muhatap olmak zorundayım?" "Haklısın." Bana bir adım daha atıp koluma dokundu. "Bak, çok haklısın. Sana saygısızlık yaptım." Söylediklerimden dolayı gözleri dolmuştu ama nedense bu beni etkilemedi. Hâlâ onu seviyor olsam da içim ona karşı buz gibiydi. Bana yaşattığı kırgınlıklar yüzünden üzüntüsüne acımıyordum. İçimden gelmiyordu bu. Hızla konuşmaya devam etti. "Ama yemin ederim seni kırmak, aşağılamak için yapmadım. Sadece içinde bana olan sevgiyi öldürürsem daha az acı çekersin sandım. Sana değer veriyorum. Benim yüzümden acı çekmeni istemiyorum artık. Her ne kadar söylediklerimin senin gözünde güven verici bir yanı olmasa da-" "Beni sevmek zorunda değilsin, Carlo." diyerek sözünü kestim. Artık kalbimi kırmamak için söylediği zırvalıklarla ilgilenmiyordum. Tek isteğim aradaki sınırı çizmekti. "Ama bana saygı duymak zorundasın." Benim adıma karar vermesi yeterince öfkelendirmişti zaten. "İçimdeki sevgiyi öldürmek sana mı kaldı?" "Benim yüzümden daha fazla acı çekmeni kaldıramadım Ece. Zaten her şeyi berbat ettim. Ben bu sevgiyi hak etmiyorum." Kaşlarımı kaldırarak başımla onayladım "Orası kesin." derken. Kendini bu kadar önemsemesi, benim iyiliğimi düşünürkenki kibri bile öfkemi körüklemeye yeterliydi. "Ama sana zarar vermediği sürece içimdeki duygular seni ilgilendirmez. Bu sana duyduğum sevgim olsa bile." Hesap sorar gibi yüzüne baktım. "Seni rahatsız ettim mi? Benimle ilişkiye, evlenmeye zorladım mı? Başkalarıyla ilişki yaşamana engel olacak davranışlarda bulunup hayatına müdahale ettim mi?" Başını iki yana sallayan adam "Hayır, bunların hiçbirini yapmadın." dedikten sonra şefkatle sesi kısıldı. "Sen öyle biri değilsin. Sen..." Yutkundu sertçe. "Benim hak edemeyeceğim kadar mükemmel birisin." Başlamıştı işte. Sorun sende değil bende klişeleri. Bu teatral oyuna daha fazla katlanmak istemediğim için göz temasını kestim. "O zaman senin de benim duygularımı yönetmeye hakkın yok." "Haklısın, özür dilerim." Başını önüne eğdiğinde gözlerinden bir damla yaşın yere düştüğüne neredeyse emindim ama tekrar baktığımda bunu kanıtlayan bir emare göremedim. Sadece başını kaldırdığında gözlerinin kızarmış olması beni doğruluyor gibiydi. "Bozduğum şeyleri biraz olsun düzeltmek istedim. Tamir edemeyeceğimi anlayınca da... Kalbinde açtığım yaraları iyileştirmek için benden soğumanı, nefret etmeni istedim." İşaret parmağımı kaldırdım gözlerine bakarken. "Sen sen ol, bir daha Tanrıcılık oynama Carlo. Kimsenin duygularını yönetmeye çalışma. Hakkın yok buna." Benim masum ve zavallı duygularım batmıştı ona. Masumluğu batmıştı. Karşılıksız hislerim batmıştı. O da kendince kibre kapılıp bana âşık şu zavallı kızın da acısını dindireyim bari, yazık diyerek bana bir iyilik yapmıştı. Ne yüce gönüllülük ama. "Yalan söyledim Ece." Merdivenlerden iki basamak çıktıktan sonra ne demek istediğini anlamadım. Arkama dönmeden onu dinledim duraksayarak. "Dalia'yı sevdiğimi, seni ona benzediğin için zaafım hâline getirdiğimi söylerken yalan söylüyordum." Ciddi bir konuya girdiğimiz için ister istemez arkama döndüm ve yüzüne baktım. Söylediklerini kulakları duyuyor muydu acaba? Anlamaya çalıştım. Bu kez söyledikleri çok farklıydı. Büyük bir açıklamaydı. "Neden söylüyorsun bana bunları?" Kafamı karıştırmıştı. Onunla tekrar bir şansımız olacağından değil, bu artık imkânsızdı. Ama kırıcı derecede kötü gerçekleri yüzüme çarptığını düşündükten sonra bana gelip ce eee hepsi şakaydı diyemezdi. Sorumun ardından sessizlik hâkim oldu aramızda. O da ne diyeceğini ölçüp tartıyor gibiydi. Sonunda karar verdiğinde dilini dudaklarıyla ıslatıp itiraf etti. "Sana değer veriyorum, Ece." Bana seni sevdiğimi hiç söylemedim diyen adamın su gibi berrak cümlesi kulaklarımda hayal gibi yankılandı. Ama sevmek ve değer vermek farklı şeylerdi. "Ve gerçekten değer verdim." Herhangi bir cevap vermediğimi görünce de ekledi. "Artık senin için bir anlamı olmadığını biliyorum ama..." Bebeği onun yüzünden aldırdığımı düşündüğü için bunun bir anlamı olmadığını düşünüyordu -ki haklıydı- ama bilmediği şeyler vardı. Bilmesini de istemiyordum artık. Bunun geri dönüşü olmadığı konusunda ikimiz de hemfikirdik. Bizi bu noktaya getiren Carlo'nun dengesizliği olmuştu. Kararlı bir duruşu hiç olmadı. Bir geldi, bir gitti. Bir ben ilişki adamı değilim dedi, bir ben resti çekince dönüp ilişkiyi deneyelim dedi. Hamile olduğumu öğrendiğinde de bir şey değişmemişti, yine aynı şey olmuştu. Bir ben bebeği istemiyorum dedi, ertesi gün vazgeçip baba olmaya alışabilirim diyerek çark etti. Böyle ne düşündüğü ve söylediği belli olmayan, değişken biriyle nasıl yola çıkılabilirdi ki? Yarın öbür gün bebeği doğurduğum için beni suçlamayacağını nereden bilebilirdim? Daha ilişkimizin başında beni bu kadar yıpratmışken ona bir şans daha verseydim neler olabileceğini tahmin edemiyordum. Bu yüzden ona bebeğin hâlâ benimle olduğunu söylemek istemiyordum. Gözlerine bakıp "Doğru, artık bir önemi yok." dedim ve yukarı çıkıp odama girdim. Beni gerçekten sevip sevmediğini her adımda sorgulatacak biriyle belirsizliklerle dolu bir hayata yelken açamazdım. Bunu kendime de bebeğe de yapamazdım. Yatağa uzandığımda kararım kesindi. Söyledikleri yüzünden aklım karmakarışık olsa da Carlo'yu geride bırakıp önüme bakmaya kararlıydım. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 KADEH'in yeni bölümüyle karşınızdayım işte! Ah, Carlo ve Ece... Bu çift yazarken beni çok yoruyor, gerçekten. Siz okurken ne hissediyorsunuz? Buraya yazabilirsiniz. Hikâyeyi okurken eksik duygular hissettiğiniz oluyor mu? Yoksa okuduğunuzda tamamen hikâyenin içinde misiniz, her şey yerli yerinde mi merak ettim. Burada biraz konuşalım isterim. Carlo ve Ece dedikodusu yapmak istiyorum. 🙈 Hayalinizdeki istek sahnelerinizi de buraya yazın ve vedalaşalım. 😍 Yarın kutsal Perşembe, Niko'yu okuyacağız. Heyecanlı olanlar yarını beklesin. 💚 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA |
0% |