@buzlarkralicesi
|
-36- Kaçıp uzaklaşamayacağım kadar yakınımda olan arabaya sadece merakla baktım. Bir yanım da Mari ve adamları olup olmadığını düşünüp korku duyuyordu. Beni karga tulumba alıp arabaya atacaklar ve yarım kalan işlerini tamamlayacaklar diye kalbim küt küt atıyordu. O kadının gözlerindeki hırsı ve acımasızlığı görmüştüm. Kızını yaşatmak için gözünü bile kırpmadan kalbimi söküp alabilirdi. Pamuk Prenses'in cadı üvey annesine bile had bildirirdi acımasızlığı. Önümde duran arabanın camları filmle kaplıydı. İçinde kim olduğunu göremediğim gibi bağıra bağıra bir tehlikenin bana doğru geldiğini de hissedebiliyordum. Jilet gibi takım elbiseli iki adam indi arabadan. Kaçamayacağım kadar yakın mesafedeydik. Bir hamle yapsam karşımdaki iki adam beni pekâlâ yakalayabilirdi. Hareketsiz beklediğim için miydi bilmiyordum ama bana yaklaşmadılar ama biri arka kapıyı açtı. Orada beyaz saçlı, mavi gözlü, yaşlı sayılsa da yaşını pek göstermediğini düşündüğüm bir adam cam gibi gözleriyle bana baktı. Baştan aşağı beni merakla süzdüğünü görebiliyordum. Mafyavari tipler oldukları için kaçırılacağımı sansam da cam gözlü adam bana bakma işlemini bitirdikten sonra tüm kibarlığıyla selamladı. "Küçük hanım, biraz konuşabilir miyiz?" Soru dolu bakışlarımla ona bakarken hiç acele etmedi. "Sanırım sizinle ortak bir noktamız var." İşler hiç tahmin ettiğim gibi gitmiyordu. Ya da kaçırılmanın daha kibarcasını yaşadığım için farkında değildim, bilmiyordum ama arabaya binmekten başka şansım yok gibi görünüyordu. Arabanın önündeki adam tam arkamdaydı. Kaçacak yer yoktu. Bilmediğim bir şeyden kaçmayı da anlamsız buldum. İşte bu belalar benim başıma hep bundan geliyor. Söylediği gibi sorun çıkarmadan arabanın arka koltuğuna, cam gözlü adamın yanına oturdum. Mesafeli duruşumu bozmuyordum. Kapılarımız kapandı ama araba hareket etmedi. Adamsa beni seyretmeye devam ediyordu. Kendimi müzelik bir parça ya da deney faresi gibi hissettim. O söze girmeden merakıma yenilip yüzüne baktım. "Benden ne istiyorsunuz?" Benim aksime gayet sakin olan adam kendini tanıtma gereği duymadı. "Carlo'nun âşık olduğu kadar güzelmişsin." derken bakışları hayranlıktan çok küçümser gibiydi. Oysa sözlerindeki arkadaş canlısı ancak sorgulayan ton ise ne bakışlarıyla ne de sözleriyle bir uyum yakalamıyordu. "Ona da çok benziyorsun." dedi artık bakışları incelemekten uzak bir biçimde yüzümün her zerresinde gezinirken. Anlamadığımı düşünüp açıkladı. "Yani öldürülen o talihsiz kızcağıza işte." Son cümlesini geçiştirerek söylemesi gözümden kaçmamıştı. Bunu bir görevmiş gibi ifade etmesi üzüntüsünde samimi olmadığını hissettiriyordu ama tanımadığım bir adama karşı önyargılı yaklaşmam için yeterli bir sebep değildi takındığı bu tavır. Yanlış anlamış olabileceğim ihtimalini düşündüm. Belki de adamın mizacı böyleydi. Her şeyi küçümsüyordu. Beni küçümsediği gibi. Anlamıştım. Carlo'nun adı geçer geçmez onun kim olduğunu anlamam saniyelerimi almıştı. Belli belirsiz gazete kupürlerinde gördüğüm eski hâllerini kafamda yapboz gibi birleştirdim. Cam gözlü adam Carlo'nun babasıydı. Bakan Esteban Ferreiro Sanchéz. Bakışlarım merakımı gizlemeksizin cam gözlü adamın üzerinde gezindi. "Hâlâ benden ne istediğinizi tam olarak anlayamadım. Yolumu kesmenizin mantıklı bir açıklaması vardır umarım." Başını öne eğip tebessüm etti adam. "Cesaretini takdir ettim. Lafını sakınmayan kızları severim." Bakışları bana döndü yeniden. Çok sıradan bir şeymiş gibi nefesini bırakıp "Küçük sırrını biliyorum." dedi. Neyi kast ettiğini başta anlamadım. Bir gizem gibi konuşuyordu ve yüzü de anlatmak istediklerine ya da duygularına göre bir ipucu vermiyordu. "Neden bahsediyorsunuz?" diye sordum. Açıklamak yerine konuya bodoslama daldı. "Annelik heyecanını anlıyorum ama buna izin veremem." Son derece sıradan olduğu gibi kibardı da. Salonda gördüğü bir böceği öldürmekten bahseder gibi soğukkanlıydı. "Karnındaki bebek doğamaz küçük hanım." Donup kaldım. Bu bilgiye nasıl vakıf olduğu bir kenara, hayatım hakkındaki her şeyi nasıl bilebilirdi? Hamile olduğumu, bebeği aldırdığımı söyleyip aldırmadığımı... Bunun gibi özel konuları nasıl öğrenmiş olabileceğini düşündüm. En yakın arkadaşlarımdan bile gizlemiştim. O an Esteban denen bu adamın elinin kolunun nerelere uzanabileceğini korkuyla hissettim. Sessizliğimi anlamazdan gelme olarak yorumlayan adam gözlerime bakıp hesap sorar gibi konuştu. "Bebekten kurtulmamışsın." Gizlemenin bir anlamı yoktu. Bu yüzden inkâr etmek yerine yüzüne baktım. "Carlo'ya bebeği aldırdığını söylemene rağmen hem de." "Bu sizi neden ilgilendiriyor ki?" "Planın ne merak ettim. Gizlice bebeği doğurup Carlo'nun kucağına vermek mi?" "Saçmalamayın lütfen." Tepem atmıştı ima ettiği şeyden ötürü. O kimdi? Dahası, Carlo kimdi? Bu iki adam kendini ne zannediyordu? Ne olacak sanıyorlardı ki? Ben bebeği doğurup onların sahip oldukları üzerinde hak iddia edeceğimi falan mı? Kafayı yemişler. Ben sert çıkışımdan sonra tartışma çıkacak diye düşünürken Esteban denen cam gözlü adam ters bir yanıt vermekten uzak, yapıcı yaklaştı. Hatta yüzünde affedilmek istediğine dair emareler gördüm. "Lütfen bağışla, seni kırmak istememiştim. Ama inan bana bebek konusunda endişelenmekte haklı sebeplerim var." "Bakın, benim bebeği doğurup sizin sahip olduklarınız üzerine hak talep edecek hâlim yok, ben sadece-" Alaycı bir gülüşle "Ne?" diye söylendi. Başını iki yana salladı komik gülüşü sonlanana dek. "Bak, konu asla o kadar basit değil. Hiçbir zaman da basit olmadı." "Nedir o zaman konu? Benden ne istiyorsunuz?" Net bir biçimde "Bebekten kurtulmanı." dedi adam. Bunu söylerken ne gülen yüzünden ne de kibar hâlinden eser yoktu. Dümdüz, duvar gibi bir yüzle, en soğukkanlı şekilde söylemişti bunu. İşaret parmağıyla karnımı gösterdi. "Karnındaki bebeğin hepimiz için ne kadar tehlikeli olabileceğini tahmin dahi edemezsin, küçük hanım. Canını yakmak istemiyorum. İnan bana bu en son istediğim şey." Bakışları söylediklerini samimi bir biçimde yansıtsa da sonraki cümleleri acımasızlığını gözler önüne seriyordu. "Ancak mecbur kalırsam o bebeği yok ederim, Ece. Bunu yapabileceğime emin olabilirsin." "S-Siz..." Vücudum buz kesmiş hâlde kekeleyerek kendime gelmeye çalışıyordum. Söylediklerinin etkisinden kurtulamıyordum. "Ne söylediğinizin farkında mısınız?" "Bu bebek ne pahasına olursa olsun doğmamalı. Eğer sen bu bebekten kurtulmazsan ben ikinizden de kurtulmak zorunda kalırım ki bunu hiç tercih etmem." Bakışları ricacı olur gibi gözlerime temas etti. "Lütfen beni buna zorlama." Dişlerim takırdayacak şekilde korktuysam da başımı dik tuttum ona bakarken. Gözlerimi kaçırmadan meydan okudum. "Karnımdaki bebek sizi ilgilendirmiyor." Karşı çıkan hatta baş kaldıran bir ifadeyle söylemiştim bunu. "Çünkü bebek oğlunuzdan değil." Göz temasını kesmedim. Yalan söylediğimi anlamasını istemediğim için soğukkanlı tavrımı takındım. "Oğlunuzla bir alakamız yok." O ise bana bakarken tek bir şeye takılmış gibi görünüyordu. Ve onun da bebeğin oğlundan olmaması gerçeği olmadığı çok açıktı. Cam gözleri keskin bir ışıltıyla parladı yüzüme daha dikkatli bakarken. "Sandığımdan daha çok şey biliyormuşsun." İşte o an. İlk kez o an bir kurdun keskin ve sivri dişlerinin arasında hapsolduğum tehlikesiyle yüzleştim. Bilmeden de olsa Esteban'ın radarına girmiştim. Bu cam gözlü adam, Carlo'nun babası olduğunu bildiğimi yeni öğrenmişti. Bakışlarındaki o tehlikeli farkındalık ürkütücüydü. Ölümcül bir hata yaptığımı o an fark etmiştim ben. Şimdi bu adam tarafından yok edilmesi planlanan bir görgü tanığı, öldürülmesi gereken küçük bir sivrisinek olduğumu daha net anlamıştım. Çok şey biliyordum. Düşündüğünden çok daha fazla şey. İlk kez Carlo'nun neden o kadar kapalı kutu olduğunu, yalvarmama rağmen hiçbir şeyi anlatmamasını, sırlarının peşinden gittiğimde neden fazlasıyla sinirlenip beni kendinden uzaklaştırdığını biraz olsun anlamıştım. Beni babasından koruyordu. Bildiklerimin başıma açacağı belalardan koruyordu. Bense kendimi açık hedef hâline getirmiştim. Hem de bunu dakikalar içinde başarmıştım. Büyük başarıydı doğrusu. Bakan Esteban Ferreiro Sanchéz'le yüz yüze tanıştığımda her şey benim için daha da netleşmişti. Carlo'nun dengesiz hâlleri kafamda bir mantığa oturmuştu. Benden bir uzak durup bir yaklaşması, sırlarına karşı meraklı olmama duyduğu öfke ve daha fazlası... Bebeği istememesi bile büyük ihtimalle buna bağlıydı belki. Belki de fazla duygusal yaklaşıyordum. Evet, sebeplerden biri olsa da Carlo bu bebeği kişisel olarak da istemiyor olabilirdi. Bilmiyordum. Şimdi başımda düşünmem gereken daha büyük bir bela vardı. Esteban hiçbir şey söylemeden kapının önündeki adamlarına kaş göz işareti yaptı ve benim tarafımdaki kapı açıldı. Bakışları az önce hiçbir şey olmamış gibi sakin ve nazik ifadesine büründü ve göstermelik tebessümünü takındı. "Kendinize iyi bakın küçük hanım." Tehditkâr olduğuna emin olduğum ancak son derece iyi niyetle söyleniyormuş gibi davrandığı cümleleriyle nefesimi tuttum. "Bebek bekleyen genç hanımların başına her an her şey gelebilir. Dikkatli olmak gerekiyor." Vücudum kaskatı kesilse de zorlanarak kendimi sürükledim ve arabadan indim. Onun cam gözleriyle temas etmek bile korkumun körüklenmesine yetiyordu. Önümde arabanın kapıları kapanıp hareket ettiğinde arkalarına bakmakla yetindim. Alelen tehdit edilmiştim. Araba geri geri gelip bana çarpabilirdi ya da hiç bilmediğim bir yerde mesela bir kahve dükkanında aldığım bir içecekten zehirlenebilirdim. Ya da kaza gibi görünen bir düzine olay sonucu bebeğimi hatta hayatımı kaybedebilirdim. Esteban'ın ima ettiği şeyler tam olarak bunlardı. Bana sorulacak olursa bebeğin Carlo'ya ait olmadığı yalanına da inanmış değildi. Keza inanmış olsa bile onun için çok önemli sırları bildiğimden artık haberdardı. Bu bile beni yok etmesi için yeterli bir sebepti. Bunları düşünürken önümde duran taksiye odaklanamadım, zira o sırada yüzümü buruşturmama sebep olan ağrılar hissetmeye başladım. Korkuyla arkamdaki duvara tutunduğumda taksiden inen adam bana doğru yaklaştı. Kerim olduğunu anlamam birkaç saniyemi aldı. Kaşları çatılan adam "İyi misin?" diye sordu. Yüzünde endişe emareleri gizliydi. Onu endişelendirmek için özel bir çabam yoktu ama o an konuşamadım. Az önce yaşananlar yüzünden dilim tutulmuştu sanki. Bir sarmala girmiştim ve bundan kurtuluşum yoktu. Dişlerimin takırdadığını hissederken bakışlarım Kerim'le aynı yere döndü. Bacağımın kenarındaki ince bir yol gibi görünen kızıl sızıntıya. Yüzüm buz gibiydi. Soğukluğu ve üşüme hissini parmak uçlarımda hissediyordum. Kerim'in bakışlarından bile anlayabiliyordum iyi olmadığımı. Kollarımı dirseklerimden yakalayan adam "Tamam, yavaş, hastaneye gidiyoruz hemen. Sakin ol tamam mı?" dese de benden daha endişeli görünüyordu. Belli ki böyle durumlarda ne yapılması gerektiğini o da benim gibi bilmiyordu. Yüzü sarardı. Endişelensem de takırdayan dişlerimi durdurmak için dudaklarımı birbirine bastırıp onaylarcasına başımı salladım. Beni arka koltuğa oturtup sürücü koltuğuna yerleşen adamın aynadan bana bakışını sanırım hiç unutamayacaktım. Biz aslında birkaç saat öncesine kadar iki yabancıydık. Sonra ikimizin de memnun olmadığı bir şey oldu, kardeş olduğumuzu öğrendik. Yani anne ve babamızın evliliği bizi zoraki birleştirmişti. Olan buydu. Birbirimizi sonsuza dek kabul etmeyecekmişiz gibi dururken bizi bir felâket birleştirdi. Hâlâ kardeş olan iki yabancıydık ama ben bu yabancının yardımıma koşmasını asla unutamazdım. Dişleri sıkılı bir biçimde arabayı süren adam "Neden oldu ki bu şimdi?" diye söylendi benden cevap bekler gibi. "Bilmiyorum." dedim çünkü gerçekten bilmiyordum. "İlk kez oluyor." İçimi büyük bir korku kaplamıştı. Ona cevap verirken bile bebeğe bir şey olma ihtimali beynimi elektrik akımına maruz bırakıyordu. "O indiğin arabadakiler kimlerdi?" "Hikâyenin kötü adamları." Kaşları çatılan adam sorar gibi baktığında açıkladım. "Carlo'nun babası." Bu da paylaşmamam gereken bir bilgiydi. Allah'ım benim saçmalamamın bir sınırı yok muydu? Biri selam verse hemen güvenip her şeyi anlatıyordum. Benim burnum bu yüzden boktan çıkmıyordu işte. Endişemi gizlemeye çalışarak yüzüne baktım. "Son cümleyi unutabilir misin?" Aynen Ece, elinde filmi geriye sarma makinası var, adama unut dediğinde unutacak sanki. "Ne lan bunlar, mafya falan mı da yol kesiyorlar?" "Tehlikeli insanlar." Üşümeye başlamıştım. Gözlerim kapanıyor gibiydi. Bakışlarım kaymadan önce gördüğüm son şey camdan dışarı bakarken hızla ardımızda bıraktığımız mahalleydi. Büyüdüğüm yer. Kendime geldiğimde bir sedyedeydim. Karşımda monitör falan olan bir odadaydım. Doktor ve Kerim başımdaydı. Konuşmalarını duyuyordum. Kerim "Bir sorun yok ama değil mi?" diye sorarken endişeliydi. İyi olduğuma tam olarak ikna olmak ister gibiydi. "Bebek falan her şey yani." "Önce bir ultrasona alalım." dedikten sonra karnımın altındaki soğuk jelin hissiyle ürperdim. Probu gezdirirken doktorun yüz ifadesinden çıkarımlar yapmaya çalışıyordum. Kerim'se çok dikkatli bir biçimde ekrana bakıyordu sanki bir şey anlayacakmışız gibi. Doktor "Şimdilik merak edilecek bir durum yok gibi görünüyor." dediğinde tuttuğum nefesimi rahatça bırakabildim sonunda. Üzerimden büyük bir yük kalkmıştı sanki. "Kalp atışlarına da bakalım." Duymaya kendimi hazır hissetmesem de keyfi bir şey olmadığı için sakin kalmaya çalıştım. Onun sesini ilk defa duyduğumda çok garip hissettim. Bu evlilik dahilinde planlanmış bir bebek olmadığı için diğer insanların klişesi, dünyanın en güzel sesi tarzında bir duygum yoktu ama etkilendiğimi de gizleyemezdim. Benim içimde benden bağımsız bir canlı. Bu ilginç bir deneyimdi. Ve itiraf etmeliyim ki güzeldi de. Yalnız olmadığımı hissettiriyordu. Hayatı boyunca yalnız olmaya alışmış biriyken bana ilk defa tutunacak bir anlam yüklemiş gibiydi. Bunun için bile bu bebeğin varlığına saygı duyabilirdim. Kerim "Ne değişik atıyor ya kalbi? Böyle mi oluyor?" gibi tuhaf tuhaf şeyler sorarken yüzündeki yumuşak ifadenin farkında gibi durmuyordu. Yeni bir hayatla tanışmanın heyecanı vardı üzerinde. O da benim gibi afallamıştı. Ultrasonografik muayene bittikten sonra her şey olumlu gibi duruyordu. Doktorun konuşmaları da olumluydu. "Anne de bebek de iyi." dedi. Yüzünde uyaran bir ifadeyle ekledi. "Ama bir süre hareket etmeden dinlenmesi gerekiyor. Hamileliğin ilk ayları olduğu için biraz kritik." "Tamam, o kısmı kolay. Onu şey yaparız, hallederiz." Ensesini kaşıyan adam uyandığımı görünce bana doğru bir adım attı. Doktor yanımızdan ayrılıp hemşireyle konuşurken Kerim'in gözleri bendeydi. Toparlanıp kalkmama yardımcı oldu. "İyisin değil mi?" Onaylayarak başımı salladım sadece. Meraklı bakışlarıma karşılık ekledi. "Bebek de iyiymiş merak etme. Kalbini falan dinlettiler. Maşallah, makina gibi atıyordu." Güldüm. "Evet, duydum." O sırada uyanık olduğumu fark etmese de her şeyi görüp duymuştum. Onun bana ve bebeğime duyduğu merhameti de öyle. Bakışlarımda ona müteşekkir olduğumu gizlemeyen bir ifade vardı. Herkesin göstermediği bir yanı vardır. Odadan çıktığımızda minnetimi gizlemedim. "Beni doktora yetiştirdiğin için teşekkür ederim. Bebeğim belki de senin sayende hayatta." Söylediklerimle biraz utanmış gibi görünüyordu. "Yok ya, öyle abartılacak bir şey olmadı yani... Yapmadık bir şey." Düşünceli bir biçimde bakışları daldıktan kısa süre sonra bana döndü. "Yalnız Demet teyzeye falan haber vermek lazım şimdi." "Hayır, hayır söylemeyelim lütfen. Annem çok endişelenir, korkar. Benim yüzümden daha fazla korkmasını istemiyorum. Başına yeterince iş açtım zaten kadının." "İyi de evde yatıp dinlenmen gerekiyormuş. Öbür evdekiler bebeği bilmiyor, sana gerektiği gibi bakamazlar. Nasıl olacak?" Açıkçası bu kadarını ben de düşünmemiştim. Kafam davul gibi olmuştu. Bir yanda Esteban'ın tehditleri, bir yanda Carlo'dan sakladığım bebek... Her şey birbirine girmiş durumdaydı. "Burada kalayım diyeceğim ama Carlo arar, bulur. Sonra da öğrenir. Hiç iyi olmaz." Kaşları çatılan adam burnundan soludu. "O pezevenk sana hesap soracağına önce bebeğine sahip çıksın. Hayırdır öyle kime hesap soruyormuş hele?" Nedense o an öfkeli tavrıyla söylediği sözler dudaklarımda tebessüm bırakmıştı. Hiçbir şey bilmese de beni tanımayan bu yabancı birkaç saat içinde kabullenmediği üvey kardeşini sahiplenirken hiç de babasına isyan ettiği gibi zorlanmıyordu. İçinde bulunduğumuz bu durum zoraki de olsa bizi birleştirmişti ve ben bunu hayretle izliyordum. Ona tebessümle baktığımı görünce kaş göz yaptı. "Ne oldu?" "Hiç..." dedim sadece dudaklarımı bükerek. İçimdeki duyguları gizlemeden dürüstçe söyledim kalbimden geçenleri. "Sadece uzun zamandır hiç bu kadar sahiplenildiğimi, koruyup kollandığımı hissetmemiştim. Biraz duygulandım sanırım." O da içinde bulunduğumuz durumun yeni farkına varmıştı, şaşkın bakışlarından belliydi. Yufka gibi de yüreği vardı ama hani şu ağır abilerden olduğu için yelkenleri suya indirmeye niyetli gibi durmuyordu. "Ya sen bakma, biz anlaşamayız, belki de sevmeyiz birbirimizi o başka konu. Ama kardeşliğin bir raconu vardır. Öz veya üvey fark etmez, biri kardeşime bir şey yaparsa karşılığını misliyle alır." Dudaklarım kıvrıldı. İlk kez abi şefkatine benzeyen garip bir şey tatmıştım. Ne olduğunu henüz ben de bilmiyordum. İlk kez deneyimlediğim şeylerden biri daha. Bir ileri bir geri yürüyen adam soru dolu bakışlarla bana döndü. "Niye sahip çıkmıyor o herif bebeğe?" "Bebeği aldırdığımı söyledim." "Yalan söyledin yani." "Öyle olması gerekti." Sorgular hatta bir an suçlar gibi baksa da sokakta şahit olduklarını hatırlamış olacaktı. "O siyah arabadaki tehlikeli adamlar yüzünden mi?" Onayladım baş işaretiyle. "Carlo'nun babası." "E o bilgiyi unut dedin ya kızım, ne söyleyip duruyorsun? Kaset miyiz geri saralım?" Agresif de olsa söylediği bu sözlere gülmeden edemedim. "Sen var ya... Çok değişik bir parçasın. Kafanda birkaç tahta eksik benim gibi belli. Tam abim olacak deli kumaşı var sende." Az önceki şefkatinden uzak bir ifadeyle "Hadi be oradan." dese de kaknem tavırlarında sevimli bulduğum bir şeyler vardı. Her şeyden önce harbiydi. Ben böyle özü sözü bir insanları severdim. Birinden nefret etse de dümdüz yüzüne söyleyen. İnsanların beni yalandan sevmesindense dürüstçe nefret etmelerini tercih ederdim. Kerim de öyle bir insana benziyordu. Dürüsttü. Bu yüzden kafasındaki soruları dan diye soruyordu öyle. "Şimdi istemiyor muydu bu adam bebeği, o yüzden mi yalan söyledin sen?" "O kısım biraz karışık." "Nasıl karışık?" "Annem sana ne kadarını anlattı bilmiyorum ama-" "Annen bana hiçbir şey anlatmadı. Sadece kalbi kırık dedi, zor zamanlar geçiriyor falan dedi. Ben de parçaları birleştirdim. Herhâlde dedim bu herif kızı kullandı, hamile bıraktı, sonra da yüzüstü bıraktı falan dedim." Başımı iki yana salladım iç geçirerek. "Keşke sadece öyle olsaydı." Soru dolu bakışlarıyla başımdan geçenleri anlatmak zorunda kaldım. Kaçırılmamı, kalbimin çalınma hikâyesini, Carlo'nun beni kurtarmasını falan. Carlo'nun katil olduğu detayından bahsetmedim ama babasından bahsetmek zorunda kaldım. Zaten tehlikeli olduğunu söylememe gerek bile kalmamıştı. Sokakta şahit oldukları yeterliydi. Şok olduğunu ağzından kaçırdığı "Vay anasını avradını!" nidasıyla anladığım adam küfretmek üzere olduğunu sonradan fark edip "Kusura bakma." diyerek af diledi. Bense buna takılacak durumda değildim. "Aksiyon filmi gibi olaylar." "Öyle. Ben de bir süre öncesine kadar sebebin bu kadar basit olduğunu sanıyordum. Yani Carlo'nun bu bebeği istemediği kadar basit olduğunu düşünüyordum ama..." "İşin içinde iş varmış desene." "Aynen öyle." Henüz ne yapacağımı bilmiyordum ve bir planım da yoktu ama Carlo'nun yanında kalamayacağımı biliyordum. "Bebek ve ben... Bir an önce hem Carlo'yla bağlarımızı koparmalıyız hem de bir süre ortalarda görünmememiz gerekiyor." Başını salladı Kerim. "Onu hallederiz, sen tasalanma. Bebeğe de kendine de iyi bak, gerisini biz hallederiz." Söylediği kadar basit olmayabilirdi. Esteban eğer annemin evini biliyorsa -ki bilmemesi tuhaf olurdu bence- saklanacak başka yerim kalmıyordu. Öte yandan annemi bilmeme ihtimaline sığınmak istedim. Şimdi bunları düşünecek durumda değildim. Arabaya binerken yorgun bedenim pelte gibiydi. Nereye gideceğimizi bile bilmeden yola çıkmıştık. Kerim de bana bir şey sormamıştı. Yol bizi nereye götürürse der gibi. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Yeni bölümümüze hoş geldiniz! Öncelikle kısa bir bilgi vermek istiyorum, kesin olmamakla birlikte KADEH 50. Bölüm gibi final olacak. Şuan ben biraz ileriden gittiğim için bunu size duyurmak istedim. 🪽 Bu hikâyeyi özleyeceğim. Ama diğer yandan bu bittiğinde odaklanacağım diğer hikâyelerim için de heyecanlanmıyor değilim. Örneğin Siyah Yıldızlar ve NİKOLAİ MİLORADOV: Milyon Dolarlık Proje. İkisi için de aşırı heyecanlıyım. Siz hangisi için daha çok heyecanlısınız bilemiyorum ama... Öyle işte. Ece ve Carlo'ya gelecek olursak... Yeni bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce yeniden birleşebilecekler mi ve her şey yoluna girecek mi? Cevabınız evet ise nasıl yoluna girer dersiniz? Buraya yazabilirsiniz. Açık konuşmak gerekirse başlarındaki bela bir değil iki değil. Bakalım neler olacak? Hayalinizde varsa eğer Ece ve Carlo sahnelerini buraya yazmaktan çekinmeyin. Bol yorumlarınızı bekliyorum mutlaka. Şimdilik benden bu kadar. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA |
0% |